"Evet, kader, cüz-ü ihtiyarî, iman ve İslâmiyetin nihayet merâtibinde; kader, nefsi gururdan; ve cüz-ü ihtiyarî, adem-i mes’uliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imaniyeye girmişler." cümlesini izah eder misiniz?
Yazar: Sorularla Risale, 10-4-2009
Dünya işlerindeki başarılarımız gibi ibadetlerimiz de birer İlâhî lütuftur. Bunlarda da bizim hissemiz çok azdır. Mesela, namazı Allah emretmiş, nasıl kılınacağını Allah Resulü (asm) öğretmiştir. Dünyayı döndürmekle namaz vakitlerimizi getiren O olduğu gibi, namazda okuduğumuz âyetleri de O inzâl buyurmuştur. İnsana, sadece “namaz kılmaya yahut kılmamaya karar vermek” kalır.
O halde insan, yaptığı ibadet ile övünemez, ancak bu şerefe mazhar olduğu için Rabb’ine şükreder.
Mazide kaçırdığı fırsatlar için bir ömür boyu üzülüp dövünmenin insana hiç faydası yoktur, ama zararı kesindir. Böyle bir insan, maziyi kadere havale etmeli, “Bunda da bir hayır vardır” diyerek hayatını çileden, azaptan kurtarmalıdır.
İstikbâle gelince, insan, kaderinin ne olduğunu bilmediğine göre, cüz’i iradesini kullanmak mecburiyetindedir. Üzerine düşen görevi yaptıktan sonra, tevekkül yoluna girebilir. Yoksa tembelce oturamaz.
Yazar: Sorularla Risale, 10-4-2009
“Kader, nefsi gururdan ve cüz’-i ihtiyarî, adem-i mes’uliyetten kurtarmak içindir ki, mesail-i imaniyeye girmişler.”(1)
Bu cümlede iki ayrı hakikat birlikte sunuluyor: Birisi, “Kader, nefsi gururdan kurtarır.” Diğeri, “İnsan cüz’i irade ile, sorumluluğu üzerine alır ve günahlarının cezasını çekmeyi hak eder.”
Dünya işlerindeki başarılarımız gibi ibadetlerimiz de birer İlâhî lütuftur. Bunlarda da bizim hissemiz çok azdır. Mesela, namazı Allah emretmiş, nasıl kılınacağını Allah Resulü (asm) öğretmiştir. Dünyayı döndürmekle namaz vakitlerimizi getiren O olduğu gibi, namazda okuduğumuz âyetleri de O inzâl buyurmuştur. İnsana, sadece “namaz kılmaya yahut kılmamaya karar vermek” kalır.
O halde insan, yaptığı ibadet ile övünemez, ancak bu şerefe mazhar olduğu için Rabb’ine şükreder.
“Manen terakki etmeyen avam içinde kaderin cây-ı istimali var. Fakat o da maziyat ve mesaibdedir ki, ye’sin ve hüznün ilâcıdır. Yoksa maasi ve istikbaliyatta değildir ki, sefahete ve atalete sebeb olsun.”(2)
Manen terakki eden ermiş insanlar, evliya ve asfiya, lütufla kahır arasında fark görmezler; Allah’ın her türlü takdirine karşı tam bir teslimiyet ve rıza içindedirler. Bu özel bir durumdur. Bediüzzaman, geniş halk kitlelerine, musibetlerde ve maziye gömülmüş olaylarda kaderi hatırlamalarını tavsiye eder ve bunun faydasını da ümitsizliğe düşmemek ve gereksiz yere üzülmemek şeklinde belirler.
Mazide kaçırdığı fırsatlar için bir ömür boyu üzülüp dövünmenin insana hiç faydası yoktur, ama zararı kesindir. Böyle bir insan, maziyi kadere havale etmeli, “Bunda da bir hayır vardır” diyerek hayatını çileden, azaptan kurtarmalıdır.
İstikbâle gelince, insan, kaderinin ne olduğunu bilmediğine göre, cüz’i iradesini kullanmak mecburiyetindedir. Üzerine düşen görevi yaptıktan sonra, tevekkül yoluna girebilir. Yoksa tembelce oturamaz.