Kader İle İlgili Soru Ve Cevaplar.

ademyakup

Well-known member
"Evet, kader, cüz-ü ihtiyarî, iman ve İslâmiyetin nihayet merâtibinde; kader, nefsi gururdan; ve cüz-ü ihtiyarî, adem-i mes’uliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imaniyeye girmişler." cümlesini izah eder misiniz?

Yazar: Sorularla Risale, 10-4-2009

“Kader, nefsi gururdan ve cüz’-i ihtiyarî, adem-i mes’uliyetten kurtarmak içindir ki, mesail-i imaniyeye girmişler.”(1)
Bu cümlede iki ayrı hakikat birlikte sunuluyor: Birisi, “Kader, nefsi gururdan kurtarır.” Diğeri, “İnsan cüz’i irade ile, sorumluluğu üzerine alır ve günahlarının cezasını çekmeyi hak eder.”

Dünya işlerindeki başarılarımız gibi ibadetlerimiz de birer İlâhî lütuftur. Bunlarda da bizim hissemiz çok azdır. Mesela, namazı Allah emretmiş, nasıl kılınacağını Allah Resulü (asm) öğretmiştir. Dünyayı döndürmekle namaz vakitlerimizi getiren O olduğu gibi, namazda okuduğumuz âyetleri de O inzâl buyurmuştur. İnsana, sadece “namaz kılmaya yahut kılmamaya karar vermek” kalır.

O halde insan, yaptığı ibadet ile övünemez, ancak bu şerefe mazhar olduğu için Rabb’ine şükreder.
“Manen terakki etmeyen avam içinde kaderin cây-ı istimali var. Fakat o da maziyat ve mesaibdedir ki, ye’sin ve hüznün ilâcıdır. Yoksa maasi ve istikbaliyatta değildir ki, sefahete ve atalete sebeb olsun.”(2)
Manen terakki eden ermiş insanlar, evliya ve asfiya, lütufla kahır arasında fark görmezler; Allah’ın her türlü takdirine karşı tam bir teslimiyet ve rıza içindedirler. Bu özel bir durumdur. Bediüzzaman, geniş halk kitlelerine, musibetlerde ve maziye gömülmüş olaylarda kaderi hatırlamalarını tavsiye eder ve bunun faydasını da ümitsizliğe düşmemek ve gereksiz yere üzülmemek şeklinde belirler.

Mazide
kaçırdığı fırsatlar için bir ömür boyu üzülüp dövünmenin insana hiç faydası yoktur, ama zararı kesindir. Böyle bir insan, maziyi kadere havale etmeli, “Bunda da bir hayır vardır” diyerek hayatını çileden, azaptan kurtarmalıdır.

İstikbâle gelince,
insan, kaderinin ne olduğunu bilmediğine göre, cüz’i iradesini kullanmak mecburiyetindedir. Üzerine düşen görevi yaptıktan sonra, tevekkül yoluna girebilir. Yoksa tembelce oturamaz.
 

ademyakup

Well-known member
"İnsan, seyyiâtından tamamen mes’uldür. Çünkü seyyiâtı isteyen odur. Seyyiât, tahribat nev’inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir, müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder: bir kibritle bir evi yakmak gibi..." izahı?

Yazar: Sorularla Risale, 31-5-2010

Kur’an bize iki şeyi kesin olarak bildirmektedir.

1 - Hayrıyla – şerriyle her şeyi yaratan Allah’tır. Allah’tan başka yaratıcı ve etki sahibi yoktur. Aksini düşünmek Kur’an’ın en temel prensibi olan “Tevhit” inancıyla bağdaşmaz ve şirk tanımına girer.

2 - İnsan neden olduğu şerlerden sorumludur.

Bu ikisi nasıl bağdaşır. İnsan hiçbir etki sahibi değilken nasıl sorumlu olur? Bunun çözümü şöyledir: İnsanda hayrı veya şerri seçme hürriyeti (cüz’i iradesi) vardır. Biz seçiyoruz Allah yaratıyor. Basit bir örnekle anlatmak gerekirse: Gözü ve görmeyi yaratan Allah’tır, göz de görmek de güzeldir. Dolayısıyla görmenin yaratılışında şer yoktur. Fakat biz yasaklanmış şeylere bakmayı seçersek - ki, bu bir şerdir - bu kötü seçimimizden dolayı sorumlu oluruz. Yani şerri Allah yaratmıştır, ama şerri biz seçmişizdir. Üstad bunu “şerri yaratmak şer değildir, şerri kesbetmek (şerre azmetmek-kasdetmek) şerdir” diye formüle ediyor. Bütün organ ve onların fonksiyonlarına aynı şekilde bakılabilir.

Bir de “şart-ı âdi “ kavramı var. Buna bir örnekle bakarsak haylaz bir çocuğun bir tekstil fabrikasına girip bir düğmeye bastığını ve bir cihazın çalışıp ve birkaç dakika içinde harika bir kazağı önümüze koyduğunu düşünün. Şimdi bu haylaz bir düğmeye basmak ile o kazağı ben yaptım diyebilir mi? O kazağın gerisinde neler var: Muazzam barajlar ve o barajlarda mühendislik harikası dev tribünler kurulmuş, burada üretilen elektrik, devletin kurduğu kilometrelerce elektrik hatları ve trafolardan geçip fabrikaya ulaştırılmıştır. Fabrikada yine mükemmel bir elektrik sistemi döşenmiştir. O harika tekstil cihazının arkasında da dev bir bilimsel ve teknolojik birikimini de görmemiz lazım. Ayrıca rengarenk iplerin imal edilip oraya getirilmesi gerek. Ayrıca muhteşem bir bilgisayar programcısının bir kazak tasarımı lazım. Yani tüm sistem kurulmuş, sadece düğmeye dokunmak kalmış. Düğmeye basınca kurulu sistemdeki devre tamamlanıyor. Yani sıradan küçücük bir şart. Üstat buna “şart-ı âdi” diyor.

İşte bizi yaratan , bize beyin gibi harika bir bilgi işlem merkezi veren, boğazda çok sayıda özel fonksiyonlu kaslar, dil ve ses telleri gibi muhteşem bir sistem kuran ve bunların müthiş bir organizasyon ile çalışmasıyla gerçekleşen konuşma kabiliyeti veren Rabbimiz, az önceki fabrikadaki cihazın düğmesine dokunmak gibi küçük bir şart olarak cüz’i irademize itibar etmektedir.

Biz yine Allah’ın talebi üzerine “Elhamdulillah diyoruz” şimdi dilimizden dökülen bu “Elhamdulillah” üzerinde ne kadar hak sahibiyiz? Biz istiyoruz Rabbimiz, bizim isteğimiz üzerine kendisinin yaratıp kendisinin organize ettiği bu sistemi kendi kudretiyle işletiyor. Böylece hamd cümlesini söylüyoruz . Şimdi, bu hamd sözü üzerinde, o aciz ve cahil çocuğun o kazak üstündeki hakkından daha mı fazla hak sahibi oluruz.?
 

ademyakup

Well-known member
Soru 1: Allah'ın kulun nerede ne zaman ne yapacağını bilmesi icbar edici bir faktör müdür?
Cevap 1: Hayır, değildir. Allah'ın ezeli ilmiyle bunları bilmesi sadece ihbardır ve ilminin enginliğini, ezeli oluşunu gösterir. Allah'ın bilmesi kulu öyle yapmaya zorlayan, elinden irade ve ihtiyarı alan bir mahiyet taşımaz.
Soru 2: Fiili yaratan Allah ise o zaman kulun namaz kıldım/kılıyorum veya içki içtim/içiyorum demesini nasıl anlayacağız? Halbuki ayette "sizi de yaptığınız şeyleri de Allah yaratmıştır" deniyor. (37/96)
Cevap 2: Bir fiilin hayat sahnesine çıkmasında kulun irade ve ihtiyarının yani kesbinin rol oynadığını söylemiştik. Halık ise Allah. Kesb, kasd ve azim demektir. Allah'ın yaratması o kasd ve azim sonrası oluyor. İçki içmek istemeyen kişi için Allah içki içme fiilini onun namına yaratmıyor ki? Ne zaman kul içki içmeyi murad etti ve hemen peşinden sebeplerini yerine getirmeye başladı, o zaman yaratıyor. Namaz için de aynı şeyler geçerli. Sözü edilen ayet-i kerimede sizi yarattım demesi yukarıda taksimini yaptığımız birinci tür kaza ve kader, "yaptığınız şeyleri yarattım" beyanı da ikinci tür kaza-kaderi ifade eder.
Soru 3: Allah neden rızasının olmadığı, yasakladığı fiilleri yaratıyor o zaman? İçki içmek isteyenin elinden içki kadehini niçin düşürmüyor veya meyhaneye gitmesine neden engel olmuyor?
Cevap 3: Dünya bir imtihan meydanı. İşin cennet ve cehennemle neticelenecek bir de ahiret boyutu var. Sevap ve günah, mükâfat ve ceza, insanın yapılan amele dolayısıyla o amelin yaratılmasına değil, insanın kasd, azim ve niyetine dayanır. Mükâfat ve mücazat işte bu azme, kasda ve bunların neticesi olan kesbe verilir. Kur'an "Lehe me kesebet ve aleyhe mektesebet" yani "kişinin kesbettiği iyilik kendi lehine, kötülük de aleyhinedir" (2/286) ayeti ile bunu anlatır. "Bugün herkese kazandığının (kesbinin) karşılığı verilir. Bugün asla zulüm yoktur." (40/17) "Başınıza ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız (kesbettikleriniz) yüzündendir." (42/30) "Allah, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak, herkese kazandığının (kesbinin) karşılığı verilsin diye yaratmıştır. Onlara zulüm edilmez."(45/22)
Görüldüğü gibi Allah amellerin ceza veya mükâfatını kişinin kasdına/kesbine bağlamış. İtaat edenlere sevap ve mükâfat, isyan edenlere günah ve ceza veriyor ve verecek. Bir hatırlatma; üzerinde durduğumuz kasd, azim, niyet ve kesb diye anlattığımız meseleler Mu'tezile ve Cebriye'yi ehl-i sünnetten ayıran en temel noktadır. Cebriye'ye göre kulun iradesi yoktur, o rüzgârın önünde yuvarlanan bir yaprak gibidir. Mu'tezile'ye göre kul kendi fiilinin yaratıcısıdır. Ehl-i sünnet ise 'kesb eden kul, yaratan Allah' diyerek her iki görüşten farklı, orta noktada yerini alır.(ahmet kurucan)
 

ademyakup

Well-known member
Soru 4: Allah ayet-i kerimede "Allah kimi dilerse onu dalalete atar; kimi dilerse de sıratı müstakim üzere kılar." (6/39) ve "Eğer Rabb'in dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi topyekün iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü'min olsunlar diye insanları zorlayacaksın?" (10/99) buyuruyor. Bu ayetler insanın elinden iradenin alındığını göstermiyor mu? Bu ayetlere bakınca Cebriye düşüncesinde haklı değil mi?


Cevap 4: Öncelikle ayetlerin sadece meallerinden veya daha doğru bir ifadeyle zahiri manalarından hareketle hüküm çıkartmak doğru değildir. Daha önceki bir yazımızda da teferruatlıca ifade ettiğimiz gibi, İlahi muradın anlaşılması için Kur'an bir rehberdir ama hem onu okumanın bir usulü vardır. Usul-ü tefsir adını verdiğimiz metodoloji ilmi bunun için ortaya konmuş kurallar ve kaideleri ihtiva eder.
İkincisi; Kur'an ayetleri çeşitli tasniflere konu edilmiştir öteden bu yana. Bunlardan birisi muhkem ve müteşabih ayırımıdır. Soruda zikredilen ayetler de müteşabih ayetlerdendir. Müteşabih denmesinin sebebi; zikredilen ayetleri meşiet ekseninde ele aldığınızda iman etme veya etmemeyi insanın irade ve ihtiyarına bırakan başka ayetlerle çatışmaktadır. Mesela "De ki: İşte Rabb'iniz tarafından gerçek geldi. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin."(Kehf, 18/29) İlahi beyanda çatışma söz konusu olmayacağı ve ayetlerin sübutunda da yani Allah kelâmı olduğunda şüphe bulunmadığına göre, o zaman bu ayetlerde yer alan 'kimi dilerse' ve "Rabb'in dileseydi" beyanları farklı şekilde anlaşılmalıdır. Nitekim ilk dönemlerden itibaren Müslüman alimler buradaki İlahi meşiet hakkında birçok yorumda bulunmuşlardır.
Hatırlarsanız bir önceki yazımızda kaza ve kaderi ikiye ayırmış, bunlardan birincisinin insan iradesine taalluk etmeyen alanda, ikincisinin ise insan iradesine baktığını söylemiştik. Buna göre insanın ne zaman, nerede, hangi cinste yaratılacağına sadece Allah karar verir. İşte ayetlerde geçen İlahi meşiet bu çerçevedeki meşiettir. Yani Allah bizi dileseydi insan olarak değil, hayvan, bitki veya cemadat olarak da yaratabilirdi. Ya da bütün insanlığı kendisine itaat eden melekler şeklinde yaratabilirdi. Ama bunu irade etmemiş, aksine insan olarak yaratmayı murad buyurmuş.
İnsana gelince; o iman etme veya etmemede kendi özgür iradesine sahip bir varlıktır. Nitekim ikinci ayetin devamında bu hakikat bütün çıplaklığı ile beyan buyurulmuştur: "Allah'ın izni olmadan hiç kimsenin inanması mümkün değildir. O akıllarını kullanmayanları iğrenç bir duruma sokar."(10/100) Burada Allah'ın izni olmadan demek, iman etme noktasında konulmuş kaide ve kurallara uymaksızın demektir ki birkaç kelime sonra zikredilen "akıllarını kullanmayan" cümlesi bunu açıkça belirtmektedir.
Öyleyse insan akıl nimetini kullanacak, kâinata ibretle bakacak, önyargılardan sıyrılacak, zulüm ve kibirden uzak duracak yani insanın iman etmesini engelleyen bütün faktörlerden uzak durarak akıl ve iradesinin hakkını verecek, Allah da ona hidayet edecektir. En basit şekliyle iman yolunda konulan kaide budur ve ayette anlatılan da bundan ibarettir. Bu ayetlere getirilen bir başka yorum; Allah'ın irade ve meşietinin hiçbir sınırlama ve kayd altına alınamayacağı gerçeğidir. Mutlak hüküm sahibidir O. Mülk O'na aittir ve mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Ama O, defalarca söylediğimiz gibi insan ve insanın amelleri söz konusu olunca, bunları yaratmayı insanın irade ve ihtiyarına bağlamıştır. Zaten bu çizginin dışına çıkan yaklaşımlar haşa ve kella Allah'ı zalim, gaddar, plansız, hikmetten uzak bir Vacibu'l vücud olarak tanımlama manasını taşır ki, böyle bir sonuç tek kelime ile yanlıştır. Allah adildir, adaletle muamele eder. Allah hakimdir. Yaptığı her işte biz görmesek de, anlamasak da bin bir hikmet numayandır. (ahmet kurucan-zaman)
 

ademyakup

Well-known member
Soru 5: Bir hadisi şerifte "Sizin her birinizin annesinin karnındaki yaratılışının toplanması/spermin yumurtayla birleşip döllenmesi kırk günde olur.


Sonraki kırk gün içerisinde alaka/yapışkan-döllenmiş hücre haline gelir. Sonra yine kırk gün içerisinde mudga/çiğnemlik et parçası görünümündeki şeklini alır. Sonra Allah dört kelimeyi/dört hususu yazmakla görevlendirilen bir melek gönderir ve kendisine: 'Onun amelini, rızkını, ecelini bir de şakî veya saîd olduğunu yaz' diye emredilir. Sonra kendisine ruh üflenir." (Buharî, Bedu'l-halk, 6) buyurulmaktadır. Burada insanın şakî veya saîd olacağının anne karnında Allah tarafından belirlenmesi, insanın elinden iradenin alındığına delalet etmez mi?
Cevap 5: Bir önceki hafta iki ayete izah sadedinde yaptığımız açıklamalar burada da aynen geçerlidir. Allah'ın küllî iradesiyle, ezeli ilmiyle insanın şakî veya saîd olacağını bilmesi, Allah'ın ilim sıfatının tecellisidir. İlah olmasının lazımıdır. Yoksa insanın elinden cüzî iradenin alındığını göstermez. Literatürdeki ifadesiyle kudretinin tecellisi değildir. Daha açık bir izah tarzıyla kul, Allah'ın onun şakî veya saîd olacağını bilmesiyle şakî veya saîd olmaz. Kaldı ki sadece şakî veya saîd değil, hadisi sair unsurları ile bir bütün halinde düşünecek olduğumuzda; ortada ilim, hikmet ve adalet ölçülerine göre yapılan bir düzenlemeden söz edildiği görülür. Tekvinî ve teşriî sahada böyle bir düzenleme olmasa, her şey İlahî bir plan dahilinde kendi mecrasında yürümese, şu an kainatta müşahede ettiğimiz nizam ve intizamın olması düşünülemez.
Özetle şöyle söyleyebiliriz; kaderin bir İlahî ilme, kudret ve halka yani yaratmaya, bir de insanın irade, ihtiyar ve kesbine bakan veçheleri vardır. Bu hadis, İlahi ilme bakan veçhe itibariyle okunmalı ve anlaşılmalıdır.
Ayrıca bu hadisin devamı da var. Hadisin devamı aynen şöyle: "Kendisinden başka İlah olmayan Allah (c.c.)'a yemin ederim ki, sizden biriniz cennet ehlinin ameli ile amel etmekte devam eder, nihayet kendisi ile cennet arasında bir arşından başka mesafe kalmaz. Bu sırada yazısı (yazgısı, kaderi) o kişinin önüne geçer de cehennem ehlinin ameli ile amel etmeğe devam eder ve cehenneme girer. Ve yine sizden biriniz cehennem ehlinin ameli ile amel eder, nihayet kendisi ile cehennem arasında ancak bir arşın mesafe kalır. Bu sırada yazısı (yazgısı, kaderi) önüne geçer de cennet ehlinin ameli ile amel eder ve cennete girer." (Buhari, Kader, 1)
Hadiste dikkat edeceğimiz husus "kitap kendisine sebkat eder, yazısı/hakkında yapılan İlahî takdir öne geçer" cümlesi ki bu İlahi ilme bakan yanıdır. Bir başka rivayette ise bunun yerine "fima yebdu" denilmektedir ki buna "zahirî hale göre" manası verilebilir. Demek bir insan zahiri hale göre cennet ehlinin amelini işliyor ama Allah muhafaza ömrünün sonlarında yaptığı yanlışlıkla cehennem ehlinin amelini işliyor ve cehenneme gidebiliyor. Veya tam tersi. Burada meseleyi izah etme alabildiğine kolay; demek ki zahiri hale göre namaz kılan, oruç tutan vs. bir insan ne namazını ne de orucunu Allah'ın kabul edeceği şartlarda eda ediyor. Belki abdestsiz kılıyor, riya ve gösteriş için kılıyor. Ya da nifak içinde. Samimi ve içten değil. Belki de hiç inanmıyor. Veya bir insan zahirde cehennem ehlinin amellerini işliyor ama işlememek için nefsi ile mücadele ediyor. Nihayet gün geliyor öyle samimi, öyle içten tevbe ediyor ki samimi bir mümin olarak hayatını noktalıyor. Nitekim içtimai hayatımızdan çift taraflı olarak bu meselenin nice örneklerini göstermemiz mümkündür.
İşte hadiste anlatılan insanın saîd ve şakî, bir başka dille cennetlik veya cehennemlik olması bu çerçeve içinde anlaşılmalı ve şöyle düşünülmelidir: Allah kimsenin müsbet ve menfi hiçbir amelini zayi etmeyeceğine göre, bir insanın cennet veya cehenneme mi gideceği yeri, son durumuna göre belli oluyor. Hasılı, Allah muhît ilmiyle her şeyi bilendir. Adildir. Kullarına zulmetmez. İnsan ise kendi amelinde muhtar ve müriddir. Elinden irade ve ihtiyarı alınmış değildir. (ahmet kurucan-zaman)
 

ademyakup

Well-known member
Soru 6: Mevzu ile alakalı son ayet Hud Suresi 119. ayette "Rabb'inin 'andolsun ki cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım' sözü kesinleşti." şeklinde yer alan beyanını nasıl anlamalıyız?

Cevap 6: Daha önceki yazılardaki sorulara cevap teşkil eden hususlara ilave edilecek bir şey yok burada. Allah'ın ezeli ilmi her şeyi bilmesi ve bildiğini bildirmesi, insanın irade ve ihtiyarını elinden alma, günah işleme özgürlüğünü ona vermeme mânâsını taşımaz. İnsan imtihan unsuru veya fıtratına yerleştirilmiş duygu ve özellikler itibarıyla günah işlemeyi arzu edebilir. Şehveti ile zinaya, kibir ve gururu ile halk arasındaki tabirle haşa "küçük dağları ben yarattım!" diyecek bir yola girebilir. Ama aynı insan aklını, düşüncesini ve sair özelliklerini kullanarak tam aksi bir istikamette de kendine kulvar açabilir. Birincisinin varış noktası zahiri bilgilerimize göre cehennem iken, diğerinin cennettir. İşte Allah ayet-i kerimede bu hususu vurgulamaktadır. (ahmet kurucan)
 

ademyakup

Well-known member
Soru 7: Bir hadis-i şerifte bildirildiğine göre Muzeyne veya Cüheyne kabilesinden bir adam, Efendimiz'e şöyle bir soru sorar: "Ya Rasullallah! Biz, hangi işi yapıyoruz? Olup bitmiş (levh-i mahfuza kaydı geçmiş) bir işi mi, yoksa (henüz levh-i mahfuza geçmemiş) şu anda yeni başlanacak olan bir işi mi?" Efendimiz "Olup biten işi" diye cevap verir. Mecliste bulunan bir başkası kalkar ve "Öyleyse niye çalışılsın ki?" sorusunu ilave eder. Efendimiz'in bu soruya cevabı şu olur: "Cennet ehli olanlara cennetliklerin ameli müyesser kılınır, ateş ehli olanlara da cehennemliklerin ameli müyesser kılınır." Bu cevaba göre insanın iradesi elinden alınmış değil midir?


Cevap 7: Hadis-i şerifte insan iradesinin elinden alındığına delil olabilecek bir şey yok. Hadiseye bir bütün olarak baktığımızda anlatılan asıl mevzu ilm-i İlahi'nin takdiri, müsbet veya menfi bir ameli yapmaya niyet, kasd ve azim edenlerin sebeplerine uydukları takdirde muvaffak olacakları ve Allah'ın onların tercihleri istikametinde kolaylıklar ihsan edeceğidir. Çünkü İlahi irade, kulunun cüz'î irade ve ihtiyariyle murad ettiği şeyi yaratmayı murad buyurmuş ve kâinatta sistem bu esas üzerine kurulmuştur. Dünyanın imtihan meydanı olması da, ahirette hesap ve sorgunun bulunması da, cennet ve cehennemin, ceza ve mükâfatın varlığı da zaten bu sistemle izah edilebilir. (ahmet kurucan)
 

ademyakup

Well-known member
Soru 8: 'Hz. Adem ile Hz. Musa (Aleyhimesselam) Efendilerimiz karşılaştılar, yüz yüze geldiler. Hz. Musa (as), Hz. Adem'e (as) dedi ki: Sen bizim babamız Adem'sin. Bizi haybet ve hüsrana uğrattın; cennetten çıkmamıza sebep oldun!' Bunun üzerine Hz. Adem ona şu karşılığı verdi: 'Sen ki Musa'sın. Allah seni seçti, üstün kıldı ve sana Tevrat'ı verdi. Buna rağmen sen beni, ben yaratılmadan kırk sene evvel hakkımda verilmiş olan bir hükümden dolayı mı kınıyorsun?!' Allah Rasulü sözünün burasında durdu ve üç defa 'Adem, Musa'ya galebe çaldı.' buyurdu. (Buhari, Kader, 11) Hz. Adem'in verdiği cevap, insanın kader karşısında elinin-kolunun bağlı olduğunu göstermiyor mu?


Cevap 8: Şimdiye kadar sorulan sorulara verilen cevaplarda yer alan kaderin ilm-i İlahi'ye ve beşerin iradesine bakan vechesi, Allah'ın ezeli ilmi ile her şeyi bilmesi, ilim-kudret farklılığı, doğum-ölüm gibi şeylerle namaz-hac, yeme-içme gibi şeylerin kader ekseninde farklı mütalaa edilmeleri gerektiğine dair hususlara ilaveten şunlar söylenebilir: Hadise berzahta geçmektedir. Şehadet âleminde yapılan bir tartışma olarak bunu ele alamayız. O âlemin kendine has kaide ve kuralları içinde meseleye bakmak lazım ki bu da bizim bilgimiz dışında. İkincisi bu vak'ayı Kur'an bize şöyle anlatıyor: "Andolsun, bundan önce biz Adem'e (yasak ağacın meyvesindan yememesini) emrettik. O ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık."(Tâhâ, 115) 'Kararlılık bulmadık' dediği şey, yasağı çiğnemeye devam etmedi demek. Pekala neden yasak olanı yaptı? Çünkü, unuttu. Unutma ise Efendimiz'in beyanlarına göre kiramen kâtîbin meleklerinin yazmadığı, kulun sorgu ve suale tabi tutulmadığı bir alandır. (ahmet kurucan)
 

ademyakup

Well-known member
Kaderle ilgili çalışmada bu kadar..

inşaallah tüm soruların cevabını içinde bulabileceğiz.

ömür boyu faydalı bilgiler..

Allah tüm vesile olanlardan razı olsun.

Gani gani mükafat versin inşaallah.

Bu konuyu istediğiniz foruma ekleyebilirsiniz..

Çıktısını alıp,dağıtabilirsiniz...

Bizede dua ediniz..inşaallah.
 

taktak03

Yeni Üye
Kader ile ilgili konuyu çok güzel ifade etmişsiniz ama Kur'an-ı Kerimdeki birkaç ayetle bağdaştıramadım. Şu an aklımda kaldığı kadarıyla söyliyeyim. Müşrikler kendilerinin şirk koşmasını Allah'a bağlıyorlar.AllahTeala da onların bu sözllerinin boş olduğunu varsa delillerini açıklamasını istiyor. Bir Hoca efendi de eğer bir delil göstermemiz gerekirse öncekilerin yanlış mana verdikleri ayeti gösterebiliriz. diyor. O Ayette ALLAH DİLEMEDİKTEN SONRA SİZ DİLEYEMEZSİNZİ. AYETİ .Kaderi bir de bu bağlamda açıklarmısınız .Allah dilemedikten sonra bizler dileyemiyorsak burada cüz i irade nerede?
 

ademyakup

Well-known member
kardeşim baştan sona okumalısınız..tüm sorularınızın cevabı vardır..bahsedittiğiniz ayetle ilgili cevaplarda vardır..

baştan sona okuyunuz..çok faydalı olacak size..

sorunuzun cevabınıda öğrenmiş olacaksınız..

daha çok sorunun cevabını da..

haydi okuyunuz,Allah anlamayı kolaylaştırsın.selam
 

ademyakup

Well-known member
Kaderle ilgili sorulara cevap verildiğinden,

tüm konu okunmadan sorulacak,sorulara cevap verilmiyecektir.

çünkü cevap içinde vardır.

tekrar tekrar aynı konuyu kopyalamak yapıştırmak hoş değildir.

çünkü cevaplar hazır,okuyalım,istifade edelim..

soru sormadan önce lütfen hepsini okuduktan sonra soralım.
 

ademyakup

Well-known member
cüzi ihtiyarı ile ilgili bir hatırlatma yapalım.

cüzi ihtiyarı veya cüzi irade diyelim aynı şeylerdir.

cüzi iradenin,yaratmaya gücü yoktur.cüzi irade dileyemez.

sadece kesb dediğimiz şey vardır.yani seçme.

cüzi irade seçimini,yapar Allahda külli iradesiyle yaratır..yaratma sadece Allaha mahsus.istediğini olur,istemediği olmaz.

Kul zina etmek ister,allah dilese yaratır,dilemese yaratmaz.

yaratmayınca,kulun güzel bazı amellerine binaen Allah atasıyla onu koruyor,başka sebep çıkararak onu menediyor.

ama güzel ameli olmayanın ise işi zor.

Allah bizleri korusun.
 
Üst