On Birinci Şuâ

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 318

suale izahatla cevap vermek murad etmiştim. Fakat bazı ârızalar meydan vermediler. Tahmin ederim ki, Birinci Nokta kâfi bir mikyas olmasından, daha, zekîlere ziyade izaha ihtiyaç kalmadı. Ve tam anlaşıldı ki, bir Müslüman birhakikat-ı imaniyeyi inkâr etse, küfr-ü mutlaka düşer. Çünkü, başka dinlerinicmallerine mukàbil İslâmiyette tam izahat verilmiş, rükünler birbiriyle zincirlenmiş. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı tanımayan, tasdik etmeyen bir Müslüman, Allah’ı da sıfâtıyla daha tanımaz ve âhireti bilmez. Bir Müslümanın imanı o kadar kuvvetli ve sarsılmaz hadsiz hüccetlere dayanıyor ki, inkârda hiçbir özür kalmıyor, âdeta akıl kabulde mecbur oluyor.

ÜÇÜNCÜ NOKTA

Bir zaman Elhamdü lillâh dedim, onun hadsiz geniş mânasına mukàbil gelecek bir nimet aradım. Birden bu cümle hatıra geldi:
اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلَى اْلاِيمَانِ بِاللهِ، وَعَلٰى وَحْدَانِيَّتِهِ، وَعَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ وَعَلٰى صِفَاتِهِ، وَاَسْمَاۤئِهِ، حَمْدًا بِعَدَدِ تَجَلِّيَاتِ اَسْمَاۤئِهِ مِنَ اْلاَزَلِ اِلَى اْلاَبَدِ
blank.gif
1

Ben de baktım, tam mutabıktır. Şöyle ki: ………
endOfSection.gif
endOfSection.gif




[BILGI]Dipnot-1 “Allah’a iman için ve vahdâniyeti için ve vücub-u vücudu için ve sıfâtı ve esmâsı için, ezelden ebede bütün esmâsının tecelliyâtı adedince Ona hamd olsun.”[/BILGI]


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunElhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”
hadsiz: sınırsızhakikat-ı imaniye: iman hakikatı, gerçeği
hüccet: güçlü delilicmal: kısaca, özet olarak
inkâr: inanmama, reddetmeizah: açıklama
izahat: açıklamalarkâfi: yeterli
küfr-ü mutlak: tam bir küfür, inkâr ve inançsızlık, hiçbir kutsal değere inanmamamikyas: ölçek
mukàbil: karşılıkmurad etmek: istemek, dilemek
mutabık: uygunrükün: esas, şart
tasdik: doğrulamaziyade: çok, fazla
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 319

Onuncu Mesele
Emirdağ Çiçeği

Kur’ân’da olan tekrarata gelen itirazlara karşı gayet kuvvetli bir cevaptır.

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Gerçi bu Mesele, perişan vaziyetimden müşevveş ve letafetsiz olmuş. Fakat o müşevveş ibare altında çok kıymetli bir nevi i’câzı kat’î bildim.Maatteessüf ifadeye muktedir olamadım. Her ne kadar ibaresi sönük olsa da, Kur’ân’a ait olmak cihetiyle, hem ibadet-i tefekküriye, hemkudsî, yüksek, parlak bir cevherin sadefidir. Yırtık libasına değil, elindeki elmasa bakılsın. Eğer münasipse ‘Onuncu Mesele’ yapınız. Değilse, sizin tebrik mektuplarınıza mukàbil bir mektup kabul ediniz. Hem bunu gayet hasta ve perişan ve gıdasız, bir iki gün Ramazan’da mecburiyetle, gayet mücmel ve kısa ve bir cümlede pek çok hakikatleri ve müteaddit hüccetleri derc ederek yazdım. Kusura bakılmasın.HAŞİYE-1

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Ramazan-ı Şerifte Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânı okurken, Risale-i Nur’a işaretleri Birinci Şuâda beyan olunan otuz üç âyetten hangisi gelse bakıyorum ki, o âyetin sahifesi ve yaprağı ve kıssası dahi Risale-i Nur’a ve şakirtlerine, kıssadan hisse almak noktasında bir derece bakıyor. Hususan Sûre-i Nur’dan âyâtü’n-nur, on parmakla Risale-i Nur’a baktığı gibi, arkasındaki âyet-i zulümat dahi
muarızlarına tam bakıyor ve ziyade hisse veriyor. Adeta o makam, cüz’iyetten çıkıp


[BILGI]Haşiye-1 Denizli Hapsinin meyvesine Onuncu Mesele olarak Emirdağı’nın ve bu Ramazan-ı Şerifin nurlu bir küçük çiçeğidir. Tekrarat-ı Kur’âniyenin bir hikmetini beyanla ehl-i dalâletin ufûnetli ve zehirli evhamlarını izale eder.[/BILGI]


Denizli Hapsi: (bk. bilgiler – Denizli)Emirdağ: (bk. bilgiler)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan, mu’cize olan Kur’ânRamazan-ı Şerif: şerefli Ramazan ayı
Sûre-i Nur: Kur’ân-ı Kerimin 24. sûresi olan Nur Sûresiaziz: çok değerli, izzetli
beyan: açıklamacihet: taraf, yön
cüz’iyet: fertlik, bireysellikderc etmek: yerleştirmek, içine koymak
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimselerevham: kuruntular, şüpheler
gayet: son derecehakikat: doğru, gerçek
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hususan: bilhassa, özelliklehüccet: kesin delil
ibadet-i tefekküriye: tefekkür ibadetiibare: ifade
izale etmek: gidermek, ortadan kaldırmaki’câz: mu’cizelik yönü
kat’î: kesin bir şekildekudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, mukaddes
kıssa: ibretli hikâye, anlatımletâfet: hoşluk, güzellik
libas: elbisemaatteessüf: ne yazık ki
muarız: karşı gelenmuktedir olmak: güç yetirmek, yapabilmek
mukàbil: karşılıkmücmel: kısa, özet
münasip: uygunmüteaddit: bir çok, çeşitli
müşevveş: dağınık, karışık, düzensiznevi: tür, çeşit
sadef: inci kabuğusıddık: çok doğru ve sadık
sıdk: doğruluktekrarat: tekrarlar
tekrarat-ı Kur’aniye: Kur’ân’daki tekrarlarufûnet: pis koku, kokuşmuşluk
ziyade: çok, fazlaâyet-i zulümat: dalâlet ve inkâr karanlıklarında bulunan kâfirlerin durumunu açıklayan Nur Sûresinin 39. ve 40. âyetleri
âyâtü’n-nur: nur âyetleri; Cenâb-ı Hakkın Nûr isminin tecellileri ve mü’minlerin durumlarından bahseden Nur Sûresinin 35, 36, 37 ve 38. âyetlerişakirt: öğrenci
şuâ: ışık, parıltı
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şua -sayfa 320

külliyet kesb eder. Ve bu asırda o küllînin tam bir ferdi Risale-i Nur ve şakirtleridir diye hissettim.
Evet, Kur’ân’ın hitabı, evvelâ Mütekellim-i Ezelînin rububiyet-i âmmesinin geniş makamından, hem nev-i beşer, belki kâinat namına muhatap olan zâtın geniş makamından, hem umum nev-i beşer ve benî Âdemin bütün asırlarda irşadlarınıngayet vüs’atli makamından, hem dünya ve âhiretin, arz ve semâvâtın, ezel ve ebedin ve Hâlık-ı Kâinatın rububiyetine ve bütün mahlûkatın tedbirine dairkavânin-i İlâhiyenin gayet yüksek ihatalı beyanatının geniş makamından aldığıvüs’at ve ulviyet ve ihâta cihetiyle, o hitap öyle bir yüksek i’câz ve şümûl gösterir ki, ders-i Kur’ân’ın, muhataplarından en kesretli taife olan tabaka-i avâmın basitfehimlerini okşayan zâhirî ve basit mertebesi dahi, en ulvî tabakayı da tam hissedar eder. Güya kıssadan yalnız bir hisse ve bir hikâye-i tarihiyeden bir ibret değil, belki bir küllî düsturun efradı olarak her asra ve her tabakaya hitap ederek taze nazil oluyor. Ve bilhassa çok tekrarla اَلظَّالِمِينَ.. اَلظَّالِمِينَ.. deyip tehditleri ve zulümlerinin cezası olan musibet-i semâviye ve arziyeyi şiddetle beyanı, bu asrın emsalsiz zulümlerine, kavm-i Âd ve Semûd ve Fir’avunun başlarına gelen azaplarla baktırıyor. Ve mazlum ehl-i imana, İbrahim ve Mûsâ Aleyhimesselâm gibi enbiyanın necatlarıyla tesellî veriyor.
Evet, nazar-ı gaflet ve dalâlette vahşetli ve dehşetli bir ademistan ve elîm ve mahvolmuş bir mezaristan olan bütün geçmiş zaman ve ölmüş karnlar ve asırlar, canlı birer sahife-i ibret ve baştan başa ruhlu, hayattar bir acip âlem ve mevcut


Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsunFir’avun: (bk. bilgiler)
Hâlık-ı Kâinat: evreni ve içindeki herşeyi yaratan AllahMûsâ (a.s.): (bk. bilgiler)
Mütekellim-i Ezelî: ezelî kelâm sıfatına sahip olan ve konuşması, hiçbir varlığın konuşmasına benzemeyen AllahSemûd: [bk. bilgiler – Salih (a.s.)]
acip: hayret verici, şaşırtıcıademistan: yokluk ülkesi, yeri
arz: dünyabenî Adem: Âdemoğulları, insanlar
beyan: açıklamabeyanat: açıklamalar
bilhassa: özelliklecihet: taraf, yön
dehşetli: korkunç, ürkütücüders-i Kur’ân: Kur’ân dersi
düstur: kâide, kuralefrad: fertler, bireyler
ehl-i iman: iman edenler, mü’minlerelîm: acıklı, üzücü
emsalsiz: benzersizenbiya: nebiler, peygamberler
ezel ve ebed: başlangıcı ve sonu olmama, öncesizlik ve sonsuzlukfehim: anlayış, kavrayış
gayet: son derecegüya: sanki
hayattar: canlıhikâye-i tarihiye: tarihî hikâye
ihata: kapsama, kuşatmairşad: doğru yol gösterme
i’câz: mu’cize oluşkarn: asır, çağ
kavm-i Âd: [bk. bilgiler – Hûd (a.s.)]kavânin-i İlâhiye: İlâhî kanunlar
kesb etmek: kazanmakkesretli: çok, fazla
külliyet: tür hâlinde olma, cins hâline gelme; türsellikküllî: fertlerden oluşan topluluk, tür, cins
kıssa: ibretli hikâyemahlûkat: yaratılmışlar
mazlum: zulme uğramışmevcut: var
mezaristan: mezarlıkmuhatap: hitap edilen
musibet-i semâviye ve arziye: gökten ve yerden gelen musibetler, felâketler—sel ve deprem gibinam: ad
nazar-ı gaflet ve dalâlet: iman hakikatlerine karşı duyarsız davranan ve hak yoldan sapanların bakışınecat: kurtuluş
nev-i beşer: insanlık türü, insanlarnâzil olmak: inmek
rububiyet/rububiyet-i âmme: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasısahife-i ibret: ibret sayfası
semavat: göklertabaka-i avâm: halk tabakası
taife: grup, topluluktedbir: idare etme, önlem olarak yönetme
ulviyet: yücelik, yükseklikulvî: yüksek
umum: bütünvahşet: ürküntü, korku
vüs’at: genişlikzâhirî: görünürde
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayatİbrahim (a.s.): (bk. bilgiler)
şakirt: öğrencişümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 321

ve bizimle münasebetdar bir memleket-i Rabbâniye sûretinde, sinema perdeleri gibi kâh bizi o zamanlara, kâh o zamanları yanımıza getirerek her asra ve her tabakaya gösterip yüksek bir i’câz ile dersini veren Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, aynıi’câz ile, nazar-ı dalâlette câmid, perişan, ölü, hadsiz bir vahşetgâh olan ve firakve zevâlde yuvarlanan bu kâinatı bir kitab-ı Samedânî, bir şehr-i Rahmânî, birmeşher-i sun’-i Rabbânî olarak o câmidâtı canlandırarak birer vazifedar suretinde birbiriyle konuşturup ve birbirinin imdadına koşturup nev-i beşere ve cin ve meleğe hakikî ve nurlu ve zevkli hikmet dersleri veren bu Kur’ân-ı Azîmüşşanelbette her harfinde on ve yüz ve bazen bin ve binler sevap bulunması; ve bütüncin ve ins toplansa onun mislini getirememesi; ve bütün benî Âdemle ve kâinatla tam yerinde konuşması; ve her zaman milyonlar hâfızların kalblerinde zevkle yazılması; ve çok tekrarla ve kesretli tekraratıyla usandırmaması; ve çok iltibasyerleri ve cümleleriyle beraber çocukların nazik ve basit kafalarında mükemmel yerleşmesi; ve hastaların ve az sözden müteessir olan ve sekeratta olanların kulağında mâ-i zemzem misillü hoş gelmesi gibi kudsî imtiyazları kazanır. Ve ikicihanın saadetlerini kendi şakirtlerine kazandırır.

Ve tercümanın ümmiyet mertebesini tam riayet etmek sırrıyla, hiçbir tekellüf ve hiçbir tasannu ve hiçbir gösterişe meydan vermeden selâset-i fıtriyesini ve doğrudan doğruya semadan gelmesini ve en kesretli olan tabaka-i avâmın basitfehimlerini tenezzülât-ı kelâmiye ile okşamak hikmetiyle, en ziyade sema ve arzgibi en zâhir ve bedihî sahifeleri açıp o âdiyat altındaki hârikulâde mu’cizat-ı kudretini ve mânidar sutûr-u hikmetini ders vermekle lûtf-u irşadda güzel bir i’cazgösterir.


Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şeref sahibi Kur’ânKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan, mu’cize olan Kur’ân
arz: dünyabedihî: açık, aşikâr
benî Adem: Âdemoğulları, insanlarcihan: dünya
cin ve ins: cinler ve insanlarcâmid: cansız
câmidât: cansız varlıklarfehim: anlayış, kavrayış
firak: ayrılıkhadsiz: sınırsız
hakikî: gerçekhikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hâfız: Kur’ân’ı ezberlemişhârikulâde: olağanüstü
iltibas: karıştırmaimdad: yardım
imtiyaz: ayrıcalık, seçkinliki’caz: mu’cizelik
kesretli: çoğunluktakitab-ı Samedânî: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın kitabı, kâinat
kudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, mukaddeskâh: bazan
kâinat: evren, yaratılan herşeylûtf-u irşad: doğru yolu gösterme lütfu, nimeti
memleket-i Rabbâniye: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın mülkü, memleketimertebe: derece
meşher-i sun’-i Rabbânî: herşeyi terbiye eden Allah’ın san’at eserlerinin sergilendiği yer, kâinatmisillü: gibi
misl: benzermu’cizât-ı kudret: Allah’ın kudret mu’cizeleri
mâ-i zemzem: zemzem suyumânidar: anlamlı
münasebettar: ilgili, bağlantılımüteessir: etkilenen, tesir altında kalan
nazar-ı dalâlet: hak yoldan sapmış, inançsızlık bakışınev-i beşer: insanlar
riayet etmek: uymaksaadet: mutluluk
sekerat: ölüm sarhoşluğu, can çekişme haliselâset-i fıtriye: doğal bir akıcılık
sema: göksuret: biçim, görünüş
sutûr-u hikmet: hikmet satırlarıtabakat-ı avâm: halk tabakası
tasannu: yapmacıktekellüf: zahmet, meşakkat
tekrarat: tekrarlartenezzülât-ı kelâmiye: sözün muhatapların seviyelerine uygun olarak ayarlanması
vahşetgâh: ürkütücü yervazifedar: görevli
zevâl: geçicilik, yoklukziyade: çok, fazla
zâhir: açık, görünenâdiyat: alışılmış şeyler
ümmiyet: okuma yazma bilmemeşakirt: öğrenci
şehr-i Rahmânî: rahmet ve merhameti sınırsız olan Allah’ın şehri, kâinat
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 322

Tekrarı iktiza eden dua ve dâvet ve zikir ve tevhid kitabı dahi olduğunu bildirmek sırrıyla, güzel, tatlı tekraratıyla birtek cümlede ve birtek kıssada ayrı ayrı çok mânâları, ayrı ayrı muhatap tabakalarına tefhim etmekte ve cüz’î ve âdibir hâdisede en cüz’î ve ehemmiyetsiz şeyler dahi nazar-ı merhametinde ve daire-i tedbir ve iradesinde bulunmasını bildirmek sırrıyla tesis-i İslâmiyette ve tedvin-i şeriatta Sahabelerin cüz’î hâdiselerini dahi nazar-ı ehemmiyete almasında, hemküllî düsturların bulunması, hem umumî olan İslâmiyetin ve şeriatın tesisinde ocüz’î hâdiseler, çekirdekler hükmünde çok ehemmiyetli meyveleri verdiklericihetinde de bir nevi i’câz gösterir.

Evet, ihtiyacın tekerrürüyle tekrarın lüzumu haysiyetiyle, yirmi sene zarfında pek çok mükerrer suallere cevap olarak ayrı ayrı çok tabakalara ders veren ve kocakâinatı parça parça edip kıyamette şeklini değiştirerek, dünyayı kaldırıp onun yerine azametli âhireti kuracak ve zerrattan yıldızlara kadar bütün cüz’iyat vekülliyatı tek bir Zâtın elinde ve tasarrufunda bulunduğunu ispat edecek ve kâinatı ve arz ve semâvâtı ve anâsırı kızdıran ve hiddete getiren nev-i beşerin zulümlerine, kâinatın netice-i hilkati hesabına gazab-ı İlâhîyi ve hiddet-i Rabbâniyeyi gösterecek hadsiz, harika ve nihayetsiz, dehşetli ve geniş bir inkılâbıntesisinde, binler netice kuvvetinde bazı cümleleri ve hadsiz delillerin neticesi olan bir kısım âyetleri tekrar etmek, değil bir kusur, belki gayet kuvvetli bir i’caz vegayet yüksek bir belâğat ve mukteza-yı hâle gayet mutabık bir cezâlettir, birfesâhattir.

Meselâ, birtek âyet iken yüz on dört defa tekrar edilen Bismillâhirrahmânirrahîmcümlesi, Risale-i Nur’un On Dördüncü Lem’asında beyan edildiği gibi, Arşı ferş ile bağlayan ve kâinatı ışıklandıran ve her dakika herkes ona muhtaç


Arş: göğün en yüksek katı; Cenâb-ı Hakkın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecellî ettiği yerBismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla
Sahabe: Hz. Peygamber’i (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan giden Müslümanlaranâsır: unsurlar, elementler
arz: dünyaazametli: büyük
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesibeyan etmek: açıklamak
cezâlet: akıcı ve güçlü ifade, güzel anlatımcihet: şekil, yön
cüz’iyat: ferdî, küçük şeylercüz’î: ferdî, az, küçük
daire-i tedbir: tedbir, idare ve yönetim dairesidehşetli: korkunç, ürkütücü
düstur: kâide, kuralehemmiyetli: önemli
ferş: yerfesâhat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması
gayet: son derecegazab-ı İlâhî: Allah’ın gazabı, kahrı
hadsiz: sınırsızhaysiyetiyle: özelliğiyle
hiddet-i Rabbâniye: Rab olan Allah’ın hiddeti, gazabıiktiza etmek: gerektirmek
inkılâb: değişim, dönüşümi’câz: mu’cize oluş
kâinat: evren, yaratılan herşeykülliyât: türler, cinsler, kapsamlı varlıklar
küllî: büyük, kapsamlıkıssa: ibretli hikâye
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması, kâinatın ölümünden sonra, bütün ölülerin dirilip ayağa kalkmaları, mahşerde toplanmalarımuhatap: hitap edilen
mukteza-yı hâl: hâlin gereğimutabık: uygun
mükerrer: tekrar tekrar, defalarcanazar-ı ehemmiyete almak: dikkate almak, önemsemek
nazar-ı merhamet: merhametli bakışnetice-i hilkat: yaratılış neticesi
nev-i beşer: insanlarnevi: tür
nihayetsiz: sınırsız, sonsuzsemavat: gökler
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetmetedvin-i şeriat: İslâmî hükümlerin bir araya getirilmesi, yazılması
tefhim etmek: anlatmaktekerrür: tekrarlanma
tekrarat: tekrarlartesis: kurma, yerleştirme
tesis-i İslâmiyet: İslâmiyetin yapılandırılmasıtevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
umumî: genel, herkese aitzarfında: içinde
zerrat: zerreler, atomlarâdi: basit, kıymetsiz
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 323

olan öyle bir hakikattir ki, milyonlar defa tekrar edilse yine ihtiyaç var. Değil yalnız ekmek gibi hergün, belki hava ve ziya gibi her dakika ona ihtiyaç ve iştiyakvardır.
Hem meselâ, Sûre-i طٰسۤمۤ de sekiz defa tekrar edilen şu
blank.gif
1 إِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُâyeti, o sûrede hikâye edilen peygamberlerin necatlarını ve kavimlerinin azaplarını, kâinatın netice-i hilkati hesabına ve rububiyet-i âmmenin nâmına o binler hakikat kuvvetinde olan âyeti tekrar ederek izzet-i Rabbâniye, o zâlim kavimlerin azabını ve rahîmiyet-i İlâhiye dahi enbiyanın necatlarını iktiza ettiğini ders vermek için binler defa tekrar olsa yine ihtiyaç ve iştiyak var ve i’cazlı, îcazlı bir ulvî belâğattır.

Hem meselâ, Sûre-i Rahmân’da tekrar edilen
blank.gif
2 فَبِأَىِّ اٰلاَءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ âyeti ile Sûre-i Mürselât’ta
blank.gif
3 وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ âyeti, cin ve nev-i beşerin, kâinatı kızdıran ve arz ve semâvâtı hiddete getiren ve hilkat-ı âlemin neticelerini bozan ve haşmet-i saltanat-ı İlâhiyeye karşı inkâr ve istihfafla mukabele eden küfür ve küfranlarını ve zulümlerini ve bütün mahlûkatın hukuklarına tecavüzlerini asırlara ve arz vesemâvâta tehditkârâne haykıran bu iki âyet, böyle binler hakikatlerle alâkadar ve binler mesele kuvvetinde olan bir ders-i umumîde binler defa tekrar edilse yine lüzum var ve celâlli bir îcaz ve cemâlli bir i’câz-ı belâğattır.

Hem meselâ, Kur’ân’ın hakiki ve tam bir nevi münâcâtı ve Kur’ân’dan çıkan bir çeşit hülâsası olan Cevşenü’l-Kebîr namındaki münâcât-ı Peygamberîde (a.s.m.) yüz defa



[BILGI]Dipnot-1 “Rabbin ise, şüphesiz ki, kudreti herşeye galip olan ve rahmeti herşeyi kuşatan Allah’tır.” Şuarâ Sûresi, 26:9.

Dipnot-2 “Ey insanlar ve cinler, Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?” Rahmân Sûresi, 55:13.

Dipnot-3 “Yazıklar olsun o gün yalanlayanlara!” Mürselât Sûresi, 77:15.[/BILGI]


Cevşenü’l-Kebir: büyük zırh anlamında Peygamberimize vahiyle gelen büyük ve önemli bir duaSûre-i Mürselât: Kur’ân-ı Kerimin 77. sûresi
Sûre-i Rahmân: Kur’ân-ı Kerimin 55. sûresialâkadar: alâkalı, ilgili
arz: dünyabelâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
celâl: büyüklük, haşmet, yücelikcemâl: sonsuz güzellik
ders-i umumî: genel dersenbiya: nebiler, peygamberler
haşmet-i saltanat-ı İlâhiye: Allah’ın saltanatının ihtişamı ve görkemihilkat-i âlem: âlemin yaratılışı
hülâsa: öz, özet, esasiktiza etmek: gerektirmek
istihfaf: hafife alma, küçük görmeizzet-i Rabbâniye: Rab olan Allah’ın haysiyeti, şeref ve yüceliği
iştiyak: arzu, isteki’câz: mu’cizelik özelliği
i’câz-ı belâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesindeki mu’cizelikkâinat: evren, yaratılan herşey
küfran: iyilik bilmeme, nankörlükmahlukât: yaratılmışlar
mukabele etmek: karşılık vermekmünâcât: Allah’a yakarış, dua
münâcât-ı Peygamberî: Peygamberimizin Allah’a olan yakarışı, duasınam: ad
necat: kurtuluşnetice-i hilkat: yaratılışın gayesi
nev-i beşer: insan türü, insanlarnevi: tür
rahîmiyet-i İlâhîye: Allah’ın şefkat ve merhameti ediciliğirububiyet-i âmme: umumî Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
semâvât: göklertehditkârane: tehdit ederek
ulvî: yüce, yüksekîcaz: az sözle çok mânâlar anlatma
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 324

سُبْحَانَكَ يَا لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ اَنْتَ اْلاَمَانُ اْلاَمَانُ خَلِّصْنَا، اَجِرْنَا، نَجِّنَا مِنَ النَّارِ
blank.gif
1

cümlesinin tekrarında, tevhid gibi kâinatça en büyük hakikat ve mahlûkatınrububiyete karşı tesbih ve tahmid ve takdis gibi üç muazzam vazifesinden enehemmiyetli vazifesi ve şekavet-i ebediyeden kurtulmak gibi nev-i insanın endehşetli meselesi ve ubudiyet ve acz-i beşerin en lüzumlu neticesi bulunmasıcihetiyle, binler defa tekrar edilse yine azdır.

İşte tekrarat-ı Kur’âniye bu gibi metin esaslara bakıyor. Hattâ bazen bir sahifedeiktiza-yı makam ve ihtiyac-ı ifham ve belâğat-ı beyan cihetiyle yirmi defa sarîhanve zımnen tevhid hakikatini ifade eder; değil usanç, belki kuvvet ve şevk ve halâvet verir. Risalei’n-Nur’da, tekrarat-ı Kur’âniye ne kadar yerinde ve münasipve belâğatça makbul olduğu, hüccetleriyle beyan edilmiş.
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın Mekkiye sûreleriyle, Medine sûreleri belâğatnoktasında ve i’caz cihetinde ve tafsil ve icmal vechinde birbirinden ayrı olmasının sırrı ve hikmeti şudur ki:

Mekke’de, birinci safta muhatap ve muarızları, Kureyş müşrikleri ve ümmîleri olduğundan, belâğatça kuvvetli bir üslûb-u âlî ve i’cazlı, muknî, kanaat verici biricmal; ve tespit için tekrar lâzım geldiğinden, ekseriyetçe Mekkiye sûreleri erkân-ı imaniyeyi ve tevhidin mertebelerini gayet kuvvetli ve yüksek ve i’cazlı bir îcaz ile ifade ve tekrar ederek, mebde’ ve meâdı, Allah’ı ve âhireti, değil yalnız bir sahifede, bir âyette, bir cümlede, bir kelimede, belki bazan bir harfte ve


[BILGI]Dipnot-1 “Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize imdat etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden ve Cehennemden halâs et, kurtar ve bize necat ver ."[/BILGI]


Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan, mu’cize olan Kur’ânMedine: (bk. bilgiler)
Mekke: (bk. bilgiler)Mekkiye sûreler: Mekke’de inen sûreler
acz-i beşer: insanın âcizliğibelâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
belâğat-ı beyan: açıklama ve ifadenin yerine ve hedefine ulaşmasıbeyan etmek: açıklamak
cihet: şekil, yöndehşetli: korkunç, ürkütücü
ehemmiyetli: önemliekseriyetle: çoğunlukla
erkân-ı imaniye: imanın esasları, şartlarıgayet: son derece
hakikat: doğru, gerçekhikmet: gaye, fayda, sır; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hüccet: kesin delilicmal: kısaca, özet olarak
ihtiyac-ı ifham: meselenin anlaşılmasına olan ihtiyaçiktizâ-yı makam: makamın gereği
i’caz: mu’cize oluşkâinat: evren, yaratılan herşey
mahlûkat: yaratılmışlarmakbul olmak: kabul görmek
mebde’: başlangıçmertebe: derece
meâd: âhiret, dönülecek yermuarız: karşı gelen
muazzam: azametli, çok büyükmuhatap: hitap edilen
muknî: ikna edicimünasip: uygun
müşrik: Allah’a ortak koşannev-i insan: insan türü, insanlık
rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasısarîhan: açıklıkla
tafsil: ayrıntıtahmid: Allah’ı övme ve Ona şükürlerini sunma
takdis: Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutmatekrarat-ı Kur’âniye: Kur’ân’daki tekrarlar
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmatevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
ubûdiyet: Allah’a kullukvech: yön
zımnen: gizlice, dolaylı olarakâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
îcaz: az sözle çok mânâlar anlatmaümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
üslûb-u âlî: yüksek ifade tarzışekavet-i ebediye: sonsuz sıkıntı, mutsuzluk
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 325

takdim, tehir ve târif ve tenkir ve hazf ve zikir gibi heyetlerde öyle kuvvetli ispat eder ki, ilm-i belâğatın dâhî imamları hayretle karşılamışlar. Risalei’n-Nur ve bilhassa Kur’ân’ın kırk vech-i i’câzını icmalen ispat eden Yirmi Beşinci Sözzeyilleriyle beraber ve Kur’ân’ın nazmındaki vech-i i’câzı hârika bir tarzda beyanispat eden Arabî Risalei’n-Nur’dan İşârâtü’l-İ’câz tefsiri bilfiil göstermişler ki, Mekkî olan sûre ve âyetlerde en âlî bir üslûb-u belâğat ve en yüksek bir i’câz-ı îcâzî vardır.

Amma, Medîne sûre ve âyetlerde, birinci safta muhatap ve muarızlar; Allah’ı tasdik eden Yahudi ve Nasârâ gibi ehl-i kitap olduğundan, mukteza-yı belâğat veirşad ve mutabık-ı makam ve halin lüzumundan sade ve vâzıh ve tafsilli bir üslûpla ehl-i kitaba karşı dinin yüksek usûlünü ve imanın rükünlerini değil, belki medar-ı ihtilaf olan şeriatın ve ahkâmın ve teferruatın ve küllî kanunların menşeleri ve sebepleri olan cüz’iyatın beyanı lâzım geldiğinden, o Medîne sûre ve âyetlerde, ekseriyetçe tafsil ve izah ve sade üslûpla beyanat içinde, Kur’ân’a mahsusemsalsiz bir tarz-ı beyanla, birden o cüz’î teferruat hâdisesi içinde yüksek, kuvvetli bir fezleke, bir hâtime, bir hüccet ve o cüz’î hâdise-i şer’iyeyiküllîleştiren ve imtisâlini iman-ı billâh ile temin eden bir cümle-i tevhidiye ve esmâiye ve uhreviyeyi zikreder, o makamı nurlandırır, ulvîleştirir, küllîleştirir.
Risale-i Nur, âyetlerin âhirlerinde ekseriyetle gelen
إِنَّ اللهَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
blank.gif
1 إِنَّ اللهَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ
blank.gif
2



[BILGI]Dipnot-1 “Muhakkak ki Allah herşeye hakkıyla kàdirdir.” Bakara Sûresi, 2:20.

