Otuzuncu Lem'a

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 575

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Ve öyle eden ve en ekmel bir surette o vazifeleri yapan, bilmüşahede, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Öyleyse, güneş ziyayı, ziya gündüzü istilzam ettiği derecede, kâinattaki hikmetler risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) istilzam eder.

Evet, nasıl ki ism-i Hakem ve Hakîmin cilve-i âzamı ile, âzamî derecede risalet-i Ahmediyeyi iktiza ediyor; öyle de, Esmâ-i Hüsnâdan Allah, Rahmân, Rahîm, Vedûd, Mün’im, Kerîm, Cemîl, Rab gibi çok isimlerin herbiri, kâinatta görünen bir cilve-i âzamla, âzamî derecede ve mertebe-i kat’iyette risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) istilzam ederler.

Meselâ, ism-i Rahmân’ın cilvesi olan rahmet-i vâsia, o Rahmeten li’l-Âlemîn ile tezahür eder. Ve ism-i Vedûdun cilvesi olan tahabbüb-ü İlâhî ve taarrüf-ü Rabbânî, o Habib-i Rabbü’l-Âlemîn ile netice verir, mukabele görür. Ve ism-i Cemîlin bir cilvesi olan bütün cemaller, yani, cemâl-i Zât, cemâl-i esmâ, cemâl‑i san’at, cemâl-i masnuat o âyine-i Ahmediyede görülür, gösterilir. Ve haşmet-i rububiyetin ve saltanat-ı ulûhiyetin cilveleri dahi, o dellâl-ı saltanat-ı rububiyet olan zât-ı Ahmediyenin risaletiyle bilinir, görünür, anlaşılır, tasdik edilir. Ve hâkezâ, bu misaller gibi, ekser Esmâ-i Hüsnânın herbiri, risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) birer parlak burhandır.

Elhasıl, madem kâinat mevcuttur ve inkâr edilmiyor. Elbette kâinatın renkleri,





Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun Cemîl: bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi Allah
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri Habib-i Rabbü’l-Âlemîn: Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın sevgilisi, Hz. Muhammed
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi Allah Mün’im: gerçek nimet verici olan Allah
Rab: herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah Rahmeten li’l-Âlemîn: âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz
Rahmân: çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren Allah
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) Vedûd: kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenen Allah
bilmüşahede: gözle görerek burhan: güçlü, sarsılmaz delil
cemâl: güzellik cemâl-i Zât: Allah’ın Zâtının güzelliği
cemâl-i esmâ: Allah’ın isimlerinin güzelliği cemâl-i masnuat: Allah’ın yaratıklarındaki sanatkârane, mükemmel, kusursuz güzellikler
cemâl-i san’at: Allah’ın san’atının güzelliği cilve: görünme, yansıma
cilve-i âzam: en büyük yansıma, görünme dellâl-ı saltanat-ı rububiyet: Allah’ın rububiyet saltanatının ilâncısı
ekmel: en mükemmel ekser: çok
elhasıl: kısaca, özetlehaşmet-i rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliğinin ve yaratıcılığının haşmeti, görkemi
hikmet: fayda, gaye hâkezâ: bunun gibi
iktiza etmek: gerektirmek ism-i Cemîl: Allah’ın bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi olduğunu ifade eden ismi
ism-i Hakem ve Hakîm: Allah’ın küllî hükmünü ayırdığını ve herşeyi hikmetle yarattığını bildiren ismi ism-i Rahmân: Allah’ın sonsuz rahmet ve merhamet sahibi olduğunu ifade eden ismi
ism-i Vedûd: Allah’ın yarattığı varlıkları çok sevdiğini ve onlar tarafından da çok sevildiğini ifade eden ismi istilzam etmek: gerektirmek
kâinat: evren mertebe-i kat’iyet: kesinlik derecesi
mevcut: var misal: benzer, örnek
mukabele görmek: karşılık görmeknetice: sonuç
rahmet-i vâsia: geniş rahmet risalet: elçilik, peygamberlik
risalet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği saltanat-ı ulûhiyet: hiçbir ortak kabul etmeyen Allah’ın bütün âlemdeki egemenliği
suret: biçim, görünüş taarrüf-ü Rabbânî: Allah’ın kendisini tanıtması
tahabbüb-ü İlâhî: Allah’ın kendisini sevdirmesi tasdik etmek: doğrulamak, onaylamak
tezahür etmek: ortaya çıkmak, görünmek ziya: ışık
zât-ı Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) kendisi âyine-i Ahmediye: Hz Muhammed’in (a s m ) Allah’ın bütün güzelliklerini yansıtan bir ayna olması
âzamî: en büyük

<tbody>
</tbody>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 576

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>ziynetleri, ışıkları, ziyaları, san’atları, hayatları, rabıtaları hükmünde olan hikmet, inâyet, rahmet, cemal, nizam, mizan, ziynet gibi meşhud hakikatler, hiçbir cihetle inkâr edilmez. Madem bu sıfatların, fiillerin inkârı mümkün değildir. Elbette o sıfatların mevsufu ve o fiillerin fâili ve o ziyaların güneşi olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücud, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl, Hakem, Adl dahi hiçbir cihetle inkâr edilmez ve inkârı kabil olmaz. Ve elbette o sıfatların ve o fiillerin medar-ı zuhurları, belki medar-ı kemalleri, belki medar-ı tahakkukları olan rehber-i ekber, muallim-i ekmel ve dellâl-ı âzam ve tılsım-ı kâinatın keşşafı ve âyine-i Samedânî ve Habib-i Rahmânî olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın risaleti hiçbir cihetle inkâr edilmez. Âlem-i hakikatin ve hakikat-i kâinatın ziyaları gibi, bunun risaleti dahi, kâinatın en parlak bir ziyasıdır.

عَلَيْهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ اْلاَيَّامِ وَذَرَّاتِ اْلاَنَامِ
blank.gif
1

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2




endOfSection.gif
endOfSection.gif






[NOT]Dipnot-1 Günlerin âşireleri ve mahlûkatın zerreleri sayısınca ona ve âl ve ashabına salât ve selâm olsun.Dipnot-2 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.

[/NOT]







Adl: sonsuz adalet sahibi olan Allah Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Cemîl: bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi Allah Habib-i Rahmânî: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah’ın sevgili kulu; Hz. Muhammed (a.s.m.)
Hakem: herbir şey hakkında küllî hüküm veren ve onların hangi keyfiyetle olacağına hükmeden Allah Hakîm: her işini hikmetle ve belli bir sebeple yapan Allah
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi Allah Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren Allah
Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Zât, Allah cemâl: güzellik
cihet: taraf, yöndellâl-ı âzam: en büyük duyurucu, ilân edici
fâil: işi yapan hakikat: gerçek
hikmet: fayda, gaye inkâr etme: yok sayma, reddetme
inâyet: Allah’tan gelen yardım, ihsan, iyilik kabil: mümkün, olabilir
keşşaf: keşfedici, açığa çıkarıcı kâinat: evren
medar-ı kemal: mükemmellik sebebi medar-ı tahakkuk: gerçekleşme sebebi
medar-ı zuhur: görünme sebebi mevsuf: belli bir sıfatı taşıyan
meşhud: görünen mizan: ölçü, denge
muallim-i ekmel: en mükemmel öğretmen nizam: düzen
rabıta: bağrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rehber-i ekber: en büyük rehber risalet: elçilik, peygamberlik
tılsım-ı kâinat: evrenin ve yaratılan tüm varlıkların içinde gizli olduğu ve anlaşılması zor sır, gizem ziya: ışık
ziynet: süs âlem-i hakikat: hakikat âlemi, gerçek dünya
âyine-i Samedânî: herşeyin kendisine muhtaç olduğu halde, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın isim ve sıfatlarını yansıtan ayna

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 577

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>
Otuzuncu Lem’anın Dördüncü Nüktesi

besmele.jpg


قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ
blank.gif
1


âyetinin bir nüktesini ve Vâhid ve Ehad isimlerini tazammun eden bir İsm-i Âzam veya İsm-i Âzamın altı nurundan bir nuru olan Ferd isminin bir cilvesi, Şevvâl-i Şerifte Eskişehir Hapishanesinde bana göründü. O cilve-i âzamın tafsilâtını Risale-i Nur’a havale edip, burada muhtasar yedi işaretle, ism-i Ferdin tecellî-i âzamıyla gösterdiği tevhid-i hakikîyi gayet muhtasar beyan edeceğiz.


BİRİNCİ İŞARET

Ferd İsm-i Âzamı, âzamî bir tecellî ile kâinatın heyet-i mecmuasına ve herbir nev’ine ve herbir ferdine birer sikke-i tevhid, birer hâtem-i vahdâniyet koyduğunu, Yirmi İkinci Söz ile Otuz Üçüncü Mektup tafsilen göstermişlerdir. Burada, yalnız üç sikkeye işaret edeceğiz.

BİRİNCİ SİKKE: Ferdiyet cilvesi, kâinat yüzünde öyle bir sikke-i vahdet koymuştur ki, kâinatı tecezzî kabul etmez bir küll hükmüne getirmiştir. Bütün kâinata tasarruf edemeyen bir zât, hiçbir cüz’üne hakikî mâlik olamaz. O sikke de şudur:

Kâinatın mevcudatı, envâları en muntazam bir fabrika çarkları gibi birbirine muavenet eder, birbirinin vazifesini tekmile çalışır. Öyle bir tesanüd, öyle birbirine muavenet, öyle birbirinin sualine cevap vermek ve birbirinin imdadına koşmak ve birbirine sarılmak, birbiri içine girmek suretiyle öyle bir vahdet-i vücut



[NOT]Dipnot-1 “De ki: O Allah birdir.” İhlâs Sûresi, 112:1.
[/NOT]





Eskişehir: (bk. bilgiler)
Ferd: ferdlerden kâinata kadar bütün varlıkları birlik içinde tutan Allah
Vâhid ve Ehad: bir olan ve her bir varlıkta birliği görülen Allah beyan etmek: açıklamak, anlatmak
cilve: görüntü, yansıma cilve-i âzam: büyük yansıma, görüntü
cüz: parça envâ: türler, çeşitler
ferd: kişi, bireyferdiyet: ferdlerden kainata kadar herşeyi bir birlik içine koyma
hakikî: gerçek havale etmek: bir işi başka birine bırakma
heyet-i mecmua: genel yapı, bütün hâtem-i vahdâniyet: Allah’ın bir olduğunu, ortağının bulunmadığını gösteren mühür
imdada koşmak: yardım eli uzatmakism-i Ferd: Allah’ın hem Vâhid hem Ehad olduğunu ifade eden ismi
kâinat: evren küll: bütün
lem’a: parıltımevcudat: varlıklar
muavenet: yardımlaşmamuhtasar: kısa, özet
muntazam: düzenli mâlik: sahip
nev: tür, çeşitnükte: derin ve ince anlamlı söz
sikke: işaret, damgasikke-i tevhid: Allah’ın birliğini gösteren işaret, damga
sikke-i vahdet: Allah’ın birliğini gösteren damga sual: istek
suretiyle: şeklinde tafsilen: ayrıntılı olarak
tafsilât: ayrıntılartasarruf etmek: dilediği gibi kullanmak ve yönetmek
tazammun etmek: içine almak, kapsamaktecellî: görünüm, yansıma
tecellî-i âzam: en büyük yansıma, görünüm tecezzî: bölünme, parçalanma
tekmil: tamamlama tesanüd: dayanışma
tevhid-i hakikî: araştırarak, delilleriyle Allah’ın birliğini kabul etme vahdet-i vücut: farklı şeylerin tek bir varlıkta bir araya gelmesi
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümleâzamî: en büyük
İsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın bin bir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı Şevvâl-i Şerif: Miladî aylardan onuncusu; Ramazan’dan sonra gelen ay

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 578

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>teşkil ediyorlar ki, bir insanın cesedindeki unsurlar gibi, birbirinden kabil-i tefrik olmaz. Bir unsurun dizginini tutan, umumun dizginlerini tutamazsa, o tek unsurun dizginini zaptedemez.

