Otuzuncu Lem'a

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 635

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }.listlevel1WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel2WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel3WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }.listlevel4WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel5WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel6WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }.listlevel7WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: disc; clear: left; }.listlevel8WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; clear: left; }.listlevel9WW8Num1 { margin-top: 0pt; margin-bottom: 0pt; list-style-type: square; clear: left; }</style>
  • İkinci yüzü: Şuûnât-ı İlâhiyeye âyinedarlık eder. Yani, kendi hayatıyla Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hayatına işaret ettiği gibi, kendi hayatında inkişaf eden sem’ ve basar gibi duyguların vasıtasıyla, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun sem’ ve basar gibi sıfatlarına âyinedarlık eder, bildirir.
  • Hem insan, hayatında bulunan ve inkişaf etmeyen ve his ve hassasiyet suretinde galeyan eden ve kesretli bir surette olan çok ince hayatî duygular, mânâlar ve hisler vasıtasıyla, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun şuûnât-ı kudsiyesine âyinedarlık eder. Meselâ, o hassasiyet içinde, sevmek, iftihar etmek, memnun olmak, mesrur olmak, müferrah olmak gibi mânâlarla—Zât-ı Akdesin kudsiyetine ve gınâ-yı mutlakına münasip ve lâyık olmak şartıyla—o neviden olan şuûnâtına âyinedarlık eder.

Hem insan, nasıl ki hayat-ı câmiasıyla Zât-ı Zülcelâlin sıfât ve şuûnâtına bir mikyas-ı marifettir ve cilve-i esmâsına bir fihristedir ve şuurlu bir âyinedir ve hâkezâ çok cihetlerle Zât-ı Hayy-ı Kayyûma âyinedarlık eder. Öyle de, insan şu kâinatın hakaiklerine bir vâhid-i kıyasîdir, bir fihristedir, bir mikyastır ve bir mizandır. Meselâ, kâinatta Levh-i Mahfuzun gayet kat’î bir delil-i vücudu ve bir nümunesi, insandaki kuvve-i hafızadır. Ve âlem-i misalin vücuduna kat’î delil ve nümune, kuvve-i hayaliyedir. HAŞİYE-1 Ve kâinattaki ruhanîlerin bir delil-i vücudu




[NOT]Haşiye-1 Evet, nasıl ki insanın anâsırları kâinatın unsurlarından; ve kemikleri taş ve kayalarından; ve saçları nebat ve eşcârından; ve bedeninde cereyan eden kan ve gözünden, kulağından, burnundan ve ağzından akan ayrı ayrı suları arzın çeşmelerinden ve madenî sularından haber veriyorlar, delâlet edip onlara işaret ediyorlar. Aynen öyle de, insanın ruhu âlem-i ervahtan; ve hafızaları Levh-i Mahfuzdan; ve kuvve-i hayaliyeleri âlem-i misalden; ve hâkezâ herbir cihazı bir âlemden haber veriyorlar ve onların vücutlarına kat’î şehadet ederler.[/NOT]






Levh-i Mahfuz: herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası, Allah’ın ilminin bir adıZât-ı Akdes: bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah
Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan zât, AllahZât-ı Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi Allah
anâsır: unsurlararz: yeryüzü
basar: görmecereyan: akım
cihaz: aletcihet: taraf, yön
cilve-i esmâ: Allah’ın isimlerinin görüntüsü, yansımasıdelil-i vücud: varlığının ispatı
delâlet: delil olma, işaret etmeeşcâr: ağaçlar
fihriste: içindekiler, içerikgaleyan etmek: coşup taşmak
gınâ-yı mutlak: sınırsız zenginlikhakaik: gerçekler
hassasiyet: duyarlı olmahayat-ı câmia: çok kapsamlı olan hayat
hayatî: hayatla bağlantılıhaşiye: dipnot
hâkezâ: bunun gibiiftihar etmek: övünmek
inkişaf etmek: açığa çıkmakkat’i: kesin
kesretli: çok sayıdakudsiyet: kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallık
kuvve-i hafıza: hafıza duygusu, bellekkuvve-i hayaliye: hayal duygusu
kâinat: evrenmesrur olmak: sevinmek
mikyas: ölçekmikyas-ı marifet: Allah’ı tanıma ölçüsü
mizan: terazimüferrah olmak: ferahlamak, rahatlamak
nebat: bitkinevi: çeşit, tür
nümune: örnekruhanî: maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemine ait varlık
sem’: işitmesuret: biçim, şekil
sıfât: sıfatlar, özelliklervâhid-i kıyasî: ölçü birimi
vücud: var olmaâlem: dünya, evren
âlem-i ervah: ruhlar âlemiâlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem
âyinedar: bir şeyin özelliklerini yansıtan, ayna olanâyinedarlık etmek: ayna olmak, yansıtmak, göstermek
şehadet eden: şahidlik edenşuurlu: bilinçli
şuûnat-ı İlâhiye: Cenâb-ı Allah’ın işleri ve icraatlarışuûnât: Allah’ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden özellikler
şuûnât-ı kudsiye: Allah’ın tertemiz ve noksansız olan işleri, mukaddes özellikler

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 636

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>ve nümunesi, insandaki kuvvelerdir ve lâtifelerdir. Ve hâkezâ, insan, küçük bir mikyasta, kâinattaki hakaik-i imaniyeyi şuhud derecesinde gösterebilir.

İşte, insanın mezkûr vazifeler gibi çok mühim hizmetleri var. Cemâl-i bâkîye âyinedir. Kemâl-i sermediyeye dellâl-ı muzhirdir. Ve rahmet-i ebediyeye muhtac-ı müteşekkirdir. Madem cemal, kemal, rahmet bâkidirler ve sermedîdirler; elbette o cemâl-i bâkînin âyine-i müştâkı ve o kemâl-i sermedînin dellâl-ı âşıkı ve o rahmet-i ebediyenin muhtac-ı müteşekkiri olan insan, bâki kalmak için bir dâr-ı bekàya girecek ve o bâkilere refakat için ebede gidecek ve o ebedî cemal ve o sermedî kemal ve daimî rahmete, ebedü’l-âbâdda refakat etmek gerektir, lâzımdır. Çünkü ebedî bir cemal, fâni bir müştâka ve zâil bir dosta razı olmaz. Çünkü cemal, kendini sevdiği için, sevmesine mukabil muhabbet ister. Zeval ve fenâ ise, o muhabbeti adâvete kalb eder, çevirir. Eğer insan ebede gidip bâki kalmazsa, fıtratındaki cemâl-i sermediyeye karşı olan esaslı muhabbet yerine adâvet bulunacaktır. Onuncu Sözün haşiyesinde beyan edildiği gibi, bir zaman bir dünya güzeli, bir âşıkını huzurundan çıkarıyor. O adamdaki aşk, birden adâvete dönüyor ve diyor ki: “Tuh, ne kadar çirkindir!” diyerek, kendine teselli vermek için cemâlinden küsüyor, cemâlini inkâr ediyor.

Evet, insan bilmediği şeye düşman olduğu gibi, eli yetişmediği veyahut tutamadığı şeylerin adâvetkârâne kusurlarını arar, adeta düşmanlık etmek ister. Madem bütün kâinatın şehadetiyle Mahbub-u Hakikî ve Cemîl-i Mutlak, bütün güzel Esmâ-i Hüsnâsıyla kendini insana sevdiriyor ve insanların kendini sevmelerini istiyor; elbette ve herhalde, kendisinin hem mahbubu, hem habibi olan insana fıtrî bir adâveti verip derinden derine kendinden küstürmeyecek. Ve fıtraten en ziyade sevimli ve muhabbetli ve perestiş için yarattığı en müstesnâ mahlûku olan insanın fıtratına bütün bütün zıt olarak bir gizli adâveti,





Cemîl-i Mutlak: sonsuz güzellik sahibi AllahEsmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri
Mahbub-u Hakikî: gerçek sevgili, Allahadâvet: düşmanlık, kin
adâvetkârâne: düşmancasınabeyan etmek: açıklamak, anlatmak
bâki: devamlı, sürekli, ölümsüzcemal: güzellik
cemâl-i bâkî: kalıcı ve devamlı güzellikcemâl-i sermedî: sürekli devam eden güzellik
daimî: devamlı, süreklidelil-i vücud: varlığı gösteren delil
dellâl-ı muzhir: gizli güzellikleri ortaya çıkararak ilân edendellâl-ı âşık: ilân edici âşık, hem âşık olan, hem aşkını ilân eden
dâr-ı bekà: sonsuzluk âlemi, âhiretebed: sonsuzluk
ebedî: sonsuzebedü’l-âbâd: sonsuzların sonsuzu, âhiret hayatı
esaslı: köklüfenâ: gelip geçicilik
fâni: geçici olan, ölümlüfıtrat: yaratılış
fıtraten: yaratılış açısındanfıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
habib: sevgilihakaik-i imaniye: iman hakikatleri
haşiye: dipnothuzur: yakınında olma
hâkezâ: bunun gibiinkâr etmek: kabul etmemek
kemal: olgunluk, mükemmellikkemâl-i sermedi: sürekli devam eden mükemmellik
kusur: eksiklik, hatâkâinat: evren
lâtife: ince duygumahbub: sevgili
mahlûk: varlıkmezkûr: adı geçen
mikyas: ölçekmuhabbet: sevgi
muhtac-ı müteşekkir: kendisine verilen nimetlere şükreden, pek çok şeye muhtaç olanmukabil: karşılık
müstesnâ: seçkin, benzeri olmayanmüştâk: düşkün, âşık
nümune: örnekperestiş: aşırı derece sevme
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrahmet-i ebediye: Allah’ın sonsuz şefkati
refakat: arkadaşlıksermedî: devamlı, sürekli
teselli vermek: avutmak, acısını dindirmekzeval: yok olma
ziyade: çok, fazlazâil: geçip gidici, yok olucu
âyine-i müştâk: istekli, iştiyaklı aynaşehadet: şahidlik
şuhud: görme, şahid olma

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 637

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>insanın ruhuna vermeyecek. Çünkü insan, sevdiği ve kıymetini takdir ettiği bir cemâl-i mutlaktan ebedî ayrılmaktan gelen derin yarasını, ancak ona adâvetle, ondan küsmekle ve onu inkâr etmekle tedavi edebilir. İşte, kâfirlerin Allah’ın düşmanı olması bu noktadan ileri geliyor. Öyleyse, herhalde o cemâl-i ezelî, kendisinin âyine-i müştâkı olan insan ile ebedü’l-âbâd yolunda seyahatinde beraber bulunmak için, alâ külli hal, bir dâr-ı bekàda bir hayat-ı bâkiyeye insanı mazhar edecek.

Evet, madem insan fıtraten bir cemâl-i bâkîye müştak ve muhib bir surette halk edilmiştir. Ve madem bâkî bir cemal, zâil bir müştâka razı olamaz. Ve madem insan bilmediği veya yetişemediği veya tutamadığı bir maksuddan gelen hüzün ve elemden teselli bulmak için, o maksudun kusurunu bulmakla, belki gizli adâvet etmekle kendini teskin eder. Ve madem bu kâinat insan için halk edilmiş ve insan ise marifet ve muhabbet-i İlâhiye için yaratılmış. Ve madem bu kâinatın Hâlıkı, esmâsıyla sermedîdir. Ve madem esmâlarının cilveleri daim ve bâkî ve ebedî olacaktır. Elbette ve herhalde insan bir dâr-ı bekàya gidecek ve bir hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaktır. Ve insanın kıymetini ve vazifelerini ve kemâlâtını bildiren, rehber-i âzam ve insan-ı ekmel olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, insana dair beyan ettiğimiz bütün kemâlâtı ve vazifeleri en ekmel bir surette kendinde ve dininde göstermesiyle gösteriyor ki: Nasıl kâinat insan için yaratılmış ve kâinattan maksud ve müntehap insandır. Öyle de, insandan dahi en büyük maksud ve en kıymettar müntehap ve en parlak âyine-i Ehad ve Samed, elbette Ahmed-i Muhammeddir.

عَلَيْهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ بِعَدَدِ حَسَنَاتِ اُمَّتِهِ يَاۤ اَللهُ يَا رَحْمٰنُ يَا رَحِيمُ،






Ahmed-i Muhammed: tekrar tekrar övülmüş, methedilmiş olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun
Hâlık: herşeyi yaratan AllahMuhammed-i Arabî: Arapların içinden çıkan peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)
adâvet: düşmanlık, kinalâ külli hal: her durumda
beyan: açıklama, anlatımbâkî: kalıcı, sürekli
cemâl: güzellikcemâl-i bâkî: sonsuz ve devamlı güzellik
cemâl-i ezelî: başlangıcı ve sonu olmayan güzellikcemâl-i mutlak: sonsuz güzellik
cilve: görüntü, yansımadaim: devamlı, sürekli
dair: ilgilidâr-ı bekà: sonsuzluk âlemi, âhiret
ebedî: sonsuzebedü’l-âbâd: sonsuzların sonsuzu, âhiret hayatı
ekmel: en mükemmelelem: acı, keder
esmâ: Allah’ın isimlerifıtraten: yaratılış açısından
halk etmek: yaratmakhayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı âhiret hayatı
hüzün: üzüntüinkâr etmek: inanmamak, reddetmek
insan-ı ekmel: en mükemmel insankemâlât: faziletler, iyilikler, üstün özellikler
kusur: eksiksiz, hatâkâfir: Allah'ı veya Allah’ın bildirdiği kesin olan birşeyi inkâr eden kimse
kâinat: evrenkıymettar: değerli
maksud: kast edilen, hedef alınan şeymarifet: Allah’ı tanıma ve bilme
mazhar etmek: eriştirme, elde etmemuhabbet-i İlâhiye: Allah sevgisi
muhib: sevenmüntehap: seçilmiş
müştak: âşık, düşkünrehber-i âzam: en büyük rehber
sermedî: devamlı, sürekliseyahat: yolculuk
suret: biçim, şekiltakdir etmek: değer vermek
teskin etmek: sakinleştirmek, rahatlatmakzâil: geçip gidici, yok olucu
âyine-i Ehad ve Samed: tek ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’a ayna olanâyine-i müştak: Allah’ın güzel isimlerini bir ayna gibi üzerinde yansıtan ve Onun sonsuz güzelliğine düşkün olan insan

<tbody>
</tbody>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Otuzuncu Lem'a - Sayfa 638

<style media="all" type="text/css">body { font-family: 'Trebuchet MS',Arial,serif; font-size: 12pt; }</style>يَافَرْدٌ يَاحَىٌّ يَاقَيُّومٌ يَاحَكَمٌ يَاعَدْلٌ يَاقُدُّوسٌ، نَسْئَلُكَ بِحَقِّ فُرْقَانِكَ الْحَكِيمِ، وَبِحُرْمَةِ حَبِيبِكَ اْلاَكْرَمِ، وَبِحَقِّ اَسْمَاۤئِكَ الْحُسْنٰى، وَبِحُرْمَةِ اِسْمِكَ اْلاَعْظَمِ، اَنْ تَحْفَظَنَا مِنْ شَرِّ النَّفْسِ وَالشَّيْطَانِ وَمِنْ شَرِّ الْجِنِّ وَاْلاِنْسَانِ؛ اٰمِينَ.
blank.gif
1

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2




endOfSection.gif
endOfSection.gif




[NOT]Dipnot-1 Ümmetinin hasenatı adedince ona ve âline salât ve selâm olsun. Ya Allah, yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Ferd, yâ Hayy, yâ Kayyûm, yâ Hakem, yâ Adl, yâ Kuddûs! Furkan-ı Hakîminin hakkı için ve Habib-i Ekreminin hürmetine, Esmâ-i Hüsnânın hakkı için ve İsm-i Âzamın hürmetine Senden niyaz edip istiyoruz: Bizi nefsin ve şeytanın ve cin ve insanın şerrinden muhafaza buyur. Âmin.
Dipnot-2 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.

[/NOT]
 
Üst