Dipnot-2 “Şüphesiz ki Allah herşeyi hakkıyla bilir.” Ankebut sûresi, 29:62.

[/BILGI]

Arabî: ArapçaMedeniye sûre ve âyetler: Medine’de inen sûre ve âyetler
Mekkiye sûre: Mekke’de inen sûreahkâm: hükümler
beyan: açıklamabeyanat: açıklamalar
bilfiil: fiilen, gerçektebilhassa: özellikle
cümle-i tevhidiye ve esmâiye ve uhreviye: Allah’ın birliği ve esmâsı ve âhiretle ilgili cümlecüz’iyat: küçük ve ferdî şeyler
cüz’î hâdise-i şer’iye: şeriatın ferdî, bireysel meselesi, olayıcüz’î teferruat: küçük ayrıntılar
ehl-i kitap: Allah’ın varlığına inanan Hıristiyan ve Yahudilerekseriyetle: çoğunlukla
emsalsiz: benzersizferdî: bireysel, küçük
fezleke: hülasa, özhazf: (Ar. gr.) bir maksat gözeterek bir mânâyı ifade eden kelimeyi zikretmeyip işaret yoluyla göstermek
hâtime: sonuç, son bölümhüccet: kesin delil, kanıt
icmalen: kısaca, özetleilm-i belâğat: belâğat ilmi
iman-ı billâh: Allah’a imanimtisal: emre uyma, boyun eğme
irşad: doğru yolu göstermeizah: açıklama
i’câz-ı îcâzî: az sözle çok şey ifade etme mu’cizesiküllî: büyük, kapsamlı
küllîleştirmek: umumîleştirmek, kapsayıcı hâle getirmekmedar-ı ihtilaf: uyuşmazlık sebebi
menşe: kaynak, esasmuarız: karşı gelen
muhatap: hitap edilenmukteza-yı belâğat: belâğatın gereği
mutabık-ı makam: sözün konumuna uygunnazm: diziliş, tertip
tafsil: ayrıntıtakdim: yüklemi öne alma, öne geçirme
tarif: (Ar. gr.) marife yapma; tanımlama; bir amaca binaen bir ismi belirlilik anlamı katan eliflâm takısı ile birlikte zikretmektarz-ı beyan: açıklama biçimi
teferruat: ayrıntılartefsir: açıklama, yorum
tehir: özneyi sonraya bırakmatemin etmek: sağlamak
tenkir: (Ar. gr.) nekre yapma; belirsiz kılma; bir amaca binaen bir ismi belirlilik anlamı veren eliflâm takısı ile birlikte zikretmemekuhreviye: âhiretle ilgili
ulvîleştirmek: yüceltmek, yükseltmekusul: temel prensipler
vech-i i’câz: mu’cizelik yönüvâzıh: açık, aşikâr
zeyil: ilâve, ekâhir: son
âlî: yüce, yükseküslûb-u belâğat: belâğat üslûbu, tarzı
şeriat: Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 326

وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
blank.gif
1
وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
blank.gif
2
gibi tevhidi ve âhireti ifade eden fezlekeler ve hâtimelerde ne kadar yüksek birbelâğat ve meziyetler ve cezâletler ve nükteler bulunduğunu, Yirmi Beşinci Sözün İkinci Şûlesinin İkinci Nurunda o fezleke ve hâtimelerin pek çok nüktelerinden vemeziyetlerinden on tanesini beyan ederek, o hülâsalarda bir mu’cize-i kübrâbulunduğunu muannidlere de ispat etmiş.
Evet, Kur’ân, o teferruat-ı şer’iye ve kavânin-i içtimaiyenin beyanı içinde birdenmuhatabın nazarını en yüksek ve küllî noktalara kaldırıp, sade üslûbu bir ulvîüslûba ve şeriat dersinden tevhid dersine çevirerek, Kur’ân’ı, hem bir kitab-ı şeriat ve ahkâm ve hikmet, hem bir kitab-ı akîde ve iman ve zikir ve fikir ve dua ve dâvet olduğunu gösterip, her makamda çok makàsıd-ı irşadiye-i Kur’âniyeyi ders vermesiyle Mekkiye âyetlerin tarz-ı belâğatlarından ayrı ve parlak mu’cizânebir cezâlet izhar eder. Bazan iki kelimede, meselâ,
blank.gif
3 رَبُّ الْعَالَمِينَ ve
blank.gif
4رَبُّكَ de, رَبُّكَ tabiriyle ehadiyeti ve رَبُّ الْعَالَمِينَ ilevâhidiyeti bildirir, ehadiyet içinde vâhidiyeti ifade eder.

Hattâ bir cümlede, bir zerreyi bir gözbebeğinde gördüğü ve yerleştirdiği gibi, güneşi dahi aynı âyetle, aynı çekiçle göğün gözbebeğinde yerleştirir ve göğe bir göz yapar.
Meselâ,
blank.gif
5 خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَâyetinden sonra

blank.gif
6 يُولِجُ الَّيْلَ فِى النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِى اللَّيْلِ âyetinin akabinde




[BILGI]Dipnot-1 “Onun kudreti herşeye galiptir; O herşeyi hikmetle yapar.” Rum Sûresi, 30:27.

Dipnot-2 “Onun kudreti herşeye galiptir, O çok bağışlayıcıdır.” Rum Sûresi, 30:5.

Dipnot-3 “Âlemlerin Rabbi.”

Dipnot-4 “Rabbin.”

Dipnot-5 “Yeri ve göğü yaratan Odur.” Hadîd Sûresi, 57:4.

Dipnot-6 “O geceyi gündüze, gündüzü de geceye geçirir.” Hadîd Sûresi, 57:6.

[/BILGI]

Mekkiye âyetler: Mekke’de inen âyetlerahkâm: hükümler, kurallar
akabinde: devamındabelâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
beyan: açıklamacezâlet: güzel ve güçlü ifade
ehadiyet: Allah’ın birliğinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesifezleke: hülasa, öz
hikmet: ilim, yüksek bilgi; herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerine koyan ilimhâtime: sonuç, son bölüm
hülâsa: öz, özetizhar etmek: göstermek
kavânin-i içtimaiye: sosyal kanunlarkitab-ı akîde: inanç esaslarını ele alıp açıklayan kitap
kitab-ı şeriat: şeriat, kanun kitabıküllî: büyük, kapsamlı
makàsıd-ı irşadiye-i Kur’âniye: Kur’ân-ı Kerimin doğruluğu gösterme, uyarma maksatlarımeziyet: üstün özellik
muannid: inatçı, direnenmuhatab: hitap edilen
mu’cize-i kübrâ: büyük mu’cizemu’cizâne: mu’cizeli bir şekilde
nazar: bakış, dikkattabiriyle: ifadesiyle
tarz-ı belâğat: belâğat tarzıteferruat-ı şer’iye: şeriatın, İslâm hukuuknun fer’i meseleleri, detayları
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanmaulvî: yüce, yüksek
vâhidiyet: Allah’ın bütün varlıkları kaplayan birlik tecellisizerre: atom
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 327

وَهُوَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ der. Zemin ve göklerin haşmet-i hilkatinde kalbin dahi hâtırâtını bilir idare eder der, tarzında bir beyanat cihetiyleo sade ve ümmiyet mertebesini ve avâmın fehmini nazara alan basit ve cüz’îmuhavere, o tarz ile ulvî ve câzibedar ve umumî ve irşadkâr bir mükâlemeye döner.
Bir sual: “Bazen ehemmiyetli bir hakikat sathî nazarlara görünmediğinden ve bazı makamlarda cüz’î ve âdi bir hâdiseden yüksek bir fezleke-i tevhidi veya küllîbir düsturu beyan etmekte münasebet bilinmediğinden, bir kusur tevehhüm edilir. Meselâ, Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm kardeşini bir hile ile alması içinde
blank.gif
1 وَفَوْقَ كُلِّ ذِى عِلْمٍ عَلِيمٌdiye gayet yüksek bir düsturun zikribelâğatça münasebeti görünmüyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?”

Elcevap: Herbiri birer küçük Kur’ân olan ekser uzun sûrelerde ve mutavassıtlarda ve çok sahife ve makamlarda yalnız iki üç maksat değil, belki Kur’ân, mahiyeti hem bir kitab-ı zikir ve iman ve fikir, hem bir kitab-ı şeriat ve hikmet ve irşadgibi, çok kitapları ve ayrı ayrı dersleri tazammun ederek rububiyet-i İlâhiyenin herşeye ihatasını ve haşmetli tecelliyatını ifade etmek cihetiyle, kâinat kitab-ı kebîrinin bir nevi kıraati olan Kur’ân, elbette her makamda, hattâ bazen bir sahifede çok maksatları takiben marifetullahtan ve tevhidin mertebelerinden ve iman hakikatlerinden ders verdiği haysiyetiyle, öbür makamda, meselâ zâhircezayıf bir münasebetle başka bir ders açar ve o zayıf münasebete çok kuvvetlimünasebetler iltihak ederler, o makama gayet mutabık olur, mertebe-i belâğatı yükselir.



[BILGI]Dipnot-1 “Her bilenin üzerinde daha iyi bilen biri vardır.” Yûsuf Sûresi, 12:76.

[/BILGI]

Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsunHazret-i Yusuf: [bk. bilgiler – Yusuf (a.s.)]
avâm: halk tabakası, sıradan insanlarbelâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söylenmesi
beyan etmek: açıklamakbeyanat: açıklamalar
cihetiyle: yönüylecâzibedar: çekici
cüz’î: ferdî, küçük, bireyseldüstur: kâide, kural
ehemmiyetli: önemliekser: pek çok
fehm: anlama ve kavramafezleke-i tevhid: Allah’ın birliğini gösteren öz, cümle
gayet: son derecehakikat: doğru, gerçek
haysiyetiyle: özelliğiylehaşmet: görkem, ihtişam
haşmet-i hilkat: yaratılışın görkem ve heybetihikmet: ilim, fayda, gaye; herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde izah eden ilim
hâtırat: hâtıra gelen şeyler, içinden geçenlerihata: içine alma, kapsama
iltihak etmek: katılmakirşad: doğru yolu gösterme
irşadkâr: irşad eden, doğru yolu gösterenkitab-ı kebir: büyük kitap, kâinat
kitab-ı zikir: zikir kitabıkitab-ı şeriat: şeriat kitabı
kâinat: evren, yaratılan herşeyküllî: genel, kapsamlı
kıraat: okumamahiyet: asıl, esas, nitelik
marifetullah: Allah’ı bilme ve tanımamertebe: derece
mertebe-i belâğat: belâğat derecesimuhavere: karşılıklı konuşma
mutabık: uygunmutavassıt: orta; normal uzunluktaki sûreler
mükâleme: karşılıklıkonuşmamünasebet: bağlantı, ilişki
nazar: bakış, dikkatnazara almak: dikkate almak
nevi: türrububiyet-i İlâhiye: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
sathî: yüzeyseltazammun etmek: içermek, içine almak
tecelliyât: yansımalar, görüntülertevehhüm etmek: kuruntuya kapılmak, zannetmek
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanmaulvî: yüce, yüksek
umumî: genel, herkese aitzemin: yer
zâhirce: görünürdeâdi: sıradan, normal
ümmiyet: okuma yazma bilmeme
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 328

İkinci bir sual: “Kur’ân’da sarîhan ve zımnen ve işareten, âhiret ve tevhidi vebeşerin mükâfat ve mücâzâtını binler defa ispat edip nazara vermenin ve her sûrede, her sahifede, her makamda ders vermenin hikmeti nedir?”
Elcevap: Daire-i imkânda ve kâinatın sergüzeştine ait inkılâplarda ve emanet-i kübrayı ve hilâfet-i arziyeyi omuzuna alan nev-i beşerin şekavet ve saadet-iebediyeye medar olan vazifesine dair en ehemmiyetli, en büyük, en dehşetlimeselelerinden, en azametlilerini ders vermek ve hadsiz şüpheleri izale etmek vegayet şiddetli inkârları ve inatları kırmak cihetinde, elbette o dehşetli inkılâplarıtasdik ettirmek ve o inkılâplar azametinde büyük ve beşere en elzem ve en zarurimeseleleri teslim ettirmek için, Kur’ân, binler defa değil, belki milyonlar defa onlara baktırsa yine israf değil ki, milyonlar kere tekrarla o bahisler Kur’ân’da okunur, usanç vermez, ihtiyaç kesilmez. Meselâ,
اِنَّ الَّذِينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا اْلاَنْهَارُ...
blank.gif
1

âyetinin gösterdiği müjde-i saadet-i ebediye hakikati, bîçare beşere her dakika kendini gösteren hakikat-i mevtin, “Hem insanı, hem dünyasını, hem bütünahbabını idam-ı ebedîsinden kurtarıp ebedî bir saltanatı kazandırır” dediğinden milyarlar defa tekrar edilse ve kâinat kadar ehemmiyet verilse, yine israf olmaz, kıymetten düşmez.
İşte bu çeşit hadsiz kıymettar meseleleri ders veren ve kâinatı bir hane gibi değiştiren ve şeklini bozan dehşetli inkılâpları tesis etmekte iknaa ve inandırmaya ve ispata çalışan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, elbette sarîhan ve zımnen ve işaretenbinler defa o meselelere nazar-ı dikkati celbetmek, değil israf, belki ekmek, ilâç, hava ve ziya gibi birer hâcet-i zaruriye hükmünde ihsanını tazelendirir.



[BILGI]Dipnot-1 “İmân eden ve güzel işler yapanlar için ise, altından ırmaklar akan Cennetler vardır.” Bürûc Sûresi, 85:11.

[/BILGI]

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan, mu’cize olan Kur’ânahbab: dostlar, sevilenler
azamet: büyüklükbeşer: insan
bîçare: çaresizcelbetmek: çekmek
cihet: şekil, yöndaire-i imkân: varlığı da yokluğu da eşit olan daire, kâinat
dehşetli: korkunç, ürkütücüebedî: sonu olmayan, sonsuz
ehemmiyet vermek: önem vermekehemmiyetli: önemli
elzem: çok gerekliemanet-i kübrâ: en büyük emanet; Allah’ın insana emaneten verdiği benlik, akıl, bilinç ve dünya egemenliği
gayet: son derecehadsiz: sayısız, sınırsız
hakikat: doğru, gerçekhakikat-i mevt: ölüm gerçeği
hikmet: sebep, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasının esprisihilâfet-i arziye: yeryüzü halifeliği; yeryüzünde Allah’ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde, insana verilen görev
hâcet-i zaruriye: zorunlu ihtiyaçidam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
ihsan: bağış, ikraminkâr: inanmama, kabul etmeme
inkılâp: büyük değişim, dönüşümizale etmek: gidermek
işareten: işaret edilerekkâinat: evren, yaratılan herşey
kıymettar: kıymetli, değerlimedar: vesile, sebep
mücâzât: cezalandırmamüjde-i saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk müjdesi
nazar-ı dikkat: dikkatle bakışnazara vermek: dikkate vermek
nev-i beşer: insanlarsaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk
sarîhan: açıklıklasergüzeşt: serüven
tasdik: onaylama, doğrulamatesis etmek: kurmak, yapmak
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanmazarurî: zorunlu, mecburi
ziya: ışıkzımnen: gizlice, dolaylı olarak
âhiret: öteki dünya; öldükten sonraki sonsuz hayatşekavet: sıkıntı, mutsuzluk
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 329

Hem meselâ,
اِنَّ الْكَافِرِينَ
blank.gif
1 فِى نَارِ جَهَنَّمْ
blank.gif
2 وَالظَّالِمِينَ
blank.gif
3 لَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ
blank.gif
4

gibi tehdit âyetlerini Kur’ân gayet şiddet ve hiddetle ve gayet kuvvet ve tekrarla zikretmesinin hikmeti ise, Risale-i Nur’da kat’î ispat edildiği gibi, beşerin küfrü, kâinatın ve ekser mahlûkatın hukukuna öyle bir tecavüzdür ki, semâvâtı ve arzı kızdırıyor ve anâsırı hiddete getirip tufanlarla o zâlimleri tokatlıyor.
اِذَا اُلْقُوا فِيهَا سَمِعُوا لَهَا شَهِيقًا وَهِىَ تَفُورُ تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ
blank.gif
5

âyetinin sarahatiyle, o zâlim münkirlere Cehennem öyle öfkeleniyor ki, hiddetinden parçalanmak derecesine geliyor. İşte böyle bir cinayet-i âmmeye ve hadsiz bir tecavüze karşı beşerin küçüklük ve ehemmiyetsizliği noktasında değil, belkizâlimâne cinayetinin azametine ve kâfirâne tecavüzünün dehşetine karşı, Sultan-ı Kâinat kendi raiyetinin hukukunun ehemmiyetini ve o münkirlerin küfür ve zulmündeki nihayetsiz çirkinliğini göstermek hikmetiyle, fermanında gayet hiddet ve şiddetle o cinayeti ve cezasını değil bin defa, belki milyonlar ve milyarlarla tekrar etse, yine israf ve kusur değil ki, bin seneden beri yüzer milyon insanlar hergün usanmadan kemâl-i iştiyakla ve ihtiyaçla okurlar.

Evet, hergün, her zaman, herkes için bir âlem gider, taze bir âlemin kapısı kendine açılmasından, o geçici herbir âlemini nurlandırmak için ihtiyaç ve iştiyaklaLâ ilâhe illâllah cümlesini binler defa tekrar ile o değişen perdelere ve âlemlere herbirisine bir Lâ ilâhe illâllah’ı bir lâmba yaptığı gibi, öyle de, o kesretli, geçici perdeleri ve tazelenen seyyar kâinatları karanlıklandırmamak ve âyine-i hayatındain’ikâs eden suretlerini çirkinleştirmemek ve lehinde şahit olabilen o misafir vaziyetleri aleyhine çevirmemek için, o cinayetlerin cezalarını ve Padişah-ı Ezelînin şiddetli ve inatlarını kıran tehditlerini, her vakit Kur’ân’ı okumaklatahattur edip ve nefsin tuğyanından kurtulmaya çalışmak hikmetiyle, Kur’ân gayetmânidar tekrar eder. Ve bu derece kuvvet ve şiddet ve tekrarla tehdidat-ı

[BILGI]Dipnot-1 “Hiç şüphesiz kâfirler…” Nisâ Sûresi, 4:101.

Dipnot-2 “Cehennem ateşindedir.” Tevbe Sûresi, 9:35, 109.

Dipnot-3 “Ve zâlimler…” İnsan Sûresi, 76:31.

Dipnot-4 “Onlar için acı bir azap vardır.” İbrahim Sûresi, 14:22.

Dipnot-5 “Oraya atıldıklarında Cehennemin gürleyişini işitirler ki, kaynayıp duruyor. Neredeyse o Cehennem onlara olan öfkesinden parçalanacak!” Mülk Sûresi, 67:7-8.

[/BILGI]

Lâ ilâhe illâllah: Allah’tan başka ilâh yokturPadişah-ı Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan Padişah, Allah
Sultan-ı Kâinat: kâinatın sultanı olan Allahanâsır: unsurlar
arz: dünyaazamet: büyüklük
beşer: insancinayet-i âmme: umuma karşı işlenen cinayet
dehşet: korku, ürkmeehemmiyet: değer, önem
ekser: çoğunlukferman: buyruk, emir
gayet: son derecehadsiz: sayısız, sınırsız
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıin’ikas etmek: yansımak
iştiyak: arzu, istekkemâl-i iştiyak: tam bir istek ve arzu
kesretli: çoğunluktakâfirâne: kâfirce, inkâr ederek
mahlukât: yaratılmışlarmânidar: anlamlı
münkir: inkâr eden, inançsıznefis: insanı daima kötülüğe, hazır zevk ve isteklere sevk eden kuvvet
nihayetsiz: sınırsız, sonsuzsarahat: açıklık
semavat: göklerseyyar: gezen, dolaşan
suret: biçim, görünüştahattur: hatırlama
tuğyan: azgınlık, isyan ve inançsızlıkta çok ileri gitmezâlimâne: zalimce
âyine-i hayat: hayat aynası
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ- 330

Kur’âniyeyi hakikatsız tevehhüm etmekten, şeytan bile kaçar. Onları dinlemeyenmünkirlere Cehennem azabı ayn-ı adalettir, diye gösterir.
Hem meselâ, Asâ-yı Mûsâ gibi çok hikmetler ve faideleri bulunan kıssa-i Mûsâ’nın (a.s.) ve sair enbiyanın kıssalarını çok tekrarında, risalet-i Ahmediyenin (a.s.m.)hakkaniyetine bütün enbiyanın nübüvvetlerini hüccet gösterip, “Onların umumunu inkâr edemeyen, bu zâtın risaletini hakikat noktasında inkâr edemez” hikmetiyle; ve herkes her vakit bütün Kur’ân’ı okumaya muktedir ve muvaffak olamadığından, herbir uzun ve mutavassıt sûreyi birer küçük Kur’ân hükmüne getirmek için, ehemmiyetli erkân-ı imaniye gibi o kıssaları tekrar etmesi, değil israf, belki mukteza-yı belâğattır ve hâdise-i Muhammediye, bütün benî Âdemin en büyük hâdisesi ve kâinatın en azametli meselesi olduğunu ders vermektir.