İşte, kâinatın simasındaki bu teavün, tesanüd, tecavüb, teanuk, pek parlak bir sikke-i kübrâ-yı vahdettir.

İKİNCİ SİKKE: Zeminin yüzünde ve bahar simasında öyle bir parlak hâtem-i ehadiyet ve sikke-i vahdâniyet, ism-i Ferdin cilvesiyle görünüyor ki, küre-i arzın yüzünde bütün zîhayatı bütün efradıyla ve ahval ve şuûnâtıyla idare etmeyen ve umumunu birden görmeyen ve bilmeyen ve icad etmeyen bir zat icad cihetinde hiçbir şeye karışmadığını ispat ediyor. O sikke de şudur:

Zeminin yüzünde madenî maddelerin, unsurların ve câmidat mahlûkatın gayet muntazam, fakat gizli sikkelerinden kat-ı nazar, yalnız iki yüz bin hayvânat taifelerinin ve iki yüz bin nebâtat envâının atkı ipleriyle dokunan nakışlı şu sikkeye bak ki: Birden, bahar mevsiminde, zeminin yüzünde, birbiri içinde, beraber, ayrı ayrı şekilleri, ayrı ayrı hizmetleri, ayrı ayrı rızıkları, ayrı ayrı cihazatları, hiçbirini şaşırmayarak, yanlış etmeyerek, nihayet karışıklık içinde nihayet derecede temyiz ve tefrikle, gayet hassas bir mizanla, herbir şeye lâzım olan herşeyleri külfetsiz, tam vaktinde, umulmadığı yerden verildiğini gözümüzle gördüğümüzden, zeminin simasında o keyfiyet, o tedbir, o idare öyle bir hâtem-i vahdâniyet ve öyle bir sikke-i ehadiyettir ki, bütün o mevcudatı birden hiçten icad edip beraber idare etmeyen bir zât, rububiyet ve icad cihetiyle hiçbir şeye karışamaz. Çünkü karışmış olsa, o hadsiz geniş muvazene-i idare bozulacak. Fakat insanların o kavânîn-i rububiyetin hüsn-ü cereyanlarına, yine emr-i İlâhî ile, sûrî bir hizmeti var.




ahval: haller, davranışlarcesed: beden
cihazat: cihazlar, donanımcihet: şekil, yön
cilve: görünme, yansıma câmidat: cansızlar
dizginleri tutmak: başıboş bırakmamakefrad: fertler, bireyler
emr-i İlâhî: Allah’ın emri envâ: türler, çeşitler
hadsiz: sınırsızhassas: duyarlı, dikkat gerektiren
hayvânat: hayvanlar hâtem-i ehadiyet: Cenâb-ı Hakkın isimlerinin her şeyde ayrı ayrı tecelli eden birlik mührü
hâtem-i vahdâniyet: Allah’ın bir olduğunu ve ortağının bulunmadığını gösteren mühür hüsn-ü cereyan: güzel gidişat
icad etmek: var etmek ism-i Ferd: Allah’ın tek, eşi ve benzeri bulunmayan ve birliği herbir varlıkta görüldüğünü ifade eden ismi
kabil-i tefrik: ayrılabilir olma kat-ı nazar: görmezden gelme
kavânîn-i rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliğini, yaratıcılığını, idare ve terbiye ediciliğini kapsayan kanunlar keyfiyet: özellik, nitelik
kâinat: evren külfetsiz: zahmetsiz
küre-i arz: yeryüzümahlûkat: varlıklar
mevcudat: varlıklar mizan: ölçü, denge
muntazam: düzenli muvazene-i idare: idaredeki denge ve ölçü
nakışlı: işlemeli, süslemeli nebâtat: bitkiler
nihayet: sınırsızrububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi
sikke: mühür, işaretsikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta birliğini gösteren damga
sikke-i kübrâ-yı vahdet: Allah’ın birliğini gösteren en büyük damga sikke-i vahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşunu gösteren damga
sima: yüz, görünüşsûrî: görünüşte
taife: grup, toplulukteanuk: birbirine sarılma
teavün: yardımlaşmatecavüb: birbirinin ihtiyacına cevap verme
tedbir: çekip çevirme, ihtiyacını karşılama tefrik: ayırma
temyiz: ayırd etmetesanüd: dayanışma
teşkil etmek: meydana getirmek, oluşturmakumum: bütün, genel
unsur: madde, elementzaptetmek: elinde tutmak
zemin: yerzîhayat: canlı
şuûnât: haller, işler, fiiller

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 579

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>ÜÇÜNCÜ SİKKE: İnsanın yüzünde... Belki insanın yüzü öyle bir sikke-i ehadiyettir ki, Âdem zamanından tâ kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün efrad-ı insaniye birden nazar-ı mütalâasında bulunmayan; ve herbirine karşı o tek yüzde birer alâmet-i farika koymayan ve o küçük yüzde hadsiz alâmet-i farika bırakmayan bir sebep, birtek insanın yüzündeki hâtem-i vahdâniyete icad cihetiyle el uzatamaz.

Evet, insanın yüzüne o sikkeyi koyan Zât, elbette bütün efrad-ı insaniye nazar-ı şuhudunda ve daire-i ilmindedir ki, herbir insanın siması göz, kulak, ağız gibi âzâ-yı esasîde birbirine benzediği halde, birer alâmet-i farika ile hiçbirisine tamam benzemez. Nasıl ki o simada göz, kulak gibi âzâların umum efradında birbirine benzemesi, o nev-i insanın Sânii bir ve vâhid olduğuna şehadet eden bir sikke-i tevhiddir; öyle de, hukuk-u insaniyenin muhafazası için sair envâın fevkinde olarak o simalarda birbirine iltibas olmamak ve birbirinden tefriki için, hikmetli pek çok alâmet-i farika ile iftirakları, o Sâni-i Vâhidin iradesini, ihtiyarını ve meşietini göstermekle beraber, ayrı ve çok dakik bir sikke-i ehadiyet oluyor ki, bütün insanları, hayvanları, belki kâinatı halk etmeyen bir zât, bir sebep, o sikkeyi koyamaz.

İKİNCİ İŞARET

Kâinatın âlemleri, envâları ve unsurları öyle birbiri içine girift olarak girmiştir ki, kâinatın heyet-i mecmuasına mâlik olmayan bir sebep, hiçbir nev’ine, hiçbir unsuruna hakikî tasarruf edemez. Adeta ism-i Ferdin cilve-i vahdeti, bütün kâinatı bir vahdet içine almış, herşey o vahdeti ilân ediyor.

Meselâ, bu kâinatın lâmbası olan güneşin bir olması, umum kâinat birinin olmasına işaret ettiği gibi; zîhayatların çevik ve çalak hizmetçileri olan hava unsuru bir olması; ve aşçıları olan ateş bir olması; ve zemin bahçesini sulayan bulut





Sâni-i Vâhid: tek olan ve herşeyi san’atlı yapan Allah Sâni’: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah
alâmet-i farika: ayırt edici işaret cihet: şekil, yön
cilve-i vahdet: Allah’ın birliğinin yansıması, görünmesi daire-i ilim: ilim dairesi
dakik: dikkatli, inceefrad: fertler
efrad-ı insaniye: insan fertleri envâ: türler, çeşitler
fevkinde: üstündegirift: karmaşık, iç içe
hadsiz: sınırsız, sayısızhakikî: gerçek anlamda
halk etmek: yaratmak heyet-i mecmua: genel yapı, bütün
hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma hukuk-u insaniye: insan hakları
hâtem-i vahdâniyet: Allah’ın bir oluşunu ve ortağının bulunmayışını gösteren mühür icad etme: var etme
iftirak: ayrılma, dağılma ihtiyar: dileme, istek, irade
iltibas olmamak: karışmamakirade: dileme, tercih etme
ism-i Ferd: Allah’ın tek, eşi ve benzeri bulunmayan ve birliği herbir varlıkta görüldüğünü ifade eden ismi kâinat: evren
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması meşiet: istek, dileme
muhafaza: koruma, saklama mâlik: sahip
nazar-ı mütâlâa: inceleyerek bakma nazar-ı şuhud: gören bakış
nev: tür, çeşitnev-i insan: insan türü, insanlık
sair: başka, diğersikke: işaret, damga
sikke-i ehadiyet: herbir varlıkta Allah’ın birliğini gösteren mühür sikke-i tevhid: Allah’ın birliğini gösteren işaret, damga
sima: yüz, görünüştasarruf etmek: dilediği gibi kullanmak ve yönetmek
tefrik: ayırma umum: bütün
unsur: madde, elementvahdet: birlik
vâhid: tek olan zemin: yer
zîhayat: canlı Âdem: (bk. bilgiler)
âlem: dünya, âzâ: uzuvlar, organlar
âzâ-yı esasî: temel organlarçevik ve çalâk: çok hızlı hareket eden, çalışkan ve hamarat olan
şehadet etmek: şahid olmak

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 580

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>süngeri bir olması; ve umum zîhayatın imdadına yetişen yağmur bir olması ve her yere yetişmesi; ve ekser hayvânat ve nebâtat taifelerinin herbirisi umum zemin yüzünde serbest yayılmaları, vahdet-i nev’iyeleri ve meskenleri bir bulunması gayet kat’î bir surette işaretler, şehadetlerdir ki, meskenleriyle beraber umum o mevcudat, birtek Zâtın malı olduğuna delâlet ederler.

İşte buna kıyasen, bütün kâinatın böyle birbirine girift olan envâları mecmu-u kâinatı öyle bir küll hükmüne getirmiştir ki, icad cihetiyle tecezzî kabul etmez. Umum kâinata hükmü geçmeyen bir sebep, rububiyet cihetiyle ve icad keyfiyetiyle hiçbir şeye hükmedemez ve birtek zerreye rububiyetini dinlettiremez.

ÜÇÜNCÜ İŞARET

İsm-i Ferdin tecellî-i âzamıyla kâinatı birbiri içinde hadsiz mektubat-ı Samedâniye hükmüne getirip, her mektupta hadsiz hâtem-i vahdâniyet ve pek çok mühr-ü ehadiyet basılmış gibi, herbir mektubun kelimâtı adedince ehadiyet mühürlerini taşıyor ve o mühürlerin adedince kâtibini gösteriyor.

Evet, herbir çiçek, herbir meyve, herbir ot, hattâ herbir hayvan, herbir ağaç, birer mühr-ü ehadiyet ve birer sikke-i samediyet olduklarını ve bulundukları mekân ise, bir mektup suretini alması cihetiyle herbiri bir imza şeklini alır, o mekânın kâtibini gösteriyor. Meselâ, bir bahçede bir sarı çiçek, o bahçe nakkaşının bir mührü hükmündedir. O çiçek mührü kimin ise, bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler, o Zâtın kelimeleri hükmünde olduğuna ve o bahçe dahi Onun yazısı olduğuna, açık bir surette delâlet ediyor.

Demek oluyor ki, herbir şey, umum eşyayı Hâlıkına isnad edip âzamî bir tevhide işaret ediyor.


DÖRDÜNCÜ İŞARET

İsm-i Ferdin cilve-i âzamı güneş gibi zâhir olmakla beraber, vücub derecesinde




Hâlık: herşeyi yaratan Allah cihet: yön, şekil
cilve-i âzam: en büyük yansıma delâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
ehadiyet: Allah’ın bütün esması ile her bir varlıkta isimlerinin yansıması ekser: pek çok
envâ’: türler, çeşitlergirift: karmaşık, iç içe
hadsiz: sınırsız, sonsuzhayvânat: hayvanlar
hâtem-i vahdâniyet: Allah’ın bir olduğunu ve ortağının bulunmadığını gösteren mühür hükmetmek: hakimiyeti altına almak
icad: var etme imdada yetişmek: yardım eli uzatmak
ism-i Ferd: Allah’ın tek, eşi ve benzeri bulunmayan ve birliği herbir varlıkta görüldüğünü ifade eden ismi isnad etmek: dayandırmak
kelimât: kelimeler keyfiyet: özellik, nitelik
kâinat: evren kâtib: yazar
küll: bütün mecmu-u kâinat: kâinatın tamamı, bütünü
mektubat-ı Samedâniye: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmadığını, her şeyin O’na muhtaç olduğunu gösteren mektuplar mekân: yer
mesken: içinde yaşanılan mekân mevcudat: varlıklar
mühr-ü ehadiyet: her bir varlık üzerinde Allah’ın birliğini gösteren mühür nakkaş: nakışlayan, süsleme yapan sanatkâr
nebâtat: bitkilernevi: çeşit, tür
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi sikke-i samediyet: Allah’ın hiç birşeye muhtaç olmadığını, fakat herşeyin Kendisine muhtaç olduğunu gösteren mühür
suret: biçim, şekil taife: grup, topluluk
tecellî-i âzam: en büyük tecelli, görünüm tecezzî: bölünme, parçalanma
tevhid: Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etme umum: bütün
vahdet-i nev’iye: aynı türden olma vücub: kesinlik, zorunlu olma
zemin: yerzâhir: açık, gözle görünür
zîhayat: canlı âzamî: en büyük
şehadet: şahitlik, tanıklık

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 581

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>bir mâkuliyet ve hadsiz bir kolaylıkla kabul edilir. Ve o cilvenin muhalifi ve zıddı olan şirk, nihayet derecede müşkül ve akıldan gayet derecede uzak, belki muhal ve mümteni derecesinde olduğunu ispat eden çok burhanlar, Risale-i Nur’un eczalarında beyan edilmiş. Şimdilik o delillerdeki o noktaların tafsilâtını o risalelere havale edip, yalnız üç noktasını burada beyan edeceğiz.

BİRİNCİSİ:Onuncu ve Yirmi Dokuzuncu Sözlerin âhirlerinde icmâlen ve Yirminci Mektubun âhirinde tafsilen, gayet kat’î burhanlarla ispat etmişiz ki, Zât-ı Ferd ve Ehadin kudretine nisbeten en büyük şeyin icadı, en küçük birşey gibi kolaydır. Bir baharı, bir çiçek gibi suhuletle halk eder. Binler haşrin nümunelerini, her baharda gözümüz önünde kolaylıkla icad eder. Büyük bir ağacı, küçük bir meyve gibi rahatça idare eder. Eğer müteaddit esbaba havale edilse, herbir meyve, bir ağaç kadar masraflı ve müşkülâtlı ve bir çiçek, bir bahar kadar zahmetli ve suubetli olur.


Evet, nasıl ki bir ordunun teçhizat-ı askeriyesi bir kumandanın emriyle bir fabrikada yapılsa, o ordunun teçhizatı, adeta birtek neferin teçhizatı gibi kolaylaşır; eğer her neferin cihazatı ayrı ayrı fabrikada yapılsa ve idare-i askeriyesi vahdetten kesrete girse, o vakit herbir nefer, ordu kadar fabrikalar ister. Aynen öyle de, eğer herşey Zât-ı Ferd ve Ehade verilse, bütün bir nev’in hadsiz efradı, birtek fert gibi kolay olur. Eğer esbaba verilse, herbir fert, o nevi kadar müşkülâtlı olur.

Evet, vahdet de, ferdiyet de, herşeyin o Zât-ı Vâhide intisabıyla olur ve Ona istinad eder. Ve bu istinad ve intisap ise, o şey için hadsiz bir kuvvet, bir kudret hükmüne geçebilir. O vakit küçük birşey, o intisap ve istinad kuvvetiyle, binler derece kuvvet-i şahsiyesinin fevkinde işler görebilir, neticeler verebilir. Ve çok kuvvetli olan, Ferd ve Ehade istinad ve intisap etmeyen birşey, kendi şahsî kuvvetine göre küçük işler görebilir ve neticesi ona göre küçülür.

Meselâ, nasıl ki başıbozuk, gayet cesur, kuvvetli bir adam, kendi cephanesini ve zahîresini beraberinde ve belinde taşımaya mecbur olduğundan, ancak on adam düşmanına karşı muvakkat dayanabilir. Çünkü şahsî kuvveti o kadar eser






Ehad: her bir varlık üzerinde birliğinin izleri görünen bir Allah Ferd: tek ve benzeri bulunmayan, Allah
Zât-ı Ferd ve Ehad: benzeri olmayan ve herbir varlıkta birliği tecelli eden Zât, Allah Zât-ı Vâhid: bir ve tek olan Zât, Allah
başıbozuk: sivil, asker olmayanbeyan etmek: açıklamak
burhan: güçlü ve sarsılmaz delilcihazat: cihazlar
cilve: görüntü, yansıma ecza: kısımlar, bölümler
efrad: fertler esbab: sebepler
ferdiyet: tek ve benzersiz olma fevkinde: üstünde
hadsiz: sınırsız, sayısızhalk etmek: yaratmak
haşir: öldükten sonra yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma icad etme: var etme
icmâlen: kısaca idare-i askeriye: askerlerin idaresi
intisab: bağlanma, mensup olma istinad etmek: dayanmak
kat’î: kesinkesret: çokluk
kudret: güç ve iktidar kuvvet-i şahsiye: şahsın kendi kuvveti
muhal: imkansızmuhalif: aykırı
muvakkat: geçicimâkuliyet: akla uygunluk
mümteni: imkansızlıkmüteaddit: bir çok, çeşitli
müşkül: zormüşkülâtlı: zor, güç
nefer: askernetice: sonuç
nev’: çeşit, türnihayet: son
nisbeten: kıyasla nümune: örnek
risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi suhuletle: kolaylıkla
suubetli: zortafsilen: ayrıntılı olarak
tafsilât: ayrıntılarteçhizat: techizler, donanımlar
teçhizat-ı askeriye: askerî donanımvahdet: Allah’ın birliğinin bütün varlıklarda görülmesi
zahîre: yol erzakı, azıkâhir: son
şirk: Allah’a ortak koşma

<tbody>
</tbody>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 582

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>gösterebilir. Fakat askerlik tezkeresiyle bir kumandan-ı âzama intisap ve istinat eden bir adam, kendi menâbi-i kuvvetini ve erzak deposunu kendisi çekmediği ve taşımaya mecbur olmadığı için, o intisap ve istinat, onun için tükenmez bir kuvvet, bir hazine hükmüne geçtiğinden, mağlûp düşen düşman ordusunun bir müşirini, belki binler adamla beraber, o intisap kuvvetiyle esir edebilir.

Demek vahdette, ferdiyette, bir karınca bir Firavunu, bir sinek bir Nemrudu, bir mikrop bir cebbarı o intisap kuvvetiyle mağlûp edebildiği gibi, nohut tanesi küçüklüğünde bir çekirdek dahi, dağ gibi heybetli bir çam ağacını omuzunda taşıyabilir. Evet, nasıl ki bir kumandan-ı âzam, bir neferin imdadına bir orduyu gönderebilir haysiyetiyle o neferin arkasında bir orduyu tahşid edebildiği cihetiyle, o nefer, bir ordu kendisinin arkasında mânen bulunuyor gibi bir kuvvet-i mâneviye ile, pek büyük işlere, kumandanı namına mazhar olur. Öyle de, Sultan-ı Ezelî Ferd ve Ehad olduğundan hiçbir cihetle ihtiyaç yok, eğer farazâ ihtiyaç olsa herşeyin imdadına bütün eşyayı gönderir ve herbir şeyin arkasına kâinat ordusunu tahşid eder ve herbir şey kâinat kadar bir kuvvete dayanır ve herbir şeye karşı bütün eşya—faraza, eğer ihtiyaç olsa—o Kumandan-ı Ferdin kuvveti hükmüne geçebilir. Eğer ferdiyet olmazsa, herbir şey bütün bu kuvveti kaybeder, hiç hükmüne sukut eder, neticeleri dahi hiçe iner.

İşte, gözümüzle her vakit müşahede ettiğimiz bu çok harika eserlerin gayet küçük, ehemmiyetsiz şeylerden tezahürü, bilbedâhe ferdiyet ve ehadiyeti gösteriyor. Yoksa herşeyin neticesi, meyvesi, eseri, o şeyin maddesi ve kuvveti gibi küçülerek hiçe inecekti. Ve gözümüz önündeki gayet kıymettar şeylerin gayet derecede ucuzluğu ve nihayet derecede mebzuliyeti, hiç kalmayacaktı. Şimdi kırk parayla alacağımız bir kavunu, bir narı, kırk bin lirayla da yiyemezdik.

Evet, dünyadaki bütün suhulet, bütün ucuzluk, bütün mebzuliyet vahdetten gelir ve ferdiyete şehadet eder.

İKİNCİ NOKTA: Mevcudat iki vecihle icad ediliyor. Biri ibdâ’ ve ihtirâ tabir edilen hiçden icaddır. Diğeri, inşa ve terkip tabir edilen, mevcut olan anâsır





Ferd ve Ehad: tek ve benzersiz olan, eşi ve ortağı bulunmayan Allah Firavun: (bk. bilgiler)
Kumandan-ı Ferd: bütün varlık âleminin tek kumandanı Nemrud: (bk. bilgiler)
Sultan-ı Ezelî: başlangıcı ve sonu olmayan ve bütün varlıkları hakimiyeti altında tutan Allah anâsır: unsurlar, elementler
bilbedâhe: açık bir şekildecebbar: zorba, zalim
cihet: yön, tarafehadiyet: bir olma
ehemmiyetsiz: önemsizerzak: rızıklar, yenilecek ve içilecek şeyler
eşya: varlıklar, herşeyfarazâ: örneğin, varsayalım ki
ferdiyet: tek ve benzersiz olma haysiyet: özellik
ibdâ’ ve ihtirâ’: varlıkları maddesiz, örneksiz ve benzersiz olarak hiçten ve yoktan var etme icad edilmek: var edilmek
imdad: yardım istemeintisap eden: bağlanan
inşa: yapma, bina etme, vücuda getirme istinat eden: dayanan
kumandan-ı âzam: büyük komutan kuvvet-i mâneviye: mânevî güç
kâinat: evren kıymettar: değerli
mazhar olmak: ulaşmak, elde etmek mağlûp: yenik düşen
mebzuliyet: çokluk, bollukmenâbi-i kuvvet: kuvvet kaynağı
mevcudat: varlıklar mevcut: var olan
mânen: mânevî olarak müşahede etmek: görmek, gözlemlemek
müşir: mareşalnamına: adına
nefer: askernetice: sonuç
nihayet: sonsuhulet: kolaylık
sukut etmek: düşmek, alçalmaktabir edilen: adlandırılan
tahşid etmek: biriktirmek, yığınak yapmakterkip: düzenlenme, bir araya getirme
tezahür: ortaya çıkma, görünme tezkere: belge
vahdet: Allah’ın birliğinin bütün varlıklarda görülmesi vecih: şekil, yön
şehadet etmek: şahit olmak

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 583

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>ve eşyadan toplamak suretiyle ona vücut vermektir. Eğer cilve-i ferdiyete ve sırr-ı ehadiyete göre olsa, hadsiz derece bir suhulet, belki vücub derecesinde bir kolaylık olur. Eğer ferdiyete verilmezse, hadsiz derece müşkül ve gayr-ı mâkul, belki imtinâ derecesinde bir suûbet olacak. Halbuki, kâinattaki mevcudat, nihayet derecede külfetsiz olarak ve suhuletle ve kolaylıkla, gayet mükemmel bir surette vücuda gelmeleri, cilve-i ferdiyeti bilbedâhe gösteriyor ve herşey doğrudan doğruya Zât-ı Ferd-i Zülcelâlin san’atı olduğunu ispat ediyor.

Evet, eğer eşya Ferd-i Vâhide verilse, bir kibrit çakar gibi, eserleriyle azameti anlaşılan o nihayetsiz kudretiyle, hiçten icad eder. Ve ihatalı, nihayetsiz ilmiyle, herşeye mânevî bir kalıp hükmünde bir miktar tayin eder. Ve o âyine-i ilmindeki herşeyin suretine ve plânına göre, kolayca, herbir şeyin zerreleri o kalıb-ı ilmî içine yerleşir, muntazaman vaziyetlerini muhafaza ederler.

Eğer etraftan zerreleri toplamak lâzım gelse de, ilmî kanunların ve kudretin ihatalı düsturları cihetiyle, o zerreler, kanun-u ilmî ve sevk-i kudretî ile bağlanmaları haysiyetiyle, mutî bir ordunun neferâtı gibi muntazaman, kanun-u ilmî ve sevk-i kudretî ile gelip o şeyin vücudunu ihata eden kalıb-ı ilmî ve miktar-ı kaderî içine girip, kolayca vücudunu teşkil ederler. Belki âyinedeki aksin fotoğraf vasıtasıyla kâğıt üstüne vücud-u haricî giymesi veyahut görünmeyen bir yazıyla yazılan bir mektuba gösterici maddeyi sürmekle görünmesi gibi, Ferd-i Vâhidin ilm-i ezelîsinin âyinesinde bulunan mahiyet-i eşyaya ve suver-i mevcudata, gayet suhuletle, kudret onlara vücud-u haricî giydirir. Ve âlem-i mânâdan âlem-i zuhura getirir, gözlere gösterir.

Eğer Ferd-i Vâhide verilmezse, bir sineğin vücudunu rû-yi zeminin etrafından ve anâsırından, gayet hassas bir mizanla toplamak, adeta yeryüzünü ve unsurları





Ferd-i Vâhid: benzersiz ve tek olan AllahZât-ı Ferd-i Zülcelâl: bir ve benzersiz olan, sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi Allah
akis: yansımaanâsır: unsurlar, elementler
azamet: büyüklük, yücelikbilbedâhe: açık bir şekilde
cihet: yön, tarafcilve-i ferdiyet: bir ve benzersiz oluşun görüntüsü
düstur: kural, kanuneşya: varlıklar, herşey
ferdiyet: teklikgayr-ı mâkul: akla ters
hadsiz: sınırsızhassas: duyarlı, dikkat gerektiren
haysiyet: özellikicad etmek: var etmek
ihata eden: içine alan, kuşatanihatalı: herşeyi kuşatan
ilm-i ezelî: Cenab-ı Hakkın ezelden beri var olan sonsuz ilmiilmî: ilimle ilgili, bilimsel
imtinâ: imkânsızlıkkalıb-ı ilmî: ilim yoluyla belirlenen kalıp
kanun-u ilmî: bilgiden kaynaklanan düzen ve kanunkudret: Allah’ın bütün âlemleri kuşatan güç ve iktidar
kâinat: evrenkülfetsiz: zahmetsiz
mahiyet-i eşya: varlıkların temel özelliğimevcudat: varlıklar
miktar-ı kaderî: Allah tarafından kader çerçevesinde takdir edilmiş, belirlenmiş ölçümizan: ölçü, denge
muhafaza etmek: korumak, saklamakmuntazaman: düzenli olarak
mutî: emre uyan, itaat edenmüşkül: zor
neferât: askerlernihayet: son
nihayetsiz: sonsuzrû-yi zemin: yeryüzü
sevk-i kudretî: güç ve kudrete dayalı yönlendirmesuhulet: kolaylık
suret: biçim, şekilsuver-i mevcudat: varlıkların görüntüleri
suûbet: zorluk, güçlüksırr-ı ehadiyet: bir ve tek olmanın ardındaki espri
tayin etmek: belirlemekteşkil etmek: ortaya çıkarmak
unsur: madde, elementvaziyet: durum, hâl
vücub: gereklilik, kesinlik, zorunlu olmavücud: varlık
vücud-u haricî: maddî vücut, bedenvücuda gelmek: meydana gelmek
vücut vermek: yok olan birşeyi var etmek, yaratmakâlem-i mânâ: maddî gözle görünmeyen mânevî âlem
âlem-i zuhur: görünen âlemâyine-i ilim: ilim aynası

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 584

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>eleyip her taraftan o mahsus vücudun mahsus zerrelerini getirerek san’atlı vücudunda muntazam yerleştirmek için maddî kalıp, belki âzâları adedince kalıplar bulunmak ve o vücuttaki duygular ve ruh gibi ince, dakik, mânevî letâifi dahi mizan-ı mahsusla mânevî âlemlerden celb etmek lâzım gelir. İşte bu surette bir sineğin icadı kâinat kadar müşkülâtlı olur. Yüz derece müşkül müşkül içinde, belki muhal muhal içinde olacak. Çünkü Hâlık-ı Ferdden başka hiçbir şey, hiçten ve ademden icad edemediğine bütün ehl-i din ve ehl-i fen ittifak ediyorlar. Öyleyse, esbab ve tabiata havale edilse, herşeye, ekser eşyadan toplamak suretiyle vücut verilebilir.

ÜÇÜNCÜ NOKTA: Eğer bütün eşya bir Zât-ı Ferd-i Vâhide verilse, birtek şey gibi kolay olmasına; eğer esbaba ve tabiata havale edilse, birtek şeyin vücudu, umum eşya kadar müşkülâtlı olduğuna işaret eden, başka risalelerde izah edilen iki üç temsili muhtasaran beyan edeceğiz.

Meselâ: Bir zabite, bin nefere ait vaziyet ve idare havale edilse ve bir nefer de on zabitin idaresine verilse, o bir neferin idaresi, bir taburun idaresinden on derece daha müşkülâtlı olur. Çünkü ona emredenler birbirine mâni olurlar; bir keşmekeşle, o nefer hiçbir istirahat yüzünü görmeyecek. Hem bir taburdan matlup vaziyet ve netice birtek zabite havale edilse, külfetsiz, kolayca o neticeyi istihsal eder ve o vaziyeti verebilir. Eğer o vaziyeti almayı ve o neticeyi istihsal etmeyi, o taburdaki başsız, âmirsiz, çavuşsuz neferâta havale edilse, o matlup vaziyeti ve neticeyi almak için, çok karışıklık içinde münakaşalarla, ancak nâkıs bir sureti, müşkülâtla tahsil edebilir.

