Muvahhid1
Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 179
tasarruf eden Sâniine ve Kâtibine ve Nakkâşına delâlet eder. Öyle de, kâinatınhilkatindeki makàsıd-ı İlâhiyeyi bilecek ve bildirecek ve tahavvülâtındaki Rabbânîhikmetlerini talim edecek ve vazifedarâne harekâtındaki neticeleri ders verecek vemahiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudatın kemâlâtını ilân edecek ve o kitab-ı kebîrin mânâlarını ifade edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhakkiküstad, bir sadık muallim istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına delâlet ettiğicihetiyle, elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan bu zâtın hakkaniyetine ve bukâinat Hâlıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna şehadet ettiğini bildi.
Dokuzuncusu: Madem bu san’atlı ve hikmetli masnuatıyla kendi hünerlerini ve san’atkârlığının kemâlâtını teşhir etmek; ve bu süslü ve ziynetli nihayetsizmahlûkatıyla kendini tanıttırmak ve sevdirmek; ve bu lezzetli ve kıymetli hesapsız nimetleriyle kendine teşekkür ve hamd ettirmek; ve bu şefkatli ve himayetli umumîterbiye ve iaşe ile, hattâ ağızların en ince zevklerini ve iştihaların her nev’ini tatmin edecek bir surette ihzar edilen Rabbânî it’amlar ve ziyafetlerle kendi rubûbiyetine karşı minnettarâne ve müteşekkirâne ve perestişkârâne ibadet ettirmek; ve mevsimlerin tebdili ve gece-gündüzün tahvili ve ihtilâfı gibi azametli ve haşmetlitasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallâkıyetle kendi ulûhiyetini izhar ederek, o ulûhiyetine karşı iman ve teslim ve inkıyad ve itaat ettirmek; ve her vakit iyiliği ve iyileri himaye, fenalığı ve fenaları izale ve semâvî tokatlarla zalimleri ve yalancıları imha etmek cihetiyle, hakkaniyet
tasarruf eden Sâniine ve Kâtibine ve Nakkâşına delâlet eder. Öyle de, kâinatınhilkatindeki makàsıd-ı İlâhiyeyi bilecek ve bildirecek ve tahavvülâtındaki Rabbânîhikmetlerini talim edecek ve vazifedarâne harekâtındaki neticeleri ders verecek vemahiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudatın kemâlâtını ilân edecek ve o kitab-ı kebîrin mânâlarını ifade edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhakkiküstad, bir sadık muallim istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına delâlet ettiğicihetiyle, elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan bu zâtın hakkaniyetine ve bukâinat Hâlıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna şehadet ettiğini bildi.
Dokuzuncusu: Madem bu san’atlı ve hikmetli masnuatıyla kendi hünerlerini ve san’atkârlığının kemâlâtını teşhir etmek; ve bu süslü ve ziynetli nihayetsizmahlûkatıyla kendini tanıttırmak ve sevdirmek; ve bu lezzetli ve kıymetli hesapsız nimetleriyle kendine teşekkür ve hamd ettirmek; ve bu şefkatli ve himayetli umumîterbiye ve iaşe ile, hattâ ağızların en ince zevklerini ve iştihaların her nev’ini tatmin edecek bir surette ihzar edilen Rabbânî it’amlar ve ziyafetlerle kendi rubûbiyetine karşı minnettarâne ve müteşekkirâne ve perestişkârâne ibadet ettirmek; ve mevsimlerin tebdili ve gece-gündüzün tahvili ve ihtilâfı gibi azametli ve haşmetlitasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallâkıyetle kendi ulûhiyetini izhar ederek, o ulûhiyetine karşı iman ve teslim ve inkıyad ve itaat ettirmek; ve her vakit iyiliği ve iyileri himaye, fenalığı ve fenaları izale ve semâvî tokatlarla zalimleri ve yalancıları imha etmek cihetiyle, hakkaniyet
Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah | Kâtib: bütün varlıkları bir kitap yazar gibi, mükemmel bir şekilde yaratan Allah |
Nakkaş: herşeyi san’atlı bir şekilde nakış nakış işleyen Allah | Rabbânî: Rab olan Allah’a ait |
Sâni: her şeyi san’atla yaratan Allah | azametli: büyük, yüce |
cihet: şekil, yön | dehşetli: korkunç, ürkütücü |
dellâl: davetçi, ilân edici | delâlet etmek: delil olmak, işaret etmek |
hakkaniyet: doğruluk, gerçekçilik | hallâkiyet: yaratıcılık |
harekât: hareketler | haşmetli: görkemli, heybetli |
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması | hilkat: yaratılış |
himâyet: koruma | iaşe: besleme, yedirip içirme |
ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık | ihzar etmek: hazırlamak |
iktiza etmek: gerektirmek | imha etmek: yok etmek |
inkıyad: boyun eğme, itaat etme | it’am: yedirme |
izale: giderme | izhar etmek: göstermek |
kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar | keşşaf: keşf edici, açığa çıkarıcı |
kitab-ı kebîr: büyük kitap, kâinat | kâinat: evren, bütün yaratılmışlar |
mahiyet: esas, nitelik, özellik | mahlûkat: yaratılmışlar |
makàsıd-ı İlâhiye: Allah’ın gözettiği yüce maksatlar, gayeler | masnuat: san’at eseri varlıklar |
mevcudat: varlıklar | minnettârâne: minnet duyarak, yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür hissi taşıyarak |
muallim: öğretmen | muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen |
müteşekkirâne: teşekkür ederek | nev’i: çeşit, tür |
nihayetsiz: sınırsız, sonsuz | perestişkârâne: taparcasına |
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması | sadık: doğru |
semâvî: Allah tarafından olan, İlâhî | suret: biçim, şekil |
tahavvülât: başkalaşmalar | tahvil: dönüşüm |
talim etmek: öğretmek | tasarruf etmek: dilediği gibi kullanmak ve yönetmek |
tasarrufât: kullanımlar, faaliyetler | tatmin etmek: doyurmak |
tebdil: değişim | teşhir etmek: sergilemek |
ulûhiyet: Cenâb-ı Allah’ın ilâhlığı | umumî: genel, herkese ait |
vazifedarâne: vazifeli olarak, görevli olarak | ziyade: çok |
ziynetli: süslü | şehadet: şahitlik, tanıklık |