On Birinci Şuâ

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ -sayfa 278

ve sizi oraya sevk ediyorum” ferman ediyor. Onuncu Söz, on iki parlak ve kat’îhakikatlerle, bir kısım isimlerin âhirete dair cevaplarını ispat ve izah eylemiş. Burada, o izaha iktifaen gayet kısa bir işaret ederiz.

Evet, madem hiçbir saltanat yoktur ki, o saltanata itaat edenlere mükâfatı ve isyan edenlere mücâzâtı bulunmasın. Elbette rububiyet-i mutlaka mertebesinde birsaltanat-ı sermediyenin, o saltanata iman ile intisap ve tâat ile fermanlarına teslim olanlara mükâfatı ve o izzetli saltanatı küfür ve isyanla inkâr edenlere demücâzâtı; o rahmet ve cemâle, o izzet ve celâle lâyık bir tarzda olacak diyeRabbü’l-Âlemin ve Sultanü’d-Deyyân isimleri cevap veriyorlar.

Hem madem güneş gibi, gündüz gibi, zemin yüzünde bir umumî rahmet ve ihatalıbir şefkat ve kerem gözümüzle görüyoruz. Meselâ, o rahmet, her baharda umumağaçları ve meyveli nebatları cennet hûrileri gibi giydirip, süslendirip, ellerine her çeşit meyveleri verip bizlere uzatıp “Haydi alınız, yiyiniz” dediği gibi; bir zehirli sineğin eliyle bizlere şifalı, tatlı balı yedirdiği ve elsiz bir böceğin eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydirdiği gibi, bir avuç kadar küçücük çekirdeklerde, tohumcuklarda binler batman taamları bizim için saklayan ve ihtiyat zahîresi olarak o küçücük depolarda yerleştiren bir rahmet, bir şefkat, elbette hiç şüphe olamaz ki, bu derece nâzeninâne beslediği bu sevimli ve minnettarları veperestişkârları olan mü’min insanları idam etmez. Belki, onları daha parlakrahmetlere mazhar etmek için, hayat-ı dünyeviye vazifesinden terhis eder diye,Rahîm ve Kerîm isimleri sualimize cevap veriyorlar, “El-Cennetü hakkun” diyorlar.
Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki, umum mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşeronun fevkinde düşünemiyor. Meselâ, insanın bin cihazatına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek kadar kuvve-i hafızasında bütün tarihçe-i


Kerîm: sınırsız cömertlik ve ikram sahibi olan AllahRabbü’l-Âlemîn: bütün âlemlerin Rabbi olan Allah
Rahîm: rahmetinin çok özel tecellîleri olan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi AllahSultanü’d-Deyyân: mükâfat ve cezayı hakkıyla veren sultan; Allah
akl-ı beşer: insan aklıbatman: eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
celâl: büyüklük, haşmetcemâl: sonsuz güzellik
cihazat: cihazlar, âletlerel-Cennetü hakkun: Cennet haktır, gerçektir
ferman: buyruk, emirfevkinde: üstünde
gayet: son derecehakikat: doğru, gerçek
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatıhikmet: fayda, gaye; bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde yaratma sıfatı
huri: Cennet kızıidam etmek: yok etmek
ihtiyat: önlem, tedbirihâtalı: kuşatıcı, kapsamlı
iktifâen: yetinerek, yeterli görerekinkâr etmek: kabul etmemek, reddetmek
intisap: bağlanma, mensup olmaizah etmek: açıklamak
izzet: üstünlük, yücelikkat’î: kesin
kerem: cömertlik, ikram, yardımkuvve-i hafıza: hafıza duygusu, bellek
mahlûk: yaratıkmazhar etmek: eriştirmek
mertebe: dereceminnettâr: memnuniyet duyan
mücâzât: ceza vermemükâfat: ödül
nazeninâne: nazikçesinenebat: bitki
perestişkâr: tapan, ibadet edenrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rububiyet-i mutlaka: sınırsız rablık, Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasısaltanat: egemenlik, hâkimiyet, sultanlık
saltanat-ı sermediye: sonsuz saltanattaam: gıda, yiyecek
terhis etmek: göreve son vermetâat: itaat, emir ve söz dinleme, emre uyma
umum: bütünumumî: genel, herkese ait
zahîre: azıkzemin: yer
şefkat: acıma, merhamet
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ -sayfa 279

hayatını ve ona temas eden hadsiz hâdisâtı o kuvvecikte yazıp, onu bir kütüphane hükmüne getirip ve insanın haşirde muhakemesi için neşir olacak olan defter-i a’mâlinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrıyla her insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet; ve bütün masnuatta gayet hassasmizanlarla âzâlarını yerleştiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir çiçekli nebattan milyarlar, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar, israfsız ölçülerle bir tenasüp, bir muvazene, bir intizam ve bir cemâl içindemasnuatı bir hüsn-ü san’at yapan ve her zîhayatın hukuk-u hayatını kemâl-i mizanla veren, iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticeler verdiren veÂdem zamanından beri tâği ve zâlim kavimlere vurduğu tokatlarla kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiç şüphe getirmez ki, güneş gündüzsüz olmadığı gibi, o hikmet-i ezeliye, o adalet-i sermediye âhiretsiz olmazlar ve ölümde en zâlimlerin ve en mazlumların bir tarzda gitmelerindeki âkıbetsiz bir dehşetli haksızlığa, adaletsizliğe ve hikmetsizliğe hiçbir vechile müsaade etmezler diye, Hakîm ve Hakem ve Adl ve Âdil isimleri bizim sualimizekat’î cevap veriyorlar.
Hem madem bütün zîhayat mahlûkların, elleri yetişmediği ve iktidarları dairesinde olmayan bütün hâcâtlarını, bütün fıtrî matlaplarını bir nevi dua bulunanistidad-ı fıtrî ve ihtiyac-ı zarurî dilleriyle istedikleri vakitte, gayet rahîm ve işitici ve şefkatli bir dest-i gaybî tarafından verildiğinden ve ihtiyarî olan daavât-ı insaniyenin, hususan havasların ve nebîlerin dualarının on adetten altı yedisi hilâf‑ı âdet makbul olmasından kat’î anlaşılıyor ki, her dertlinin âhını, her muhtacın


Adl: her hak sahibine hakkını veren, sonsuz adalet sahibi olan AllahHakem: her şeyi gayelerine adaletle sevk eden Allah
Hakîm: hikmet sahibi; herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allahadalet-i sermediye: sonsuz, daimî adalet
cemâl: güzellikdaavât-ı insaniye: insanların duaları
defter-i amel: insanın iyi ve kötü işlerinin kaydedildiği defterdehşetli: korkunç, ürküntü
dest-i gaybî: görünmeyen eldimağ: akıl, bilinç, beyin
ezelî: başlangıcı olmayan, sonsuzfenalık: kötülük
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelengayet: son derece
hadsiz: sayısız, sınırsızhavas: seçkinler sınıfı, bilginler
haşir: insanların öldükten sonra âhirette diriltilerek tekrar Allah’ın huzurunda toplanmasıhikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı
hikmet-i ezeliye: Allah’ın ezelî hikmeti, herşeyi yerli yerinde ve bir gaye ve faydaya yönelik yapmasıhikmetsizlik: anlamsızlık, gayesizlik, faydasızlık
hilâf-ı âdet: kuraldışı olarakhukuk-u hayat: hayat hakkı
hususan: bilhassa, özelliklehâcât: ihtiyaçlar
hâdisât: olaylarhüsn-ü san’at: san’atın güzelliği
ihsas etmek: hissettirmekihtiyac-ı zarurî: yaratılıştan gelen zorunlu ihtiyaç
ihtiyarî: isteğe ve tercihe bağlı, iradeyle yapılaniktidar: güç, kudret
intizam: düzen, tertipistidad-ı fıtrî: doğal yetenek, kàbiliyet
kat’î: kesin bir şekildekemâl-i mizan: mükemmel ve kusursuz bir ölçü
mahlûk: yaratıkmakbul: kabul gören, geçerli
masnuat: san’at eseri varlıklarmatlap: istek
mazlum: zulme uğramışmizan: ölçü
muhakeme: değerlendirme, yargılamamuvazene: denge
nebat: bitkinebî: peygamber
nevi: türneşir: yayma, yayılma
rahîm: özel şefkat ve merhamet sahibisimurga: efsanevî zümrüd-ü anka kuşu
tarihçe-i hayat: hayat hikâyesi, biyografitenasüp: uygunluk, uyum
tâği: azgın, zulmedenvech: şekil, yön
zîhayat: canlı, hayat sahibiÂdem: [bk. bilgiler – Âdem (a.s.)]
Âdil: sonsuz adalet sahibi, herşeye hakkını veren Allahâh: inleme
âzâ: azalar, organlar
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 280

duasını işiten ve dinleyen bir Semî’ ve Mücîb perde arkasında var, bakar ki, en küçük bir zîhayatın en küçük bir ihtiyacını görür ve en gizli bir âhını işitir, şefkat eder, fiilen cevap verir, memnun eder. Elbette ve herhalde hiçbir şüphe ihtimali kalmaz ki, mahlûkların en ehemmiyetlisi olan nev-i insanın en ehemmiyetli veumumî ve umum kâinatı ve umum esmâ ve sıfât-ı İlâhiyeyi alâkadar eden bekà-i uhreviyeye ait dualarını içine alan ve nev-i insanın güneşleri ve yıldızları ve kumandanları olan bütün peygamberleri arkasına alıp onlara duasına âmin, âmindedirten ve ümmetinden hergün her ferd-i mütedeyyin, hiç olmazsa kaç defa onasalâvat getirmekle onun duasına âmin, âmin diyen ve belki bütün mahlûkat o duasına iştirak ederek “Evet ya Rabbenâ! İstediğini ver; biz de onun istediğini istiyoruz” diyorlar. Bütün bu reddedilmez şerait altında bekà-i uhrevî ve saadet-i ebediye için Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın, haşrin hadsiz esbâb-ı mûcibesinden yalnız tek duası, Cennetin vücuduna ve baharın icadı kadar kudretine kolay olan âhiretin icadına kâfi bir sebeptir diye, Mücîb ve Semî’ ve Rahîm isimleri bizim sualimize cevap veriyorlar.

Hem madem, gündüz bedahetle güneşi gösterdiği gibi, zemin yüzünde, mevsimlerin tebeddülünde küllî ölmek ve dirilmekte, perde arkasında birMutasarrıf, gayet intizamla koca küre-i arzı bir bahçe, belki bir ağaç kolaylığında ve intizamında ve azametli baharı bir çiçek suhuletinde ve mîzanlı ziynetinde vezemin sahifesinde üç yüz bin haşir ve neşrin nümune ve misallerini gösteren üç yüz bin kitap hükmündeki nebatat ve hayvanat taifelerini onda yazar, beraber ve birbiri içinde şaşırmayarak, karışık iken karıştırmayarak, birbirine benzemekle beraber iltibassız, sehivsiz, hatasız, mükemmel, muntazam, mânidar yazan birkalem-i kudret, bu azameti içinde hadsiz bir rahmet, nihayetsiz bir hikmetle işlediği


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunMutasarrıf: sonsuz tasarruf hakkı olan, mülkünde dilediği gibi tasarruf eden, her işi kendi istek ve kurallarına göre idare eden Allah
Mücîb: bütün dualara, isteklere cevap veren AllahRahîm: rahmetinin çok özel tecellîleri olan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah
Semî’: herşeyi duyan ve işiten Allahalâkadar: alakalı, ilgili
azamet: büyüklükbedâhet: açıklık, aşikâr olma
bekà-i uhreviye: âhiretteki devamlılık, kalıcılıkehemmiyetli: önemli
esbab-ı mucibe: gerektirici sebepleresmâ: Allah’ın isimleri
ferd-i mütedeyyin: dindar şahısgayet: son derece
hadsiz: sınırsızhayvanat: hayvanlar
haşir ve neşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek muhakeme için Allah’ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılmahaşr: insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanması
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yapma sıfatıicad: var etme, vücuda getirme
iltibassız: karıştırmadanintizam: disiplin, düzen
iştirak etmek: katılmakkalem-i kudret: Allah’ın kudret kalemi
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarıkâfi: yeterli
kâinat: evren, yaratılan herşeyküllî: bütün fertleri içine alan; tür, cins; kapsamlı varlık
küre-i arz: yerküre, dünyamahlûkat: yaratılmışlar
misal: benzer, örnekmuntazam: düzenli, intizamlı
mânidar: anlamlımîzan: ölçü, ahenk
nebâtât: bitkilernev-i insan: insan türü, insanlık
nihayetsiz: sonsuznümune: örnek, misal
rahmet: İlâhî şefkat, merhametsaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk
salâvat: Peygamberimize rahmet ve esenlik dilemesehivsiz: yanılmaksızın
suhulet: kolaylıksıfat-ı İlâhiye: Allah’ın sıfatları, vasıfları, nitelikleri
taife: grup, topluluktebeddül: değişme
umum: bütünumumî: genel, herkese ait
vücud: varlıkzemin: yer
ziynet: süszîhayat: canlı, hayat sahibi
âmin: “Allah’ım kabul eyle”
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ -sayfa 281

gibi; koca kâinatı bir hanesi misillü insana musahhar ve müzeyyen ve tefriş etmek ve o insanı halife-i zemin ederek ve dağ ve gök ve yer tahammülünden çekindikleri emanet-i kübrâyı ona vermesi ve sair zîhayatlara bir derece zabitlik mertebesiyle mükerrem etmesi ve hitâbât-ı Sübhâniyesine ve sohbetine müşerref eylemesiyle fevkalâde bir makam verdiği ve bütün semâvî fermanlarda onasaadet-i ebediyeyi ve bekà-i uhreviyeyi kat’î vaad ve ahdettiği halde, elbette ve hiçbir şüphe olmaz ki, bahar kadar kudretine kolay gelen dâr-ı saadeti o mükerremve müşerref insanlar için açacak ve yapacak ve haşir ve kıyameti getirecek diye,Muhyî ve Mümît ve Hayy ve Kayyûm ve Kadîr ve Alîm isimleri, Hâlıkımızdan sormamıza cevap veriyorlar.

Evet, her baharda bütün ağaçları ve otların köklerini aynen ihya ve nebatî ve hayvanî üç yüz bin nevi haşrin ve neşrin nümunelerini icad eden bir kudret, Muhammed ve Mûsâ Aleyhimesselâtü Vesselâmların herbirinin ümmetinin geçirdiği bin senelik zaman, karşı karşıya hayalen getirilip bakılsa, haşrin ve neşrin binmisalini ve bin delilini iki bin bahardaHAŞİYE-1 gösterdiği görülecek. Ve, böyle birkudretten haşr-i cismânîyi uzak görmek, bin derece körlük ve akılsızlıktır.

Hem madem nev-i beşerin en meşhurları olan yüz yirmi dört bin peygamberlerittifakla saadet-i ebediyeyi ve bekà-yı uhrevîyi Cenâb-ı Hakkın binler vaad ve ahdlerine istinaden ilân edip mu’cizeleriyle doğru olduklarını ispat ettikleri gibi,hadsiz ehl-i velâyet, keşfle ve zevkle aynı hakikate imza basıyorlar. Elbette o hakikat güneş gibi zâhir olur; şüphe eden divâne olur.


[BILGI]Haşiye-1 Sabık herbir bahar, kıyameti kopmuş, ölmüş ve karşısındaki bahar onun haşri hükmündedir.[/BILGI]


Alîm: her şeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi AllahCenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah
Hayy: gerçek hayat sahibi olan AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Kadîr: herşeye gücü yeten, herşeyi yapabilen, sonsuz güç ve kudret sahibi AllahKayyûm: herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren Allah
Muhyî: bütün canlılara hayat veren AllahMümît: ölümü yaratan, can verdiği varlıkları vakti gelince öldüren Allah
ahd ve vaad etmek: söz vermekbekà-i uhreviye: âhiretteki devamlılık, kalıcılık
dar-ı saadet: mutluluk yeri, âhiretdivane: deli, akılsız
ehl-i velâyet: veliler, Allah dostlarıemanet-i kübra: benlik duygusu; büyük emanet; başka varlıkların yüklenmekten çekindiği ve insanın yüklendiği İlâhî görevler, yükümlülükler
ferman: buyruk, emirfevkalade: olağanüstü
hadsiz: sayısız, sınırsızhalife-i zemin: yeryüzünün halifesi
hane: evhaşir: insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek tekrar Allah’ın huzurunda toplanması
haşir ve neşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek muhakeme için Allah’ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılmahaşiye: dipnot, açıklayıcı not
haşr-i cismânî: âhirette insanların bedenleriyle birlikte diriltilmesihitâbât-ı Sübhâniye: her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Allah’ın kendine has hitap ve konuşmaları
icad etmek: var etmek, yaratmakihya: hayat verme, diriltme
istinaden: dayanarakittifak: birleşme, birlik
keşf: açığa çıkarma; mânevî âlemlere ait bazı hakikatleri kalb gözüyle görmekudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
misal: benzer, örnekmisillü: gibi, benzeri
musahhar etmek: emrine vermek, boyun eğdirmekmu’cize: peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hâl ve iş
mükerrem: ikram edilen, saygı gösterilenmüzeyyen: süslenmiş, süslü
müşerref eylemek: şereflendirmeknebâtî: bitkisel
nev-i beşer: insanlarnevi: tür
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluksair: diğer, başka
semâvî: İlâhî, Allah tarafından gönderilentahammül: yüklenme
tefriş etmek: döşemekzabit: gözetici, subay
zâhir olmak: görünmek, ortaya çıkmakzîhayat: canlı, hayat sahibi
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 282

Evet, bir fende ve bir san’atta mütehassıs bir iki zâtın o fen ve o san’ata ait hükümleri ve fikirleri, onda ihtisası olmayan bin adamın, hattâ başka fenlerde âlim ve ehl-i ihtisas da olsalar, muhalif fikirlerini hükümden iskat ettikleri gibi; bir mes’elede, mesela, Ramazan hilâlini yevm-i şekte ispat etmek ve “Süt konservelerine benzeyen ceviz-i hindî bahçesi rû-yi zeminde var” diye dâvâetmekte iki ispat edici, bin inkâr edici ve nefyedicilere galebe edip dâvâyı kazanıyorlar. Çünkü ispat eden yalnız bir ceviz-i hindîyi veyahut yerini gösterse kolayca dâvâyı kazanır. Onu nefiy ve inkâr eden bütün rû-yi zemini aramak, taramakla hiçbir yerde bulunmadığını göstermekle dâvâsını ispat edebildiği gibi; Cenneti ve dâr-ı saadeti ihbar ve ispat eden, yalnız bir izini sinemada gibi keşfen, bir gölgesini, bir tereşşuhunu göstermekle dâvâyı kazandığı halde; onu nefiy ve inkâr eden, bütün kâinatı ve ezelden ebede kadar zamanları görmek ve göstermekle ancak inkârını ve nefyini ispat ile dâvâyı kazanabilir. Ve buehemmiyetli sırdandır ki, “Hususi bir yere bakmayan ve imanî hakikatler gibiumum kâinata bakan nefiyler, inkârlar—zâtında muhâl olmamak şartıyla—ispat edilmez” diye ehl-i tahkik ittifak edip bir düstur-u esasî kabul etmişler.

