Otuzuncu Lem'a

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 595

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }.listlevel1WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel2WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel3WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }.listlevel4WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel5WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel6WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }.listlevel7WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel8WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel9WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }</style>
  • Hem şuûnât-ı İlâhiyenin gayet câmi bir âyinesidir.

  • Hem Rahmân, Rezzak, Rahîm, Kerîm, Hakîm gibi çok Esmâ-i Hüsnânın cilvelerini câmi ve rızık, hikmet, inâyet, rahmet gibi çok hakikatleri kendine tâbi eden ve görmek ve işitmek ve hissetmek gibi umum duyguların menşei, madeni bir acube-i hilkat-i Rabbâniyedir.
  • Hem hayat, bu kâinatın tezgâh-ı âzamında öyle bir istihale makinesidir ki, mütemadiyen, her tarafta tasfiye yapıyor, temizlendiriyor, terakki veriyor, nurlandırıyor. Ve zerrat kafilelerine güya hayatın yuvası olan cesedi, o zerrelere vazife görmek, nurlanmak, talimat yapmak için bir misafirhane, bir mektep, bir kışladır. Adeta Zât-ı Hayy ve Muhyî, bu makine-i hayat vasıtasıyla, bu karanlıklı ve fâni ve süflî olan âlem-i dünyayı lâtifleştiriyor, ışıklandırıyor, bir nevi bekà veriyor, bâki bir âleme gitmeye hazırlattırıyor.
  • Hem hayatın iki yüzü, yani mülk, melekût vecihleri parlaktır, kirsizdir, noksansızdır, ulvîdir. Onun için, perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya dest-i kudret-i Rabbâniyeden çıktığını âşikâre göstermek için, sair eşya gibi zâhirî esbabı, hayattaki tasarrufât-ı kudrete perde edilmemiş bir müstesna mahlûktur.
  • Hem hayatın hakikati, altı erkân-ı imaniyeye bakıp mânen ve remzen ispat eder. Yani,
  • hem Vâcibü’l-Vücudun vücub-u vücudunu ve hayat-ı sermediyesini,





Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın sınırsız güzellikteki isimleriHakîm: her işini hikmetle ve belli bir gayeye yönelik olarak faydalı ve yerli yerinde yapan Allah
Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi AllahRahmân: çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah
Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren AllahRezzak: bütün varlıkların rızıklarını veren Allah
Vâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan AllahZât-ı Hayy ve Muhyî: gerçek hayat sahibi olan ve bütün canlılara hayat veren Zât, Allah
acube-i hilkat-i Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın yarattığı varlıklardaki şaşkınlık veren özelliklerbekà: devamlılık ve kalıcılık, sonsuzluk
bâki: varlıkların görünmeyen yönüceset: vücut, beden
cilve: görünme, yansımacâmi: kapsamlı
dest-i kudret-i Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın kudret elierkân-ı imaniye: iman esasları
esbab: sebeplereşya: varlıklar
fâni: gelip geçici, ölümlühakikat: doğru gerçek
hayat-ı sermediye: devamlı, sürekli hayathikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma
inâyet: Allah’tan gelen yardım, ihsan, iyilikistihale: bir halden başka hale dönüşme
kafile: grup, toplulukkâinat: evren
lâtifleştirmek: hoş ve şirin hâle getirmek, berraklaştırmakmahlûk: yaratık
makine-i hayat: hayat makinesi, canlı olan vücut fabrikasımelekût: birşeyin iç yüzü, aslı, esası
menşe: kaynakmânen: mânevî olarak
mülk: varlıkların görünen yönümütemadiyen: sürekli olarak
nevi: çeşit, türnoksansız: eksiksiz
nurlandırmak: aydınlatmak, ışıklandırmakrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
remzen: işaretenrızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
sair: başka, diğersüflî: alçak, âdi
talimat: eğitimtasarrufât-ı kudret: Allah’ın kudretiyle dilediği gibi icraat ve faaliyetlerde bulunması
tasfiye: arındırmaterakki vermek: yükseltmek, ilerletmek
tezgâh-ı âzam: büyük tezgâhtâbi eden: bağlı kılan, uyduran
ulvî: yüce, büyükumum: bütün
vasıta: aracıvecih: yön
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu olmasızerrat: zerreler, atomlar
zâhirî: gözle görünenâlem: dünya, evren
âlem-i dünya: dünya âlemişuûnât-ı İlâhiye: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait kutsal özellikler

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 596

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }.listlevel1WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel2WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel3WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }.listlevel4WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel5WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel6WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }.listlevel7WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel8WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel9WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }</style>
  • hem dâr-ı âhireti ve hayat-ı bâkıyesini,

  • hem vücud-u melâike,
  • hem sair erkân-ı imaniyeye pek kuvvetli bakıp iktiza eden bir hakikat-i nuraniyedir.
  • Hem hayat, bütün kâinattan süzülmüş en sâfi bir hülâsası olduğu gibi, kâinattaki en mühim bir maksad-ı İlâhî ve hilkat-i âlemin en mühim neticesi olan şükür ve ibadet ve hamd ve muhabbeti netice veren bir sırr-ı âzamdır.

İşte, hayatın bu mezkûr yirmi dokuz ehemmiyetli ve kıymettar hassalarını ve ulvî ve umumî vazifelerini nazara al. Sonra bak, Muhyî isminin arkasında ism-i Hayyın azametini gör. Ve hayatın bu azametli hassaları ve meyveleri noktasından, ism-i Hayy nasıl bir İsm-i Âzam olduğunu bil.

Hem anla ki, bu hayat madem kâinatın en büyük neticesi ve en azametli gayesi ve en kıymettar meyvesidir; elbette bu hayatın dahi kâinat kadar büyük bir gayesi, azametli bir neticesi bulunmak gerektir. Çünkü ağacın neticesi meyve olduğu gibi, meyvenin de çekirdeği vasıtasıyla neticesi, gelecek bir ağaçtır. Evet, bu hayatın gayesi ve neticesi hayat-ı ebediye olduğu gibi, bir meyvesi de, hayatı veren Zât-ı Hayy ve Muhyîye karşı şükür ve ibadet ve hamd ve muhabbettir ki, bu şükür ve muhabbet ve hamd ve ibadet ise, hayatın meyvesi olduğu gibi, kâinatın gayesidir.

Ve bundan anla ki, bu hayatın gayesini “rahatça yaşamak ve gafletli lezzetlenmek ve heveskârâne nimetlenmektir” diyenler, gayet çirkin bir cehaletle, münkirâne, belki de kâfirâne, bu pek çok kıymettar olan hayat nimetini ve şuur hediyesini ve akıl ihsanını istihfaf ve tahkir edip dehşetli bir küfran-ı nimet ederler.

İKİNCİ REMİZ

İsm-i Hayyın bir cilve-i âzamı ve ism-i Muhyînin bir tecellî-i eltafı olan bu



Muhyî: bütün canlılara hayat veren AllahZât-ı Hayy ve Muhyî: gerçek hayat sahibi olan ve bütün canlılara hayat veren Zât, Allah
azamet: büyüklükcehalet: cahillik
cilve-i âzam: en büyük yansımadehşetli: korkunç, ürkütücü
dâr-ı âhiret: âhiret yurduehemmiyetli: önemli
erkân-ı imaniye: iman esaslarıgaflet: âhiretten ve Allah’ın bildirdiği şeylerden habersiz olma, umursamama
hakikat-i nuraniye: nurlu, parlak gerçekhamd: övgü ve şükür
hassa: temel özellikhayat-ı bâkıye: devamlı ve kalıcı âhiret hayatı
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatıheveskârâne: hevesine düşkün bir şekilde
hilkat-i âlem: âlemin yaratılışıhülâsa: öz, esas
ihsan: bağışiktiza etmek: gerektirmek
ism-i Hayy: Allah’ın gerçek hayat sahibi olduğunu ve her canlıya hayat verdiğini ifade eden ismiism-i Muhyî: Allah’ın bütün canlılara hayat verdiğini bildiren ismi
istihfaf etmek: hafife almakkâfirâne: kâfirce, inkâr ederek
kâinat: evrenküfran-ı nimet: nimete karşı nankörlük
kıymettar: değerlimaksad-ı İlâhî: Allah’ın maksadı, hedefi
mezkûr: adı geçen, anılanmuhabbet: sevgi
mühim: önemlimünkirâne: inkâr edercesine
nazara almak: dikkate almaknetice: son, sonuç
nimetlenmek: Allah’ın rızık olarak verdiklerinden faydalanmakremiz: işaret
sair: başka, diğersâfi: temiz, arınmış
sırr-ı âzam: en büyük sırtahkir etmek: aşağılamak
tecellî-i eltaf: çok lâtif, çok hoş olan bir güzelliğin yansımasıulvî: yüce
umumî: bütün, genelvasıta: aracı
vücud-u melâike: meleklerin varlığıİsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın bin bir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı
şuur: bilinç, anlayışşükür: teşekkür etme, Allah’a karşı minnet duyma

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 597

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>hayatın Birinci Remizdeki fihristesi, zikredilen bütün mertebeleri ve vasıfları ve vazifeleri beyan etmek, o vasıflar adedince risaleler yazmak lâzım geldiğinden, Risale-i Nur’un eczalarında o vasıfların, o mertebelerin, o vazifelerin bir kısmı izah edildiğinden, kısmen tafsilâtı Risale-i Nur’a havale edip, burada birkaç tanesine muhtasaran işaret edeceğiz.

İşte, hayatın yirmi dokuz hassalarından yirmi üçüncü hassasında şöyle denilmiştir ki: Hayatın iki yüzü de şeffaf, kirsiz olduğundan, esbab-ı zâhiriye ondaki tasarrufât-ı kudret-i Rabbâniyeye perde edilmemiştir.

Evet, bu hassanın sırrı şudur ki: Kâinatta gerçi herşeyde bir güzellik ve iyilik ve hayır vardır. Ve şer ve çirkinlik gayet cüz’îdir ve vâhid-i kıyasîdirler ki, güzellik ve iyilik mertebelerini ve hakikatlerinin tekessürünü ve taaddüdünü göstermek cihetiyle, o şer ise hayır ve o kubh dahi hüsün olur. Fakat zîşuurların nazar-ı zâhirîsinde görünen zâhirî çirkinlik ve fenalık ve belâ ve musibetten gelen küsmekler ve şekvâlar Zât-ı Hayy-ı Kayyûma teveccüh etmemek için, hem aklın zâhirî nazarında habis, pis görünen şeylerde, kudsî, münezzeh olan kudretin bizzat ve perdesiz onlarla mübaşereti kudretin izzetine münâfi gelmemek için, zâhirî esbablar o kudretin tasarrufâtına perde edilmişler. O esbab ise icad edemiyorlar; belki haksız olan şekvâlara ve itirazlara hedef olmak ve izzet ve kudsiyet ve münezzehiyet-i kudreti muhafaza içindirler.

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamının Mukaddimesinde beyan edildiği gibi, Hazret-i Azrâil (a.s.) kabz-ı ervah vazifesi hususunda Cenâb-ı Hakka münâcât etmiş, demiş: “Senin kulların benden küsecekler.” Cevaben ona denilmiş: “Senin vazifen ile vefat edenlerin ortasında hastalıklar ve musibetler perdesini bırakacağım. Vefat edenler sana değil, belki itiraz ve şekvâ oklarını o perdelere atacaklar.”




Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahHazret-i Azrâil: [
Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Zât, Allahbelâ: büyük sıkıntı
beyan etmek: açıklamakcihet: yön
cüz’î: ferdî, azecza: kısımlar, bölümler
esbab: sebepleresbab-ı zâhiriye: görünürdeki maddî sebepler
fena: kötü, çirkinfihriste: özet, bir kitabın içindekiler bölümü, içerik
habis: kötü, pishakikat: doğru gerçek
hassa: temel özellikhüsün: güzellik
icad etmek: var etmek, yaratmakizah etmek: açıklamak
izzet: büyüklük, yücelikkabz-ı ervah: ruhları teslim alma
kubh: çirkinlikkudret: güç, iktidar
kudsiyet: kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallıkkudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, kutsal
kâinat: evrenkısmen: bir miktar
makam: derece, yer, konummertebe: derece
muhafaza: korumamuhtasaran: özet olarak
mukaddime: başlangıç, girişmusibet: belâ, büyük sıkıntı
mübaşeret: doğrudan temasmünezzeh: arınmış, kusur ve eksiklikten uzak
münezzehiyet-i kudret: kudret ve güç açısından eksiği, noksanı ve kusuru olmama hâlimünâcât etmek: Allah’a yalvarmak, dua etmek
münâfi: aykırı, zıtnazar: bakış
nazar-ı zâhirî: dış görünüşü dikkate alan bakış açısıremiz: işaret
risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden herbiritaaddüd: çok sayıda olma
tafsilât: ayrıntılartasarrufât: faaliyetler, istediği şekilde yönlendirmeler
tasarrufât-ı kudret-i Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın sonsuz kudretiyle varlıklar üzerinde dilediğini yapmasıtekessür: çoğalma
teveccüh etme: yönelmevasıf: özellik, sıfat
vâhid-i kıyasî: ölçü birimizikredilen: anılan
zâhirî: dış görünüşte olanzîşuur: şuur sahibi
şeffaf: saydam, parlakşekvâ: şikâyet
şer: kötülük

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 598

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Bu münâcâtın sırrına göre, ölümün ve vefatın ehl-i iman hakkında hakikî güzel yüzünü görmeyen ve ondaki rahmetin cilvesini bilmeyenlerin küsmeleri ve itirazları Zât-ı Hayy-ı Kayyûma gitmemek için Hazret-i Azrâil’in (a.s.) vazifesi de bir perde olduğu gibi, sair esbablar dahi zâhirî perdedirler. Evet, izzet, azamet ister ki, esbab perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Fakat vahdet ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.

Fakat hayatın hem zâhirî, hem bâtınî, hem mülk, hem melekût vecihleri kirsiz, noksansız, kusursuz olduğundan, şekvâları ve itirazları davet edecek maddeler onda bulunmadığı gibi, izzet ve kudsiyet-i kudrete münâfi olacak pislik ve çirkinlik olmadığından, doğrudan doğruya, perdesiz olarak, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun “ihyâ edici, hayat verici, diriltici” isminin eline teslim edilmişlerdir. Nur da öyledir, vücut ve icad da öyledir. Onun içindir ki, icad ve halk, doğrudan doğruya, perdesiz, Zât-ı Zülcelâlin kudretine bakar. Hattâ yağmur bir nevi hayat ve rahmet olduğundan, vakt-i nüzulü bir muttarid kanuna tâbi kılınmamış—tâ ki her vakt-i hâcette eller dergâh-ı İlâhiyeye rahmet istemek için açılsın. Eğer yağmur, güneşin tulûu gibi, bir kanuna tâbi olsaydı, o nimet-i hayatiye, her vakt-i hâcette rica ile istenilmeyecekti.

ÜÇÜNCÜ REMİZ

Yirmi dokuzuncu hassasında denilmiştir ki: Kâinatın neticesi hayat olduğu gibi, hayatın neticesi olan şükür ve ibadet dahi, kâinatın sebeb-i hilkati ve ille-i gayesi ve maksud neticesidir.

Evet, bu kâinatın Sâni-i Hayy-ı Kayyûmu, bu kadar hadsiz envâ-ı nimetiyle kendini zîhayatlara bildirip sevdirdiğine mukabil, elbette zîhayatlardan o nimetlere karşı teşekkür; ve sevdirmesine mukabil sevmelerini; ve kıymettar san’atlarına





Hazret-i Azrâil: [Sâni-i Hayy-ı Kayyûm: her an diri olan ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratıp ayakta tutan Allah
Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Zât, AllahZât-ı Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi olan zât, Allah
azamet: büyüklükbâtınî: görünmeyen, iç yönde olan
celâl: azamet, yücelik, haşmetcilve: görünme, yansıma
dergâh-ı İlâhiye: Allah’ın yüce katıehl-i iman: Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
envâ-ı nimet: nimet çeşitleriesbab: sebepler
hadsiz: sınırsız, sayısızhakikî: gerçek, asıl
halk: yaratmahassa: özellik
icad: var etmeihyâ etmek: canlandırmak, hayat vermek
ille-i gaye: birşeyin var olma gayesiizzet: büyüklük, yücelik
kudret: güç, iktidarkudsiyet-i kudret: kudretin her türlü eksiklikten uzak olması
kâinat: evrenkıymettar: kıymetli, değerli
maksud: kastedilen, hedef alınan şeymelekût: varlıkların görünmeyen iç yönü
mukabil: karşılıkmuttarid: düzenli olarak devam eden
mülk: varlıkların görülebilen dış yönümünâcât: dua
münâfi: aykırı, zıtnazar: bakış, görüş
netice: son, sonuçnevi: çeşit, tür
nimet-i hayatiye: hayatı devam ettiren nimetnoksansız: eksiksiz
perdedâr-ı dest-i kudret: Allah’ın kudret elinin önünde perdecirahmet: İlâhî şefkat, merhamet
remiz: ince işaretrica: ümit
sair: başka, diğersebeb-i hilkat: yaratılış sebebi
tesir-i hakikî: gerçek tesir kaynağıtulû: doğması
tâbi: bağlı, uyanvahdet: birlik
vakt-i hâcet: ihtiyaç zamanıvakt-i nüzul: inme vakti
vecih: yönvücut: varlık, var olma
zâhirî: dış görünüşte olanzîhayat: canlı
şekvâ: şikâyetşükür: teşekkür etme, Allah’a karşı minnet duyma

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 599

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>mukabil medh ü senâ etmelerini; ve evâmir-i Rabbânîsine karşı itaat ve ubudiyetle mukabele etmelerini ister.

İşte bu sırr-ı rububiyete göre teşekkür ve ubudiyet, bütün envâ-ı hayatın ve dolayısıyla bütün kâinatın en ehemmiyetli gayesi olduğundandır ki, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan pek çok hararetle ve şiddetle ve halâvetle şükür ve ibadete sevk ediyor. Ve “İbadet Cenâb-ı Hakka mahsus ve şükür Ona lâyık ve hamd Ona hastır” diye çok tekrarla beyan ediyor. Demek bu şükür ve ibadet doğrudan doğruya Mâlik-i Hakikîsine gitmek lâzım olduğunu ifade için, hayatı bütün şuûnâtıyla perdesiz kabza-i tasarrufunda tutmasına delâlet eden

وَهُوَ الَّذِى يُحْيِـى وَيُمِيتُ وَلَهُ اخْتِلاَفُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ
blank.gif

1
وَهُوَ الَّذِى يُحْيِـى وَيُمِيتُ فَاِذَا قَضٰىۤ اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
blank.gif
2

فَيُحْيِـى بِهِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا
blank.gif
3


gibi âyetler, pek sarih bir surette vasıtaları nefyedip, doğrudan doğruya hayatı Hayy-ı Kayyûmun dest-i kudretine münhasıran veriyor.

Evet, minnettarlık ve teşekkürü davet eden ve muhabbet ve senâ hissini tahrik eden, hayattan sonra rızık ve şifa ve yağmur gibi vesile-i şükran şeyler dahi doğrudan doğruya Zât-ı Rezzâk-ı Şâfîye ait olduğunu, esbab ve vesait bir perde olduğunu,

هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
blank.gif
4
وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ
blank.gif
5


[NOT]
Dipnot-1 “Dirilten de, öldüren de ancak Odur. Geceyle gündüzü değiştirmek de ancak Onun eseridir.” Mü’minûn Sûresi, 23:80.
Dipnot-2 “Dirilten de, öldüren de ancak Odur. O birşeyin olmasını dilediği zaman Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Mü’min Sûresi, 40:68.
Dipnot-3 “Yeryüzünü ölümünün ardından diriltir.” Rum Sûresi, 30:24.
Dipnot-4 “Rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Odur.” Zâriyat Sûresi, 51:58.
Dipnot-5 “Hastalandığımda bana şifa veren ancak Odur.” Şuarâ Sûresi, 26:80.
[/NOT]




Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahHayy-ı Kayyûm: her an diri olan ve herşeyi ayakta tutan Allah
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ânMâlik-i Hakikî: herşeyin gerçek sahibi olan Allah
Zât-ı Rezzâk-ı Şâfî: bütün canlıların rızkını veren ve hastalıklara Şifâ veren Zât, Allahbeyan etmek: açıklamak
delâlet eden: delil olandest-i kudret: Allah’ın kudret eli
envâ-ı hayat: hayat çeşitleri, yaşayış seviyeleriesbab: sebepler
evâmir-i Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın emirlerihalâvetle: tatlılıkla, hoşlukla
hamd: övgü ve şükürhararetle: yoğun bir şekilde
has: özelitaat: emre uyma, boyun eğme
kabza-i tasarruf: hüküm ve idare eden elkâinat: evren
mahsus: özgümedh ü senâ: övme ve yüceltme
minnettarlık: şükran duymak, iyilik karşısında kendini borçlu hissetmekmuhabbet: sevgi
mukabele etmek: karşılık vermekmukabil: karşılık
münhasıran: mahsus olaraknefyetmek: reddetmek
rızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyeceklersarih: açık
senâ: övgüsevk etmek: yöneltmek
suret: şekilsırr-ı rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliğinin, yaratıcılığının, idaresinin ve terbiyesinin sırrı
tahrik eden: harekete geçirenubudiyet: kulluk
vasıta: aracıvesait: araçlar, vasıtalar
vesile-i şükran: teşekkür aracıâyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi
şifa: iyileşme, sağlıklı olmaşuûnât: işler, durumlar, hâller; Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler
şükür: teşekkür etme, Allah’a karşı minnet duyma

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 600

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>
وَهُوَ الَّذِى يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا
blank.gif
1


gibi âyetlerle, rızık, şifa ve yağmur münhasıran Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun kudretine hastır. Perdesiz, Ondan geldiğini ifade için, kaide-i nahviyece alâmeti hasr ve tahsis olan هُوَ الَّذِى , هُوَ الرَّزَّاقُ
blank.gif
2
ifade etmiştir. İlâçlara hâsiyetleri veren ve tesiri halk eden, ancak o Şâfî-i Hakikîdir.

DÖRDÜNCÜ REMİZ

Hayatın yirmi sekizinci hassasında beyan edilmiştir ki: Hayat, imanın altı erkânına bakıp ispat ediyor, onların tahakkukuna işaretler ediyor.

Evet, madem bu kâinatın en mühim neticesi ve meyvesi ve hikmet-i hilkati hayattır; elbette o hakikat-i âliye, bu fâni, kısacık, noksan, elemli hayat-ı dünyeviyeye münhasır değildir. Belki, hayatın yirmi dokuz hassasıyla mahiyetinin azameti anlaşılan şecere-i hayatın gayesi, neticesi ve o şecerenin azametine lâyık bir meyvesi, hayat-ı ebediyedir ve hayat-ı uhreviyedir, taşıyla ve ağacıyla, toprağıyla hayattar olan dâr-i saadetteki hayattır. Yoksa, bu hadsiz cihazat-ı mühimme ile teçhiz edilen hayat şeceresi, zîşuur hakkında, hususan insan hakkında meyvesiz, faydasız, hikmetsiz, hakikatsiz olmak lâzım gelecek. Ve sermayece ve cihazatça serçe kuşundan meselâ yirmi derece ziyade ve bu kâinatın ve zîhayatın en mühim, yüksek ve ehemmiyetli mahlûku olan insan, serçe kuşundan, saadet-i hayat cihetinde yirmi derece aşağı düşüp en bedbaht, en zelîl bir biçare olacak. Hem en kıymettar bir nimet olan akıl dahi, geçmiş zamanın hüzünlerini ve gelecek zamanın korkularını düşünmekle kalb-i insanı mütemadiyen incitip bir lezzete



[NOT]
Dipnot-1 “İnsanlar ümitsizliğe düştüklerinde yağmuru indiren ancak Odur.” Şûrâ Sûresi, 42:28.
Dipnot-2 “..öyle ki, Odur.” Şûrâ Sûresi, 42:28; “Rızık verici ancak Odur.” Zâriyat Sûresi, 51:58.
[/NOT]






Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan zât, Allahalâmet-i hasr ve tahsis: bir özelliğin sadece bir şeye özel ve ait olduğunu gösteren işaret
azamet: büyüklükbedbaht: talihsiz, bahtsız
beyan edilmek: açıklanmakbiçare: çaresiz
cihazat: donanımcihazat-ı mühimme: önemli cihazlar
cihet: yöndâr-ı saadet: mutluluk yeri; Cennet
ehemmiyetli: değerli, önemlielemli: acı veren, üzücü
erkân: esaslar, şartlarfâni: gelip geçici, ölümlü
hadsiz: sınırsız, sayısızhakikat-i âliye: yüce gerçek
hakikatsiz: asılsız, bir hakikate dayanmayanhalk eden: yaratan
has: özelhassa: özellik
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatıhayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı
hayat-ı uhreviye: âhiret hayatıhayattar: canlı
hikmet-i hilkat: yaratılış hikmeti ve gayesihikmetsiz: gayesiz, faydasız
hususan: özelliklehâsiyet: özellik
kaide-i nahviye: Arapça gramer kaidesi, dilbilgisi kuralıkalb-i insan: insan kalbi
kudret: güç, iktidarkâinat: evren
kıymettar: değerlimahiyet: bir şeyin asıl yönü, temel yapısı
mahlûk: varlıkmühim: önemli
münhasır: ait, mahsusmünhasıran: sadece bir şeye mahsus olarak
mütemadiyen: sürekli olaraknetice: sonuç
noksan: eksikremiz: işaret
rızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyeceklersaadet-i hayat: hayatın mutluluğu
tahakkuk: gerçekleşmetesir: etki
teçhiz edilen: donatılanzelîl: alçak, aşağılık
ziyade: çok, fazlazîhayat: canlı
zîşuur: şuur sahibiâyet: Kur’an’da yer alan her bir cümle
Şâfî-i Hakikî: hastalıkları iyileştiren, gerçek şifâ verici olan Allahşecere: ağaç
şecere-i hayat: hayat ağacışifa: iyileşme, sağlıklı olma

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 601

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>dokuz elemleri karıştırdığından, en musibetli bir belâ olur. Bu ise yüz derece bâtıldır. Demek bu hayat-ı dünyeviye, âhirete iman rüknünü kat’î ispat ediyor ve her baharda haşrin üç yüz binden ziyade nümunelerini gözümüze gösteriyor.

Acaba senin cisminde, senin bahçende ve senin vatanında senin hayatına lâzım ve münasip bütün levazımatı ve cihazatı hikmet ve inâyet ve rahmetle ihzar eden ve vaktinde yetiştiren, hattâ senin midenin bekà ve yaşamak arzusuyla ettiği hususî ve cüz’î olan rızık duasını bilen ve işiten ve hadsiz leziz taamlarla o duanın kabulünü gösteren ve mideyi memnun eden bir Mutasarrıf-ı Kadîr, hiç mümkün müdür ki, seni bilmesin ve görmesin? Ve nev-i insanın en büyük gayesi olan hayat-ı ebediyeye lâzım esbabı ihzar etmesin? Ve nev-i insanın en büyük, en ehemmiyetli, en lâyık ve umumî olan bekà duasını, hayat-ı uhreviyenin inşasıyla ve Cennetin icadıyla kabul etmesin? Ve kâinatın en mühim mahlûku, belki zeminin sultanı ve neticesi olan nev-i insanın Arş ve ferşi çınlatan umumî ve gayet kuvvetli duasını işitmeyip, küçük bir mide kadar ehemmiyet vermesin, memnun etmesin, kemâl-i hikmetini ve nihayet rahmetini inkâr ettirsin? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ!

Hem hiç kabil midir ki, hayatın en cüz’îsinin pek gizli sesini işitsin, derdini dinlesin ve derman versin ve nazını çeksin ve kemâl-i itinâ ve ihtimamla beslesin ve ona dikkatle hizmet ettirsin ve büyük mahlûkatını ona hizmetkâr yapsın; ve sonra en büyük ve kıymettar ve bâki ve nazdar bir hayatın gök sadâsı gibi yüksek sesini işitmesin? Ve onun çok ehemmiyetli bekà duasını ve nazını ve niyazını nazara almasın? Adeta bir neferin kemâl-i itinâ ile teçhizat ve idaresini yapsın ve mutî ve muhteşem orduya hiç bakmasın? Ve zerreyi görsün, güneşi görmesin? Sivrisineğin sesini işitsin, gök gürültüsünü işitmesin? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ!





Arş: Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği en yüksek makamMutasarrıf-ı Kadîr: herşeyde istediği gibi tasarruf eden ve herşeye gücü yeten Allah
bekà: devamlılık ve kalıcılık, sonsuzlukbelâ: büyük sıkıntı
bâki: devamlı olan, sonsuzbâtıl: hak olmayan
cihazat: cihazlar, donanımcisim: beden
cüz’î: sınırlı, küçükderman: ilâç
ehemmiyet: değer, önemelem: acı, keder
esbab: sebeplerferş: yer
hadsiz: sınırsız, sayısızhayat-ı dünyeviye: dünya hayatı
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatıhayat-ı uhreviye: âhiret hayatı
haşir: öldükten sonra ahirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanmahikmet: fayda, gaye
hizmetkâr: hizmet yapan kimsehususî: özel
hâşâ: asla öyle değilicad: var etme
ihtimam: özen gösterme, önem vermeihzar etmek: hazırlamak
inâyet: Allah’tan gelen yardım, ihsan, iyilikinşa: kurma, bina etme
kabil: mümkünkat’î: kesin
kemâl-i hikmet: her şeyin en mükemmel bir şekilde belli bir gaye ve hedefe yönelik yaratılmasıkemâl-i itinâ: mükemmel seviyede özen gösterme
kâinat: evrenkıymettar: değerli
levazımat: ihtiyaçlarleziz: lezzetli
mahlûk: varlıkmahlûkat: yaratıklar
muhteşem: görkemlimusibet: belâ, başa gelen acı durumlar
mutî: emre uyan, itaat edenmühim: önemli
münasip: uygunnazara almak: dikkate almak
nazdar: nazlınefer: asker
netice: son, sonuçnev-i insan: insan türü, insanlık
nihayet: sınırsızniyaz: dua, yalvarma
nümune: örnekrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rükün: esas, temelrızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler
sadâ: sestaam: yemek, yiyecek
teçhizat: cihazlar, donanımumumî: bütün, genel
zemin: yeryüzüziyade: çok, fazla
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 602

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Hem hiçbir cihetle akıl kabul eder mi ki, hadsiz rahmetli, muhabbetli ve nihayet derecede şefkatli ve kendi san’atını çok sever ve kendini çok sevdirir ve kendini sevenleri ziyade sever bir Zât-ı Kadîr-i Hakîm, en ziyade kendini seven ve sevimli ve sevilen ve Sâni’ine fıtraten perestiş eden hayatı ve hayatın zâtı ve cevheri olan ruhu, mevt-i ebedî ile idam edip, kendinden o sevgili muhibbini ve habibini ebedî bir surette küstürsün, darıltsın, dehşetli rencide ederek sırr-ı rahmetini ve nur-u muhabbetini inkâr etsin ve ettirsin? Yüz bin defa hâşâ ve kellâ! Bu kâinatı cilvesiyle süslendiren bir cemâl-i mutlak ve umum mahlûkatı sevindiren bir rahmet-i mutlaka, böyle hadsiz bir çirkinlikten ve kubh-u mutlaktan ve böyle bir zulm-ü mutlaktan, bir merhametsizlikten, elbette nihayetsiz derece münezzehtir ve mukaddestir.

Netice: Madem dünyada hayat var; elbette insanlardan hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını sû-i istimal etmeyenler, dâr-ı bekàda ve Cennet-i bâkiyede hayat‑ı bâkiyeye mazhar olacaklardır. Âmennâ.

Ve hem nasıl ki yeryüzünde bulunan parlak şeylerin güneşin akisleriyle parlamaları ve denizlerin yüzlerinde kabarcıkları ziyanın lem’alarıyla parlayıp sönmeleri, arkalarından gelen kabarcıklar yine hayalî güneşçiklere âyinelik etmeleri bilbedâhe gösteriyor ki, o lem’alar, yüksek birtek güneşin cilve-i in’ikâsıdırlar ve güneşin vücudunu muhtelif dillerle yad ediyorlar ve ışık parmaklarıyla ona işaret ediyorlar. Aynen öyle de, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun Muhyî isminin cilve-i âzamıyla berrin yüzünde ve bahrin içinde zîhayatların kudret-i İlâhiye ile parlayıp, arkalarından gelenlere yer vermek için “Yâ Hayy” deyip perde-i gaybda gizlenmeleri, bir hayat-ı sermediye sahibi olan Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hayatına





Cennet-i bâkiye: devamlı ve kalıcı olan CennetMuhyî: bütün canlılara hayat veren Allah
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan AllahZât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan zât, Allah
Zât-ı Kadîr-i Hakîm: sonsuz güç ve kudret sahibi ve herşeyi hikmetle yapan Zât, Allahakis: yansıma
bahr: denizber: kara
bilbedâhe: açık bir şekildecemâl-i mutlak: sınırsız güzellik
cevher: asıl, özcihet: taraf, yön
cilve: görünme, yansımacilve-i in’ikâs: görüntünün yansıması
cilve-i âzam: en büyük yansımadâr-ı beka: sonsuzluk yeri, âhiret
ebedî: sonsuzfıtraten: yaratılış açısından
habib: sevgilihadsiz: sayısız, sınırsız
hayalî: hayale dayalıhayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı âhiret hayatı
hayat-ı sermediye: devamlı, sürekli hayathâşâ ve kellâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değil
inkâr etmek: reddetmekkubh-u mutlak: sınırsız çirkinlik
kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve kudretikâinat: evren
lem’a: parıltımahlûkat: yaratıklar
mazhar olmak: nail olmak, elde etmekmevt-i ebedî: tekrar dirilmemek üzere ölüm
muhabbet: sevgimuhib: seven kişi
muhtelif: çeşitlimukaddes: kusur ve eksiklikten uzak
münezzeh: kusur ve eksiklikten uzaknetice: son, sonuç
nihayet: sonnur-u muhabbet: muhabbet nuru, sevgi ışığı
perde-i gayb: gayb perdesi; görünmeyen âlemleri gözümüzden gizleyen perdeperestiş eden: aşırı derece seven
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrahmet-i mutlaka: sınırsız rahmet
rencide etmek: incitmeksuret: biçim, görünüş
sû-i istimal: kötüye kullanmasırr-ı rahmet: şefkat ve merhametteki sır
umum: bütün, genelvücud: var olma
yad etmek: anmakyâ Hayy: ey gerçek hayat sahibi olan ve her canlıya hayat veren Allah’ım
ziya: ışıkziyade: çok, fazla
zulm-ü mutlak: sınırsız zulümzîhayat: canlı
âmennâ: iman ettik

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 603

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>ve vücub-u vücuduna şehadetler, işaretler ettikleri gibi; umum mevcudatın tanziminde eseri görünen ilm-i İlâhîye şehadet eden bütün deliller ve kâinata tasarruf eden kudreti ispat eden bütün burhanlar ve tanzim ve idare-i kâinatta hükümfermâ olan irade ve meşieti ispat eden bütün hüccetler ve kelâm-ı Rabbânî ve vahy-i İlâhînin medarı olan risaletleri ispat eden bütün alâmetler, mu’cizeler ve hâkezâ yedi sıfât-ı İlâhiyeye şehadet eden bütün delâil, bil’ittifak Zât-ı Hayy‑ı Kayyûmun hayatına delâlet, şehadet, işaret ediyorlar. Çünkü, nasıl birşeyde görmek varsa hayatı da var; işitmek varsa hayatın alâmetidir; söylemek varsa hayatın vücuduna işaret eder; ihtiyar, irade varsa hayatı gösterir. Aynen öyle de, bu kâinatta âsârıyla vücutları muhakkak ve bedihî olan kudret-i mutlaka ve irade-i şâmile ve ilm-i muhit gibi sıfatlar, bütün delâilleriyle, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hayatına ve vücub-u vücuduna şehadet ederler ve bütün kâinatı bir gölgesiyle ışıklandıran ve bir cilvesiyle bütün dâr-ı âhireti zerrâtıyla beraber hayatlandıran hayat-ı sermediyesine şehadet ederler.

Hem hayat, melâikeye iman rüknüne dahi bakar, remzen ispat eder. Çünkü, madem kâinatta en mühim netice hayattır ve en ziyade intişar eden ve kıymettarlığı için nüshaları teksir edilen ve zemin misafirhanesini gelip geçen kafilelerle şenlendiren zîhayatlardır. Ve madem küre-i arz bu kadar zîhayatın envâıyla dolmuş ve mütemadiyen zîhayat envâlarını tecdit ve teksir etmek hikmetiyle, her vakit dolar boşanır ve en hasis ve çürümüş maddelerinde dahi kesretle zîhayatlar halk edilerek bir mahşer-i huveynat oluyor. Ve madem hayatın süzülmüş en sâfi hülâsası olan şuur ve akıl ve en lâtif ve sabit cevheri olan ruh, bu küre-i




Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Zât, Allahalâmet: belirti, işaret
bedihî: açık, aşikârbil’ittifak: ittifakla, birleşerek
burhan: güçlü delilcevher: öz, temel
cilve: görünme, yansımadelâil: deliller, işaretler
delâlet: delil olmadâr-ı âhiret: âhiret yurdu
envâ: neviler, türlerhalk etme: yaratma
hasis: âdi, değersizhayat-ı sermediye: devamlı, sürekli hayat
hikmet: fayda, gayehâkezâ: bunun gibi
hüccet: sarsılmaz delil, kanıthükümfermâ: hüküm süren
hülâsa: özet, özidare-i kâinat: evrenin idaresi
ihtiyar: dileme, seçmeilm-i muhit: herşeyi içine alan ilim
ilm-i İlâhî: Allah’ın herşeyi kuşatan ilmiintişar etmek: yayılmak
irade: dileme, isteme, tercihirade-i şâmile: herşeyi kuşatan irade
kafile: grup, toplulukkelâm-ı Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın kelâmı
kesret: çoklukkudret: güç, iktidar
kudret-i mutlaka: Allah’ın sınırsız güç ve iktidarıkâinat: evren
küre-i arz: yerküre, dünyakıymettar: değerli
lâtif: berrak, şirin, hoşmahşer-i huveynat: mikroskobik canlıların toplanma yeri
medar: dayanak noktası, kaynakmelâike: melekler
mevcudat: varlıklarmeşiet: dilek, arzu
muhakkak: gerçekliği kesin olanmu’cize: Allah tarafından verilip, yalnız peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika işler
mühim: önemlimütemadiyen: sürekli olarak
netice: son, sonuçnüsha: kopya
remzen: işaretenrisalet: elçilik, peygamberlik
rükün: esas, şartsâfi: temiz, arınmış
sıfât-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatlarıtanzim: düzenleme
tasarruf etmek: dilediği gibi kullanmak ve yönetmektecdit: yenileme
teksir etmek: çoğaltmakumum: bütün, genel
vahy-i İlâhî: Allah tarafından peygamberlere bildirilen emir ve yasaklarvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu olması
vücut: varlık, var oluşzemin: yeryüzü
zerrât: atomlar, zerrelerziyade: çok
zîhayat: hayat sahibi, canlıâsâr: eserler
şehadet: şahitlikşuur: bilinç

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 605

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>arzda gayet kesretli bir surette halk olunuyorlar; adeta küre-i arz, hayat ve akıl ve şuur ve ervah ile ihyâ olup öyle şenlendirilmiş. Elbette küre-i arzdan daha lâtif, daha nuranî, daha büyük, daha ehemmiyetli olan ecrâm-ı semâviye, ölü, câmid, hayatsız, şuursuz kalması imkân haricindedir. Demek gökleri, güneşleri, yıldızları şenlendirecek ve hayattar vaziyetini verecek ve netice-i hilkat-i semâvâtı gösterecek ve hitâbât-ı Sübhâniyeye mazhar olacak olan zîşuur, zîhayat ve semâvâta münasip sekeneler, herhalde sırr-ı hayatla bulunuyorlar ki, onlar da melâikelerdir.

Hem hayatın sırr-ı mahiyeti, peygamberlere iman rüknüne bakıp remzen ispat eder. Evet, madem kâinat, hayat için yaratılmış ve hayat dahi Hayy-ı Kayyûm-u Ezelînin bir cilve-i âzamıdır, bir nakş-ı ekmelidir, bir san’at-ı ecmelidir. Madem hayat-ı sermediye, resullerin gönderilmesiyle ve kitapların indirilmesiyle kendini gösterir. (Evet, eğer kitaplar ve peygamberler olmazsa, o hayat-ı ezeliye bilinmez. Nasıl ki bir adamın söylemesiyle diri ve hayattar olduğu anlaşılır; öyle de, bu kâinatın perdesi altında olan âlem-i gaybın arkasında söyleyen, konuşan, emir ve nehyedip hitap eden bir Zâtın kelimâtını, hitâbâtını gösterecek, peygamberler ve ellerinde nâzil olan kitaplardır.) Elbette kâinattaki hayat, kat’î bir surette Hayy-ı Ezelînin vücûb-u vücuduna kat’î şehadet ettiği gibi; o hayat-ı Ezeliyenin şuââtı, celevâtı, münâsebâtı olan “irsâl-i rusül” ve “inzâl-i kütüb” rükünlerine bakar, remzen ispat eder. Ve bilhassa risalet-i Muhammediye (a.s.m.) ve vahy-i Kur’ânî hayatın ruhu ve aklı hükmünde olduğundan, bu hayatın vücudu gibi hakkaniyetleri kat’îdir denilebilir.

Evet, nasıl ki hayat bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır. Ve şuur ve his dahi





Hayy-ı Ezelî: başlangıcı olmaksızın devamlı hayat sahibi olan AllahHayy-ı Kayyûm-u Ezelî: varlığının ve diriliğinin başlangıcı olmayıp her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah
Zât: Allahbilhassa: özellikle
celevât: cilveler, yansımalarcilve-i âzam: en büyük yansıma
câmid: cansızecrâm-ı semâviye: gök cisimleri
ehemmiyetli: değerli, önemliemir ve nehiy: bir şeyin yapılmasını emretme veya yasaklama
ervah: ruhlarhakkaniyet: doğruluk, hakka taraftar olma
halk olunmak: yaratılmakhayat-ı ezeliye: başlangıcı ve sonu olmayan hayat
hayat-ı sermediye: devamlı, sürekli hayathayattar: canlı
hitap eden: konuşanhitâbât: hitâplar, konuşmalar
hitâbât-ı Sübhâniye: her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Allah’ın kendine has hitap ve konuşmalarıhülâsa: özet, öz
ihyâ olmak: hayat verilmekimkân haricinde: imkânsız
inzâl-i kütüb: kitapların indirilmesiirsâl-i rusül: peygamberlerin gönderilmesi
kat’î: kesinkelimât: sözler
kesretli: çokkâinat: evren
küre-i arz: yerküre, dünyalâtif: güzel, hoş
mazhar olmak: erişmekmelâike: melekler
münasip: uygunmünâsebât: bağlantılar, ilişkiler
nakş-ı ekmel: en mükemmel nakışnetice-i hilkat-i semâvât: göklerin yaratılış neticesi
nuranî: nurlu, parlaknâzil olan: inen
remzen: işaretleresul: Allah’ın elçisi
risalet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in peygamberliğirükün: temel, esas
san’at-ı ecmel: en güzel san’atsekene: sakinler, yaşayanlar
semâvât: göklersuret: biçim, şekil
sırr-ı hayat: hayat sırrısırr-ı mahiyet: bir şeyin özündeki sır, gizem
vahy-i Kur’ânî: vahiyle gelen Kur’ânvaziyet: durum
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasıvücud: var olma
zîhayat: canlızîşuur: şuur sahibi
âlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlemşehadet etmek: şahitlik etmek
şuur: bilinçşuâât: ışınlar, parıltılar

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 605

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>hayattan süzülmüş, hayatın bir hülâsasıdır. Akıl dahi şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır. Ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır. Öyle de, maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.) dahi, hayat ve ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsatü’l-hülâsadır ve risalet-i Muhammediye dahi (a.s.m.) , kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en sâfi hülâsasıdır. Belki maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.) , âsârının şehadetiyle, hayat-ı kâinatın hayatıdır. Ve risalet-i Muhammediye (a.s.m.), şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur. Ve vahy-i Kur’ân dahi, hayattar hakaikinin şehadetiyle, hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.

Evet, evet, evet! Eğer kâinattan risalet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur’ân gitse, kâinat divane olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.

Hem hayat, iman-ı bilkader rüknüne bakıyor, remzen ispat eder. Çünkü madem hayat âlem-i şehadetin ziyasıdır ve istilâ ediyor; ve vücudun neticesi ve gayesidir; ve Hâlık-ı Kâinatın en câmi âyinesidir; ve faaliyet-i Rabbâniyenin en mükemmel enmuzeci ve fihristesidir, temsilde hata olmasın, bir nevi programı hükmündedir. Elbette âlem-i gayb, yani mazi, müstakbel, yani geçmiş ve gelecek mahlûkatın hayat-ı mâneviyeleri hükmünde olan intizam ve nizam ve mâlûmiyet ve meşhudiyet ve taayyün ve evâmir-i tekvîniyeyi imtisale müheyyâ bir vaziyette bulunmalarını sırr-ı hayat iktiza ediyor.

Nasıl ki bir ağacın çekirdek-i aslîsi ve kökü ve müntehâsında ve meyvelerindeki çekirdekleri dahi, aynen ağaç gibi, bir nevi hayata mazhardırlar, belki ağacın kavânin-i hayatiyesinden daha ince kavânin-i hayatı taşıyorlar. Hem nasıl ki





Hâlık-ı Kâinat: evreni ve bütün varlıkları yaratan Allahcevher: öz, temel
câmi: kapsamlı, içine alandivane: akılsız
enmuzec: nümune, örnekevâmir-i tekvîniye: Allah’ın kâinata koyduğu yaratılışa ait emirler, kanunlar
faaliyet-i Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın faaliyetifihriste: özet, içerik
hakaik: hakikatler, gerçeklerhayat-ı Muhammediye: Hz. Muhammed’in hayatı
hayat-ı kâinat: kâinatın hayatıhayat-ı mâneviye: maddî olmayan, mânevî hayat
hayattar: canlıhâlis: katışıksız
hülâsa: özet, özhülâsatü’l-hülâsa: özün özü
iktiza etmek: gerektirmekiman-ı bilkader: kadere iman etmek
imtisal: uyma, uygulamaintizam: disiplin, düzen
istilâ etmek: her tarafı kaplamakkavânin-i hayatiye: hayat kanunları
kâinat: evrenküre-i arz: yerküre, dünya
kıyamet: dünyanın sonu, bütün varlık âleminin bozulup dağılmasımahlûkat: varlıklar
mazhar: nail olma, ulaşmamazi: geçmiş zaman
mâlûmiyet: bilinmemânevî: maddî olmayan, mânâya ait
müheyyâ: hazırmükemmel: kusursuz
müntehâ: en son noktamüstakbel: gelecek zaman
müstakil: bağımsıznetice: son, sonuç
nevi: çeşitnizam: düzen
remzen: işaretlerisalet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği
ruh-u kâinat: evrenin ruhurükün: esas, şart
seyyare: gezegensâfi: temiz, arınmış
sırr-ı hayat: hayat sırrıtaayyün: belirleme
temsil: benzetme, örnekvahy-i Kur’ân: vahiyle gelen Kur’ân-ı Kerim
vaziyet: durumvücud: varlık
ziya: ışıkzât: kişi
âlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlemâlem-i şehadet: görünen âlem, dünya
âsâr: eserlerçekirdek-i aslî: ilk, asıl çekirdek
şehadet: şahitlikşuur: bilinç
şuur-u kâinat: kâinatın şuuru, idraki

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 606

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>bu hazır bahardan evvel geçmiş güzün bıraktığı tohumlar ve kökler, bu bahar gittikten sonra gelecek baharlara bırakacağı çekirdekler, kökler, bu bahar gibi cilve-i hayatı taşıyorlar ve kavânin-i hayatiyeye tâbidirler. Aynen öyle de, şecere-i kâinatın bütün dal ve budaklarıyla herbirinin bir mazisi ve müstakbeli var; geçmiş ve gelecek tavırlarından ve vaziyetlerinden müteşekkil bir silsilesi bulunur. Her nevi ve her cüz’ünün ilm-i İlâhiyede muhtelif tavırlarla müteaddit vücutları bir silsile-i vücud-u ilmî teşkil eder. Ve vücud-u haricî gibi, o vücud-u ilmî dahi, hayat-ı umumiyenin mânevî bir cilvesine mazhardır ki, mukadderât-ı hayatiye, o mânidar ve canlı elvâh-ı kaderiyeden alınır.

Evet, âlem-i gaybın bir nev’i olan âlem-i ervah, ayn-ı hayat ve madde-i hayat ve hayatın cevherleri ve zatları olan ervah ile dolu olması, elbette mazi ve müstakbel denilen âlem-i gaybın bir diğer nev’i de ve ikinci kısmı dahi, cilve-i hayata mazhariyetini ister ve istilzam eder. Hem herbir şeyin vücud-u ilmîsindeki intizam-ı ekmeli ve mânidar vaziyetleri ve canlı meyveleri, tavırları, bir nevi hayat-ı mâneviyeye mazhariyetini gösterir. Evet, hayat-ı ezeliye güneşinin ziyası olan bu cilve-i hayat, elbette yalnız bu âlem-i şehadete ve bu zaman-ı hazıra ve bu vücud-u haricîye münhasır olamaz. Belki herbir âlem, kabiliyetine göre, o ziyanın cilvesine mazhardır. Ve kâinat, bütün âlemleriyle o cilve ile hayattar ve ziyadardır. Yoksa, nazar-ı dalâletin gördüğü gibi muvakkat ve zâhirî bir hayat altında herbir âlem, büyük ve müthiş birer cenaze ve karanlıklı birer virane âlem olacaktı.

İşte, kadere ve kazâya iman rüknü dahi, geniş bir vecihte sırr-ı hayatla anlaşılıyor ve sabit oluyor. Yani, nasıl ki âlem-i şehadet ve mevcut hazır eşya, intizamlarıyla





ayn-ı hayat: hayatın kendisicevher: öz, temel
cilve: görünme, yansımacilve-i hayat: hayatın yansıması
cüz’: kısım, parçaelvâh-ı kaderiye: kader programının yazılı olduğu levhalar
ervah: ruhlarevvel: önce
güz: sonbaharhayat-ı ezeliye: başlangıcı olmayan devamlı hayat
hayat-ı mâneviye: maddî olmayan hayathayat-ı umumiye: kâinatın tümünün canlı olduğunu bildiren ve her tarafta geçerli olan hayat
hayattar: canlıilm-i İlâhiye: Allah’ın herşeyi kuşatan, sınırsız ilmi
iman rüknü: iman esasıintizam-ı ekmel: çok mükemmel düzen
istilzam etmek: gerektirmekkabiliyet: yetenek
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, planlamasıkavânin-i hayatiye: hayat kanunları
kazâ: olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılmasıkâinat: evren
madde-i hayat: hayatın öz varlığımazhar: elde eden, erişen
mazhariyet: elde etme, edinmemazi: geçmiş
mevcut: varmuhtelif: çeşitli, bir çok
mukadderât-ı hayatiye: kader kalemiyle yazılmış hayat programları, alın yazısımuvakkat: geçici
mânevî: mânâya ait, maddî olmayanmânidar: mânâlı, anlamlı
münhasır: ait, sınırlımüstakbel: gelecek
müteaddit: çok sayıdamüteşekkil: meydana gelen
müthiş: dehşet verennazar-ı dalâlet: hak yoldan sapmış, inançsızlık bakışı
nev’: çeşitsilsile: zincir
silsile-i vücud-u ilmî: ilim halinde olan varlıklar zincirisırr-ı hayat: hayat sırrı
tavır: durumteşkil etmek: oluşturmak
tâbi: bağlı, uyanvaziyet: durum
vecih: şekil, yönvirane: harap
vücud-u haricî: maddî vücut, bedenvücud-u ilmî: ilim halinde var olan varlık
vücut: varlıkzaman-ı hazır: şimdiki zaman
zat: bir şeyin kendisiziya: ışık
ziyadar: ışıklızâhirî: dış görünüşte olan
âlem: dünya, evrenâlem-i ervah: ruhlar alemi
âlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlemâlem-i şehadet: görünen âlem, dünya
şecere-i kâinat: kâinat ağacı

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 607

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>ve neticeleriyle hayattarlıkları görünüyor; öyle de, âlem-i gaybdan sayılan geçmiş ve gelecek mahlûkatın dahi mânen hayattar bir vücud-u mânevîleri ve ruhlu birer sübut-u ilmîleri vardır ki, Levh-i Kazâ ve Kader vasıtasıyla o mânevî hayatın eseri, mukadderat namıyla görünür, tezahür eder.

BEŞİNCİ REMİZ

Hem hayatın on altıncı hassasında denilmiş ki: Hayat birşeye girdiği vakit, o cesedi bir âlem hükmüne getirir; cüz ise küll gibi, cüz’îye dahi küllî gibi bir câmiiyet verir.

Evet, hayatın öyle bir câmiiyeti var; adeta umum kâinata tecellî eden ekser Esmâ-i Hüsnâyı kendinde gösteren bir câmi âyine-i ehadiyettir. Bir cisme hayat girdiği vakit küçük bir âlem hükmüne getirir; adeta kâinat şeceresinin bir nevi fihristesini taşıyan bir nevi çekirdeği hükmüne geçiyor. Nasıl ki bir çekirdek, onun ağacını yapabilen bir kudretin eseri olabilir; öyle de, en küçük bir zîhayatı halk eden, elbette umum kâinatın Hâlıkıdır.

İşte bu hayat, bu câmiiyetiyle en gizli bir sırr-ı ehadiyeti kendinde gösterir. Yani, nasıl ki azametli güneş, ziyasıyla ve yedi rengiyle ve aksiyle, güneşe mukabil olan herbir katre suda ve herbir cam zerresinde bulunuyor. Öyle de, herbir zîhayatta, kâinatı ihata eden esmâ ve sıfât-ı İlâhiyenin cilveleri beraber onda tecellî ediyor. Bu nokta-i nazardan hayat, kâinatı, rububiyet ve icad cihetinde inkısam ve tecezzî kabul etmez bir küll hükmüne, belki iştiraki ve tecezzîsi imkân haricinde bulunan bir küllî hükmüne getirir.

Evet, seni yaratan, bütün nev-i insanı yaratan Zât olduğunu, bilbedâhe senin





Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleriHâlık: herşeyi yaratan Allah
Levh-i Kazâ ve Kader: Allah tarafından olacak bütün olayların belirlendiği ve yazıldığı Kazâ ve Kader LevhasıZât: Allah
akis: yansımaazamet: büyüklük
bilbedâhe: açık bir şekildecesed: beden
cihet: şekil, yöncilve: görünme, yansıma
câmi: kapsamlı, içine alancâmiiyet: geniş kapsamlı oluş
cüz: kısım, parçacüz’î: ferdî
ekser: pek çokesmâ: Allah’ın isimleri
fihriste: özet, programhalk etmek: yaratmak
haricinde: dışındahassa: özellik
hayattar: canlıicad: var etme, yapma
ihata eden: kuşatanimkân: olabilirlik
inkısam: bölünme, kısımlara ayrılmaintizam: disiplin, düzen
iştirak: ortak olma, katılmakatre: damla
kudret: güç, iktidarkâinat: evren, yaratılmış herşey
küll: bütünküllî: tür, kapsamlı
mahlûkat: varlıklarmukabil: karşılık
mukadderat: Allah tarafından belirlenmiş olaylarmânen: mânevî olarak
mânevî: mânâya aitnamıyla: adıyla
netice: sonuçnev-i insan: insan türü, insanlık
nevi: çeşitnokta-i nazar: bakış açısı
remiz: işaretrububiyet: her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri verme, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurma
sübut-u ilmî: bir şeyin ilmen var olması, ilim dünyasında varlığının sabit olmasısıfât-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatları
sırr-ı ehadiyet: Allah’ın her bir varlıkta birliğinin görülmesinin sırrıtecellî etmek: görünmek, yansımak
tecezzî: bölünme, parçalanmatezahür etmek: ortaya çıkmak
umum: bütünvasıtasıyla: aracılığıyla
vücud-u mânevî: mânevî varlıkziya: ışık
zîhayat: canlıâlem: dünya
âlem-i gayb: görünmeyen âlem, gayb âlemiâyine-i ehadiyet: Allah’ın birliğini yansıtan ayna
şecere: ağaç

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 608

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>yüzündeki sikkesi gösteriyor. Çünkü mahiyet-i insaniye birdir, inkısamı gayr-ı mümkündür. Hem hayat vasıtasıyla ecza-yı kâinat onun efradı hükmüne ve kâinat ise nev’i hükmüne geçer; sikke-i ehadiyeti mecmuunda gösterdiği gibi, herbir cüzde dahi o sikke-i ehadiyeti ve hâtem-i samediyeti göstererek, şirk ve iştiraki her cihetle tard eder.

Hem hayatta san’at-ı Rabbâniyenin öyle fevkalâde harika mucizeleri var ki, bütün kâinatı halk edemeyen bir zat, bir kudret, en küçük bir zîhayatı halk edemez. Evet, bir nohut tanesinde bütün Kur’ân’ı yazar gibi, çamın gayet küçük bir tohumunda koca çam ağacının fihristesini ve mukadderâtını yazan kalem, elbette semâvâtı yıldızlarla yazan kalem olabilir. Evet, bir arının küçük kafasında, kâinat bahçesindeki çiçekleri tanıyacak ve ekser envâıyla münasebettar olacak ve bal gibi bir hediye-i rahmeti getirecek ve dünyaya geldiği günde şerâit-i hayatı bilecek derecede bir istidadı, bir kabiliyeti, bir cihazı derc eden Zât, elbette bütün kâinatın Hâlıkı olabilir.

Elhasıl, hayat nasıl ki kâinatın yüzünde parlak bir sikke-i tevhiddir; ve herbir zîruh dahi hayat noktasında bir sikke-i ehadiyettir; ve hayatın herbir ferdinde bulunan nakş-ı san’at bir mühr-ü samediyettir; ve zîhayatların adedince bu kâinat mektubunu Zât-ı Hayy-ı Kayyûm ve Vâhid-i Ehad namına hayatlarıyla imza ediyorlar; ve o mektupta tevhid mühürleri ve ehadiyet hâtemleri ve samediyet sikkeleridirler. Öyle de, hayat gibi, herbir zîhayat dahi, bu kitab-ı kâinatta birer mühr-ü vahdâniyet olduğu gibi, herbirinin yüzünde ve simasında birer hâtem-i ehadiyet konulmuştur.




Hâlık: herşeyi yaratan AllahVâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah
Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan zât, Allahcihaz: organ, duyu
cihet: şekil, yöncüz: kısım, parça
derc etmek: içine yerleştirmekecza-yı kâinat: kâinatın unsurları, kısımları
efrad: fertlerehadiyet: Allah’ın birliğinin her bir varlıkta görünmesi
ekser: pek çokelhasıl: özet olarak
envâ: türler, çeşitlerferd: kişi
fevkalâde: olağanüstüfihriste: ana özelliklerin sıralandığı liste, içerik
gayr-ı mümkün: imkansızhalk etmek: yaratmak
hediye-i rahmet: rahmet hediyesihâtem: mühür, damga
hâtem-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta bir olduğunu gösteren mührühâtem-i samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Kendisine muhtaç olmasını gösteren damga
hükmüne geçme: bir şeyle aynı hükmü almainkısam: bölünme, kısımlara ayrılma
istidad: kabiliyetiştirak: ortak olma, katılma
kitab-ı kâinat: kâinat kitabıkudret: güç, iktidar
kâinat: evren, yaratılmış herşeymahiyet-i insaniye: insana ait temel özellik, insanın içyapısı
mecmu: bir şeyin tamamımukadderât: başa gelecek olanlar
mu’cize: insanların benzerini yapmakta âciz kaldıkları olağanüstü şeymühr-ü samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmadığını, fakat her şeyin Kendisine muhtaç olduğunu gösteren mühür
mühr-ü vahdâniyet: Allah’ın bir oluşu, ortağının bulunmayışını gösteren mühürmünasebettar: ilgili, bağlantılı
nakş-ı san’at: san’atlı nakış, işlemenamına: adına
nev’: çeşit, türsamediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Kendisine muhtaç olması
san’at-ı Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın san’atısemâvât: gökler
sikke: işaret, damgasikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlık üzerinde birliğini gösteren damga
sikke-i tevhid: Allah’ın birliğini gösteren işaret, damgasima: yüz, çehre
tard etmek: uzaklaştırmak, kovmaktevhid: Allah’ın birliği
vasıtasıyla: aracılığıylazât: kişi
zîhayat: canlızîruh: ruh sahibi
şerâit-i hayat: hayat şartlarışirk: Allah’a ortak koşma

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 609

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>Hem nasıl ki hayat, cüz’iyâtı adedince ve zîhayat efradı sayısınca Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun vahdetine şehadet eden imzalar ve mühürlerdir. Öyle de, ihyâ ve diriltmek fiili dahi, efradı adedince tevhide imza basıyor. Meselâ, ihyânın bir ferdi olan ihyâ-yı arz, güneş gibi parlak bir şahid-i tevhiddir. Çünkü, baharda zeminin dirilmesinde ve ihyâsında üç yüz bin envâın ve her nev’in hadsiz efradı beraber, birbiri içinde, noksansız, kusursuz, mükemmel, muntazam ihyâ edilir ve dirilirler. Evet, böyle bir tek fiille hadsiz muntazam fiilleri yapan, elbette bütün mahlûkatın Hâlıkıdır ve bütün zîhayatları ihyâ eden Hayy-ı Kayyûmdur ve rububiyetinde iştiraki mümkün olmayan bir Vâhid-i Ehaddir.

Şimdilik hayatın hassalarından bu kadar az ve muhtasar yazıldı. Başka hassaların beyanı ve tafsilâtını Risale-i Nur’a ve başka zamana havale ediyoruz.



endOfSection.gif
endOfSection.gif







Hayy-ı Kayyûm: her an diri olan ve herşeyi ayakta tutan AllahHâlık: herşeyi yaratan Allah
Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şey üzerinde görülen AllahZât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan zât, Allah
beyan: açıklama, anlatımcüz’iyât: ferdler; bir türün bireyleri
efrad: fertlerenvâ: türler, çeşitler
ferd: bireyhadsiz: sınırsız, sayısız
hassa: özellikihyâ etmek: hayat vermek
ihyâ-yı arz: yeryüzünün diriltilmesiiştirak: ortak olma, katılma
mahlûkat: yaratıklarmuhtasar: kısa, özet
muntazam: düzenlinev’i: çeşit, tür
rububiyet: her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri verme, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmatafsilât: ayrıntılar
tevhid: Allah’ın birliğivahdet: birlik
zemin: yeryüzüzîhayat: canlı
şahid-i tevhid: Allah’ın birliğinin şahit ve delilişehadet eden: şahidlik eden

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 610

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>
Hâtime

İsm-i Âzam herkes için bir olmaz; belki ayrı ayrı oluyor. Meselâ, İmam-ı Ali Radıyallahu Anhın hakkında Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs, altı isimdir. Ve İmam-ı Âzamın İsm-i Âzamı Hakem, Adl, iki isimdir. Ve Gavs-ı Âzamın İsm-i Âzamı yâ Hayydır. Ve İmam-ı Rabbânînin İsm-i Âzamı Kayyûm, ve hâkezâ, pek çok zatlar daha başka isimleri İsm-i Âzam görmüşlerdir.

Bu Beşinci Nükte ism-i Hayy hakkında olduğu münasebetiyle, hem teberrük, hem şahit, hem delil, hem kudsî bir hüccet, hem kendimize bir dua, hem bu risaleye bir hüsn-ü hâtime olarak, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Cevşenü’l-Kebîr namındaki münâcât-ı âzamında, marifetullahta gayet yüksek ve gayet câmi derece-i marifetini göstererek böyle demiştir; biz de hayalen o zamana gidip, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın dediğine âmin diyerek, aynı münâcâtı kendimiz de söylüyor gibi, sadâ-yı Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm ile deriz:

يَا حَىُّ قَبْلَ كُلِّ حَىٍّ يَا حَىُّ بَعْدَ كُلِّ حَىٍّ
يَا حَىُّ الَّذِى لاَ يُشْبِهُهُ شَىْءٌيَا حَىُّ الَّذِى لَيْسَ كَمِثْلِهِ حَىٌّ
يَا حَىُّ الَّذِى لاَ يُشَارِكُهُ حَىٌّيَا حَىُّ الَّذِى لاَ يَحْتَاجُ اِلىَ حَىٍّ
يَا حَىُّ الَّذِى يُمِيتُ كُلَّ حَىٍّ
يَا حَىُّ الَّذِى يَرْزُقُ كُلَّ حَىٍّ

<tbody>
</tbody>






Adl: her hak sahibine hakkını veren, sonsuz adalet sahibi olan AllahAleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Cevşenü’l-Kebîr: (bk. bilgiler)Ferd: eşi ve benzeri bulunmayan bir ve tek olan Allah
Gavs-ı Âzam: (bk. bilgiler – Abdulkâdir-i Geylânî)Hakem: haklıyı haksızı ayıran, hükmeden, her hakkı yerine getiren hüküm sahibi Allah
Hayy: gerçek hayat sahibi olan ve her canlıya hayat veren AllahKayyûm: herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan Allah
Kuddûs: her türlü kusur ve çirkinlikten uzak olan ve her şeyi temiz yapan AllahRadıyallahu Anh: Allah ondan razı olsun
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)câmi: kapsamlı
derece-i marifet: Allah’ı tanıma ve bilme derecesihayalen: hayal ederek
hâkezâ: bunun gibihâtime: sonuç, son bölüm
hüccet: sarsılmaz, güçlü delil, kanıthüsn-ü hâtime: güzel son
ism-i Hayy: Allah’ın gerçek hayat sahibi olduğunu ifade eden ismikudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak
marifetullah: Allah’ı hakkıyla bilme ve tanımamünasebetiyle: sebebiyle
münâcât: Allah’a yalvarış, duamünâcât-ı âzam: en büyük dua
namında: adındanükte: ince ve derin anlamlı söz
risale: eser, kitapçıksadâ-yı Muhammedî: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) dua için seslenmesi
teberrük: bereket vesilesizat: kişi
âmin: kabul eyle, ey Allah’ımİmam-ı Ali: (bk. bilgiler – Ali (r.a.))
İmam-ı Rabbânî: (bk. bilgiler)İmam-ı Âzam: (bk. bilgiler)
İsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın bin bir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı

<tbody>
</tbody>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 611

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>
يَا حَىُّ الَّذِى يُحْيِـى الْمَوْتٰى
يَا حَىُّ الَّذِى لاَ يَمُوتُ


<tbody>
</tbody>
سُبْحَانَكَ يَا لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ اْلاَمَانُ اْلاَمَانُ نَجِّنَا مِنَ النَّارِ اٰمِينَ
blank.gif

1

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2




endOfSection.gif
endOfSection.gif







[NOT]Dipnot-1 Ey her zîhayattan önce var olan Hayy, Ey her zîhayattan sonra bâkî olan Hayy, Ey kendisine benzer hiçbir şey bulunmayan Hayy, Ey kendisi gibi hiç hayat sahibi bulunmayan Hayy, Ey hiçbir şeriki bulunmayan Hayy, Ey hiçbir hayat sahibine hiçbir vecihle muhtaç olmayan Hayy, Ey bütün canlılara ölümü veren Hayy, Ey bütün canlıları rızıklandıran Hayy, Ey ölüleri dirilten Hayy, Ey kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy, Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize imdad etsin. El-aman, el-aman, bizi azap ateşinden ve Cehennemden kurtar. Âmin.
Dipnot-2 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.

[/NOT]
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 612

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>
Otuzuncu Lem’anın Altıncı Nüktesi

İsm-i Kayyûma bakar.

İsm-i Hayyın bir hülâsası, Nur Çeşmesinin bir zeyli olmuş. Bu ism-i Kayyûm dahi, Otuzuncu Sözün zeyli olması münasip görüldü.

İTİZAR: Bu çok ehemmiyetli meseleler ve çok derin ve geniş ism-i Kayyûmun cilve-i âzamı, hem muntazaman değil, belki ayrı ayrı lem’alar tarzında kalbe hutur ettiğinden, hem gayet müşevveş ve acele ve tetkiksiz müsvedde halinde kaldığından, elbette tabirat ve ifadelerde çok noksanlar, intizamsızlıklar bulunacaktır. Meselelerin güzelliklerine benim kusurlarımı bağışlamalısınız.

İHTAR: İsm-i Âzama ait nükteler, âzamî bir surette geniş, hem gayet derin olduğundan, hususan ism-i Kayyûma ait meseleler ve bilhassa Birinci Şuâı HAŞİYE-1 maddiyyunlara baktığı için, daha ziyade derin gittiğinden, elbette her adam her meseleyi her cihette anlamaz. Fakat herkes her meseleden bir derece hisse alabilir. “Birşey bütün elde edilmezse, bütün bütün elden kaçırılmaz” kaidesiyle, “Bu mânevî bahçenin bütün meyvelerini koparamıyorum” diye vazgeçmek kâr-ı akıl değildir. İnsan ne kadar koparsa o kadar kârdır. İsm-i Âzama ait meselelerin ihata edilmeyecek derecede genişleri olduğu gibi, akıl görmeyecek derecede inceleri de vardır. Hususan ism-i Hayy ve Kayyûma ve bilhassa hayatın iman erkânına karşı remizlerine ve bilhassa kazâ ve kader rüknüne hayatın işaretine ve ism-i Kayyûmun Birinci Şuâına herkesin fikri yetişmez, fakat hissesiz de kalmaz. Belki herhalde imanını kuvvetlendirir. Saadet-i ebediyenin anahtarı

[NOT]
Haşiye-1 Bu risaleyi okuyan eğer mütefennin değilse Birinci Şuâyı okumasın, ikinciden başlasın; veya âhirde okusun.[/NOT]






Nur Çeşmesi: Risale-i Nur Külliyatı’nda yer alan mevzulardan oluşan kitapçıkcihet: yön, taraf
cilve-i âzam: en büyük yansımaehemmiyetli: önemli
erkân: temel unsurlar ve şartlarhaşiye: dipnot
hutur etmek: hatırlamak, kalbe doğmakhülâsa: öz, özet
ihata etmek: kuşatmak, içine almakihtar: uyarma, hatırlatma
iman: Allah inancıintizamsızlık: düzensizlik
ism-i Kayyûm: Allah’ın herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tuttuğunu ve varlıklarını devam ettirdiğini ifade eden ismiitizar: özür dileme
kaide: kuralkazâ ve kader: olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması ve Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, planlaması
kâr-ı akıl: akıl kârılem’a: parıltı
maddiyyun: maddeciler, materyalistlermuntazaman: düzenli olarak
münasip: uygunmüsvedde: karalama halinde kaleme alınan yazı
mütefennin: fen ilimleriyle uğraşan, bilim adamımüşevveş: düzensiz, karmakarışık
noksan: eksiknükte: ince ve derin anlamlı söz
remiz: işaretrisale: kitapçık, bölüm
rükün: temel unsur ve şartsaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk, Cennet hayatı
suret: biçim, şekiltabirat: tabirler, ifadeler
tetkiksiz: incelemeksizinzeyil: ilave, ek
ziyade: çok, fazlaâhir: son
âzamî: en büyükİsm-i Hayy: Allah’ın gerçek hayat sahibi olduğunu bildiren ismi
İsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın bin bir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanışuâ: ışın, parıltı

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 613

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>
olan imanın kuvvetleşmesi ehemmiyeti çok azîmdir. İmanın bir zerre kadar kuvveti ziyade olması, bir hazinedir. İmam-ı Rabbânî Ahmed-i Farukî diyor ki: “Bir küçük mesele-i imaniyenin inkişafı, benim nazarımda yüzler ezvak ve kerametlere müreccahtır.”


besmele.jpg

بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ
blank.gif
1
لَهُ مَقَالِيدُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ
blank.gif
2


وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَاۤئِنُهُ
blank.gif
3
مَا مِنْ دَاۤبَّةٍ اِلاَّ هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا
blank.gif
4




gibi, kayyûmiyet-i İlâhiyeye işaret eden âyetlerin bir nüktesi ve İsm-i Âzam veyahut İsm-i Âzamın iki ziyasından ikinci ziyası veyahut İsm-i Âzamın altı nurundan altıncı nuru olan Kayyûm isminin bir cilve-i âzamı, Zilkade ayında aklıma göründü. Eskişehir Hapishanesindeki müsaadesizliğim cihetiyle, o nur-u âzamı elbette tamamıyla beyan edemeyeceğim. Fakat Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) Kaside-i Ercûzesinde “Sekîne” nam-ı âlîsiyle beyan ettiği İsm-i Âzam ve Celcelûtiyesinde yine pek muhteşem isimlerle İsm-i Âzam içinde bulunan o altı ismi en âzam, en ehemmiyetli tuttuğu için ve onların bahsi içinde kerametkârâne bize teselli verdiği için, bu ism-i Kayyûma dahi, evvelki beş esmâ gibi, hiç olmazsa muhtasar bir surette, Beş Şua ile o nûr-u âzama işaret edeceğiz.


[NOT]Dipnot-1 “Herşeyin hüküm ve tasarrufu Onun elindedir.” Yâsin Sûresi, 36:83.
Dipnot-2 “Göklerin ve yerin tedbir ve tasarrufu Ona aittir.” Zümer Sûresi, 39:63.
Dipnot-3 “Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın.” Hicr Sûresi, 15:21.
Dipnot-4 “Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın.” Hûd Sûresi, 11:56.[/NOT]





Celcelûtiye: Peygamberimizin (a.s.m.) derslerine dayanarak, ebced ve cifir hesabıyla ilgili, Hz. Ali tarafından yazılan bir kasideEskişehir Hapishanesi: (bk. Bilgiler - Eskişehir)
Hazret-i İmam-ı Ali: (bk. bilgiler – Ali (r.a.))Kaside-i Ercûze: Hz. Ali tarafından yazılan ve istikbalden haber veren kaside
Kayyûm: herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan AllahSekîne: içinde on dokuz harfli, on dokuz âyet bulunan çok önemli bir dua
azîm: büyük, yücebeyan etmek: açıklamak
cihet: yön, tarafcilve-i âzam: en büyük yansıma
ehemmiyet: önemehemmiyetli: önemli
esmâ: isimlerevvelki: önceki
ezvak: zevkler; mânevî lezzetleriman: Allah inancı
inkişaf: açığa çıkmaism-i Kayyûm: Allah’ın herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tuttuğunu ve varlıklarını devam ettirdiğini ifade eden ismi
kayyûmiyet-i İlâhiye: Allah’ın her zaman ve her yerde var olması ve bütün varlıkların ancak Onunla var olabilmelerikeramet: Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hâl ve özellik
kerametkârâne: kerametli bir şekildemesele-i imaniye: imana dair mesele
muhtasar: kısa, özetmüreccah: tercih edilen
müsaadesizlik: şartların elverişli olmamasınam-ı âlî: yüce isim
nazar: bakışnûr-u âzam: çok büyük nur
nükte: derin anlamlı sözsuret: biçim, şekil
teselli vermek: avutmak, acısını dindirmekzilkade: Hicrî ayların on birincisi
ziya: ışıkziyade: çok, fazla
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümleâzam: en büyük
İmam-ı Rabbânî Ahmed-i Farukî: (bk. Bilgiler – İmam-ı Rabbânî)İsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın bin bir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı
şuâ: ışık, ışın

<tbody>
</tbody>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 614

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }.listlevel1WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel2WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel3WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }.listlevel4WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel5WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel6WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }.listlevel7WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel8WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel9WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }</style>BİRİNCİ ŞUA

Bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâli Kayyûmdur, yani, bizatihî kaimdir, daimdir, bâkidir. Bütün eşya Onunla kaimdir, devam eder ve vücutta kalır, bekà bulur. Eğer kâinattan bir dakikacık olsun o nisbet-i kayyûmiyet kesilse, kâinat mahvolur.

Hem o Zât-ı Zülcelâl kayyûmiyetiyle beraber, Kur’ân-ı Azîmüşşanda ferman ettiği gibi, لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ dür. Yani, ne zâtında, ne sıfâtında, ne ef’âlinde nazîri yoktur, misli olmaz, şebîhi yoktur, şerîki olmaz. Evet, bütün kâinatı bütün şuûnâtıyla ve keyfiyâtıyla kabza-i rububiyetinde tutup bir hane ve bir saray hükmünde, kemâl-i intizamla tedbir ve idare ve terbiye eden bir Zât-ı Akdese, misil ve mesîl ve şerîk ve şebîh olmaz, muhaldir.

Evet, bir Zât ki,

  • Ona yıldızların icadı zerreler kadar kolay gele,
  • ve en büyük şey, en küçük şey gibi kudretine musahhar ola,
  • ve hiçbir şey hiçbir şeye, hiçbir fiil hiçbir fiile mâni olmaya,
  • ve hadsiz efrad, bir fert gibi nazarında hazır ola,
  • ve bütün sesleri birden işite,
  • ve umumun hadsiz hâcâtını birden yapabile,
  • ve kâinatın mevcudatındaki bütün intizamat ve mizanların şehadetiyle, hiçbir şey, hiçbir hal daire-i meşiet ve iradesinden hariç olmaya,
ve hiçbir mekânda olmadığı halde, herbir yerde ve herbir mekânda kudretiyle, ilmiyle hazır ola,





Hâlık-ı Zülcelâl: büyüklük sahibi ve herşeyin yaratıcısı olan AllahKayyûm: herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren Allah
Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ânZât: şahıs, Allah
Zât-ı Akdes: bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan AllahZât-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi Allah
bekà: devamlılık, kalıcılıkbizatihî kaim: varlığı başka bir sebebe bağlı olmayan, kendi zâtıyla var olan
bâki: sürekli olan, sonsuzdaim: devamlı, sürekli
daire-i meşiet ve irade: Allah’ın istek ve iradesinin yansıdığı daire, alanefrad: fertler
ef’âl: fiillereşya: varlıklar
ferman etmek: buyurmakfert: tek kişi
hadsiz: sayısızhane: ev
hâcât: ihtiyaçlaricad: var etme, yaratma
intizamat: düzenler, dengelerkabza-i rububiyet: rububiyet eli; herşeyi terbiyesi ve egemenliği altında bulundurma
kaim: ayakta duran, var olankayyûmiyet: Allah’ın bütün herşeyi ayakta tutması, varlığını devam ettirmesi
kemâl-i intizam: mükemmel bir düzenkeyfiyât: temel özellikler, oluşumlar
kudret: Allah’ın bütün âlemleri kuşatan güç ve iktidarıkâinat: evren, âlem
mahvolmak: yok olmakmekân: yer
mesîl: misil, benzer, eşmevcudat: varlıklar
misil: benzermizan: ölçü, denge
muhal: imkânsızmusahhar: boyun eğmiş
mâni: engelnazarında: bakışında
nazîr: benzer, eşnisbet-i kayyûmiyet: varlıkların her zaman var olan Allah ile bağlantısı
sıfât: özellikler, sıfatlartedbir: çekip çevirme, ihtiyacını karşılama
terbiye etmek: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirmek, olgunlaştırmakumum: bütün
vücutta kalmak: var olmakşebîh: benzer
şehadet: şahitlikşerîk: ortak
şuâ: ışık, ışınşuûnât: fiiller, temel özellikler

<tbody>
</tbody>

 
Üst