İkinci temsil: Meselâ, Ayasofya gibi kubbeli bir camiin kubbesindeki taşlarını durdurmak vaziyeti ve muallâkta durdurması bir ustaya verilse, o vaziyeti onlara kolayca verebilir. Eğer o vaziyete girmesi taşlara havale edilse, herbir taş, umum taşlara hem hâkim-i mutlak, hem mahkûm-u mutlak olmak lâzım gelir—





Ayasofya: (bk. bilgiler)Hâlık-ı Ferd: bir ve benzersiz olan, herşeyi yaratan Allah
Zât-ı Ferd-i Vâhid: bir ve tek olan Zât, Allahadem: yokluk, hiçlik
beyan etmek: açıklamakcelb etmek: çekmek
dakik: ince, derin, hassasehl-i din: dindar, din adamları
ehl-i fen: bilim adamlarıekser: pek çok
esbab: sebeplereşya: varlıklar
havale etmek: bir işi başka birine bırakmahâkim-i mutlak: herşey üzerinde sınırsız egemenlik sahibi olan
icad: var etmeistihsal etmek: üretmek, ortaya çıkarmak
istirahat: dinlenme, rahatlamaittifak etmek: aynı noktada birleşmek
izah etmek: açıklamakkeşmekeş: karışıklık
kâinat: evrenkülfetsiz: zahmetsiz
letâif: insanın ruhundaki ince duygularmahkûm-u mutlak: her açıdan hüküm altında bulunan
matlup: istenen, talep edilenmizan-ı mahsus: özel ölçü
muallâkta: boşlukta, havadamuhal: imkansız
muhtasaran: özet olarakmuntazam: düzenli
mânevî âlem: maddeden olmayan, maddî gözle görünmeyen âlemmâni: engel
münakaşa: tartışmamüşkül: zor
müşkülât: zorluklar, güçlüklernefer: asker, er
neferât: askerlernetice: sonuç
nâkıs: eksik, noksanrisale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
suret: biçim, şekiltabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa
tabur: dört bölükten meydana gelen askerî birliktahsil: elde etme, kazanma
temsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetmeumum: bütün
vaziyet: durum, hâlvücud: varlık, beden
vücut vermek: yok olan birşeyi var etmek, yaratmakzabit: subay
âmir: idareciâzâ: uzuv, organ

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 585

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>tâ ki, birbirine baş başa verip muallâkta durabilsinler. O halde, o ustanın kolayca gördüğü işini görmek için, yüz usta kadar, yüz derece işinden daha ziyade işler görülecek, sonra o vaziyetler alınacak.

Üçüncü temsil: Meselâ küre-i arz, Zât-ı Ferd-i Vâhidin bir memuru, bir neferi olduğundan, yalnız o birtek nefer, o tek Zâtın tek emrini dinlediği için, mevsimlerin husulü ve gece ve gündüz vakitlerinin vücudu ve semâvattaki ulvî ve haşmetli harekâtın zuhuru ve sinemavâri semâvî levhaların tebdili gibi neticeleri istihsal için, arz gibi birtek nefer, birtek Zâtın birtek emrini almakla, o vazifenin neş’esinden gelen bir cezbe ile, meczup Mevlevî gibi iki hareketiyle semâa kalkar, bütün o muhteşem neticelerin husulüne ve zuhuruna vesile olur. Güya o tek nefer, kâinat yüzündeki muhteşem manevraya bir kumandanlık eder.

Eğer hâkimiyet-i ulûhiyeti ve saltanat-ı rububiyeti umum kâinatı ihata eden ve hüküm ve emri umum mevcudata geçen bir Zât-ı Ferde verilmezse, o halde o neticeleri, o semâvî manevrayı ve arzî mevsimleri tahsil etmek için, küre-i arzdan bin defa büyük milyonlarla yıldızlar ve küreler, milyonlar sene uzun bir mesafeyi her yirmi dört saatte, herbir senede gezmekle o neticeler gösterilebilir.

İşte, küre-i arz gibi birtek memur, meczup bir Mevlevî gibi mihveri ve medârı üstünde iki hareketle hâsıl olan o haşmetli neticelerin husulü ise, vahdette ne derece hadsiz suhulet olduğuna bir misal olması gibi, aynı neticeleri kazanmak için milyonlar defa o hareketten daha müşkül ve hadsiz uzun yollarla o neticeleri kazanmak ne derece müşkülâtlı, belki muhal olduğuna, şirk ve küfrün yolunda ne derece muhaller, bâtıl şeyler bulunduğuna misaldir.

Esbaba tapanların ve tabiatperestlerin cehaletlerine bu misalle bak. Meselâ, “Bir zât, harika bir fabrikanın veya acip bir saatin veya muhteşem bir sarayın veya mükemmel bir kitabın gayet muntazam bir surette eczalarını, çarklarını




Mevlevî: Mevlevîlik tarikatına mensup kimseZât-ı Ferd: tek ve benzersiz olan Zât, Allah
Zât-ı Ferd-i Vâhid: bir ve tek olan, eşi ve benzeri olmayan Zât, Allahacip: hayret verici
arz: dünyaarzî: dünyaya ait
bâtıl: hak olmayancehalet: cahillik
cezbe: kendinden geçmeecza: kısımlar, bölümler
esbab: sebeplerhadsiz: sonsuz, sınırsız
harekât: hareketlerhaşmetli: büyük, görkemli
husul: meydana gelmehâkimiyet-i ulûhiyet: İlâhî egemenlik
hâsıl olan: meydana gelenhüküm: emir, hakimiyet
ihata etmek: içine almak, kapsamakistihsal: üretme, ortaya çıkarma
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarküfür: Allah’ı inkâr etme, inançsızlık, dinsizlik
küre-i arz: yerküre, dünyalevha: tablo
manevra: eğitim, tatbikatmeczup: cezbeye kapılmış, kendinden geçmiş
medâr: eksenmevcudat: varlıklar
mihver: eksen, yörüngemisal: örnek
muallâkta: boşlukta, havadamuhal: imkânsız
muntazam: düzenlimüşkül: zor
müşkülâtlı: zor, güçnefer: asker
netice: sonuçsaltanat-ı rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği
semâa kalkmak: Mevlevîlerin kollarını iki tarafa açıp kendi etraflarında dönmelerisemâvât: gökler
semâvî: Allah tarafından olansinemavâri: sinema filmi gibi
suhulet: kolaylıksuret: biçim, şekil
tabiatperest: herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edentahsil etmek: elde etmek
tebdil: değişimtemsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetme
ulvî: yüce, büyükumum: bütün
vahdet: birlikvaziyet: durum, hâl
vesile olmak: aracı olmakvücud: var oluş
ziyade: çok, fazlazuhur: ortaya çıkma, görünme
şirk: Allah’a ortak koşma

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 586

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>fevkalâde san’atıyla hazır ettikten sonra, kendisi kolayca o eczaları terkip edip işletmeyerek, belki çok uzun masraflarla o eczaları kendi kendine işlemek ve usta yerine fabrikayı, sarayı, saati yapmak, kitabı yazmak için herbir cüz’ü, herbir çarkı, hattâ kâğıdı, kalemi birer harika makine hükmüne getiriyor ve teşhirini çok istediği bütün hünerlerini, kemâlâtını izhara vesile olan o üstadlığını ve san’atını onlara havale ediyor” diye zannetmek, ne derece akıldan uzak ve cehalet olduğunu anlarsın. Aynen öyle de, esbaba ve tabiatlara icad isnad edenler, muzaaf bir cehalete düşerler. Çünkü tabiatların ve sebeplerin üstünde dahi gayet muntazam bir eser-i san’at var; onlar da sair mahlûkat gibi masnudurlar. Onları öyle yapan Zât, onların neticelerini dahi yapar, beraber gösteriyor. Çekirdeği yapan, onun üstünde ağacı o yapar. Ve ağacı yapan, onun üstünde meyveleri dahi o icad eder. Yoksa, ayrı ayrı tabiatların, sebeplerin vücuda gelmeleri için, yine muntazam başka tabiatları, sebepleri isteyecekler. Ve hâkezâ, git gide, nihayetsiz, mânâsız, imkânsız bir silsile-i mevhûmâtı mevcut kabul etmek lâzım gelir. Bu ise, cehaletlerin en antikasıdır.

BEŞİNCİ İŞARET

Çok yerlerde kat’î delillerle ispat etmişiz ki, hâkimiyetin en esaslı hassası istiklâldir, infiraddır. Hattâ hâkimiyetin zayıf bir gölgesi, âciz insanlarda dahi, istiklâliyetini muhafaza etmek için, gayrın müdahalesini şiddetle reddeder ve kendi vazifesine başkasının karışmasına müsaade etmez. Çok padişahlar, bu redd-i müdahale haysiyetiyle mâsum evlâtlarını ve sevdiği kardeşlerini merhametsizce kesmişler. Demek, hakikî hâkimiyetin en esaslı hassası ve infikâk kabul etmez bir lâzımı ve daimî bir muktezası istiklâldir, infiraddır, gayrın müdahalesini reddir.

İşte bu çok esaslı hassa içindir ki, rububiyet-i mutlaka derecesindeki hâkimiyet-i İlâhiye, gayet şiddetle şirki ve iştiraki ve müdahale-i gayrı reddettiğinden, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan dahi gayet hararetle ve şiddetle ve pek çok tekrarla tevhidi gösterip şirki, iştiraki azîm tehditlerle reddediyor.





Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan
: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân





azîm
: büyük
cehalet: cahillikcüz’: kısım, parça
daimî: sürekliecza: kısımlar, bölümler
esaslı: sarsılmaz, köklüesbab: sebepler
eser-i san’at: san’at eserifevkalâde: olağanüstü
gayr: başkahakikî: gerçek
hararetle: çok yoğun bir şekildehassa: temel özellik
haysiyet: özellikhâkezâ: bunun gibi
hâkimiyet: egemenlik, hükmü ve idaresi altına almahâkimiyet-i İlâhiye: İlâhî hâkimiyet, egemenlik
icad: var etmeinfikâk: ayrılma
infirad: tek başına olmaisnad eden: dayandıran
istiklâl: bağımsızlıkistiklâliyet: bağımsızlık
izhar: gösterme, ortaya çıkarmaiştirak: ortaklık
kat’î: kesinkemâlât: mükemmel özellikler, kusursuzluklar
mahlûkat: yaratıklarmasnu: san’atlı yapılmış eser
mevcut: varmuhafaza etmek: korumak, saklamak
mukteza: bir şeyin gereğimuntazam: düzenli
muzaaf: kat kat, katmerlimâsum: günahsız, temiz, saf
müdahale-i gayr: başkasının karışmasımüsaade etme: izin verme
netice: son, sonuçnihayetsiz: sınırsız
redd-i müdahale: başkasının müdahalesini kabul etmemerububiyet-i mutlaka: Allah’ın herşeyi kuşatan, kayıtsız ve sınırsız egemenliği, yaratıcılığı, terbiyesi
sair: başka, diğersilsile-i mevhûmât: kuruntular zinciri
tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğaterkip etmek: düzenlemek, bir araya getirmek
tevhid: Allah’ın birliğiteşhir: sergi
vesile: aracı, vasıtavücuda gelmek: meydana gelmek
âciz: güçsüzşirk: Allah’a ortak koşma

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 587

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>İşte, rububiyetteki hâkimiyet-i İlâhiye, tevhid ve vahdeti kat’î bir surette iktiza ettiği ve gayet kuvvetli bir dâîyi ve gayet şiddetli bir muktazîyi gösterdiği gibi, kâinat yüzündeki nihayet derecede mükemmel ve mecmu-u kâinattan, yıldızlardan tut, tâ nebâtat, hayvânat, maâdin, tâ cüz’iyat ve efrada ve zerrelere kadar görünen intizam-ı ekmel ve insicam-ı ecmel, o ferdiyete, o vahdete hiçbir cihetle şüphe getirmez bir şahid-i âdil, bir burhan-ı bâhirdir. Çünkü gayrın müdahalesi olsa, bu gayet hassas nizam ve intizam ve muvazene-i kâinat elbette bozulacaktı ve intizamsızlık eseri görünecekti.

blank.gif
1
لَوْ كَانَ فِيهِمَاۤ اٰلِهَةٌ اِلاَّ اللهُ لَفَسَدَتَا âyetinin sırrıyla, bu harika, mükemmel nizam-ı kâinat karışacaktı ve fesada girecekti. Halbuki,
blank.gif
2
فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ âyetiyle, zerrattan tâ seyyârâta, ferşten tâ Arşa kadar hiçbir cihetle kusur ve noksan ve müşevveşiyet eseri görülmediğinden, gayet parlak bir surette, bu nizam-ı kâinat ve şu intizam-ı mahlûkat ve şu muvazene-i mevcudat, ism-i Ferdin cilve-i âzamını gösterip vahdete şehadet eder.

Hem cilve-i ehadiyet sırrıyla, en küçük bir zîhayat mahlûk, kâinatın bir misal‑i musağğarası ve küçük bir fihristesi hükmünde olduğundan, o tek zîhayata sahip çıkan, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan Zât olabilir. Ve bir çekirdek, hilkatçe bir ağaçtan geri olmadığı ve bir ağaç küçük bir kâinat hükmünde olduğu, herbir zîhayat dahi küçük bir kâinat ve küçük bir âlem hükmünde olduğundan, bu sırr-ı ehadiyet cilvesi, şirk ve iştiraki muhal derecesine getiriyor.



[NOT]
Dipnot-1 “Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi.” Enbiyâ Sûresi, 21:22.
Dipnot-2 “Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyor musun?” Mülk Sûresi, 67:3.
[/NOT]






burhan-ı bâhir: çok açık ve sarsılmaz delilcihet: şekil, yön
cilve: görüntü, yansımacilve-i ehadiyet: Allah’ın birliğinin her birşeyde görünmesi
cilve-i âzam: en büyük yansıma, görünmecüz’iyat: küçük ve ferdî şeyler
dâî: gerektiren sebepefrad: fertler, bireyler
ferdiyet: tek ve benzersiz oluşferşten Arşa: yeryüzünden göğün en yüksek tabakasına
fesad: bozulmafihriste: ana özelliklerin sıralandığı liste
gayr: başkahassas: duyarlı
hayvânat: hayvanlarhilkat: yaratılış
hâkimiyet-i İlâhiye: İlâhî hâkimiyet, egemenlikiktiza etmek: gerektirmek
insicam-ı ecmel: çok güzel düzgünlük, uyumlulukintizam: disiplin, düzen
intizam-ı ekmel: çok mükemmel düzenintizam-ı mahlûkat: varlıklardaki disiplin, düzen
ism-i Ferd: Allah’ın tek, eşi ve benzeri bulunmayan ve birliğinin herbir varlıkta görüldüğünü ifade eden ismiiştirak: ortaklık
kabza-i tasarruf: hüküm ve idare eden elkat’î: kesin
kâinat: evrenmahlûk: yaratık
maâdin: mâdenlermecmu-u kâinat: bütün evren
misal-i musağğar: küçültülmüş örnekmuhal: imkânsız
muktazî: gerekçe, gerektirici sebepmuvazene-i kâinat: kâinattaki denge ve ölçü
muvazene-i mevcudat: kâinattaki varlıkların ölçü ve denge içinde olmasımüşevveşiyet: karışıklık
nebâtat: bitkilernihayet: son
nizam: düzennizam-ı kâinat: kâinattaki düzen
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesiseyyârât: gezegenler
suret: biçim, şekilsırr-ı ehadiyet: Allah’ın her bir varlıkta birliğinin görülmesinin sırrı
tevhid: Allah’ın bir oluşuvahdet: Allah’ın birliği
zerrat: zerreler, atomlarzîhayat: canlı
âlem: dünya, evrenâyet: Kur’an’da yer alan her bir cümle
şahid-i âdil: adaletli ve sadece doğruları söyleyen şahitşehadet etmek: şahitlik etmek
şirk: Allah’a ortak koşma

<tbody>
</tbody>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 588

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Bu kâinat, o sırla, değil yalnız tecezzî kabul etmez bir külldür; belki mahiyetçe, inkısam ve iştiraki ve tecezzîsi imkânsız ve müteaddit elleri kabul etmez bir küllî hükmüne geçtiğinden, ondaki her cüz, bir cüz’î ve bir ferdi hükmünde ve o küll dahi bir küllî hükmünde olduğundan, hiçbir cihetle iştirakin imkânı olmuyor. Bu ism-i Ferdin cilve-i âzamı, hakikat-i tevhidi, bu sırr-ı ehadiyetle bedâhet derecesinde ispat ediyor.

Evet, kâinatın envâları birbiri içine girift olması ve kenetleşmesi ve herbirinin vazifesi umuma baktığı cihetle, kâinatı, rububiyet ve icad noktasında tecezzî kabul etmez bir küll hükmüne getirdiği misilli, kâinatta faaliyet gösteren ef’âl-i umumiye-i muhîta dahi, birbirinin içinde tedahül cihetiyle, yani, meselâ hayat vermek fiili içinde, aynı anda iaşe ve terzik fiili görünüyor. Ve o iaşe, ihyâ fiilleri içinde, aynı zamanda o zîhayatın cesedini tanzim, teçhiz fiilleri müşahede olunuyor. Ve o iaşe, ihyâ, tanzim, teçhiz fiilleri içinde, aynı vakitte tasvir, terbiye ve tedbir fiilleri nazara çarpıyor. Ve hâkezâ, böyle muhit ve umumî ef’âlin birbiri içine tedahülü ve girift olması ve ziyadaki yedi renk gibi imtizaç, belki ittihad etmesi haysiyetiyle ve o ef’âlin herbiri mahiyetçe bir birlik ve vahdet içinde ekser mevcudata ihatası ve şümulü ve vahdânî birer fiil olduğundan, herhalde fâilinin birtek Zât olması ve herbiri umum kâinatı istilâ etmesi ve sair ef’âl ile muavenettârâne birleşmesi itibarıyla, kâinatı tecezzî kabul etmez bir küll hükmüne getirdiği gibi; zîhayat mahlûkların herbirisi, kâinatın bir çekirdeği, bir fihristesi, bir nümunesi hükmünde olduğundan, kâinatı rububiyet noktasında tecezzî ve inkısamı imkân haricinde bir küllî hükmüne getirmiştir.




bedâhet: çok açık bir şekilde görünmecesed: beden
cihet: yön, şekilcilve-i âzam: en büyük yansıma, görünme
cüz: kısım, parçacüz’î: ferd
ef’âl: fiiler, işleref’âl-i umumiye-i muhîta: herşeyi kuşatan genel fiiller, işler
ekser: pek çokenvâ: türler, çeşitler
ferd: bireyfihriste: içindekiler, içerik
fâil: işi yapangirift: karmaşık, iç içe
hakikat-i tevhid: Allah’ın bir ve tek olduğu ve ondan başka ilâh olmadığı gerçeğihaysiyet: özellik
hâkezâ: böylece, bunun gibiiaşe: besleme, yedirip içirme
icad: yaratma, var etmeihata: içine alma, kuşatma
ihyâ: hayat vermeimkân: olabilirlik
imtizaç: birbiriyle karışma, kaynaşmainkısam: bölünme, kısımlara ayrılma
ism-i Ferd: Allah’ın ferdlerden kâinata kadar bütün varlıkları birlik içinde tutmayı ifade eden ismiistilâ etmek: kaplamak, yayılmak
itibarıyla: bakımındanittihad etmek: birleşmek, birlikte hareket etmek
iştirak: ortak olma, katılmakâinat: evren
küll: bütünküllî: tür, kapsamlı varlık
mahiyet: bir şeyin neden ibaret olduğu, temel yapımahlûk: yaratık
mevcudat: varlıklarmisilli: benzeri
muavenettârâne: yardım ederekmuhit: herşeyi içine alan, kuşatan
müteaddit: bir çok, çeşitlimüşahede olunmak: gözlemlenmek
nazara çarpmak: göze takılmaknümune: örnek
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesisair: başka, diğer
sırr-ı ehadiyet: Allah’ın her bir varlıkta birliğinin görülmesinin sırrıtanzim: düzenleme, düzene koyma
tasvir: şekil ve görünüm vermetecezzî: bölünme, parçalanma
tedahül: iç içe olmatedbir: çekip çevirme, ihtiyacını karşılama
terbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırmaterzik: rızık verme, besleme
teçhiz: donatmaumum: bütün
umumî: genelvahdet: birlik
vahdânî: bir tek elden çıkan, bir tek zâtı gösterenziya: ışık
zîhayat: canlışümul: kapsamlılık, kuşatıcılık

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 589

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Demek kâinat öyle bir külldür ki, bir cüz’e rab olmak, umum o külle rab olmakla olur. Ve öyle bir küllîdir ki, herbir cüz, bir ferd hükmüne geçip, birtek ferde rububiyetini dinlettirmek, umum o küllîyi musahhar etmekle olabilir.

ALTINCI İŞARET

Ferdiyet-i Rabbâniye ve vahdet-i İlâhiye, bütün kemâlâtın HAŞİYE-1 medarı, esası olduğu ve kâinatın hilkatindeki hikmetlerin ve maksatların menşei ve madeni olduğu gibi, zîşuur ve zîaklın, hususan insanın metalibinin ve arzularının husul bulmasının menbaı ve çare-i yegânesidir. Eğer ferdiyet olmazsa, beşerin bütün metalip ve arzuları sönecek. Hem hilkat-i kâinatın neticeleri hiçe inecek, hem mevcut ve muhakkak olan ekser kemâlâtın in’idâmına vesile olacak.

Meselâ, insanda en şedit ve sarsılmaz ve aşk derecesinde bir arzu-yu bekà var. Ve o matlabı vermek için, bütün kâinatı sırr-ı ferdiyetle kabzasında tutan ve bir menzili kapayıp öbür menzili açmak gibi kolay bir surette dünyayı kapayıp âhireti açabilir bir Zât, o arzu-yu bekàyı yerine getirebilir. Ve bu arzu gibi, ebede uzanmış ve kâinatın etrafına yayılmış, beşerin binler arzuları, sırr-ı ferdiyete ve hakikat-i tevhide bağlıdırlar. Eğer o ferdiyet olmazsa, onlar olmaz, akîm kalırlar.




[NOT]
Haşiye-1 Hattâ hadsiz kemal ve cemâl-i İlâhînin tahakkukuna en zâhir burhan ve en kuvvetli bir delil, vahdettir. Çünkü, kâinatın Sânii, Vâhid-i Ehad bilinse, bütün kâinattaki kemâlât ve cemaller, o Sâni-i Vâhidde bulunan kudsî kemâlâtın ve cemallerin gölgeleri ve cilveleri ve işaretleri ve tereşşuhatları olduğu bilinecek. Yoksa, kâinatın kemâlâtı ve cemalleri, mahlûkata ve şuursuz bir kısım esbaba ait kalacaktı. O vakit, akl-ı beşer nazarında, kemâlât-ı İlâhiyenin hazine-i sermediyesi anahtarsız, meçhul kalırdı.[/NOT]





Ferdiyet-i Rabbaniye: Rab olan Allah’ın bir ve benzersiz oluşuSâni-i Vâhid: tek olan ve herşeyi san’atlı yapan Allah
Sâni’: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan AllahVâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah
akl-ı beşer: insan aklıakîm: neticesiz
arzu-yu bekà: sonsuz yaşama isteğibeşer: insan, insanlar
burhan: güçlü ve sağlam delilcemâl: güzellik
cilve: görünme, yansımacüz’: kısım, parça
ebed: sonsuzlukekser: çoğunluk
esas: temelesbab: sebepler
ferd: bireyferdiyet: teklik, birlik
hadsiz: sınırsız, sonsuzhakikat-i tevhid: Allah’ın bir ve tek olduğu ve ondan başka ilâh olmadığı gerçeği
hazine-i sermediye: bitmek tükenmek bilmeyen hazinehaşiye: dipnot
hikmet: gaye, amaçhilkat: yaratılış
hilkat-i kâinat: evrenin yaratılışıhusul: meydana gelme
hususan: özelliklein’idâm: yok olma
kabza: el, tutamkemâl ve cemâl-i İlâhî: Allah’ın mükemmellik, kusursuzluk ve güzelliği
kemâlât: mükemmel ve kusursuz özelliklerkemâlât-ı İlâhiye: Allah’a ait mükemmel özellikler
kudsî: her türlü kusur ve noksandan uzakkâinat: evren
küll: bütünküllî: tür, geniş, kapsamlı
mahlûkat: yaratıklarmaksat: amaç, gaye
matlab: istekmedar: dayanak noktası, kaynak
menba: kaynakmenzil: yer, mekân
menşe: kaynakmetalip: istekler, arzular, talep edilen şeyler
mevcut: varmeçhul kalmak: bilinmez olmak
muhakkak: gerçekliği kesin olarak bilinenmusahhar etmek: boyun eğdirmek, emri altına almak
nazar: bakış, görüşnetice: sonuç
rab: ilâh, yaratıcırububiyet: her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri verme, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurma
suret: biçim, şekilsırr-ı ferdiyet: bütün varlıkları yaratanın tek olması sırrı
tahakkuk: gerçekleşmetereşşuhat: sızıntılar, izler
umum: bütünvahdet: Allah’ın birliği
vahdet-i İlâhiye: Allah’ın birliğivesile: aracı
zahir: açık, âşikârzîakıl: akıl sahibi
zîşuur: şuurlu, bilinçliâhiret âlemi: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
çare-i yegâne: tek çareşedit: şiddetli
şuursuz: bilinçsiz

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 590

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Ve vahdetle bütün kâinata birden tasarruf eden bir Zât-ı Ferd olmazsa, o matlaplar yerine gelmez. Farazâ gelse de çok nâkıs olur.

İşte bu sırr-ı azîm içindir ki, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, tevhid ve ferdiyeti pek çok tekrarla, kuvvetli bir hararetle, yüksek bir halâvetle ders verdiği gibi, bütün enbiya ve asfiya ve evliya, en büyük zevklerini ve saadetlerini, kelime-i tevhid olan Lâ ilâhe illâ Hû’da buluyorlar.

YEDİNCİ İŞARET

İşte bu tevhid-i hakikîyi bütün meratibiyle en mükemmel bir surette ders veren, ispat eden, ilân eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın risaleti, elbette o tevhidin kat’iyeti derecesinde sabit olmak lâzım gelir. Çünkü, madem daire-i vücudun en büyük hakikati olan tevhidi bütün hakaikiyle o zât ders veriyor; elbette tevhidi ispat eden bütün burhanlar, dolayısıyla, onun risaletini ve vazifesinin hakkaniyetini ve dâvâsının doğruluğunu dahi kat’î ispat eder denilebilir. Evet, böyle binler hakaik-i âliyeyi cem eden ferdiyet ve vahdâniyeti hakkıyla keşfedip ders veren bir risalet, gayet kat’î bir surette o tevhid, o ferdiyetin muktezasıdır ve lâzımıdır. Onlar, onu herhalde isterler.

İşte o vazifeyi tam tamına yerine getiren zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın şahsiyet-i mâneviyesinin derece-i ehemmiyetine ve ulviyetine ve bu kâinatın bir güneşi olduğuna şehadet eden pek çok delillerden, sebeplerden üç tanesini nümune olarak beyan ediyoruz.

BİRİNCİSİ: Umum ümmet, umum asırlarda işledikleri umum hasenâtın bir misli, es-sebebü ke’l-fâil sırrınca, zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın sahife-i hasenâtına geçtiği gibi; umum ümmet, her günde ettikleri salâvat duasının





Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân
Zât-ı Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) zâtı, kendisiZât-ı Ferd: her yönüyle tek ve benzersiz olan Zât, Allah
asfiya: Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve takvâ sahibi büyük zâtlarasır: yüzyıl
beyan etmek: açıklamak, anlatmakburhan: güçlü ve sağlam delil
cem eden: toplayandaire-i vücud: varlık dairesi
derece-i ehemmiyet: önem derecesidâvâ: savunulan bir iddia
enbiya: nebiler, peygamberleres-sebebü ke’l-fâil: “sebeb olan yapan gibidir”
evliya: veliler, Allah dostlarıfarazâ: farz edelim ki, varsayalım
ferdiyet: tek ve benzersiz olma, teklikhakaik: hakikatler, gerçekler
hakaik-i âliye: yüksek hakikatler, gerçeklerhakikat: doğru gerçek
hakkaniyet: doğruluk, hakka taraftar olmahalâvet: tatlılık
hararetle: şiddetle isteyerekhasenât: iyilikler, sevaplar
kat’iyet: kesinlikkat’î: kesin
kelime-i tevhid: Allah’tan başka ilâh olmadığını ifade eden cümle “Lâ ilâhe illâ Hû”keşfetmek: gizli birşeyi açığa çıkarmak
kâinat: evrenmatlap: istek
meratib: mertebeler, derecelermisil: benzer
mukteza: bir şeyin gereğinâkıs: eksik, noksan
nümune: örnekrisalet: elçilik, peygamberlik
saadet: mutluluksahife-i hasenât: iyiliklerin yazıldığı sayfa, sevap defteri
salâvat: Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duasısuret: biçim, şekil
sırr-ı azîm: büyük sırtasarruf eden: herşeyi dilediği gibi idare edip kullanan
tevhid: Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etmetevhid-i hakikî: araştırarak, delilleriyle Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etme
ulviyet: yücelikumum: bütün
vahdet: birlik, teklikvahdâniyet: birlik, ortağının bulunmayışı
ümmet: Hz. Peygambere inanıp onun yolundan giden mü’minlerşahsiyet-i mâneviye: mânevî şahsiyet
şehadet: şahitlik

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 591

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>kat’î makbuliyeti cihetiyle, o hadsiz duaların iktiza ettikleri makam ve mertebeyi düşünmekle, şahsiyet-i mâneviye-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmın bu kâinat içinde nasıl bir güneş olduğu anlaşılır.

İKİNCİSİ: Âlem-i İslâmın şecere-i kübrâsının menşei, çekirdeği, hayatı, medarı olan mahiyet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmın, fevkalâde istidat ve cihazatıyla, âlem-i İslâmiyetin mâneviyâtını teşkil eden kudsî kelimâtı, tesbihâtı, ibâdâtı, en evvel, bütün mânâlarıyla hissedip yapmaktan gelen terakkiyât-ı ruhiyesini düşün, Habîbiyet derecesine çıkan ubudiyet-i Muhammediyenin (a.s.m.) velâyeti sair velâyetlerden ne kadar yüksek olduğunu anla.

Bir zaman, birtek tesbihin, birtek namazda, Sahabelerin tarz-ı telâkkisine yakın bir surette bana inkişafı, bir ay kadar ibadet derecesinde ehemmiyetli göründü; Sahabelerin yüksek kıymetini onunla anladım. Demek, bidâyet-i İslâmiyede kelimât-ı kudsiyenin verdiği feyiz ve nurun başka bir meziyeti var. Tazeliği haysiyetiyle başka bir letâfeti, bir tarâveti, bir lezzeti var ki, gaflet perdesi altında mürur-u zamanla gizlenir, azalır, perdelenir. Zât-ı Muhammediye (a.s.m.) ise, onları menba-ı hakikîsinden (Zât-ı Akdesten) turfanda, taze olarak, fevkalâde istidadıyla almış, emmiş, massetmiş. Bu sırra binaen, o zât, birtek tesbihten, başkasının bir sene ibadeti kadar feyiz alabilir.

İşte bu nokta-i nazardan, zât-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmın, haddi ve nihayeti olmayan merâtib-i kemâlâtta ne derece terakki ettiğini kıyas et.

ÜÇÜNCÜSÜ: Bu kâinatın Hâlıkı, bu kâinattaki bütün makasıdının en ehemmiyetli medarı nev-i insan olduğundan ve bütün hitâbât-ı Sübhâniyenin en anlayışlı





Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunHabîbiyet: Allah’ın en sevgili kulu olma
Hâlık: herşeyi yaratan AllahSahabe: Hz. Peygamberi dünya gözüyle görüp onun yolundan giden Müslümanlar
Zât-ı Akdes: bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan AllahZât-ı Muhammediye: Hz. Muhammed’in şahsiyeti
bidâyet-i İslâmiye: İslâmiyetin başlangıcıbinaen: dayanarak
cihazat: cihazlar, donanımcihet: yön
ehemmiyetli: değerli, önemlievvel: önce
fevkalâde: olağanüstüfeyiz: mânevî gıda, bereket
gaflet: umursamazlık, dalgınlıkhad: sınır
haysiyet: özellikhitâbât-ı Sübhâniye: her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Allah’ın kendine has hitap ve konuşmaları
ibâdât: ibâdetleriktiza etmek: gerektirmek
inkişaf: ortaya çıkma, açılmaistidat: kabiliyet
kat’î: kesinkelimât: kelimeler, sözler
kelimât-ı kudsiye: kutsal kelimelerkudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, kutsal
kâinat: evrenletâfet: hoşluk, güzellik
mahiyet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’e ait temel özellikmakam: derece, yer
makasıd: maksatlar, gayelermakbuliyet: kabul edilmişlik
massetmek: emmekmedar: dayanak noktası, kaynak
menba-ı hakikî: gerçek kaynakmenşe: kaynak
merâtib-i kemâlât: mükemmellik derecelerimeziyet: üstün özellik
mâneviyât: mânâ âlemine ait özelliklermürur-u zaman: zamanın geçmesi
nev-i insan: insan türü, insanlıknihayet: son
nokta-i nazar: bakış açısısair: başka, diğer
suret: biçim, şekiltarz-ı telâkki: anlayış tarzı
tarâvet: tazelikterakki etmek: ilerlemek, yükselmek
terakkiyât-ı ruhiye: ruh ile mânevî mertebelere yükselmetesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tesbihât: Allah’ın her türlü kusurdan uzak olduğunu, herşeyden büyük ve yüce olduğunu ifade eden kelimeleri tekrarlamakteşkil eden: oluşturan
turfanda: yeni, tazeubudiyet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in mükemmel kulluk ve ibadeti
velâyet: velilikâlem-i İslâm: İslâm âlemi
şahsiyet-i mâneviye-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in mânevî şahsiyetişecere-i kübrâ: büyük ağaç

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 592

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>bir muhatabı nev-i beşer olduğundan; o nev-i beşer içinde en meşhur, en namdar ve âsârıyla ve icraatıyla en mükemmel, en muhteşem fert olan zât-ı Muhammediyeyi (a.s.m.) o nevi namına, belki umum kâinat hesabına kendine muhatap ittihaz eden Zât-ı Ferd-i Zülcelâl, elbette onu hadsiz kemâlâtta hadsiz feyzine mazhar etmiştir.

İşte, bu üç nokta gibi çok noktalar var, kat’î bir surette ispat ederler ki, şahsiyet-i mâneviye-i Muhammediye (a.s.m.), kâinatın mânevî bir güneşi olduğu gibi; bu kâinat denilen Kur’ân-ı kebîrin âyet-i kübrâsı ve o furkan-ı âzamın ism-i âzamı ve ism-i Ferdin cilve-i âzamının bir âyinesidir. Kâinatın umum zerrâtının, umum zamanlarındaki umum dakikalarının bütün âşirelerine darb edilip, hâsıl-ı darb adedince o zât-ı Ahmediyeye salât-ü selâm, nihayetsiz hazine-i rahmetinden inmesini, Zât-ı Ferd-i Ehad-i Samedden niyaz ediyoruz.


سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
1




endOfSection.gif
endOfSection.gif




[NOT]
Dipnot-1 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.
[/NOT]




Kur’ân-ı kebîr: büyük Kur’ânZât-ı Ferd-i Ehad-i Samed: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, bir ve benzersiz olup ortağı olmayan Zât, Allah
Zât-ı Ferd-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi, tek ve benzersiz olan Zât, Allahcilve-i âzam: en büyük yansıma
darb etmek: matematikteki çarpma işlemini yapmakfert: birey, kişi
feyz: mânevî gıda, bereketfurkan-ı âzam: hakkı batıldan ayıran en büyük ve muazzam kitap, kâinat
hadsiz: sınırsız, sayısızhazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi
hâsıl-ı darb: çarpma işleminin sonucuicraat: faaliyet, iş yapma
ism-i Ferd: Allah’ın tek ve benzersiz oluşunu ifade eden ismiism-i âzam: Cenâb-ı Hakkın bin bir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı
ittihaz eden: edinen, kabullenenkat’î: kesin
kemâlât: mükemmellik ve kusursuzluk özelliklerikâinat: evren
mazhar etmek: eriştirmekmuhatap: hitap edilen
namdar: şan ve şöhret sahibinamına: adına
nev-i beşer: insanlarnevi: çeşit, tür
nihayetsiz: sonsuzniyaz: dua etme, yalvarıp yakarma
salât-ü selâm: Peygamberimiz için yapılan duasuret: biçim, şekil
umum: bütünzerrât: zerreler, atomlar
zât-ı Ahmedî: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in velâyet sahibi zâtızât-ı Muhammediye: Hz. Muhammed’in şahsiyeti
âsâr: eserlerâyet-i kübrâ: en büyük delil
âşire: saatin dakika ve saniye gibi on birim küçüğü olan zaman dilimişahsiyet-i mâneviye-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in mânevî şahsiyeti

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 593

Otuzuncu Lem’anın Beşinci Nüktesi

besmele.jpg



فَانْظُرْ اِلٰۤى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللهِ كَيْفَ يُحْيِـى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِـى الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
blank.gif
1


âyet-i azîmenin ve

اَللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ لاَ تَاْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نوْمٌ
blank.gif
2


âyet-i azîmin birer nüktesi ile, İsm-i Âzam veyahut İsm-i Âzamın iki ziyasından bir ziyası veya altı nurundan bir nuru olan ism-i Hayyın bir cilvesi, Şevvâl-i Şerifte, Eskişehir Hapishanesinde uzaktan uzağa aklıma göründü. Vaktinde kaydedilmedi ve çabuk o kudsî kuşu avlayamadık. Tebâud ettikten sonra, hiç olmazsa bazı remizlerle o hakikat-i ekberin ve nur-u âzamın bazı şualarını muhtasaran göstereceğiz.

BİRİNCİ REMİZ

İsm-i Hayy ve ism-i Muhyînin bir cilve-i âzamından olan “Hayat nedir? Ve mahiyeti ve vazifesi nedir?” sualine karşı, fihristevâri cevap şudur ki:

Hayat,

  • şu kâinatın en ehemmiyetli gayesi,
  • hem en büyük neticesi,
  • hem en parlak nuru,
  • hem en lâtif mâyesi,



[NOT]
Dipnot-1 “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kadirdir.” Rum Sûresi, 30:50.
Dipnot-2 “Allah Teâlâ ki, Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O Hayy ve Kayyûmdur. Onu ne uyuklama ve ne de uyku tutmaz, gafletin hiçbir çeşidi hiçbir zaman Ona ârız olamaz.” Bakara Sûresi, 2:255.
[/NOT]






Eskişehir Hapishanesi: (bk. bilgiler - Eskişehir)cilve: görüntü, yansıma
cilve-i âzam: en büyük yansımaehemmiyetli: değerli, önemli
fihristevâri: özet şeklinde, başlıklar halindehakikat-i ekber: en büyük gerçek
ism-i Hayy: Allah’ın gerçek hayat sahibi olduğunu ve her canlıya hayat verdiğini bildiren ismiism-i Muhyî: Allah’ın bütün canlılara hayat verdiğini ifade eden ismi
kudsî: kutsalkâinat: evren
lem’a: parıltılâtif: güzel, hoş
mahiyet: öz nitelik, özellikmuhtasaran: özet olarak
mâye: mayanetice: sonuç
nur-u âzam: en büyük nurnükte: derin ve ince anlamlı söz
remiz: işarettebâud etmek: uzaklaşmak
ziya: ışıkâyet-i azîme: büyük ve yüce âyet
İsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın bin bir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanıŞevvâl-i Şerif: Hicrî aylardan onuncusu; Ramazan’dan sonraki ay
şua: ışık, parıltı

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 594

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }.listlevel1WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel2WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel3WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }.listlevel4WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel5WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel6WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }.listlevel7WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel8WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel9WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }</style>
  • hem gayet süzülmüş bir hülâsası,

  • hem en mükemmel meyvesi,
  • hem en yüksek kemâli,
  • hem en güzel cemâli,
  • hem en güzel ziyneti,
  • hem sırr-ı vahdeti,
  • hem rabıta-i ittihadı,
  • hem kemâlâtının menşei,
  • hem san’at ve mahiyetçe en harika bir zîruhu,
  • hem en küçük bir mahlûku bir kâinat hükmüne getiren mu’cizekâr bir hakikati,
  • hem güya kâinatın küçük bir zîhayatta yerleşmesine vesile oluyor gibi, koca kâinatın bir nevi fihristesini o zîhayatta göstermekle beraber, o zîhayatı ekser mevcudatla münasebettar ve küçük bir kâinat hükmüne getiren en harika bir mu’cize-i kudrettir.
  • Hem en büyük bir küll kadar, hayat ile küçük bir cüz’ü büyülten ve bir ferdi dahi küllî gibi bir âlem hükmüne getiren ve rububiyet cihetinde kâinatı tecezzî ve iştiraki ve inkısamı kabul etmez bir küll, bir küllî hükmünde gösteren fevkalâde harika bir san’at-ı İlâhiyedir.
  • Hem kâinatın mahiyetleri içinde Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun vücub-u vücuduna ve vahdetine ve ehadiyetine şehadet eden burhanların en parlağı, en kat’îsi ve en mükemmeli,
  • hem masnuat-ı İlâhiye içinde en hafîsi ve en zâhiri, en kıymettarı ve en ucuzu, en nezihi ve en parlak ve en mânidar bir nakş-ı san’at-ı Rabbâniyedir.
  • Hem sair mevcudatı kendine hâdim ettiren, nâzenin, nazdar, nazik bir cilve-i rahmet-i Rahmâniyedir.





Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan zât, Allahburhan: güçlü ve sağlam delil
cemâl: güzellikcihet: yön
cilve-i rahmet-i Rahmâniye: sonsuz şefkat ve merhameti bütün varlık âlemini kuşatan Allah’ın rahmetinin yansımasıcüz’: kısım, parça
ehadiyet: Allah’ın birliğinin her bir varlıkta görünmesiekser: pek çok
ferd: kişifevkalâde: olağanüstü
fihriste: ana özelliklerin sıralandığı liste, içerikhafî: gizli
hakikat: gerçekhâdim: hizmetçi
hülâsa: öz, esasinkısam: bölünme, kısımlara ayrılma
iştirak: ortaklıkkat’î: kesin
kemâl: kusursuzluk, mükemmellikkemâlât: kusursuzluklar, mükemmellikler
kâinat: evrenküll: bütün, genel
küllî: tür, geniş, kapsamlıkıymettar: değerli
mahiyet: temel özellikmahlûk: varlık
masnuat-ı İlâhiye: Allah’ın san’atla yarattığı varlıklarmenşe: kaynak
mevcudat: varlıklarmu’cize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi
mu’cizekâr: mucize dolumânidar: mânâlı, anlamlı
münasebettar: ilgili, bağlantılınakş-ı san’at-ı Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’a ait san’atlı nakış
nazdar: nazlınazik: ince, zarif
nevi: çeşit, türnezih: temiz, hoş
nâzenin: ince, nazikrabıta-i ittihad: birlik bağı
rububiyet: herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri verme, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasair: başka, diğer
san’at-ı İlâhiye: Allah’ın san’atısırr-ı vahdet: birlik sırrı
tecezzî: bölünme, parçalanmavahdet: Allah’ın birliğinin bütün varlıklarda görünmesi
vesile olmak: aracı olmakvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu olması
ziynet: süszâhir: açık bir şekilde görünen
zîhayat: canlızîruh: ruh sahibi
âlem: dünyaşehadet eden: şahidlik eden

<tbody>
</tbody>


 
Üst