Evet, Kur’ân’da Zât-ı Ahmediyeye en büyük makam vermek ve dört erkân-ı imaniyeyi içine almakla Lâ ilâhe illâllah rüknüne denk tutulan Muhammedun Resulullah risalet-i Muhammediye kâinatın en büyük hakikati ve zât-ı Ahmediyebütün mahlûkatın en eşrefi ve hakikat-i Muhammediye tabir edilen küllî şahsiyet-i mâneviyesi ve makam-ı kudsîsi, iki cihanın en parlak bir güneşi olduğuna ve bu hârika makama liyakatine dair pekçok hüccetleri ve emareleri, kat’î bir surette Risale-i Nur’da ispat edilmiş. Binden birisi şudur ki: Es-sebebu ke’l-fâil düsturuyla, bütün ümmetinin bütün zamanlarda işlediği hasenatın bir misli onun defter-i hasenatına girmesi ve bütün kâinatın hakikatlerini, getirdiği nurla nurlandırması, değil yalnız cin, ins, melek ve zîhayatı, belki kâinatı semâvât ve arzı minnettar eylemesi ve istidatlisanıyla nebatatın duaları ve ihtiyac-ı fıtrî diliyle


Asâ-yı Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu [bk. bilgiler – Mûsâ (a.s.)]Lâ ilâhe illâllah: Allah’tan başka ilâh yoktur
Muhammedun Resulullah: Muhammed Allah’ın resulüdürZât-ı Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) veli olan zâtı, kendisi
arz: dünyaayn-ı adalet: adaletin ta kendisi
azametli: büyükbenî Âdem: Âdemoğlu, insanoğlu
cihan: dünyacin ve ins: cinler ve insanlar
defter-i hasenat: sevaplar ve iyiliklerin kaydedildiği defterdüstur: kâide, kural
emare: belirti, işaretenbiya: nebiler, peygamberler
erkân-ı imaniye: imanın şartları, esaslarıes-sebebü ke’l-fâil: birşeye sebep olan onu yapan gibidir
eşref: en şerefli, en üstünhakikat: gerçek, doğru, esas
hakikat-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in hakikati, mânevî şahsiyetihakkaniyet: doğruluk, gerçekçilik
hasenat: iyilikler, güzelliklerhikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hâdise-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in olayı, peygamberliğihüccet: kesin delil, kanıt
ihtiyac-ı fıtrî: yaratılıştan gelen doğal ihtiyaçistidat: kàbiliyet, yetenek
kat’î: kesin bir şekildeküllî: büyük, kapsamlı
kıssa: ibretli hikâyekıssa-i Mûsâ: Hz. Musa’nın kıssası [bk. bilgiler – Mûsâ (a.s.)]
lisan: dilliyakat: lâyık olma
mahlûkat: yaratılmışlarmakam-ı kudsî: kutsal makam, derece
minnettar eylemek: nimetlendirerek, minnet altında bırakmakmisl: benzer
muktedir: gücü yeten, güç ve iktidar sahibimukteza-yı belâğat: belâğatın gereği
mutavassıt: orta derecede; orta uzunluktamuvaffak: başarılı
münkir: inkâr eden, inançsıznebâtât: bitkiler
nübüvvet: peygamberlikrisalet: elçilik, peygamberlik
risalet-i Ahmediye/risalet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in peygamberliğirükn: esas, şart
sair: diğer, başkasemavat: gökler
suret: biçim, şekiltehdidat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın tehditleri
tevehhüm etmek: kuruntuya kapılmak, zannetmekumum: bütün
zîhayat: canlı, hayat sahibişahsiyet-i mâneviye: mânevî kişilik
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 331

hayvanatın duaları, gözümüz önünde bilfiil kabul olmasının şehadetiyle, milyonlar, belki ruhanîlerle beraber milyarlar fıtrî ve reddedilmez duaları makbul olan sulehâ-yı ümmeti hergün o zâta salât ve selâm ünvanı ile rahmet duaları ve mânevî kazançlarını en evvel o zâta bağışlamaları ve bütün ümmetçe okunan Kur’ân’ın üç yüzbin hurufunun herbirisinde on sevaptan tâ yüz, tâ bin hasene ve meyve vermesinden, yalnız kıraat-i Kur’ân cihetiyle defter-i a’mâline hadsiz nurlar girmesihaysiyetiyle, o zâtın şahsiyet-i mâneviyesi olan hakikat-i Muhammediye (a.s.m.)istikbâlde bir şecere-i tûbâ-i Cennet hükmünde olacağını Allâmü’l-Guyûb bilmiş ve görmüş, o makama göre Kur’ân’ında o azîm ehemmiyeti vermiş ve fermanında onatebaiyeti ve sünnet-i seniyyesine ittibâ ile şefaatine mazhariyeti en ehemmiyetli birmesele-i insaniye göstermiş ve o haşmetli şecere-i tûbânın bir çekirdeği olanşahsiyet-i beşeriyetini ve bidayetteki vaziyet-i insaniyesini ara sıra nazara almasıdır.

İşte Kur’ân’ın tekrar edilen hakikatleri bu kıymette olduğundan, tekraratında kuvvetli ve geniş bir mu’cize-i mâneviye bulunmasına fıtrat-ı selime şehadet eder—meğer maddiyyunluk tâunuyla maraz-ı kalbe ve vicdan hastalığına müptelâ ola!
قَدْ يُنْكِرُ الْمَرْءُ ضَوْءَ الشَّمْسِ مِنْ رَمَدٍ وَيُنْكِرُ الْفَمُ طَعْمَ الْمَاۤءِ مِنْ سَقَمٍ
blank.gif
1

kaidesine dahil olur.
endOfSection.gif
endOfSection.gif



[BILGI]Dipnot-1 Bazan insan, göz hastalığından dolayı güneş ışığını inkâr eder. Ağzındaki hastalıktan dolayı da suyun tadını beğenmez.[/BILGI]


Allâmü’l-Guyûb: gaybı, görünmeyen şeyleri bilen Allahazîm: büyük, yüce
bidayet: başlangıçbilfiil: fiilen, gerçekte
cihet: şekil, yöndefter-i a’mâl: amel defteri
ehemmiyet: önemehemmiyetli: önemli
ferman: buyruk, emirfıtrat-ı selîme: bozulmamış yaratılış, karakter
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelenhadsiz: sayısız, sınırsız
hakikat: doğru, gerçekhakikat-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in hakikati, mânevî şahsiyeti
hasene: iyilik, sevaphaysiyetiyle: özelliğiyle
hayvanat: hayvanlarhaşmetli: büyük, ihtişamlı
huruf: harfleristikbâl: gelecek
ittibâ: tabi olma, uymakaide: düstur, prensip
kıraat-i Kur’an: Kur’ân’ı okumamaddiyyun: materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlar
makbul olmak: kabul görmekmaraz-ı kalb: kalbî hastalık
mazhariyet: ayna olma, görünme yerimesele-i insaniye: insanlık meselesi
mu’cize-i mâneviye: mânevî mu’cizemüptelâ olmak: bağımlı olmak, tutulmak
nazara almak: dikkate almakrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
salât: namazsulehâ-yı ümmet: ümmetin salih kişileri
sünnet-i seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensiplertebaiyet: tabi olma, uyma
tekrarat: tekrarlartâun: salgın ve ölümcül hastalık
vaziyet-i insaniye: insanlık vazifesi, görevişahsiyet-i beşeriyet: insanlık şahsiyeti, beşeri kişiliği
şahsiyet-i mâneviye: mânevî şahsiyetşecere-i tûbâ: tûba ağacı
şecere-i tûbâ-i Cennet: Cennetteki tûbâ ağacışehadet: şahitlik, tanıklık
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 332

Bu Onuncu Meseleye bir hâtime olarak iki haşiyedir:

Birincisi:

Bundan on iki sene evvel
blank.gif
1 işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık, Kur’ân’a karşı suikastını, tercümesiyle yapmaya başlamış ve demiş ki: “Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin.” Yani, lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş.

Fakat Risale-i Nur’un cerh edilmez hüccetleri kat’î ispat etmiş ki, Kur’ân’ın hakikîtercümesi kàbil değil, ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur’ân’ınmeziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez ve herbir harfi, on adetten bine kadar sevap veren kelimât-ı Kur’âniyenin mu’cizâne ve cemiyetli tabirlerinin yerini, beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz, onun yerinde camilerde okunmaz diye, Risale-i Nur her tarafta intişarıyla o dehşetli plânı akîm bıraktı. Fakat ozındıktan ders alan münafıklar, yine şeytan hesabına Kur’ân güneşini üflemekle söndürmeye aptal çocuklar gibi ahmakane ve divanecesine çalışmaları hikmetiyle, bana gayet sıkı ve sıkıcı ve sıkıntılı bir hâlette bu Onuncu Mesele yazdırıldı tahmin ediyorum. Başkalarıyla görüşemediğim için hakikat-ı hali bilemiyorum.

İkinci haşiye:
Denizli hapsinden tahliyemizden sonra, meşhur Şehir Otelinin yüksek katında oturmuştum. Karşımda güzel bahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikir tarzında gayet lâtif, tatlı bir surette hem kendileri, hem dalları, hem yaprakları havanın dokunmasıyla cezbekârâne ve câzibedârâne hareketle raksları, kardeşlerimin müfarakatlarından ve yalnız kaldığımdan hüzünlü ve gamlı kalbime ilişti. Birden güz ve kış mevsimi hatıra geldi ve bana bir gaflet bastı. Ben o kemâl-i neş’e ile cilvelenen o nâzenin kavaklara ve zîhayatlara o kadar acıdım ki, gözlerim yaşla doldu. Kâinatın süslü perdesi altındaki ademleri, firakları ihtar ve ihsasiyle kâinat dolusu firakların, zevâllerin hüzünleri başıma toplandı.


[BILGI]Dipnot-1 Bu risalenin telifinden on iki sene evvel.[/BILGI]

adem: hiçlik, yoklukahmakâne: ahmakça
akîm bırakmak: neticesiz, sonuçsuz bırakmakbeşer: insan
cem’iyetli: kapsamlıcerh etmek: çürütmek
cezbedârâne: kendinden geçerekcilve: görüntü, yansıma
câzibekârâne: cazibeli şekildecüz’î: ferdî, küçük, basit
dehşetli: korkunç, ürkütücüdivanecesine: delicesine
firak: ayrılıkgaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlık
gamlı: üzüntülühakikat-ı hal: durumun gerçek yönü
hakikî: gerçek, doğruhalka-i zikr: zikir halkası
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothâlet: durum, hal
hâtime: sonuç, son bölümhüccet: kesin delil
ihsas: hissettirmeihtar: hatırlatma, uyarı
intişar: yayılmakat’î: kesin bir şekilde
kelimât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın kelimelerikemâl-i neş’e: tam bir neşe ve sevinç
kesretli: çoğunluktalisan: dil
lisan-ı Arabî: Arap dili, Arapçalisan-ı nahvî: Arap dilinin bir vasfı; girift çok boyutlu cümle yapısı, intizam ve kaidelere bağlı olan belâğat dili
lâtif: tatlı, şirin, hoşmeziyet: üstün özellik
muannid: inatçı, direnenmuhafaza etmek: korumak
mu’cizane: mu’cizeli bir şekildemüfarakat: ayrılıklar
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsenâzenin: ince, narin, duyarlı
nükte: ince anlamlı sözraks: dans, oyun
suret: biçim, şekiltabir: açıklama, ifade
tahliye: serbest bırakma, bırakılmatekrarat: tekrarlar
zevâl: gelip geçicilikzîhayat: canlı, hayat sahibi
zındık: dinsiz
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 333

Birden, hakikat-i Muhammediyenin (a.s.m.) getirdiği nur imdada yetişti. O hadsizhüzünleri gamları, sürurlara çevirdi. Hattâ o nurun, herkes ve her ehl-i iman gibi benim hakkımda milyon feyzinden yalnız o vakitte o vaziyete temas eden imdat ve tesellîsi için, zât-ı Muhammediyeye (a.s.m.) karşı ebediyen minnettar oldum. Şöyle ki:
Ol nazar-ı gaflet, o mübarek nâzeninleri vazifesiz, neticesiz bir mevsimde görünüp, hareketleri neş’eden değil, belki güya ademden ve firaktan titreyerek hiçliğe düştüklerini göstermekle, herkes gibi bendeki aşk-ı bekà ve hubb-u mehâsin ve muhabbet-i vücût ve şefkat-i cinsiye ve alâka-i hayatiyeye medar olan damarlarıma o derece dokundu ki, böyle dünyayı bir mânevî cehenneme ve aklı bir tâzip âletine çevirdiği sırada, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın beşere hediye getirdiği nur perdeyi kaldırdı; idam, adem, hiçlik, vazifesizlik, abes, firak, fanilik yerinde, o kavakların herbirinin yaprakları adedince hikmetleri mânâları ve Risale-i Nur’da ispat edildiği gibi, üç kısma ayrılan neticeleri ve vazifeleri var diye gösterdi.

Birinci kısım: Sâni-i Zülcelâlin esmâsına bakar. Meselâ, nasılki bir usta, harika bir makineyi yapsa, onu takdir eden herkes o zâta “Mâşâallah, bârekâllah” deyip alkışlar. Öyle de, o makine dahi, ondan maksut neticeleri tam tamına göstermesiyle,lisan-ı haliyle ustasını tebrik eder, alkışlar. Her zîhayat ve herşey böyle bir makinedir; ustasını tebriklerle alkışlar.
İkinci kısım hikmetleri ise, zîhayatın ve zîşuurun nazarlarına bakar. Onlara şirin birmütalâagâh, birer kitab-ı marifet olur. Mânâlarını zîşuurun zihinlerinde ve suretlerinikuvve-i hafızalarında ve elvâh-ı misâliyede ve âlem-i gaybın defterlerinde daire-i vücutta bırakıp, sonra âlem-i şehadeti terk eder, âlem-i gayba çekilir. Demek, surî birvücudu bırakır, mânevî ve gaybî ve ilmî çok vücutları kazanır.
Evet madem Allah var ve ilmi ihâta eder. Elbette adem, idam, hiçlik, mahv,


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsunSâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atla yapan büyüklük ve haşmet sahibi Allah
abes: anlamsız, boşadem: hiçlik, yokluk
aşk-ı bekà: devamlı olarak var olma, kalıcı olma aşkıbârekâllah: “Allah ne mübarek yaratmış”
daire-i vücut: varlık dairesiebediyen: sonsuza dek
ehl-i iman: iman edenler, mü’minlerelvâh-ı misâli: misâlî levhalar, mânevî kopyalama tabloları
esmâ: Allah’ın isimlerifeyz: bereket, nimet
firak: ayrılıkgam: sıkıntı, üzüntü
gaybî: bilinmeyen, gayb âlemine aithadsiz: sayısız, sınırsız
hakikat-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in hakikati, mânevî şahsiyetihikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hubb-u mehâsin: güzellik sevgisiihâta etmek: içine almak, kapsamak
imdad: yardımkitab-ı marifet: Allah’ı tanıtan kitap
kuvve-i hafıza: bellek, hafıza duyusulisan-ı hâl: hal dili
mahv: yok olmamedar: dayanak noktası, eksen
mâşaallah: Allah dilemiş ve ne güzel yaratmışmübarek: bereketli, hayırlı
mütalâagâh: dikkatlice okuma ve inceleme yerinazar: bakış, dikkat
nazar-ı gaflet: hakikatten habersiz şekilde bakışnâzenin: ince, narin, duyarlı
suret: biçim, şekilsurî: dış görünüşe ait, görünüşte
sürur: mutluluk, sevinçtâzip: azap verme, cezalandırma
vücud: varlık, var oluşzât-ı Muhammediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, şahsiyeti
zîhayat: canlı, hayat sahibizîşuur: şuur sahibi, bilinçli
âlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlemâlem-i şehadet: görünen âlem, dünya
şefkat-i cinsiye: kendi cinsine olan şefkat
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 334

fena, hakikat noktasında, ehl-i imanın dünyasında yoktur. Ve kâfirlerin dünyalarıademle, firakla, hiçlikle, fânilikle doludur. İşte bu hakikati, umumun lisanında gezen bu gelen darb-ı mesel ders verip, der:

“Kimin için Allah var, ona herşey var. Ve kimin için yoksa, herşey ona yoktur, hiçtir.”
Elhasıl, nasıl ki, iman, ölüm vaktinde insanı idam-ı ebedîden kurtarıyor; öyle de, herkesin hususî dünyasını dahi idamdan ve hiçlik karanlıklarından kurtarıyor. Ve küfür ise, hususan küfr-ü mutlak olsa, hem o insanı, hem hususî dünyasını ölümle idam edip mânevî cehennem zulmetlerine atar, hayatının lezzetlerini acı zehirlere çevirir. Hayat-ı dünyeviyeyi âhiretine tercih edenlerin kulakları çınlasın! Gelsinler, buna ya bir çare bulsunlar veya imana girsinler, bu dehşetli hasârattan kurtulsunlar.
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
1


Duanıza çok muhtaç ve size çok müştak kardeşinizSaid Nursî
endOfSection.gif
endOfSection.gif


[BILGI]Dipnot-1 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz, Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.[/BILGI]


Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)adem: hiçlik, yokluk
darb-ı mesel: meşhur söz, atasözüdehşetli: korkunç, ürkütücü
ehl-i iman: iman edenler, mü’minlerelhasıl: kısaca, özetle
fena: geçicilik, ölümlülükfirak: ayrılık
fânilik: geçicilik, ölümlülükhakikat: doğru, gerçeklik
hasârat: zararlarhayat-ı dünyeviye: dünya hayatı
hususan: bilhassa, özelliklehususî: özel
idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluşküfr-ü mutlak: tam bir küfür, inkâr, hiçbir dinî meseleyi kabul etmeme
lisan: dilmüştak: arzulu, çok istekli
umum: genel
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayaf 335

Onuncu Mesele münasebetiyle
Hüsrev’in Üstadına Yazdığı Mektup

Çok sevgili Üstadım Efendim,

Cenâb-ı Hakka hadsiz şükürler olsun, iki aylık iftirak üzüntülerini ve muhaberesizlikıztıraplarını hafifleştiren ve kalblerimize taze hayat bahşeden ve ruhlarımıza yeni,sâfî bir nesîm ihdâ eden Kur’ân’ın celâlli ve izzetli, rahmetli ve şefkatli âyetlerindekitekraratın mehâsinini tâdâd eden, hikmet-i tekrarının lüzum ve ehemmiyetini izaheden ve Risale-i Nur’un bir harika müdafaası olan “Denizli Meyvesinin Onuncu Mes’elesi” namını alan Emirdağ Çiçeğini aldık. Elhak takdir ve tahsine çok lâyık olan bu çiçeği kokladıkça, ruhumuzdaki iştiyak yükseldi. Dokuz aylık hapis sıkıntısınamukàbil, Meyvenin Dokuz Meselesi nasıl beraatimize büyük bir vesile olmakla güzelliğini göstermişse, Onuncu Meselesi olan çiçeği de Kur’ân’ın îcazlı i’câzındaki harikaları göstermekle o nisbette güzelliğini göstermektedir.

Evet sevgili Üstadım, gülün çiçeğindeki fevkalâde letafet ve güzellik, ağacındaki dikenleri nazara hiç göstermediği gibi, bu nuranî çiçek de bize dokuz aylık hapis sıkıntısını unutturacak bir şekilde o sıkıntılarımızı da hiçe indirmiştir. Mütalâasına doyulmayacak şekilde kaleme alınan ve akılları hayrete sevk eden bu nuranî çiçek,muhtevî olduğu çok güzelliklerinden, bilhassa, Kur’ân’ın tercümesi sûretiyle nazar-ı beşerde âdileştirilmek ihanetine mukàbil, o tekraratın kıymetini tam göstermekle Kur’ân’ın cihandeğer ulviyetini meydana koymuştur. Sâliklerinin her asırdafevkalâde bir metanetle sarılmalarıyla ve emir ve nehyine tamamen inkıyadetmeleriyle, güya yeni nazil olmuş gibi tazeliği ispat edilmiş olan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyanın, bütün asırlarda, zâlimlerine karşı şiddetli ve dehşetli ve tekrarlı tehditleri vemazlumlarına karşı şefkatli ve rahmetli mükerrer



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahDenizli: (bk. bilgiler)
Emirdağ: (bk. bilgiler)Hüsrev: (bk. bilgiler – Hüsrev Altınbaşak)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan, mu’cize olan Kur’ânberaat: temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
bilhassa: özelliklecelâl: yücelik, haşmet
cihandeğer: dünyalara değerdehşetli: korkunç, ürkütücü
ehemmiyet: önemelhak: gerçekten
fevkalâde: olağanüstügüya: sanki
hadsiz: sınırsızhikmet-i tekrar: tekrarın hikmeti, sebebi
iftirak: ayrılıkihdâ etmek: sunmak, hediye etmek
inkıyad etmek: boyun eğmekizah etmek: açıklamak
izzetli: şerefli, üstün, yüceiştiyak: arzu, istek
i’câz: mu’cize oluşletafet: güzellik, hoşluk
mazlum: zulme uğramışmehâsin: güzellikler
metanet: sağlamlıkmuhaberesizlik: haberleşememe
muhtevî: ihtiva eden, içine alanmukàbil: karşılık
müdafaa: savunmamükerrer: tekrar tekrar
münasebet: bağlantı, ilişkimütalâa: dikkatle okuma, inceleme
nam: adnazar: bakış, dikkat
nazar-ı beşer: insanın bakışınazil olmak: inmek
nehiy: yasaknesîm: hoş ve hafif rüzgâr
nisbet: kıyas, ölçürahmet: merhamet, şefkat, ihsan
sâfî: duru, katıksız, temizsâlik: yol alan, bir yol veya meslekte yürüyen
tahsin: beğenme, güzelliğini ilân etmetekrarat: tekrarlar
tâdât etmek: saymakulviyet: yücelik, yükseklik
âdileştirilmek: basitleştirmek, sıradanlaştırmakîcaz: az sözle çok mânâlar anlatma, özlü söz
şefkat: acıma, merhametşefkatli: merhametli
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 336

taltifleri, hususuyla bu asrımıza bakan tehdidatı içinde zâlimlerine misli görülmemiş bir hâlette, sanki feza-i ekberden bir nümuneyi andıran semâvî bir cehennemle altı-yedi seneden beri mütemadiyen feryad ü figan ettirmesi ve kezâ mazlumlarının bu asırdaki küllî fertleri başında Risale-i Nur talebelerinin bulunması ve hakikaten bu talebeleri de ümem-i sâlifenin enbiyalarına verilen necatlar gibi pek büyük umumî vehususî necatlara mazhar etmesi ve muarızları olan dinsizlerin cehennemî azapla tokatlanmalarını göstermesi, hem iki güzel ve lâtif hâşiyelerle hâtime verilmeksuretiyle çiçeğin tamam edilmesi, bu fakir talebeniz Hüsrev’i o kadar büyük bir sürurla sonsuz bir şükre sevk etti ki, bu güzel çiçeğin verdiği sevinç ve süruru müddet-i ömrümde hissetmediğimi sevgili üstadıma arz ettiğim gibi, kardeşlerime de kerratla söylemişim. Cenâb-ı Hak, zayıf ve tahammülsüz omuzlarına pek azametli bâr-ı sakîltahmil edilen siz sevgili üstadımızdan ebediyen razı olsun ve yüklerinizi tahfif etmekle yüzlerinizi ebede kadar güldürsün. Âmin.

Evet, sevgili Üstadım. Biz Allah’tan, Kur’ân’dan, Habib-i Zîşandan ve Risale‑i Nur’dan ve Kur’ân dellâlı siz sevgili Üstadımızdan ebediyen razıyız. Veintisabımızdan hiçbir cihetle pişmanlığımız yok. Hem kalbimizde zerre kadar kötülük etmek için niyet yok. Biz ancak Allah’ı ve rızasını istiyoruz. Gün geçtikçe, rızası içinde Cenâb-ı Hakka vuslat iştiyaklarını kalbimizde teksif ediyoruz. Bilâ istisna bizefenalık edenleri Cenâb-ı Hakka terk etmekle affetmek ve bilakis bize zulmeden o zâlimler de dahil olduğu halde herkese iyilik etmek, Risale‑i Nur talebelerinin kalblerine yerleşen bir şiar-ı İslâm olduğunu, biz istemeyerek ilân eden Hazret-i Allah’a hadsiz hudutsuz şükürler ediyoruz.
Çok kusurlu talebenizHüsrev
endOfSection.gif
endOfSection.gif


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahHabib-i Zîşan: şan ve şeref sahibi, Allah’ın en sevdiği kul olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)
Hüsrev: (bk. bilgiler – Hüsrev Altınbaşak)azametli: büyük
bilâ istisna: istisnasızbilâkis: aksine, tersine
bâr-ı sakîl: ağır yükcihetle: bakımdan
dellâl: davetçi, ilân ediciebediyen: sonsuza dek
enbiya: nebiler, peygamberlerfenalık: kötülük
feryad ü figan: bağırıp çağırma, ağlayıp sızlamafeza-i ekber: uzay
hadsiz: sayısız, sınırsızhakikaten: gerçekten
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothudutsuz: sınırsız
hususî: özelhâlet: durum, hâl
hâtime vermek: son vermekintisab: bağlanma, mensup olma
iştiyak: arzu, istekkerrat: defalarca
kezâ: bunun gibiküllî: büyük, kapsamlı
lâtif: güzel, hoş, şirinmazhar etmek: eriştirmek
mazlum: zulme uğramışmisl: benzer
muarız: karşı gelenmüddet-i ömür: yaşam süresi
mütemadiyen: sürekli olaraknecat: kurtuluş
nümune: örnek, misalsemâvî: gökle ilgili
sûret: şekil, biçimsürur: mutluluk, sevinç
tahammül: katlanma, dayanmatahfif etmek: hafifletmek
tahmil etmek: yüklemektaltif: iyilik ve güzellikle muamele etmek
tehdidat: tehditlerteksif etmek: yoğunlaştırmak
umumî: genel, herkese aitvuslat: kavuşmak
zerre miktar: en ufak, çok az miktarÂmin: “Allahım kabul eyle”
ümem-i sâlife: geçmişteki milletlerşiar-ı İslâm: İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayaf 337

On Birinci Mesele

Meyvenin On Birinci Meselesinin başı, bir meyvesi Cennet ve birisaadet-i ebediye ve biri rüyetullah olan iman şecere-i kudsiyesinin hadsiz,küllî ve cüz’i meyvelerinden yüzer nümuneleri Risale-i Nur’da beyan vehüccetlerle ispat edildiğinden, izahını Siracü’n-Nur’a havale edip küllîerkânının değil, belki cüz’î ve cüzlerin, cüz’î ve hususî meyvelerinden birkaçnümune beyan edilecek.

Birisi: Bir gün bir duada, “Yâ Rabbi! Cebrail, Mikâil, İsrafil, Azrail hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cin ve insin şerlerinden muhafaza eyle!” meâlinde duayı dediğim zaman, herkesi titreten ve dehşet veren Azrail namını zikrettiğim vakit, gayet tatlı vetesellidâr ve sevimli bir hâlet hissettim, Elhamdü lillâh dedim. Azrail’i cidden sevmeye başladım. Melâikeye iman rüknünün bu cüz’î ferdinin pek çok meyvelerinden yalnız bir cüz’î meyvesine gayet kısa bir işaret ederiz.

Birisi: İnsanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur. Onu zâyiolmaktan ve fenadan ve başıboşluktan muhafaza etmek için kuvvetli ve emin bir ele teslimin derin bir sevinç verdiğini kat’î hissettim. Ve insanın amelini yazan melekler hatırıma geldi.
Baktım, aynen bu meyve gibi çok tatlı meyveleri var.
Birisi: Her insan kıymetli bir sözünü ve fiilini bâkileştirmek için iştiyakla kitabet ve şiir, hattâ sinema ile hıfzına çalışır. Hususan, o fiillerin Cennette bâki meyveleri bulunsa, daha ziyade merak eder. Kirâmen Kâtibin insanın omuzlarında durup onlarıebedî manzaralarda göstermek ve sahiplerine daimî mükâfat kazandırmak, o kadar bana şirin geldi ki, tarif edemem.
Sonra, ehl-i dünyanın, beni hayat-ı içtimaiyedeki herşeyden tecrit etmek içinde bütün kitaplarımdan ve dostlarımdan ve hizmetçilerimden ve tesellî verici işlerden ayrı düşürmeleriyle beraber gurbet vahşeti beni sıkarken ve boş dünya


Azrail (a.s.): (bk. bilgiler)Cebrail (a.s.): (bk. bilgiler)
Elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”Kirâmen Kâtibîn: sağ ve sol yanımızdaki günah ve sevap yazan melekler
Mikâil (a.s.): (bk. bilgiler)Siracü’n-Nur: (bk. bilgiler)
amel: davranış, işbeyan: açıklama
bâki: kalıcı, devamlıbâkileştirmek: devamlı ve kalıcı hâle getirmek
cin ve ins: cinler ve insanlarcüz: bölüm, kısım
cüz’î: ferdî, küçük, azdehşet vermek: korku vermek
ebedî: sonsuz, sonu olmayanehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
fena: geçicilik, ölümlülükgayet: son derece
hadsiz: sayısız, sınırsızhavale etmek: göndermek, yönlendirmek
hayat-ı içtimaiye: sosyal hayathususan: bilhassa, özellikle
hususî: özelhâlet: durum, hal
hüccet: delilhıfz: koruma, saklama
izah: açıklamaiştiyakla: arzu ve istekle
kat’î: kesin bir şekildekitabet: yazım
küllî: büyük, kapsamlımelâike: melekler
muhafaza etmek: korumakmükâfat: ödül
nam: adnümune: örnek, misal
rükn: esas, şartrüyetullah: kulların âhirette Allah’ı görmesi
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluktecrit etmek: soyutlamak
tesellidâr: teselli verenvahşet: ürküntü, yabanilik
yâ Rabbi: ey Rabbimzayi: kayıp, ziyan
ziyade: çok, fazlaİsrafil (a.s.): (bk. bilgiler)
şecere-i kudsiye: kutsal ağaçşer: kötülük, fenalık
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst