On Birinci Şuâ

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayaf 338

başıma yıkılırken, melâikeye imanın pek çok meyvelerinden birisi imdadıma geldi;kâinatımı ve dünyamı şenlendirdi, melekler ve ruhânîlerle doldurdu,
blank.gif
1 âlemimi sevinçle güldürdü. Ve ehl-i dalâletin dünyaları vahşet ve boşluk ve karanlıkla ağladıklarını gösterdi.

Hayalim bu meyvenin lezzetiyle mesrur iken, umum peygamberlere imanın pek çok meyvelerinden buna benzer birtek meyvesini aldı, tattı. Birden, bütün geçmiş zamanlardaki enbiyalarla yaşamış gibi onlara imanım ve tasdikim, o zamanları ışıklandırdı ve imanımı küllî yapıp genişlendirdi ve Âhirzaman Peygamberimizin imana ait olan dâvâlarına binler imza bastırdı, şeytanları susturdu.
Birden, Hikmetü’l-İstiâze Lem’asında kat’î cevabı bulunan bir sual kalbime geldi ki:

“Bu meyveler gibi hadsiz tatlı semereler ve faideler ve hasenatın gayet güzel neticeleri ve menfaatleri ve Erhamürrâhimînin gayet merhametkârane tevfikleri veinayetleri ehl-i hidâyete yardım edip kuvvet verdikleri halde, ehl-i dalâlet neden çok defa galebe eder ve bazen yirmisi, yüz tane ehl-i hidâyeti perişan eder?” diye, mânen benden soruldu. Ve bu tefekkür içinde şeytanın gayet zayıf desiselerine karşı Kur’ân’ın büyük tahşidatı ve melâikeleri ve Cenâb-ı Hakkın yardımını ehl-i imana göndermesi hatıra geldi. Risale-i Nur’un onun hikmetini kat’î hüccetlerle izahınabinaen, o sualin cevabına gayet kısa bir işaret ederiz.

Evet, bazen serseri ve gizli, muzır bir adamın bir saraya ateş atmaya çalışması yüzünden, yüzer adamın yapması gibi, yüzer adamın muhafazasıyla ve bazan devlete ve padişaha iltica ile o sarayın vücudu devam edebilir. Çünkü, onun vücudu, bütünşeraitin ve erkânın ve esbâbın vücuduyla olabilir. Fakat onun ademi ve harap olması, birtek şartın ademiyle vâki ve bir serserinin bir kibritiyle yanıp mahvolduğu gibi, ins ve cin şeytanları az bir fiil ile büyük tahribat ve dehşetli mânevî yangınlar yaparlar. Evet, bütün fenalıklar ve günahlar ve şerlerin mayası

[BILGI]Dipnot-1 Tirmizî, Zühd: 9; İbni Mâce, Zühd: 19; Müsned: 5:172, 173.[/BILGI]


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahErhamürrâhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan Allah
Hikmetü’l-İstiâze Lem’ası: Risale-i Nur Külliyatı’ndan On Üçüncü Lem’aadem: hiçlik, yokluk
binaen: -dayanarakdehşetli: korkunç, ürkütücü
desise: hile, aldatmaehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış, inançsız kimseler
ehl-i hidâyet: doğru yolda olanlar, iman nimetine ermiş olanlarehl-i iman: iman edenler, mü’minler
enbiya: nebiler, peygamberlererkân: esaslar, şartlar
esbab: sebeplerfenalık: kötülük
gayet: son derecehadsiz: sınırsız
hasenat: iyilikler, güzelliklerhikmet: fayda, gaye, sır
hüccet: kesin delililtica: sığınma
imdad: yardıminayet: yardım, ihsan, lütuf
ins ve cin: insanlar ve cinlerizah: açıklama
kat’î: kesin bir şekildekâinat: evren, yaratılan herşey
küllî: büyük, kapsamlımelâike: melekler
merhametkârâne: merhametli bir şekildemesrur: sevinçli, mutlu
muhafaza: korumamuzır: zararlı
ruhanî: maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemine ait varlıksemere: meyve
tahribat: tahripler, yıkıp bozmalartahşidat: öneminden dolayı bir şeyin üzerinde fazla durma
tasdik: doğrulama, onaylamatefekkür: düşünme, düşünce
tevfik: başarı, muvaffakiyetvahşet: ürküntü, yabanilik
vâki: olmuş, meydana gelmişvücud: varlık, var oluş
Âhirzaman Peygamberi: dünya hayatının kıyamete yakın son devresinde gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)şer: kötülük
şerâit: şartlar, belirtiler
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 339

ve esasları ademdir, tahriptir. Sureten vücudun altında, adem ve bozmak saklıdır. İşte cinnî ve insî şeytanlar ve şerirler bu noktaya istinaden gayet zayıf bir kuvvetlehadsiz bir kuvvete karşı dayanıp, ehl-i hak ve hakikatı Cenâb-ı Hakkın dergâhınailticaya ve kaçmaya her vakit mecbur ettiğinden, Kur’ân, onları himaye için büyüktahşidat yapar. Doksan dokuz esmâ-i İlâhiyeyi onların ellerine verir. O düşmanlara karşı sebat etmelerine çok şiddetli emirler verir.
Bu cevaptan, birden pek büyük bir hakikatin ucu ve azametli, dehşetli bir meselenin esası göründü. Şöyle ki:
Nasıl ki Cennet, bütün vücut âlemlerinin mahsulâtını taşıyor ve dünyanın yetiştirdiği tohumları bâkiyâne sümbüllendiriyor. Öyle de, Cehennem dahi, hadsizdehşetli adem ve hiçlik âlemlerinin çok elîm neticelerini göstermek için, o ademmahsulâtlarını kavuruyor. Ve o dehşetli Cehennem fabrikası, sair vazifeleri içinde,âlem-i vücut kâinatını âlem-i adem pisliklerinden temizlettiriyor. Bu dehşetlimeselenin şimdilik kapısını açmayacağız; inşâallah sonra izah edilecek.

Hem meleklere iman meyvesinden bir cüz’ü ve Münker ve Nekir’e
blank.gif
1 ait birnümunesi şudur:

“Herkes gibi ben dahi muhakkak gireceğim” diye mezarıma hayalen girdim. Ve kabirde yalnız, kimsesiz, karanlık, soğuk, dar bir haps-i münferitte, bir tecrid-i mutlakiçindeki tevahhuş ve meyusiyetten tedehhüş ederken, birden Münker ve Nekirtaifesinden iki mübarek arkadaş çıkıp geldiler. Benimle münazaraya başladılar. Kalbim ve kabrim genişlediler, nurlandılar, hararetlendiler. Âlem‑i ervâha pencereler açıldı. Ben de, şimdi hayalen ve istikbalde hakikaten göreceğim o vaziyete bütün canımla sevindim ve şükrettim.
Sarf ve nahiv ilmini okuyan bir medrese talebesinin vefat edip, kabirde Münker ve Nekir’in: “Men Rabbüke” (Senin Rabbin kimdir?) diye suallerine karşı,


[BILGI]Dipnot-1 bk. Tirmizî, Cenâiz: 70; İbni Mâce, Cenâiz: 65; Müsned: 3:126, 4:288.[/BILGI]


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahMünker ve Nekir: sorgu melekleri, öldükten sonra insanları kabirde sorgulayan melekler
adem: hiçlik, yoklukazametli: büyük
bâkiyâne: daimî, kalıcı bir şekildecinnî: cin taifesinden, cinler
cüz: kısım, parçadehşetli: korkunç, ürkütücü
dergâh: Allah’ın yüce katı, huzuruehl-i hak ve hakikat: hak ve doğruluk üzere olan kimseler
elîm: acıklı, üzücüesmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri
gayet: son derecehadsiz: sayısız, sınırsız
hakikat: doğru, gerçekhakikaten: gerçekten
haps-i münferit: tek başına hapis, hücre hapsihimaye: koruma
iltica: sığınmainşaallah: Allah’ın izniyle
istikbal: gelecekistinaden: dayanarak
izah etmek: açıklamakkâinat: evren, yaratılan herşey
mahsulât: ürünlermeyusiyet: ümitsizlik
muhakkak: gerçekliği kesin olarak bilinenmübarek: bereketli, hayırlı
münazara: tartışmanümune: örnek, misal
sair: diğer, başkasarf-nahiv: Arapça dilbilgisi, gramer
suret: biçim, şekiltahrip: bozup yıkma
tahşidat: yoğunlaşma, öneminden dolayı bir şeyin üzerinde fazla durma, yığınaktaife: grup, topluluk
tecrid-i mutlak: tam bir yalnızlık, yalnız başına bırakılmatedehhüş: dehşete düşme, korkma
tevahhuş: korkma, ürküntüvücud: varlık, var oluş
âlem: dünyaâlem-i adem: yokluk âlemi
âlem-i ervah: ruhlar âlemiâlem-i vücud: varlık âlemi
şerir: şerliler, kötüler“Men Rabbüke”: “Rabbin kimdir?”
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 340

kendini medresede zannedip nahiv ilmiyle cevap vererek, “Men mübtedâdır,Rabbüke onun haberidir. Müşkül bir meseleyi benden sorunuz, bu kolaydır” diyerek, hem o melâikeleri, hem hazır ruhları, hem o vâkıayı müşahede eden orada bulunan bir keşfü’l-kubur velîsini güldürdü ve rahmet-i İlâhiyeyi tebessüme getirdi. Azaptan kurtulduğu gibi, Risale-i Nur’un bir şehid kahramanı olan merhum Hâfız Ali, hapiste Meyve Risalesini kemâl-i aşkla yazarken ve okurken vefat edip kabirde melâike-i suale mahkemedeki gibi Meyve hakikatleriyle cevap verdiği misillü, ben de ve Risale-i Nur şakirtleri de, o suallere karşı Risale-i Nur’un parlak ve kuvvetli hüccetleriyleistikbalde hakikaten ve şimdi mânen cevap verip onları tasdike ve tahsine ve tebrike sevk edecekler inşaallah.
Hem meleklere imanın saadet-i dünyeviyeye medar cüz’î bir nümunesi şudur ki:

İlmihalden iman dersini alan bir mâsum çocuğun, yanında ağlayan ve mâsum bir kardeşinin vefatı için vâveylâ eden diğer bir çocuğa, “Ağlama, şükreyle. Senin kardeşin meleklerle beraber Cennete gitti. Orada gezer, bizden daha iyi keyfedecek, melekler gibi uçacak, her yeri seyredebilir” deyip, feryat edenin ağlamasını tebessüme ve sevince çevirmesidir.

Ben de aynen bu ağlayan çocuk gibi, bu hazin kışta ve elîm bir vaziyetimde gayetelîm iki vefat haberini aldım. Biri, hem âli mekteplerde birinciliği kazanan, hem Risale-i Nur’un hakikatlerini neşreden biraderzâdem merhum Fuad; ikincisi, hacca gidip sekerat içinde tavaf ederken, tavaf içinde vefat eden Âlime Hanım namındakimerhume hemşirem... Bu iki akrabamın ölümleri, İhtiyar Risalesinde yazılan merhumAbdurrahman’ın vefatı gibi beni ağlatırken, imanın nuruyla o mâsum Fuad, o salihaHanım insanlar yerinde meleklere, hûrilere arkadaş olduklarını ve bu dünyanın tehlike ve günahlarından kurtulduklarını mânen, kalben gördüm. O şiddetli hüzün yerinde büyük bir sevinç hissedip hem onları, hem Fuad’ın pederi kardeşimAbdülmecid’i, hem kendimi tebrik ederek


Abdurrahman: (bk. bilgiler)Abdülmecid: (bk. bilgiler)
Fuad: (bk. bilgiler)Hâfız Ali: (bk. bilgiler)
Rabbüke: senin Rabbinbiraderzade: kardeş oğlu, yeğen
cüz’î: ferdî, az, küçükelîm: acıklı, üzücü
gayet: son derecehakikat: doğru, gerçek
hakikaten: gerçektenhazin: hüzün veren, acıklı
hemşire: kızkardeşhûri: Cennet kızı
hüccet: kesin delilinşaallah: Allah’ın izniyle
istikbal: gelecekkemâl-i aşk: büyük bir aşkla, arzu ile, istekle
keşfü’l-kubur velîsi: kabirdeki ölülerin hallerini anlayan ve bilen Allah dostu zât, evliyamedar: dayanak noktası, eksen
mektep: okulmelâike: melekler
melâike-i sual: sorgu meleklerimen: kim?
merhum: rahmete kavuşmuş, vefat etmişmerhume: rahmete kavuşmuş, vefat etmiş kadın
misillü: gibimânen: mânevî olarak
mâsum: suçsuzmübtedâ: Arapça dilbilgisinde isim cümlelerinde özne
müşahede etmek: görmek, gözlemlemekmüşkül: zor
nahiv: dilbilgisi, gramernam: ad
neşretmek: yaymaknümune: örnek, misal
rahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsansaadet-i dünyeviye: dünya hayatındaki mutluluk
saliha: dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, takva sahibi kadınsekerat: can çekişme
tahsin: beğenme, güzelliğini ilân etmetasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama
tavaf etmek: haccın şartlarından olarak, hacıların Kâbe etrafında yedi kez dolaşmalarıvâkıa: olay, hâdise
vâveylâ: çığlık, feryadÂlime Hanım: (bk. bilgiler)
âli: yüksekşakirt: öğrenci
şehid: Allah yolunda canını feda eden Müslüman
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 341

Erhamürrahimîne teşekkür ettim. Bu iki merhumeye rahmet duası niyetiyle buraya yazıldı, kaydedildi.
Risale-i Nur’daki bütün mîzanlar ve muvazeneler, imanın saadet-i dünyeviyeye veuhreviyeye medar meyvelerini beyan ederler. Ve o küllî ve büyük meyveler, bu dünyada gösterdikleri saadet-i hayatiye ve lezzet-i ömür cihetiyle her mü’minin imanı ona bir saadet-i ebediyeyi kazandıracak, belki sümbül verecek ve o surette inkişafedecek diye haber verirler. Ve o küllî ve pek çok meyvelerinden beş meyvesi, meyve-i Mirac olarak Otuz Birinci Sözün âhirinde ve beş meyvesi Yirmi Dördüncü Sözün Beşinci Dalında nümune olarak yazılmış.
Erkân-ı imaniyenin herbirinin ayrı ayrı pek çok, belki hadsiz meyveleri olduğu gibi,mecmuunun birden çok meyvelerinden bir meyvesi, koca Cennet ve biri de saadet-i ebediye ve biri de belki en tatlısı da rüyet-i İlâhiyedir diye, başta demiştik. Ve Otuz İkinci Sözün âhirindeki muvazenede, imanın saadet-i dâreyne medar bir kısımsemereleri güzel izah edilmiş.

İman-ı bi’l-kader rüknünün kıymettar meyveleri bu dünyada bulunduğuna bir delil,umum lisanındaمَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ أَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ darb-ı mesel olmuştur. Yani, “Kadere iman eden gamlardan kurtulur.” Risale-i Kaderin âhirinde güzel birtemsil ile, iki adamın şâhâne bir sarayın bahçesine girmesiyle, bir küllî meyvesibeyan edilmiş. Hattâ ben kendi hayatımda binler tecrübelerimle gördüm ve bildim ki,kadere iman olmazsa hayat-ı dünyeviye saadeti mahvolur. Elîm musibetlerde, ne vakit kadere iman cihetine bakardım, musibet gayet hafifleşiyor görüyordum. Ve “Kadere iman etmeyen nasıl yaşayabilir?” diye hayret ederdim.
Melâikeye iman rüknünün küllî meyvelerinden birisine, Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamında şöyle işaret edilmiş ki:


Erhamürrâhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan AllahRisale-i Kader: Kader Risalesi (Yirmi Altıncı Söz)
beyan etmek: açıklamakcihet: taraf, yön
cihetiyle: yönüyledarb-ı mesel: meşhur söz, atasözü
elîm: acıklı, üzücüerkân-ı imaniye: imanın esasları, şartları
gam: sıkıntı, üzüntügayet: son derece
hadsiz: sayısız, sınırsızhayat-ı dünyeviye: dünya hayatı
iman-ı bil-kader: kadere imaninkişaf etmek: açığa çıkmak
izah etmek: açıklamakkader: Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlaması
küllî: büyük, kapsamlıkıymettar: kıymetli, değerli
lezzet-i ömür: yaşama lezzetilisan: dil
mecmu: bütünmedar: dayanak noktası, eksen
melâike: meleklermerhume: rahmete kavuşmuş, vefat etmiş kadın
meyve-i Mirac: Miraç meyvesimusibet: belâ, dert, felâket
muvazene: karşılaştırma, mukayesemîzan: tartı, ölçü
mü’min: Allah’a inanannümune: örnek, misal
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrükn: esas, şart
rüyet-i İlâhî: Allah’ın cemâlini görmesaadet: mutluluk
saadet-i dâreyn: dünya ve âhiret mutluluğusaadet-i dünyeviye: dünya hayatındaki mutluluk
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluksaadet-i hayatiye: hayatın mutluluğu
semere: meyvesuret: biçim, şekil
temsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetmeuhreviye: âhirete ait
umum: bütünâhir: son
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 342

Azrail Aleyhisselâm Cenâb-ı Hakka münâcât edip demiş: “Kabz-ı ervâh vazifesinde senin ibâdın benden küsecekler, şekvâ edecekler?”
Ona cevaben denilmiş: “Senin vazifene hastalıkları ve musibetleri perde yapacağım—tâ ibâdımın şekvâları onlara gitsin, sana gelmesin.”
Aynen bu perdeler gibi, Azrail Aleyhisselâmın vazifesi de bir perdedir—tâ haksızşekvâlar Cenâb-ı Hakka gitmesin. Çünkü ölümdeki hikmet ve rahmet ve güzellik vemaslahat cihetini herkes göremez. Zâhire bakıp itiraz eder, şekvâya başlar. İşte buhaksız şekvâlar Rahîm-i Mutlaka gitmemek hikmetiyle, Azrail Aleyhisselâm perde olmuş.

Aynen bunun gibi, bütün meleklerin, belki bütün esbab-ı zâhiriyenin vazifeleri, izzet-i rububiyetin perdeleridir. Tâ güzellikleri görünmeyen ve hikmetleri bilinmeyen şeylerde kudret-i İlâhiyenin izzeti ve kudsiyeti ve rahmetinin ihatası muhafaza edilsin, itiraza hedef olmasın ve hasis ve ehemmiyetsiz ve merhametsiz şeylerle kudretinmübaşereti nazar-ı zâhirîde görünmesin. Yoksa, hiçbir sebebin hakikî tesiri ve icada hiç kàbiliyeti olmadığını, herşeyde tevhid sikkeleri kat’î gösterdiğini, Risale-i Nurhadsiz delilleriyle ispat etmiş. Halk etmek, icad etmek Ona mahsustur. Esbab yalnız bir perdedir. Melâike gibi zîşuur olanların, yalnız cüz-i ihtiyarıyla cüz’î, icadsız, kesbdenilen bir nevi hizmet-i fıtriye ve amelî bir nevi ubudiyetten başka ellerinde yoktur.

Evet, izzet ve azamet isterler ki, esbab, perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında.
Tevhid ve ehadiyet isterler ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.
İşte, nasıl ki melekler ve umur-u hayriyede ve vücudiyede istihdam edilen zâhirî


Aleyhisselâm: Allah selâmı onun üzerine olsunAzrail (a.s.): (bk. bilgiler)
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahRahîm-i Mutlak: sınırsız şefkat ve merhamet sahibi olan ve rahmetinin çok özel tecellîleri olan Allah
amelî: amelle ilgili, eylemselazamet: büyüklük
cihet: taraf, yöncüz-i ihtiyarî: insandaki az bir irade serbestliği
cüz’î: ferdî, bireysel, küçükehadiyet: Allah’ın birliğinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
ehemmiyetsiz: önemsizesbab: sebebler
esbab-ı zahiriye: görünürdeki sebeplerhadsiz: sayısız, sınırsız
hak: doğru, gerçekhakikî: gerçek
halk etmek: yaratmakhasis: âdi, basit
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıhizmet-i fıtriye: yaratılıştan gelen hizmet
ibâd: kullaricad: var etme, vücuda getirme
ihata: içine alma, kapsamaistihdam etmek: çalıştırmak
izzet: mağlup olmaz üstünlük, yücelikizzet-i rubûbiyet: her varlığı yaratılış amacına hikmetli bir biçimde ulaştırarak terbiye ve idare eden Allah’ın şeref ve yüceliği
kabz-ı ervah: ruhları teslim almakat’î: kesin bir şekilde
kesb etmek: kazanmakkudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve iktidarıkudsiyet: kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallık
kàbiliyet: yetenekmaslahat: fayda, gaye
melâike: meleklermuhafaza etmek: korumak
musibet: belâ, dert, felâketmübaşeret: temas etme
münâcât etmek: yalvarmak, yakarmaknazar: bakış, dikkat
nazar-ı zahirî: dışa dönük, yüzeysel bakışnevi: tür
perdedar-ı dest-i kudret: kudret elinin perdecisi; hikmetli olduğu hâlde ilk bakışta çirkin gibi görünen hâdiselerde İlâhî kudreti gizleyen perderahmet: İlâhî şefkat, merhamet
sikke: damga, mühürtesir-i hakikî: gerçek tesir
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanmaubûdiyet: Allah’a kulluk
umûr-u hayriye: hayırlı işlervücudî: varlıkla ilgili
zâhir: açık, görünenzîşuur: şuur sahibi, bilinçli
şekvâ: şikayet
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 343

sebepler, güzellikleri görünmeyen ve bilinmeyen şeylerde kudret-i Rabbâniyeyi kusurdan, zulümden muhafaza edip takdis ve tesbih-i İlâhîde birer vesiledirler.
Aynen öyle de, cinnî ve insî şeytanlar ve muzır maddelerin umur-u şerriyede veademiyede istimalleri dahi, yine kudret-i Sübhâniyeyi gadirden ve haksız itirazlardan ve şekvâlara hedef olmaktan kurtarmakla takdis ve tesbihat-ı Rabbâniyeye vekâinattaki bütün kusurattan müberrâ ve münezzehiyetine hizmet ediyorlar. Çünkü, bütün kusurlar ademden ve kàbiliyetsizlikten ve tahripten ve vazife yapmamaktan—ki birer ademdirler—ve vücudu olmayan ademî fiillerden geliyor. Bu şeytanî ve şerli perdeler o kusurata merci olup itiraz ve şekvâları bi’l-istihkak kendilerine alarakCenâb-ı Hakkın takdisine vesile oluyorlar.

Zaten şerli ve ademî ve tahripçi işlerde kuvvet ve iktidar lâzım değil. Az bir fiil vecüz’î bir kuvvet, belki vazifesini yapmamakla bazan büyük ademler ve bozmaklar oluyor; o şerir fâiller muktedir zannedilirler. Halbuki, ademden başka hiç tesirleri vecüz’i bir kesbden hariç bir kuvvetleri yoktur. Fakat o şerler ademden geldiklerinden, oşerirler hakiki fâildirler. Bi’l-istihkak, eğer zîşuur ise cezayı çekerler.
Demek seyyiatta o fenalar fâildirler. Fakat haseneler ve hayırlarda ve amel-i salihde vücut olmasından, o iyiler hakiki fâil ve müessir değiller. Belki kàbildirler, feyz-i İlâhîyi kabul ederler. Ve mükâfatları dahi sırf bir fazl-ı İlâhîdir diye, Kur’ân-ı Hakîm
مَا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللهِ وَمَا أَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ
blank.gif
1

ferman eder.


[BILGI]Dipnot-1 “Sana her ne iyilik erişirse Allah’tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi nefsindendir.” Nisâ Sûresi, 4:79.[/BILGI]


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahKur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmetler bulunan Kur’ân
adem: hiçlik, yoklukademî: yokluğa ait
amel-i salih: dince makbul olan iyi, güzel ve faydalı işbil’istihkak: hakkıyla, lâyıkıyla, hak etmek suretiyle
cinnî ve insî: cinlerden ve insanlardan olancüz’: bütünün bir parçası; az, küçük
cüz’î: ferdî, az, küçükfazl-ı İlahî: Allah’ın lütfu, ihsanı
fena: geçici, ölümlüferman etmek: buyurmak, emretmek
feyz-i İlâhiye: Allah’ın feyzi, lütfufâil: işi yapan
gadir: zulüm, acımasızlıkhakiki: gerçek
hasene: iyilik, sevapiktidar: güç, kudret
istimal: kullanmakesb: elde etme, kazanma
kudret-i Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın sonsuz kudretikudret-i Samedâniye: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın kudreti
kusurat: kusurlarkàbiliyetsizlik: yeteneksizlik
kâinat: evren, yaratılan herşeymerci olmak: kaynak olmak
muhafaza etmek: korumakmuktedir: güçlü, güç ve iktidar sahibi
muzır: zararlımüberrâ: temiz, pâk
müessir: tesir edenmükâfat: ödül
münezzehiyet: arınmış ve yüce olmaseyyiat: günahlar, kötülükler
tahrip: bozup yıkmatakdis: Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutma
tesbih-i İlâhî: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmatesbihat-ı Rabbâniye: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler
umur-u şerriye: kötü işlervücud: varlık, var oluş
zâhirî: görünürdezîşuur: şuur sahibi, bilinçli
şekvâ: şikayetşer: kötülük, fenalık
şerir: şerliler, kötüler
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 344

Elhâsıl, vücut kâinatları ve hadsiz adem âlemleri birbirleriyle çarpışırken ve Cennet ve Cehennem gibi meyveler verirken ve bütün vücut âlemleri “Elhamdülillâh, elhamdülillâh” ve bütün adem âlemleri “Sübhânallah, sübhânallah” derken ve ihâtalıbir kanun-u mübareze ile melekler şeytanlarla ve hayırlar şerlerle, tâ kalbin etrafındaki ilham, vesvese ile mücadele ederken, birden meleklere imanın bir meyvesi tecellî eder, meseleyi halledip karanlık kâinatı ışıklandırır.
blank.gif
1 اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ âyetinin envârından bir nurunu bize gösterir ve bu meyve ne kadar tatlı olduğunu tattırır.

İkinci bir küllî meyvesine, Yirmi Dördüncü ve elif ( ا)’ler kerametini gösteren Yirmi Dokuzuncu Sözler işaret edip parlak bir surette meleklerin vücudunu ve vazifesini ispat etmişler. Evet, kâinatın her tarafında, cüz’î ve küllî herşeyde, her nevide, kendini tanıttırmak ve sevdirmek içinde merhametkârane bir haşmet-i rububiyet, elbette o haşmete, o merhamete, o tanıttırmaya, o sevdirmeye karşı şükür ve takdisiçinde bir geniş ve ihatalı ve şuurkârâne bir ubudiyetle mukabele etmesi lâzım vekat’îdir. Ve şuursuz cemâdat ve erkân-ı azîme-i kâinat hesabına o vazifeyi ancakhadsiz melekler görebilir ve o saltanat-ı rubûbiyetin her tarafta, serâda, Süreyya’da,zeminin temelinde, dışında hakîmâne ve haşmetkârâne icraatını onlar temsiledebilirler.
Meselâ, felsefenin ruhsuz kanunları pek karanlık ve vahşetli gösterdikleri hilkat-ı arziye ve vaziyet-i fıtriyesini, bu meyve ile nurlu, ünsiyetli bir tarzda “Sevr” ve “Hut”namlarındaki iki meleğin omuzlarında, yani nezaretlerinde ve Cennetten getirilen vefâni küre-i arzın bâki bir temel taşı olmak, yani ileride


[BILGI]Dipnot-1 “Allah göklerin ve yerin nûrudur.” Nur Sûresi, 24:35.[/BILGI]


Elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”Sübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”
Süreyya: gök, sema, Ülker yıldızıadem: hiçlik, yokluk
bâki: devamlı, kalıcıcemâdat: cansız varlıklar
cüz’î: küçük, az, ferdîelhâsıl: kısacası, netice olarak, özetle
envâr: nurlar, ışıklarerkân-ı azîme-i kâinat: kâinattaki büyük temel unsurlar, varlıklar
fâni: geçici, ölümlühadsiz: sınırsız
hakîmâne: hikmetli bir şekildehayır: iyilik
haşmet: büyüklük, görkemhaşmet-i rububiyet: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden Allah’ın idare ve egemenliğinin ihtişamı
haşmetkârâne: heybetli, görkemli bir şekildehilkat-ı arz: yeryüzünün yaratılışı
hût: balıkihâtalı: kuşatıcı, kapsamlı
ilham: Allah tarafından kalbe gelen ve doğan mânâlarkanun-u mübareze: karşılıklı mücadele, çatışma kanunu
kat’î: kesin bir şekildekeramet: Allah’ın bir ikramı olan olağanüstü haller
kâinat: evren, yaratılan herşeyküllî: büyük, kapsamlı
küre-i arz: yerküre, dünyamerhamet: acıma, şefkat
merhametkârâne: merhametli bir şekildemukabele etmek: karşılık vermek
nam: adnevi: tür
nezaret: gözetimsaltanat-ı rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
serâ: yer, dünyasevr: öküz
suret: biçim, şekiltakdis: kutsama, Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutma
tecellî etmek: yansımak, görünmektemsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetme
ubûdiyet: Allah’a kullukvahşetli: ürkütücü
vazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen görevvesvese: kuruntu, şüphe
vücut: varlıkzemin: yer
ünsiyetli: canayakın, dostşer: kötülük, fenalık
şuurkârâne: şuurlu ve bilinçli bir şekildeşuursuz: bilinçsiz
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 345

bâki Cennete bir kısmını devretmeye bir işaret için “sahret” namında uhrevî bir madde, bir hakikat gönderilip Sevr ve Hut meleklerine bir nokta-i istinad edilmiş diyeBenî İsrail’in eski peygamberlerinden rivayet var ve İbn-i Abbas’tan dahi mervîdir.Maatteessüf bu kudsî mânâ, mürûr-u zamanla bu teşbih, avâmın nazarında hakikattelâkki edilmekle aklın haricinde bir suret almış. Madem melekler havada gezdikleri gibi toprakta ve taşta ve yerin merkezinde de gezerler; elbette onların ve küre-i arzın üstünde duracak cismânî taş ve balığa ve öküze ihtiyaçları yoktur.

Hem meselâ küre-i arz, küre-i arzın nevileri adedince başlar ve o nevilerin fertleri sayısınca diller ve o ferdlerin âzâ ve yaprak ve meyveleri miktarınca tesbihatlaryaptığı için, elbette o haşmetli ve şuursuz ubudiyet-i fıtriyeyi bilerek, şuurdârânetemsil edip dergâh-ı İlâhiyeye takdim etmek için, kırk bin başlı ve her başı kırk bin dil ile ve herbir dil ile kırk bin tesbihat yapan bir melek-i müekkeli bulunacak ki, ayn-ıhakikat olarak Muhbir-i Sadık haber vermiş.

Ve hilkat-i kâinatın en ehemmiyetli neticesi olan insanlarla münasebât-ı Rabbâniyeyi tebliğ ve izhar eden Cebrail Aleyhisselâm ve zîhayat âleminde enhaşmetli ve en dehşetli olan diriltmek ve hayat vermek ve ölümle terhis etmektekiHâlıka mahsus olan icraat-ı İlâhiyeyi, yalnız temsil edip ubudiyetkârâne nezaret eden İsrafil Aleyhisselâm ve Azrail Aleyhisselâm ve hayat dairesinde rahmetin encemiyetli, en geniş, en zevkli olan rızıktaki ihsanat-ı Rahmâniyeye nezaretle beraberşuursuz şükürleri şuurla temsil eden Mikâil Aleyhisselâm gibi meleklerin pek acipmahiyette olarak bulunmaları ve vücutları ve ruhların bekàları, saltanat


Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsunAzrail (a.s.): (bk. bilgiler)
Benî İsrail: İsrailoğullarıCebrâil (a.s.): (bk. bilgiler)
Hut: balıkHâlık: her şeyi yaratan Allah
Mikâil (a.s.): (bk. bilgiler)Muhbir-i Sadık: doğru sözlü haber verici, Peygamber Efendimiz (a.s.m.)
Sevr: öküzacip: hayret verici, şaşırtıcı
avâm: halk tabakası, sıradan insanlarayn-ı hakikat: gerçeğin ta kendisi
bekà: devamlılık, kalıcılıkcemiyetli: geniş kapsamlı
cismanî: maddi vücuda sahipdehşetli: korkunç, ürkütücü
dergâh-ı İlâhiye: Allah’ın yüce katıehemmiyetli: önemli
hakikat: gerçekhaşmetli: ihtişamlı, görkemli
hilkat-i kâinat: kâinatın, evrenin yaratılışıicraat-ı İlâhiye: Allah’ın icraat ve faaliyeti
ihsânât-ı Rabbâniye: Allah’ın lütuf ve bağışlarıizhar etmek: göstermek, ortaya çıkarmak
kudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, mukaddesküre-i arz: yer küre, dünya
maatteessüf: ne yazık kimahiyet: asıl, esas, nitelik
mahsus: has, özelmelek-i müekkel: görevli, vazifeli melek
mervî: rivâyet edilen, nakledilenmünasebât-ı Rabbâniye: Rab olan Allah ile olan bağlantı, ilişki
mürur-u zaman: zamanın geçmesinam: ad
nazar: bakış, dikkatnevi: tür
nezaret: gözetimnezaret etmek: gözetmek
nokta-i istinad: dayanak noktasırahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rivâyet: nakletmesahret: Kudüs’te, Beyt-i Mukaddeste çok eski ve tarihi bir kaya. Bu kayaya “Hacer-i Muallak” da der. Hz. Peygamberin (a.s.m.) Mîrac Gecesinde bu kayadan Burak’a binerek semâya çıktığı hakkında rivâyet vardır.
tebliğ etmek: bildirmek, ulaştırmaktelâkki: anlama, kabul etme
terhis etmek: göreve son vermektesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
teşbih: benzetmeubudiyet-i fıtriye: yaratılıştan gelen kulluk
ubûdiyetkârâne: kulluk ederekuhrevî: âhirete ait
vücut: beden, varlıkzîhayat: canlı, hayat sahibi
âzâ: azalar, organlarİbn-i Abbas: [bk. bilgiler – Abdullah ibni Abbas (r.a.)]
İsrafil (a.s.): (bk. bilgiler)şuur: bilinç
şuurdârâne: şuurlu bir şekilde, bilerek ve anlayarakşuursuz: bilinçsiz
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 346

ve haşmet-i rububiyetin muktezasıdır. Onların ve herbirinin mahsus taifelerininvücutları, kâinatta güneş gibi görünen saltanat ve haşmetin vücudu derecesindekat’îdir ve şüphesizdir. Melâikeye ait başka maddeler bunlara kıyas edilsin.
Evet, küre-i arzda dört yüz bin nevileri zîhayattan halk eden, hattâ en âdi ve müteaffin maddelerden zîruhları çoklukla yaratan ve her tarafı onlarla şenlendiren vemu’cizat-ı san’atına karşı, onlara dilleriyle “Mâşâallah, Bârekâllah, Sübhânallah” dediren ve ihsanat-ı rahmetine mukàbil “Elhamdü lillâh, Ve’ş-şükrü lillâh, Allahu ekber” o hayvancıklara söylettiren bir Kadîr-i Zülcelâli ve’l-Cemâl, elbette, bilâşek velâ şüphe, koca semâvâta münasip, isyansız ve daima ubudiyette olan sekeneleri ve ruhanîleri yaratmış, semâvâtı şenlendirmiş, boş bırakmamış ve hayvanatıntaifelerinden pek çok ziyade ayrı ayrı nevileri meleklerden icad etmiş ki, bir kısmı küçücük olarak yağmur ve kar katrelerine binip san’at ve rahmet-i İlâhiyeyi kendi dilleriyle alkışlıyorlar; bir kısmı, birer seyyar yıldızlara binip feza-yı kâinatta seyahat içinde azamet ve izzet ve haşmet-i rububiyete karşı tekbir ve tehlil ile ubudiyetlerini âleme ilân ediyorlar.

Evet, zaman-ı Âdem’den beri bütün semavi kitaplar ve dinler meleklerin vücutlarına ve ubudiyetlerine ittifakları ve bütün asırlarda meleklerle konuşmalar ve muhavereler,kesretli tevatürle insanlar içinde vuku bulduğunu nakil ve rivayetleri ise, görmediğimiz Amerika insanlarının vücutları gibi meleklerin vücutlarını ve bizimle alâkadarolduklarını kat’î ispat eder.

İşte, şimdi gel, iman nuruyla bu küllî ikinci meyveye bak ve tat: Nasıl kâinatı baştan başa şenlendirip, güzelleştirip bir mescid-i ekbere ve büyük bir ibadethâneye çeviriyor! Ve fen ve felsefenin soğuk, hayatsız, zulmetli, dehşetli göstermelerine

Allahu ekber: “Allah en büyüktür”Bârekâllah: “Allah ne mübarek yaratmış”
Elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”Kadîr-i Zülcelâl ve’l-Cemâl: kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz güzellik, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
Mâşâallah: “Allah dilemiş ve ne güzel yaratmış”Sübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”
Ve’ş-şükrü lillâh: “şükür Allah’a mahsustur”alâkadar: alâkalı, ilgili
azamet: büyüklükbilâşek velâ şüphe: şeksiz ve şüphesiz
dehşetli: korkunç, ürkütücüfeza-yı kâinat: uzay
halk etmek: yaratmakhayvanat: hayvanlar
haşmet: büyüklük, görkemhaşmet-i rububiyet: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden Allah’ın idare ve egemenliğinin büyüklüğü, ihtişamı
ibadethâne: ibadet yeriicad etmek: var etmek, yaratmak
ihsanat-ı rahmet: rahmetin, merhametin ihsanlarıittifak: birleşme, birlik
izzet: mağlup olmaz üstünlük, yücelikkatre: damla
kat’î: kesin olarakkesretli: pek çok
kâinat: evren, yaratılan herşeyküllî: büyük, kapsamlı
küre-i arz: yerküre, dünyamelâike: melekler
mescid-i ekber: büyük mescid, kâinatmuhavere: karşılıklı konuşma
mukteza: gerek, gereklilikmukàbil: karşılık
mu’cizât-ı san’at: san’at mu’cizelerimünasip: uygun
müteaaffin: kokuşmuş, çürümüşnakil: aktarma, anlatma
nevi: türrahmet-i İlâhiye: Allah’ın merhamet ve şefkati
sekene: sakinler, oturanlarsemavat: gökler
semâvî: İlâhî, Allah’tan gelenseyyar: gezen, dolaşan
taife: grup, topluluktehlil: “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur” mânâsındaki “lâ ilâhe illallah” sözünü söylemek
tekbir: “Allah en büyüktür” mânâsında “Allahu Ekber” demektevatür: çeşitli kanallardan gelen ve doğruluğu kesin olarak kanıtlanan haber
ubûdiyet: Allah’a kullukvuku bulmak: meydana gelmek
vücut: varlıkzaman-ı Âdem: Âdem peygamberin zamanı
ziyade: çok, fazlazulmetli: karanlık
zîhayat: canlı, hayat sahibizîruh: ruh sahibi
âdi: basit
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 347

mukàbil, hayatlı, şuurlu, ışıklı, ünsiyetli, tatlı bir kâinat göstererek bâki hayatın bircilve-i lezzetini, ehl-i imana, derecesine göre dünyada dahi tattırır.

Tetimme: Nasıl ki vahdet ve ehadiyet sırrıyla kâinatın her tarafında aynı kudret, aynı isim, aynı hikmet, aynı san’at bulunmasıyla Hâlıkın vahdet ve tasarrufu ve icadve rububiyeti ve hallâkıyet ve kudsiyeti, cüz’î-küllî herbir masnuun hal diliyle ilân ediliyor. Aynen öyle de, her tarafta melekleri halk edip her mahlûkun lisan-ı hal ileşuursuz yaptıkları tesbihatı, meleklerin ubudiyetkârâne dilleriyle yaptırıyor. Meleklerin hiçbir cihette hilâf-ı emir hareketleri yoktur. Hâlis bir ubudiyetten başka hiçbir icad ve emirsiz hiçbir müdahale, hattâ izinsiz şefaatleri dahi olmaz. Tam بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَ
blank.gif
1 وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ
blank.gif
2sırrına mazhardırlar.


endOfSection.gif
endOfSection.gif



[BILGI]Dipnot-1 “Hayır, (onların evlât dedikleri) Allah’ın ikramda bulunduğu kullardır.” Enbiyâ Sûresi, 21:26.

Dipnot-2 “Verilen emri yerine getirirler.” Tahrîm Sûresi, 66:6. [/BILGI]

Hâlık: her şeyi yaratan Allahbâki: kalıcı, devamlı
cihet: şekil, yöncilve-i lezzet: lezzet veren tecelli, lezzetin bir yansıması
cüz’î: ferdî, az, küçükehadiyet: Allah’ın birliğinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
ehl-i iman: iman edenler, mü’minlerhalk etmek: yaratmak
hallâkiyet: yaratıcılıkhikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hilâf-ı emir: emre aykırıhâlis: içten, katıksız, samimi
icad: var etme, vücuda getirmekudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
kudsiyet: kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallıkkâinat: evren, yaratılan herşey
küllî: büyük, kapsamlılisan-ı hâl: hal dili
mahlûk: yaratıkmasnu: sanat eseri varlık
mazhar: ayna, yansıma yerimukàbil: karşılık
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasıtasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmatetimme: ek
ubûdiyet: kullukubûdiyetkârâne: kulluk ederek
vahdet: Allah’ın birliğiünsiyetli: canayakın, dost
şefaat: af için aracılık etmeşuurlu: bilinçli
şuursuz: bilinçsiz
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 348

Hâtime
Gayet ehemmiyetli bir nükte-i i’câziyeye dair, birden ihtiyarsız, mağripten sonra kalbe ihtar edilen ve Sûre-i قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ 1 ınzâhir bir mu’cize-i gaybiyesini gösteren uzun bir hakikate kısa bir işarettir.

besmele.jpg


قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَ وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ
blank.gif
2

İşte, yalnız mânâ-yı işârî cihetinde bu sûre-i azîme-i hârika, “Kâinatta ademâlemleri hesabına çalışan şerirlerden ve insî ve cinnî şeytanlardan kendinizimuhafaza ediniz” Peygamberimize ve ümmetine emrederek, her asra baktığı gibi,mânâ-yı işarîsiyle bu acip asrımıza daha ziyade, belki zâhir bir tarzda bakar, Kur’ân’ın hizmetkârlarını istiâzeye dâvet eder. Bu mu’cize-i gaybiye, beş işaretle kısaca beyan edilecek. Şöyle ki:
Bu sûrenin herbir âyetinin mânâları çoktur. Yalnız mânâ-yı işarî ile, beş cümlesinde dört defaشَرِّ kelimesini tekrar etmek ve kuvvetli münasebet-i mâneviye ile beraber dört tarzda bu asrın emsalsiz dört dehşetli ve fırtınalı maddî ve mânevî şerlerine ve inkılâplarına ve mübarezelerine aynı tarihle parmak basmak vemânen “Bunlardan çekininiz” emretmek, elbette Kur’ân’ın i’câzına yakışır bir irşad-ı gaybîdir.
Meselâ, baştaقُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ cümlesi, bin üç yüz elli iki veya dört (1352-1354) tarihine hesab-ı ebcedî ve cifrî ile tevafuk edip nev-i beşerde en geniş


[BILGI]Dipnot-1 “De ki: Sığınırım sabahın Rabbine.” Felâk Sûresi, 113:1.

Dipnot-2 “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. De ki: Sığınırım sabahın Rabbine. Yarattığı şeylerin şerrinden. Karanlığı çöktüğünde gecenin şerrinden. Düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden. Haset ettiğinde hasetçinin şerrinden.” Felâk Sûresi, 113:1-5.
[/BILGI]


acip: hayret verici, şaşırtıcıadem: hiçlik, yokluk
beyan etmek: açıklamakcihet: taraf, yön
dehşetli: korkunç, ürkütücüehemmiyetli: önemli
emsalsiz: benzersizgayet: son derece
hakikat: doğru, gerçekhesab-ı ebcedî ve cifrî: (bk. bilgiler – Ebced ve Cifir ilmi)
hizmetkâr: hizmetçihâtime: sonuç, son bölüm
ihtar edilmek: hatırlatılmakihtiyarsız: irade dışı, istemeden
inkılâp: büyük değişim, dönüşüminsî ve cinnî: insanlardan ve cinlerden olan
irşad-ı gaybî: gaybî irşad; gelecekteki hâdiselere işaret etmek suretiyle rehberlik yapmaistiâze: Allah’a sığınma
i’câz: mu’cize oluşkâinat: evren, yaratılan herşey
mağrib: akşammuhafaza etmek: korumak
mu’cize-i gaybiye: gerçekleri önceden bildirme şeklindeki mu’cizemânen: mânevî olarak
mânâ-yı işârî: işaretlerle ifade edilen mânâmübareze: karşılıklı mücadele, çatışma
münasebet-i mâneviye: mânevî ilişki, bağlantınev-i beşer: insanlar
nükte-i i’câziye: ince mânâsûre-i azîme-i hârika: harika olan büyük sûre
tevafuk etmek: denk gelmekziyade: çok, fazla
zâhir: açık, görünenşer: kötülük, fenalık
şerir: şerliler, kötüler
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 349

hırs ve hasetle ve Birinci Harbin sebebiyle vukua gelmeye hazırlanan İkinci Harb-iUmumiye işaret eder ve ümmet-i Muhammediyeye (a.s.m.) mânen der: “Bu harbe girmeyiniz ve Rabbinize iltica ediniz.” Ve bir mâna-yı remziyle, Kur’ân’nınhizmetkârlarından olan Risale-i Nur şakirtlerine hususi bir iltifatla, onların Eskişehir hapsinden, dehşetli bir şerden aynı tarihiyle kurtulmalarına ve haklarındaki imha plânının akîm bırakılmasına remzen haber verir, mânen “İstiâze ediniz” emreder gibi bir remiz verir.

Hem meselâمِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ
blank.gif
1 cümlesi (şedde sayılmaz) bin üç yüz altmış bir (1361) ederek bu emsalsiz harbin merhametsiz ve zâlimâne tahribatına Rûmî ve Hicrî tarihiyle parmak bastığı gibi, aynı zamanda bütün kuvvetleriyle Kur’ân’ın hizmetine çalışan Nur şakirtlerinin geniş bir imha plânından ve elîm ve dehşetli bir belâdan veDenizli hapsinden kurtulmalarına tevafukla, bir mânâ-yı remzî ile onlara da bakar, “Halkın şerrinden kendinizi koruyunuz” gizli bir îmâ ile der.

Hem meselâاَلنَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ
blank.gif
2 cümlesi (şeddeler sayılmaz) bin üç yüz yirmi sekiz (1328), eğer şeddedeki ل sayılsa, bin üç yüz elli sekiz (1358) adediyle buumumî harpleri yapan ecnebî gaddarların, hırs ve hasetle bizdeki Hürriyet inkılâbının Kur’ân lehindeki neticelerini bozmak fikriyle tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve İtalyan harpleri ve Birinci Harb-i Umumînin patlamasıyla maddî ve mânevî şerlerini, siyasîdiplomatların, radyo diliyle herkesin kafalarına sihirbaz ve zehirli üflemeleriyle vemukadderat-ı beşerin düğme ve ukdelerine gizli plânlarını telkin etmeleriyle bin senelik medeniyet terakkiyatını vahşiyâne mahveden şerlerin vücuda gelmeye hazırlanmaları tarihine tevâfuk ederek

اَلنَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ’in tam mânasına tetâbuk eder.


[BILGI]Dipnot-1 “Yarattığı şeylerin şerrinden.” Felâk Sûresi, 113:2.

Dipnot-2 “Düğümlere üfleyen büyücüler...” Felak Sûresi, 113:4.[/BILGI]




Birinci Harb/Birinci Harb-i Umumî: (bk. bilgiler – Birinci Dünya Savaşı)Denizli Hapsi: (bk. bilgiler – Denizli)
Eskişehir Hapsi: (bk. bilgiler – Eskişehir)Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
akîm: neticesiz, sonuçsuzdehşetli: korkunç, ürkütücü
diplomat: memleket ve millet meseleleri hakkında siyasî söz sahibiecnebî: yabancı
elîm: acıklı, üzücüemsalsiz: benzersiz
haset: kıskançlıkhizmetkâr: hizmetçi
iltica etmek: sığınmakiltifat: önem ve değer vererek, lütufla hitap ve muamele etme
inkılâb: değişim, dönüşümistiâze etmek: Allah’a sığınmak
mahvetmek: yok etmekmukadderat-ı beşer: insanlığın geleceği, kaderi; Allah tarafından takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar
mânen: mânevî olarakmânâ-yı remz: işaret mânâsı
remiz: işaretremzen: işareten
tahribat: tahripler, yıkıp bozmalartebeddül-ü saltanat: saltanatın el değişmesi
telkin etmek: fikir aşılamak, fikren yönlendirmekterakkiyat: ilerlemeler, yükselmeler
tetâbuk etmek: uygun düşmektevafuk: denk gelme, uygunluk
ukde: düğüm, çözümü zor işumumî: genel, herkese ait
vahşiyâne: vahşicevuku: gerçekleşme, meydana gelme
vücuda gelmek: var olmakzâlimâne: zâlimce
îmâ etmek: işaret etmekümmet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’e inanıp onun yolundan giden Müslümanlar
İkinci Harb-i Umumiye: (bk. bilgiler – İkinci Dünya Savaşı)şakirt: öğrenci
şedde: Arapça’da bir harfin üzerine konan ve o harfi iki kez okutan işaretşer: kötülük, fenalık
şâkir: şükreden
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 350

Hem meselâ وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ
blank.gif
1 cümlesi (şedde ve tenvinsayılmaz) yine bin üç yüz kırk yedi (1347) edip, aynı tarihte, ecnebî muahedelerinicbarıyla bu vatanda ehemmiyetli sarsıntılar ve felsefenin tahakkümüyle bu dindar millette ehemmiyetli tahavvüller vücuda gelmesine ve aynı tarihte, devletlerde İkinci Harb-i Umumîyi ihzar eden dehşetli hasetler ve rekabetlerin çarpışmaları tarihine bumânâ-yı işârî ile tam tamına tevafuku ve mânen tetabuku, elbette bu kudsî sûrenin birlem’a-i i’câz-ı gaybîsidir.

endOfSection.gif
endOfSection.gif
Bir İhtar

Herbir âyetin müteaddit mânâları vardır. Hem herbir mânâ küllîdir; her asırdaefradı bulunur. Bahsimizde bu asrımıza bakan yalnız mânâ-yı işârî tabakasıdır. Hem o küllî mânada, asrımız bir ferttir. Fakat hususiyet kesb etmiş ki, ona tarihiyle bakar.
Ben dört senedir, bu harbin ne safahatını ve ne de neticelerini ve ne de sulholmuş, olmamış bilmediğimden ve sormadığımdan, bu kudsî sûrenin daha ne kadar bu asra ve bu harbe işareti var diye daha onun kapısını çalmadım. Yoksa bu hazinede daha çok esrar var olduğunu Risale-i Nur’un eczalarında, hususanRumuzât-ı Semaniye risalelerinde beyan ve ispat edildiğinden onlara havale edip kısa kesiyorum.
Hatıra gelebilen bir sualin cevabıdır
Bu lem’a-i i’câziyede, baştakiمِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ
blank.gif
2 da, hem مِنْ, hemشَرِّ kelimeleri hesaba girmesi ve âhirde وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ yalnızشَرِّ kelimesi girmesi وَمِنْ girmemesi ve وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ
blank.gif
3 ikisi de hesap




[BILGI]Dipnot-1 “Haset ettiğinde hasetçinin şerrinden.” Felâk Sûresi, 113:5.

Dipnot-2 “Yarattığı şeylerin şerrinden.” Felâk Sûresi, 113:2.

Dipnot-3 “Düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden.” Felâk Sûresi, 113:4.

[/BILGI]

Rumuzât-ı Semâniye: Risale-i Nur’un Yirmi Dokuzuncu Mektubunda yer alan Sekizinci Kısımasr: yüzyıl
beyan: açıklama, izahdehşetli: korkunç, ürkütücü
ecnebî: yabancıecza: kısımlar, parçalar
efrad: fertler, bireyleresrar: sırlar, gizemler
haset: kıskançlıkhususan: bilhassa, özellikle
hususiyet: özellikicbar: zorlama
ihtar: hatırlatma, uyarıihzar etmek: hazırlamak
kesb etmek: kazanmakkudsî: kutsal, bereketli, mukaddes
küllî: bütün fertleri içine alan; büyük, kapsamlı, türlem’a-i i’câz-ı gaybî: gaybî mu’cizelik parıltısı
lem’a-i i’câziye: mu’cizelik parıltısımuahede: iki ya da daha çok devlet arasında yapılan antlaşma
mânâ-yı işârî: işaretlerle ifade edilen mânâmüteaddit: bir çok, çeşitli
safahât: safhalar, aşamalar, gelişmelersulh: barış
tahakküm: baskı, zorbalıktahavvül: değişim, başkalaşma
tenvin: Arapça’da kelimenin sonunu nun gibi okutmak üzere konulan işaret (iki üstün, iki esre, iki ötre)tetabuk: uygunluk
tevafuk: denk gelme, uygunlukvücuda gelmek: var olmak
âhir: sonİkinci Harb-i Umumî: (bk. bilgiler – İkinci Dünya Savaşı)
şedde: Arapça’da bir harfin üzerine konan ve o harfi iki kez okutan işaret
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 351

edilmemesi gayet ince ve lâtif bir münasebete ima ve remz içindir. Çünkü, halklardaşerden başka hayırlar da var. Hem bütün şer herkese gelmez. Buna remzen, bâzıyeti ifade eden مِنْ ve شَرِّ girmişler. Hâsid hased ettiği zaman bütün şerdir.Bâzıyete lüzum yoktur. Veاَلنَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ
blank.gif
1 remziyle, kendi menfaatleri için küre‑i arza ateş atan üfleyicilerin ve sihirbaz o diplomatların tahribata ait bütün işleri ayn-i şerdir diye, dahaشَرِّ kelimesine lüzum kalmadı.

Bu sûreye ait bir nükte-i i’câziyenin haşiyesidir

Nasıl bu sûre, beş cümlesinden dört cümlesiyle bu asrımızın dört büyük şerliinkılâplarına ve fırtınalarına mânâ-yı işârî ile bakar. Aynen öyle de, dört defa tekrarenمِنْ شَرِّ (şedde sayılmaz) kelimesiyle, âlem-i İslâmca en dehşetli olanCengiz ve Hülâgu fitnesinin ve Abbâsî Devletinin inkıraz zamanının asrına dört defamânâ-yı işârî ile ve makam-ı cifrî ile bakar ve parmak basar.
Evet, şeddesiz شَرِّ beş yüz (500) eder;مِنْ doksandır (90). İstikbale bakan çok âyetler, hem bu asrımıza, hem o asırlara işaret etmeleri cihetinde istikbalden haber veren İmam-ı Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (k.s.) dahi, aynen hem bu asrımıza, hem o asra bakıp haber vermişler. غَا سِقٍ اِذَا وَقَبَ
blank.gif
2 kelimeleri bu zamana değil, belkiغَا سِقٍ bin yüz altmış bir (1161) veاِذَا وَقَبَ sekiz yüz on (810) ederek, o zamanlarda ehemmiyetli maddî mânevî şerlere işaret eder. Eğer beraber olsa, Milâdi bin dokuz yüz yetmiş bir (1971) olur. O tarihte dehşetli bir şerden haber verir. Yirmi sene sonra, şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa, elbette tokatlarıdehşetli olacak.

endOfSection.gif
endOfSection.gif



[BILGI]Dipnot-1 “Düğümlere üfleyen büyücüler...” Felâk Sûresi, 113:4.

Dipnot-2 “Karanlığı çöktüğünde gecenin…” Felâk Sûresi, 113:3.

[/BILGI]


Abbâsî Devleti: (bk. bilgiler – Abbâsiler)Cengiz: (bk. bilgiler)
Gavs-ı Âzam: [bk. bilgiler – Abdülkadir-i Geylânî (k.s.)]Hülâgu: (bk. bilgiler)
ayn-i şer: kötülüğün ta kendisi, tam bir kötülükbâzıyet: kısımlılık; parça olmak
cihet: taraf, yöndehşetli: korkunç, ürkütücü
ehemmiyetli: önemligayet: son derece
hased: kıskançlıkhaşiye: dipnot, açıklayıcı not
hâsid: hased edenima: işaret
inkılâp: ihtilâl, büyük değişim, dönüşüminkıraz: dağılıp yok olma, son bulma
istikbal: gelecekküre-i arz: yer küre, dünya
lâtif: güzel, hoşmahsul: ürün, sonuç
makam-ı cifrî: cifir ilmine göre harflerin aldığı sayısal değermânâ-yı işârî: işaretlerle ifade edilen mânâ
münasebet: bağlantı, ilişkinükte-i i’câziye: mu’cizeli ince mânâ
remz: ince işarettahribat: tahripler, yıkıp bozmalar
âlem-i İslâm: İslâm dünyasıİmam-ı Ali: [bk. bilgiler – Ali (r.a.)]
ıslah: düzelme, iyileşmeşedde: Arapça’da bir harfin üzerine konan ve o harfi iki kez okutan işaret
şer: kötülük, fenalık
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 352

On Birinci Meselenin Haşiyesinin bir Lâhikasıdır

besmele.jpg

Âyetü’l-Kürsînin tetimmesi olan

blank.gif
1 لاٰ اِكْرَاهَ فِى (الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ) مِنَ الْغَىِّ bin üç yüz elli (1350),

blank.gif
2 فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ bin dokuz yüz yirmi dokuz (1929) veya (1928),

blank.gif
3 وَيُؤْمِنْ بِاللهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ dokuz yüz kırk altı (946) “Risaletü’n-Nur” ismine muvafık;
blank.gif
4 بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى bin üç yüz kırk yedi (1347);

لاَ انْفِصَامَ لَهَا وَاللهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ (اَللهُ) (وَلِىُّ الَّذِينَ اٰمَنُوا)
blank.gif
5

eğer beraber olsa bin on iki (1012), eğer beraber olmazsa dokuz yüz kırk beş (945) (bir şedde sayılmaz),
blank.gif
6 يُخْرِجُهُمْ مِنَ (الظُّلُمَاتِ) اِلَى النُّورِ bin üç yüz yetmiş iki (1372) (şeddesiz),
blank.gif
7وَالَّذِينَ كَفَرُوا اَوْلِيَاۤءُهُمُ (الطَّاغُوتُ) bin dört yüz on yedi (1417);
blank.gif
8 يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى (الظُّلُمَاتِ) bin üç yüz otuz sekiz (1338) (şedde sayılmaz)
blank.gif
9 اُولٰۤئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ bin iki yüz doksan beş (1295) (şedde sayılır) eder. Risaletü’n-Nur’un hem iki kere ismine, hem suret-i mücahedesine, hem tahakkukuna ve telif vetekemmül zamanına



[BILGI]Dipnot-1 “Dinde zorlama yoktur; doğruluk sapıklıktan, îman küfürden iyice ayrılmıştır.” Bakara Sûresi, 2:256.

Dipnot-2 “Kim birer mâbud gibi kıymet verilen tâğutları reddederse...” Bakara Sûresi, 2:256.

Dipnot-3 “Ve kim Allah’a îman ederse, işte o (...) yapışmıştır.” Bakara Sûresi, 2:256.

Dipnot-4 “Sapa sağlam bir kulpa...” Bakara Sûresi, 2:256.

Dipnot-5 “O kopmaz ve kırılmaz. Allah ise herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla bilendir. Allah imân edenlerin dostu ve yardımcısıdır.” Bakara Sûresi, 2:256-257.

Dipnot-6 “Onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidâyet nûruna kavuşturur.” Bakara Sûresi, 2:257.

Dipnot-7 “İnkâr edenlerin dostu ise tâğuttur.” Bakara Sûresi, 2:257.

Dipnot-8 “Onları imân nûrundan mahrum bırakıp inkâr karanlıklarına sürüklerler.” Bakara Sûresi, 2:257.

Dipnot-9 “İşte onlar Cehennem ateşinin ehlidir, orada ebediyen kalacaklardır.” Bakara Sûresi, 2:257.
[/BILGI]


bâki: devamlı, kalıcıhaşiye: dipnot, açıklayıcı not
lâhika: ek, ilâvemuvafık: lâyık, uygun
suret-i mücahede: mücadele şeklitahakkuk: gerçekleşme
tekemmül: mükemmelleşme, olgunlaşmatelif: yazma, yazılma
tetimme: ektâğut: ibadet edilen bâtıl şey, put
Âyetü’l-Kürsî: Allah’ın varlığından ve bir kısım mühim sıfatlarından bahseden Bakara Sûresinin 255. âyeti
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 353

tam tamına tevafukuyla beraber, ehl-i küfrün bin iki yüz doksan üç (1293) harbiyleâlem-i İslâmın nurunu söndürmeye çalışması tarihine ve Birinci Harb-i Umumîden istifade ile bin üç yüz otuz sekizde (1338) bilfiil nurdan zulümata atmak için yapılan dehşetli muahedeler tarihine tam tamına tevafuku ve içinde mükerreren nur vezulümat karşılaştırılması ve bu mücahede-i mâneviyede Kur’ân’ın nurundan gelen bir Nur, ehl-i imana bir nokta-i istinat olacağını mânâ-yı işârî ile haber veriyor diye kalbime ihtar edildi. Ben de mecbur oldum, yazdım. Sonra baktım ki, mânâsınınmünasebeti bu asrımıza o kadar kuvvetlidir ki, hiç tevafuk emaresi olmasa da, yine bu âyetler her asra baktığı gibi mânâ-yı işârî ile bizimle de konuşuyor kanaatim geldi.

Evet, evvelâ başta
blank.gif
1 لاٰ اِكْرَاهَ فِى (الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ) cümlesi, makam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üç yüz elli (1350) tarihine parmak basar ve mânâ-yı işârî ile der: Gerçi o tarihte, dini, dünyadan tefrik ile dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silâhla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükümetlerde birkanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor ve hükümet, lâik cumhuriyete döner. Fakat ona mukàbil mânevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıcıyla olacak. Çünkü, dindekirüşd-ü irşad ve hak ve hakikati gözlere gösterecek derecede kuvvetli burhanları izharedip tebyin ve tebeyyün eden bir nur Kur’ân’dan çıkacak diye haber verip bir lem’a-i i’caz gösterir.

Hem, tâ
blank.gif
2 خَالِدُونَ kelimesine kadar, Risale-i Nur’daki bütün muvazenelerin aslı, menbaı olarak aynen o muvazeneler gibi mükerreren nur ve zulümat ve iman ve karanlıkları karşılaştırmasıyla gizli bir emaredir ki, o tarihte bulunan cihad-ı mânevîmübarezesinde büyük bir kahraman “Nur” namında Risale-i Nur’dur ki, dinde bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun mânevî elmas kılıcı, maddî kılıçlara ihtiyaç bırakmıyor.



[BILGI]Dipnot-1 “Dinde zorlama yoktur; doğruluk sapıklıktan, îman küfürden iyice ayrılmıştır.” Bakara Sûresi, 2:256.

Dipnot-2 “Ebediyen kalıcıdırlar.” Bakara Sûresi, 2:257.
[/BILGI]

Birinci Harb-i Umumî: (bk. bilgiler – Birinci Dünya Savaşı)bilfiil: fiilen, gerçekte
cihad: din uğrunda çaba harcamacihad-ı dinî: dinî mücadele
cihad-ı mânevî: mânevî cihad, mücadeledüstur-u siyasî: siyasî düstur, prensip
ehl-i iman: iman edenler, mü’minlerehl-i küfür: inkârcılar, inanmayanlar
emare: belirti, işarethürriyet-i vicdan: vicdan hürriyeti
icbar: zorlamaihtar etmek: hatırlatmak
ikrah: kötü görmeiman-ı tahkîki: inandığı şeylerin aslını, esâsını bilerek inanma; sarsılmaz iman
izhar etmek: göstermek, ortaya çıkarmakkanun-u esasî: temel kanun, Anayasa
keşfetme: ortaya çıkarmalem’a-i i’câz: mu’cizelik parıltısı
makam-ı cifrî ve ebcedî: ebced hesabı ve cifir ilmine göre harflerin aldığı sayısal değermenba: kaynak
muahede: iki ya da daha çok devlet arasında yapılan antlaşmamuarız olmak: karşı gelmek
mukàbil: karşılıkmuvazene: karşılaştırma, ölçme, tartma
mânâ-yı işârî: işaretlerle ifade edilen mânâmübareze: mücadele, karşı koyma, çarpışma
mücahede-i diniye: dinle ilgili mücadelemücahede-i mâneviye: mânevi mücadele, cihad etme
mükerreren: defalarca, tekrarlamünasebet: bağlantı, ilişki
nam: adnokta-i istinad: dayanak noktası
rüşd-ü irşad: mükemmel bir şekilde doğru yola sevk etmektebeyyün: meydana çıkma, görünme
tebyin: açıkça anlatma, gösterme, meydana çıkarılmatefrik: ayırma
tevafuk: denk gelme, uygunluktılsım: sır, gizem, çözülmesi zor konu
zulümat: karanlıklarâlem-i İslâm: İslâm dünyası

 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 354

Evet, hadsiz şükürler olsun ki, yirmi senedir Risale-i Nur bu ihbar-ı gaybı ve lem’a-ı i’câzı bilfiil göstermiştir. Ve bu sırr-ı azîm içindir ki, Risale-i Nur şakirtleri dünya siyasetine ve cereyanlarına ve maddî mücadelelerine karışmıyorlar ve ehemmiyetvermiyorlar ve tenezzül etmiyorlar. Ve hakikî şakirtleri, en dehşetli bir hasmına ve hakaretli tecavüzüne karşı ona der:

“Ey bedbaht! Ben seni idam-ı ebedîden kurtarmaya ve fâni hayvaniyetin en süflî veelîm derecesinden bir bâki insaniyet saadetine çıkarmaya çalışıyorum; sen benim ölümüme ve idamıma çalışıyorsun. Senin bu dünyada lezzetin pek az, pek kısa; ve âhirette ceza ve belâların pek çok ve pek uzundur. Ve benim ölümüm bir terhistir. Haydi def ol! Seninle uğraşmam, ne yaparsan yap!” der. O zâlim düşmanına hiddet değil, belki acıyor, şefkat ediyor, “Keşke kurtulsaydı” diyerek ıslahına çalışır.
Sâniyen: [(وَيُؤْمِنْ بِاللهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ) (بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى)]
blank.gif
1

Bu iki kudsî cümleler, kuvvetli münasebet-i mâneviye ile beraber makam-ı cifrî ve ebcedî hesabıyla, birincisi Risaletü’n-Nur’un ismine, ikincisi onun tahakkukuna vetekemmülüne ve parlak fütuhatına mânen ve cifren tam tamına tetâbukları biremâredir ki, Risaletü’n-Nur bu asırda, bu tarihte bir urvetü’l-vüskadır. Yani çokmuhkem, kopmaz bir zincir ve bir hablullahtır. Ona elini atan yapışan, necat bulur diye mânâ-yı remziyle haber verir.

Sâlisen:
blank.gif
2 (اَللهُ) وَلِىُّ الَّذِينَ اٰمَنُوا cümlesi hem mânâ, hem cifirle Risaletü’n-Nur’a bir remzi var. Şöyle ki:...

[Bu makamda perde indi, yazmaya izin verilmedi. Başka zamana tehir edildi.]HAŞİYE-1

endOfSection.gif
endOfSection.gif

[BILGI]Dipnot-1 “Ve kim Allah’a îman ederse, işte o (...) yapışmıştır. Sapa sağlam bir kulpa...” Bakara Sûresi, 2:256.

Dipnot-2 “Allah imân edenlerin dostu ve yardımcısıdır.” Bakara Sûresi, 2: 257.

Haşiye-1 Bu nüktenin bâki kısmı şimdilik yazdırılmadığının sebebi, bir derece dünyaya, siyasete temasıdır. Biz de bakmaktan memnuuz. Evet, اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغٰى bu tâğûta bakar ve baktırır. (“Muhakkak ki insan azgınlaşır” Alâk Sûresi, 96:6) Said Nursî.
[/BILGI]


bedbaht: kötü bahtlı, talihsizbilfiil: fiilen, gerçekte
bâki: kalıcı, devamlı; geri kalancereyan: akım
cifir: (bk. bilgiler – Cifir ilmi)cifren: cifir ilmine göre
dehşetli: korkunç, ürkütücüehemmiyet: önem
elîm: acıklı, üzücüemâre: âlâmet, işâret
fâni: geçici, ölümlüfütûhât: fetihler, zaferler
hablullah: Allah’ın sağlam ipihadsiz: sınırsız
hakikî: gerçek, doğruhasm: düşman
hayvaniyet: hayvanlıkhaşiye: dipnot, açıklayıcı not
idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluşihbar-ı gayb: gayb âleminden gelen haber
insaniyet: insanlıkkudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, mukaddes
lem’a-i i’câz: mu’cizelik parıltısımakam-ı cifrî ve ebcedî: ebced ve cifir ilmine göre verilen sayısal değer
memnu: yasaklanmış men edilmişmuhkem: sağlam
mânen: mânevî olarakmânâ-yı remzî: işaretle, rumuzla bildirilen gizli mânâ
münasebet-i mâneviye: mânevi bağlantı, ilişkinecat: kurtuluş
remz: işaretsaadet: mutluluk
sâlisen: üçüncü olaraksâniyen: ikinci olarak
süflî: alçak, aşağılıksırr-ı azîm: büyük sır
tahakkuk: gerçekleşmetağut: ibadet edilen bâtıl şey, put
tehir etmek: ertelemek, sonraya bırakmaktekemmül: mükemmelleşme, olgunlaşma
terhis: göreve son vermetetabuk: uygunluk
urvetü’l-vüska: kopmaz sağlam kulpşakirt: öğrenci
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 355

Risale-i Nur kahramanı Hüsrev’in Meyvenin On Birinci Meselesimünasebetiyle yazdığı mektubun bir parçasıdır.


بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
blank.gif
1 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
2


Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekâtühü.

Çok mübarek, çok kıymettar, çok sevgili Üstadımız Efendimiz,

Millet ve memleket için çok büyük güzellikleri ihtiva eden Meyve, Dokuz Meselesi ile, dehşetli bir zamanda, müthiş âsiler içinde en büyük düşmanlar arasında hayret-feza bir surette şakirtlerine necat vermeye vesile olmakla kalmamış. Onuncu ve On Birinci Meseleleri ile, hususuyla Nur’un şakirtlerini hakikat yollarında alkışlamış ve gidecekleri hakiki mekânları olan kabirdeki ahvallerinden ve herkesi titreten ve bilhassa ehl-i gaflet için çok korkunç, çok elemli, çok acıklı bir menzil olan toprak altında, göreceği ve konuşacağı melâikelerle konuşmayı ve refakati sevdirerek bu mekâna daha çok ünsiyet izhar etmekle, bu korkulu ilk menzil hakkındaki fevkalhadkorkularımızı tâdil etmiş, nefes aldırmış. Hususiyle o âlemin nuranî hayatını benim gibi göremeyenlerin ellerinde, şuââtı yüz binlerle senelik mesafelere uzanan bir elektrik lâmbası hükmüne geçmiş. Hem de daima koklanılacak nümunelik bir çiçek bahçesi olmuştur.
Evet, biz sevgili üstadımıza arz ediyoruz ki, hergün dersini hocasına okuyan bir talebe gibi, Nurdan aldığımız feyizlerimizi, her vakit için sevgili üstadımıza arz edelim. Fakat sevgili üstadımız şimdilik konuşmalarını tatil buyurdular.

Ey aziz Üstadım,

Risale-i Nur’un hakikati ve Meyvenin güzelliği ve çiçeğinin feyzi, beni minnettârâne, bir parça memleketim namına konuşturmuş ve benim gibi konuşan çok kalblere hayat vermiş. Şimdi muhitimizde Risale-i Nur’a karşı atılan adımlar ve uzatılan eller, Meyvenin on birinci çiçeği ile daha çok metanet kesb etmiş, inkişafetmiş, faaliyete başlamıştır.

Çok hakir talebeniz Hüsrev
endOfSection.gif
endOfSection.gif


[BILGI]Dipnot-1 Her türlü noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.

Dipnot-2 “Kâinatta hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
[/BILGI]

Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekâtühü: Allah’ın selâmı rahmeti ve bereketi sizlerin üzerine olsunHüsrev: (bk. bilgiler – Hüsrev Altınbaşak)
ahval: halleraziz: çok değerli, izzetli
dehşetli: korkunç, ürkütücüehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan kimseler
elemli: acılı, üzüntülüfevkalhad: haddin, sınırın üstünde
feyz: ilham, berekethakir: hor ve değersiz
hayretfezâ: hayret verici, şaşırtıcıhususuyla: özelliğiyle
ihtiva etmek: içermekinkişaf etmek: açığa çıkmak
izhar etmek: göstermek, ortaya çıkarmakkesb etmek: kazanmak
kıymettar: kıymetli, değerlimelâike: melekler
menzil: durak, yermetanet: sağlamlık
minnetterâne: minnet ve şükran duyarakmuhit: çevre, taraf
mübarek: bereketli, hayırlımünasebet: ilişki, bağlantı
nam: adnecat: kurtuluş
nuranî: nurlu, aydınlıknümune: örnek, misal
refakat: arkadaşlıksuret: biçim, şekil
tatil buyurmak: bir şeyi kesip ara vermektâdil etmek: normalleştirmek, düzeltmek
ünsiyet: alışkanlık, âşinalıkşakirt: öğrenci
şuâât: nurlar, ışıklar
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 356

Isparta’daki umum Risale-i Nur talebeleri namına Ramazan tebrikimünasebetiyle yazılmış ve on üç fıkra ile tâdil edilmiş bir mektuptur
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
blank.gif
1 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
2

Ey âlem-i İslâmın dünya ve âhirette selâmeti için Kur’ân’ın feyziyle ve Risale-i Nur’un hakikatiyle ve sadık şakirtlerin himmetiyle mübarek gözlerinden yaş yerine kan akıtan,
Ve ey fitne-i âhirzamanın şu dağdağalı ve fırtınalı zamanında Hazret-i EyyûbAleyhisselâmdan ziyade hastalıklara, dertlere giriftâr olan ve Kur’ân’ın nuruyla ve Risale-i Nur’un burhanlarıyla ve şakirtlerin gayretiyle âlem-i İslâmın maddî ve mânevî hastalıklarını Hekîm-i Lokman gibi tedaviye çalışan,
Ve ey mübarek ellerinde mevcut olan Nur parçalarının hak ve hakikat olduğunu Kur’ân’ın otuz üç âyetiyle ve keramet-i Aleviye ve Gavsiye ile ispat eden,
Ve ey kendisi hasta ve ihtiyar ve zayıf ve gayet acınacak bir halde olduğuna göre herkesten ziyade âlem-i İslâma can feda eder derecesinde acıyarak, kendine fenalıketmek isteyenlere Kur’ân’ın hakikatiyle ve Risale-i Nur’un hüccetleriyle, Nur talebelerinin sadakatlarıyla hayırlı dualar ve iyilik etmek ile karşılayan,

Ve yazdığı mühim eserlerinden Âyetü’l-Kübrânın tab’ıyla kendi zâtına ve talebelerine gelen musibette hapishanelere düşen ve o zindanları Kur’ân’ın irşadıyla ve Risale-i Nur’un dersiyle ve şakirtlerin iştiyakıyla bir medrese-i Yusufiyeye çeviren ve bir dershane yapan ve içimizde bulunan cahil olanların hepsini Kur’ân’ı o dershanede hatmettirerek çıkaran ve o musibette Kur’ân’ın kuvve-i kudsiyesiyle ve Risale-i Nur’un tesellîsiyle ve kardeşlerin tahammülleriyle, ihtiyar ve zayıf olduğu halde bütün ağırlıklarımızı ve yüklerimizi üzerine alan ve yazdığı Meyve ve Müdafaanâme risaleleriyle Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın i’câzıyla


[BILGI]Dipnot-1 Her türlü noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.

Dipnot-2 “Kâinatta hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.

[/BILGI]


Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsunHazret-i Eyyûb: [bk. bilgiler – Eyyûb (a.s.)]
Hekîm-i Lokman: (bk. bilgiler – Lokman Hekim)Isparta: (bk. bilgiler)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan, mu’cize olan Kur’ânburhan: delil, kanıt
dağdağa: karışıklık, gürültüfenalık: kötülük
feyziyle: ilhamıyla, bereketiylefitne-i âhirzaman: âhirzaman fitnesi
fıkra: bölüm, kısımgayet: son derece
gayret: hamiyet, şeref, haysiyetgiriftar: tutulmuş, yakalanmış
hakikat: gerçekhimmet: çalışma, gayret gösterme
hüccet: delilirşad: doğru yol gösterme
iştiyak: arzu, istekkeramet-i Aleviye ve Gavsiye: Hz. Ali ve Şeyh Abdulkadir Geylânî’nin kerâmeti
kuvve-i kudsiye: mukaddes güç, mânevî kuvvetmedrese-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane
mevcut: varmusibet: belâ, dert, felâket
mübarek: bereketli, hayırlımünasebet: ilişki, bağlantı
namına: adınasadâkat: bağlılık, doğruluk
sadık: doğruselâmet: esenlik, rahatlık
tab’: basma, çoğaltmatahammül: dayanma, katlanma
tâdil etmek: düzeltmekumum: bütün
ziyade: çok, fazlaÂyetü’l-Kübrâ: en büyü delil; Risale-i Nur Külliyatı’ndan Yedinci Şuâ
âlem-i İslâm: İslâm dünyasışakirt: öğrenci
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 357

ve Risale-i Nur’un kuvvetli burhanlarıyla ve şakirtlerin ihlâsı ile, izn-i İlâhî ile üzerinden kapılarını açtırıp beraat kazandıran ve o günde bize ve âlem-i İslâma bayram yaptıran ve hakikaten Risale-i Nur’ları nûrun alâ nûr olduğunu ispat ederek kıyamete kadar serbest okunup ve yazılmasına hak kazandıran,
Ve âlem-i İslâmın Kur’ân-ı Azîmüşşânın gıda-yı kudsîsiyle ve Nurun uhrevîtaamıyla ve şakirtlerinin iştihasıyla ekmek, su ve hava gibi bu Nurlara pek çok ihtiyacı olduğunu ve bu Nurları okuyup yazanlardan binler kişi imanla kabre girdiğini ispat eden ve kendisine mensup talebelerini hiçbir yerde mağlûp ve mahcup etmeyen ve elyevm Kur’ân’ın semâvî dersleriyle ve Risale-i Nur’un esasatıyla veşakirtlerinin zekâvetleriyle ve Meyvenin Onuncu ve On Birinci Mesele ve çiçekleriyle, firak ateşiyle gece gündüz yanan kalblerimizi âb-ı hayat ve şarab-ı kevsergibi o mübarek Mesele ve Çiçeklerle kalblerimizin ateşini söndürüp sürur ve feraha sevk eden,
Ve ey âlemin—Kur’ân-ı Azîmüşşa’nın kat’î vaadiyle ve tehdidiyle ve Risale-i Nur’un keşf-i kat’îsiyle ve merhum şakirtlerinin müşahedesiyle ve onlardaki keşfü’l-kubur sahiplerinin görmesiyle—en çok korktuğu ölümü, ehl-i iman için idam-ı ebedîden kurtarıp bir terhis tezkeresine çeviren ve âlem-i nura gitmek için güzel bir yolculuk olduğunu ispat eden ve kâfir ve münafıklar için idam-ı ebedî olduğunu bildiren Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın, bin mu’cizat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmve kırk vech-i i’câzının tasdiki altında ihbarat-ı kat’iyesiyle, ondan çıkan Risale-i Nur’un en muannid düşmanlarını mağlûp eden hüccetleriyle ve Nur şakirtlerinin, çokemarelerin ve tecrübelerin ve kanaatlerinin teslimiyle o korkunç, karanlık, soğuk ve dar kabri, ehl-i iman için Cennet çukurundan bir çukur ve Cennet bahçesinin bir kapısı olduğunu ispat eden ve kâfir ve münâfık zındıklar için Cehennem çukurundan yılan ve akreplerle dolu bir çukur olduğunu ispat eden ve oraya gelecek olan Münker, Nekir isminde melâikeleri



Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunKur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi büyük olan Kur’ân
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan, mu’cize olan Kur’ânMünker Nekir: öldükten sonra insanları iman bakımından sorguya çekecek melekler
beraat: temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılmasıburhan: mantıkî delil, kanıt
ehl-i iman: Allah’a ve iman esaslarına inanan kimseler, mü’minlerelyevm: bu gün
emare: belirti, işaretesasat: esaslar, prensipler
firak: ayrılıkgıda-yı kudsî: kutsal gıda
hakikaten: gerçektenhüccet: kesin delil
idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluşihbârât-ı kat’iye: kesin haberler
ihlâs: içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetmeizn-i İlâhî: Allah’ın izni
i’câz: mu’cize oluşkat’î: kesin bir şekilde
keşf-i katî: kesin keşif, kesin bir şekilde ortaya çıkarma, belirtmekeşfü’l-kubur: kabirdeki ölülerin hallerini görme
kâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin birşeyi inkâr eden kimsemağlup etmek: yenmek, galip gelmek
merhum: rahmete kavuşmuş, vefat etmişmuannid: inatçı, direnen
mu’cizât-ı Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m) gösterdiği mu’cizelermübarek: bereketli, hayırlı
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsemüşahede: gözlem
nûrun alâ nûr: nur üstüne nur, iyiden de iyisemâvî: İlâhî, Allah tarafından gelen
sürur: mutluluk, sevinçtaam: gıda, yiyecek
tasdik: doğrulama, onaylamaterhis: göreve son verme
tezkere: belgeuhrevî: âhirete ait
vaad etmek: söz vermekvech-i i’câz: mu’cizelik yönü
zekâvet: zekîlikâb-ı hayat: hayat suyu
âlem-i nur: nur âlemiâlem-i İslâm: İslâm dünyası
şakirt: öğrencişarâb-ı Kevser: Cennetteki Kevser nehrinin sarhoş etmeyen leziz şarabı
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst