Prof. Dr. Hayrettin Karaman: "O'nun isminden bîhaber gönül, zinetsiz bir ev gibidir!"

Nesl-i Cedid

Well-known member
Prof. Dr. Hayrettin Karaman: "O'nun isminden bîhaber gönül, zinetsiz bir ev gibidir!"

Yüsra Mesude ARSLAN

Ömrünün büyük bir kısmını akademik çalışmalara vakfeden bir insan için herhangi bir edebî türle ilgilenmek, hele hele dillere pelesenk olan şiirler yazmak sıra dışı bir olaydır. Zira bilimsel hayatın köşeli cümleleri, didaktik üslubu, ispat ve tespit üzerine temellenmiş sistematiği, sanat kaygısını gayri ihtiyari de olsa zedeler. Kendisini, yazdığı onlarca kitaptan, katıldığı yüzlerce seminer ve konferanstan, çeviri eserlerden, makalelerden, köşe yazılarından tanıdığımız Prof. Dr. Hayreddin Karaman, İslâmi ilim birikimini, peygamber aşkıyla mezcetmiş bir âlim. İçinden taşıp unutulmaz şiirlere dökülen coşkun ruh hâli, onun günümüzün en muteber fıkıh âlimlerinin başında gelmesine engel olmuyor. Daha önce Dert Söyletir isimli şiir kitabını okuduğumuz Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Hakanî Mehmet Bey tarafından yazılmış olan Hilye kitabını da Türkçeye kazandırdı. Manzum olarak 16. yüzyılda kaleme alınmış olan bu eseri, Karaman, yine manzum olarak, kendi sanat üslubuyla okurlara sundu.

Bizleri Efendimiz'e yaklaştıran bir edebi tür hilye. Her kitabın bir hikâyesi vardır muhakkak. Sizin hikâyeniz nasıldı?
Bu kitabın bence hoş olan bir hikâyesi var. 1950'li yıllarda, Konya'da İmam Hatip Okulu'nda okurken, -okul dışında- nerde bir hoca bulsam daha evvel ecdadımızın medreselerde okuduğu temel edebiyat, dil bilimleriyle şer'i bilimlere dair metinler okumaya çalışıyordum. Bizim maziyi hâle ve âtiye bağlamamız gerekiyordu. Eski müderrislerden Akşehirli Ahmet Efendi diye bir zattan mantık dersi almaya başladım. Arapçayı öğretmek için Arapça-Türkçe manzum bir lugat ezberletiyordu. Mesela "Huzu gulu tutun bağlan dimekdür." Önce Arapçasını söylüyor, onun arkasından Türkçesini söylüyor. Böyle olunca Kur'ân-ı Kerim'de geçen bütün kelimeleri ezberlemiş oluyorsunuz. Hocanın hafızası bugünkü tabirle flash disk gibiydi. Neler var neler... Yavaş yavaş konuşurdu. "Kafamın sıvaları da döküldü amma bakalım hatırlayabilecek miyim?" diyor ve kelimelerle ilgili beyitler okuyordu. Bir gün ceketinin iç cebinden bir kitap çıkardı. "Bu kitabın hem edebiyat hem de maneviyat olarak değeri yüksektir. Dolayısıyla ben bunu hem okur ezberlerim hem de üzerimde daima taşırım." dedi. Bize bir beyit okudu, çok beğendik. Biz o zamanlar hocalarımızı mürşit bilirdik. Yol gösterici, örnek... Bunu duyduktan sonra hemen eski sahaflara gidip bir Hilye-i Hakanî buldum. O kitabın dışı ciltli değildi, ona incecik kırmızı bir de cilt yaptırdım. Onu yıllarca üzerimde taşıdım. Yıllar geçti, mezun oldum, İstanbul'a geldim. 1961'de Kadıköy'de vaiz oldum, lacivert bir cübbem ve sarığım vardı, onun da iç cebine bu kitabı koyuyordum. Vaazda terledikçe iç cebim ıslanıyor, Hilye, kırmızı rengiyle benim iç cebimi ıslatıp boyuyor, iç cebim de lacivert rengiyle kitabın dışını boyuyor. Böyle de bir hatırası var, hâlâ da saklıyorum o kitabı.

Birbirinizle bütünleşmişsiniz demek ki.

Aynen öyle. Birkaç sene önce umreye gittik. Umreye giderken bunu üzerime aldım. Hem üzerimde bulunsun hem de Ravza-ı Mutahharanın yakınında okunur bu dedim. Orda içime şöyle bir şey doğdu. Ben bunu okuyup anlıyorum ve çok zevk alıyorum. Fakat benim milletimin çocukları bunu okuyamıyor, okusa da anlayamıyor. Ben bunu yine şiir olarak Türkçeye çevirsem, Hakanî'nin bugünkü çocukları Hakanî'yi birazcık olsa anlasa iyi olmaz mı dedim ve kitabı çevirmeye orada başladım. 14-15 gün kadar sürede, umrede kitabın yarısının çevirisini bitirdim.

Toplamda ne kadar süre aldı kitabın tercümesi?
Buraya gelince bir ayda tamamını bitirdim. Böyle bir çalışmaya başlayınca kendinizi alamıyorsunuz. Başka hiçbir şeye vakit ayırmak istemiyorsunuz.

Hilye türüyle ilgili sizden biraz bilgi istesek. Hilye nedir ve hilyede yer alan bilgi kaynağı nedir?
Hilyenin lugat mânâsı süs. Efendimiz'in hatırası gerçekten gönüllerimizin zînetidir. Efendimiz'in hatırasından, isminden, zikrinden bîhaber olan gönül zînetsiz, çıplak bir ev gibi, meyvesiz bir ağaç gibidir. Süstür. Zîneti neden kullanırız? Bize yakışır, bizi güzelleştirir, güzelliğimizi belirgin hâle getirir. Bu ümmet, Peygamberimiz'den bahseden bir metni kendini güzelleştiren bir zînet olarak görmüş. Bu çok heyecan verici. Onun için de buna hilye denmiş. Diğer adı da şemaildir. Şemail de Peygamberimiz'in fizikî özelliklerini anlatan türdür. Birçok evde Şemail-i Şerif levhaları vardır.

Hakanî Mehmet Beyin kaleme aldığı bu hilye Türk edebiyatındaki ilk manzum hilye değil mi hocam? Peki Hakanî Mehmet Bey hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Hakanî Mehmet Bey hakkında çok bilgi yok. Bu da altı çizilmesi gereken bir şeydir. Osmanlı 600 yıl hâkim olmuş, pek çok ahlak kahramanı veli, ilim adamı yetiştirmiş fakat bunlar hakkında bilgimiz çok az. Bir imkânsızlıktan bir de tevazudan dolayı Mehmet Hakanî gibi zatlar hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Yani "Biz kim oluyoruz ki?" diye düşünüyor Hakanî. Peygamberimiz'in hilyesini yazmaya niyet ediyor ama cüret edemiyor. Kendini karıncadan aciz görüyor. "Süleyman'ı bir karınca methetmişti. Ama bende o kadar bile takat yok." diyor kitabın bir yerinde. O günkü tahsil imkânına göre kâmil bir öğrenim görmüş, devlet memuru olabilecek tarzda yetişmiş. Osmanlı münevverlerinin ortak bir kültürü vardı. Genelde usta-çırak ilişkisi içinde yetişmiş bir Osmanlı münevveri. 1600'lü yıllarda yaşadığına göre Yavuzların Kanunilerin yaşadığı dönemde yaşamış bir zat. Çok başarılı bir şair ve âlim.

Hakanî Mehmet Bey Hilye'sinde kendisini şöyle tarif ediyor:
Ehl-i beyt'in ayağı altında bir toprağım
Karıncadan da zayıf, kuruca bir yaprağım
Ama senin şefkatin Süleyman'dan çok üstün
Mevla'nın lütfuna sen mazhar oldun büsbütün
Marifet âleminde ey Kerim sen öndesin
Merhamette eşin yok, kimler ne derse desin.

Ben bunu yazdıysam kimse beni methetmesin, ben başımı ehl-i beytin ayağının altına koymasaydım, Efendimiz'in de şefkati, merhameti, ihsanı olmasaydı bunları yazamazdım. O hâlde bu benim değil, onun eseridir, cümlelerinden tevazusunu anlıyoruz.

Arapça ve Farsçanın temel oluşturduğu bir edebî tür var elimizde. Bu eseri tercüme ederken hangi tekniği kullandınız?
Osmanlı Türkçesi içerisinde çokça Arapça ve Farsça kelime vardır. Arapça terkip daha azdır ama Farisî terkip pek çok kullanılır. Dolayısıyla bir kimsenin Osmanlıca bir metni anlayabilmesi için öncelikle - Bazı büyüklerin eskimez yazı dedikleri - o yazıyı öğrenmesi gerekir. Bir de bir parça Arapça, Farsça gramer bilgisine sahip olması gerekiyor. Bir de Osmanlı döneminde halk şairleri ve saz şairleri hece vezniyle yazıyor. Ancak divan şairleri aruz veznini kullanıyorlar. İlle aruz veznine uyduracağım derseniz anlamdan zaman zaman fedakarlık etmek zorunda kalırsınız. Serbest vezin adı üstünde daha serbesttir. Biz bunu aruz ile serbest arasında bir tür olan hece vezniyle yazalım dedik. 7+7 hece vezniyle anlamı yansıtmaya çalıştım. Ama aruzla da yazılmış manzumelerim vardır.

Aruz vezniyle yazılmış bir şiirinizi hatırlayabilir miyiz?
Arzuhâl isimli bir şiirim vardır mesela, bunu huzur-u pâk-i nebevîde yazmıştım.
Arzuhâl etmek için geldik huzur-i pâkine
Gül kokundan mutlu olduk yüz sürerken hâkine
İşte bir seyyare gönlüm, devreder etrafını
Sen güneşsin, doğ habibim, kalbimin eflâkine
Dâhil-i cennet olursam, istemem bir arka yer
Aşıkın zindanı elbet yar yanından başka yer
Aşıkım, maşuka vasıl olduğum yer cennetim
O'nsuz elvermez saadet, O'nsuz olmaz aşka yer
Bu şiiri, Ertuğrul Erkişi'nin ilahisi içerisinde Yusuf Ziya Özkan'dan dinliyoruz. Enfes bir şiir...
Evet. Ertuğrul Bey albümüne almıştı.

Siz günümüzün en muteber fıkıh âlimlerinin başında geliyorsunuz. Bir insanın hilye-i şerîfi üzerinde taşımasının ya da duvarına asmasının dini bir değeri var mıdır?
Bütün İslâm âlimleri bu konuda aynı düşünmüyor olabilirler. Çünkü tevessül diye bir kavram var. Tevessül, araya hatır koymak demektir. Hiç şüphe yok ki, her bir kul Allah Teâla hazretlerine doğrudan kalbini açar, dua eder, zaten ibadeti doğrudan yapar. Biz müminler ibadette aracı koymayız. Mesela bazı insanlar cehaletten dolayı bir yatırı ziyaret ediyorlar, elini sandığa vurup, "Bana bir çocuk ver." diyorlar. Tabi bu yanlış, bu hatır koymak anlamına gelmiyor. Siz bir şey isteyecekseniz Allah'tan isteyeceksiniz. Sadece Efendimiz'i, ashab-ı kiramı anarak, Allah'ın veli kullarını anarak tevessül etmiş oluruz. Tevessülün caiz olup olmadığı İslâm âlimleri arasında tartışılmıştır. Ama ben bunun caiz olduğunu düşünüyorum. Peygamber Efendimiz zamanında da buna yakın uygulamaların olduğunu biliyoruz. Bir şey daha söyleyeceğim. Mesela biz müminler meleklere inanıyoruz. Kiramen katibin melekleri –biz görmesek bile- her zaman bizim sağımızda solumuzdalar ve yapıp ettiklerimizi kaydediyorlar. Böyle iman ediyoruz, değil mi? Bir de hafaza melekleri vardır. Koruyan melekler demektir. Diğer yandan, İslâm ilme ve talib-i ilme yani öğrenciye de çok önem veriyor. Efendimiz hadis-i şerifte buyuruyor ki, "Melekler bu ilim tahsil eden öğrencileri o kadar severler ki, onlar oturduklarında oturakları incinmesin diye kanatlarını onların altına sererler. Dikkat ediyor musunuz, ilim burada koruyucu oluyor. Bu ilim sayesinde melek seni koruyor. Allah-u Teâla Kur'ân-ı Kerim'de kendisinin ve meleklerin ona salat ettiğini söylüyor ve bize de ona salat ve selam edin, diyor. Herhangi bir ilim öğrencisi ilim tahsil ediyor diye melekler kanatlarını onun altına seriyorlarsa, siz bunu müzakere ederken, üzerinizde taşırken bunun meleği olmaz mı?

Şiirsel bir dille Efendimiz'in fiziki ve karakter özelliklerini anlatıyorsunuz? Kısaca özetlemek gerekirse Sizden Efendimiz'i genel özellikleriyle anlatmanızı istesek ne dersiniz?
Benim Şemail diye yazdığım bir şiir vardı. Allah Resulü'nün manzum resmi. Onu şöyle tarif ettim:
Ne uzun ne kısa kararında boy
Soyu İbrahim'den ne asil bir soy
Saçları hoş siyah dalgalı bir koy
Kemâlini giydir beni benden soy
Âlemlere rahmet yüzünü göster
Bu kul varlığından soyunmak ister
Güneş pervânesi o güzel yüzün
Nurundan ışığı vardır gündüzün
Solmaz bir gül rengin ne kış ne güzün
Tecelli ediyor yüzünde özün
Hasretim, yanarım, yüzünü göster
Kölen bu devletle avunmak ister
Simsiyah gözlerin âhû misâli
Dâim Hakk'a bakar her an visâlin
Beyazı ölçüsü gözde kemâlin
Kaşların sûreti gökde hilâlin,
Râzıyım rûyada yüzünü göster
Âşık maşukuna can sunmak ister
Bir tutam sakalın birkaçı beyaz
Mübarek vücudun serin kış ve yaz
Cânımı yoluna kurban etsem az
Dostlar defterine köleni de yaz
Açıver kapını yüzünü göster
Gönül hasretinden yakınmak ister
Duyular mükemmel, dişleri inci
Kokusuna tutkun, yaşlısı genci
Yürürken koşmadan olur birinci
Kapına gelmiş bir garip dilenci
Açıver ne olur yüzünü göster
Garip ayağına kapanmak ister
Böyle devam ediyor.
Mehmet Emin Ay sayesinde bu şiir ezberimizde hocam.
Evet, Gül-i Ruhsar albümünde bu şiiri bestelemişti.

http://www.yagmurdergisi.com.tr/arc...sminden-bihaber-gonul-zinetsiz-bir-ev-gibidir
 
Üst