Hicretin 9.Yılı

müdavim

Üye Sorumlusu
Hicretin 9. Senesindeki Mühim Bazı Hadiseleri - 1

ETRAFA VALİ VE ZEKAT MEMURLARININ GÖNDERİLMESİ

(Hicret 'in 9. senesi Muharrem ayı)

Bu tarihe kadar birçok kabîle İslâm'la şereflenmiş, birçok memleket de İslâm topraklarına katılmıştı. Bu memleketlerin idaresi ve halkına mükellefiyetlerinin bildirilmesi gerekiyordu.

Bu maksatla Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hicret'in 9. yılı Muharrem ayında İslâm memleketlerinden bazılarına valiler ve halktan zekât toplamak için de zekât tahsil memurları tâyin edip gönderdi.937

Resûl-i Ekrem'in, gönderdiği vali ve zekât tahsil memurlarına emir ve tavsiyeleri şu idi:

"Halkın kusurlarına karşı affedici davranınız ve en iyi mallarını almaktan sakınınız!"938

Yemen'in güzel kasabalarından biri olan San'a ve yine Ye-men'in Hadramut bölgesi ile Süleymler, Müzeyneler, Cühey-neler, Kilab Oğullan, Ka'b Oğullan, Resûl-i Ekrem Efendimizin vali ve zekât memurları gönderdiği memleket ve kabilelerden bazıları idi.939

Bu valiler, idarî işlerle meşgul olmaktan başka, halk arasında çıkan dâvalara da bakıyorlar, onları İslâmî hükümlere göre halletmeye çalışıyorlardı.

Zekât memurları ise, gittikleri kabilelere İslâm'ın zekât mükellefiyetini anlatarak, zenginlerinin bu malî ibâdeti yerine getirmeleri gerektiğini bildiriyorlardı.

Bazı kabileler bu mükellefiyetlerini seve seve yerine getirdiler. Bir kısım kabileler ise önce bu malî mükellefiyeti ağır bularak memurları hoş karşılamadılar; ancak sonradan bu hareketlerinden vazgeçerek zekâtlarını vermeye başladılar.

MEDİNE'YE AKIN AKIN HEYETLERİN GELMEYE BAŞLAMASI

Mekke'nin fethi, İslâm'ın en parlak ve şerefli bir zaferiydi. Çünkü, bu fetihle, senelerden beri Hz. Resûlullah ile Kureyş müşrikleri arasında süregelen amansız mücadele İslâm'ın galibiyetiyle netice bulmuştu.

Arabistan'daki kabileler de yıllardan beri devam edegelen bu çetin mücadeleyi yakından ve dikkatle takib etmişlerdi. Önce, bu mücadelede Resûl-i Kibriya'yı kavmi olan Kureyşlilerle baş başa bırakmayı tercih etmişler ve, "Onu kavmi olan Kureyşlilerle baş başa bırakınız. Eğer, o, kavmine galib gelirse, şüphesiz kendisi sözünde doğrudur ve peygamberdir."940 demişlerdi.

İşte, etraftaki kabilelerin yakından takib ettikleri bu şiddetli mücadele, Mekke'nin fethiyle İslâm'ın üstünlüğü, şirkin mağlûbiyet ve perişanlığı ile son bulmuştu.

Artık onlar için tek yol kalmıştı: İslâm'ın şefkatli sinesine bir an evvel koşmak!

Gayet iyi biliyorlardı ki, Mekkeli müşriklerin bunca düşmanlık ve kuvvetlerine rağmen söndüremedikleri bir dâvayı kendileri de söndüremezler ve onun yayılmasını engelleyemezler.

Bu sebeple, Mekke'nin fethini takib eden günlerde, Hicret'in 9. yılı başlarında civar kabilelerin Müslüman olmak için Medine'ye akın akın geldikleri görülüyordu. Bu sebeple bu yıla "Heyetler Yılı" adı da verilmiştir.941

Gelen bu heyetlerin hepsini Peygamber Efendimiz, gayet güzel karşılıyor ve onlara izzet-ü ikramda bulunuyordu. Bu heyetlerin içinde her sınıflan insan vardı. Hepsi de Resûl-i Ekrem'in yüksek ahlâk ve faziletine, ashabının nâzik ve insanî hareket ve davranışlarına hayran kalarak yurtlarına dönüyorlardı.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
BENÎ TEMİM HEYETİ MEDİNE'DE

Hz. Resûlullah, Hicret'in 9. senesi Muharrem ayı başlarında ashabtan Büsr b. Süfyan'ı, Huzaalılardan Benî Ka'b Kabîlesi-ne, zekâtlarını almak üzere göndermişti.

Ka'b Oğulları, gelen memura teslim etmek üzere hayvanlarından düşen zekâtı bir tarafa ayırmışlardı. Fakat, aynı yerde oturan Temim Kabîlesi, oldukça fazla olan bu hayvanların verilmesine karşı çıkmış, hattâ kılıçlarını sıyırarak Büsr Hazretlerini öldürebileceklerini bile izhardan çekinmemişlerdi. Bunun üzerine Büsr (r.a.), Medine'ye dönerek durumu Resûl-i Ekrem Efendimize anlatmıştı. Allah Resulü de 50 kadar bedevî süvariyle Uyeyne b. Hısn'ı, Temim Oğulları üzerine göndermişti. Uyeyne b. Hısn, Temim Oğulları üzerine anîden baskın yapmıştı. Birçok ganîmet malıyla birlikte 11 erkek, 20 kadın ve 30 kadar da çocuk esir edip Medine'ye geri dönmüştü.942

Uyeyne b. Hısn'ın Medine'ye dönmesinden az sonra idi.

Zekât vermemekte direnen Temim Oğullarından bir heyet, çıkıp Peygamber Efendimizin huzuruna geldi. İçlerinde meşhur hatib ve şâirleri de vardı. Gayeleri, esirlerini geri almaktı. Peygamber Efendimiz, onlara, "Ne istiyorsunuz?" diye sordu.

"Biz Temim Kabîlesindeniz." dediler. "Sizinle şiir ve övünme yarışı düzenleyelim diye şâir ve hatiblerimizi getirdik!"

Hafifçe tebessüm eden Efendimiz, "Ben şiir söylemekle va-zifelendirilmediğim gibi, övünmekle de emredilmedim; bunu yapamam. Fakat, haydi neyiniz varsa ortaya dökün de görelim!" buyurdu.

Bunun üzerine Benî Temim'in, Utarid adındaki hatibi ayağa kalkarak, kavim ve kabilesini övdükten sonra, "Bizimle fazilet yarışına çıkacak kimse, saydıklarımızın bir benzerini sayısın, döksün, bakalım!" diyerek meydan okudu.

Benî Temim hatibinin sözlerini bitirip yerine oturmasından sonra, Resûl-i Kibriya, Sabit b. Kays'a, "Kalk, şunun konuşmasına karşılık ver!" diye emretti.

Sabit (r.a.), ayağa kalktı. Önceden hiçbir hazırlığı olmadığı hâlde, Cenâb-ı Hakk'ın büyüklüğüne ve Resûlullah'ın medh ve senasına dair, Temimlileri bile hayrette bırakan gayet belâgatlı ve tesirli bir hitabede bulundu. Hz. Sabit şöyle diyordu: "Hamdolsun Allah'a ki, gökleri ve yeri yaratan ve onlardaki hükmünü yürüten O'dıır.

"Hiçbir şey yoktur ki, O'nun fazl ve kereminin eseri olmasın!

"Bizim her tarafta galib gelişimiz ve hâkim oluşumuz da O'nun kudretinin eseridir.

"O, insanların arasından en hayırlısını seçerek peygamber göndermiştir; ki o peygamber, baba tarafından insanların en şereflisi, söz cihetinden en doğru sözlüsü, ana tarafından ise en üstünüdür! Allah, ona kitabını indirmiş, onu kullarının emini ve mu'temedi, cihanın da güzidesi ve seçkini kılmıştır!

Sıra, şâirlerin maharetlerini ortaya dökmesine gelmişti.

Önce, Benî Temim şâirlerinden biri ayağa kalkarak kendilerini medheden bir kaside sundu.

Adam şiirini bitirir bitirmez, Resûl-i Ekrem, şâiri Hasan b. Sâbit'e, "Kalk yâ Hasan!.. Şu adamın şiirine karşılık ver!"944 diye emretti; sonra da, "Allah Teâlâ, Resulünü müdafaa ederken, Hasan'ı, muhakkak Cebrail'le destekler!" buyurdu.

Kâinatın Efendisini müdafaa etmenin şerefini yüklenen Hz. Hasan, aşk ve heyecan içinde ayağa kalktı. Aynı vezin ve kafiyede uzun bir şiirle Temimli şâire cevap verdi. Şiirinde İslâm'ın müstesna güzelliğini, yücelik ve faziletini veciz ve açık bir ifadeyle dile getirdi.

Müslüman hatib ve şâirin, Temim Oğulları şâir ve hatibinden çok daha güzel birer hutbe ve şiir sunmaları, hem Peygamber Efendimizi hem de orada bulunan sahabîleri sevindirdi. Buna karşılık, Temim heyeti, İslâm şâir ve hatibinin, kendilerinkin-den daha üstün olduğunun belli olması karşısında sustular. İleri gelenlerinden olan Akra b. Habis ise, şöyle demekten kendini alamadı:

"Allah'a yemin ederim ki, bu zâta (Hz. Peygamber'e) her zaman gaybdan yardım ediliyor. O, muhakkak muvaffak olacaktır. Her şeyde, herkese üstün gelmektedir. Onun hatibi hatibimizden, şâiri de şâirimizden daha üstündür. Sesleri de seslerimizden daha canlı ve gürdür!"945

Daha sonra Akra b. Habis, Hz. Resûlullah'ın yanma yaklaştı ve şehâdet getirerek Müslüman oldu. Onun Müslüman oluşunu diğerleri takib etti.

Bunun üzerine, Resûl-i Ekrem, heyettekilerin her birini birer hediyeyle taltif ettiği gibi, alınmış olan bütün esirlerini de kendilerine geri verdi.947
 

müdavim

Üye Sorumlusu
BENÎ ESED HEYETİ MEDİNE'DE

Hicret'in 9. senesi Muharrem ayı idi.

Medine'ye gelen heyetlerden biri de, 10 kişilik Benî Esed Kabîlesi heyeti idi. Müslüman olduklarını Resûl-i Ekrem E-fendimize arzettikten sonra, "Yâ Resûlallah!.. Herkes kıtlık ve kuraklık içinde sıkıntıdan kıvranırken, biz kendi rızamızla kalkıp geldik. Başka kabileler gibi seninle harb etmeden Müslüman olduk!" diye konuştular.948

Bu sözleriyle, Peygamber Efendimizin, Müslüman olduklarından dolayı kendilerine minnettar kalması gerektiğini ifade etmek istiyorlardı; bu minnettarlık sebebiyle de bol ihsana mazhar olmayı ümit ediyorlardı. Henüz Müslüman olduklarından ve İslâm'ın engin ruhuna vâkıf bulunmadıklarından dolayı bu tarz bir tavır takındıkları muhakkaktı.

Hâlbuki, îman etmekle ancak kendilerine fayda temin etmiş oluyorlardı. Bu sayede ebedî hayatlarını mahvolmaktan kurtarmış sayılıyorlardı, iman etmekle Resûl-i Ekrem'in şahsına elbette hiçbir fayda temin etmiş değillerdi. Bu sebeple bu tarz davranışları yersizdi ve İslâm ruhuna uygun değildi. Nazil olan âyet-i kerîme, bunu ortaya koydu:

"(Ey Resulüm!..) İslâm'a girdiklerini senin başına kakıyorlar! Onlara de ki: 'Müslüman oluşunuzu başıma kakmayınız. Doğrusu, sizi îmana hidâyet buyurduğundan Allah sizin başınıza kakar; eğer îmanınızda sâdık kimseler iseniz!"

Mü'minin vazifesi, kâinatta en büyük ve en yüksek hakikat olan îmanı elde etmiş olmasından dolayı, Cenâb-ı Hakk'a şükür ve hamddır. Bunun dışında îmanına mukabil hiçbir maddî manevî menfaat beklememeli, hattâ kalben arzu etmemelidir. Zîra, îman nîmetine kavuşmanın ve Müslümanlık şerefiyle şereflenmenin karşılığı olarak verilecek mükâfat uhrevîdir. Ancak, o âlemde Cenâb-ı Hakk, fazl ve keremi ile bu eşsiz mükâfatı ihsan eder.

îman ve Kur'ân'a âit hizmetlerin sevab ve mükâfatları da uhrevîdir, âhirette verilir. Binâenaleyh, hem îman edip Müslüman olan, hem de Kur'ân'a ve İslâmiyete hizmet eden Müslüman, bu hizmetlerinden dolayı dünyevî bir mükâfat ve menfaat beklememelidir. Bekleyip kalben arzu ettiği takdirde dindeki itilâsını kaybetmiş sayılır. İhlasın zâyî olması ise, ibâdetlerin makbuliyet sırrını ortadan kaldırır; Allah korusun, insanı manen müflis duruma sokabilir. Bunun yanında, îman ve Kur'ân'a hizmet eden bir insan, istemediği ve kalben arzu etmediği hâlde maddî bir mükâfata bu hizmetinden dolayı nail olsa, bunu Cenâb-ı Hakk'in kendisine bir ihsanı bilip verenlerin minneti altına girmemelidir; ayrıca, "Bu maddî menfaat ve ücret dinî hizmetimden dolayı veriliyor." hissine de kapılmamalıdır.

TAYY KABÎLESİ PUTHÂNESİNİN YIKTIRILMASI

Tayy Kabîlesi, fevkalâde cömertliği dillere destan olan meşhur Hâtem-i Taî'nin kabîlesi idi. Yemen'de otururlardı.

Hicret'in 8. senesinde Hâtem-i Taî vefat etmiş, kabîle reisliğini oğlu Adiyy üzerine almıştı.

Mekke'nin fethinden sonra Arabistan'ın her tarafı putlardan temizlenip puthâneler yıktınlırken, bu kabilenin puthâneleri henüz duruyor ve Füls (Fels) adındaki putları da yıktırılmamış bulunuyordu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hicret'in 9. yılı Rebiülâhir ayında Hz. Ali'yi Ensâr'ın ileri gelenlerinden 150 kişilik bir kuvvetle Füls'ü yıkmaya gönderdi.950

Hz. Ali, emrindeki mücâhidlerle Tayy Kabîlesi yurduna vardı. Tayy Oğulları, mücâhidlere karşı koydular. Çarpışma meydana geldi. Düşman birçok kayıp verdi. Müslümanlar çarpışmadan galib çıktılar ve birçok esirle bol miktarda ganimet mallan elde ettiler. Bu arada, Tayy Oğulları puthânesi de bir daha onarılmayacak bir şekilde mücâhidler tarafından yıkıldı; putları Füls ise parçalanarak yakıldı.951

Kabîle reisi Adiyy b. Hâtem, henüz Hz. Ali gelmeden durumu haber almış ve Suriye tarafına kaçmıştı; bu sebeple ele geçirilememişti. Ancak, esirler arasında Hâtem-i Taî'nin Sef-fane adındaki kızı vardı.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Seffane 'nin İsteği

Hz. Ali, memur olduğu vazifeyi yerine getirdikten sonra esir ve ganîmet mallan ile Medine'ye döndü.

Esirler arasında bulunan Seffane, Mescid-i Nebevî'nin kapısında bir odaya konuldu. Oldukça zekî, ağır başlı bir kadındı. Günün birinde Resûl-i Ekrem bu odanın yanından geçerken, Seffane ayağa kalkarak, "Yâ Resûlallah!.. Babam dünyadan göçmüş, kardeşim ise kaçmış bulunuyor! Kurtulmak için verecek hiçbir şeyim yok. Hürriyete kavuşmam için yüksek affına, merhamet ve şefkatine sığınıyorum!"953 dedi.

Resûl-i Ekrem, kim olduğunu sorunca, Seffane kendisini şöyle tanıttı:

"Yâ Resûlallah!.. Ben, aileleri koruyan, esirlerin esaret bağlarını çözen, açları doyuran, çıplakları giydiren, misafirleri ağırlayan, yemekler yediren, selamlaşmayı yayan Hâtem-i Taî'nin kızıyım!"

Seffane'nin kendisini böyle tanıtmasından memnun olan Resûl-i Ekrem, "Ey kadın!.. Bu saydıkların, gerçekten mü'minle-rin sıfatlarıdır! Keski baban Müslüman olsaydı da, onu rahmetle ansaydık!"954 buyurdu.

Bu sözleriyle, Peygamber Efendimiz, mühim bir gerçeği ortaya koyuyordu. "Her kâfirin her vasfının kâfir olması gerekmediği" gerçeğini... Evet, Hâtem-i Taî, Müslüman değildi ve Müslüman olmadan da ölmüştü. Ama yukarıda zikredilen sıfatlan Müslüman sıfatıydı. Resûl-i Ekrem de bu sözleriyle Hâtem'in bu Müslümanca sıfatlarım takdirle karşılıyordu. Bunu takdir etmekle kalmayıp Seffane'yi de serbest bırakarak hürriyetine kavuşturdu. Lâyık olandan şefkat ve merhametini, af ve safhını asla esirgemeyen Resûl-i Kibriya, bununla da kalmadı; Seffane'ye bol bol ikramda bulundu: Ona, elbise ve yol harçlığı vererek, güvenilir bir kafileyle de Şam'a, kardeşinin yanına gönderdi.955

Doğruca Şam'a varan Seffane, derhâl kardeşini buldu. Peygamberimizden gördüğü insanî muameleyi anlattı. Kız kardeşine yapılan bu şefkatli muamele, Adiyy'in mânâ âleminde dalgalanma meydana getirdi ve, "Bu zât hakkındaki fikrin nedir?" diye sordu. Fahr-i Âlem'in mübarek sımalarını bir kerecik gören ve onun bir tek insanî muamelesine mazhar olan Seffane* tereddüt etmeden, "Bana sorarsan," dedi, "hemen gidip ona tâbi olmanı tavsiye ederim!"

Adiyy, bir müddet düşünceye dalınca, kız kardeşi buna hiç gerek olmadığını, şu sözleriyle belirtti:

"Neden düşünüp duruyorsun? Eğer peygamberse, ona bir an evvel tâbi olur, büyük hayır ve fazilete erersin; yok, eğer hükümdar ise, hiçbir şey kaybetmezsin, Yemen'deki saltanatın yine elinde kalır. Üstelik, hor ve hakir de görülmezsin!"956

Adiyy, kız kardeşinin tavsiyesini uygun buldu; derhâl Medine'ye gelerek, Peygamber Efendimizin huzuruna çıktı.

Babası gibi meşhur olan bu zâtı, Hz. Resûlullah, evinde ağırlayıp misafir etmek istiyordu.

Mescidden çıkıp Hâne-i Saadetlerine doğru beraber yürüdüler. Bu sırada önlerine bir kadın çıktı. Kadın, ihtiyacı için uzun uzadıya konuştu. Hz. Resûlullah, sabırsızlık göstermeden ve rahatsızlık duymadan onu dinliyordu. İhtiyar kadına karşı E-fendimizin bu güzel muamelesini ve nezaketini müşahede eden Adiyy, yalnız kendisine işittirmek istiyormuşçasına mırıldandı: "Vallahi, o hükümdar değildir!" Kala kala ikinci ihtimal kalmıştı: "Öyle ise peygamberdir!" ihtimali..

Beraberce Hâne-i Saadet'e vardılar. Efendimiz, Adiyy'i deriden bir şiltenin üzerine oturtmak istedi. Ancak o, buna razı olmadı. Oraya oturmaya kendisinin lâyık olduğunu söyledi. Fakat, Peygamberimiz oturmadı ve yine onun oturması için ısrar etti. Bu ısrar üzerine Adiyy, deriden şiltenin üzerine geçip oturdu. Hz. Resûlullah ise, bu değerli misafiri karşısında çıplak yerde oturdu. Efendimizin tevâzuunu ve misafire karşı gösterdiği alâka ve nezaketini ortaya koyan bu davranışı, Adiyy'in gönlünü biraz daha yumuşattı ve îmana bir nebze daha yaklaştırdı.

Bundan sonra Hz. Resûlullah, onu Müslüman olmaya davet etti. Bu davetini üç defa tekrarladı. Ne var ki Adiyy, bu davete o anda müsbet cevap vermekten kaçındı. "Ben," dedi, "Hıristi-yanım!"

Bunun üzerine Kâinatın Efendisi şöyle konuştu:

"Ey Adiyy!.. Belki de, 'Onun dinine insanların zaîf, fakir ve güçsüz kimseleri giriyor.' diye söylenmiş olmasından dolayı İslâm'a girmekten geri duruyorsun! Vallahi, öyle bir gün gelecek ki, o Müslümanlar, bol servete kavuşacaklar, hattâ mala tâlib olacak kimse bile bulamayacaklardır!

"Yine, 'Müslümanlar az, düşmanları çok.' diye düşünmüş olabilir ve bunun için de Müslüman olmaktan çekiniyor olabilirsin!

"Sen Hiyere'yi bilir misin? "İşte bu din, öylesine bir emniyet, bir âsâyiş temin edecek ki, bir kadın tek başına, Allah korkusundan başka hiçbir korku duymayarak, Hiyere'den kalkıp Kabe'yi tavaf etmeye gidecektir!"957

Bu konuşma, Adiyy'in gönül kapısını İslâm'a açtı ve orada Müslüman olmakla şereflendi.

Ashab-ı Kiram'in büyüklerinden olan Adiyy b. Hâtem, işte bu zattır.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Hz. Âişe 'nin Talimatı

Hz. Âişe ile Hz. Zeyneb arasında nedense bir rekabet vardı; hattâ, bu yüzden Peygamberimizin pâk zevceleri iki gruba ayrılmışlardı. Hz. Şevde, Safıyye ve Hafza (r. anhünne), Hz. Âişe'nin tarafını; Ümmü Seleme ile Ümmü Habibe, Meymûne ve Cüveyriye (r. anhünne) ise, Hz. Zeyneb bint-i Cahş'ın grubunu teşkil ediyorlardı.%2

Resûl-i Ekrem'in, Hz. Zeyneb'in odasında fazla kalmasından müteessir olan Hz. Aişe, gayrete geldi. Taraftan olan diğer hanımları toplayarak kendilerine şu talimatı verdi:

"Resûlullah hangimizin yanına gelirse, kendisine şöyle soracağız: 'Yâ Resûlallah!.. Megafir mi yediniz?' Resûlullah, 'Hayır.' diyecektir. Biz de o zaman, 'O hâlde bu koku ne?' diye soracağız. Tabiî ki o; 'Zeyneb bana bal şerbeti içirmişti.' cevabında bulunacaktır. O zamanda biz, 'Demek, o balın arısı urfut ağacından yayılmış, bal toplamış.' deriz."

Megafır, "mağfur"un çoğuludur. Mağfur, fena kokulu urfut ağacının yapışkan, tatlı, fakat fena kokulu bir zamkıdır.

Kâinatın Efendisi, bu kokudan fazlasıyla rahatsız olurdu. Hz. Âişe bunu bildiği için bu tarz bir talimatta bulunmuştu.

Peygamber Efendimiz, bir gün Hz. Hafsa'nın odasına girerken, "Yâ Resûlallah!.. Megafir mi yediniz?" sorusuyla karşılaştı.

Peygamber Efendimiz, "Hayır!" dedi.

Hz. Hafsa, "O hâlde bu koku ne?" diye sordu.

Peygamber Efendimiz, "Zeyneb bint-i Cahş'ın evinde bal şerbeti içmiştim." buyurdu.

O zaman Hz. Hafsa, "Demek ki, o balın arısı urfut ağacından yayılmış, bal toplamış." dedi.

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Onu bir daha içmem!" diyerek yemin etti. Sonra da, "İşte, yemin ettim! Sakın bunu (ne Âişe'ye ne de) başka bir kimseye duyurma." diye buyurdu.064

Böylece, Peygamber Efendimiz, sırf "hanımlarını memnun etmek ve aralarındaki iki hizb hâlinde hissolunan fıtrî kadınlık gayret ve kıskançlığının aile nizamı üzerine aksi tesir icrasından çekinmek maksadına mebni"965 olarak, kendisine helâl bir gıda olan baldan faydalanmamaya yemin etmiş oluyordu.

Kâmil Mîras, Tecrid-i Sarih Tercemesi, c. 11, s. 209. Burada Hz. Resûlullah'ın helâl olan şeyi haram kılmasından murad, nefsini o şeyle faydalanmaktan alıkoymaktır; yoksa, Allah'ın helâl kıldığı bir şeyi hakikatte haram kılmak ve haram itikad etmek değildir. Zîra, Allah'ın helâl kıldığı bir şeyi kimse haram kılamaz, haram kıldığı bir şeyi de kimse helâl edemez. Ancak, bir insan helâl olan bir şeyden faydalanmaktan kendisini alıkoyma müsaadesine sahiptir. Buna binâen Resûlullah, kendisine, helâl bir gıda olan balı veya şerbetini içmeyi yasaklamıştır. Dolayısıyla, "Allah'ın helâl kıldığını Resûlullah nasıl haram kılar?" diye bir soru akla gelmemelidir.

Bunu, verdiği birkaç sırla* birlikte gizli tutmasını Hz. Haf-sa'ya sıkı sıkıya tembih eyledi. Hattâ, ondan bu hususta söz aldı.

Peygamberimizin baldan istifade etmemeye yemin etmesi üzerine şu âyet-i kerîme nazil oldu:

"Ey Resulüm!.. Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi, kadınlarının rızasını arayarak sen ne diye kendine haram edersin? Bununla birlikte üzülme! Allah, Gafûr'dur, Rahîm'dir."967

Hz. Hafsa, Resûl-i Ekrem'in bu sırlarını gizlemedi; çok geçmeden, en çok anlaştıkları Hz. Âişe'ye duyurdu. Duruma bundan sonra diğer hanımları da muttali oldu.

Mahremiyetinin muhafazasını istediği vakıanın ifşa edildiğini Cenâb-ı Hakk, Resulüne vahiyle bildirdi: "Hani Peygamber, kadınlarından birine gizlice bir söz söylemişti. Vakta ki kadın o sırrı (gizlemeyip) haber verdi. Allah da onu Peygamber'e açıkladı. Artık Peygamber, zevcesine ifşa ettiklerinin bir kısmını bildirdiyse de bir kısmını yüzüne vurmaktan sarf-ı nazar etti. Resûlullah kadına ifşa, ettiğini söyleyince kadın, 'Onu sana kim haber verdi?' diye sordu. O da, 'Her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah haber verdi!' buyurdu."968

Bunun üzerine Hz. Resûlullah, Hz. Hafsa'ya serzenişte bulundu. Hz. Aişe ise ona arka çıktı. Hep beraber dünya hayatının ziynet ve refahı ile ilgili bazı istek ve tekliflerde bulundular.

Peygamberimiz hem duruma üzüldü, hem de hanımlarının birbirlerini kıskanmalarından fazlasıyla rahatsız oldu.

Bir kısım rivayetlere göre, Peygamberimiz, Hz. Hafsa'ya, kendisinden sonra Hz. Ebû Bekir'in, ondan sonra da Hz. Ömer'in halife olacağını haber vermişti

Bunun üzerine, dünya hayatının nazarındaki ehemmiyetsizli-ğini anlatmak, hanımlarına bir ders vermek, aynı zamanda aralarındaki kıskançlık ve çekememezliğe bir derece mâni olabilmek düşüncesiyle ve neticede onların zâtına besledikleri muhabbet ve sadâkatlerini ölçmek maksadıyla onlardan bir ay uzak durmak üzere yemin etti;969 bu yemininden sonra da, Meşrebe diye anılan çardakta tek başına yatıp kalkmaya başladı.970

İşte, bu hâdiseye İ'lâ Hâdisesi denir. "İ'lâ"nın lügat mânâsı "mutlak yemin"dir; fıkıh dilinde ise, erkeğin, cinsî muamelede bulunmamak üzere hanımına yaklaşmamaya yemin etmesi demektir.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Ashab-ı Kiram 'in Telâşı

Peygamber Efendimizin Meşrebe'de yalnız başına kaldığını duyan sahabîler, "Hanımlarını boşamıştır." zannıyla telâşlandılar. Hz. Ömer, bu telâşını şöyle anlatır:

"Medine'nin Avali semtinde oturuyordum. Ensâr'dan bir komşum vardı. İkimiz birer gün arayla Resûlullah'ı ziyaret ederdik. Ben inersem, o gün vahiy ve sâireye dair (ne duyarsam) haberini komşuma getirirdim. O indiği zaman da aynı şeyi yapardı.

"Sıra komşumda idi. Gecenin bir kısmı geçmişti. Gelerek kapıyı şiddetle çaldı. Telâşla açtım.

'"Ne var?' diye sordum. "'Büyük bir felâket!..' dedi.

"'Ne oldu?' dedim, 'Gassanîler, Medine'ye hücuma mı geçtiler?'

"'Hayır!..' dedi, 'Daha fena bir şey vuku buldu. Resûlullah, zevcelerini boşamış!'

"Bunun üzerine, sabah namazını kıldıktan sonra giyinip kuşandım ve Medine'ye indim. Hafsa'nın yanına vardım. Ağlıyordu.

"Ne diye ağlıyorsun?' dedim, 'Ben, seni bundan (Resûlul-lah'a karşılık vermekten, kendisinden bir şey istemekten) sakındırmamış mıydım?'

"Sonra sordum: 'Allah Resulü, sizleri boşadı mı?' "'Bilmiyorum.' dedi. '"Resûlullah şimdi nerede?' diye sordum, '"şuradaki Meşrebe'de... İnzivaya çekilmiş.' dedi. "Kalktım, Resûlullah'ın bulunduğu yere yaklaştım. Kapıda hizmetçisi Rebah vardı.

"'Ey Rebah!..' dedim, 'Resûlullah'ın yanına girmem için i-zin iste!'

"Rebah içeri girip çıktı; 'Arzunuzu arzettim. Sustu, bir şey söylemedi.' dedi.

"Dönüp mescide gittim. Ashab-ı Kiram'dan bazıları minberin etrafında üzgün üzgün oturuyorlardı, bazısı ise ağlıyordu. Ben de biraz oturdum. Fakat, canımın sıkıntısı bir türlü geçmiyordu. Resûlullah'ın odasına tekrar yaklaştım.

"Rebah'a, 'Ömer'in içeri girmesi için izin iste!' dedim.

"Köle içeri girip çıktı; 'Seni kendisine söyledim. Sustu, bir şey söylemedi.' dedi.

"Tekrar mescide döndüm. Minberin yanında bir müddet o-turdum. Endişe ve üzümtümden bir türlü kurtulamiyordum.

"Yine, Resûlullah'ın bulunduğu odaya yaklaştım.

"Sesimi yükselterek, 'Ey Rebah!..' dedim, 'Ben, Resûlullah'ı görmek istiyorum! Müsaade iste! Şayet Resûlullah benim Hafsa lehinde tavassutta bulunacağımı zannediyorsa, yemin olsun ki, eğer Resûlullah emrederse onun boynunu uçururum!'

"Rebah içeri girdi. Çıkınca, 'Kendilerine söyledim. Sustu, bir şey söylemedi.' dedi.

"Bunun üzerine dönüp giderken, kölenin ikinci sesini işittim: 'Gir, artık sana izin verdi!'

"İçeri girdim. Allah Resulüne selâm verdim. Hasırdan örülü bir yatak üzerinde idi. Hasır, derisinin üzerinde izler bırakmış, çizgiler belli oluyor idi. Etrafıma bakındım. Bir yanda bir avuç arpa, diğer yanda asılı bir post gördüm. Gözlerim yaşardı.

"Resûlullah, 'Niçin ağlıyorsun?' diye sordu.

"'Yâ Resûlallah!.. Nasıl ağlamayayım ki?.. Kisrâlar, Kayserler dünyanın zevk ü sefasını sürerken, siz Allah'ın en sevgili kulu olduğunuz hâlde bu basit şartlar içinde yaşıyorsunuz!'

"Resûlullah, 'Ey Hattab'ın oğlu Ömer!..' dedi, 'Dünya nimetinin onların, âhiret saadetinin de bizim olmasına razı değil misin?'

"Sonra, 'Yâ Resûlallah!.. Kadınlarını boşadın mı?' diye sordum.

"Mübarek başlarını bana doğru kaldırarak, 'Hayır!..' buyurdular.

"Bu cevap karşısında birdenbire, 'Allahü ekber!' dedim, 'Bütün ashab keder içindeler. Gidip kendilerine hakikati söyleyeyim mi?'

"Resûlullah, 'Olur.' dedi ve yüzünden üzüntüsü dağılıncaya kadar konuştu. Nihayet şenlendi ve gülmeye başladı.

"Bunun üzerine çıkıp mescidin kapısına dikildim ve yüksek sesle bağırdım: 'Resûlullah, kadınlarını boşamamıştır!"
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Resûlullah 'in Meşrebe 'den Ayrılışı

Bir ay dolunca, Resûluliah inzivadan çıkarak hanımlarıyla görüşmeye başladı. Bu sırada şu âyet-i kerîme nazil oldu:

"Ey Nebîyy-i Zîşan!.. Zevcelerine de ki:

'"Eğer, siz dünya hayatını ve ziynetini murad ederseniz, gelin ben sizin razı olacağınız şekil üzere boşanma bedellerini vereyim de hepinizi güzellikle salıvereyim!

"'Ve eğer, siz Allah'ı, Resulünü ve âhiret yurdunu murad ederseniz, Allah'ı ve Resulünü razı etmiş olursunuz. Zîra, sizden Allah'ın rızasını dünya metaı üzerine tercih ederek ihsan edenlere, Allah büyük ecir hazırlamıştır.'"
972

Buna göre, Resûl-i Ekrem Efendimiz, hanımlarını, dünya ve dünya ziyneti ile Allah ve Resulünü tercihte serbest bırakmaya memur edilmiş oluyordu.

Âyet nazil olduğu sırada, Efendimiz, hanımlarından Hz. Âişe'nin yanında idi. İlk önce meseleyi ona açtı; hattâ, bu konuda babasına anasına danışabileceğini de beyan etti.

Hz. Âişe derhâl cevabını verdi: "Ben, bu hususta mı anneme babama danışacağım? Ben, elbette ki, Allah'ı, Resulünü ve âhiret yurdunu tercih ediyorum!"973

Peygamber Efendimiz, bu cevaba gülümsedi.

Diğer Ezvac-ı Tâhirat da aynı şekilde Allah ve Resulünün rızasını ve âhiret yurdunu, dünya ve ziynetine tercih ettiler; böylece, Fahr-i Kâinat Efendimize muhabbet ve sadâkatlerini ispatlamış oldular.

BENÎ BELİY HEYETİNİN MÜSLÜMAN OLUŞU

(Hicret 'in 9. senesi Rebiülevvel ayı)

Bu tarihte, Benî Beliy Kabilesinden bir heyet Medine'ye geldi. Peygamber Efendimizle görüşüp huzurda Müslüman oldular.974

Heyetin büyüğü Ebûddabib, bu arada Peygamber Efendimize bazı sorular sordu. "Yâ Resûlallah!.." dedi, "Ben, misafirleri ağırlamayı seven biriyim. Bundan dolayı bana âhirette bir sevab var mıdır?"

Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Evet!.. Zengine olsun fakire olsun, yapacağın her iyilik sadakadır."975 buyurdu.

Bu cevaptan memnun olan Ebûddabib, bu sefer, "Yâ Resûlallah!.. Misafirliğin müddeti ne kadardır?" diye sordu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Üç gündür. Bundan sonra oturmak misafir için uygun olmaz."' buyurdu.970 Peygamber Efendimiz, bu hâdiseyle, misafirliğin hududunu çizmiştir. Mü'min, misafir mü'min kardeşini üç gün yedirip içirip, barındırmakla vazifelidir. Üç günü geçtikten sonra bu mükellefiyet üzerinden düşer. Bundan sonra onu ağırlayıp ağırlamamakta serbesttir.

Beliy heyeti, üç gün kaldıktan sonra Resûli-i Ekrem Efendimizin verdiği hediyelerle yurtlarına döndüler.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Hicretin 9. Senesindeki Mühim Bazı Hadiseleri - 2

HZ. ÜMMÜ GÜLSÜM'ÜN VEFATI

(Hicret 'in 9. senesi)

Resûl-i Ekrem Efendimizin kerîmesi ve Hz. Osman'ın zevcesi Hz. Ümmü Gülsüm, Hicret'in 9. senesinde vefat etti.1074 Yıkanıp kefenlendikten sonra, namazını bizzat Peygamber Efendimiz kıldırdı.1075 Defnedildikten sonra kabrinin başında bir müddet oturdu. Bu sırada gözlerinden yaşlar aktığı görüldü.

Hz. Ümmü Gülsüm, Peygamber Efendimizin en küçük kızı, Hz. Fâtıma'nın büyüğü idi. Annesi Hz. Hatice Müslüman olduğu sırada Müslüman olmuştu.

Hz. Osman'ın, Hz. Ümmü Gülsüm'den çocuğu olmamıştı.

SAKİF KABÎLESİ HEYETİNİN MEDİNE'YE GELİŞİ

(Hicret 'in 9. senesi Ramazan ayı)

Urve b. Mes'ud, Sakif Kabilesinin en çok sevilen reislerinden biri idi. Mekke'nin fethinden sonra Hicret'in 9. senesinde Medine'ye gelerek Müslüman olmuştu. Sonra da kabilesini İslâm'a davet etmek üzere Peygamberimizden izin istemişti. İzin verilince de Taife dönerek kabilesini İslâm'a davet etmişti. Ancak hakkı kabul etmemekte direnen Sakiffliler tarafından ok yağmuruna tutularak şehid edilmişti.1077

Urve'nin şehid edildiği haberini alan Peygamber Efendimiz, "Urve de Yasin Ehli* gibi kabilesini Müslüman olmaya davet etti ve sonunda şehid oldu."1078 diye buyurmuşlardı.

Sakifliler Baskı Altında

İşte, bu şehâdet hâdisesinden sonra Peygamber Efendimiz, Sakiflilerin takibini daha da artırmıştı. Bu vazifeyi, Müslüman olan Havazinlilerin Reisi Mâlik b. Avfa yaptırıyordu. Mâlik, Sakiflileri öylesine baskı altında tutuyordu ki, bir ara kalelerinden dışarı çıkamaz olmuşlardı.

Yasin Ehli, kavmini, Hz. İsa'nın Havarilerinin dâvetine icabete çağırmış, ancak kavmi tarafından şehid edilmiş olan, Antakya halkından Habib-i Neccar'dır.

Nitekim, bu takib kısa zamanda tesirini göstermişti. Sakifli-ler, dalâlet ve şirk üzere yaşadıkları müddetçe rahat yüzü görmeyeceklerini kesinlikle anlaşmışlardı.

Ancak Müslüman olurlarsa rahat edebileceklerinin idrakine varan Sakifliler, işte Hicret'in 9. yılı Ramazan ayında Medine'ye, Peygamberimize bir heyet gönderdiler.1079
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Çadır Kurulması

Peygamber Efendimiz, okunan Kur'ân'lan duyabilmeleri, Müslümanların cemaat hâlindeki huşu ve huzur içinde kıldıkları namazları görebilmeleri maksadıyla bu heyet için mescidin yan tarafında çadırlar kurdurdu.1080 Devamlı surette kendileriyle meşgul oldu, konuştu, İslâmiyeti anlattı.

Gizlice Kur 'ân Öğrenen Biri

Osman b. Ebî Âs, heyette bulunanların yaşça en küçüğü idi.

Diğer arkadaşları çadırlarına gittikleri sırada bu genç, Peygamberimizin yanına gidiyor, dinî sohbetlerini dinliyor, diğer arkadaşlarının haberi olmadan Kur'ân okumasını öğreniyordu. Hz. Resûlullah'ı bulamadığı zamanlarda ise Hz. Ebû Bekir'den ders alıyordu.

Heyettekiler Peygamberimizle konuşup Müslüman oldukları sırada Osman b. Ebî Âs, Kur'ân okumasını öğrendiği gibi, bir hayli de ezber yapmıştı. Heyettekiler kendileri için namaz kıldıracak bir imam istediklerinde de, Peygamberimiz, kendilerinden olan bu genci vazifelendirdi.

Sakif Heyetinin Yurtlarına Dönmeleri

Bir müddet kaldıktan sonra, Abd-i Yalil başkanlığındaki Sakif heyeti, Müslüman olarak Medine'den yurtlarına döndü. Olup bitenleri anlatınca, Sakifliler de Müslüman oldular.1082

Lat Putunun Yıktırılışı

Sakifliler, kendi putları Lafı elleriyle kırmak istemediklerinden, Peygamberimiz, bu putu yıkmak için Ebû Süfyan b. Harb ile Muğire b. Şu'be'yi gönderdi.1083

Daha düne kadar, Lat ve Uzza önünde eğilen Ebû Süfyan, şimdi kendi eliyle aynı putu kırıp dağıtmaya gidiyordu! Çünkü, gönlündeki şirk putu kırılmış, onun yerine saf, tertemiz tevhid bayrağı dikilmişti. Bunun için gitmekte tereddüt göstermedi.

Ebû Süfyan ile Muğire b. Şu'be, Taife varıp Lat putunu kırarak darmadağın ettiler.1084

Sakif Oğullarının putu Lâfın da tevhid nuruyla darmadağın edilmesinden sonra, Arabistan, putlardan ve puthânelerden tamamıyla temizlenmiş oluyordu. Artık bütün yollar, tevhid âlemine uzanıyor, bütün gönüller oraya bağlanmış oluyordu!

BENÎ HİLÂL HEYETİ

Resûl-i Ekrem'e bîat etmek üzere Medine'ye gelen heyetler arasında Benî Hilâl Kabilesi temsilcileri de bulunuyordu. Bunlar. Abd-i Avf b. Asram ve Kabisa b. Muharık adında iki kişi idi.

Abd-i Avf, arkadaşıyla gelip Peygamberimizin huzurunda Müslüman olunca, Efendimiz, "İsmin nedir?" diye sordu.

"Abd-i Avf tır." dedi.

Peygamber Efendimiz, "Sen, Abdullah'sın." buyurarak ismini değiştirdi.1086
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Halktan Yardım İstemek Caiz mi?

Hilâl Oğulları temsilcilerinden Kabisa b. Muharık, bir ara Peygamberimize, "Yâ Resûlallah!.. Ben, kavmimden birisine kefil olup borçlandım. Bu hususta bana yardım et!"1087 diyerek yardım talebinde bulundu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Kabisa'nm isteğine, "Olur! Biraz bekle! Bir yerden zekât inallarından gelirse borcunu öderim!" diye cevap verdi; sonra da, "Ey Kabisa!.. Bilesin ki, halktan bir şey istemek, şu üç durumdan birinde bulunan kimseden başkasına doğru değildir: 1) İki kişinin (veya iki kavim ve kabilenin) arasını bulmak için borçlanan, 2) Malı bir âfet sebebiyle mah-volan, 3) Kavim ve kabilesinden aklı başında üç adamın şehâdetiyle fakir olduğu tebeyyün eden! Ey Kabîsa, dilenmenin bundan ötesi haramdır." diye buyurdu.1088

Böylece, Kabisa'nın bu isteği, içtimaî hayatta mühim bir e-sas ve ölçünün ortaya konmasına vesile oldu.

İslâm nazarında dilencilik, ihtiyacı olmadan bir kimseden bir şey istemek, en kötü ahlâktan biri sayılmıştır. Bu hususta Re-sûl-i Ekrem Efendimizin birçok hadîsi mevcuttur.

ABDULLAH B. UBEY'IN ÖLÜMÜ

Abdullah b. Übey b. Selül, münafıkların reisi idi. Hz. Resû-lullah'ın azîz şahsiyetini nazarlardan düşürmek, İslâmiyetin inkişafına mâni olmak ve Müslümanları birbirine düşürmek için elinden gelen gayreti ömrü boyunca göstermekten geri durmamıştı. Bu menhus maksadını tahakkuk ettirmek için de birçok iftirada bulunmuştu. Müslümanların tesanüde en çok muhtaç olduğu bir zamanda bu adam tesanütlerini bozucu hareketlerde bulunurdu. Fakat, Cenâb-ı Hakk'ın inayeti ve Resû-lullah'ın tedbir ve himmeti ile bu teşebbüsleri hep akim kalırdı.

Başında bulunduğu nifak şebekesinin yaptıklarından dolayı haklarında âyet-i kerîmeler, hattâ "Münâfıkûn" adında müstakil bir sûre nazil olmuştu.

Bu sebeple, Hz. Resûlullah, bunlara karşı hep ihtiyatlı davranır, hâl ve hareketlerini kontrol altında bulundurur ve İslâm camiasının ittifak ve tesanüdünü bozucu plânlan karşısında hep tedbirli olurdu.

İşte, İslâm camiasının birliğini bozmak için eline geçen her fırsatı kullanmaktan geri kalmayan bu adam, Hicret'in 9. senesi Zilkade ayında öldü.1089

Peygamberimizin, Cenaze Namazını Kıldırması

Abdullah b. Übey, münafıkların reisiyken, oğlu Abdullah son derece samimî ve müttakî bir Müslümandı. Bu, "ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran" Cenâb-ı Hakk'ın kudret ve hikmetinin bir tecellîsiydi. Baba münafıkların reisi, oğul mücâhid bir Müslüman...

Babasının ölümü üzerine oğlu Abdullah, Hz. Resûllah'ın huzuruna çıkarak, "Yâ Resûlallah!.. Gömleğini bana versen de, babamı onunla kefenlesem..." dedi; sonra da, "Yâ Resûlallah!.. Onun namazını kılıp istiğfarda bulunsanız!.."1090 diye ricada bulundu.

Garibtir ki, hayatı boyunca İslâmiyet aleyhinde plânların tasavvuru ve tahakkukuyla meşgul olan bu adamın kefelenmesi için, Resûl-i Ekrem Efendimiz, sırtından gömleğini çıkarıp Hz. Abdullah'a verdi ve, "Cenaze hazırlanınca bana haber veriniz, namazını kılayım!"1091 diye buyurdu.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Hz. Ömer 'in ikazı

Cenaze hazırlanmıştı. Peygamber Efendimiz namazı kılmaya kalkarken, Hz. Ömer arkasından ridâsına yapıştı ve, "Yâ Resûlallah!.. Allah sizi münafıklar üzerine namaz kılmaktan nehyetmedi mi?"1092 dedi.

Peygamber Efendimiz, gülümseyerek, "Ben, istiğfar etmek veya etmemekte serbest bırakılmışım. Ben de tercihimi yaptım! Allah Teâlâ, 'Habibim!.. Bu münafıklara, sen ister istiğfar et, istersen istiğfar etme (etmen de, etmemen de müsâvîdir). (Eğer) onlar için 70 defa istiğfar etsen, Allah onları asla affetmeyecektir.' (Tevbe, 80) buyurmuştur."1093 dedi.

Daha sonra Resûlullah (s.a.v.), Abdullah b. Übey'in cenaze namazını kıldı ve kabri başına kadar da gitti.1094

Nazil Olan Âyet

Aradan çok zaman geçmeden, Peygamberimize, münafık ö-lüleri hakkında Cenâb-ı Hakk tarafından şu kesin emir verildi:

"Münafıklardan ölen hiçbir kimse üzerine, hiçbir zaman namaz kılma; kabri başında (gömülürken veya ziyaret için) durma! Çünkü onlar, Allah'ı ve Resulünü tanımadılar ve fâsık olarak can verdiler."1095

Bundan sonra Peygamber Efendimiz, hiçbir münâfıkın cenaze namazını kılmadı, kabrinin başında da durmadı.1096

Hikmet

Peygamber Efendimizin, böylesine ömrünün her safhasında İslâm cemaatini bölmek gayretiyle yaşayan bir adamın cenazesine karşı bu alâkasının şüphesiz birçok hikmeti vardı.

En mühim hikmeti, onun etrafında toplanmış olanların samimî îman etmelerini temin etmekti. Nitekim, Resûl-i Ekrem Efendimize, gömleğini niçin verdiği ve cenaze namazını niçin kıldığı sorulduğunda, şu cevabı vermişti:

"Gömleğim ve onun üzerine kıldığım namazım, kendisini Rabbimden gelecek azabtan kurtaramayacaktır; fakat ben, bu sayede onun kavminden bin kişinin samimî Müslüman olmasını umuyorum!"

Gerçekten de, Resûl-i Ekrem'in, Abdullah b. Übey'e bu derece lûtufkâr davranmasını gören bin kişi, samimiyetle Müslüman olmuştur.1098

Bunu gören Hz. Ömer de, davranışından pişmanlık duymuş ve, "Allah ve Resulü elbette daha iyi bilir!" demiştir.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Hicretin 9. Senesindeki Mühim Bazı Hadiseleri - 3

HACCIN FARZ KILINMASI

İslâm'ın beş şartından biri olan hacc, Hicret'in 9. senesinde farz kılındı."00

"Doğrusu, insanlar için konulan ilk mâbed, şüphesiz ki Mekke'de bulunan çok mübarek ve bütün âlemlere hidâyet olan Beyt'tir.

"Orada açık alâmetlerle İbrahim'in (a.s.) makamı vardır. Kim oraya girerse taarruzdan emin olur.

"Azık ve binek bakımından yoluna gücü yeten her kimsenin o Beyt'i haccetmesi, insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır, farzdır. Kim bu farzı tanımazsa, herhalde Allah'ın ihtiyacı yok. O, bütün âlemlerden müstağnidir.""01 mealindeki âyet-i kerîmeler, Hicret'in 9. yılında nazil olunca, Hz. Resûlullah bir hutbe îrad ederek Müslümanlara bu mükellefiyetlerini şöyle bildirdi:

"Ey insanlar!.. Hacc. üzerinize fark kılındı; o hâlde haccediniz!"1102

Resûl-i Ekrem'in bu tebliği üzerine sahabîler, "Yâ Resûlal-lah, her yıl mı?" diye sordular.

Peygamber Efendimiz, cevap vermeyerek sustu.

Aynı sualin sahabîler tarafından üçüncü kere tekrarlanmasından sonra Peygamberimiz, "Hayır!.. Her yıl değil. Şayet (bu sualinize cevap olarak) 'Evet.' demiş olsaydım, muhakkak ki her sene haccetmek üzerinize farz olurdu ve siz buna güç yeti-remezdiniz.""03

Peygamber Efendimiz, Ashab-ı Kiram'ın aynı şeyi tekrar tekrar sormasından dolayı da şu dersini verdi:

"Ben, (bir şey teklif etmeyerek) sizi kendi hâlinize bıraktıkça, siz de beni kendi hâlime bırakınız. Muhakkak ki, sizden evvelki milletler, ancak çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı muhalefetleri yüzünden helak olmuşlardır! Binâenaleyh, ben size bir şey emrettiğimde, siz bundan gücünüzün yettiği kadar yapınız; bir şeyden de sizi nehyettiğimde, artık onu terk ediniz.""04

Peygamber Efendimiz, bir hadîslerinde şöyle buyurmuşlardır:

"İslâm, beş şey üzerine kuruldu: Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek, Ramazan orucunu tutmak.""05
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Peygamber Efendimizin, Niyetlendiği Haca Tehir Etmesi

Hacc farz kılınınca, Peygamber Efendimiz hacc yapmak istedi. Fakat sonra, "Beytullah'ta müşrikler de bulunacaklar ve onu çıplak tavaf edecekler. Bu hâl ortadan kalkmadıkça, ben haccetmek istemem.""06 buyurarak şimdilik bu isteğini tehir etti.

Gerçekten, müşrikler, geceleyin Kabe'yi kadın erkek karışık ve çıplak olarak tavaf ederlerdi; üstelik bunu, Kabe'ye hürmet sayarlardı!"07

HZ. EBÛ BEKİR'İN, HACC EMİRLİĞİNE TÂYİNİ

Resûl-i Kibriya Efendimiz, kendisi gitmeyince, Hicret'in 9. yılında, Hz. Ebû Bekir'i, Müslümanlara haccettirmek ve hacc yapma usûlünü öğretmek üzere Hacc Emîri olarak tâyin etti.1108

Hz. Ebû Bekir, hacc yapmak üzere hazırlanmış bulunan 300 Müslümanla Medine'den yola çıktı; Medinelilerin ihrama girme yeri olan Zülhuleyfe'ye varınca orada ihrama girdi ve "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk. Lebbeyke lâ şerîke leke Leb-beyk. İnnelhamde vennimete leke ve'1-Mülk. Lâ şerîke leke." diyerek telbiye getirdi.

Hz. Ali'nin Arkadan Gönderilmesi

Üç yüz kişiden ibaret İslâm'ın ilk hacı kafilesi Medine'den hareket ettikten bir müddet sonra, Berae [Tevbe] Sûresi nazil oldu. Ashab-ı Kiram, "Yâ Resûlallah!.. Bu sûreyi, halka okumak üzere Ebû Bekir'e gönderseniz!.." dedi.

Peygamber Efendimiz, "Bu tebliği ya benim veya ev halkımdan birisinin yerine getirmesi lâzımdır." diye buyurdu.'109

Arapların âdet ve geleneklerine göre, herhangi bir anlaşmayı ancak kabilenin reisi veya onun akrabasından biri yapabilir veya bozabilirdi.

Hz. Ali, akrabalık cihetiyle Peygamber Efendimize Hz. Ebû Bekir'den daha yakın bulunuyordu. Bu sebeple, Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Ali'yi huzuruna çağırdı ve, "Berae Sûresinin baş tarafından şu yazılmış olanları götür." diye emrettikten sonra şöyle buyurdu:

"Kurban kesme günü Mina'da toplandıkları zaman halka yüksek sesle ilân et ki: Hiçbir kâfir, Cennet'e giremez. Bu yıldan sonra hiçbir müşrik, hacc yapmayacak! Hiçbir çıplak, Beytullah'ı tavaf etmeyecek! Kimin Resûlullah'la anlaşması varsa, onun anlaşması, müddeti bitinceye kadar geçerli olacaktır; müddetsiz anlaşmalar için dört ay müddet tanınacaktır!"1110

Hz. Ali, neden kendisinin gönderilmek istendiğini öğrenmek istiyordu.

"Yâ Resûlallah!.." dedi, "Ben yaşlı olmadığım gibi, hatib de değilim!"

Peygamber Efendimiz, "Bunu, mutlaka ya ben götüreceğim ya da sen götüreceksin. Fakat, sen git! Muhakkak Allah, senin diline ve kalbine sebat ihsan eder!""11 buyurdu.

Bunun üzerine Hz. Ali, derhâl Medine'den hareket etti. Beraberinde Ebû Hüreyre de (r.a.) vardı. Yolda Hz. Ebû Bekir'e yetişti.

Hz. Ebû Bekir ona, "Amir misin, memur mu?" diye sordu.

Hz. Ali, "Memurum." dedi ve geliş maksadını izah etti: "Re-sûlullah (a.s.m.), beni, halka Berae Sûresini okuyayım ve ahd sahibine ahdinin tamamlanacağını haber vereyim diye gönderdi.""12
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Mekke'ye Varış

Hz. Ebû Bekir başkanlığındaki ilk hacı kafilesi Mekke'ye salimen girdi. Hz. Ebû Bekir, bir hutbe îrad buyurdu. Hutbesinde, halka haccın nasıl yapılacağını anlattı.

Hz. Ebû Bekir hutbesini bitirince, Hz. Ali ayağa kalktı ve, "Ey insanlar!.. Ben, size, Resûlullah'ın elçisiyim." dedikten sonra Berae Sûresinin ilk 30 veya 40 âyetini okudu.

Bu sûrenin ilk beş âyeti meâlen şöyledir:

"Allah ve Resulünden, muahede ettiğiniz müşriklere bir ültimatomdur: Bundan böyle yeryüzünde dört ay istediğiniz gibi dolaşın, şunu da bilin ki, siz, Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz! Allah, herhalde, kâfirleri rüsva edecek!

"Bir de, Allah ve Resulünden Hacc-ı Ekber günü insanlara bir ilândır ki, Allah ve Resulü, müşrikleri himaye etmekten artık kesin olarak uzaktır!

"Bununla birlikte (ey kâfirler, küfürden ve muahedeye riayetsizlikten) tevbe ederseniz, bu, sizin için hayırlıdır. Yok, yine yüz çevirirseniz, bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz!

"(Ey Resulüm) sen, Allah'ı, Peygamber'i tanımayanlara elîm bir azabı müjdele! Ancak, muahede yapmış olduğunuz müşriklerden bilâhare size ahitlerinde hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinizde hiçbir kimseye yardım etmemiş olan müstesnadır. Bunlara, müddetlerine kadar ahitlerini tamamıyla îfa edin! Çünkü Allah, müttekileri (anlaşma hukukuna riâyet e-denleri) sever.

"O haram olan aylar çıktı mı, artık o müşrikleri nerede bulursanız, öldürün! Yakalayın, hapsedin ve onların bütün geçit başlarını tutun. Eğer, onlar tevbe edip müşriklikten vazgeçerler ve namaz kılıp zekâtı verirlerse, kendilerini serbest bırakın! Çünkü Allah, Gafûr'dur (çok affedicidir), Rahîm'dir (çok merhametlidir).

"Ve eğer müşriklerden biri eman dilerse, ona eman ver; tâ ki, Allah'ın Kelâmını dinlesin. Sonra da onu, emin olduğu yere kadar ulaştır. Çünkü, bunlar hakikati bilmez bir kavimdirler."1113

Daha sonra Hz. Ali, "Ben, size dört şeyi bildirmeye memurum:" dedi ve memur bulunduğu hususları halka ilân etti: "Hiçbir kâfir, Cennet'e giremez! Bu seneden sonra hiçbir müşrik, haccetmeyecek! Beytullah çıplak tavaf edilmeyecek! Kimin Resûlullah'la (a.s.m.) anlaşması varsa, onun anlaşması, müddeti bitinceye kadar muteber olacak! Bunlar dışındakilere dört ay daha mühlet tanınmıştır. Bundan sonra hiçbir müşrik için ne ahd, ne de himaye vardır.""14


Hz. Ali yanında, Hz. Ebû Hüreyre de yukarıdaki hususları zaman zaman halka yüksek sesle ilân ediyordu.

Haclarını tamamladıktan sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali ve beraberindeki sahabîler Medine'ye döndüler.

Urve b. Mes'ud'un Müslüman Olması ve Şehâdeti

Urve b. Mes'ud, Taiflilerin ileri gelenlerindendi. Peygamber Efendimiz ordusuyla Taif i muhasara altına aldığı sırada, o, Yemen'in Cüreş şehrinde bulunuyordu. Orada, Taif müdafaası için mancınık vesaire yapma san'atını öğreniyordu.

Peygamber Efendimiz, Taif ten muhasarayı kaldırıp ayrıldıktan sonra Taife döndü. Bir müddet sonra da Cenâb-ı Hakk, kalbine İslâm'ın sevgisini düşürünce, çıkıp Medine'ye geldi. Hicret'in 9. yılı Rebiülevvel ayında Resûl-i Ekrem Efendimizin huzurunda İslâmiyetle şereflendi.1"5 Efendimiz, bu değerli insanın Müslümanlar safına katılmasından fazlasıyla memnun oldu.

Urve b. Mes'ud, Medine'de bir müddet kaldıktan sonra bir gün Resûl-i Ekrem Efendimize, "Yâ Resûlallah!.. Müsaade buyurun da, gidip kavmimi İslâmiyete davet edeyim!" dedi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Taif halkının kibir ve gururlarının esiri olup Müslümanlıktan kaçındıklarını biliyordu. Bu sebeple, "Onlar, seni sağ bırakmazlar!" buyurdu.

Urve, "Yâ Resûlallah!.. Beni, onlar öz evlâdlarından daha çok severler!" dedi ve gitmek istediğini tekrarladı.

Peygamber Efendimiz yine, "Onlar, seni öldürürler!" buyurdu.

Urve, Taif halkının kendisine karşı gösterdikleri sevgi ve hürmete güveniyordu.

"Yâ Resûlallah!.. Vallahi, değil öldürmek, beni uykudan u-yandırmaya bile kıymazlar!" diye konuştu.

Sonra, dileğini üçüncü kere tekrarladı.

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Madem gitmek istiyorsun, git!" diye izin verdi.

Urve, derhâl yola koyulup Taife vardı; Taiflileri Müslüman olmaya davet etti.

Kibir ve gururlarının zebunu olmuş Taifliler, bu ulvî davete ok yağmuruyla karşılık verdiler ve çok sevdikleri Urve b. Mes'ud'u şehid ettiler."16

Onun şehâdet haberini duyan Peygamber Efendimiz, "Onun kavmiyle olan hâli, Sâhib-i Yasin'in kavmi arasındaki hâline benzer. Sâhib-i Yasin, kavmini, Allah Teâlâ'ya îmana davet etmişti de kavmi onu öldürmüştü!" buyurduktan sonra ilâve etti: "Allah'a hamdolsun ki, ümmetimin içinde, Sâhib-i Yasin gibi birini bulundurdu!""17


Hz. Ebû Bekir 'in Zevcesi Ümmü Rııman 'm Vefatı

Hz. Ebû Bekir'in, asıl ismi Zeyneb olan zevcesi Ümmü Ru-man, Mekke'de ilk sıralarda Müslüman olmuş ve Peygamber Efendimize bey'at etmişti. Kendisinden Abdurrahmân ile Hz. Âişe dünyaya gelmişti.

Ümmü Ruman, Hicret'in 9. senesinde vefat etti. Peygamber Efendimiz, kabrine inip, onun için Cenâb-ı Hakk'tan mağrifet niyaz etti.1"

Mestler Üzerine Meshin Emredilmesi

Peygamber Efendimiz, Tebük Seferi esnasında mestler üzerine meshetmeyi emir buyurdu."19 Bunun müddeti misafirler için geceli gündüzlü üç gün (72 saat), misafir olmayanlar için bir gün bir gecedir (24 saat).
 

müdavim

Üye Sorumlusu

Tebük Gazası

(Hicret 'in 9. senesi Receb ayı / Milâdi 630)

Hicret'in 9. senesi, İslâm'ın Arabistan Yarımadasında bütün haşmetiyle yayıldığı senedir. Bir taraftan dalga dalga insanlar Medine'ye gelerek Resûli Ekrem'e İslâmiyet üzerine bîat ediyor, diğer taraftan Müslüman olmuş kabilelerin dinî ve idarî işlerini tanzim etmek gayesiyle etrafa memurlar ve valiler gönderiliyordu. Hülâsa, Asrı Saadet'te İslâm, 9. Hicrî senede en şaşaalı ve ihtişamlı devrini yaşıyordu.

Ancak, parlayan bu güneşin haşmetini çekemeyen devletler de vardı. Onlardan biri, o zamanın en güçlü devletleri arasında yer alan Bizans'tı. Başında Kayser Heraklius vardı. Çevredeki Hıristiyan Araplardan da gördüğ tahrik neticesinde Dini Mübîni İslâm'ı ve müntesiplerini ortadan kaldırmak maksadıyla büyük bir ordu hazırlıyordu. Bu maksatla Cüzam, Lahm, Âmile, Gassan v.s. kabileler de Heraklius'ıın bu ordusuna katılacaklardı.978 Bir insan seli hâlinde Medine üzerine akacak ve güya Müslümanları imha edeceklerdi.

Durumu Resûlullah Efendimiz derhâl haber aldı ve ânında hazırlığa başladı.

Peygamber Efendimiz, herhangi bir gazaya çıkarken, maksadını açıklamazdı; bir başka yere gidecekmiş gibi davranır ve konuşurdu.

Bu sefer öyle yapmadı. Halkın ona göre hazırlanması için, gidilecek yerin uzaklığını, zamanın kıtlık ve yokluk zamanı olduğunu, düşmanın da çokluğunu açıkça mücâhidlere bildirdi.979

Medine içinde harb hazırlıkları başlarken, Peygamber Efendimiz, etraftaki Müslüman kabilelere de haber gönderdi ve harb için mücâhid istedi.980

ZENGİNLERİN YARDIMI

Her tarafta kıtlık ve kuraklık hâkimdi. Harbe iştirak edecek mücâhidlerden birçoğunun silâh satın alacak, harb hazırlığı için sarfedecek paraları yoktu.

Resûli Ekrem, Müslüman zenginleri, harb hazırlığı ve teçhizatı için yardıma çağırdı.

Hâli vakti yerinde olan Müslümanlar, bu davete derhâl icabet ettiler.

Hz. Ömer 'in Yardımı

Hz. Ömer, Nebîyyi Ekrem Efendimizin dâvetine koşanların başındaydı. Kendi kendine, "Bugün Ebû Bekir'i geçeceğim!" diyordu. Malının yarısını alıp Peygamber Efendimize getirdi.

Resûli Ekrem, "Ey Ömer!.. Ev halkına ne bıraktın?" diye sordu.

Hz. Ömer, "Size getirdiğimin bir mislini bıraktım." dedi.981

Hz. Ebû Bekir 'in Yardımı

Hz. Ebû Bekir, bütün serveti olan dört bin dirhem* gümüşü alıp huzuru Risâlete getirdi.

Hz. Ömer, onun ne getirmiş olduğunu merakla öğrenmek istiyordu.

Peygamber Efendimiz, "Ey Ebû Bekir!.. Ev halkına ne bıraktın?" diye sordu.

Sıddikı Ekber sevinçle, "Onlara, Allah ve Resulünü bıraktım!"982 cevabını verdi.

Bu fedakârlık karşısında Hz. Ömerü'lFaruk'un gözleri yaşardı ve, "Anam babam: sana feda olsun ey Ebû Bekir!.." dedi, "Hayır yolundaki her yarışta beni muhakkak geçiyorsun! Artık hiçbir şeyde seni geçemeyeceğimi iyice anladım!'"383

Hz. Osman 'in Yardımı

"Zinnureyn" lâkabının sahibi Hz. Osman, o sırada Şam'a göndermek üzere bir ticaret kervanı hazırlamıştı. Yardım daveti üzerine, kervanı Şam'a göndermekten vazgeçti ve 300 deveyi üzerindeki mallarla birlikte Hz. Resûlullah'a teslim etti. Ayrıca 50 at ve bin altın nakit hibe etti.

Hz. Osman b. Affan'ın bu fedakârlığı karşısında Serveri Kâinat Efendimiz, "Allah'ım, ben Osman'dan razıyım, Sen de ondan razı ol!"984 buyurdu.

Hz. Abdıırrahmân b. Avf'm Yardımı

Hz. Resûlullah'ın yardım dâvetine Abdıırrahmân b. Avf (r.a.), dört bin dirhemle koştu.

"Yâ Resûlallah!.." dedi, "Bu dört bin dirhemi size takdim ediyorum; bir o kadarını da ev halkım için bıraktım."

Bir dirhem, üç gramdır.

Resûli Ekrem, "Getirdiğin de, ev halkına bıraktığın da bereketli olsun!" buyurdu.985

Resûli Kibriya Efendimizin bu duası bereketiyledir ki, Abdurrahmân b. Avf Hazretleri vefat ettiği zaman, dört hanımından sâdece her birisinin mîras hissesine 18 bin miskal altın düştüğünü görmüşlerdi.986

Daha birçok Müslüman, ellerinden gelen yardımı yapmaktan geri durmadılar. Kimi hurma getiriyor, kimi devesini getirip ordunun hizmetine veriyordu. Hiçbiri, getireceği şeyin büyüklüğüne, azlığına, ehemmiyetsizliğine bakıp yardıma koşmaktan geri kalmıyordu.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Bir Sa' Hurmayla Yardıma Koşan Zât

Ebû Akil, elinde bir sa'* hurmayla Resûlullah'ın huzuruna geldi.

"Yâ Resûlallah!.." dedi, "İki sa' hurma karşılığında bütün gece sırtımla su çektim. Bu iki sa'dan birini ev halkım için bıraktım, diğerini de Rabbimin rızasını kazanmak için size getirdim!"

Bundan son derece mütehassis olan Resûli Kibriya Efendimiz, "Allah, senin getirdiğini de, ev halkına bıraktığını da bereketli kılsın!" diye buyurdu ve getirilen hurmaların sadakalar kısmına dökülmesini emretti.987

Bir başka fakir Müslüman olan Ulbe b. Zeyd, Allah Resulünün bu dâvetine canü gönülden bir şeylerle katılmak istiyordu. Ama götürecek hemen hemen hiçbir şeyi yoktu. Allah'a yalvardı: "Ey Allah'ım!.. Sen, cihada çıkmayı emrettin. Halbuki beni, Resulünle birlikte cihada çıkabilecek bir bineğe sahipkılmadın." Sonra, kendilerinden yararlandığı bazı şeylerle Hz. Resûlullah'ın huzuruna geldi.

"Yâ Resûlallah!.. Elimde sadaka olarak verebileceğim bir şey yok. Kendisinden faydalandığım şu şeyleri tasadduk ediyorum." dedi ve ilâve etti: "Bundan dolayı, beni üzen veya bana kötü söyleyen ya da benimle 'Bu da tasadduk edilir mi?' deyip eğlenecek kimseye hakkımı helâl ediyorum!"988

Peygamber Efendimiz, "Allah, sadakanı kabul buyursun!" dedi.

Ertesi gün, Peygamber Efendimiz, ashabına, "Şu gece tasaddukta bulunmuş kişi nerededir?" diye sordu.

Kimsede bir hareket görülmedi.

Bu sefer Efendimiz, "Gece sadakayı veren nerede ise ayağa kalksın!" buyurdu.

Ulbe ayağa kalktı.

Resûli Ekrem Efendimiz, "Ben, senin sadakanı kabul ettim. Seni müjdelerim! Muhammed'in varlığı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sen, sadakası kabul olunanların dîvânına yazıldın!"989 buyurdu.

Ulbe, bundan son derece memnun oldu.

Müslüman Kadınların Fedakârlığı

Müslüman kadınların bu yolda gösterdikleri fedakârlıklar da takdire şayandı. Boyunlarında, el ve kulaklarında ne kadar ziynet eşyası varsa, Allah yolunda cihada çıkacak olan ordunun hazırlığı için getirip onları Hz. Resûlullah'a seve seve teslim etmekte asla tereddüt göstermiyorlardı.

Eşlem Kabilesine mensup Ümmü Sinan der ki:"Âişe'nin (r.a.) evinde, Resûlullah'ın (a.s.m.) önüne serilmiş bir örtü gördüm. Üzerinde fil dişinden bilezikler, pazubendler, yüzükler, halhallar, küpeler, develerin ayaklarını bağlayacak kayışlar ile kadınlar tarafından gönderilen ve Müslümanların savaşa hazırlanmalarına yarayan birtakım şeyler bulunuyordu."990

İşte, bütün bu yardımlarla, kıtlık, yoksulluk ve fakirlik yüzünden harbe iştirak edecek durumdan mahrum bulunan birçok Müslümana da silâh tedarik edildi, sefer hazırlığı yapıldı, harb teçhizatı sağlandı.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
BEKKAUN

Harbe iştirak etmek isteyenler öylesine çoktu ki, zengin ashabın yardımları bile onların teçhizi için kâfi gelmiyordu. Durumları müsait olmayanlar, Resûlullah'a, sefere gönüllü olarak katılmak istediklerini belirtiyorlar, ancak, kimine binecek deve, kimine silâh, kimine ise yol azığı tedarik edilemediğinden kabul edilmiyordu.

Red cevabı alanlar arasında "Bekkaun," yâni "Ağlayanlar" diye meşhur yedi zât vardı ki, şunlardı:

Salim b. Umeyr, Atnr b. Humam, Ulbe b. Zeyd, Irbez b. Sariyye, Ebû Leylâ Abdurrahmân b. Ka'b, Abdullah b. Mugaffel ve Heremî b. Abdullah."91

Bu yedi zât, harb hazırlıkları sırasında Peygamberimizin huzuruna çıkarak, "Yâ Resûlallah!.. Sefere çıkmak isteriz; ancak, binecek devemiz, yolda yiyecek azığımız yok!" diyerek durumlarını arzettiler.

Resûli Ekrem, "Size verecek binek kalmadı." buyurunca, üzüntülerinden ağlayarak huzuru Risâletten ayrıldılar.

Cenâbı Hakk, bu fedakâr sahabîler hakkında şöyle buyurdu:

"Bir de o kimselere günah yoktur ki, kendilerini bindirip savaşa sevkedesin diye sana geldikleri zaman (kendilerine), 'Sizi bindirecek bir hayvan bulamıyorum.' demiştin. Bu uğurda sarfedecekleri şeyi bulamadıklarından dolayı kederlerinden gözleri yaş döke döke döndüler/'993

Harbe iştirak edemeycekleri endişesiyle üzüntülerinden gözyaşı dökerek Peygamberimizin huzurundan ayrılan bu sahabîler, bu âyetin inmesiyle zengin sahabîler tarafından birer ikişer teçhiz edildiler. Böylece, harbe iştirak etme imkânı kendilerine tanınmış oldu. Rivayete göre, bunların üçünü Hz. Osman b. Affan, ikisini Peygamberimizin amcası Hz. Abbas, ikisini de Yamin b. Umeyr harb için teçhiz etmişlerdir.994
 

müdavim

Üye Sorumlusu
MÜNAFIKLAR SAHNEDE

Sıcaklık, kıtlık ve kuraklık her tarafı kasıp kavuruyordu. Bahçelerde meyvelerin tam olgunlaştığı bir zamandı. İnsanların, güneşin kavurucu sıcaklığından birazcık olsun uzak kalmak amacıyla bağ ve bahçelerindeki ağaçların gölgelerine oturmak için en şiddetli arzuyu duydukları bir mevsimdi. Ve böyle bir zamanda İslâm Ordusu, dünyanın en büyük devletlerinden biri olan Bizans'a karşı harbe çıkacaktı. Gönüllerinde Allah muhabbeti yerine dünya, mal, mülk sevgisi bulunan kimseler, buna nasıl iştirak edebilirlerdi, bu sıkıntılara nasıl katlanabilirlerdi?

Nitekim, dünyaya âdeta kopmaz bağlarla bağlı bulunan ve dünya hayatını âhiret hayatına tercih eden münafıkların yine ortalığı karıştırmaya başladığı görülüyordu. Reisleri Abdullah b. Übeyy, Müslümanlar arasına fitne sokmak, onlarda harbe karşı bir gevşeklik, bir çekingenlik meydana getirmek gayesiyle şöyle konuşuyordu:

"Muhammed, Roma Devletini oyuncak mı zannediyor? Onun ve ashabının esir düşeceklerini şimdiden görür gibiyim!"995

Diğer münafıklar da, "Bu sıcakta harbe mi çıkılır?" diyorlardı.996

Cenâbı Hakk, münafıkların bu sözleri üzerine şu âyeti kerîmeyi inzal buyurdu:

"Tebük Savaşına iştirak etmeyip geri kalan münafıklar, ResûluUah'a muhalefet ederek oturup kalmalarıyla sevindiler; Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla mücadele etmeyi çirkin gördüler ve, 'Bu sıcakta harbe çıkmayın!' dediler. De ki:

'"Cehennem ateşi daha sıcaktır; fakat gidecekleri yeri bilseler...'
"997

Bazıları da, kadınlara düşkünlüğünü, harbe iştirak etmemek için bahane ediyordu. Bunun üzerine de şu âyeti celîle nazil oldu:

"O münafıklardan kimi de şöyle diyecektir: '"Bana izin ver, beni fitne ve isyana düşürme!'

"Bilmiş ol ki onlar, fitneye düşmüşlerdir. Şüphe yok ki, Cehennem, kâfirleri kuşatıcıdır."


Daha birçok münafık, böylesine sudan bahanelerle Peygamber Efendimizden izin istediler. Bunun üzerine, 80'den fazla münafığa izin verildi.

Onlar, Peygamber Efendimize beyan ettikleri özürlerinde yalancı idiler; Allah ve Resulüne gönülden inanmış kimseler değillerdi. Cenâbı Hakk, şu âyetiyle de onların bu durumunu Resulüne haber veriyordu:

"Senden izin isteyenler, ancak Allah'a ve âhiret gününe îman etmeyenler, kalbleri şüpheye düşenlerdir. Onlar şüphe içinde bocalayıp dururlar."999

Bir sonraki âyette de, Allahü Taâlâ, yerlerinde oturup kalanlara bakıp ümitsizliğe kapılmamaları için Müslümanları tesellî ediyordu: "Eğer aranızda onlar da cihada çıksalardı, içinizde şer ve fesadı artırmaktan başka bir şey yapmazlar, bozgunculuğa koşarlardı!"1000

Münafıklar güruhunun sudan bahanelerle harbe iştirak etmeyişleri, Allah ve Resulüne gönülden bağlı olan mücâhidleri cihada çıkmak hususunda asla tereddüde düşürmedi.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
İSLÂM ORDUSU HAZIR

Resûli Ekrem Efendimiz, her türlü sıkıntı ve imkânsızlıklara rağmen Seniyyetû'1Veda ordugâhında ordusunu hazırladı. Ordu, 30 bin kişi idi. Bunun 10 binini süvariler teşkil ediyordu.1001

Bundan sonra Peygamber Efendimiz, Medine'de yerine Muhammed b. Mesleme'yi (r.a.) vekil bıraktı.1002

Hz. Ali de, İslâm Ordusuyla Seniyyetû'lVeda'ya kadar gelmişti. Resûli Ekrem Efendimiz, onu huzuruna çağırdı ve, "Medine'de muhakkak ya ben kalacağım ya da sen kalacaksın."1003 buyurdu; sonra da onu, her iki ev halkının işleriyle meşgul olmak üzere Medine'de bırakacağını söyledi.

Hz. Ali ağladı. "Yâ Resûlallah!.." dedi, "Gittiğin her tarafta ben senin yanında bulunmak isterdim; tek arzum buydu. Beni çocuk ve kadınlar arasında vekil mi bırakıyorsun?'"1004

Peygamber Efendimiz cevaben, "Bana göre sen, Musa'ya göre Harun* gibi olmaya razı olmaz mısın? Şu kadar farkla ki, benden sonra peygamber gelmeyecektir!" buyurunca, Hz. Ali hiç beklemeden son sür'at Medine'ye geri döndü.1005

Peygamber Efendimiz, orduya hareket emrini vermeden önce, en büyük sancağı Hz. Ebû Bekir'e teslim etti;** en büyük bayrağı ise Zübeyr b. Sâbit'e verdi.

İslâm Ordusunun Medine 'den Hareketi

Receb ayının bir perşembe günü idi.

Güneşin batışına yakındı. Resûli Ekrem Efendimizin emriyle İslâm Ordusu Medine'den Tebük'e doğru harekete geçti. Gönüllü olarak Allah yolunda cihada çıkan mücâhidlerde, bunca sıkıntı ve nâmüsait şartlara rağmen en ufak bir tereddüt ve gevşeme yoktu. Geçici sıcaklığa ve sıkıntılara karşılık âhiret âleminde sonsuz nimetlere kavuşacaklarını, Allah'ın cemâliyle müşerref olacaklarını biliyorlardı. Güneşin kavurucu sıcaklığı, îmanlı gönüllerindeki serinliğe tesir edemiyordu. Maddî sıkıntı ve imkânsızlıklar İ'lâyı Kelimetullah uğrunda savaşmaya olan aşk ve şevklerini kıramıyordu. Bu ulvî ve kutsî duygularla yollarına devam ediyorlardı.

Hz. Ali'nin Arkadan İslâm Ordusuna Yetişmesi

Peygamber Efendimiz tarafından Hz. Ali'nin Medine'de bırakılması üzerine de münafıklar, ileri geri konuşmaya başladılar. Maksatları, bunu vesile ederek İslâm camiasında bir huzursuzluk meydana getirmekti. Şöyle diyorlardı:

"Herhalde, onu yanında götürmek istemediğinden Medine'de bıraktı!"1006

Hz. Ali bu sözleri duyar da durur mu? Derhâl silâhlanıp İslâm Ordusunun arkasına düştü; Cürf denilen mevkide Resûli Kibriya Efendimizle buluştu.

Peygamber Efendimiz, "Yâ Ali, neden dolayı çıkıp geldin?" diye sordu.

Hz. Ali, "Yâ Resûlallah!.. Münafıklar, senin bana kıymet vermediğini söylüyorlar, 'bende görüp hoşlanmadığın bir şeyden dolayı beni yanında götürmediğinden' söz ediyorlar!"

Peygamber Efendimiz, işin mahiyetini anlamıştı. Güldü.

"Onlar, yalan söylemişlerdir. Ben, seni, arkamda bıraktıklarıma vekil tâyin ettim. Derhâl geri dön! Gerek benim ev halkım ve gerek senin ev halkın içinde vekilim ol!" buyurdu. Sonra ilâve etti: "Yâ Ali!.. Bana göre sen, Musa'ya göre Harun gibi olmaya razı değil misin? Şu farkla ki, benden sonra peygamber olmayacaktır!" Hz. Ali, Efendimizin sözlerini tasdik edip derhâl Medine'ye döndü.

Medine'de birçok münafık kalmıştı. Bunların, herhangi bir karışıklığa ve bozgunculuğa tevessül edebileceklerini de göz önünde bulundurarak, Peygamber Efendimizin Hz. Ali'yi Medine'de bıraktığı da söylenebilir.

MEŞHUR ÜÇ KİŞİ

Bir kısım münâfıkın sefere katılmayışı yanında, ne yazık ki samimî Müslümanlardan Ka'b b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Mürâre b. Rebi de sırf ihmalkârlıkları yüzünden Medine'de kaldılar.1010

Bu meşhur üç kişi hakkında vâkî olacak muameleyi, Peygamber Efendimizin Medine'ye dönüşünden sonra anlatacağız.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Ebû Zerr 'in Geride Kalışı ve Bir Mucizenin Zuhuru

Fahri Kâinat kumandasındaki İslâm Ordusu, güneşin sıcaklığına, çölün kavuruculuğuna aldırmadan yoluna devam ediyordu.

Bir ara mücâhidler, "Yâ Resûlallah!.. Ebû Zerr, devesi yürümediğinden geride kalmış." dediler.

Resûli Ekrem Efendimiz, "Eğer onda bir hayır varsa, Yüce Ailah, onu bize kavuşturur." buyurdu.1011

Ebû Zerr (r.a.), devesi zaîf olduğu için geride kalmıştı; devesinin yürüyemeyeceğini anlayınca da eşyasını sırtına almış, şiddetli sıcaklar altında yaya olarak ordunun arkasına düşmüştü.

Ordu, bir konak yerinde istirahate çekilmişken, uzaktan birinin gelmekte olduğu görüldü; yaklaşan, Ebû Zerr'di. Mücâhidler, Peygamber Efendimize haber verdiler. Şöyle buyurdular:

"Allah, Ebû Zerr'e merhamet etsin! O, yalnız yaşar, yalnız başına ölür ve yalnız başına haşrolur!"1012

Bu fermanı Nebevî'den seneler sonra, Hz. Osman'ın hilâfeti sırasındaydı.

Şam'da ikamet etmekte olan Ebû Zerr, bir gün, "Altını ve gümüşü yığıp biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu? İşte bunları, elem verici bir azabla müjdele!"1013 mealindeki âyeti kerîmeyi okudu.

Hz. Muaviye, "Bu, biz Müslümanlar hakkında değil, Ehli Kitap hakkındadır!" deyince, Hz. Ebû Zerr, "Hayır; bu, hem bizim, hem de Ehli Kitap hakkındadır!" cevabını verdi.

Bu sebeple aralarında tartışma ve münakaşa çıktı.

Hz. Muaviye, bunun üzerine, "Ebû Zerr, Şam halkını rahatsız ediyor." diye yazıp, onu Hz. Osman'a şikâyet etti.

Hz. Osman da onu Şam'dan Medine'ye çağırdı.

Medine'ye gelen Hz. Ebû Zerr'e İslâm Halifesi, "Yanımda kal, bütün ihtiyaçlarını karşılayayım." diye teklifte bulundu. Fakat o, "Dünyanızdaki şeylerin bana gereği yok." diyerek bu teklifi kabul etmedi.

Bu sefer Hz. Osman, "İstersen, yakın bir yere çekil, orada kal." diye teklif etti.

Ebû Zerr, bunu kabul etti ve, "Rebeze'ye gitmeme izin ver." diye dilekte bulundu.

Hz. Osman'ın izin vermesi üzerine de Medine'ye üç konak uzaklıkta bulunan Rebeze'ye gitti.

Bir müddet sonra rahatsızlandı. Yanında sâdece zevcesi ile hizmetçisi vardı. Onlara, "Ölünce beni yıkayınız, kefenleyiniz. Sonra da cenazemi yolun ortasına koyunuz! Yanınıza uğrayacak ilk binitli yolculara, 'Bu, Resûlullah'ın (s.a.v.) sahabîsi Ebû Zerr'dir. Gömülmesi için bize yardım ediniz.' deyiniz." diye vasiyet etti. Hanımı ağlamaya başlayınca, "Niye ağlıyorsun?" diye sordu.

Hanımı, "Sen, ölüp gidersen ben ne yaparım? Elimde avucumda hiçbir şey bulunmadığı gibi, seni saracak bir kefen bile yok!" dedi.

Bunun üzerine Ebû Zerr, "Ağlamayı bırak." dedikten sonra şöyle konuştu:

"Bir gün birkaç kişiyle birlikte Resûlullah'ın huzurunda idik. Şöyle buyurdular:

'"İçinizden birisi kır bir yerde vefat edecek; cenazesinde mü'minlerden küçük bir cemaat hazır bulunacaktır.'

"O mecliste benimle birlikte bulunanların hepsi, cemaatler içinde vefat ettiler. Sağ kalan bir tek ben varım. Şimdi de ben, kır yerde ölüyorum! Yolu gözetle! Söylediklerimin doğru çıkacağını göreceksin!"
1014

Bu sözlerinden bir müddet sonra, Hicret'in 32. senesinde yanında sâdece hanımı ve hizmetçisi bulunduğu hâlde vefat ederek, Hz. Resûlullah'ın 20 sene önce verdiği haberi tasdik etti.

Vefat edince, zevcesi ile hizmetçisi onun vasiyetini verine getirdiler; yıkayıp kefenledikten sonra cenazesini yolun ortasına koydular.

Tam o sırada, umre yapmak üzere Iraklılardan küçük bir kafile çıkageldi. İçlerinde meşhur fakih Abdullah b. Mes'ud da vardı.

Hizmetçisi ayağa kalkıp, "Bu, Resûlullah'ın sahabîsi Ebû Zerr'dir. Gömülmesi için bize yardım ediniz." deyince, Hz. Abdullah b. Mes'ud kendisini tutamayarak hüngür hüngür ağlamaya başladı ve Resûli Kibriya'nın seneler önceki fermanını tekrarladı: "Ebû Zerr, yalnız başına yaşar, yalnız başına ölür ve yalnız başına haşrolur!"

Sonra da hep beraber bu büyük sahabînin cenazesini defnettiler.1015
 
Üst