Hicretin 6. yılı

müdavim

Üye Sorumlusu
Kurata, Beni Lihyanve İs Seferleri ve Gabe Gazası

KURATA SEFERİ

(Hicret 'in 6. senesi Muharrem ayı)

Bu tarihte, Peygamber Efendimiz ashabtan Muhammed b. Mesleme Hazretleri kumandasındaki 30 kişilik bir süvari birliğini Necid diyarında bulunan Bekir b. Kilâb Oğulları üzerine gönderdi.

Mücâhidler, bu kabileye âit Şerebbe mevkiine vardıklarında, Benî Muharip'ten bir toplulukla karşılaştılar. Aralarında çatışma vuku buldu. Muharip Oğullarından bazıları öldürüldü; sağ kalanlar ise kaçtılar. Mücâhidler, onların geride kalan çoluk çocuklarına ise dokunmadılar.

Daha sonra mücâhidler, Benî Bekirlerin bulunduğu yere kadar ilerlediler. Anîden baskında bulunarak 10 kadar adamlarını öldürdüler. Bir kısım davar ve develerini de ganîmet olarak aldılar. Muhariplerle Benî Bekirlerden alınan ganîmet mallar, 150 deve ile üç bin davarı buluyordu.

Birlik kumandanı Muhammed b. Mesleme (r.a.), bunların beşte birini Peygamber Efendimiz için ayırdı, geri kalanını ise mücâhidlere bölüştürdü.

Mücâhidler, Medine'ye dönerken yolda Benî Hanife kabilesinden Sümame b. Üsal'ı yakaladılar. Sümame, Mekke'ye umre haccı yapmaya gidiyordu.

Müslüman süvari birliği, Muharrem ayının son gecesinde Medine'ye döndü.401

SÜMAME B. ÜSAL'IN MÜSLÜMAN OLUŞU

Mücâhidler tarafından esir alınan Sümame b. Üsal, Yemame halkının ileri gelenlerindendi. Bir ara, Peygamber Efendimizin vücudunu ortadan kaldırma teşebbüsüne geçmiş ise de, amcası onu bu cinayeti işlemekten alıkoymuştu. Resûli Ekrem Efendimiz de, bunun üzerine Sümame'nin kanının dökülmesini mubah saymıştı.402

Sümame'yi Peygamberimizin huzuruna getiren mücâhidler, onu tanımıyorlardı. Resûli Ekrem onlara, "Kimi yakalamış olduğunuzu biliyor musunuz? Yakaladığınız bu adam, Benî Hanife Kabilesi Efendisi Sümame b. Üsal'dir. Ona iyi davranınız." diye buyurdu.

Sahabîler, onu Mescidi Şerifte barındırdılar.

Resûli Ekrem Efendimiz, mescide gidip Sümame'nin yanına vardı.

"Ey Sümame!.. Gönlünde ne var, içinden ne geçiriyorsun?" diye sordu.

Sümame mahçub bir eda içinde, "Yâ Muhammedi.. Gönlünde hayır var! Şayet beni öldürecek olursan, eli kanlı bir katilin hayatına son vermiş olursun! Eğer bana iyilik eder, beni affedersen, iyiliğe karşı teşekkür eden, iyilik bilen bir kimseye iyilikte bulunmuş olursun! Eğer, hürriyetime kavuşmam için benden mal istersen, dilediğin kadar iste, al!" diye cevap verdi.

Efendimiz, başka bir şey demeden yanından ayrıldı.

Daha sonra iki gün üst üste Peygamber Efendimiz, Sümame'ye aynı suali sordu. Sümame aynı cevabı verince, ashabına, "Sümame'yi serbest bırakınız." diye emrederek onu fidyei necat almaksızın serbest bıraktı.Bu âlicenab hareket karşısında Sümame'nin gönül âlemi birden nurlandı. Hemen orada kelimei şehâdet getirerek Müslüman oldu.403

Mekke 'de Sümame 'nin Başına Gelenler

Müslüman olan Sümame, Peygamber Efendimizin müsaadesiyle niyetlenmiş olduğu umresini yapmak üzere Mekke'ye gitti. "Telbiye" getirerek şehre girince, Kureyş müşrikleri Müslüman olduğunu anladılar. Yakalayıp boynunu vurmak istediler. O sırada içlerinden birisi, "Bırakınız onu!.. Siz, yiyecek maddesi bakımından Yemame'ye her zaman muhtaçsınız!" deyince onu serbest bıraktılar.

Buna rağmen Sümame onlara meydan okudu.

"Vallahi," dedi, "Resûlullah Muhammed müsaade etmezse, size Yemame'den bir buğday tanesi bile gelmeyecektir!"

Gerçekten de, umresini yapıp Yemame'ye dönen Sümame, Yemame halkını Kureyşlilere herhangi bir şey yükleyip göndermekten menetti.404
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Peygamber Efendimizin Şefkati

Yemame halkı Sümame'nin emri üzerine Mekke'ye yiyecek bir şey göndermeyince, Kureyş müşrikleri son derece zor bir duruma girdiler. Kıtlık yüzünden olmadık şeyler yemeye başladılar.

Sonunda, Resûli Kibriya Efendimize bir mektup yazmak zorunda kaldılar: "Sen, hem akraba haklarını gözetmeyi emretmektesin, hem de bizimle akrabalık bağlarını koparıp babalan kılıçtan geçirmekte, çocukları da açlıktan öldürmektesin! Sümame, bizim yiyeceklerimizi kesti. Son derece daraldık. Ne olur, Sümame'ye bu hususta bir mektup gönderiver!"405

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, onların yaptıkları bütün düşmanlık ve kötülükleri bir tarafa bırakarak, Yemame'den, Mekkelilere yiyecek satışına mâni olmaması için Sümame b. Üsal'e bir yazı gönderdi.

Sümame, Hz. Resûlullah'ın bu emri üzerine Mekkelilere zahîre satışını serbest bıraktı.406

Görülüyor ki, Peygamber Efendimiz, insan hayatına vermiş olduğu değerden dolayı, en şiddetli düşmanlarına karşı bile yiyecek içecek noktasında son derece şefkatli ve merhametli davranmıştır. Kureyş müşrikleri gibi en azgın düşmanlarının bile, açlık ve susuzlukla karşı karşıya kalıp yok olmalarına, şefkat ve merhamet ummanı olan mübarek gönülleri rıza gösterememiştir! Bu, onun, hayata hürmeti telkin eden en güzel davranışlarından sâdece birisidir! Mübarek hayatına bu nazarla baktığımızda buna benzer birçok hâdiseye rastlayacağımız şüphesizdir!

BENÎ LİHYAN SEFERİ

(Hicret 'in 5. senesi Rebiülevvel ayı başlan)

Benî Lihyanlar, Hicret'in 4. yılında Bi'ri Mauna mevkiinde 40'a (veya 70) yakın Müslüman mürşid ve muallimi hunharca şehid etmişlerdi. Reci mevkiine irşad için gönderilmiş bulunan İslâm birliğini kuşatıp birçoğunu şehid edenler de, yine bu kabîleden kimselerdi.407

Peygamber Efendimiz, bu hain kabileye haddini bildirmek için, yerine Medine'de Abdullah b. Ümmü Mektum'u vekil bırakarak 200 kişilik bir kuvvetle yola çıktı. Efendimiz, Benî Lihyanları gafil avlamak istiyordu. Bu sebeple, Şam'a doğru gitmek istiyormuş gibi davrandı. Daha sonra yolunu değiştirerek, Benî Lihyanların konak yerlerinden olan Guran Vadisine kadar gitti. Asım b. Sabit ve diğer Müslüman muallim ve mürşidler burada şehid edilmişlerdi. Efendimiz, orada onları rahmetle andı, kendileri için dua etti.408

Lihyan Oğulları, Peygamber Efendimizin gelişini duymuşlar ve korkup dağ başlarına sığınmışlardı. Kimse yakalanamadı.

Peygamber Efendimiz, oradan Usfan denilen mevkie vardı. Burası Mekke'ye yakındı. Efendimizin maksadı, gelişini Mekkelilere bildirmekti. Nitekim, Mekkeliler bunu duymuşlar ve korkuya kapılmışlardı. Resûli Ekrem Efendimiz, 14 gece sonra tekrar Medine'ye döndü.409
 

müdavim

Üye Sorumlusu
GABE GAZASI

(Hicret 'in 6. senesi Rebiülâhir ayı)

Ebû Zerr (r.a.), Medinei Münevvere'ye üç saat mesafesi olan Gabe Mer'asında oğluyla birlikte Peygamber Efendimizin 20 kadar devesini güderken, Uyeyne b. Hısne'lFezarî, 46 atlıyla gelip Ebû Zerr'in oğlunu şehid etmiş, develeri de alıp götürmüştü.

Durum Peygamberimize haber verildi. Derhâl baskıncıların arkasından Hz. Sa'd b. Zeyd komutasında bir süvari birliği gönderdi. Hz. Sa'd'a, "Ben, sana halk ile birlikte gelip kavuşuncaya kadar, baskıncı müşrikleri takib et." diye emretti.

Süvari birliği yola çıktıktan sonra, Peygamber Efendimiz de Medine'de yerine Abdullah b. Ümmü Mektum'u vekil bıraktı ve 500 kişilik bir kuvvetle Gatafan'a doğru yola çıktı. Medine'ye iki günlük mesafesi olan Zu Kared mevkiinde düşmana yetişildi: Birkaçı öldürüldü; develerin bir kısmı da geri alındı.410

Resûli Ekrem Efendimiz, etrafı araştırmak maksadıyla burada bir gün bir gece kadar bekledi, sonra Medine'ye geri döndü.411

İS SEFERİ

(Hicret 'in 6. senesi Cemaziyelevvel ayı)

Kureyş müşriklerine âit bir ticaret kervanının Şam'dan Mekke'ye doğru gitmekte olduğu, Medine'de işitildi.

Peygamber Efendimiz, Kureyş müşriklerini istisaden güç durumda bırakmak maksadıyla, Hz. Zeyd b. Harise kumandasında 170 kişilik bir süvari birliğini bu kervanı ele geçirmek üzere yola çıkardı.

Mücâhidler, İs denilen mevkide Kureyş kervanına rastgeldiler: Kervandaki mallara el koydular, adamları da esir aldılar. Resûli Ekrem Efendimizin kerîmesi Hz. Zeyneb'in kocası olan Ebû'lÂs b. Rebî de bu esirler arasındaydı.

Mücâhidler, malları ve esirleri Medine'ye getirdiler. Peygamber Efendimiz, malları mücâhidler arasında taksim etti.412

Ebû 'lAs 'in Serbest Bırakılması

Ebû'lÂs, Hz. Zeyneb'e, "Babandan, benim için eman al." diye haber göndererek himayesini istedi.

Hz. Zeyneb de, onu himâyesi altına aldığını Müslümanlara bildirdi. Peygamber Efendimiz de, kerîmesine, "Senin himayeye aldığın kimseyi, biz de himayemiz altına aldık!" diye buyurdu.413

Hz. Zeyneb, Resûli Ekrem Efendimizden, Ebû'lÂs'ın ganîmet alınan mallarının da geri verilmesini rica etti. Resûli Ekrem Efendimiz de bunu mücâhidlerden istedi. Mücâhidler de, aldıkları malların tamamını getirip ona geri verdiler.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Ebû 'lÂs 'in, Müslüman Olduğunu Açıklaması

Ebû'lÂs, geri aldığı mallarla Mekke'ye döndü, sahiplerine haklarını teslim etti; sonra, "Ey Kureyşliler!.. Kimsenin bende malı veya hakkı kaldı mı?" diye sordu.

"Hayır..." dediler, "Yanında hiçbir malımız ve hakkımız kalmadı!"

Başta Resûlullah olmak üzere, zevcesi Hz. Zeyneb'ten ve Müslümanlardan gördüğü âlicenab muamele karşısında Ebû'lÂs'ın mânâ âlemi değişmişti. Bunu Kureyş müşriklerine de şöylece açıkladı:

"Vallahi, yanınıza gelmeden önce, Müslüman olmamı engelleyen tek şey, 'Mallarımızı götürmek için Müslüman oldu.' diye yapacağınız dedikodudan duyduğum endişeydi. Fakat, şimdi mallarınızı teslim etmiş bulunuyorum. Şehâdet ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki Muhammed, Allah'ın kulu ve Resulüdür!"414

Daha sonra Ebû'lÂs, Medine'ye İslâmiyetle şereflenmiş hâlde döndü. Peygamber Efendimiz de yine Hz. Zeyneb'i ona verdi.415

AŞDURRAHMÂN B. AVF'IN DÛMETÛ'LCENDEL'E GÖNDERİLMESİ

(Hicret 'in 6. senesi Şaban ayı)

Bu tarihte Peygamber Efendimiz, Abdurrahmân b. Avf Hazretleri kumandasında 700 kişilik bir birlik hazırladı. Birliğin vazifesi, Dûmetû'lCendel beldesi halkını İslâmiyete davet etmekti.

Resûli Ekrem Efendimiz, Abdurrahmân b. Avf Hazretlerine sancağını teslim ettiği sırada Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra, mücâhidlere şöyle hitab etti:

"Hepiniz Allah yolunda, Allah'ın ismiyle gaza ediniz! Kâfirlerle çarpışınız! Ganimet mallarına hıyanet etmeyiniz! Ahdinizi bozmayınız! Öldürdüklerinizin burun, kulak gibi uzuvlarını kesmeyiniz! Küçük çocukları öldürmeyiniz!"416

Efendimiz, sonra da bütün Müslümanlara şu umumî dersini verdi:

"Ey insanlar!.. Zamanla size gelip çatacak beş musibetten Allah'a sığınırım:

"* Bir kavimde çirkin hareketler yayılıp açığa vurulunca, şüphesiz, kendilerinden önce geçmiş kavimlerde görülmedik veba, acılar ve ağrılar onlar arasında ortaya çıkar!

"* Bir kavim, ölçüde, tartıda eksiklik yaptı mı, muhakkak kuraklık ve kıtlık yıllarına, geçim sıkıntısına, hükümdar zulmüne uğrarlar!

"* Mallarının zekâtını vermeyen kavimlerin, gökten yağan yağmurları kesilir!

"* Allah ve Resulünün ahdini bir kavim bozdu mu, muhakkak düşmanları onların üzerine salınır. Onlar da, kavmin el ve avuçlarındakilerden bir kısmını çekip alırlar!

"* Bir kavmin idarecileri, Allah'ın Kitabına uygun hareket etmediler mi, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyi onurlarına yedirmediler mi, o zaman Allah da onların arasına tefrika ve harb sokar!"
417

Bundan sonra Abdurrahmân b. Avf Hazretleri, beraberindeki Müslümanlarla Dûmetû'lCendel'e hareket etti. Oraya varınca onları İslâmiyete davet etti. Bu davetini üç gün tekrarladı.

Üçüncü günü Hıristiyan olan reisleri Asbağ b. Amre'lKelbî, İslâmiyetle müşerref oldu. Onunla birlikte birçok kimse de îmana geldi.418 Müslüman olmayanlar ise cizye [vergi] vermek üzere orada kaldılar.

Peygamber Efendimiz, Medine'den uğurlarken Abdurrahmân b. Avf Hazretlerine, "Eğer onlar İslâmiyeti kabul ederlerse, reislerinin kızıyla evlen." diye buyurmuştu.

Hz. Abdurrahmân, Nebîyyi Muhterem Efendimizin bu emri üzerine reisleri Asbağ'ın kızı Tümandır'la evlendi ve onu da yanına alarak Müslümanlarla birlikte Medine'ye döndü.419


--------------------------------------------------------------------------------

402 İbni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 78.
403 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 5, s. 550.
404 Ibni Hişam, Sîre, c. 4, s. 287288; Müslim, Sahih, c. 3, s. 1386. 404 Ibni Hişam, A.g.e., c. 4, s. 288; ibni Sa'd, A.g.e., c. 5, s. 550.
405 İbni Abdi'lBerr, ellstiab, c. 1, s. 215.
406 İbni Hişam, A.g.e., c. 4, s. 288; ibni Abdi'lBerr, A.g.e., c. 1, s. 215.

407 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 178193; ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 5556; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 2, s. 94.
408 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 79.
409 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 79.
410 İbni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 8184; Müslim, Sahih, c. 3, s. 14381439.
411 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 84; Taberî, Tarih, c. 3, s. 62.
412 Ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 87.
413 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 33; Ibni Seyyid, Uyûnû'lEser, c. 2, s. 106.
414 İbni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 33; Halebî, Insanû'lUyûn, c. 3, s. 177.
415 İbni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 33; Ibni Esir, Üsdû'lGabe, c. 5. s. 237; Halebî, A.g.e., c. 3, s. 177.
416 ibni Hişam, Sîre, c. 4, s. 280; Halebî, Insanû'lUyûn, c. 3, s. 184.

417 ibni Hişam, A.g.e., c. 4, s. 280.
418 İbni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 89.
419 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 89, c. 3, s. 129; Halebî, A.g.e., c. 3, s. 184.
 

müdavim

Üye Sorumlusu

Umre Seferi ve İlk Yağmur Duası

PEYGAMBERİMİZİN İLK YAĞMUR DUASI


Hicret'in 6. yılında büyük bir kuraklık ve kıtlık her tarafı sarmıştı.

Ramazan ayında bir Cuma günü, Resûli Ekrem Efendimiz hutbe îrad buyururken kendisinden, "Allah'a dua et de bize yağmur versin." diye rica edildi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Allah'ım, bize yağmur ver! Allah'ım, bize yağmur ver! Allah'ım, bize yağmur ver!" diyerek dua etti.420

Bir anda ayna gibi berrak olan gökyüzünde bulutlar belirdi ve yağmur yağmaya başladı.

Peygamber Efendimiz bu sefer, "Allah'ım, bu yağmuru bardaktan boşanırcasına yağdır ve hakkımızda hayırlı kıl!"421 diye dua etti.

Enes b. Mâlik der ki:

"Üzerimize öyle yağmur yağdı ki, neredeyse evlerimize gitme imkânı bulamayacaktık! O gün, ertesi gün, daha ertesi gün, tâ öteki Cuma'ya kadar yağmur yağmaya devam etti."
422

Cuma günü Peygamber Efendimiz yine hutbe îrad ederken, bu sefer yağmurun dinmesi için dua yapmasını rica ettiler.

"Yâ Resûlallah!.. Evler, yağmurdan yıkılmaya başladı; yollar kapandı. Allah'a dua etsen de yağmuru kesse!"423

Resûli Kibriya Efendimiz, tebessüm buyurdular, sonra da ellerini kaldırarak, "Allah'ım, çevremize yağdır, üzerimize değil!"424 diye dua etti.

Yine Enes b. Mâlik der ki:

"Resûlullah (a.s.m.) dua ederken de eliyle, semânın neresine işaret ettiyse orası açıldı ve Medine üstü, açık bir meydan gibi oldu. Medine çevresine yağmur yağarken, Medine'ye bir damla bile düşmüyordu. Etraftan gelenler, oralarda bol bol yağmur yağdığını haber vermekte idiler."
425

Bu, Resûli Ekrem Efendimizin yaptığı ilk yağmur duasıdır. Bundan başka çeşitli zamanlarda beş yağmur duası yapmışlardır.

UMRE SEFERİ

(Hicret'in 6. senesi Zilkade ayı/Milâdî 13 Mart 628)

PEYGAMBERİMİZİN RÜYASI

Resûli Ekrem Efendimiz, bir gece rüyasında, hiçbir korku ve endişe duymadan ashabıyla birlikte gidip Kâbei Muazzama'yı tavaf ettiklerini, kimin başını kazıttığını, kiminin de saçını kısalttığını görmüştü.426

Efendimiz, bu rüyasını anlatınca, Ashabı Kiram, görülmedik bir sevinç ve heyecan izhar etmişlerdi. Zîra, Muhacir Müslümanların Mekke'den Medine'ye hicretlerinin üzerinden kocaman bir altı yıl geçmişti. Bu altı yıl zarfında büyüklü küçüklü birçok hâdise cereyan etmişti, ama vatanlarının hasreti yine de gözlerinde tütüyordu. Doğup büyüdükleri vatanlarına bir gün tekrar kavuşacaklarını her an hayâllerinde yaşatıyorlardı. Hasret duydukları belde alelade bir yer de değildi; her gün beş vakit namazlarında yöneldikleri Kâbei Muazzama'nın bulunduğu mübarek bir belde idi.

Resûli Ekrem Efendimizin, "Siz muhakkak Mescidi Haram'a gireceksiniz!" müjdesi, bu bakımdan Müslümanlar arasında büyük bir sevinçle karşılanmıştı. Hattâ, hemen o yıl gidip Kâbei Muazzama'yı tavaf edeceklerini zannettiler ve bunu umdular.Resûli Kibriya Efendimizin bu rüyasını Kur'ânı Kerîm de bize haber verir.427

MEDİNE'DEN HAREKET

Peygamber Efendimiz, yerine Medine'de Abdullah b. Ümmü Mektum'u bıraktı. Yemen işi giydiği iki elbisesiyle Pazartesi günü yola çıktı. Kendisiyle birlikte hazırlanan Müslümanların sayısı bin 400 idi. Kafilede dört de kadın sahabî vardı. Bunlardan biri, Efendimizin muhtereme hanımları Ümmü Seleme (r.a.) idi. Müslümanlardan sâdece 200'ü atlı idi. Yanlarında yolcu silâhı olan kılıçtan başka bir silâh da bulunmuyordu; onlar da kınlarında idi. Umre kafilesiyle birlikte ayrıca kurbanlık 70 de deve vardı.428
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Hz. Ömer 'le Sa 'd b. Ubade 'nin, Endişelerini İzhar Etmeleri

Peygamber Efendimiz, ashabıyla Zûlhuleyfe mevkiine gelmişti.

Bu sırada Hz. Ömer huzura çıkıp, "Yâ Resûlallah!.. Seninle harb hâlinde bulunan bir kavmin üzerine silâhsız ve atsız mı gireceksin? Gerektiğinde, onlarla çarpışmak için, yanımıza silâhlarımızı almayalım mı?" diyerek endişesini izhar etti.

Resûli Ekrem Efendimiz, "Ben, umreye niyetlenmişim; silâh taşımak istemem." diyerek, mübarek niyetlerinin muharebe olmayıp, Mücerred Umre, yâni Kâbei Muazzama'yı ziyaretten ibaret olduğunu ifade buyurdu.

Aynı endişeyi bu sefer Ensâr'ın ileri gelenlerinden Sa'd b. Ubade Hazretleri izhar etti.


Zûlhuleyfe Mescidi

"Yâ ReshulallahL" dedi, "Keşke yanımızda silâh taşısaydık! Onların şüpheli bir hareketini gördüğümüz takdirde üzerlerine yürürdük!"

Peygamber Efendimizin, bu sahabîye de cevabı aynı oldu: "Ben silâh taşımam; ben sâdece umreye niyetlenerek yola çıkmışımdır!"429

Zûlhuleyfe, Medinelilerin mikatı, yâni ihrama girme yeridir. Peygamber Efendimiz de burada öğle namazını kıldıktan sonra ihrama girdi. Yetmiş kadar olan kurbanlık develere de işaret vurdurdu.

Müslümanlardan bir kısmı da burada ihrama girdi.


Peygamber Efendimiz, öğle namazını kıldıktan sonra, kıbleye döndü ve, "Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk! Lebbeyke lâ şerike Leke Lebbeyk! İnnel Hamde ven'Nimete leke ve'lMülke lâ şerike leke." diyerek telbiye etti.

Bu ulvî seda, her tarafı nurânî bir havaya büründürdü. Sahabîlerin heyecanları zirvedeydi.

Henüz Zûlhuleyfe'den ayrılmamışlarken, Resûli Ekrem Efendimiz müşriklerin durumunu öğrenmek ve kendi geliş gayesini de bildirmek üzere Büsr b. Süfyan'ı Mekke'ye gözcü olarak gönderdi. Büsr daha önce, Medine'ye Peygameber Efendimizi ziyarete gelmişti. Efendimizin arzusu üzerine kendisiyle birlikte Mekke'ye dönüyordu.

KUREYŞ MÜŞRİKLERİNİN KARARI

Müşrikler, Peygamber Efendimizin kalabalık bir sahabî topluluğuyla gelmekte olduğunu öğrenmiş ve kat'î karar almışlardı: "Muhammed ve beraberindekiler Mekke içine sokulmayacaktır." Bunun için, Hâlid b. Velid emrinde 200 kişilik bir süvari birliğini sür'atle Küraü'lGamim denilen mevkiye göndermişlerdi. Diğer taraftan da Ahabiş kabilelerine ziyafetler vererek, herhangi bir çarpışma ihtimaline karşılık onları yanlarına almak için bir gayretin içine girmişlerdi.

Müşriklerin bu kat'î karar ve gayretlerini, tecessüs için gönderilen Büsr b. Süfyan gelip Usfan mevkiinde Resûli Ekrem Efendimize haber verdi.

Fahri Kâinat Efendimiz, bu haberi alınca, "Yazıklar olsun! Kureyş helak oldu. Zâten harb, onları yiyip bitirmiştir. Ne olurdu, benimle diğer Arap kabileleri arasına girmeselerdi, beni onlarla baş başa bıraksalardı. Onlar beni mağlûb edecek olurlarsa—zâten kendilerinin de istediği budur. Eğer Allah beni onlara galib getirecek olursa ve kendileri de isterlerse toptan İslâmiyete girerlerdi. Eğer böyle yapmazlarsa çarpışmayı göze almışlardır demektir. Heyhat! Kureyş müşrikleri kuvvetlerinin çok olduğunu mu zannediyor? Vallahi, Allah'ın, tebliği için beni göndermiş olduğu dini hâkim ve üstün kılıncaya kadar, şu başım şu gövdemden ayrılıncaya kadar onlarla savaşmaktan asla çekinmeyeceğim!" diye konuştu.430

Kureyş müşriklerinin karşı koymak için hazırlanmaları, Peygamber Efendimizi fazlasıyla müteessir etti. Birbirleriyle kanlı bıçaklı olanlar bile Haram Aylar'da iki kardeş gibi yan yana gelip Kabe'yi tavaf edebiliyorlardı. Müşrikler buna mâni olmuyorlardı. Sâdece Peygamberimizin ve Müslümanların Kabe'yi ziyaret etmek gibi masum, ulvî, kutsî ve haklı arzusu karşısında, böylesine menfi bir tavır takınıyorlardı!
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Peygamberimizin Yol Güzergâhını Değiştirmesi

Resûli Ekrem Efendimizin mübarek niyetleri sâdece Kâbei Muazzama'yı ziyaret etmekti. Bunun için herhangi bir çatışmanın çıkmasını istemiyordu. Bu sebepledir ki, Hâlid b. Velid kumandasında bir Kureyş süvari birliğinin Gamim mevkiine gelmiş olduğunu duyunca, ashabına, "Hâlid b. Velid birtakım süvarilerle birlikte gözcü olarak Gamim mevkiinde bulunuyor! Bu bakımdan siz, yolun sağ tarafını tutup gidiniz." buyurdu ve yol güzergâhını değiştirerek, Müslümanları bir başka yoldan götürdü. Hâlid b. Velid, İslâm Ordusunu uzaktan görünce, derhâl dönüp Kureyşlilere durumu haber verdi.

Ashabı Kiram la İstişare

Bu şartlar çerçevesinde Resûli Ekrem bir durum değerlendirmesi yapmak istedi. Sahabîleri toplayarak görüşlerini sordu.

Onlar, "Allah ve Resulü daha iyi bilir! Biz, ancak umre niyetiyle buraya gelmiş bulunuyoruz. Kimseyle çarpışmaya gelmedik; ama bu niyetimizin gerçekleşmesine mâni olmak isteyen çıkarsa, elbette onlarla çarpışırız!" diyerek fikirlerini beyan ettiler.

Sahabîlerin bu kararlılığından Peygamber Efendimiz memnun oldu ve, "Haydi, öyle ise, Allah'ın ismiyle yürüyünüz!" buyurdu.

Sâdece Kabe'yi ziyaret etmek gibi masum ve kutsî bir maksatla yola çıkmış olan Müslümanlar, tekbir ve telbiyelerle Mekke'ye, Kâbei Muazzama'ya doğru adım adım yol alıyorlardı.

KASVA'NFN ANÎDEN ÇÖKÜVERMESİ

Fahri Âlem Efendimiz, Kasva adındaki devesinin üzerindeydi. Kasva, Mekke haremi sınırına girince çökmek istedi. Sahabîler buna mâni olmaya çalıştılar; fakat sonunda Kasva galib geldi ve bir adım ileri atmadan Allah'ı hikmetiyle yere çöktü. Kaldırmaya uğraştılar, fakat bir türlü muvaffak olamadılar.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Onun böyle bir çökme âdeti yoktur. Fakat, bir zamanlar, filin Mekke'ye girmesine mâni olan, şimdi de Kasva'ya mâni oluyor. Hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş, Allah'ın Harem dâhilinde yapılmasını haram kıldığı şeylere hürmeti kastederek benden ne kadar zor istekte bulunursa bulunsun, ben onu muhakkak onlara vereceğim." diye buyurdu.431

Gerçekten, Kasva çökmemiş olsaydı, Müslümanlar doğruca Kureyş müşriklerinin üzerine varacaklardı. Bu hâl ise bir çarpışmayı kaçınılmaz duruma getirebilirdi.

Hâlbuki, Müslümanlar beraberlerinde sâdece kılıç getirmişlerdi. Şâir harb silâhlarından tamamıyla mahrum bulunuyorlardı. Sayıları da azdı. Buna karşılık Kureyşliler daha tedbirli ve etraftaki kabileleri de yanlarına aldıklarından dolayı sayıca daha fazla idiler.

Bütün bunlara rağmen, elbette Müslümanlar çarpışmaktan geri durmayacaklardı. Tek bir kalb hâlinde çarpan bir avuç Müslüman, azlığı ve techizatlığına rağmen cesareti ve kahramanlığı ile ve Allah'ın da yardımıyla muzaffer de olabilirlerdi. Fakat bu durum, Haremi Şerife karşı bir hürmetsizlik mânâsını taşıyacaktı. Peygamberimiz ve Müslümanlar ise, böyle bir şeyi asla arzu etmezlerdi.

Ayrıca, Mekke'de îmanlarını gizlemekte devam eden, Müslümanların tanımadıkları erkek kadın birçok kimse vardı. Çarpışma vuku bulduğu takdirde bunlar da arada telef olabilirlerdi.

Kaldı ki, henüz îman etmemiş olan Kureyş ileri gelenlerinden birçok zâtın, yakın bir gelecekte îmana gelip İslâm dinine büyük hizmet etmeleri ve nice hayırlı evlâd yetiştirmeleri mukadderdi.

İşte, Kasva'nın âdeti olmadığı hâlde, Allah tarafından çöküvermesi, bu gibi hikmet ve inceliklere bir işaretti.

Sahabîlerin bütün gayretlerine rağmen yürümek için yerinden kımıldamayan Kasva, Peygamber Efendimizin şevkiyle kalkıp yürüyüverdi. Fakat, Kureyşlilere doğru gitmeyip başka tarafa saparak Hudeybiiye denilen mevkiin nihayetindeki suyu çekilmiş bir kuyunun başına indi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Müslümanların da gelip oraya konmasını emir buyurdu.432
 

müdavim

Üye Sorumlusu
On Musluklu Çeşme Gibi...

Hudeybiye'de Müslümanların yerleştiği saha susuz bir yerdi. Bu yüzden o gün susuz kalmışlardı.

Bir ara Peygamber Efendimizin abdest ibriğinden abdest almak istediğini görünce koşuştular. Resûli Ekrem, "Ne oluyor, size?.." diye sordu.

"Mahvolduk yâ ResûlallahL" dediler, "Yanımızda senin ibriğindeki sudan başka ne içecek, ne de abdest alacak su var!"

Resûli Ekrem Efendimiz, elini ibriğin üzerine koydu, "Alınız, Bismillah!" buyurdu. O anda çeşmelerden su akarcasına, mübarek parmaklarının arasından sular fışkırmaya başladı. Müslümanlar, o sudan doya doya içtiler, abdest aldılar ve su kırbalarını ağızlarına kadar doldurdular.

Resûli Kibriya Efendimizin bu mucizesini anlatan Cabir b. Abdullah Hazretlerine sonradan, "Siz, kaç kişiydiniz?" diye sorulunca, şu cevabı vermişti:

"Eğer, 100 bin kişi olsaydık, yine kâfi gelecekti! Fakat biz, bin 500 kadar idik."433

İkinci Haber

Resûli Ekrem Efendimiz, ashabıyla Hudeybiye'de bulunurken Huzaa Kabilesi Reisi Büdeyl İbni Verka, kabilesinden birkaç kişiyle çıkıp huzura geldi. Tihame kabilelerinden olan Huzaalılar, Câhiliyye devrinde bir husustan dolayı Peygamberimizin mensup olduğu Benî Haşîm'le ittifak etmişlerdi. İslâmiyetin zuhurundan sonra da bu anlaşmaya sadâkat göstererek, Peygamber Efendimize taraftarlık göstermekten geri durmuyorlardı. Müslüman olsun, müşrik olsun hepsi, Kureyş'in hâl ve hareketlerine dair Mekke'de olup bitenleri Peygamber Efendimize gizlice haber verirlerdi.

Peygamberimizin huzuruna çıkan Büdeyl, "Kureyşliler, seninle çarpışmaya and içmişlerdir. Beytullah'ı ziyaret etmene asla müsaade etmeyeceklerdir." dedi.

Resûli Ekrem Efendimiz, geliş maksadını tekrarladı: "Biz, buraya herhangi bir kimseyle çarpışmak için gelmedik! Maksadımız, umre yapmak, Beytullah'ı tavaf ve ziyaret etmektir! Harbler, Kureyş'i fazlasıyla yıpratmış, güçsüz hâle getirmiş ve birçok zarara uğratmıştır. Şayet arzu ederlerse, yine kendilerine bir mütâreke müddeti tâyin edeyim. Bu müddet zarfında, benden taraf emniyet içinde bulunsunlar. Kendileri, benimle şâir halklar arasına girmesinler; beni onlarla baş başa bıraksınlar! Eğer ben o topluluklara galib gelir ve onlar İslâm dinine girerlerse ve eğer Kureyş müşrikleri de o toplulukların girdikleri dine girmeyi isterlerse girebilirler. Şayet ben, zannettikleri gibi, diğer topluluklara galib gelemezsem, o zaman kendileri de rahata kavuşmuş ve kuvvet kazanmış olurlar. Eğer, Kureyş müşrikleri bunları kabul etmez ve benimle çarpışmaya kalkışırsa, varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şu tebliğ ettiğim dinin uğrunda başım gövdemden ayrılıncaya kadar onlarla çarpışacağım! O zaman Allah da, bana yardım edeceği hakkındaki va'dini muhakkak yerine getirecektir!'"134

Büdeyl, "Ben, senin söylediklerini Kureyşlilere ulaştırırım." diyerek Peygamberimizin yanından ayrıldı.

Büdeyl, adamlarıyla Mekke'ye dönüp durumu Kureyşlilere bildirmek istediyse de, onlar önce, "Bizim, ondan gelecek bir habere ihtiyacımız yoktur! Onun bilmesini istediğimiz tek şey vardır: Bizden tek kişi sağ kalıncaya kadar o Mekke'ye giremeyecektir!" dediler.

Sonra büyükleri olan Urve b. Mes'ud araya girdi, "Siz ne diye Büdeyl ve arkadaşlarını dinlemek istemiyorsunuz? Dinleyiniz! Söyleyeceği şey hoşunuza giderse kabul edersiniz, hoşunuza gitmezse reddedersiniz!" dedi.

Bunun üzerine Büdeyl'i dinlediler. Büdeyl, Peygamber Efendimizin geliş maksadını ve yaptığı mütâreke teklifini anlattı.435
 

müdavim

Üye Sorumlusu
KUREYŞ ELÇİSİ, PEYGAMBERİMİZİN HUZURUNDA

Kureyş'in ileri gelenlerinden biri olan Urve b. Mes'ud, Büdeyl'in sözlerini yerinde buldu.

"Doğrusu, Büdeyl size doğruluk ve sulh yolunu göstermek üzere gelmiştir. Siz, onun tekliflerini kabul ediniz; benim de, gidip onunla konuşmama, görüşmeme izin veriniz." dedi.

Kureyş müşrikleri bu sözlerden hoşlanmadılar. "Muhammed'e git! Fakat, kendi görüşünü gelip bize haber verme." diyerek Urve'yi bir nevi azarladılar.

Buna rağmen Urve, çıkıp Peygamberimizin yanına geldi. Müşriklerin hazırlıklarını, Hudeybiye Suyu başında beklediklerini ve hiçbir kimseyi Fv/Iekke'ye sokmamaya kararlı olduklarını tekrarladı.

Peygamber Efendimiz, "Ey Urve!.. Allah için söyle: Şu kurbanlık develerin kurban edilmelerine, şu Beytullah'ı ziyaret ve tavafa engel olunur mu?" dedikten sonra şöyle konuştu:

"Biz çarpışmak için gelmedik. Niyet ettiğimiz umremizi îfa etmek ve kurbanlık develerimizi kurban etmek arzusundayız.

"Sen, benim ailem, halkım olan kavmime şunu haber ver: Harb onları yiyip bitirmiştir. Kendileri, aramızda mütâreke ve savaşmaya ara vermek için bir müddet tâyin etsinler! Bir de, benimle Beytullah arasından çekilsinler! Bıraksınlar, umremizi yapalım, kurbanlarımızı keselim! Aksi takdirde, yemin ederim ki, Allah Teâlâ şu İslâm Dinini yeryüzünde yayacağı hakkındaki va'dini yerine getirinceye ve benim de başım gövdemden ayrılıncaya kadar, onlarla çarpışmaktan asla vazgeçmeyeceğim!"436

Urve b. Mes'ud, bir taraftan Peygamberimizle konuşuyor, diğer taraftan sahabîlerin Resûli Ekrem'e karşı davranış ve hareket tarzlarını göz ucuyla süzüyordu. Ashabın Peygamberimize karşı son derece hürmetkar ve kendisine teslimiyet içinde hareket edişlerine hayran kalmıştı.

Kureyş müşriklerinin yanına dönünce, Peygamber Efendimizin maksadını bildirdikten sonra, hayranlık duyduğu müşahedelerini anlatmaktan da kendisini alamadı.

"Ey kavmim!.." dedi, "Ben birçok hükümdarın huzuruna elçi olarak çıkmış bir kimseyim. Vallahi, ben bunlardan hiçbir hükümdarın adamlarının onları, ashabının Muhammed'e hürmet ettikleri, sayıp sevdikleri gibi görmedim! Ashabından herhangi biri, ondan izin almadan konuşmuyordu. Muhammed, onlara bir şey emrettiği zaman yerine getirmek için âdeta birbirleriyle yarışıyorlardı! Sahabîleri onun yanında konuşurlarken seslerini alçaltıyorlardı, kendisine olan hürmetlerinden dolayı yüzüne bile dikkatle bakamıyorlar, gözlerini yere indiriyorlardı. Ben öyle anladım ki, bu kavim hiçbir zaman onu yalnız bırakmayacak, onun bir tek kılını bile kimseye teslim etmeyecek, hiçbir kimseyi onun tenine dokundurmayacaktır! Gerisini siz düşünün!"437

Sonra da, "O, size bir sulh teklifinde bulunmuştur; gelin, bu teklifi kabul edelim." dedi.

Urve'nin bu teklifi, Kureyş ileri gelenleri tarafından hoş karşılanmadı; hattâ, kendisini böyle konuştuğundan dolayı azarladılar. Bu azardan rahatsız olan Urve, kendilerini terk edip Taif yolunu tuttu.

Peygamberimizin Elçisi

Artık her iki taraf karargâh kurdukları yerde müzakereler yapıyor, birbirlerine gönderdikleri karşılıklı elçilerle tekliflerde bulunuyorlardı. Peygamber Efendimiz, geliş maksadını Kureyşlilere bildirmek üzere Huzaalı Hiraş b. Ümeyye'yi elçi olarak gönderdi. Böylece Hıraş, Resûli Ekrem'in Kureyş müşriklerine gönderdiği ilk elçi oluyordu.438

Hıraş b. Ümeyye gidip Hz. Resûlullah'ın geliş maksadını anlattiysa da, müşrikler anlamak istemediler. Kendisine kaba davrandılar, devesini boğazladılar, hattâ kendisini öldürmeye bile kalkıştılar. Ancak araya Ahabişliler girince bu hareketlerinden vazgeçtiler. Hıraş b. Ümeyye canını zor kurtararak Peygamberimizin yanına döndü ve başından geçenleri haber verdi.

Elçisini öldürmeye kalkıştıkları hâlde Resûli Ekrem Efendimiz üzerlerine yürümedi. Teenniyle hareket etti. Onlardan yeni teklifler bekledi. Çünkü, onun maksadı kan akıtmak değildi.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
KUREYŞ'İN BİR ELÇİSİ DAHA...

Peygamber Efendimizin bütün bu söylenenlere rağmen geri dönmediğini gören Kureyşliler, bu sefer Ahabişlerin reisi Huleys b. Alkame'yi elçi olarak gönderdiler. Efendimiz uzaktan Huleys'i tanıdı. Ashabına, "Bu gelen, kurbanlık inanç ve saygısı olan bir kavimdendir. Kurbanlık develerin hepsini ona karşı salıveriniz de görsün!"439 diye buyurdu.

Müslümanlar, kurbanlık develerini Huleys'e karşı sürüverdiler ve "Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk!" diyerek telbiye getirdiler.

Bu ulvî ve masum manzara karşısında Huleys'in gözleri dolu dolu oldu.

"Sübhanallah! Bu muazzam cemaatin, Beytullah'ı tavaf ve ziyaretten menedilmesi ne kadar çirkin bir harekettir! Kabe'nin Rabbine andolsun ki, Kureyşliler, bu yanlış tutum ve davranışlarıyla helak olacaklardır! Hâlbuki bunlar, umre yapmaktan başka bir maksatla gelmemişlerdir!" diye bağırmaktan kendini alamadı.

Peygamber Efendimiz, Huleys'in bu sözlerini uzaktan işitti. "Evet, öyledir ey Benî Kinane'den olan kardeş.." diye buyurdu.

Huleys'in bu masum ve kutsî manzara karşısında söyleyecek başka bir şeyi yoktu. Resûli Ekrem Efendimize olan hürmetinden dolayı, yanına gelip konuşmak bile istemedi; doğruca Kureyşlilerin yanına döndü.

Huleys ve Kureyş Müşrikleri

Huleys'in ruh ve kalbini o ulvî manzara öylesine sarmış, kucaklamış ve yumuşatmıştı ki, müşriklere açıkça şöyle demekten çekinmedi:

"Ben onu (Hz. Peygamber'i) Kabe'yi tavaftan menetmemizin doğru olmayacağı fikrindeyim!"440

Ne var ki, Kureyş ileri gelenleri, kendilerinden başka doğru düşünen kimsenin bulunmadığı fikrinde idiler. Huleys'in bu sözleri karşısında şaşırdılar, hattâ hiddete geldiler.

"Sen nihayet bir çöl Arabisın! Cahilliğin ortada! Sus, bu işlere aklın ermez!" diyerek hakarette bulundular.

Bu sözler Huleys'i fena hâlde kızdırdı. Resûli Ekrem Efendimizi müdafaa sadedinde çekinmeden, "Beytullah'a hürmet maksadıyla çıkıp gelen kimseyi ondan nasıl alıkoyabiliriz?

Vallahi, biz sizinle bu hususta bir anlaşma yapmış değiliz! Yemin ederim ki, ya Muhammed'in yapmak istediğine mâni olunmayacak veya ben bütün Ahabiş'i tek kişi bile bırakmadan alıp gideceğim!"441 diye konuştu.

Fakat, bu tehdit bile Kureyş müşriklerini inatlarından vazgeçiremedi. Bin bir yalan ve dolanla tekrar Huleys'i kandırdılar ve ittifaklarının bozulmasına mâni oldular!
 

müdavim

Üye Sorumlusu
İkinci Elçi: Hz. Osman

Elçiler vasıtasıyla görüşmeler devam ediyordu.

Resûli Ekrem Efendimiz ise, bir an evvel kat'î netice elde etmek istiyordu. Geliş maksadını tekrar Kureyşlilere güzelce anlatmak için bu sefer Hz. Ömer'i göndermek istedi.

Hz. Ömer, "Yâ Resûlallah!.. Kureyş reisleri, benim onlara ne derece şiddetli düşman olduğumu bilirler. Korkarım, bana suikastte bulunurlar! Mekke'de de kabîlemden hiç kimsem yoktur ki, beni himayesine alsın! Buna rağmen, muhakkak benim gitmemi istiyorsanız, giderim." diye konuştu.

Peygamber Efendimiz, hiçbir şey söylemeden sustu.

Bunun üzerine Hz. Ömer, "Bu iş için Osman b. Affan gitse daha münasip olur. Zîra, onun Mekke'de aşiret ve akrabası çoktur!" diye teklifte bulundu.

Gerçekten de, Mekke'nin eşrafından olan Benî Ümeyye, hep Hz. Osman'ın amcazadeleri idiler.

Resûli Ekrem Efendimiz, Hz. Ömer'in bu teklifini kabul etti. Hz. Osman'ı yanına çağırdı.

"Kureyşlilere git! 'Biz buraya hiç kimseyle çarpışmak için gelmedik; sâdece şu Beytullah'ı ziyaret için gelmiş bulunuyoruz. Yanımızdaki kurbanlık develeri kesip döneceğiz.' diye söyle. Sonra da onları İslâmiyete davet et." diye talimat verdi.

Peygamber Efendimiz ayrıca, Mekke'de Müslümanlıklarını gizleyen Müslümanlarla da görüşüp onlara teselli vermesini ve Mekke'nin yakında fetholunup îmanlarını gizlemeye ihtiyaç kalmayacağını da onlara haber vermesini, Hz. Osman'a emretti.

Hz. Osman, Kureyş müşriklerinin yanına vardı. Peygamberimizin geliş maksadını tek tek anlattı. Onları İslâm'a davet etti.

Fakat bu görüşmeden de bir netice alınamadı. Müşriklerin, Hz. Osman'a da cevapları menfî oldu. "Git, seni gönderene söyle: O, hiçbir zaman Mekke'ye girip, Kabe'yi tavaf edemeyecektir."

Hz. Osman'la birlikte ayrıca 10 kadar Muhacir, Resûli Ekrem'in müsaadesiyle, akrabalarını ziyaret maksadıyla gitmişlerdi. Hz. Osman'la birlikte onlar da görüştükleri Müslüman akrabalarına Mekke'nin yakında fethedileceği müjdesini vererek, onları sevindirdiler.

Hz. Osman 'in, Müsaade Edilmesine Rağmen Kabe 'yi Tavaf Etmeyişi

Bu arada Kureyş ileri gelenleri, Hz. Osman'a, "Kabe'yi tavaf etmek istersen, et." dediler.

Hz. Osman, "Hayır!.." dedi, "Resûlullah (s.a.v.) onu tavaf etmedikçe, ben de etmem!"

Kureyşliler bundan rahatsız oldular; hattâ, hiddete gelerek, Hz. Osman'ı bir müddet yanlarında tutup göz hapsine aldılar.

Fakat bu durum, Peygamber Efendimize, Hz. Osman ve beraberindeki Muhacir Müslümanların müşrikler tarafından öldürüldükleri tarzında ulaştı.442

RIDVAN BÎATI

Resûli Kibriya Efendimiz, Hz. Osman'ın müşrikler tarafından şehid edildiği haberini duyunca son derece müteessir oldu. Kureyş'in bu hareketi karşısında üzerlerine yürümekten başka bir çâre kalmıyordu.

"Madem böyle, bu kavimle çarpışmadıkça, buradan kat'îyyen ayrılmayacağız!" diye buyurdu.443

Zâten yapılabilecek başka bir şey de kalmış değildi. Sulh tekliflerine yanaşmadıkları gibi, üstelik elçisini şehid etme cür'etini bile gösterebiliyorlardı.

Ashabına, "Allah Teâlâ, bana bîat yapılmasını emretti!" diye seslendi.

Hâtemû'lEnbiya Efendimiz, Semüre (bîattan sonra "Rıdvan Ağacı" olarak adlandırılmıştır) Ağacı altında durdu. Müslümanlar da teker teker, çarpışmaktan yüz çevirmeyeceklerine, Allah ve Resulü yolunda canlarına feda edinceye kadar savaşacaklarına dair bîat ettiler.444 Bîattan tek bir kişi kaçındı: Münafıklardan Cedd b. Kays.4"5

Bu bîat, sahabîlere yeni bir cesaret, taze bir heyecan verdi. Yerlerinde âdeta duramaz hâle gelmişlerdi. Bir an evvel ya Kabe'yi tavaf etmek veya müşriklerle çarpışmak istiyorlardı.

Cenâbı Hakk, bu bîatta bulunan Müslümanlardan razı ve memnun olduğunu Kur'ânı Kerîm'de şöyle beyan eder:


"Andolsun ki Allah, mü'minlerden—seninle o ağacın altında bîat ederlerken—razı olmuştur da kalblerindeki sıdk ve ihlâsı bilerek üzerlerine kuvvei mânevîyeyi indirmiş ve onları yakın bir fetih (Hayber fethi) ve alacakları birçok ganimetle mükafatlandırmıştır. Allah, mutlak galibtir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir."446

Bu sebeple bîata "Rıdvan Bîatı" adı verildi.

Resûli Ekrem Efendimiz de bir hadîslerinde, "Ağaç altında gerçekten bîat edenlerden hiçbiri Cehennem'e girmeyecektir."447 buyurarak, bu bîatta bulunan Müslümanların faziletini beyan etmişlerdir.

Hz. Osman 'ın Geri Dönüsü

Bîat haberi Kureyş müşrikleri tarafından duyulunca, üç gün yanlarında alıkoydukları Hz. Osman'ı serbest bıraktılar.

Hz. Osman derhâl Hz. Resûlullah'ın huzuruna çıkıp geldi; böylece, şehâdetiyle ilgili haberin asılsız olduğu anlaşıldı.

Fakat, bey'at yapılmış ve tamamlanmıştı.

Sahabîler, Hz. Osman'a, "Herhalde Kabe'yi tavaf etmişsindir!" dediler.

Hz. Osman, "Vallahi, Mekke'de bir yıl kalsaydım ve Resûlullah da (s.a.v.) Hudeybiye'de otursaydı, o, Kabe'yi tavaf etmedikçe, ben yine tek başıma onu tavaf etmezdim!" diye karşılık verdi.448


--------------------------------------------------------------------------------

420 Buharı, Sahih, c. 1, s. 179; Müslim, Sahih, c. 2, s. 613.
421 Buharı, A.g.e., c. 1,s. 179.
422 Buharî, A.g.e., c. 1, s. 179; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 3, s. 261.
423Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 3, s. 261.
424 Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 3, s. 104; Müslim, A.g.e., c. 2, s. 613.
425 Müslim, A.g.e., c. 2, s. 614.
426 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 336.
427 Fetih, 27.
428 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 322; ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 95; Halebî,İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 690.
429Taberî, Tarih, c. 3, s. 72; Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 689.
430 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 321.
431 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 324; Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 96.
432 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 324.
433 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 98.
434 Taberî, Tarih, c. 3, s. 74.
435 Taberî, A.g.e., c. 3, s. 74.
436 Ahmed Ibni Hanbel, Müsned, c. 4, s. 324; Ebû Davud, Sünen, c. 3, s. 85.
437 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 328; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, c. 4, s. 324.
438 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 328; İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 96.
439 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 324; Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 324.
440 Ahmed ibni Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 324; Taberî, Tarih, c. 3, s. 75.
441 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 326; Taberî, Tarih, c. 3, s. 7576.
442 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 329.
443 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 330; Taberî, Tarih, c. 3, s. 77.
444 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 330.
445 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 330

446 Fetih, 1819.
447Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 3, s. 350.
448 İbni Kayyim, Zâdû'lMaad, c. 2, s. 137.
 

müdavim

Üye Sorumlusu

Hudeybiye Anlaşması

(Hicret 'in 6. senesi Zilkade ayı / Milâdî: 628)

Sulh Heyeti:

Rıdvan Bîatı, Kureyşlileri fazlasıyla korkutmuştu. Peygamberimizin üzerlerine yürüyeceği endişesine kapılarak, alelacele sulh teklifinde bulunmak gayesiyle bir heyet gönderdiler. Heyette şu isimler vardı: Süheyl b. Amr (başkan), Huveytip b. Abdû'1Uzza ve Mikrez b. Hafs...

Kureyş müşrikleri, üç kişilik bu heyete, "Gidin, Muhammed'le sulh anlaşmasında bulunun. Fakat bu yıl buradan dönüp gitmek şartıyla!.. Eğer bu şartı kabul etmezse anlaşmaya yanaşmayın!" direktifini vermişlerdi.449

Peygamber Efendimiz, Süheyl'in gelişini, isminin kolaylık ifade etmesinden dolayı hayra yorarak, sahabîlerine, "Artık, işiniz bir derece kolaylaştı! Kureyşliler, sulh yapmak istedikleri zaman hep bu adamı gönderirler."450 diye buyurdu.

İslâm ve Asrı Saadet tarihinin bir dönüm noktası olan bu musalahanın adını,lügat, hadîs ve fıkıh âlimleri şeddeli olarak "Hudeybiyye" ve şeddesiz olarak "Hudeybiye" şeklinde iki türlü okumuşlardır. Hudeybiye, küçük bir köyün adıdır; bu köyün bu ismi alması da, orada Şecere Mescidi yanında bulunan bir kuyudan dolayıdır. Hudeybiye köyü ile Medine arasında dokuz konak, Mekke arasında da bir günlük mesafe vardır (Tecrid Tercemesi, c. 10, s. 240).

SULH HEYETİ, PEYGAMBERİMİZİN HUZURUNDA

Kureyş elçisi Süheyl b. Artır, Resûlullah'ın huzuruna vardı. Önünde iki dizinin üzerinde yere çöktü. Peygamber Efendimiz ise, bağdaş kurmuştu. Müslümanlar da çevresinde oturmuşlardı.

Süheyl b. Amr, uzun uzadıya konuştu, sonra Peygamber Efendimize sulh teklifinde bulundu. Peygamber Efendimiz, sulh tekliflerini kabul etti.

Bundan sonra, sulh şartlarının müzakeresi yapıldı. Onlarda da anlaşmaya varıldı. Sıra, anlaşma şartlarının yazılmasına gelmişti. Hz. Ali, musalahanın şartlarını yazmak üzere kâtip tâyin edildi.

Resûli Kibriya Efendimiz, Hz. Ali'ye, "Yaz!" dedi, "Bismillah irrahmânirrahîm!"

Süheyl b. Amr, buna itiraz etti: "Biz, Bismillahirrahmânirrahîm'i bilmiyoruz! Sen böyle yazma!"

Resûli Ekrem, "Öyle ise nasıl yazalım?" diye sordu. Süheyl, "'Bismike AHahümme.' diye yaz." dedi.

Kureyşliler, eskiden beri "Bismillahirrahmânirrahîm." yerine "Bismike Allahümme."yi kullanırlardı.

Peygamber Efendimiz, '"Bismike Allahümme.' de güzeldir!" buyurduktan sonra Hz. Ali'ye, "Haydi yaz! Bismike Allahümme." diye emretti.

Hz. Ali de aynı şekilde yazdı.451

Bundan sonra Resûli Kibriya Efendimiz, Hz. Ali'ye, "Bu, Muhammed Resûlullah'ın, Süheyl b. Amr'la üzerinde anlaş

Rivâyete göre, "Bismike Allahümme." kelâmını ilk söyleyen, Tâif halkının reislerinden Arab'ın meşhur şâiri Ümeyye b. Ebî Salt idi. Sonra bu tâbir Arapların da hoşuna gitmiş ve kitaplarının evveline yazmaya başlamışlardır (Geniş malûmat için eserimizin birinci cildine bakınız).

maya varıp sulh oldukları, icabının taraflarca yerine getirilmesini kararlaştırıp imzaladığı maddelerdir!" diye yazmasını emretti.

Kureyş heyeti başkanı Süheyl, yine itiraz etti. "Vallahi, biz senin gerçekten Allah'ın Resulü olduğunu kabul edip tanımış olsaydık, Beytullah'ı ziyaretine mâni' olmaz ve seninle çarpışmaya kalkmazdık!" dedi.

Peygamber Efendimiz, "Peki nasıl yazalım?" buyurdu.

Süheyl, "Muhammed b. Abdullah diye kendi ismini ve babanın ismini yaz." dedi.

Peygamber Efendimiz, "Bu da güzeldir!" buyurduktan sonra, Hz. Ali'ye:

"Yâ Ali!.. Sil onu! Sil de Muhammed b. Abdullah yaz." diye emretti.452

Hz. Ali, "Hayır!.. Vallahi, ben Resûlullah sıfatını hiçbir zaman silemem!" diye yemin etti.453

Bu arada Müslümanlar da, Hz. Fahri Âlem'e karşı besledikleri muhabbet ve hürmetlerinin eseri olarak, "Biz, Resûlullah Muhammed'den başkasını yazdırmayınız! Ne diye dininiz uğrunda bu eksikliği, bu hakareti kabul ediyoruz?" diye yüksek sesle konuşmaya başladılar.

Resûli Kibriya Efendimiz, Müslümanlara seslerini kısmalarını ve susmalarını mübarek elleriyle işaret buyurdu. Birden sustular.

Bundan sonra Peygamber Efendimiz, Hz. Ali'ye, "Bana onların yerini göster." dedi.

Hz. Ali, "Resûlullah" kelimesinin bulunduğu yeri gösterdi. Resûli Ekrem Efendimiz de onu eliyle sildi. Yerine ise "İbnu Abdullah (Abdullah'ın oğlu)" kelimelerini yazdırdı.454

Peygamber Efendimizin sulhe ciddî taraftar olduğunu, sulhe giden yoldaki mânileri ortadan kaldırmaya ne kadar gayret gösterdiğini, bu bir iki numuneden de anlamak mümkündür.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
MUSALAHA MADDELERİ

Müşrik heyetinin yukarıdaki itirazları, Müslümanların bu itirazları kabul etmek istemeyişleri ve Peygamber Efendimizin her iki tarafı yatıştırması sonunda sıra musalaha maddelerinin yazılmasına gelmişti.

Resûli Ekrem Efendimiz ile müşrik murahhas heyeti arasında geçen konuşmalardan sonra, şu maddeler üzerinde anlaşmaya varıldı:

Müslümanlarla müşrikler, huzur ve emniyet içinde yaşamalarını devam ettirmek için, birbirleriyle 10 yıl harb etmeyeceklerdir!

Peygamberimiz ve sahabîler, bu yıl Mekke'ye girmeyip geri dönecekler, ancak gelecek yıl yanlarına yalnız yolcu silâhı olan kılıç bulundurmak şartıyla gelip Kabe'yi tavaf decekler veancak Mekke'de üç gün kalacaklardır. Müşrikler ise, o sırada şehri boşaltacaklardır!

Medine'deki Müslümanlardan Mekke'ye iltica edenler Müslümanlara iade edilmeyecek, fakat Mekke'den Medine'ye velev Müslüman dahi olsalar iltica edenler istendiği takdirde geri verileceklerdir.

Arap kabilelerinden isteyen Hz. Peygamber'le, isteyen de Kureyş'le birleşmekte serbest olacaklardır.455

Ashabı Kiram 'in Hiddet ve İtirazı

Resûli Ekrem Efendimiz, her ne suretle olursa olsun, Kureyş müşriklerini bir musalaha yazısıyla bağlamak ve bu suretle İslâm'ın siyasî kudret ve mevcudiyetini hem onlara hem de bütün Arabistan halkına göstermek ve tanıtmak istiyordu.456 Bu sebeple, Kureyş heyet başkanı Süheyl'in zahiren Müslümanların aleyhinde görünen teklif ve maddelerini de kabul ediyordu. Bu inceliği bir anda kavrayamayan Ashabı Güzin, başından beri hem hiddetleniyor, hem de zaman zaman itiraz ediyorlardı.

Hattâ, Kureyş heyet başkanı Süheyl, Peygamberimize, "Sizden biri bize gelirse reddetmeyelim; amma bizden size bir adam giderse, Müslüman olsa bile geri vereceksiniz." diye teklifte bulunduğu zaman, Müslümanlar birden hiddete gelerek, "Sübhanallah! Müslümanların yanına gelmiş bir Müslüman, müşriklere tekrar nasıl geri çevrilir?" diye itiraz etmişlerdi; sonra da Peygamber Efendimize, "Yâ Resûlallah!.. Bu şartı da kabul edecek misin?" diye hayretle sormuşlardı.

Her şeye rağmen bir sulh akdedip, Kureyş müşriklerine İslâm devletini resmen tanıtmak arzusunda olan Peygamber Efendimiz, Müslümanların bu itiraz ve suallerine şöyle cevap vermişti:

"Evet, bizden onlara gidecek olanları Allah bizden uzak etsin! Onlardan bize gelip geri çevireceğimiz kimseleri de muhakkak Allah biliyor! Onlar için elbette bir genişlik, bir çıkar yol halkedecektir!"457
 

müdavim

Üye Sorumlusu
EBÛ CENDEL HÂDİSESİ

Anlaşma maddelerinin yazılması bitmişti. Fakat taraflarca henüz imzalanmamıştı.

Tam o sırada, zincire vurulmuş birinin, kendini Müslümanların arasına attığı görüldü. Garibtir ki, bu, Kureyş murahhas heyeti başkanı Süheyl b. Amr'ın oğlu Ebû Cendel idi! İslâm şerefiyle şereflenmesine, müşrikler, ayaklarını zincire vurmakla karşılık vermiş ve onu hapsetmişlerdi. Ebû Cendel, hapsedildiği yerden bir fırsatını bularak kaçmış ve Mekke'nin alt tarafından, kimsenin göremeyeceği yollardan bin bir zorlukla Hz. Resûlullah'ın huzuruna çıkagelmişti. O sırada babası Süheyl, henüz Müslümanların karargâhında bulunuyordu.

Ebû Cendel, bizzat babasının kendisine reva gördüğü dayanılmaz işkence ve eziyetlerden kurtulmak için kendisini Hz. Fahri Âlem'in ayaklan dibine atmış, ona iltica etmişti. "Beni kurtar!" diyordu.

Ne var ki, az evvel yapılan anlaşma buna imkân vermiyordu! Nitekim, oğlunun geldiğini gören Süheyl, onu Peygamberimizden hemen istedi:

"İşte!.. Sulh şartları gereğince bana geri vereceğin kişilerin ilki budur!" dedi.

Peygamber Efendimiz, "Biz, sulh sözleşmesini henüz imzalamış değiliz!" buyurdu.

Süheyl diretti. "Vallahi," dedi, "ben de seninle hiçbir madde üzerinde sulh olmam!"

Resûli Kibriya Efendimiz bu sefer, "Haydi, bu seferlik buna bana bağışla ve yazıyı imza et." buyurdu.

Süheyl'in bunu kabule asla niyeti yoktu. "Ben, bunu asla anlaşma dışında tutamam ve sana bırakamam!" dedi.

Peygamber Efendimiz tekrar, "Hayır!.. Bunu benim hatırım için yapacaksın!" buyurdu.

Buna rağmen Süheyl, inadından vazgeçmedi: "Ben, bunu asla yapamam!"458

Resûli Ekrem Efendimiz, iki müşkîl durumla karşı karşıya kalmıştı: Ebû Cendel'i geri vermek demek, onu bile bile eziyet ve işkence çemberi içine atmak demekti; vermediği takdirde, Kureyş heyeti anlaşmayı feshedecekti. Hâlbuki, birçok sebepten dolayı bunu istemiyordu.

Elinde başka çâresi kalmayan Peygamber Efendimiz, teessür içinde Ebû Cendel'i babasına teslim etmek zorunda kaldı.

Ebû Cendel'in feryadı Müslümanların gönlünü dağlıyordu: "Yâ Resûlallah!.. Ey Müslümanlar!.. Siz, beni, bana eziyet etsinler, işkencelere uğratsınlar diye mi bunlara teslim ediyorsunuz? Siz, benim eziyet çekmeme rıza mı gösteriyorsunuz?"459

Fakat, ne çâre, Ebû Cendel artık babasının merhametsiz pençesinde bulunuyordu. Acıklı feryadı, imdat dilemesi, Müslümanların gözlerini yaşlarla doldurdu. Ama, Hz. Resûlullah teslim etti diye seslerini çıkaramıyorlar, yapılan zulmü sinelerine çekiyorlardı. Hz. Resûlullah teslim etmemiş olsaydı, Ebû Cendel'in bu feryad ve figanını imkânı yok cevapsız bırakmazlardı; canları pahasına da olsa onu insafsız ellerden kurtarırlardı!

Peygamber Efendimiz, babası tarafından alınan Ebû Cendel'e, "Biraz daha sabret, biraz daha mâruz kaldıklarına göğüs ger! Bunların ecrini, mükâfatını Allah'tan dile! Muhakkak Allah, senin ve yanında bulunan kimsesiz Müslümanlar için bir ferahlık, bir çıkar yol halkedecektir." diyerek teselli verdi. Arkasından da, "Onlara vermiş olduğumuz söze vefasızlık edemeyiz."460 buyurdu.

Hz. Ömer 'in Peygamberimize Sorusu

Ebû Cendel, Kureyş müşrikleri tarafından geri alınırken, Hz. Ömer, Peygamber Efendimizin huzuruna vardı ve, "Yâ Resûlallah!.. Onu Kureyşlilere niçin geri veriyoruz? Dinimiz uğrunda bu hakareti ne diye kabul ediyoruz?" diye konuştu.

Resûli Kibriya Efendimiz cevaben, "Biz bu iş hakkında onlarla anlaşma yapmış bulunuyoruz! Dinimizde ahde vefasızlık yoktur!"461 buyurdu.

Efendimizden bu cevabı alan Hz. Ömer, bu sefer Ebû Cendel'in yanına sokuldu ve kılıcını ona doğru yaklaştırarak, "Ey Ebû Cendel!.. Şüphesiz, müşriklerin kanı, köpeklerin kanı gibi değersizdir! İnsan, Allah yolunda babasını da öldürebilir! Öldür gitsin şu babanı!.." diye teklif etti.

Ebû Cendel, "Sen, neden öldürmüyorsun?" diye teklif etti.

Hz. Ömer, "Resûlullah (s.a.v.), onu ve başkalarını öldürmeyi bana yasakladı!" cevabını verince, Ebû Cendel, "Ben Resûlullah'a itaatte senden geride kalmak istemem!"462 diye konuştu.


--------------------------------------------------------------------------------

449 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 331; Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 325.
450 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 331.
451 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 332; Ahmed ibni Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 325.
452 Müslim, Sahih, c. 3, s. 1410; Ahmed ibni Hanbel, A.g.e., c. 1, s. 342.
453 Müslim, A.g.e., c. 3, s. 1410; Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 291.
454 Müslim, A.g.e., c. 3, s. 1411.
455 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3,s. ?; Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 97; Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 325; Taberî, Tarih, c. 3, s. 79.
456 ezZebidî, Tecridi Sarih, Tere: Kâmil Mîras, c. 8, s. 164.
457 Müslim, A.g.e., c. 3, s. 1411; Ahmed ibni Hanbel, A.g.e., c. 3, s. 268.
458 Ibni Hişam, Sîre, c. 3, s. 332; Ahmed Ibni Hanbel, Müsned, c. 4, s. 325.
459 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 333; Taberî, Tarih, c. 3, s. 79.
460 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 333.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Müslümanların Sadâkat İmtihanı

Sahabîler, çok arzuladıkları hâlde, Kâbe-i Muazzama'yı ziyaret ve tavaftan alıkonmuşlardı. Bunun yanında, Hz. Resûlullah anlaşmayla, görünüşte aleyhlerinde olan birtakım ağır hükümlerine gereği gibi nüfuz edemediklerinden dolayı bu durum, sahabîlerin son derece güçlerine gitti. Manen rahatsızlık duydukları, hâl ve davranışlarından belli oluyordu.

Kendi âleminde böylesine ağır şartlara evet demenin izahını bir türlü bulamayan Hz. Ömer, huzura varmadan edemedi ve Peygamberimize, "Sen, Allah'ın hak peygamberi değil misin?" diye sordu.

Resûl-i Ekrem, "Evet, ben Allah'ın peygamberiyim." buyurdu.

Hz. Ömer bu sefer, "Biz Müslümanlar hak, düşmanlarımız olan müşrikler ise bâtıl üzere bulunmuyorlar mı?" diye sordu.

Resûl-i Ekrem, "Evet, öyledir." buyurdu.

Bunun üzerine Hz. Ömer, "Bu hâlde dinimizi küçük düşürmeye niçin meydan veriyoruz?" dedi.

Resûl-i Ekrem, "Ey Hattab'ın oğlu!.. Ben, Allah'ın kulu ve Resulüyüm. Allah'ın emirlerine aykırı harekette bulunamam. Bu muahede maddelerini kabul etmekle de Allah'a isyan etmiş değilim. O, beni hiçbir zaman zarara uğratmayacaktır." buyurdu.

Bu sefer Hz. Ömer, "Sen, bize, Allah'ın nusret buyuracağını, gidip Kabe'yi hep beraber tavaf edeceğimizi va'detmiş değil miydin?" dedi.

Resûl-i Ekrem, "Evet, va'detmiştin. Ancak, bu yıl gidip tavaf edeceğimizi söylemiş miydim?" buyurdu.

Hz. Ömer, "Hayır." dedi.

O zaman Resûl-i Ekrem Efendimiz, "O hâlde tekrar ediyorum: Sen muhakkak Mekke'ye gidecek ve Kabe'yi tavaf edeceksin."463 buyurdu.

Hz. Ömer 'in, Hz. Ebû Bekir e Konuşması

Hz. Ömer, buna rağmen iç âleminde kabarmış duygularını teskin edemiyordu.

Bu sefer Hz. Ebû Bekir'in yanına vardı. "Ey Ebû Bekir!.." dedi, "Bu zât, Allah'ın hak peygamberi değil midir?"Hz. Ebû Bekir, "Evet, o, Allah'ın hak peygamberidir!" dedi.

"Peki, biz Müslümanlar hak üzere, düşmanlarımız olan müşrikler de bâtıl üzere değiller mi?"

"Evet, bizler hak üzereyiz, düşmanlarımız ise bâtıl üzeredirler!"

Bunun üzerine Hz. Ömer, "O hâlde, dinimizi küçük düşürmeye niçin meydan veriyoruz?" dedi.

Sadâkat timsâli Hz. Ebû Bekir, "Ey Ömer!.." dedi, "O, Allah'ın Resulüdür. Bu muahedeyi yapmakla Rabbine âsi olmuş değildir! Allah, onun yardımcısıdır! Sen, onun emrine itaat et!"

Hz. Ömer, tekrar, "O, bize Medine'de, 'Beyt-i Şerife varacağız, tavaf edeceğiz.' demedi mi?" diye sordu.

Hz. Ebû Bekir, "Evet." dedi; arkasından da sordu: "Amma, sana, 'Beytullah'a bu yıl gidecek ve tavaf edeceksin.' diye mi haber verdi?"

Hz. Ömer, "Hayır." dedi.

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, "Sen, muhakkak yakın bir zamanda Beytullah'a gidecek ve onu tavaf edeceksin!" dedi.464
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Hz. Ömer 'in Îtirafı ve Nedameti

Hz. Ömer, o günkü halet-i ruhiyesini ve sonradan duyduğu nedameti şöyle anlatır:

"Ben, hiçbir zaman o günkü gibi bir musibete uğramadım. Peygamber'e (a.s.m.), hiçbir zaman başvurmadığım bir biçimde başvurmuştum. Eğer o gün, kendi görüşümde bir topluluk bulsaydım, bu musalaha ve muahede yüzünden hemen bunların içinden ayrılır, onların yanına varırdım! Nihayet, Allah Teâla, işin sonunu hayır ve rahmet kıldı. Resûlullah (a.s.m.) ise, işin böyle olacağını çok iyi biliyormuş. O gün, Resûlullah'a (a.s.m.) karşı sarfetmiş olduğum sözlerimden duyduğum korkudan dolayı neticenin hayır olmasını ümit ederek oruçlar tutmaktan, sadakalar vermekten, namazlar kılmaktan ve köleler âzad etmekten geri durmadım!"465

KURBAN KESME VE TIRAŞ OLMA

Resûl-i Ekrem Efendimiz, muahede ve musalaha işini bitirdikten sonra, sahabîlere, "Artık kalkınız, kurbanlarınızı kesip sonra başlarınızı tıraş ediniz!" diye seslendi.466

Ne var ki, Hz. Resûlullah'a sonsuz hürmet ve muhabbetlerine rağmen sahabîlerin hiçbirinde bu emir karşısında bir hareket görülmedi. Peygamber Efendimiz, emrini ikinci kere tekrarlamak zorunda kaldı: "Kalkınız, kurbanlarınızı kesip, sonra başlarınızı tıraş ediniz!"

Fakat, aynı şekilde sahabîler, sanki bu emri duymamış gibi davranıyorlar, kurban kesme ve tıraş olma işine başlamıyorlardı.

Resûl-i Ekrem, emrini üçüncü kere tekrarladı: "Kalkınız, kurbanlarınız kesip, sonra başlarınızı tıraş ediniz!"467

Yine sahabîlerden bu konuda bir hareket görülmedi.

Emrini üç kere tekrarlamasına rağmen, ashabtan kimsenin kalkmadığını gören Hz. Fahr-i Âlem, dönüp Ezvac-ı Tâhirat'-tan Hz. Ümmü Seleme'nin yanına gitti:

"Ey Ümmü Seleme!.. Nedir şu halkın tutumu?.. Onlara, 'Kurbanlarınızı kesiniz., başlarınızı tıraş ediniz.' diye tekrar tekrar söylüyorum; fakat hiçbiri emrime icabet etmiyor!" diyerek sahabîlerin bu durumundan şikâyet etti.468

Müstesna zekâ ve fazilet sahibi olan Hz. Ümmü Seleme, "Yâ Nebîyyallah!.. Bu işi yapmak istiyor musunuz? O hâlde, şimdi dışarı çıkınız; sonra, tâ kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırtıp o seni tıraş edinceye kadar ashabtan hiçbirisine bir kelime bile söylemeyiniz." dedi; arkasından da ilâve etti: "Çünkü, sen kurbanını kesecek ve tıraş olacak olursan halk da öyle yapar!"469

Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz dışarı çıktı. Hiç kimseyle görüşmeden ve hiç kimseye bir şey söylemeden, ihramını sağ koltuğu altından çıkarıp sol omuzuna attı; kurbanlık develerini kesti ve berberi Huzaalı Hıraş b.Ümeyye'yi çağırıp tıraş oldu.470

Bunun üzerine sahabîler de derhâl kurbanlık develerini kesmeye ve başlarını tıraş ettirmeye başladılar.

Hz. Ümmü Seleme der ki:

"Kurbanlıklara öylesine koştular, öylesine yığıldılar ki, neredeyse birbirlerini ezeceklerdi!"471

Sahabîlerin, Resûlullah'a muhalefet etmek için tekrarlanan emrini yerine getirmeyip bekledikleri elbette söylenemez. Belki onlar, çok ağır buldukları muahede ve musalaha hükümlerinin vahiyle ortadan kaldırılacağını düşünüyor ve bu vahiyle, Hz. Resûlullah'ın verdiği emirden vazgeçeceğini umuyorlardı. En azından, umre amellerini tamamlayabilmek için Mekke'ye girmelerinin temin edileceğini ümit ediyorlardı. Ve, bunun gerçekleşmesi için de bekliyorlardı. Nitekim, bu hususta herhangi bir vahyin inmediğini ve Hz. Resûlullah'ın da kurbanlık develerini kesip, mübarek başlarını tıraş ettirdiğini görünce, onların da Resûl-i Kibriya'ya muhalefet etmiş duruma düşmemek için sür'atle kurbanlık develerini kesmeye ve başlarını tıraş ettirmeye başladıkları görülüyordu.

Bu hâdiseden, ayrıca Hz. Ümmü Selem'nin de müstesna bir zekâ ve fazilete sahip olduğunu açıkça anlıyoruz. Hattâ, "Ümmü Seleme'nin Hudeybiye'de gösterdiği dirayet ve fetâneti İslâm tarihinde hiçbir kadın göstermemiştir."472 denilmiştir.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Peygamberimizin Dua Etmesi

Sahabîlerden bir kısmı başını kazıttırıyor, kimisi de kısalttırıyordu. Bunu gören Efendimiz, "Allah, başlarını kazıttıranlara rahmet etsin!"473 diye dua etti.

Saçlarını kısalttıran sahabîler, bu dua karşısında bir an tereddüt geçirdiler. Aynı duayı kendilerine de yapmalarını Efendimizden rica ettiler. Peygamberimiz yine, "Allah, başını kazıttıranlara rahmet etsin!" diye dua etti.

Sahabîler üçüncü kere, "Yâ Resûlallah!.. Kırptıran, kısalttı-ranlara da dua et." deyince, Resûl-i Ekrem, "Allah, saçlarını kırptıran, kısalttıranlara da rahmet etsin!"474 diyerek onları da duasının içine dâhil etti.

Sahabîler, "Yâ Resûlallah!.. Neden saçlarını kırptıran, kısalt-tıranları hâriç tutup, saçlarını kazıttıranlara rahmet diledin?" diye sordular.

Resûl-i Kibriya Efendimiz cevaben şöyle buyurdu:

"Çünkü, saçlarını kazıttıranlar, emre tam uyup, diğerleri gibi şüpheye düşmediler!"475

Sahabîler tıraş olduktan sonra, Allah tarafından estirilen bir rüzgâr, saçlarını Harem-i Şerife doğru uçurup götürdü. Onlarbunu umrelerinin kabulüne bir işaret sayarak birbirlerini müjdelediler.

HUDEYBİYE'DEN AYRILIŞ

Server-i Kâinat Efendimiz, ashabıyla birlikte 20 gün kadar kaldıktan sonra, Medine'ye dönmek üzere Hudeybiye'den ayrıldı.

Ashab-ı Kiram, Kâbe-i Muazzama'yı ziyaret edemeyip döndüklerinden dolayı çok üzgün idiler.

Bu sırada Resûl-i Kibriya Efendimize, Mekke ile Medine a-rasında bulunan Küraü'l-Gamim mevkiinde, Müslümanların yakında büyük fetihlere kavuşacaklarını müjdeleyen Fetih

Sûresi nazil oldu:
"Ey Resulüm!..(Mekke'nin ve diğer memleketlerin fethine sebep olacak Hudeybiye Sulhüyle) Biz, sana gerçekten apaçık bir zafer verdik!"476

Cenâb-ı Hakk, indirdiği aynı sûrede, ayrıca Server-i Kâinat Efendimizle Müslümanların, kısa zaman sonra gidip Kabe'yi tavaf edeceklerini de haber veriyor ve Resulünün gördüğü rüyayı tasdik ediyordu:

"Andolsun ki Allah, gerçekten Peygamberine o rüyayı hak olarak, doğru gösterdi. And olsun ki, inşallah emniyet içinde bulunan kimseler olarak başlarını tıraş etmiş ve kısaltmış olduğunuz hâlde korkmaksızın mutlaka Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Fakat, Allah, sizin bilmediğiniz şeyleri bildi de Mekke fethinden önce, yakın bir fetih (Hayber'in fethi) yaptı!"477
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Hz. Ömer 'in Durumu

Hz. Ömer, Medine'ye dönüşte, yol esnasındaki halet-i ruhi-yesini ve Fetih Sûresinin nazil oluşunu şöyle anlatmıştır:

"Hudeybiye'den dönerken, Resûlullah'in (a.s.m.) yanında gidiyordum. Ona bir şey sordum; bana cevap vermedi. Tekrar sordum; yine cevap vermedi. Üçüncü kere sordum; yine cevap vermedi. Kendi kendime, 'Ey Hattab'ın oğlu!.. Annen seni kaybetsin de yok olasın! Bak, Resûlullah'a (a.s.m.) üç kere sordun durdun da, Resûlullah sorularına hiçbir cevap vermedi! Sen, aleyhinde Kur'ân'dan âyet inmesini hakettin!' dedim. Aleyhimde âyet inmesinden korkarak devemi sürüp halkın tâ önüne geçtim.

"Sanki her şey beni tutup sıkıyordu. Aradan çok geçmeden, bir münâdînin, 'Ey Ömer b. Hattab!..' diyerek bana seslendiğini duydum. Kendi kendime, 'Ben, zâten aleyhimde Kur'ân inmiş olmasından korkmuştum!' dedim. Kalbime öylesine bir korku çökmüştü ki, onu ancak Allah bilir! Hemen döndüm. Resûlullah'ın huzuruna vardım. Selâm verdim. Selâmıma karşılık verdi. Oldukça sevinçli idi:

'"Ey Hattab'ın oğlu!.. Bana bu gece bir sûre indi ki, o, bana üstünde güneş doğan her şeyden daha sevgilidir.' buyurduktan

sonra, onu, 'Biz, gerçekten, sana apaçık bir fetih ve zafer kapısı açtık!' diyerek okudu."478

Müslümanların Korkusu

Resûl-i Kibriya Efendimize, Fetih Sûresinin nazil olması sırasında şâir Müslümanlar da oldukça korkuya kapılmışlardı; inen vahyin, davranışlarıyla ilgili olduğunu sanarak endişe etmişlerdi.

Mücemmi b. Câriye, o ânı şöyle anlatır:

"Halk, korka korka develerinin yanına dağılmıştı. Herkes birbirine soruyordu; 'Halka ne oluyor?' diye.

'"Resûlullah'a (a.s.m.) vahiy gelmiş!' dediler.

"Biz de, halkla birlikte korka korka Resûlullah'ın yanına doğru vardık. Resûlullah (a.s.m.) ayakta duruyordu. Halk, etrafında toplanınca, onlara, 'İnnâ fetehna leke fethan mübînen.' diye Fetih Sûresinin âyetlerini okudu.

"O esnada sahabîlerden birisi, 'Yâ Resûlallah!.. Bu muahede bir fetih midir?' diye sordu.

"Resûlullah (a.s.m.), 'Evet, hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu muahede, muhakkak bir fetihtir!' buyurdu."479

PEYGAMBERİMİZİN, MUSALAHANIN BÜYÜK BİR FETİH OLDUĞUNU TEKRARLAMASI

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Medine'ye doğru ashabıyla gelirken, yine içlerinden birinin, "Beytullah'ı tavaftan alıkonulmuşuz, kurbanlıklarımızın Harem'de kurban edilmelerine de mâni olunmuştur! Müslüman olarak da bize gelip sığınanları, Resûlullah, onlara geri çevirmiştir. Bu, nasıl ve ne biçim fetihtir!" diye söylendiği, kendisine haber verildi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Bu, ne kötü bir sözdür!" buyurduktan sonra, Hudeybiye'nin büyük bir fetih olduğunu şöylece izah etti:

"Evet!.. Hudeybiye Muahedesi, en büyük fetihtir! Müşrikler, sizin kendi beldelerine gidip gelmenize ve işinizi görmenize razı olmuş, gidip gelirken de emniyet içinde bulunmanızı istemişlerdir. Onlar, şimdiye kadar hoşlanmadıkları İslâmiyeti de böylece sizlerden görecek, öğreneceklerdir. Allah, sizi, onlara galib getirecek, gittiğiniz yerden sağ salim ve kazançlı olarak geri döndürecektir! Bu ise, fetihlerin en büyüğüdür!"480

Hz. Resûlullah'ın böylesine kesin konuşmasından sonra sahabîlerin de gönlüne bir ferahlık geldi. "Allah ve Resulünün söyledikleri doğrudur! O muahede, fetihlerin en büyüğüdür! Vallahi, yâ Resûlailah, bizler bunu senin düşündüğün gibi düşünmemiştik! Muhakkak ki sen, Allah'ın emirlerini bizden daha iyi bilirsin!"481 diyerek, Hudeybiye'nin en büyük fetih olduğunu itiraf ettiler.

MEDİNE'YE DÖNÜŞ

Resûl-i Kibriya Efendimiz, ashabıyla birlikte bir ay süren seferden sonra Zilhicce a.yı başında Medine'ye geldi.482


--------------------------------------------------------------------------------

461 Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 221.
462 Vakidî, Megazi, c. 2, s. 609.
463 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 331; Ahmed İbn-i Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 330; Müslim, Sahih, c. 3, s. 1412.
464 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 331; Ahmed İbn-i Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 330; Müslim, Sahih, c. 3, s. 1412.
465 Süheylî, Ravdû'l-Ünf, c. 6, s. 490; İbn-i Seyyid, Uyünû'l-Eser, c. 2, s. 119.
466 Ahmed İbn-i Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 326; Buharî, Sahih, c. 3, s. 182.
467 Ahmed ibn-i Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 326; Buharî, Sahih, c. 3, s. 182.
468 Vakidî, Megazi, c. 2, s. 613.
469 Ahmed İbn-i Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 326; Buharî, A.g.e., c. 3, s. 182.
470 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 333.
471 Vakidî, A.g.e., c. 2, s. 613.
472 ez-Zebîdî, Tecrid-i Sarih, Tere: Kâmil Mîras, c. 8, s. 171.
473 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 334.
474 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 334.
475 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 334; Taberî, Tarih, c. 3, s. 81.
476 Fetih, 1.
477 Fetih, 27.
478 Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, c. 1, s. 31; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 385.
479 İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 105.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Hudeybiye Anlaşmasına Kısa Bir Bakış

Kendilerini Kabe'yi ziyarete ve tavafa hazırlamış olan, hakikate ve doğruluğa müştak sahabîler, maddelerin dış görünüşüne bakıp, Hudeybiye Muahede ve Musalahasının aleyhlerinde olduğu kanaatine varmışlardı. Fakat, zamanla sulhun müsbet neticeleri görülmeye başlayınca, Resûli Ekrem Efendimizin kararında ne kadar haklı olduğunu ve endişelerine de mahal bulunmadığını anladılar!

Her şeyden evvel, İslâm'ın amansız düşmanı olan Kureyş müşrikleri, bu muahede ve musalaha ile İslâm Devletini resmen tanımış oluyorlardı

Ayrıca bu anlaşma, diğer fetihlere de bir başlangıç olmuş, fetih kapılarının açılması için bir anahtar teşkil etmiştir. Nitekim, bu sulhu, daha doğrusu bu manevî fethi kısa bir zaman sonra Hayber'in fethi ve ondan sonra da Mekke fethinin takib ettiğini görüyoruz.

Yine bu muahede ve musalaha sayesinde, Müslümanlar için manevî tebliğlerini harbten ve darptan uzak, emniyet ve huzur içinde yerine getirebilecek bir zemin ve imkân doğmuştur. Müslümanlarla müşrikler arasında birbirlerinin vücudunu ortadan kaldırmak için cereyan eden harbler sebebiyle kimse kimseyle temas edip görüşme imkânı bulamıyordu. Bu sulh devresiyle İslâm'ın ve Müslümanların işine yarayacak bu geniş imkân meydana geldi.

Her ne kadar maddî kılıç bir müddet kınına sokulu durduysa da, Kur'ânı Hakîm'in parlak manevî kılıcı ortaya çıktı, kalb ve akılları fethe başladı. Anlaşma sayesinde Müslümanlarla müşrikler birbirleriyle serbest görüşme imkânı buldular. Müslümanların yaşayışlarıyla gösterdikleri İslâm'ın güzellikleri, onları kendilerine cezbetti. Kur'ân'm sönmez nurları, kavim ve kabilelerinden inat ve taassublarını kırıp, manevî hükmünü icra etti. Meselâ, bir harb dahîsi olan Hâlid b. Velid ve bir siyaset dahîsi bulunan Amr b. As gibi, maddî kılıçla mağlûbiyeti kabul etmek istemeyen zâtlar, bu sulh sayesinde Kur'ân'ın manevî kılıcının cazibesinden kendilerini kurtaramayıp, Hz. Resûlullah'ın huzuruna çıkarak teslimiyetlerini arzetmiş, Müslüman olmuşlardır.

Aynı şekilde, muahede ve musalahanın tanıdığı imkân dolayısıyla Mekke'den Medine'ye, Medine'den de Mekke'ye ziyaretler, ticarî münâsebetler başladı. Kureyş müşrikleri, Müslümanları yakından tanıma fırsatını buldular: Onların doğruluklarına, dürüstlüklerine şâhid oldular; Müslümanların nasıl bir hürriyet havası içinde yaşadıklarını yakından takib ettiler. Bu arada, Müslümanların telkin ve tavsiyesiyle, birçok müşrik, îman dairesine girdi. Kimisi de îman ve İslâm'a karşı besledikleri düşmanlıklarını yumuşatarak, îmana karşı meyil gösterdi.

Hudeybiye Sulhünden.Mekke'nin fethine kadar geçen iki sene zarfında Müslüman olanların sayısı, Resûli Ekrem Efendimizin peygamber olarak gönderilişinden sulh gününe kadar geçen yaklaşık 20 seneye yakın zaman içinde Müslüman olanlardan çok daha fazla olmuştur. Umre maksadıyla yola çıkan sahabîlerin sayısı bin 400 iken, iki sene sonra Mekke'nin fethine gidildiğinde bu sayı 10 bini buluyordu! Bu da, Hudeybiye Sulhunun ne kadar yerinde yapılmış bir anlaşma olduğunu açıkça göstermektedir.

Kur'ân'ın Hudeybiye Sulhunu "Fethi Mübîn," "apaçık bir fetih" olarak tavsif etmesi de dikkat çekicidir. Hâlbuki, Müslümanlar, daha evvel de küçümsenmeyecek zaferler elde etmişlerdi. Fakat, Kur'ân'ın, bunları değil de, Hudeybiye Sulhunu "Fethi Mübîn" olarak nitelendirmesi, İslâmiyet için asıl hakikî zaferin manevî sahada olduğu gerçeğine işaret içindi. Nitekim, İmamı Zührî, buna işaretle, "İslâm'da, Hudeybiye Musalahasından önce, ondan daha büyük bir fetih olmamıştır."483 demiştir.

İbni Mes'ud'un rivayeti de aynı mealdedir: "Siz fetih olarak Mekke'nin fethini kabul ediyorsunuz; hâlbuki, biz, asıl fetih olarak Hudeybiye Sulhunu sayıyoruz!"484

Hudeybiye Muahede ve Musalahası, aynı zamanda, büyük bir siyasî zaferdi. Çünkü, Hayber Yahudîlerini, kuvvetli dostları olan Kureyş müşriklerinden tecrid ediyordu. Hayber Yahudîleri için artık Kureyş müşrikleri yok demekti. Dolayısıyla, buranın fethi de, bu sayede daha da kolaylaşıyordu. Nitekim, Resûli Ekrem, Medine'ye döndükten birkaç hafta sonra Hayber'in fethine muvaffak olmuştur.

Bütün bu neticeler görüldükten sonra, Hudeybiye Sulhu için Kur'ân'in, "(Ey Resulüm!..) Biz, sana, gerçekten açık bir zafer verdik!" haber ve hükmünün ne kadar mûcizâne ve veciz olduğu açıkça anlaşılıyordu!

Kur'ânı Kerîm'in şu âyetini de hatırlatalım:

"Olur ki, bir şey hoşunuza gitmezken, sizin için o hayırlı olur ve bir şeyi istediğiniz hâlde, o hakkınızda şer olur. Allah bilir, siz bilemezsiniz!"485
 

müdavim

Üye Sorumlusu
EBÛ BASİR'İN, KUREYŞLİLERİN TİCARET YOLLARINI KESMESİ

Peygamber Efendimizin Hudeybiye'den Medine'ye dönüşü üzerinden pek fazla bir zaman geçmemişti.

Bu sırada İslâmiyetle müşerref olan Sakif Kabilesinden Ebû Basir adındaki zât, bir fırsatını bulup Mekke'den Medine'ye geldi.

Üç gün sonra, onu istemek üzere, Kureyşliler, iki kişi gönderdiler. Bunlar, Peygamber Efendimize, "Bize karşı imza ettiğin anlaşmayı hatırlatırız!" diyerek Ebû Basir'i geri istediler.

Resûli Ekrem Efendimiz, anlaşma gereğince Ebû Basir'i geri vermek zorundaydı. Ona, "Ey Ebû Basir!.. Biliyorsun ki, biz şu Kureyşlilerle bir anlaşma yapmış ve onlara söz vermiş bulunuyoruz. Dinimize göre, verdiğimiz sözde durmamak bize yaraşmaz! Muhakkak, Allah, sana ve senin gibi müşrikler içinde kalan Müslümanlara bir genişlik, bir çıkar yol halkedecektir!" deyip teselli verdi; sonra da onu, gelen adamlara iade etti.

Ebû Basir, "Yâ Resûlallah!.. Bana işkence yapsınlar, beni dinimden döndürsünler diye mi müşriklere geri veriyorsun?" diye feryad etti.

Resûli Ekrem, tekrar ona teselli verdi: "Sen git! Muhakkak, Allah, sana ve senin gibilere bir çıkar yol halkedecektir!"486

Kureyş'in gönderdiği iki adam, Ebû Basir'i alarak Medine'den yola çıktılar. Zülhuleyfe'ye ulaştıklarında orada oturup beraber yemek yediler.

Ebû Basir, her an onlardan nasıl kurtulabileceğini düşünüyordu. Önce onlarla yakınlık peyda etmek istedi. Bunun için kendileriyle sohbete başladı. Huneys adındakinin ismini, babasının kim olduğunu sorup öğrendikten sonra, "Öyle zannediyorum ki, senin şu kılıcın oldukça keskindir!" dedi.

Adam, "Evet," dedi, "oldukça keskindir!"

Ebû Basir, gayet sakin ve emniyet verici bir tavırla, "Ona bir bakabilir miyim?" diye sordu.

Huneys, "İstiyorsan, al, bak!" dedi.

Ebû Basir, bulunmaz fırsatı yakalamıştı. Kılıcı kaptığı gibi Huneys'in üzerine yürüyüp işini bitirdi.487

Bunu gören diğer arkadaşı, son sür'at kaçarak Medine'ye geldi. Peygamber Efendimizin huzuruna çıkıp, "Adamınız, arkadaşımı öldürdü; ben ise elinden zor kurtuldum!" diyerek Ebû Basir'den şikâyet etti.

Bu sırada Ebû Basir de geldi. "Yâ Resûlallah!.. Sen, beni onlara teslim ile ahdini îfa etmiş oldun. Şimdi, Allah beni onlardan kurtardı!" diyerek bir daha müşriklere iade edilmeyip Medine'de kalmayı istedi.

Ebû Basir'in cesaretine ve atılganlığına hayret eden Efendimiz, sahabîlere hitaben, "Bu adam, harb kışkırtıcısı, kızıştırıcısıdır! Hele yanında, birtakım adamlar da bulunsa, artık elinden gelmeyecek şey yoktur!" diye buyurdu.488

Bu sözler üzerine Ebû Basir, tekrar Kureyşlilere iade edileceği zannına kapıldı. İçinde yine feryadlar koptu.Fakat, Resûli Ekrem Efendimiz, onu Kureyşlilere tekrar geri vermediği gibi Medine'de kalmasına da müsaade etmedi. "Haydi çık, istediğin yere git!" diyerek onu istediği yere gitmekte serbest bıraktı.489

Bunun üzerine Ebû Basir de, Medine'den çıktı. Deniz sahilinden, Mekke'den Şam'a giden yol üzerinde İs Vadisine gidip yerleşti.
 
Üst