Yirmi Beşinci Söz
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi
Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken,
Başka burhan aramak aklıma zâid görünür.
Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken,
Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?
Başka burhan aramak aklıma zâid görünür.
Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken,
Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?
Bu Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesindeki ekser âyetlerin herbiri, ya mülhidler tarafından medar-ı tenkit olmuş veya ehl-i fen tarafından itiraza uğramış veya cinnî ve insî şeytanların vesvese ve şüphelerine maruz olmuş âyetlerdir. İşte, bu Yirmi Beşinci Söz öyle bir tarzda o âyetlerin hakikatlerini ve nüktelerini beyan etmiş ki, ehl-i ilhad ve fennin kusur zannettikleri noktalar i’câzın lemeâtı ve belâğat-i Kur’âniyenin kemâlâtının menşeleri olduğu, ilmî kaideleriyle ispat edilmiş. Bulantı vermemek için, onların şüpheleri zikredilmeden cevab-ı kat’î verilmiş.
[NOT]Dipnot-1 “Güneş de akıp gider.” Yâsin Sûresi, 36:38. • “Dağları da birer kazık yaptık.” Nebe’ Sûresi, 78:7. [/NOT]
<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Mu’cizât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın mu’cizeleri (bk. a-c-z)</td><td>belâğat-i Kur’âniye: Kur’ân’ın belâğati (bk. b-l-ğ)</td></tr><tr><td>beyan: açıklama (bk. b-y-n)</td><td>burhan: güçlü, mantıkî delil</td></tr><tr><td>burhan-ı hakikat: gerçeklik delili (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>cevab-ı kat’i: şüphe bırakmayacak kesin cevap (bk. c-v-b)</td></tr><tr><td>cinnî: cin taifesinden olan</td><td>ehl-i fen: bilim adamları</td></tr><tr><td>ehl-i ilhad ve fen: dinsizler ve bilim adamları</td><td>ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)</td></tr><tr><td>hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>hurufat: harfler</td></tr><tr><td>icmâlen: kısaca, özet olarak (bk. c-m-l)</td><td>ihtar: hatırlatma</td></tr><tr><td>ihtisaren: kısaca, özetleyerek</td><td>ihvan: kardeşler</td></tr><tr><td>ilzam: susturma</td><td>insî: insan cinsinden olan</td></tr><tr><td>işkâl: zorlaştırma, güçleştirme </td><td>i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>kaide: esas, düstur</td><td>kemâlat: mükemmellikler, kusur-suzluklar (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>lemeât: parıltılar</td><td>maruz: bir şeyin karşısında engelsiz şekilde bulunan</td></tr><tr><td>medar-ı tenkit: tenkit nedeni</td><td>menşe: kaynak, esas</td></tr><tr><td>mu’cize-i bâki: devamlı ve kalıcı mu’cize (bk. a-c-z; b-ḳ-y)</td><td>mülhid: dinsiz, inkâr eden</td></tr><tr><td>münkir: inkârcı (bk. n-k-r)</td><td>müsamaha: hoşgörü</td></tr><tr><td>nazar-ı insaf: insaf bakışı (bk. n-ẓ-r)</td><td>noksaniyet: eksiklik</td></tr><tr><td>nükte: ince ve anlamlı söz</td><td>sür’at: hız</td></tr><tr><td>sıklet: ağırlık, mânevî sıkıntı</td><td>tab etmek: basmak</td></tr><tr><td>vesvese: şüphe, kuruntu</td><td>zikredilmek: belirtilmek, hatırlatılmak</td></tr><tr><td>zâid: fazlalık</td><td>âhir: son (bk. e-ḫ-r)</td></tr><tr><td>âyet: Kur’ân’ın herbir cümlesi</td><td>şule: ışık hüzmesi</td></tr></tbody></table>