Muvahhid1
Well-known member
On Birinci Şuâ -sayfa 278
ve sizi oraya sevk ediyorum” ferman ediyor. Onuncu Söz, on iki parlak ve kat’îhakikatlerle, bir kısım isimlerin âhirete dair cevaplarını ispat ve izah eylemiş. Burada, o izaha iktifaen gayet kısa bir işaret ederiz.
Evet, madem hiçbir saltanat yoktur ki, o saltanata itaat edenlere mükâfatı ve isyan edenlere mücâzâtı bulunmasın. Elbette rububiyet-i mutlaka mertebesinde birsaltanat-ı sermediyenin, o saltanata iman ile intisap ve tâat ile fermanlarına teslim olanlara mükâfatı ve o izzetli saltanatı küfür ve isyanla inkâr edenlere demücâzâtı; o rahmet ve cemâle, o izzet ve celâle lâyık bir tarzda olacak diyeRabbü’l-Âlemin ve Sultanü’d-Deyyân isimleri cevap veriyorlar.
Hem madem güneş gibi, gündüz gibi, zemin yüzünde bir umumî rahmet ve ihatalıbir şefkat ve kerem gözümüzle görüyoruz. Meselâ, o rahmet, her baharda umumağaçları ve meyveli nebatları cennet hûrileri gibi giydirip, süslendirip, ellerine her çeşit meyveleri verip bizlere uzatıp “Haydi alınız, yiyiniz” dediği gibi; bir zehirli sineğin eliyle bizlere şifalı, tatlı balı yedirdiği ve elsiz bir böceğin eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydirdiği gibi, bir avuç kadar küçücük çekirdeklerde, tohumcuklarda binler batman taamları bizim için saklayan ve ihtiyat zahîresi olarak o küçücük depolarda yerleştiren bir rahmet, bir şefkat, elbette hiç şüphe olamaz ki, bu derece nâzeninâne beslediği bu sevimli ve minnettarları veperestişkârları olan mü’min insanları idam etmez. Belki, onları daha parlakrahmetlere mazhar etmek için, hayat-ı dünyeviye vazifesinden terhis eder diye,Rahîm ve Kerîm isimleri sualimize cevap veriyorlar, “El-Cennetü hakkun” diyorlar.
Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki, umum mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşeronun fevkinde düşünemiyor. Meselâ, insanın bin cihazatına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek kadar kuvve-i hafızasında bütün tarihçe-i
ve sizi oraya sevk ediyorum” ferman ediyor. Onuncu Söz, on iki parlak ve kat’îhakikatlerle, bir kısım isimlerin âhirete dair cevaplarını ispat ve izah eylemiş. Burada, o izaha iktifaen gayet kısa bir işaret ederiz.
Evet, madem hiçbir saltanat yoktur ki, o saltanata itaat edenlere mükâfatı ve isyan edenlere mücâzâtı bulunmasın. Elbette rububiyet-i mutlaka mertebesinde birsaltanat-ı sermediyenin, o saltanata iman ile intisap ve tâat ile fermanlarına teslim olanlara mükâfatı ve o izzetli saltanatı küfür ve isyanla inkâr edenlere demücâzâtı; o rahmet ve cemâle, o izzet ve celâle lâyık bir tarzda olacak diyeRabbü’l-Âlemin ve Sultanü’d-Deyyân isimleri cevap veriyorlar.
Hem madem güneş gibi, gündüz gibi, zemin yüzünde bir umumî rahmet ve ihatalıbir şefkat ve kerem gözümüzle görüyoruz. Meselâ, o rahmet, her baharda umumağaçları ve meyveli nebatları cennet hûrileri gibi giydirip, süslendirip, ellerine her çeşit meyveleri verip bizlere uzatıp “Haydi alınız, yiyiniz” dediği gibi; bir zehirli sineğin eliyle bizlere şifalı, tatlı balı yedirdiği ve elsiz bir böceğin eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydirdiği gibi, bir avuç kadar küçücük çekirdeklerde, tohumcuklarda binler batman taamları bizim için saklayan ve ihtiyat zahîresi olarak o küçücük depolarda yerleştiren bir rahmet, bir şefkat, elbette hiç şüphe olamaz ki, bu derece nâzeninâne beslediği bu sevimli ve minnettarları veperestişkârları olan mü’min insanları idam etmez. Belki, onları daha parlakrahmetlere mazhar etmek için, hayat-ı dünyeviye vazifesinden terhis eder diye,Rahîm ve Kerîm isimleri sualimize cevap veriyorlar, “El-Cennetü hakkun” diyorlar.
Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki, umum mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşeronun fevkinde düşünemiyor. Meselâ, insanın bin cihazatına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek kadar kuvve-i hafızasında bütün tarihçe-i
Kerîm: sınırsız cömertlik ve ikram sahibi olan Allah | Rabbü’l-Âlemîn: bütün âlemlerin Rabbi olan Allah |
Rahîm: rahmetinin çok özel tecellîleri olan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah | Sultanü’d-Deyyân: mükâfat ve cezayı hakkıyla veren sultan; Allah |
akl-ı beşer: insan aklı | batman: eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi |
celâl: büyüklük, haşmet | cemâl: sonsuz güzellik |
cihazat: cihazlar, âletler | el-Cennetü hakkun: Cennet haktır, gerçektir |
ferman: buyruk, emir | fevkinde: üstünde |
gayet: son derece | hakikat: doğru, gerçek |
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı | hikmet: fayda, gaye; bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde yaratma sıfatı |
huri: Cennet kızı | idam etmek: yok etmek |
ihtiyat: önlem, tedbir | ihâtalı: kuşatıcı, kapsamlı |
iktifâen: yetinerek, yeterli görerek | inkâr etmek: kabul etmemek, reddetmek |
intisap: bağlanma, mensup olma | izah etmek: açıklamak |
izzet: üstünlük, yücelik | kat’î: kesin |
kerem: cömertlik, ikram, yardım | kuvve-i hafıza: hafıza duygusu, bellek |
mahlûk: yaratık | mazhar etmek: eriştirmek |
mertebe: derece | minnettâr: memnuniyet duyan |
mücâzât: ceza verme | mükâfat: ödül |
nazeninâne: nazikçesine | nebat: bitki |
perestişkâr: tapan, ibadet eden | rahmet: İlâhî şefkat, merhamet |
rububiyet-i mutlaka: sınırsız rablık, Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması | saltanat: egemenlik, hâkimiyet, sultanlık |
saltanat-ı sermediye: sonsuz saltanat | taam: gıda, yiyecek |
terhis etmek: göreve son verme | tâat: itaat, emir ve söz dinleme, emre uyma |
umum: bütün | umumî: genel, herkese ait |
zahîre: azık | zemin: yer |
şefkat: acıma, merhamet |