İşte bu kat’î hakikate binaen, binler feylesofların muhalif fikirleri, böyle imanî meselelerde birtek muhbir-i sâdıka karşı hiçbir şüphe, hattâ vesvese vermemek lâzımken, yüz yirmi bin ispat edici ehl-i ihtisas ve muhbir-i sâdıkın ve hadsiz venihayetsiz müsbit ve mütehassıs ehl-i hakikat ve ashab-ı tahkikin ittifak ettiklerierkân-ı imaniyede, aklı gözüne inmiş, kalbsiz, mâneviyattan uzaklaşmış, körleşmiş birkaç feylesofun inkârlarıyla şüpheye düşmenin ne kadar ahmaklık ve divanelikolduğunu kıyas ediniz.
Hem madem, gözümüzle gündüz gibi, hem nefsimizde, hem etrafımızda birrahmet-i âmme ve bir hikmet-i şâmile ve bir inayet-i daime müşahede ediyoruz vedehşetli bir saltanat-ı rububiyet ve dikkatli bir adalet-i âliye ve izzetli icraat-ı celâliyenin âsârını ve cilvelerini görüyoruz. Hattâ bir ağacın meyveleri ve çiçekleri


adalet-i âliye: yüksek adaletashâb-ı tahkik: gerçeği delilleriyle araştıran kimseler
binaen: -dayanarakceviz-i hindî: Hindistan cevizi
cilve: görüntü, yansımadar-ı saadet: mutluluk yeri, âhiret
dehşetli: korkunçdivanelik: delilik, akılsızlık
dâvâ: iddiadüstur-u esasî: temel prensip, kaide
ebed: sonu olmayan, sonsuzlukehemmiyetli: önemli
ehl-i hakikat: hakikat ehli, doğru ve hak yolda olanlarehl-i ihtisas: sahasında uzman olan kimseler
ehl-i tahkik: gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimlererkân-ı imaniye: imanın rükünleri, şartları
ezel: başlangıcı olmayan, sonsuzlukfeylesof: filozof, felsefeci
hadsiz: sayısız, sınırsızhakikat: doğru, gerçek
hikmet-i şâmil: kapsamlı, kuşatıcı hikmethilâl: ay; yay şeklinde görülen ay
icraat-ı celâliye: Allah’ın celâl sıfatıyla ilgili işleri, faaliyetleriihbar: haber verme
ihtisas: uzmanlıkinayet-i daime: devam edip giden huzur verici düzen
iskat etmek: düşürmek, ehemmiyetsiz kılmakittifak etmek: birleşmek
keşfen: keşf ederekkâinat: evren, yaratılan herşey
muhalif: aykırı, karşıtmuhbir-i sadık: doğru sözlü haber verici, peygamber
muhâl olmak: imkânsız olmakmâneviyat: mânevî âleme ait olan şeyler
müsbit: ispat edicimütehassıs: ihtisas sahibi, uzman
müşahede etmek: görmek, gözlemlemeknefis: kişinin kendisi
nefiy: inkâr, kabul etmemenefyetmek: inkâr etmek, reddetmek
nihayetsiz: sınırsız, sonsuzrahmet-i âmme: her şeyi kaplayan rahmet
rû-yi zemin: yeryüzüsaltanat-ı Rububiyet: rablık saltanatı; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
tereşşuh: sızıntıumum: bütün
vesvese: kuruntu, şüpheyevm-i şek: Şaban ayının otuzuncu günü; ramazan olması zannedilip ancak görülmedikçe oruç tutulması münasip olmayan gün
âsâr: eserler, varlıklar

 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 283

sayısınca o ağaca hikmetler takan bir hikmet ve herbir insanın cihazatı vehissiyâtı ve kuvveleri adedince ihsanları, in’âmları ona bağlamış bir rahmet veKavm-i Nuh ve Hûd ve Salih Aleyhimüsselâm ve Kavm-i Âd ve Semûd ve Fir’avun gibi âsi milletlere tokat vuran ve en küçük bir zîhayatın hakkını muhafaza edenizzetli ve inayetli bir adalet ve

وَمِنْ اٰيَاتِهِ أَنْ تَقُومَ السَّمَاۤءُ وَاْلاَرْضُ بِأَمْرِهِ ثُمَّ إِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِنَ اْلاَرْضِ اِذَا أَنْتُمْ تَخْرُجُونَ
blank.gif
1

âyeti, azametli bir îcâz ile der:

Nasıl ki iki kışlada yatan ve duran mutî askerler, bir kumandanın çağırmasıyla silâh başına ve vazife başına boru sesiyle gelmeleri gibi, aynen öyle de, bu iki kışlanın misalinde ve emre itaatinde koca semâvât ve küre-i arz Sultan-ı Ezelînin askerlerine iki mutî kışla gibi, ne vakit Hazret-i İsrafil Aleyhisselâmın borusuyla o kışlalarda ölümle yatanlar çağrılsa, derhal ceset libaslarını giyip dışarı fırlamalarını ispat edip gösteren, her baharda arz kışlası içindekiler, melek-i ra’dın borusuyla aynı vaziyeti göstermesiyle nihayetsiz azameti anlaşılan birsaltanat-ı rububiyet; elbette ve elbette ve herhalde ve hiç şüphe getirmez ki, Onuncu Sözde ispatına binaen o rahmet ve hikmet ve inayet ve adalet ve saltanat-ı sermediyenin gayet kat’î istedikleri dâr-ı âhiret ve daire-i haşir ve neşrin açılmamasıyla o nihayetsiz cemâl-i rahmet nihayetsiz bir çirkin merhametsizliğeinkılâp etmesi ve o hadsiz kemâl-i hikmet, hadsiz kusurlu abesiyete ve faidesizisrafata dönmesi ve o gayet şirin inayet, gayet acı ihanetlere değişmesi ve o gayetmizanlı ve hakkaniyetli adalet, gayet şiddetli zulümlere kalb olması ve o gayet


[BILGI]Dipnot-1 “Yine Onun âyetlerindendir ki, gök ve yer Onun emriyle ayakta durur. Sonra O sizi bir emirle çağırdığında derhal kabirlerinizden çıkarsınız.” Rum Sûresi, 30:25.[/BILGI]


Aleyhimüsselâm: Allah’ın selâmı onların üzerine olsunAleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun
Hazret-i İsrafil: [bk. bilgiler – İsrafil (a.s.)]Hûd (a.s.): (bk. bilgiler)
Kavm-i Fir’avun: (bk. bilgiler – Fir’avun)Kavm-i Nuh: [bk. bilgiler – Nuh (a.s.)]
Kavm-i Semûd: [bk. bilgiler – Salih (a.s.)]Salih (a.s.): (bk. bilgiler)
Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allahabesiyet: faydasız ve gayesiz oluş
arz: dünyaazamet: büyüklük
binaen: -dayanarakcemâl-i rahmet: rahmetin güzelliği
cihazat: cihazlar, âletlerdaire-i haşir ve neşr: yeniden dirilip toplanma ve tekrar dağılıp yayılma sahası
dâr-ı âhiret: âhiret yurdugayet: son derece
hadsiz: sayısız, sınırsızhakkaniyet: doğruluk, gerçekçilik
hikmet: fayda, gaye; Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatıhissiyat: hisler, duygular
ihsan: bağış, ikraminayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan nizam, düzenlilik
inkılâp: büyük değişim, dönüşümin’am: nimetlendirme
israfat: israflar, savurganlıklarizzet: kötülüğü redden üstünlük, yücelik
kalb olmak: dönüşmekkat’î: kesin bir şekilde
kavm-i Âd: [bk. bilgiler – Hûd (a.s.)]kemâl-i hikmet: mükemmel bir hikmet
küre-i arz: yer küre, dünyalibas: elbise
melek-i ra’d: gök gürültüsü ile vazifeli melekmizanlı: ölçülü, dengeli
muhafaza etmek: korumakmutî: emre uyan, itaatkâr
nihayetsiz: sınırsız, sonsuzrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
saltanat-ı rububiyet: rablık saltanatı; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasısaltanat-ı sermediye: sonsuz saltanat
semavat: göklerzîhayat: canlı, hayat sahibi
âsi: isyan eden, zalimîcâz: az sözle çok mânâ ifade etme

 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 284

derecede haşmetli ve kuvvetli saltanat-ı sermediye sukut etmesi ve haşrin gelmemesiyle bütün haşmeti kaybolması ve kemâlât-ı rububiyeti acz ve kusur ilelekedar olması, hiçbir cihet-i imkânı yok, hiçbir akıl ihtimal vermez, yüz muhaliçinde birden bulunur, dâire-i imkân haricinde bâtıl ve mümtenidir.

Çünkü nâzenin ve nazdar beslediği ve akıl ve kalb gibi cihazatla saadet-i ebediyeye ve âhirette bekà-i daimîye iştiyak hissini verdiği halde onu ebedî idam etmek, ne kadar gadirli bir merhametsizlik; ve onun yalnız dimağına yüzerhikmetler ve faideler taktığı halde onu dirilmemek üzere bütün cihazatını ve binler faideleri bulunan istidadâtını âkıbetsiz bir ölümle faidesiz, neticesiz, hikmetsiz bütün bütün israf etmek, ne derece hilâf-ı hikmet ve binler vaid ve ahidlerini yerine getirmemekle—hâşâ—aczini ve cehlini göstermek, ne kadar o haşmet-i saltanata ve o kemâl-i rububiyete zıttır, her zîşuur anlar. Bunlara kıyasen, inayetve adâleti tatbik eyle...
İşte, Hâlıkımızdan sorduğumuz âhirete dair sualimize Rahmân, Hakîm, Adl,Kerîm, Hâkim isimleri mezkûr hakikatle cevap veriyorlar; şeksiz, şüphesiz, güneş gibi âhireti ispat ediyorlar.

Hem madem biz gözümüzle görüyoruz, öyle ihâtalı ve azametli bir hafîziyethükmeder ki, zîhayat herşeyin ve her hâdisenin çok sûretlerini ve gördüğü fıtrîvazifesinin defterini ve esmâ-i İlâhiyeye karşı lisan-ı hal ile tesbihatına dairsahife-i a’mâlini misâlî levhalarda ve çekirdeklerinde ve tohumcuklarında ve Levh-i Mahfuzun nümunecikleri olan kuvâ-yı hafızalarında ve bilhassa insanındimağındaki pek büyük ve pek küçük kütüphanesi olan kuvve-i hafızasında ve


Adl: sonsuz adalet sahibi, adaletle iş gören, herşeyin hakkını veren AllahHakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
Hâlık: her şeyi yaratan AllahKerîm: ikram sahibi; sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan Allah
Levh-i Mahfuz: herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası, Allah’ın ilminin bir adıRahmân: rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah
acz: acizlik, güçsüzlükahid: verilen söz, andlaşma
azametli: büyükbekà-i daimîye: devamlı olarak kalma, kalıcı olma
bâtıl: doğru olmayan, yalan, yanlışcehl: cahillik, bilgisizlik
cihazat: cihazlar, organlarcihet-i imkân: mümkün olma yönü
daire-i imkân: varlığı da yokluğu da eşit olan daire, kâinatdimağ: akıl, bilinç, beyin
ebedî: sonu olmayan, sonsuzesmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelengadirli: zulümlü
hafiziyet: koruyuculukhakikat: doğru, gerçek
haşmet: ihtişam, görkemhaşmet-i saltanat: sultanlığın haşmeti, ihtişamı
haşr: insanların öldükten sonra tekrar diriltilip muhakeme için Allah’ın huzurunda toplanmasıhikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hilâf-ı hikmet: hikmete zıthâşâ: asla, kesinlikle öyle değil
idam etmek: yok etmekihâtalı: kuşatıcı, kapsamlı
inayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan nizam, düzenlilikistidadât: kàbiliyetler, yetenekler
iştiyak: arzu, istekkemâlât-ı rububiyet: rablığın, ilâhî terbiyenin mükemmellik ve kusursuzluğu
kuvve-i hafıza: hafıza duygusu, belleklekedar: lekeli
lisan-ı hal: hal dilimezkûr: anılan, sözü geçen
misâlî levha: içlerinde herşeyin fotoğrafının kaydedildiği levhamuhal: imkânsız, akıl dışı
mümteni: imkânsıznazdar: nazlı, cilveli
nâzenin: ince, narin, duyarlısaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk
sahife-i a’mâl: iş ve davranışların yazıldığı sahifesaltanat-ı sermediye: sonsuz saltanat
sukut etmek: düşmek, alçalmaktatbik eylemek: uygulamak
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmavaid: korkutma, tehdit etme
zîhayat: canlı, hayat sahibizîşuur: şuur sahibi, bilinçli
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayatâkıbetsiz: sonuçsuz, neticesiz
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 285

sair maddî ve mânevî in’ikâs âyinelerinde kaydeder, yazdırır, zaptederek muhafaza altına alır. Sonra, mevsimi geldikçe bütün o mânevî yazıları maddî bir tarzda da gözümüze gösterip milyonlarla misâller ve deliller ve nümuneler kuvvetiyle
blank.gif
1 وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْâyetindeki en acip bir hakikat-ıhaşriyeyi, kudretin bir çiçeği olan her bahar, kendi çiçek-i ekberinde milyarlar dille kâinata ilân eder. Ve başta nev-i insan olarak eşya, fenaya düşmek ve ademesukut etmek ve hiçlikte mahvolmak ve başta nev-i beşer olarak zîhayatlar idam edilmek için yaratılmamışlar. Belki bekàya terakki ile ve devama tasaffi ile vesermedî vazifeye istidadıyla girmek için halk olunduklarını gayet kuvvetli ispat eder.


Evet, her baharda müşahede ediyoruz ki, güz mevsimi kıyametinde vefat eden hadsiz nebatat, bahar haşrinde herbir ağaç, herbir kök, herbir çekirdek, herbir tohum وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ âyetini okuyup bir mânâsını, bir ferdini kendi diliyle, geçmiş senelerde gördüğü vazifenin misalleriyle tefsir ederek oazametli hafîziyete şehadet eder,
blank.gif
2 هُوَ اْلأَوَّلُ وَاْلاٰخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُâyetindeki dört muazzam hakikatleri herşeyde gösterip hafîziyeti âzami derecede ve haşri bahar kolaylığında ve kat’iyetinde bizlere ders verir.

Evet, bu dört ismin cilveleri en cüz’îden en küllîye kadar cereyan ederler. Meselâ, nasıl ki bu ağacın menşei olan bir çekirdek, اَ ْلأَوَّلُ
blank.gif
3 isminemazhariyetle o ağacın gayet mükemmel programını ve icadının noksansızcihazatını ve teşekkülünün bütün şeraitini câmi’ bir kutucuktur ki, hafîziyetinazametini ispat eder.




[BILGI]Dipnot-1 “Amel defterleri açıldığında.” Tekvir Sûresi, 81:10.

Dipnot-2 “O Evveldir; başlangıcı olmadığı gibi, bütün varlıkların başlangıcı da Onun ilim vekudretine bağlıdır. O Âhirdir; sonu olmadığı gibi bütün varlıkların neticesi Ona bakar ve dönüşü Onadır. O Zâhirdir; varlık ve birliğinin delilleri herşeyde ap açık görünür ve bütün varlıklar dış görünüşleri ve san’atlı yapılışlarıyla Onun kudret ve sanatına şâhitlik eder. O Bâtındır; herşeyin hakikatine vâkıftır ve herşeyin içyüzü Onunkudret ve hikmetine şâhitlik eder.” Hadîd Sûresi, 57:3.

Dipnot-3 Evvel: her şeyin aslını ve başlangıcını ezelî ilmiyle tespit eden ve Kendisinden önce hiçbir şey var olmayan Allah.[/BILGI]


acip: hayret verici, şaşırtıcıadem: hiçlik, yokluk
azamet: büyüklükbekà: kalıcılık, devamlılık
cereyan etmek: meydana gelmekcihazat: cihazlar, âletler
cilve: görüntü, yansımacâmi’: kapsamlı, birçok şeyi içine alan
cüz’î: küçük, ferdîfena: yokluk, gelip geçicilik
gayet: son derecehafiziyet: koruyuculuk
hakikat-i haşriye: haşir gerçeğihalkolunmak: yaratılmak
haşr: insanların öldükten sonra âhirette diriltilip muhakeme için Allah‘ın huzurunda toplanmasıicad: var etme, vücuda getirme
idam edilmek: yok olmakin’ikâs: yansıma
istidad: kàbiliyet, ruhsal özellik, yetenekkat’iyet: kesinlik
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarıküllî: tür, cins; büyük ve kapsamlı, varlıklar
mazhariyet: sahip olma, üzerinde göstermemenşe: kaynak, kök
muazzam: azametli, çok büyükmüşahede etmek: görmek, gözlemlemek
nebâtât: bitkilernev-i beşer: insanlar
nev-i insan: insan türü, insanlıksair: diğer, başka
sermedî: sürekli, devamlısukut etmek: düşmek, alçalmak
tasaffi: saflaşma, temizlenmetefsir etmek: yorumlamak
terakki: ilerleme, yükselmeteşekkül: oluşma
zîhayat: canlı, hayat sahibiâzami: çok büyük
çiçek-i ekber: en büyük çiçekşehadet etmek: tanıklık, şahitlik etmek
şerâit: şartlar, belirtiler
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 286

وَاْلاٰخِرُ 1 ismine mazhar olan meyvesi ise, çekirdekleriyle o ağacın işlediği bütün fıtrî vazifelerinin fihristesini ve amellerinin listesini ve hayat-ı saniyesinin düsturlarını ihtiva eden bir sandukçuktur ki, âzamî derecede hafîziyete şehadet eder.وَالظَّاهِرُ
blank.gif
2 ismine mazhar olan o ağacın suret-i cismâniyesi ise, öyletenasüplü ve san’atlı ve süslü bir hulle, bir libas ve ayrı ayrı nakışlar ve zîynetler ve yaldızlı nişanlarla tezyin edilmiş, güya yetmiş renkli bir hûri elbisesidir ki,hafîziyet içinde azamet-i kudret ve kemâl-i hikmet ve cemâl-i rahmeti gözlere gösterir.

وَالْبَاطِنُ 3 ismine âyine olan o ağacın içindeki makinesi ise, öylemuntazam ve mükemmel ve mu’cizatlı bir fabrika, bir destgâh, bir kimyahâne ve hiçbir dalı ve meyveyi ve yaprağı gıdasız bırakmayan mizanlı bir kazan-ı erzaktır ki, hafîziyet içinde kemâl-i kudret ve adalet ve cemâl-i rahmet ve hikmeti güneş gibi ispat eder.

Aynen öyle de, küre-i arz, senevî mevsimler cihetinde bir ağaçtır. İsm-i Evvelcilvesiyle güz mevsiminde hafîziyete emanet edilen bütün tohumlar ve çekirdekler, bahar çarşafını giyen zemin yüzünün milyarlar dal, budak, meyve veren ve çiçek açan ağacının teşkilatına dair İlâhî emirlerin mecmuacıkları ve kaderden gelendüsturların listeleri ve geçen yazın işlediği vazifelerin küçücük sahife‑i amelleri vedefter-i hidematıdır ki, bilbedahe bir Hafîz-i Zülcelâl-i ve’l-İkramın hadsiz kudret, adalet, hikmet, rahmet ile iş gördüğünü gösteriyor.


[BILGI]Dipnot-1 Âhir: her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve sonu gelen varlıkların neslini tohum ve çekirdeklerde tanzim eden ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî kalan Allah.

Dipnot-2 Zâhir: her şeyin dış yüzlerini çeşitli cihaz ve ince nakışlarla süsleyerek mükemmel ve güzel yaratan ve her şeyde varlık ve birliğinin işaretleri açıkça görünen Allah.

Dipnot-3 Bâtın: bütün varlıkların içyüzlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratıp işleten ve bununla da isim ve sıfatlarının her türlü noksandan uzak olduğunu gösteren Allah.[/BILGI]



Hafîz-i Zülcelâl-i ve’l-İkram: sonsuz haşmet, yücelik ve ikram sahibi olan, herşeyi koruyup gözeten ve muhafaza eden Allahamel: davranış, iş
azamet-i kudret: güç ve iktidarın büyüklüğübilbedâhe: ap açık bir şekilde
cemâl-i rahmet: rahmetin güzelliğicihet: taraf, yön
cilve: görüntü, yansımadefter-i hidemat: hizmetler defteri
destgâh: tezgâhdüstur: kâide, kural
fihriste: içindekilerfıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
hadsiz: sayısız, sınırsızhafiziyet: koruyuculuk
hayat-ı saniye: ikinci hayathikmet: fayda, gaye; Allah’ın herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı
hulle: Cennet elbisesihûri: Cennet kızı
ihtiva etmek: içine almakism-i Evvel: Allah’ın başlangıcı olmadığı gibi, bütün varlıkların başlangıcı da Onun ilim ve kudretine bağlı olduğunu bildiren ismi
kader: Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlamasıkazan-ı erzak: erzak kazanı
kemâl-i hikmet: hikmetin mükemmelliği, tam ve yerli yerinde olmakemâl-i kudret: Allah’ın kudretinin mükemmelliği
kimyahâne: kimya evikudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
küre-i arz: yerküre, dünyalibas: elbise
mazhar olma: erişme, nail olma; ayna olma, yansıma ve görünmemecmuacık: kitapçık
mizanlı: ölçülümuntazam: düzenli, intizamlı
mu’cizât: mu’cizeler; benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeylerrahmet-i İlâhiye: Allah’ın sonsuz rahmeti, şefkat ve merhameti
sahife-i a’mâl: iş ve davranışların yazıldığı sahifelersenevî: yıllık
suret-i cismaniye: dış görünüştenasüp: uygunluk, uyum
tezyin etmek: süslemekteşkilât: yapı
zemin: yerzîynet: süs
âzamî: çok büyükşehadet etmek: tanıklık, şahitlik etmek
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 287

Ve senevî zemin ağacının âhiri ise, ikinci güzde o ağacın gördüğü bütün vazifelerini ve esmâ-i İlâhiyeye karşı ettiği bütün fıtrî tesbihatlarını ve gelecek bahar haşrinde neşrolabilen bütün sahâif-i amallerini, zerrecik ve küçücük kutucukların içine koyup, Hafîz-i Zülcelâlin dest-i hikmetine teslim eder Hüve’l-Âhir ismini hadsiz dillerle kâinat yüzünde okur.

Ve bu ağacın zâhiri ise, haşrin üç yüz bin misallerini ve emarelerini gösteren üç yüz bin küllî ve çeşit çeşit çiçekler açıp hadsiz rahmâniyet ve rezzâkiyet verahîmiyet ve kerîmiyet sofralarını sererek zîhayatlara ziyafetler vermekle Hüve’z-Zâhir ismini, meyveleri, çiçekleri, taamları sayısınca lisanlarıyla zikredip medh ü senâ eder, gündüz gibi وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ
blank.gif
1 hakikatini gösterir.

Bu haşmetli ağacın bâtını ise, hadsiz ve hesaba gelmez muntazam makineleri vemizanlı fabrikaları kemâl-i dikkat ve intizamla işlettiren öyle bir kazan vedestgâhtır ki, bir dirhemden bin batman taamları pişirir, açlara yetiştirir. Ve öyle bir mizan ve dikkatle işler ki, zerre kadar tesadüfün karışmasına bir yer bırakmıyor. Hüve’l-Bâtın ismini zeminin içyüzüyle, yüz bin dille tesbih eden bazımelâike gibi, yüz bin tarzlarda ilân edip ispat eder.

Hem arz, senevî hayatı haysiyetiyle bir ağaç olduğu ve o dört isim içindehafîziyeti ve onunla haşir kapısına bir anahtar yaptığı gibi; aynen öyle de, dehrî ve dünya hayatı cihetiyle yine meyveleri âhiret pazarına gönderilen bir muntazamağaçtır. Ve o dört isme öyle bir mazhar, bir âyine ve âhirete giden bir yol açar ki, genişliğini ihataya ve tabire aklımız kâfi gelmiyor. Yalnız bu kadar deriz:


[BILGI]Dipnot-1 “Amel defterleri açıldığında.” Tekvir Sûresi, 81:10.[/BILGI]


Hafîz-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, büyük küçük herşeyi kaydedip koruyan AllahHüve’l-Bâtın: O Bâtındır; bütün varlıkların içyüzlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratıp işleten ve herşeyin iç âlemine hükmeden Allah’tır
Hüve’l-Âhir: O Âhirdir; her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve sonu gelen varlıkların neslini tohum ve çekirdeklerle tanzim eden ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî kalan Allah’tırHüve’z-Zâhir: O Zâhirdir; her şeyin dış yüzlerini çeşitli cihaz ve ürünlerle donatıp ve ince nakışlarla süsleyerek mükemmel ve güzel yaratan ve her şeyde varlık ve birliğinin işaretleri açıkça görünen, Allah’tır
arz: dünyabatman: eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
bâtın: iç, görünmeyen iç yüzücihet: yön, taraf
dehrî: zaman yönünden, çağları içine alandest-i hikmet: hikmet eli
destgâh: tezgâhdirhem: eskiden kullanılan ve 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
emare: belirti, işaretesmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelenhadsiz: sayısız, sınırsız
hafiziyet: koruyuculukhaysiyetiyle: özelliğiyle
haşmetli: görkemli, heybetlihaşr: insanların öldükten sonra âhirette diriltilip muhakeme için Allah‘ın huzurunda toplanması
ihata: içine alma, kapsamakemâl-i dikkat ve intizam: tam bir dikkat ve düzen
kerîmiyet: cömertlikküllî: tür, cins; büyük ve kapsamlı varlıklar
lisan: dilmazhar: ayna, yansıma ve görünme yeri
medh ü senâ: övme ve yüceltmemelâike: melekler
mizan: ölçümuntazam: düzenli, intizamlı
neşrolmak: yayılmakrahmâniyet: şefkat, merhamet edicilik
rahîmiyet: merhamet edicilikrezzâkıyet: rızık vericilik
sahâif-i a’mâl: amellerin yazıldığı sahifelersenevî: yıllık
taam: gıda, yiyecektesbih etmek: Allah’ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmak
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmazemin: yer
zerre: atomzâhir: açık, görünen
zîhayat: canlı, hayat sahibiâhir: son
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 288

Nasıl ki bir saatin saniyeleri ve dakikaları ve saatleri ve günleri sayan haftalık saatin milleri birbirine benzer, birbirini ispat eder. Saniyelerin hareketini gören,sair çarkların hareketlerini tasdik etmeye mecbur olur. Aynen öyle de, semâvât vearzın Hâlık-ı Zülcelâlinin bir saat-i ekberi olan bu dünyanın saniyelerini sayan günler ve dakikalarını hesap eden seneler ve saatlerini gösteren asırlar ve günlerini bildiren devirler birbirine benzer, birbirini ispat eder. Ve bu gecenin sabahı ve bu kışın baharı kat’iyetinde fâni dünyanın karanlıklı kışının bâki bir baharı ve sermedî bir sabahı geleceğini hadsiz emârelerle haber verir diye, Hafîzismi ile هُوَ اْلأَوَّلُ وَاْلاٰخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ
blank.gif
1isimleri, biz Hâlıkımızdan sorduğumuz haşir meselesine, mezkûr hakikatle cevap veriyorlar.

Hem madem gözümüzle görüyoruz ve aklımızla anlıyoruz ki;

İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi,

Ve hakikat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi,

Ve kâinat Kur’ân’ının âyet-i kübrası,

Ve İsm-i Âzamı taşıyan âyetü’l-kürsîsi,

Ve kâinat sarayının en mükerrem misafiri,

Ve o saraydaki sair sekenelerde tasarrufa mezun en faal memuru,

Ve kâinat şehrinin zemin mahallesinin bahçesinde ve tarlasında, varidat vesarfiyatına ve zer’ ve ekilmesine nezarete memur,

Ve yüzer fenler ve binler san’atlarla teçhiz edilmiş en gürültülü ve mes’uliyetlinâzırı,

Ve kâinat ülkesinin arz memleketinde, Padişah-ı Ezel ve Ebedin gayet dikkat altında bir müfettişi, bir nevi halife-i arzı,



[BILGI]Dipnot-1
“O Evveldir, Âhirdir, Zâhirdir ve Bâtındır.” Hadîd Sûresi, 57:3.[/BILGI]


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunHafîz: esirgeyen, koruyan, yarattıklarını koruyup gözeten Allah
Hâlık: her şeyi yaratan AllahHâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yaratan Allah
Padişah-ı Ezel ve Ebed: varlığının başlangıcı ve sonu olmayan Padişah, Allaharz: dünya
bâki: kalıcı, devamlıcemiyetli: kapsamlı
cihet: yön, tarafemare: belirti, iz
faal: çalışkan, hareketlifâni: geçici, ölümlü
gayet: son derecehadsiz: sayısız, sınırsız
hakikat: doğru, gerçekhakikat-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in hakikati, mânevî şahsiyeti
halife-i arz: yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insankat’iyet: kesinlik
kâinat: evren, yaratılan herşeymes’uliyet: sorumluluk, yükümlülük
mezkûr: anılan, sözü geçenmezun: izinli
müfettiş: teftiş eden, denetleyicimükerrem: ikram olunan, saygın
nevi: türnezaret: gözetim, bakım
nâzır: bakan, gözetensaat-i ekber: en büyük saat
sair: diğer, başkasarfiyat: giderler, harcamalar
sekene: sakinlersemâvat: gökler
sermedî: devamlı, süreklitasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme
tasdik etmek: doğrulamak, onaylamakteçhiz etmek: donatmak
varidat: gelirler, kaynaklarzemin: yer
zer’ etmek: ekmek, dikmekâyet-i kübrâ: en büyük delil
âyetü’l-kürsî: Allah’ın varlığından ve bir kısım mühim sıfatlarından bahseden Bakara Sûresinin 255. âyetiçekirdek-i aslî: asıl çekirdek, tohum
İsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 289

Ve cüz’î ve küllî harekâtı kaydedilen bir mutasarrıfı,
Ve semâ ve arz ve cibâlin kaldırmasından çekindikleri emanet-i kübrâyı omuzuna alan,
Ve önüne iki acip yol açılan, bir yolda zîhayatın en bedbahtı ve diğerinde enbahtiyarı,
Çok geniş bir ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî,
Ve Kâinat Sultanının İsm-i Âzamına mazhar ve bütün esmâsına en câmi’ bir âyinesi, ve hitabât-ı Sübhâniyesine ve konuşmalarına en anlayışlı bir muhatab-ı hassı,
Ve kâinatın zîhayatları içinde en ziyade ihtiyaçlısı,
Ve hadsiz fakrıyla ve acziyle beraber hadsiz maksatları ve arzuları ve nihayetsizdüşmanları ve onu inciten zararlı şeyleri bulunan bir biçare zîhayatı,
Ve istidatça en zengini,
Ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi ve lezzetleri dehşetli elemlerle âlûde,
Ve bekàya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyık ve müstehak ve devamı vesaadet-i ebediyeyi hadsiz dualarla isteyen ve yalvaran ve bütün dünya lezzetleri ona verilse, onun bekàya karşı arzusunu tatmin etmeyen,
Ve ona ihsanlar eden Zâtı perestiş derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen çok hârika bir mu’cize-i kudret-i Samedâniye ve bir acûbe-i hilkat,
Ve kâinatı içine alan ve ebede gitmek için yaratıldığına bütün cihazat-ı insaniyesişehadet eden, böyle yirmi küllî hakikatlerle Cenâb-ı Hakkın Hak ismine bağlanan,


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahHak: herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah
Kâinat Sultan: kâinatın ve bütün varlıkların sultanı olan Allahabd-i küllî: bütün varlıkların ibadetlerini kendi şahsında temsil eden kul
acip: hayret verici, şaşırtıcıacz: acizlik, güçsüzlük
acûbe-i hilkat: acayip bir yaratılışta olanbahtiyar: talihli, mutlu
bedbaht: kötü bahtlı, talihsizbekà: devamlılık, kalıcılık
biçare: çaresizcibâl: dağlar
cihazat-ı insaniye: insana ait cihazlar, duygularcihet: taraf, yön
câmi’: kapsamlı, içine alancüz’î: az, küçük, ferdî
dehşetli: korkunç, ürkütücüemanet-i kübra: büyük emanet; benlik duygusu, başka varlıkların yüklenmekten çekindiği ve insanın yüklendiği İlâhî görevler, yükümlülükler
esmâ: Allah’ın isimlerifakr: fakirlik, ihtiyaç hali
hadsiz: sayısız, sınırsızharekât: hareketler
hitâbât-ı Sübhâniye: her türlü kusur ve noksanlıktan yüce olan Allah’ın Kendi Zâtına has hitapları, konuşmalarıihsan: bağış, ikram
istidad: kàbiliyet, ruhsal özellik, yetenekküllî: genel, kapsamlı
lezzet-i hayat: hayatın lezzetimazhar: ayna, yansıma ve görünme yeri
muhatab-ı has: özel muhatapmutasarrıf: tasarruf eden, kullanan, idare eden
mu’cize-i kudret-i Samedâniye: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın kudret mu’cizesimükellef: yükümlü, sorumlu
müstehak: hak etmiş, lâyıkmüteellim: acı çeken
müştak: arzulu, çok isteklinihayetsiz: sınırsız, sonsuz
perestiş: aşırı derece sevmek, tapmasaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk
semâ: gökubûdiyet: Allah’a kulluk
ziyade: çok, fazlazîhayat: canlı, hayat sahibi
âlûde: bulaşık, karışıkİsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı
şehadet: şahitlik, tanıklık
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ -sayfa 290

Ve en küçük zîhayatın en cüz’î ihtiyacını gören ve niyazını işiten ve fiilen cevap veren Hafîz-i Zülcelâlin Hafîz ismiyle mütemadiyen amelleri kaydedilen ve kâinatıalâkadar edecek ef’âlleri o ismin kâtibîn-i kiramlarıyla yazılan ve herşeyden ziyadeo ismin nazar-ı dikkatine mazhar bulunan bu insanlar, elbette ve elbette ve herhalde ve hiçbir şüphe getirmez ki, bu yirmi hakikatın hükmüyle, insanlar için bir haşir ve neşir olacak ve Hak ismiyle evvelki hizmetlerinin mükâfatını vekusuratının mücâzâtını çekecek ve Hafîz ismiyle cüz’î-küllî kayd altına alınan heramelinden muhasebe ve sorguya çekilecek ve dâr‑ı bekàda saadet-i ebediyeziyafetgâhının ve şekavet-i daime hapishanesinin kapıları açılacak ve bu âlemde çok tâifelere kumandanlık yapan ve karışan ve bazan karıştıran bir zabit, toprağa girip her amelinden sual olunmamak ve uyandırılmamak üzere yatıp saklanmayacaktır.

Yoksa, sineğin sesini işitip hakk-ı hayatını vermekle fiilen cevap verdiği halde, gök gürültüsü kuvvetinde bekàya ait hadsiz hukuk-u insaniyenin, mezkûr yirmi hakikatler lisanlarıyla edilen ve Arşı ve ferşi çınlatan dualarını işitmemek ve ohadsiz hukuku zayi etmek ve sinek kanadının intizamı şehadetiyle sinek kanadı kadar israf etmeyen bir hikmet, bütün o hakikatlerin bağlandıkları insanîistidadatı ve ebede uzanan emelleri ve arzuları ve o istidat ve arzuları besleyen kâinatın pek çok rabıtalarını ve hakikatlerini bütün bütün israf etmek öyle bir haksızlıktır ve imkân haricinde ve zâlimâne bir çirkinliktir ki, Hak ve Hafîz veHakîm ve Cemîl ve Rahîm isimlerine şehadet eden bütün mevcudât onu reddeder, “Yüz derece muhal ve bin vech ile mümtenidir” derler.


Arş: göğün en yüksek katı; Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecellî ettiği yerCemîl: bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi Allah
Hafîz: herşeyi koruyup saklayan ve yarattıklarını esirgeyip gözeten AllahHafîz-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, büyük küçük herşeyi kaydedip koruyan Allah
Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan AllahRahîm: merhametli; rahmetinin çok özel tecellîleri olan ve sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah
alâkadar: alâkalı, ilgiliamel: davranış, iş
bekà: kalıcılık, devamlılıkcüz’î: ferdî, az, küçük
dâr-ı bekà: devamlı ve kalıcı olan yer; âhiretebed: sonsuzluk
ef’al: fiiller, işleremel: arzu, istek
ferş: yerhadsiz: sayısız, sınırsız
hakk-ı hayat: yaşama hakkıhaşir ve neşir: öldükten sonra âhirette diriltilerek muhakeme için Allah’ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma
hikmet: fayda, gaye; Allah’ın herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatıhukuk-u insaniye: insan hakları
intizam: düzenistidadat: istidatlar, kàbiliyetler
istidat: kàbiliyet, yetenekkusurat: kusurlar, hata ve günahlar
kâtibîn-i kiram: insanın yaptığı bütün amelleri yazan meleklerlisan: dil
mazhar bulunma: ayna olma, nail olmamevcudat: varlıklar
mezkûr: anılan, sözü geçenmuhal: imkânsız
muhasebe: hesaba çekilme, sorgulanmamücazat: ceza verme
mümteni: imkânsızmütemadiyen: sürekli olarak
nazar-ı dikkat: dikkatli bakışlarniyaz: dua, yalvarıp yakarma
rabıta: bağsaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk
tâife: grup, toplulukvecih: yön, şekil
zabit: subayzayi etmek: kaybetmek
ziyade: çok, fazlaziyafetgâh: ziyafet yeri
zâlimâne: zâlimcezîhayat: canlı, hayat sahibi
şekavet-i daime: daimi bir sıkıntı, mutsuzluk
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 291

İşte biz Hâlıkımızdan haşre dair sorduğumuz suale Hak, Hafîz, Hakîm, Cemîl,Rahîm isimleri cevap verip derler: “Biz hak ve hakikat olduğumuz gibi ve hem bize şehadet eden mevcudâtın tahakkuku misillü, haşir haktır ve muhakkaktır.”
Hem madem... (Daha yazacaktım, fakat güneş gibi malûm olmasından kısa kestim.)
İşte geçmiş misâllerde ve madem’lerdeki maddelere kıyasen, Cenâb-ı Hakkın yüz, belki bin esmâsının kâinata bakan isimlerinin herbirisi, nasıl ki mevcudattaki âyine ve cilveleriyle Müsemmâsını bedahetle ispat eder; aynen öyle de, haşri vedâr-ı âhireti de gösterirler ve kat’iyetle ispat ederler.

Hem nasıl Hâlıkımızdan sorduğumuz sualimize, o Rabbimiz bütün fermanlarıyla ve nazil ettiği bütün kitaplarıyla ve müsemmâ olduğu ekser isimleriyle bize kudsîve kat’î cevap veriyor; aynen öyle de, melâikeleriyle ve onların diliyle daha başka bir tarzda dedirir:
“Sizin zaman-ı Âdem’den beri hem ruhanîlerle, hem bizimle görüşmenizin yüzertevatür kuvvetinde hâdiseleri var. Ve bizim ve ruhanilerin vücutlarına veubudiyetlerine delâlet eden hadsiz emâre ve deliller var. Ve biz âhiret salonlarında ve bazı dairelerinde gezdiğimizi, birbirimize mutabık olarak sizin kumandanlarınızla görüştüğümüz zaman söylemişiz ve daima da söylüyoruz. Elbette bu gezdiğimiz bâki ve mükemmel salonlar ve bu salonların arkalarındatefriş ve tezyin edilmiş olan saraylar ve menzilller, hiç şüphemiz yoktur ki, gayetehemmiyetli misafirleri o yerlerde iskân etmek üzere bekliyorlar. Size kat’î beyan ediyoruz” diye sualimize cevap veriyorlar.

Hem madem Hâlıkımız, bize en büyük muallim ve en mükemmel üstad ve şaşırmaz ve şaşırtmaz en doğru rehber olarak Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunCemîl: bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz güzellik sahibi Allah
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce AllahHafîz: esirgeyen, koruyan, yarattıklarını koruyup gözeten Allah
Hak: doğru, gerçek; herşeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan AllahHakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
Hâlık: her şeyi yaratan AllahMuhammed-i Arabî: Arapların içinden çıkan Peygamberimiz Muhammed (a.s.m.)
Müsemmâ: ismin sahibi, isimlenenRab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
Rahîm: merhametli; rahmetinin çok özel tecellîleri olan ve sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allahbedahet: ap açıklık
beyan etmek: açıklamakbâki: kalıcı, devamlı
cilve: görüntü, yansımadelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
dâr-ı âhiret: öteki dünya, âhiret yurduemare: belirti, işaret
esmâ: Allah’ın isimleriferman: buyruk, emir
gayet: son derecehadsiz: sayısız, sınırsız
hakikat: doğru, gerçekhaşr: yeniden diriliş; insanların öldükten sonra âhirette diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanması
hâdise: olayiskân etmek: yerleştirmek
kat’iyet: kesinlikkat’î: kesin bir şekilde
kudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, mukaddeskâinat: evren, yaratılan herşey
malûm: bilinenmelâike: melekler
menzil: durak, yermevcudat: varlıklar
misillü: gibimuallim: öğretmen
mutabık olmak: uygun olmaknazil etmek: indirmek
ruhanî: maddî yapısı olmayan ruh âlemine ait varlıktahakkuk: gerçekleşme
tefriş: döşemetevatür: çeşitli kanallardan gelen ve doğruluğu kesin olarak kanıtlanan haber
tezyin: süslemeubûdiyet: kulluk
vücut: beden, varlıkzaman-ı Âdem: Âdem peygamberin zamanı
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 292

Vesselâmı tayin etmiş ve en son elçi olarak göndermiş. Biz dahi, ilmelyakînmertebesinden aynelyakîn ve hakkalyakîn mertebelerine terakki ve tekemmül etmek üzere, herşeyden evvel bu üstadımızdan, Hâlıkımızdan sorduğumuz suali sormaklığımız lâzım geliyor. Çünkü o zât, Hâlıkımız tarafından herbiri birernişane-i tasdik olan bin mu’cizatıyla, Kur’ân’ın bir mu’cizesi olarak, Kur’ân’ın hakve kelâmullah olduğunu ispat ettiği gibi; Kur’ân dahi, kırk nevi i’câz ile o zâtın birmu’cizesi olup, onun doğru ve Resulullah olduğunu ispat ederek, ikisi beraber, biriâlem-i şehadet lisanı (bütün hayatında, bütün enbiya ve evliyanın tasdikleri altında) diğeri âlem-i gayb lisanı bütün semâvî fermanların ve kâinathakikatlerinin tasdikleri içinde binler âyâtıyla iddia ve ispat ettikleri hakikat-i haşriye elbette güneş ve gündüz gibi bir kat’iyettedir. Evet, haşir gibi, en acip ve en dehşetli ve tavr-ı aklın haricinde bir mes’ele, ancak ve ancak böyle harika iki üstadın dersleriyle halledilir, anlaşılır.

Eski zaman peygamberleri ümmetlerine Kur’ân gibi izahat vermediklerinin sebebi, o devirler beşerin bedeviyet ve tufûliyet devri olmasıdır. İptidaî derslerdeizah az olur.
Elhâsıl: Madem Cenâb-ı Hakkın ekser isimleri âhireti iktiza edip isterler; elbette o isimlere delâlet eden bütün hüccetler, bir cihette âhiretin tahakkukuna dahi delâlet ederler.
Ve madem melâikeler âhiretin ve âlem-i bekànın dairelerini gördüklerini haber veriyorlar; elbette melâike ve ruhların ve ruhaniyâtın vücut ve ubudiyetlerineşehadet eden deliller, dolayısıyla âhiretin vücuduna dahi delâlet ederler.
Ve madem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın bütün hayatında vahdâniyetten


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunCenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref sahibi Allah
Hâlık: her şeyi yaratan Allahacip: hayret verici, şaşırtıcı
aynelyakin: gözlem ve müşahedeye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilmebedeviyet: göçebelik
cihet: taraf, yöndehşetli: korkunç, ürkütücü
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekekser: çoğunluk
elhasıl: özetle, kısacaenbiya: nebiler, peygamberler
evliya: Allah’ın sevgili kulları, velilerferman: buyruk, emir
hak: doğru, gerçekhakikat-i haşriye: haşir gerçeği
hakkalyakîn: bizzat yaşamak suretiyle, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilmehaşr: insanların öldükten sonra âhirette diriltilip muhakeme için Allah‘ın huzurunda toplanması
hüccet: kesin, güçlü deliliktiza etmek: gerektirmek
ilmelyakin: ilmî ve sağlam delillere dayanarak, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak derecede kesin bilmeiptidaî: basit, ilkel; ilköğretim seviyesi
izah: açıklamaizahat: açıklamalar
i’câz: mu’cize oluşkat’iyet: kesinlik
kelâmullah: Allah’ın kelamı, Kur’ânkâinat: evren, yaratılan herşey
lisan: dilmelâike: melekler
mu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hallermu’cizât: mu’cizeler
nevi: türnişane-i tasdik: doğrulayıcı nişan, alâmet
ruhaniyât: maddî yapısı olmayan ruh âlemine ait varlıklarsemâvî: Allah tarafından olan, İlâhî
tahakkuk: gerçekleşmetasdik: doğrulama, onaylama
tavr-ı akl: akıl ölçüsü, akıl çizgisitekemmül etmek: mükemmelleşmek, olgunlaşmak
terakki: ilerleme, yükselmetufûliyet: çocukluk, küçüklük
ubûdiyet: Allah’a kullukvahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşu ve ortağının olmayışı
vücud: varlık, var oluşâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemiâlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlem
âlem-i şehadet: gözle gördüğümüz âlemâyât: âyetler, deliler
şehadet: şahitlik, tanıklık
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 293

sonra en daimî dâvâsı ve müddeâsı ve esası âhirettir; elbette o zâtınnübüvvetine ve sıdkına delâlet eden bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, bir cihette, dolayısıyla âhiretin tahakkukuna ve geleceğine şehadet ederler.
Ve madem Kur’ân’ın dörtten birisi haşir ve âhirettir ve bin âyâtıyla onun ispatına çalışır ve onu haber verir; elbette Kur’ân’ın hakkaniyetine şehadet ve delâlet eden bütün hüccetleri ve delilleri ve burhanları, dolayısıyla âhiretin vücûduna vetahakkukuna ve açılmasına dahi delâlet ve şehadet ederler.
İşte bak, bu rükn-ü imanî ne kadar kuvvetli ve kat’î olduğunu gör.



endOfSection.gif
endOfSection.gif


burhan: mantıkî delil, kanıtcihet: taraf, yön
delâlet: işaret etme, delil olmahakkaniyet: doğruluk, gerçekçilik
haşr: insanların öldükten sonra âhirette diriltilip muhakeme için Allah‘ın huzurunda toplanmasıhüccet: güçlü delil
kat’î: kesinmu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü işler
müddeâ: iddia edilen şeynübüvvet: peygamberlik
rükn-ü imanî: imanın şartı, temel esasısıdk: doğruluk
tahakkuk: gerçekleşmevücud: varlık, var oluş
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayatâyât: âyetler, deliler
şehadet: şahitlik, tanıklık
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 294

Sekizinci Meselenin Bir Hülâsa

Yedincide haşri çok makamattan soracaktık. Fakat Hâlıkımızın isimleriyle verdiği cevap o derece kuvvetli yakîn ve kanaat verdi ki, daha başka sorgulara ihtiyaç bırakmadığından, orada kısa kestik. Şimdi bu meselede, âhiret imanının, hem âhiretin saadetine, hem dünyasaadetine dair temin ettiği faideler ve neticelerinden yüzden biri hülâsaedilecek. Saadet-i uhreviyeye ait kısmı, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânınizahatı daha hiç bir beyana ihtiyaç bırakmamış. Onu ona havale ederek ve saadet-i dünyeviyeye ait kısmı izah cihetini Risale-i Nur’a bırakıp, yalnız kısa bir hülâsa ile insanın hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyesine ait yüzer neticelerinden üç-dört tanesini beyan ederiz.

Birincisi

İnsan, sair hayvanata muhalif olarak, hanesiyle alâkadar olduğu misillü, dünya ilealâkadardır. Ve akaribiyle münasebettar olduğu gibi, nev-i beşer ile de ciddî vefıtrî münasebettardır. Ve dünyada muvakkat bekàsını arzuladığı gibi, bir dâr‑ıebedîde bekàsını, aşk derecesinde arzuluyor. Ve midesinin gıda ihtiyacını temin etmeye çalıştığı gibi, dünya kadar geniş, belki ebede kadar uzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalb ve ruh ve insaniyet mideleri için tedarik etmeye fıtratenmecburdur, çabalıyor. Ve öyle arzuları ve matlapları var ki, ebedî saadetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor. Hattâ, Onuncu Sözde işaret edildiği gibi, bir zaman, küçüklüğümde, hayalimden sordum: “Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa,bâki fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?” dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden “Ah!” çekti. “Cehennem de olsa bekà isterim” dedi.

İşte, madem mahiyet-i insaniyenin bir hizmetkârı olan kuvve-i hayaliyeyi bu dünya lezzetleri tatmin etmiyor; elbette gayet câmi’ mahiyet-i insaniye,ebediyetle


Hâlık: her şeyi yaratan AllahKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla ve anlatımıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan, mu’cize olan Kur’ân
adem: hiçlik, yoklukakarib: akrabalar, yakınlar
alâkadar: alâkalı, ilgilibekà: kalıcılık, süreklilik
beyan: açıklamabâki: kalıcı, devamlı
cihet: taraf, yöncâmi’: kapsamlı, içine alan
dar-ı ebedî: sonsuzluk yurduebed: sonsuzluk
ebediyet: sonsuzlukebedî: sonu olmayan, sonsuz
fıtraten: yaratılış gereğifıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
gayet: son derecehayat-ı içtimaiye: sosyal hayat
hayat-ı şahsiye: kişisel hayathayvanat: hayvanlar
hizmetkâr: hizmetçihülâsa: öz, özet, esas
insaniyet: insanlıkizah: açıklama
izahat: açıklamalarkuvve-i hayaliye: hayal gücü
mahiyet-i insaniye: insanın mahiyeti, iç yüzümakamat: makamlar
matlap: istekmeşakkatli: sıkıntılı
misillü: gibimuhalif olmak: zıt, aykırı olmak
muvakkat: geçicimünasebettar: ilgili, bağlantılı
nev-i beşer: insanlar, insanlıksaadet: mutluluk
saadet-i dünyeviye: dünya hayatındaki mutluluksaadet-i uhreviye: âhiret hayatındaki mutluluk
sair: diğer, başkatatmin etmek: ikna etmek
tedarik etmek: elde etmekvücud: varlık, var oluş
yakîn: şüphesiz ve kesin olarak bilmeâdi: basit, değersiz
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat

 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 295

fıtraten alâkadardır. İşte bu hadsiz arzu ve emellere bağlı olduğu halde, sermayesi bir cüz’î cüz-ü ihtiyarî ve fakr-ı mutlak bir insana, âhirete iman ne derece kuvvetli ve kâfi ve vâfi bir hazine, bir medar-ı saadet ve lezzet, bir medar-ı istimdat, birmerci ve dünyanın hadsiz gamlarına karşı bir medar-ı tesellî olduğu öyle bir meyve ve faidedir ki, onu kazanmak yolunda dünya hayatını feda etse yine ucuzdur.
İkinci meyvesi ve hayat-ı şahsiyeye bakan bir faidesi:

Üçüncü Meselede izah edilen ve Gençlik Rehberinde bir haşiye bulunan çokehemmiyetli bir neticedir.
Evet, her insanın, her zaman düşündüğü en ehemmiyetli endişesi, mezaristana giren kendi dostları ve akrabaları gibi o idamhaneye girmek keyfiyetidir. Birtek dostu için ruhunu feda eden o bîçare insanın, binler, belki milyonlar, milyarlar dostları ebedî bir müfarakat içinde idam olmalarını tevehhüm edip Cehennem azabından beter bir elem, o düşünmek ucundan göründüğü vakit, âhirete iman geldi, gözünü açtırdı ve perdeyi kaldırdı... “Bak” dedi. O, imanla baktı. Cennet lezzetinden haber veren bir lezzet-i ruhâniyeyi, o dostları ebedî ölümlerden ve çürümelerden kurtulup mesrurâne bir nuranî âlemde onu da bekliyorlar vaziyetindemüşahedesiyle aldı.
Risale-i Nur’da bu netice hüccetlerle izahına iktifaen kısa kesiyoruz.

Hayat-ı şahsiyeye ait üçüncü bir faidesi:

İnsanın sair zîhayatlar üstündeki tefevvuku ve rütbesi ise, yüksek seciyeleri vecemiyetli istidatları ve küllî ubudiyetleri ve geniş vücudî daireleri itibarıyladır. Halbuki o insan hem mâdum, hem ölü, hem karanlık olan geçmiş ve gelecek zamanların ortasında sıkışmış bir kısa zaman olan hazır vaktin mikyasıyla, ölçüsüyle hamiyeti, muhabbeti, kardeşliği, insaniyeti gibi seciyeler alır.
Meselâ, eskiden tanımadığı ve ayrılıktan sonra da hiç göremeyeceği babasını, kardeşini, karısını, milletini ve vatanını sever, hizmet eder. Ve tam sadakate ve


alâkadar: alakalı, ilgilibîçare: çaresiz
cemiyetli: kapsamlı, genişcüz-i ihtiyarî: insandaki irade, seçme gücü
cüz’î: ferdî, az, küçükebedî: sonu olmayan, sonsuz
ehemmiyetli: önemlielem: acı, keder
emel: arzu, istekfakr-ı mutlak: mutlak, sınırsız fakirlik
fıtraten: yaratılış gereğigam: sıkıntı, üzüntü
hadsiz: sayısız, sınırsızhamiyet: din gibi mukaddes değerleri ve aile ve vatanı koruma duygusu ve gayreti
hayat-ı şahsiye: kişisel hayathaşiye: dipnot, açıklayıcı not
hüccet: güçlü delilidamhane: idam yeri
iktifaen: yetinerekinsaniyet: insanlık
istidat: kàbiliyet, yetenekitibarıyla: özelliğiyle
izah: açıklamakeyfiyet: durum, nitelik
kâfi: yeterliküllî: büyük ve kapsamlı, tür
lezzet-i ruhâniye: ruhun aldığı lezzetmedar-ı istimdat: medet, yardım isteme kaynağı
medar-ı saadet: mutluluk sebebimedar-ı tesellî: teselli kaynağı, vesilesi
merci: kaynak, başvurulacak yermesrurâne: sevinçli bir şekilde
mezaristan: mezarlıkmikyas: ölçü
muhabbet: sevgimâdum: yok, ölü
müfarakat: ayrılıklarmüşahede: gözlem
nuranî: nurlu, aydınlıksadâkat: bağlılık, doğruluk
sair: diğer, başkaseciye: huy, karakter
sermaye: servet, varlıktefevvuk: üstünlük
tevehhüm etmek: kuruntuya kapılmak, zannetmekubûdiyet: Allah’a kulluk
vâfi: yeterlivücudî: varlıkla ilgili
zîhayat: canlı, hayat sahibiâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 296

ihlâsa pek nâdir muvaffak olabilir; o nisbette kemâlâtı ve seciyeleri küçülür. Değil hayvanların en ulvîsi, belki baş aşağı, akıl cihetiyle en biçaresi ve aşağısı olmak vaziyetine düşeceği sırada, âhirete iman imdada yetişir. Mezar gibi dar zamanını, geçmiş ve gelecek zamanları içine alan pek geniş bir zamana çevirir ve dünya kadar, belki ezelden ebede kadar bir daire-i vücut gösterir.
Babasını dâr-ı saadette ve âlem-i ervahta dahi pederlik münasebetiyle ve kardeşini tâ ebede kadar uhuvvetini düşünmesiyle ve karısını Cennette dahi en güzel bir refika-i hayatı olduğunu bilmesi haysiyetiyle sever, hürmet eder, merhamet eder, yardım eder. Ve o büyük ve geniş daire-i hayatta ve vücuttakimünasebetler için olan ehemmiyetli hizmetleri, dünyanın kıymetsiz işlerine vecüz’î garazlarına ve menfaatlerine âlet etmez. Ciddi sadakate ve samimi ihlâsa muvaffak olarak, kemâlâtı ve hasletleri, o nisbette, derecesine göre yükselmeye başlar, insaniyeti teâli eder. Hayat lezzetinde serçe kuşuna yetişmeyen o insan, bütün hayvanat üstünde, kâinatın en müntehap ve bahtiyar bir misafiri ve Sahib‑iKâinatın en mahbup ve makbul bir abdi olmasıdır. Bu netice dahi Risale-i Nur’dahüccetlerle izahına iktifaen kısa kesildi.

Dördüncü bir faidesi ki, insanın hayat-ı içtimaiyesine bakıyor:

Risale-i Nur’dan Dokuzuncu Şuâda beyan edilen o neticenin bir hülâsası şudur:
Nev-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, âhiret imanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidatlarını taşıyabilirler. Yoksa, elîm endişeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla, haylâz bir hayatla yaşayacak. Çünkü, her vakit etrafında onun gibi çocukların ölmesiyle onun nazik dimağında ve ileride uzun arzuları taşıyan zayıf kalbinde ve mukavemetsizruhunda öyle bir tesir yapar ki, hayatı ve aklı o biçareye âlet-i azap ve işkence edeceği zamanda, âhiret imanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında onlardan saklandığı o endişeler yerinde, bir sevinç ve genişlik hissederek der:


Sahib-i Kâinat: evrenin ve herşeyin sahibi olan Allahabd: kul
bahtiyar: talihli, mutlubeyan etmek: açıklamak
biçare: çaresizcihet: taraf, yön
cüz’î: ferdî, az, küçükdaire-i hayat: hayat dairesi
daire-i vücut: varlık dairesidimağ: akıl, bilinç, beyin
dâr-ı saadet ve ebediyet: sonsuzluk ve mutluluk yeriebed: sonu olmayan, sonsuzluk
ehemmiyetli: önemlielîm: acıklı, üzücü
ezel: başlangıcı olmayan, sonsuzlukgaraz: kötü kasıt
haslet: huy, özellik, karakterhayat-ı içtimaiye: sosyal hayat
haysiyetiyle: özelliğiylehayvanat: hayvanlar
hüccet: güçlü delilhülâsa: öz, özet
ihlâs: içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetmeiktifaen: yetinerek
imdat: yardımistidat: kàbiliyet, yetenek
izah: açıklamakemâlât: faziletler, iyilikler, mükemmel özellikler
kâinat: evren, yaratılan herşeymahbup: sevgili
makbul: kabul gören, geçerlimenfaat: fayda, yarar
mukavemetsiz: karşı konulmaz, direnilmezmuvaffak olmak: başarılı olmak
münasebet: bağlantı, ilişkimüntehap: seçilmiş
nev-i insan: insanlar, insanlıknisbet: oran, ölçü
refika-i hayat: hayat arkadaşı, eşsadâkat: bağlılık, doğruluk
seciye: huy, karaktertesir: etki
teâli etmek: yücelmek, yükselmekteşkil etmek: meydana getirmek
uhuvvet: kardeşlikulvî: yüce, yüksek
vücut: varlıkâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
âlem-i ervah: ruhlar âlemiâlet-i azap: azap âleti, sıkıntı veren unsur
 

Muvahhid1

Well-known member
On Birinci Şuâ-sayfa 297

“Bu kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennetin bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyf eder, gezer. Ve validem öldü, fakat rahmet-i İlâhiyeye gitti, yine beni Cennette kucağına alıp sevecek ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim” diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir.
Hem insanın bir rub’unu teşkil eden ihtiyarlar, yakında hayatlarının sönmesine ve toprağa girmelerine ve güzel ve sevimli dünyalarının kapanmasına karşı tesellîyi, ancak ve ancak âhiret imanında bulabilirler. Yoksa o merhametli muhterembabalar ve fedakâr şefkatli analar, öyle bir vâveylâ-yı ruhî ve bir dağdağa‑ikalbî çekeceklerdi ki, dünya onlara meyusâne bir zindan ve hayat işkenceli bir azap olurdu. Fakat âhiret imanı onlara der:

“Merak etmeyiniz. Sizin ebedî bir gençliğiniz var, gelecek ve parlak bir hayat venihayetsiz bir ömür sizi bekliyor. Ve zâyi ettiğiniz evlât ve akrabalarınızla sevinçlerle görüşeceksiniz. Ve ettiğiniz bütün iyilikleriniz muhafaza edilmiş;mükâfatlarını göreceksiniz” diye, iman-ı âhiret onlara öyle bir tesellî ve inşirahverir ki; her birinin yüz ihtiyarlık birden başlarına toplansa onları meyus etmez.
Nev-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyatamağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes’ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım” diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar. Bu mânânın dahi Risale-i Nur’da burhanlarıyla izahına iktifaen kısa kesiyoruz.

Hem nev-i beşerin ehemmiyetli bir kısmı, hastalar ve mazlumlar ve bizim gibimusibetzedeler ve fakirler ve ağır ceza alan mahpuslar, eğer iman-ı âhiret onların


Padişah-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Padişah, Allahcüretkâr: cesur, atılgan
dağdağa-i kalbî: kalp sıkıntısı, huzursuzluğuebedî: sonsuz, sonu olmayan
ehemmiyetli: önemliehl-i namus: namusuna düşkün olanlar
fenalık: kötülükgaleyan: coşup taşma, azgınlık
hafiye: gizli çalışanhane: ev
hayat-ı içtimaiye: sosyal hayathaysiyet: şeref, onur, itibar
hevesat: heves ve arzularhissiyat: duygular, hisler
iktifaen: yetinerekiman-ı âhiret: âhirete iman
imdad: yardıminşirah: ferahlama, rahatlık, huzur
izah: açıklamamahpus: hapsedilmiş, mahkum
mahvetmek: yok etmekmağlûp: yenilen
melâike: meleklermes’ut: mutlu
meyus: ümitsizmeyusâne: ümitsizce
muhafaza etmek: korumakmuhterem: hürmete lâyık, saygıdeğer
musibetzede: felâkete uğrayanmükâfat: ödül
nev-i beşer: insanlar, insan türünev-i insan: insanlar, insanlık
nihayetsiz: sınırsız, sonsuzrahmet-i İlâhiye: Allah’ın rahmeti
rub’: dörtte birsaadet: mutluluk, huzur
tahattur etmek: hatıra getirmektecavüz etmek: saldırmak, sataşmak
teşkil etmek: yapmak, meydana getirmekvaveylâ-i ruhî: ruhun feryadı
vazifedar: görevlizayi: ziyan, kayıp
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayatırz: şan ve şeref, nâmus
şefkat: acıma, merhamet
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst