Günün Risale-i Nur Dersi

K

kordon

Misafir
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 8.60.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Sonra en zaif bir damar-ı insânî olan “şan u şeref ve rütbe” noktasında bana çok elîm bir tarzda o zaif damarımı tutmak için, emredilmiş ihanetler, tahkirler, damara dokunduracak işkenceler yaptılar, hiçbir şeye muvaffak olamadılar. Ve kat’iyen anladılar ki, onların perestiş ettiği dünyanın şan u şerefini bir riyakârlık ve zararlı bir hodfuruşluk biliyoruz, onların fevkalâde ehemmiyet verdikleri hubb-u cah ve şan u şeref-i dünyeviyeye beş para ehemmiyet vermiyoruz, belki onları bu cihetle divane biliyoruz.

Sonra bizim hizmetimiz itibarıyla bizde zaif damar sayılan, fakat hakikat noktasında herkesin makbulü ve her şahıs onu kazanmaya müştak olan “mânevî makam sahibi olmak ve velâyet mertebelerinde terakki etmek” ve o nimet-i İlâhiyeyi kendinde bilmektir ki, insanlara menfaatten başka hiçbir zararı yok. Fakat böyle benlik ve enaniyet ve menfaatperestlik ve nefsini kurtarmak hissi galebe çaldığı bir zamanda, elbette sırr-ı ihlâsa ve hiçbir şeye âlet olmamaya bina edilen hizmet-i imaniye, şahsî makam-ı mâneviyeyi aramamak iktiza ediyor. Harekâtında onları istememek ve düşünmemek lâzımdır ki, hakikî ihlâsın sırrı bozulmasın. İşte bunun içindir ki, herkesin aradığı keşf ü kerâmâtı ve kemâlât ı ruhiyeyi Nur hizmetinin haricinde aramadığımı zaif damarlarımı tutmaya çalışanlar anladılar. Bu noktada dahi mağlûp oldular.

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve gelecek Leyle-i Kadir herbir Nurcu hakkında seksen üç sene ibadetle geçmiş bir ömür hükmüne geçmesini hakikat-i Leyle-i Kadri şefaatçi ederek rahmet-i İlâhiyeden niyaz ediyoruz.
Kardeşiniz

Said Nursî

Lügatler :
âlet olma : araç, vasıta olma
damar-ı insânî : insana ait duygular
divane : akılsız, deli
elîm : acı ve sıkıntı veren
enaniyet : ben, benlik
galebe çalma : üstün gelme
hakikat : doğru, gerçek; bir şeyin asıl mahiyeti
hakikat-i Leyle-i Kadir : Kadir Gecesinin hakikati, aslı
hakikî ihlâs : gerçek ihlâs, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
harekât : hareketler, davranışlar
hizmet-i imaniye : iman hizmeti
hodfuruşluk : kendini beğendirmeye çalışmak, övünmek
hubb-u cah : makam, mevki sevgisi
ihanet : aşağılama, hakaret etme
iktiza etme : gerektirme
kat'iyen : kesinlikle
kemâlât-ı ruhiye : ruha üstünlük sağlayan özellikler, ruhen olgunluğa erme
keşf ü kerâmât : Allah’ın bir ikramı olarak mânevî âlemlerde bazı hakikatleri görme ve olağanüstü hâllere mazhar olma
mağlûp olma : yenilgiye uğrama
mahallî : yöresel, bölgesel
makam-ı mâneviye : mânevî makam
makbul : kabul gören, geçerli
menfaatperestlik : çıkarını düşünme
muvaffak : başarılı
müştak olan : arzulu, istekli, düşkün
nefis : bir kimsenin kendisi
nimet-i İlâhiye : Allah’ın nimeti
niyaz etme : yalvarıp yakarma, dua edip isteme
Nur hizmeti : Risale-i Nur hizmeti
perestiş etme : aşırı bağlılık, taparcasına sevme
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz rahmeti
riyakârlık : gösteriş
sırr-ı ihlâs : ihlâs sırrı
şan u şeref-i dünyeviye : dünyaya ait şan ve şeref
şefaatçi : Allah’ın izniyle şefaat eden, aracı olan, vesile olan
tahakkuk etme : gerçekleşme, anlaşılma
tahkir : aşağılama, hakaret etme
terakki etmek : yükselmek, ilerlemek
umum : bütün
velâyet : velilik; mânevî mertebeler aşarak Allah’ın yakınlığını ve dostluğunu elde etme
vukuat : meydana gelen olaylar
 
K

kordon

Misafir
OTUZ BİRİNCİ SÖZ MİRAC-I NEBEVİYEYE(A.S.M.)DAİRDİR
2.1.BİRİNCİ ESAS-MİRACIN SIRR-I LÜZUMU
Meselâ, deniliyor ki: Cenâb-ı Hak 1اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ dir, herşeye herşeyden daha yakındır. Cisimden, mekândan münezzehtir.2 Her velî, kalbi içinde Onunla görüşebilir.3 Neden dolayı velâyet-i Ahmediye (a.s.m.), Mirac gibi uzun bir seyahatin neticesinden sonra, her velînin kendi kalbinde muvaffak olduğu münâcâta muvaffak oluyor?

Elcevap: Şu sırr-ı gàmızı iki temsille fehme takrib ediyoruz. On İkinci Sözün sırr-ı i’câz-ı Kur’ân ve sırr-ı Mirac hakkında olan şu iki temsili dinle:

Birinci temsil: Bir sultanın iki çeşit mükâlemesi, sohbeti, görüşmesi vardır; iki tarzda hitabı, iltifatı vardır:

Birisi, âmi bir raiyetiyle, cüz’î bir iş için, hususî bir hacete dair, has bir telefonla sohbet etmektir.

Diğeri, saltanat-ı uzmâ ünvanıyla ve hilâfet-i kübrâ namıyla ve hâkimiyet-i âmme haysiyetiyle ve evâmirini etrafa neşir ve teşhir maksadıyla, o işlerle alâkadar bir elçisiyle veya o evâmirle münasebettar büyük bir memuruyla konuşmaktır, sohbet etmektir ve haşmetini izhar eden ulvî bir fermanla bir mükâlemedir.

İşte, 4وَ ِللهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى şu temsil gibi, şu kâinat Hâlıkının ve Mâlikü’l-Mülk ve’l-Melekûtun ve Hâkim-i Ezel ve Ebedin iki tarzda mükâlemesi, sohbeti, iltifatı vardır:
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :

1 : “Ona şahdamarından daha yakın.” Kaf Sûresi, 50:16.
2 : bk. İsrâ Sûresi, 17:43; Enbiyâ Sûresi, 21:22.
3 : bk. El-Cürcânî, et-Ta’rîfat 1:76.
4 : “En yüce sıfatlar Allah’a aittir.” Nahl Sûresi, 16:60.

Lügatler :

alâkadar : alâkalı, ilgili
âmi : basit, sıradan
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah
cüz’î : ferdî, kişisel
evâmir : emirler
fehm : anlayış
ferman : emir, buyruk
hacet : ihtiyaç
Hâkim-i Ezel ve Ebed : varlığının başı ve sonu olmayan, hâkimiyeti zaman öncesinden sonsuza kadar devam eden Allah
hâkimiyet-i âmme : genel hâkimiyet, hükümranlık
Hâlık : herşeyin yaratıcısı olan Allah
has : özel
haşmet : heybet, görkem
haysiyet : özellik
hilâfet-i kübrâ : en büyük halifelik
hitab : konuşma
hususî : özel
iltifat : önem ve değer vererek, lütufla hitap ve muamele etme
izhar : gösterme
kâinat : evren, yaratılmış herşey
maksat : gaye
Mâlikü’l-Mülk ve’l-Melekût : görünen ve görünmeyen bütün mülkün ve âlemlerin sahibi olan Allah
mekân : yer
Mirac : Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk
muvaffak : başarılı
mükâleme : konuşma
münâcât : dua, Allah’a yakarış
münasebettar : ilişkili, bağlantılı
münezzeh : arınmış, yüce
nam : ad
neşir : yayma
raiyet : vatandaş
saltanat-ı uzmâ : en büyük saltanat, egemenlik
semerat : meyveler, neticeler
sırr-ı gàmız : anlaşılması zor sır
sırr-ı i’caz-ı Kur’ân : Kur’ân’ın mu’cize oluşunun sırrı, espirisi
sırr-ı lüzum : gerekliliğin sırrı
sırr-ı Mirac : Miracın sırrı, özü
takrib : yaklaştırma
temsil : kıyaslama tarzında benzetme, analoji
teşhir : sergileme
ulvî : yüce
velâyet-i Ahmediye : Peygamberimizin velâyeti
velî : Allah dostu


--
 
K

kordon

Misafir
Mu'cizat-ı Ahmediye'nin (A.S.M.) yüz tevatür kuvvetinde bir kat'iyyeti vardır. Mu'cize ise; Halık-ı Kâinat tarafından onun davasına bir tasdiktir, "Sadakte" hükmüne geçer. Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: "Padişah beni filan işe memur etmiş." Senden o davaya bir delil istenilse; padişah "Evet" dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; "Evet" sözünden daha kat'i daha sağlam, senin davanı tasdik eder. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam dava etmiş ki: "Ben, şu kâinat Halıkının meb'usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamer'e bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki-üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte ikiyüz-üçyüz adamı tok ediyor." Ve hakeza.. Yüzer mu'cizatı böyle göstermiştir.

(Bediüzzaman Said Nursi - 19. Mektub'dan)

Lügatler
Âdet :usul, görenek, alışılmış şey, huy, tabiat
Aleyhissalâtü Vesselam :selam ve dua onun üzerine olsun
Daire-i nazar :bakış çerçevesi, bakış açısı
Dava :takip edilen fikir, iddia
Delil :ispat vasıtası, doğruyu gösteren
Dua :yalvarma, yakarma, isteme
Hakeza :öylece, bunun gibi, böyle
Hâlık :yaratıcı, yaratan(Allah)
Hâlık-ı Kâinat :evrenin yaratıcısı
Hükmüne :eek:nun yerine, onun gibi olarak
İltimas :kayırmak, tutmak, temas etmek, tavsiye etmek, rica etmek
Kâfi :yeten, yetişen, yeterli
Kâinat : evren, yaratılanların hepsi
Kamer: ay
Kat’î :kesin, mutlak, tereddütsüz, şüphesiz
Kat’iyet :kesinlik, şüphesizlik
Kuvvet :güç, kabiliyet, kudret
Meb’us :milletvekili, gönderilen, seçilen

Meclis :toplanılacak ve oturulacak yer, bir mesele görüşmek için bir araya gelenler topluluğu
Memur :emir ile hareket eden, emir altında olan
Mu’cizat: mucizeler
Mu’cizât-ı Ahmediye(a.s.) :peygamberimizin (a.s.m.) mucizeleri
Mu’cize :insanların yapmaktan aciz kaldıkları, ancak Allah tarafından yapılabilen ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasip olan harika hadiseler
Müstemir :sürekli, devamlı
Padişah :büyük hükümdar, sultan
Resûl-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed(a.s.)
Sadakte :doğru söyledin
Şehadet : şahitlik, tanıklık
Taam :yemek, yiyecek, yenilen şey
Tasdik :doğrulamak, kabul etmek
Tevatür :kuvvetli haber, içinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemaate dayandırılan sağlam haber
Vaziyet :durum, hal
 
K

kordon

Misafir
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 8.61.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
1بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Leyle-i Kadirde kalbe gelen pek uzun ve geniş bir hakikate pek kısaca bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Nev-i beşer, bu son Harb-i Umumînin eşedd-i zulüm ve istibdadıyla; ve merhametsiz tahribatıyla; ve bir düşmanın yüzünden yüzer mâsumu perişan etmesiyle; ve mağlûpların dehşetli meyusiyetleriyle; ve galiplerin dehşetli telâş ve hâkimiyetlerini muhafaza ve büyük tahribatlarını tâmir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azaplarıyla; ve dünya hayatının bütün bütün fâni ve muvakkat olması ve medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olması umuma görünmesiyle; ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidadatın, mahiyet-i insaniyesinin umumî bir surette dehşetli yaralanmasıyla; ve ebed-perest hissiyat-ı bâkiye ve fıtrî aşk-ı insaniyenin heyecan içinde uyanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin, en sert, sağır olan tabiatın Kur’ân’ın elmas kılıcı altında parçalanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyasetin rû-yi zeminde pek çirkin, pek gaddârâne hakikî sureti görünmesiyle; elbette, hiçbir şüphe yok ki, şimalde, garpte, Amerika’da emareleri göründüğüne binaen, nev-i beşerin mâşuk u mecazîsi olan hayat-ı dünyeviyesi böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakikî sevdiği ve aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak. Ve elbette, hiç şüphe yok ki, bin üç yüz altmış senede her asırda üç yüz elli milyon şakirdi bulunan ve her hükmüne ve dâvâsına milyonlar ehl-i hakikat tasdikle imza basan ve her dakikada milyonlar hâfızların kalbinde kudsiyetle bulunup lisanlarıyla beşere ders veren ve hiçbir kitapta emsali bulunmayan bir tarzda beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde verip bütün beşerin yaralarını tedavi eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla belki sarihan ve işareten on binler defa dâvâ edip, haber verip, sarsılmaz kat’î delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccetlerle hayat-ı bâkiyeyi kat’iyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse ve maddî ve mânevî bir kıyamet başlarında kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabule çalışan meşhur hatipleri ve din-i hakkı arayan Amerika’nın çok ehemmiyetli dinî cemiyeti gibi, rû-yi zeminin kıt’aları ve hükûmetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü, bu hakikat noktasında kat’iyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz ve hiçbirşey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.

Lügatler :

aşk-ı insaniye : insanın aşkı
âyât : âyetler
aziz : çok değerli, izzetli
beşer : insan
binaen : dayanarak
cemiyet : topluluk
dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
din-i hak : hak din
ebed-perest : sonsuzluğu aşırı seven
ehl-i hakikat : hak ve doğru yolda olanlar
emare : belirti, işaret
emsal : benzer
eşedd-i zulüm : zulmün en şiddetlisi
evvelâ : birincisi
fâni : gelip geçici
fantaziye : aşırı süs ve lüks
fıtraten : yaratılıştan
fıtrat-ı beşeriye : insanın tabiatı, karakteri
fıtrî : yaratılıştan gelen, doğal
gaddârâne : acımasızca, zulmederek
gaflet : âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli; umursamazlık
galip : yenen, üstün gelen
garp : batı
hadsiz : sayısız, sınırsız
hâfız : Kur’ân’ı ezberlemiş
hakikat : gerçek
hakikî : asıl, gerçek
hâkimiyet : hükümranlık, egemenlik
Harb-i Umumî : İkinci Dünya Savaşı
hatip : hitap eden, konuşan
hayat-ı bâkiye : devamlı ve kalıcı âhiret hayatı
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
hissiyat-ı bâkiye : kalıcı olmayı, sonsuzluğu isteyen duygular
hüccet : kanıt, delil
istibdad : baskı ve zulüm
istidadat : istidatlar, kabiliyetler
işareten : işaret ederek
kat'î : kesin
kıyamet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
kudsiyet : kusur ve noksandan uzak olma
Kur’ân-ı Mu’cizü'l-Beyân : açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
mağlup : yenik düşen
mahiyet-i insaniye : insana ait özellikler, insanın içyapısı
mâsum : günahsız, suçsuz
mâşuk-u mecazî : gerçek sevgiye lâyık olmadığı halde aşık olunan şey
meyusiyet : ümitsizlik
misli : benzeri
mu’cize-i ekber : en büyük mu’cize
muhafaza : koruma
muvakkat : geçici
nev-i beşer : insanlar, insanlık türü
ruh u can : ruh ve can; büyük bir istek
rû-yi zemin : yeryüzü
saadet-i ebediye : sonu olmayan, sonsuz mutluluk
sarihan : açık şekilde
sıddık : çok doğru ve bağlı
suret : şekil, biçim
şakird : talebe, öğrenci
şimal : kuzey
tahribat : yıkıp bozmalar
tasdik : onaylama
umum : genel, herkes
umumî : genel
 
K

kordon

Misafir
Bütün eşyanın san'atındaki ihtimamat ve san'atkarane tasvirat ve mahirane tezyinat, bir ilm-i muhiti gösteriyor. Çünki binler vaziyet-i muhtemele içinde, muntazam ve müzeyyen, san'atlı ve hikmetli bir vaziyeti intihab etmek, derin bir ilim ile olur. Bütün eşyadaki şu tarz-ı intihabat, bir ilm-i muhiti gösteriyor.
Hem icad ve ibda'-ı eşyada kemal-i sühulet, bir ilm-i ekmele delalet eder. Çünki bir işde kolaylık ve bir vaziyette sühulet, derece-i ilim ve meharetle mütenasibdir. Ne kadar ziyade bilse, o derece kolay yapar.
İşte şu sırra binaen herbiri birer mu'cize-i san'at olan mevcudata bakıyoruz ki; hayret-nüma bir derecede sühuletle, kolaylıkla, külfetsiz, dağdağasız, kısa bir zamanda fakat mu'ciznüma bir surette icad edilir. Demek hadsiz bir ilim vardır ki, hadsiz sühuletle yapılır ve hakeza... Mezkûr emareler gibi binler alamet-i sadıka var ki, şu kainatta tasarruf eden zatın muhit bir ilmi vardır. Ve her şey'i bütün şuunatıyla bilir, sonra yapar. Madem şu kainat sahibinin böyle bir ilmi vardır; elbette insanları ve insanların amellerini görür ve insanlar neye layık ve müstehak olduklarını bilir, hikmet ve rahmetin muktezasına göre onlarla muamele eder ve edecek.
Ey insan! Aklını başına al, dikkat et! Nasıl bir zat seni bilir ve bakar, bil ve ayıl!..

(Bediüzzaman Said Nursi – 20. Mektub’dan)

Lügatler
Alamet-i sadıka : Doğru alametler, kesin belirtiler, şüphesiz işaretler
amel :iş, fiil, ibadet
Dağdağa :gürültü, boş yere telaş ve zorluklar
Delalet : delil olmak
Derece-i ilim :ilim derecesi
Emare :alamet,işaret, belirti, iz, ipucu
Eşya :nesneler, şeyler
Hadsiz : sayısız, sınırsız
Hakeza :öylece, bunun gibi, böyle
Hayret-nüma :hayret veren,hayret gösteren
Hikmet :Herkesin bilmediği gizli sebeb, gizli sır, sebeb, fayda, gaye
İbda-ı eşya :her şeyin yeniden yaratılması
İcad :yaratma, var etme, vücuda getirmek
İhtimamat :özenmeler, fazla dikkat ve gayret etmeler
İlm-i ekmel :en mükemmel ilim
İlm-i muhit :sonsuz-sınırsız ilim
İntihab :seçmek, ayırıp beğenmek
Kâinat : evren, yaratılanların hepsi
Kemal-i suhulet :mükemmel bir kolaylıkla
Külfet :zahmet, sıkıntı, yorgunluk
Maharet :ustalık, beceriklilik
Mahirane :ustaca, becerikli olarak, hünerli olarak
Mevcudat :varlıklar, kâinattaki her şey
Mezkur :zikri geçen, önceden bahsedilmiş
Mu’cize-i sanat :sanat mucizesi
Mu’ciznüma :mucize gösteren
Muamele: davranış, işlem, birbiri ile işlem görme Muhit: etrafını kuşatan, çeviren
Mukteza :icab eden, lazım gelen
Muntazam :düzenli, tertipli, intizamlı
Müstehak :hak etmiş, kendisi kazanmış
Mütenasib :uygun, aralarında münasebet bulunan
Müzeyyen :bezenip süslenmiş
Rahmet :merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek
Sanatkârane :sanatlı olarak, sanata yakışır şekilde
Sır :herkesin bilmediği gizli hakikat
suret : biçim, şekil
Sühulet : kolaylık
Şey’ :madde, eşya, varlık
Şuunat :işler, fiiller
Tarz-ı intibahat :uyanıklık, göz açıklığı, hassasiyet, farkındalık
Tasarruf etmek : dilediği gibi, dilediği yerde ve şekilde kullanmak
Tasvirat :şekil ve suret vererek anlatmalar, resimlendirmeler, şekiller
Tezyinat :süslemeler, donatmalar, ziynetler, süsler
Vaziyet :durum, hal
Vaziyet-i muhtemele :ihtimali durumlar, olası haller
Zat : hürmete layık kimse, kişi
Ziyade : fazla, daha çok, fazlasıyla



--
 
K

kordon

Misafir
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 8.62.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Saniyen: Madem Risale-i Nur o mu’cize-i kübrânın elinde bir elmas kılıç hükmünde hizmetini göstermiş ve en muannid düşmanları teslime mecbur etmiş. Hem kalbi, hem ruhu, hattâ hissiyatı tam tenvir edecek ve ilâçlarını verecek bir tarzda hazine-i Kur’âniyenin dellâllığını yapan ve ondan başka me’haz ve mercii olmayan bir mu’cize-i mâneviyesi bulunan Risale-i Nur o vazifeyi yapıyor ve aleyhinde dehşetli propagandalar ve gayet muannid zındıklara tam galebe çalmış ve dalâletin en kalın ve boğucu ve geniş daire-i âfâkında ve fennin en geniş perdelerinde Asâ-yı Mûsâ’daki Meyvenin Altıncı Meselesi ve Birinci ve İkinci, Üçüncü ve Sekizinci Hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti dağıtıp nur-u tevhidi göstermiş. Elbette bizlere lâzım ve millete elzemdir ki, şimdi resmen izin verilen din tedrisatı için hususî dershaneler açılmasına ve izin verilmesine binaen, Nur şakirtleri, mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dershane-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir meselesini tam anlamaz. Hem iman hakikatlerinin izahı olduğu için, hem ilim, hem mârifetullah, hem ibadettir. Eski medreselerde beş on seneye mukabil, inşaallah Nur medreseleri, beş on haftada aynı neticeyi temin edecek ve yirmi senedir ediyor.

Ve hem hükûmet ve millet ve vatan, hem hayat-ı dünyeviyesine ve siyasiyesine ve uhreviyesine pek çok fâidesi bulunan bu Kur’ân lemeatlarına ve dellâlı bulunan Risale-i Nur’a değil ilişmek, tamamıyla terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki, geçen dehşetli günahlara kefaret ve gelecek müthiş belâlara ve anarşistliğe bir sed olabilsin.

Kardeşlerim,

Merak etmeyiniz ve Nurun fevkalâde perde altındaki fütuhatına kanaat ediniz. Şimdiye kadar hiçbir eserin böyle ağır şerait altında bu derece tesirli intişarını tarih göstermiyor.

Hem tam serbestiyet verilmemesinin sebebi ve hikmeti: Nurların fevkalâde kuvvetinden korkuyorlar. Belki sarsıntı verecek diye, tam takdir ve kabul etmekle beraber, şimdilik resmen intişarından telâş ettiklerini, Diyanet Reisi büyük reisle görüşmesinden haber alınmış. Eski gibi hücum yok; belki musalâha istiyorlar. Fakat Nurlar lehinde kuvvetli cereyanlar, inşaallah o telâşı, iştiyakla resmen neşrine çevirecek. Hem çok enaniyetliler, eserlerini terviç etmek için, Nurların meydana çıkmalarına kıskanmak damarıyla taraftar olmuyorlar.

Salisen: Risale-i Nur, hacılarla hariç âlem-i İslâma yayılıyor, kendi kendini lâyık ellere yetiştiriyor. Ve Şam’a el yazısı ile gönderdiğimiz Asâ-yı Mûsâ ve Zülfikar’ı heyet-i ilmiye on beş gün tetkik etmiş, tam takdir etmelerine alâmet olarak demişler: “Biz bunu mecmualar halinde kısım kısım tab edelim, hem bunu birden tab etmeye çok para lâzım.”
Said Nursî

Lügatler :
alâmet : belirti, işaret
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
binaen : dayanarak
cereyan : akım, hareket
daire-i âfâk : çok büyük ve geniş daire
dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
dellâl : duyurucu, ilân edici
dershane-i Nuriye : Risale-i Nur’un okunduğu yerler
Diyanet Reisi : Diyanet İşleri Başkanı
elzem : çok gerekli
enaniyetli : bencil, gururlu
fütuhat : fetihler, zaferler, başarılar
gaflet : duyarsızlık, âhirete ve Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli
galebe etmek : üstün gelmek
hakikat : bir şeyin gerçek mahiyeti, gerçek, doğru
hariç : dış
hayat-ı dünyeviye ve siyasiye ve uhreviye : dünya hayatı, siyasî hayat ve âhiret hayatı
hazine-i Kur'âniye : Kur’ân hazinesi
heyet-i ilmiye : ilmi heyet
hikmet : gaye, sebep, sır
hissiyat : duygular, hisler
hususî : özel
hüccet : kanıt, delil
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
intişar : yayılma
iştiyak : arzu, istek
izah : açıklama
kanaat etme : razı olma, yetinme
kefaret : günahın bağışlanmasına vesile olan şey
lehinde : tarafında
lemeat : parıltılar
marifetullah : Allahı bilme ve tanıma
mecmua : kitap
me'haz : kaynak
merci : başvurulacak, sığınılacak yer
Meyve : Meyve Risalesi; On Birinci Şua
mu’cize-i ekber : en büyük mu’cize
mu’cize-i kübrâ : büyük mu’cize
mu’cize-i mâneviye : mânevî mu’cize
muannid : inatçı, inanmamakta direnen
mukabil : karşılık, denk gelen
musalâha : barışma
müthiş : dehşet veren, korkutan
neşr : yazma, yayımlama
nuru tevhid : her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu gösteren nur, aydınlık
salisen : üçüncü olarak
saniyen : ikinci olarak
sed : engel
serbestiyet : serbestlik
şakirt : talebe, öğrenci
şerait : şartlar
tab etmek : yazmak, basmak
takdir : birşeyin değerini anlama ve ilân etme
tedrisat : eğitim ve öğretim kurumları
temin etme : sağlama
tenvir etme : aydınlatma, ışıklandırma
terviç : bir düşünceyi tutma, destekleme
tetkik etmek : incelemek
zındık : dinsiz
Zülfikar : Risale-i Nur’dan Kur’ân ve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mu’cizelerine dair bahislerin toplandığı eser
 
K

kordon

Misafir
Arapça dışındaki ezan çok zararlıdır
10 Haziran 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur Dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
Mühim bir sual: Bazı ehl-i tahkik derler ki: “Elfâz-ı Kur’âniye ve zikriye ve sair tesbihlerin herbiri müteaddit cihetlerle insanın letâif-i mâneviyesini tenvir eder, mânevî gıda verir. Mânâları bilinmezse, yalnız lâfız ifade etmiyor, kâfi gelmiyor. Lâfız bir libastır; değiştirilse, her taife kendi lisanıyla o mânâlara elfaz giydirse, daha nâfi olmaz mı?”
Elcevap: Elfâz-ı Kur’âniye ve tesbihât-ı Nebeviyenin lâfızları câmid libas değil, cesedin hayattar cildi gibidir; belki mürur-u zamanla cilt olmuştur. Libas değiştirilir; fakat cilt değişse vücuda zarardır. Belki namazda ve ezandaki gibi elfâz-ı mübarekeler, mânâ-yı örfîlerine alem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise değiştirilmez.
Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim bir hâleti çok defa tetkik ettim, gördüm ki, o hâlet hakikattir. O hâlet şudur ki:
Sûre-i İhlâsı Arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum.1Gördüm ki, bendeki mânevî duyguların bir kısmı, birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur. Ve kuvve-i müfekkire gibi bir kısım dahi, bir zaman mânâ tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve kalb gibi bir kısım, mânevî bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini alır, o da sükût eder.
Ve hâkezâ, git gide, o tekrarda yalnız bir kısım letâif kalır ki, pek geç usanıyor; devam eder, daha mânâya ve tetkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi ona zarar vermiyor. Lâfız ve lâfz-ı müşebbi’ olduğu bir meâl-i icmâlî ile ve isim ve alem bulundukları mânâ-yı örfî onlara kâfi geliyor. Eğer mânâyı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir.
Ve o devam eden lâtifeler, taallüme ve tefehhüme muhtaç değiller; belki tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cilt hükmündeki lâfızları onlara kâfi geliyor ve mânâ vazifesini görüyorlar. Ve bilhassa o Arabî lâfızlar ile, kelâmullah ve tekellüm-i İlâhî olduğunu tahattur etmekle, daimî bir feyze medardır.
İşte, kendim tecrübe ettiğim şu hâlet gösteriyor ki, ezan gibi ve namazın tesbihâtı gibi ve her vakit tekrar edilen Fâtiha ve Sûre-i İhlâs gibi hakaikleri başka lisanla ifade etmek çok zararlıdır. Çünkü, menba-ı daimî olan elfâz-ı İlâhiye ve Nebeviye kaybolduktan sonra, o daimî letâifin daimî hisseleri de kaybolur. Hem her harfin lâakal on sevabı zayi olması; ve huzur-u daimî bütün namazda herkes için devam etmediğinden, gaflet içinde, tercüme vasıtasıyla insanların tabirâtı ruha zulmet vermesi gibi zararlar olur.
Evet, nasıl İmam-ı Âzam demiş: “لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ tevhide alem ve isimdir.” Biz de deriz:
Kelimât-ı tesbihiye ve zikriyenin, hususan ezanda ve namazda olanların ekseriyet-i mutlakası, alem ve isim hükmüne geçmişler. Alem gibi, mânâ-yı lügavîsinden ziyade, mânâ-yı örfî-i şer’îsine bakılır. Öyle ise değişmeleri şer’an mümkün değildir. Her mü’mine bilmesi lâzım olan mücmel mânâları, yani muhtasar bir meâli ise, en âmi bir adam dahi çabuk öğrenir. Bütün ömrünü İslâmiyetle geçiren ve kafasını binler mâlâyâniyatla dolduran adamlar, bir iki haftada, hayat-ı ebediyesinin anahtarı olan şu kelimât-ı mübarekenin meâl-i icmâlîsini öğrenmemesine nasıl mazur olabilirler, nasıl Müslüman olurlar, nasıl “akıllı adam” denilirler? Ve öyle heriflerin tembelliklerinin hatırı için o nur menbalarının mahfazalarını bozmak kâr-ı akıl değildir.
Hem سُبْحَانَ اللهِ diyen, hangi milletten olursa olsun, Cenâb-ı Hakkı takdis ettiğini anlar. İşte bu kadar kâfi gelmez mi? Eğer mânâsına kendi lisanıyla müteveccih olsa, akıl noktasında bir defa taallüm eder. Halbuki günde yüz defa tekrar eder. O yüz defa, aklın hisse-i taallümünden başka, lâfızdan ve lâfza sirayet eden ve imtizaç eden meâl-i icmâlî, çok nurlara ve feyizlere medardır. Bahusus, tekellüm-ü İlâhî haysiyetiyle aldığı kudsiyet ve o kudsiyetten gelen feyizler ve nurlar çok ehemmiyetlidir.
Elhasıl: Zaruriyât-ı diniye mahfazaları olan elfâz-ı kudsiye-i İlâhiyenin yerine hiçbir şey ikame edilemez ve yerlerini tutamaz ve vazifelerini göremez. Ve muvakkat ifade etseler de, daimî, ulvî, kudsî ifade edemezler.
Amma nazariyât-ı diniyenin mahfazaları olan elfazlar ise, değiştirilmeye lüzum kalmaz. Çünkü nasihatle ve sair tedris ve talim ve vaazla o ihtiyaç mündefi’ olur.
Elhasıl, lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabînin câmiiyeti ve elfâz-ı Kur’âniyenin i’câzı öyle bir tarzdadır ki, kabil-i tercüme değildir, belki “muhaldir” diyebilirim. Kimin şüphesi varsa, i’câza dair Yirmi Beşinci Söze müracaat etsin. Tercüme dedikleri şeyler ise, gayet muhtasar ve nâkıs bir mealdir. Böyle meal nerede; hayattar, çok cihetlerle teşa’ub etmiş âyâtın hakikî mânâları nerede? ( Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
alem : özel isim
câmid : cansız
cihet : yön, taraf
ehl-i tahkik : gerçeği delilleriyle araştıran âlimler
elfaz : lâfızlar, sözler
elfâz-ı Kur’âniye : Kur’ân’daki ifadeler, sözler
elfâz-ı mübareke : mübarek lâfızlar, hayırlı ifadeler
esbab : sebepler
gaflet : umursamazlık, vurdumduymazlık
hâkezâ : bunun gibi
hâlet : durum, hâl
haşiye : dipnot
hayattar : canlı
içtihad : dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur’ân ve hadisten hüküm çıkarma
kâfi : yeterli
kuvve-i müfekkire : düşünme duygusu
lâfz : ifade, kelime
lâfz-ı müşebbi’ : doyurucu, tatmin edici söz
letâif : lâtifeler; insanın mânevî yapısındaki ince duygular
letâif-i mâneviye : mânevî duygular
libas : elbise
lisan : dil
mânâ : anlam
mânâ-yı örfî : bir şeyin halk arasında kullanılan mânâsı
mâni : engel
meâl-i icmâlî : özet açıklama
medar : dayanak noktası, kaynak
mefhum : anlam, kavram
misal : örnek
mürur-u zaman : zamanın geçmesi
müteaddit : çeşitli
müteveccih : yönelik, yönelmiş
nâfî : faydalı, yararlı
nam : isim
nefis : bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
sair : diğer, başka
Sûre-i İhlâs : İhlâs Sûresi, Kur’ân-ı Kerimin 112. sûresi
sükût : sessiz kalma, susma
taife : grup, topluluk
tenvir etme : aydınlatma, nurlandırma
tesbih : Allah’ı yüce şanına lâyık ifadelerle anma
tesbihât-ı Nebeviye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) Cenâb-ı Hakkı yüceltmek için kullandığı ifadeler, tesbihler
tetkik etme : inceleme, araştırma
tetkikat : incelemeler
vücud : varlık, var oluş
 
K

kordon

Misafir
Hamiyetli Ahrarlar tahribatı tamir ediyor
11 Haziran 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Hem sizin, hem bu memleketin, hem âlem-i İslâmın mühim bayramlarının mukaddemesi olan, bu memlekette şeâir-i İslâmiyenin yeniden parlamasının bir müjdecisi olan ezan-ı Muhammedînin (a.s.m.) kemâl-i ferahla on binler minarelerde okunmasını tebrik ediyoruz.
Ve seksen küsur sene bir ibadet ömrünü kazandıran Ramazan-ı Şerifteki ibadet ve dualarınızın makbuliyetine âmin diyerek rahmet-i İlâhiyeden herbir gece-i Ramazan bir Leyle-i Kadir hükmünde sizlere sevap kazandırmasını niyaz ediyoruz. Bu Ramazan’da şiddetli zafiyet ve hastalığımdan tam çalışamadığıma sizlerden mânevî yardım rica ederim.
Saniyen: Benim son hayatımı Isparta havâlisinde geçirmek büyük bir arzumdur. Ve Nur Efesinin dediği gibi demiştim: “Isparta, taşıyla toprağıyla benim için mübarektir.” Hattâ yirmi beş seneden beri beni işkence ile tâzip eden eski hükûmete kalben ne vakit hiddet etmişsem, hiçbir zaman Isparta hükûmetine hiddet etmeyip, o mübarek vatandaki hükûmetin hatırı için ötekileri de unutuyordum. Hususan oradaki eski tahribatı tamirata başlayan hakikî vatanperverler olan Demokrat namında hamiyetli Ahrarlar, yani hürriyetperverler, Nur ve Nurcuları takdir etmelerine çok minnettarım. Onların muvaffakiyetine çok dua ediyorum. İnşaallah, o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar.
Salisen: Bayramdan bir miktar sonraya kadar burada kalmaklığımın bir sebebe binaen lüzumu var. Bir iki ay sonra Medresetü’z-Zehra erkânlarının kararıyla ve İstanbul ve Ankara üniversitelerindeki genç Said’lerin de muvafakatiyle nereyi benim için münasip görürseniz orayı kabul edeceğim. Madem hakikî vârislerim sizlersiniz ve şahsımdan bin derece ziyade dünyada vazifemi de görüyorsunuz. Bu hayat-ı fânideki son menzili sizin reyinize bırakıyorum.
Rabian: Hem tebriklerini, hem şiddetli alâkalarını gösteren Ahmed Nazif ve Ahmed Feyzi ve Halil İbrahim ve Hasan Atıf ve Bucak’ta ve Eflâni ve İstanul’daki Nurcuların mektuplarına benim bedelime sizler cevap verirseniz, sizleri tevkil ediyorum. (Emirdağ Lahikası, 13. Mektup)
Bediüzzaman Said Nursi
LÜGAT:
Ahrar : Hürriyetçiler
Âlem-İ İslâm : İslâm Dünyası
Âmin : “Allah’ım Kabul Eyle”
Aziz : Çok Değerli, İzzetli
Binaen : Dayanarak, Dolayı
Erkân : İleri Gelenler, Reisler
Ezan-I Muhammedî : Hz. Muhammed’in Tebliğ Ettiği Dinin Ezanı; Tevhidi İlân Etmek Amacıyla Yüksek Sesle Yapılan Kutsal Davet
Gece-İ Ramazan : Ramazan Gecesi
Hakikî : Asıl, Gerçek
Hamiyetli : Din Gibi Mukaddes Değerleri Ve Aile Ve Vatanı Koruma Duygusu Ve Gayreti İçinde Olan
Havâli : Civar, Etraf
Hayat-I Fâni : Geçici Hayat, Dünya Hayatı
Hiddet Etmek : Öfkelenmek, Kızmak
Hususan : Bilhassa, Özellikle
Hürriyet-İ Şer’iye : Dinî Hürriyet
Hürriyetperver : Hürriyetçi
İnşaallah : Allah’ın Dilemesiyle, İzniyle
İstibdad-I Mutlak : Tam Ve Sınırsız Bir Baskı, Mutlak Diktatörlük
Kemâl-İ Ferah : Mükemmel Bir Rahatlık, Tam Bir Huzur Ve Neşe
Makbuliyet : Kabul Edilmiş Olma
Menzil : Ev, Durak
Minnettar : Şükran Duyma
Mukaddeme : Başlangıç
Muvafakat : Müsaade, İzin
Muvaffakiyet : Başarı
Niyaz Etmek : Dua Etmek, Yalvarıp Yakarmak
Rahmet-İ İlâhiye : Allah’ın Herşeyi Kuşatan Sonsuz Rahmeti
Rey : Görüş, Oy
Salisen : Üçüncü Olarak
Saniyen : İkinci Olarak
Sıddık : Çok Doğru Ve Bağlı
Şeâir-İ İslâmiye : İslâma Sembol Olmuş İş Ve İbâdetler
Tahribat : Tahripler, Yıkıp Bozmalar
Takdir Etmek : Kıymet Bilmek, Değerlendirmek
Tamirat : Tamirler, Düzeltmeler
Tâzip Eden : Azap Veren, Cezalandıran
Vâris : Mirasçı
Vatanperver : Vatansever
Zafiyet : Zayıflık, Güçsüzlük, Dermansızlık
 
Felsefe ile din ilimleri birbiriyle barışmalı
14 Haziran 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
Reis-i Cumhura ve Başvekile,
Kabir kapısında ve seksen küsur yaşında, birkaç hastalıkla hasta bulunan ve ölüme kendini yakın gören bir biçare garip ihtiyar der ki:
Size iki hakikati beyan ediyorum:
Evvelâ: Sizlerin Pakistan ve Irak’la gayet muvaffakiyetkârâne ittifakını, bu millete kemâl-i samimiyetle, sürûr ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Bu ittifakınızı, inşaallah dört yüz milyon İslâmın sulh-u umumiyesine ve selâmet-i âmmenin teminine kat’î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim. Ve namaz tesbihatındaki kuvvetli bir ihtar ile bunu size yazmaya mecbur kaldım.
Otuz kırk seneden beri dünyayı ve siyaseti terk ettiğim halde, şiddetli bir alâka ile bu ihtar-ı kalbînin sebebi: Elli seneden beri imanı kurtarmak için gayet kısa bir yolu bulan ve Kur’ân’ın bu zamanda bir mu’cize-i mâneviyesi olan Risale-i Nur’un Arabistan ve Pakistan’da her yerden daha ziyade tesiratı olduğu ve makbul olması, hattâ aldığımız habere göre, mahkemece tesbit edilen miktarın üç misli Risale-i Nur’un talebelerinin o havalide bulunmalarıdır. Bu sır için âhir hayatımda kabir kapısında bu netice-i azîmeyi görmek ve beyan etmeye ruhen mecbur oldum.
Saniyen: Irkçılık fikri, Emevîler zamanında büyük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında “kulüpler” suretinde büyük zararı görülmesi ve Birinci Harb-i Umumîde yine ırkçılığın istimaliyle mübarek kardeş Arapların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve istirahat-i umumiye düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeye çalıştıklarına emareler görünüyor. Halbuki, menfî hareketle başkasının zararıyla beslenmek ırkçılığın seciye-i fıtrîsi olduğu halde, evvelâ başta Türk milleti dünyanın her tarafında Müslüman olduğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezc olmuş, kabil-i tefrik değil. Türk, Müslüman demektir. Hattâ Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar. Türk gibi Araplarda da Araplık ve Arap milliyeti İslâmiyetle mezc olmuş ve olmak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâmiyettir. O kâfidir. Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir.
Sizin bu defaki Irak ve Pakistan’la pek kıymettar ittifakınız, inşaallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def edecek ve dört beş milyon ırkçıların yerine, dört yüz milyon kardeş Müslümanları ve sekiz yüz milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hıristiyan ve sâir dinler sahiplerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağına ruhuma kanaat geldiğinden, size beyan ediyorum.
Salisen: Altmış beş sene evvel bir vali bana bir gazete okudu. Bir dinsiz müstemlekât nâzırı Kur’ân’ı elinde tutup konferans vermiş. Demiş ki: “Bu İslâmların elinde kaldıkça, biz onlara hakikî hâkim olamayız, tahakkümümüz altında tutamayız. Ya Kur’ân’ı sukut ettirmeliyiz veyahut Müslümanları ondan soğutmalıyız.”
İşte bu iki fikirle, dehşetli ifsat komitesi bu biçare fedakâr, mâsum, hamiyetkâr millete zarar vermeye çalışmışlar. Ben de, altmış beş sene evvel bu cereyana karşı, Kur’ân-ı Hakîm’den istimdat eyledim. Hakikate karşı kısa bir yol ve bir de pek büyük bir “Dârülfünun-u İslâmiye” tasavvuru ile, altmış beş senedir, âhiretimizi kurtarmak ve onun bir fâidesi olarak hayat-ı dünyeviyemizi de istibdad ı mutlaktan ve dalâletin helâketinden kurtarmaya ve akvam-ı İslâmiyenin mâbeynindeki uhuvvetini inkişaf ettirmeye iki vesileyi bulduk.
Birinci vesilesi: Risale-i Nur’dur ki, uhuvvet-i imaniyenin inkişafına kuvvet-i iman ile hizmet ettiğine kat’î delil, emsalsiz bir mazlumiyet ve âcizlik hâletinde telif edilmesi ve şimdi âlem-i İslâmın ekseri yerlerinde ve Avrupa ve Amerika’ya da tesirini göstermesi ve ihtilâlcilere ve dinsiz felsefeye ve otuz seneden beri dehşetli bir surette maddiyun ve tabiiyun gibi dinsizlik fikrine karşı galebe çalması ve hiçbir mahkeme ve ehl-i vukuf dahi onları cerh edememesidir. İnşaallah bir zaman da, sizin gibi uhuvvet-i İslâmiyenin anahtarını bulan zatlar, bu mu’cize-i Kur’âniyenin cilvesini âlem-i İslâma işittireceksiniz.
İkinci vesilesi: Altmış beş sene evvel Câmiü’l-Ezhere gitmek istiyordum. Âlem i İslâmın medresesidir diye, ben de o mübarek medresede bir ders almaya niyet ettim. Fakat kısmet olmadı. Cenâb-ı Hak rahmetiyle bir fikir ruhuma verdi ki:
Câmiü’l-Ezher Afrika’da bir medrese-i umumiye olduğu gibi, Asya Afrika’dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir darülfünun, bir İslâm üniversitesi Asya’da lâzımdır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık ifsat etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile
“Ancak mü’minler kardeştirler.” (Hucurât Sûresi, 49:10.) Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar olsun. Ve felsefe fünunu ile ulûm-u diniye birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikiyle tam musalâha etsin. Ve Anadolu’daki ehl-i mektep ve ehl-i medrese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin diye, vilâyât-ı şarkiyenin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem İran, hem Kafkas, hem Türkistan’ın ortasında, Medresetü’z-Zehra mânâsında, Câmiü’l-Ezher üslûbunda bir darülfünun, hem mektep, hem medrese olarak bir üniversite için, tam elli beş senedir Risale-i Nur’un hakaikine çalıştığım gibi ona da çalışmışım. En evvel bunun kıymetini (Allah rahmet etsin) Sultan Reşad takdir edip yalnız binasını yapmak için yirmi bin altın lira verdiği gibi, sonra ben eski Harb-i Umumîdeki esaretimden döndüğüm vakit, Ankara’da mevcut iki yüz meb’ustan yüz altmış üç meb’usun imzası ile yüz elli bin lira, o zaman paranın kıymetli vaktinde, aynı o üniversite için vermeyi kabul ve imza ettiler. Mustafa Kemal de içinde idi. Demek, şimdiki para ile beş milyon liraya yakın bir tahsisat vermekle, tâ o zamanda böyle kıymetdar bir üniversitenin tesisine herşeyden ziyade ehemmiyet verdiler. Hattâ dinde çok lâkayt ve garplılaşmak ve an’anattan tecerrüd etmek taraftarı bulunan bir kısım meb’uslar dahi onu imza ettiler. Yalnız onlardan ikisi dediler ki:
“Biz şimdi ulûm-u an’ane ve ulûm-u diniyeden ziyade garplılaşmaya ve medeniyete muhtacız.”
Ben de cevaben dedim:
Siz, farz-ı muhal olarak, hiçbir cihette ihtiyaç olmasa da, ekser enbiyanın Asya’da, şarkta zuhuru ve ekser hükemanın ve feylesofların garpta gelmelerinin delâletiyle Asya’yı hakikî terakki ettirecek, fen ve felsefenin tesiratından ziyade hiss-i dinî olduğu halde, bu fıtrî kanunu nazara almayarak garplılaşmak namıyla an’ane-i İslâmiyeyi bıraksanız ve lâdinî bir esas yapsanız dahi, dört beş büyük milletlerin merkezinde olan vilâyat-ı şarkiyede millet, vatan selâmeti için dine, İslâmiyetin hakaikine kat’iyen tarafdar olmak, size lâzım ve elzemdir. Binler misallerinden bir küçük misal size söyleyeceğim:
Ben Van’da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: “Türkler İslâmiyete çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?” dedim.
Dedi: “Ben Müslüman bir Türkü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü tam imana hizmet ediyorlar.”
Bir zaman geçti, (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul’da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksülâmel ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: “Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa bir Kürdü salih bir Türke tercih ediyorum.”
Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki, Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur.
Ey sual soran meb’uslar! Şarkta beş milyona yakın Kürt var. Yüz milyona yakın İranlı ve Hintliler var. Yetmiş milyon Arap var. Kırk milyon Kafkas var. Acaba birbirine komşu, kardeş ve birbirine muhtaç olan bu kardeşlere, bu talebenin Van’daki medreseden aldığı ders-i dinî mi daha lâzım? Veyahut o milletleri karıştıracak ve ırktaşlarından başka düşünmeyen ve uhuvvet-i İslâmiyeyi tanımayan, sırf ulûm-u felsefeyi okumak ve İslâmî ilimleri nazara almamak olan o merhum talebenin ikinci hali mi daha iyidir? Sizden soruyorum.
İşte bu cevabımdan sonra, an’ane aleyhinde ve her cihetle garplılaşmak fikrini taşıyanlar, kalktılar, imza ettiler. İsimlerini söylemeyeceğim. Allah kusurlarını affetsin; şimdi vefat etmişler.
Râbian: Mâdem Reisicumhur gayet mühim mesâil-i siyasiye içinde Şark Üniversitesini en ehemmiyetli bir mesele yapıp hattâ harika bir tarzda altmış milyon liranın o üniversiteye sarfı için bir kanun çıkarmak derecesinde fevkalâde bir hizmetle medresenin medâr-ı iftiharı ve kendisine büyük bir şeref verdiren bu medrese-i İslâmiyeye, eski hocalık hissiyatıyla başlaması, bütün şark hocalarını minnettar etmiş. Ve şimdi orta şarkta sulh-u umumînin temel taşı ve birinci kalesi olan bu üniversiteyi yine mesâil-i azîme-yi siyasiye içinde yeniden nazara alması, elbette bu vatan, bu devlete, bu millete bu azîm, fâideli hizmeti netice verecek. Ulûm-u diniye o üniversitede esas olacak. Çünkü hariçteki kuvvet tahribatı mânevîdir, imansızlıkladır. O mânevî tahribata karşı atom bombası, ancak mânevî cihetinde mâneviyattan kuvvet alıp o tahribatı durdurabilir.
Mâdem elli beş sene bu meseleye bütün hayatını sarf etmiş ve bütün dekaikiyle ve neticeleriyle tetkik etmiş bir adamın bu meselede reyini almak ve fikrini sormak lâzım gelirken, Amerika’da, Avrupa’da bu meseleye dair istişareye kendinizi mecbur bildiğinizden, elbette benim de bu meselede söz söylemeye hakkım var. Hamiyetkâr olan bütün bir millet namına sizden bekliyoruz. (Emirdağ Lahikası, 2. Cilt, 139. mektup)
Bediüzzaman S aid Nursi
LÜGAT:
Âhir Hayat : Hayatın Sonu
Beyan Etmek : Açıklamak
Emare : Belirti, İz
Hakikî : Asıl, Gerçek
Havali : Çevre, Yöre
İhtar-I Kalbî : Kalbe Gelen Uyarı, İkaz
İstimal : Kullanma
İstirahat-İ Umumiye : Herkesi İçine Alan Rahatlık, Huzur
İttifak : Birleşme, Birlik
Kabil-İ Tefrik : Ayrılabilir Olma, Ayrılması Mümkün
Kıymettar : Kıymetli, Değerli
Makbul Olma : Kabul Görme
Menfî : Olumsuz, Karşıt
Mezc Olmak : Karışmak, Bütünleşmek
Misl : Kat, Derece
Mu’cize-İ Mâneviye : Mânevî Mu’cize; Benzerini Yapma Hususunda Başkalarını Âciz Ve Hayrette Bırakan Olağanüstü Mânâ
Mücahid : Cihad Eden
Müsalemet-İ Umumiye : Umumî Barış Ortamı; Herkesi İçine Alan Barış Ve Huzur
Müstemlekât Nâzırı : Sömürgeler Bakanı
Netice-İ Azîme : Büyük Netice
Sâir : Diğer
Salisen : Üçüncü Olarak
Saniyen : İkinci Olarak
Seciye-İ Fıtrî : Doğal, Yaratılıştan Gelen Özellik, Karakter
Sukut Ettirmek : Düşürmek, Hükümsüz Kılmak
Sulh : Barış
Suret : Biçim, Şekil
Tahakküm : Baskı, Zorbalık
Tehlike-İ Azîm : Büyük Tehlike
Tesirat : Tesirler, Etkiler
Uhuvvet-İ İslâmiye : İslâm Kardeşliği
Âcizlik : Güçsüzlük
Âhiret : Öldükten Sonra Sonsuza Kadar Devam Edecek Olan Hayat
Akvam-I İslâmiye : Müslüman Kavimler, Milletler
Âlem-İ İslâm : İslâm Dünyası
Biçare : Çaresiz
Cenâb-I Hak : Hakkın Ta Kendisi Olan Sonsuz Şeref Ve Yücelik Sahibi Allah
Cereyan : Akım, Hareket
Cerh Etmek : Yaralamak, Çürütmek
Cilve : Görüntü, Akis
Dalâlet : Hak Yoldan Ayrılma, Sapkınlık
Darülfünun : Üniversite
Dârülfünun-U İslâmiye : İslâmî Üniversite
Ehl-İ Vukuf : Bilirkişi
Ekser : Çoğunluk
Emsalsiz : Benzersiz
Hakikat : Doğru, Gerçek
Hâlet : Durum, Hâl
Hamiyetkâr : Din, Aile Ve Vatan Gibi Değerleri Koruma Duygusu Ve Gayreti İçinde Olan
Hayat-I Dünyeviye : Dünya Hayatı
Helâket : Mahvolma, Yok Oluş
İfsat Etmek : Karıştırma, Karışıklık Çıkarma
İfsat Komitesi : Bozgunculuk Çıkaran Grup
İhtilâlci : Ayaklanan, Karışıklık Çıkaran
İnkişaf : Açığa Çıkma, Açılma, Gelişme
İnşaallah : Allah Dilerse, İzin Verirse
İstibdad-I Mutlak : Sınırsız Baskı Ve Zulüm
İstimdat Eylemek : Yardım Dilemek
Kafkas : Kafkaslar’da Yaşayan Topluluk
Kat’î : Kesin
Kudsî : Mukaddes, Kutsal
Kur’ân-I Hakîm : Her Âyet Ve Sûresinde Sayısız Hikmet Ve Faydalar Bulunan Kur’ân
Kuvvet-İ İman : İman Gücü
Mâbeyn : Ara
Maddiyun : Materyalistler; Her Şeyi Madde İle Açıklamaya Çalışanlar
Mazlumiyet : Zulme Uğramışlık
Medrese-İ Umumiye : Herkese Açık Olan Medrese, Okul
Menfi : Olumsuz, Karşıt
Milliyet-İ Hakikiye : Gerçek Millet, Hakiki Milliyet
Mu’cize-İ Kur’âniye : Kur’ân’ın Mu’cizesi
Müsbet : Olumlu
Rahmet : İlâhî Şefkat Ve Merhamet
Suret : Biçim, Şekil
Tabiiyun : Tabiatı Yaratıcı Olarak Kabul Edenler, Materyalistler
Tasavvur : Düşünce, Hayal
Telif Edilmek : Yazılmak
Uhuvvet : Kardeşlik
Uhuvvet-İ İmaniye : İmandan Gelen Kardeşlik
Uhuvvet-İ İslâmiye : İslâm Kardeşliği
Umumî : Genel
An’anat : Gelenekler
Cevaben : Cevap Olarak
Darülfünun : Üniversite
Delâlet : Delil Olma, Gösterme
Ehl-İ Medrese : Medresede İlim Öğrenen Ve Öğretenler
Ehl-İ Mektep : Okulda İlim Öğrenen Ve Öğretenler
Ekser : Çoğunluk, Pekçok
Enbiya : Nebiler, Peygamberler
Esaret : Esirlik
Farz-I Muhal : Varsayım
Feylesof : Filozof; Felsefeci
Fıtrî : Doğal, Yaratılıştan Gelen
Fünun : Fenler, İlimler
Garp : Batı
Garplılaşmak : Batılılaşmak
Hakaik : Hakikatler, Esaslar
Hakikî : Gerçek
Hindistan :
Hiss-İ Dinî : Dinî His
Hükemâ : Felsefeciler, Filozoflar
İnkişaf : Açığa Çıkma, Açılma, Gelişme
İttifak Etmek : Birleşmek
Kanun-U Esasî : Temel Kanun, Esas Prensip, Anayasa
Kıymetdar : Kıymetli, Değerli
Lâkayt : Duyarsız, İlgisiz
Mazhar Olmak : Erişmek, Nail Olmak
Meb’us : Milletvekili
Musalâha Etmek : Barışmak
Nazara Almak : Dikkate Almak
Şark : Doğu
Tahsisat : Tahsis Edilen Şeyler; Belli Bir Şey İçin Ayrılan Para, Ödenek
Tecerrüd Etme : Soyutlanma, Sıyrılma
Terakki Ettirme : Yükseltme, Yüceltme
Tesirat : Tesirler, Etkiler
Tesis : Kurma, Yerleştirme
Ulûm-U An’ane : Geleneksel İlimler
Ulûm-U Diniye : Dinî İlimler
Vilâyât-I Şarkiye : Doğu İlleri
Zuhur : Belirme, Görünme
Aksülâmel : Ters Tepki
Alâkadar : Alâkalı, İlgili
An’ane : Gelenek
An’ane-İ İslâmiye : İslâmî Gelenek
Ders-İ Dinî : Din Dersi
Elzem : Çok Gerekli
Esaret : Esirlik
Fâsık : Günahkâr
Garplılaşmak : Batılılaşmak
Hakaik : Hakikatler, Esaslar
Hamiyet : Din, Aile Ve Vatan Gibi Değerleri Koruma Duygusu Ve Gayreti İçinde Olma
Hissiyat : Duygular, Hisler
Irktaş : Aynı Irktan Olan
Lâdinî : Dinsiz
Meb’us : Milletvekili
Medâr-I İftihar : İftihar Sebebi
Medrese-İ İslâmiye : İslâmî Medrese
Mesâil-İ Siyasiye : Siyasî Konular
Meslek : Gidilen Yol, Metot
Millet-İ İslâmiye : İslâm Milleti; Müslümanlar
Minnettar Etmek : Mânen Borçlu Kılmak
Misal : Örnek
Muallim : Öğretmen
Nazara Almak : Dikkate Almak
Râbian : Dördüncü Olarak
Reisicumhur : Cumhurbaşkanı
Salih : Dinin Emir Ve Yasaklarına Uygun Hareket Eden, Allah’ın Sevgili Kulu
Selâmet : Esenlik, Güven
Sulh-U Umumî : Genel Barış; Herkesi İçine Alan Barış, Huzur
Şark Üniversitesi : Doğu Üniversitesi
Şark : Doğu
Uhuvvet-İ İslâmiye : İslâm Kardeşliği
Ulûm-U Felsefe : Felsefe İlimleri
Vilâyat-I Şarkiye : Doğu İlleri
Alâmet : Belirti, İşaret
Azîm : Büyük
Aziz : Çok Değerli, İzzetli
Beyan Etmek : Açıklamak
Binaen : Dayanarak
Dekaik : İncelikler
Ekser : Çoğunluk
Hakikî : Gerçek, Asıl
Hâlet : Durum, Hâl
Hâlis : İçten, Katıksız, Samimî
Hamiyetkâr : Din, Aile Ve Vatan Gibi Değerleri Koruma Duygusu Ve Gayreti İçinde Olan
Hariç : Dış
Hizmet-İ Kur’âniye : Kur’ân Hizmeti
İfşa Etmek : Duyurmak, Bildirmek
İnayet-İ İlâhiye : Allah’ın Yardım Ve Şefkati
İstişare : Fikir Sorma, Danışma
Kelimat : Kelimeler
Men : Yasaklama
Mesâil-İ Azîme-Yi Siyasiye : Siyasete Ait Büyük Meseleler
Metanetli : Dayanıklı, Metîn
Muhlis : Samimî, İhlâslı; İbadet Ve Davranışlarda Sadece Allah’ın Rızasını Gözeten
Nazara Almak : Dikkate Almak
Niyaz Etmek : Dua Etmek, Yalvarıp Yakarmak
Rahmet : İlâhî Şefkat Ve Merhamet
Rahmet-İ İlâhiye : Allah’ın Her Şeyi Kuşatan Sonsuz Rahmeti
Rey : Oy
Sıddık : Çok Doğru Ve Bağlı
Şekvâ : Şikâyet
Tahammül : Dayanma, Katlanma
Tahribat : Tahripler, Yıkıp Bozmalar
Tamam-I Vazife : Görevin Son Bulması
Tazammun Eden : İçine Alan
Tesemmüm : Zehirlenme
Tetkik Etmek : İncelemek, Derinliğine Araştırmak
Ulûm-U Diniye : Dinî İlimler
Vehim : Kuşku, Kuruntu
Zahirî : Dış Görünüşte Olan
 

topraktoprak

Well-known member
Cevap:Tahribatları Risale-i Nur tamir ediyor

Bismillahirrahmanirrahim
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bugünlerde, Kur’ân-ı Hakîmin nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih esaslarını düşündüm.
Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek;
ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır.
Her zaman def-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş.
Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır.
Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur.
Böyle kebair-i azîme içinde amel-i salihin ihlâsla muvaffakiyeti pek azdır.
Hem, az bir amel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.
Hem, takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünkü, bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var.
Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta, niyetle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla menfî ibadetten gelen ehemmiyetli a’mâl-i salihadır.
Risale-i Nur şakirtlerinin, bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvâyı esas tutup davranmak gerektir.
Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtiamiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takvayla ve niyet-i içtinabla yüzer amel-i sâlih işlenmiş hükmündedir. Malûmdur ki, bir adamın bir günde harap ettiği bir sarayı, yirmi adam, yirmi günde yapamaz ve bir adamın tahribatına karşı yirmi adam çalışmak lâzım gelirken;
şimdi, binler tahribatçıya mukabil, Risale-i Nur gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve tesiratı pek harikadır. Eğer bu iki mütekabil kuvvetler bir seviyede olsaydı, onun tamirinde mu’cizevâri muvaffakiyet ve fütuhat görülecekti. (Kastamonu Lahikası)
Bediüzzaman Said Nursi
LÜGAT:
A’mâl-İ Saliha : Dince Makbul Olan İyi, Güzel Ve Faydalı İş
Amel : İş; Dinin Emirlerini Yapma
Amel-İ Sâlih : Dince Makbul Olan İyi, Güzel Ve Faydalı İş
Aziz : Çok Değerli, İzzetli, Saygın
Biçare : Çaresiz
Cenâb-I Hak : Hakkın Ta Kendisi Olan Sonsuz Şeref Ve Yücelik Sahibi Allah
Dehşetli : Korkutucu, Ürkütücü
Düstur : Kural, Prensip
Elîm : Acı Veren, Üzücü
Ezcümle : Bu Cümleden, Meselâ
Fesad : Bozukluk, Karışıklık
Fütuhat : Fetihler, Zaferler
Hâdisât : Olaylar
Hayat-I İçtimaiye : Toplumsal Hayat
Hürmet : Saygı
İçtinab : Kaçınma, Sakınma
İfsad : Bozma, Fesada Uğratma
İhlâs : İbadet Ve Davranışlarda Sadece Allah Rızasını Gözetme; Samimiyet
İnşaallah : Allah Dilerse, İzin Verirse
İştirâk-İ A’mâl-İ Uhrevî : Âhirete Âit İşlerde Mânen Ortak Olma
Kast : Amaç, Hedef
Kebire : Büyük günah
Malûm : Bilinen
Medar : Dayanak, Sebep, Vesile
Menfî : Olumsuz
Merhamet : Acıma, Şefkat Etme
Mu’cizevâri : Mu’cize Gibi
Mukabil : Karşılık
Mukavemet : Karşı Gelme, Direnç
Muvaffakiyet : Başarı
Mücahede : Cihad Etme, Mücadele
Mütekabil : Karşılıklı
Nam : Ad
Niyet-İ İçtinab : Kaçınma, Sakınma Niyeti
Peder : Baba
Sedd-İ Kur’ânî : Kur’ân Seddi
Şakirt : Talebe, Öğrenci
Şeriat-I Muhammediye : Hz. Muhammed’in (A.S.M.) Getirdiği Din; İlâhî Kanun Ve Hükümler
Şükür : Nimetlere Karşı Memnunluk Gösterme, Allah’a Teşekkür Etme
Tahribat : Tahripler, Yıkıp Bozmalar
Takvâ : Allah’tan Korkup Emir Ve Yasaklarına Titizlikle Uyma
Tarz-I Hayat-I İçtimaiye : Sosyal Hayat Tarzı, Biçimi
Tehâcüm : Hücum Etme, Saldırı
Tesirat : Tesirler, Etkiler
Tezelzül : Sarsıntı
Vâcip : Dinî Bakımdan Yapılması Şart Ve Kesin Olan Emir
Valide : Anne
Zaman-I Sahabe : Sahabelerin Zamanı
Zulmet : Karanlık
 

ayvazoðlugýda

Active member
Berat Kandilinde insanlığın kaderi yazılır
15 Temmuz 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
Aziz, sıddık kardeşlerim, bu medrese-i Yusufiyede ders arkadaşlarım,
Bu gelen gece olan Leyle-i Berat,
bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde
ve mukadderat-ı beşeriyenin programı nev’inden olması cihetiyle,
Leyle-i Kadrin kudsiyetindedir.
Herbir hasenenin Leyle-i Kadirde otuz bin olduğu gibi,
bu Leyle-i Beratta herbir amel-i salihin ve herbir harf-i Kur’ân’ın sevabı yirmi bine çıkar.
Sair vakitte on ise, şuhûr-u selâsede yüze ve bine çıkar.
Ve bu kudsî leyâli-i meşhurede on binler, yirmi bin veya otuz binlere çıkar.
Bu geceler elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için, elden geldiği kadar Kur’ân’la ve istiğfar ve salâvatla meşgul olmak büyük bir kârdır. (Şualar)
Said Nursî
SÖZLÜK:
Amel-i salih : Allah için yapılan iyi işler
Hasene : sevap, iyilik
İstiğfar : af dileme, tevbe
Kudsiyet : kutsal oluş, kutsallık
Leyâli-i meşhûre : meşhûr, mübârek geceler
Leyle-i Berat : Berat Gecesi; hicrî ayların sekizincisi olan Şaban ayının on beşinci gecesi
Leyle-i Kadir : Kadir Gecesi; Kur’ân’ın dünya semâsına indirildiği gece
Medrese-i Yusufiye : Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane
Mukadderat-ı beşeriye : insanlığın kaderi; Allah tarafından insanlık için takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar
Şuhûr-u selâse : üç aylar; Receb, Şaban ve Ramazan ayları
 

ayvazoðlugýda

Active member
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 9.19.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Büyük Müdafaatından Parçalar(Devamı)
Elhasıl, madem biz ehl-i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz; onlar da bizim âhiretimize ve imanî hizmetimize bu derece ilişmesinler.

Evet, biz bir cemaatiz. Hedefimiz ve programımız, evvelâ kendimizi, sonra milletimizi idam-ı ebedîden ve daimî, berzahî haps-i münferitten kurtarmak ve vatandaşlarımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhâya vesile olan zındıkaya karşı Risale-i Nur’un çelik gibi hakikatleriyle kendimizi muhafazadır...

Ben, sizin bana vereceğiniz en ağır cezanıza da beş para vermem ve hiç ehemmiyeti yok. Çünkü ben kabir kapısında, yetmiş beş yaşındayım. Böyle mazlum ve mâsum bir iki sene hayatı şehadet mertebesiyle değiştirmek, benim için büyük saadettir. Risale-i Nur’un binler hüccetleriyle kat’î imanım var ki, ölüm bizim için bir terhis tezkeresidir. Eğer zâhirî idam da olsa, bizim için bir saat zahmet, ebedî bir saadetin ve rahmetin anahtarı olur. Fakat, siz ey gizli düşmanlar ve zındıka hesabına adliyeyi şaşırtan ve hükümeti bizimle sebepsiz meşgul eden insafsızlar! Kat’î biliniz ve titreyiniz ki, siz idam-ı ebedî ile ebedî mahkûm oluyorsunuz. İntikamımız sizden pek çok muzaaf bir surette alınıyor görüyoruz. Hattâ size acıyoruz. Evet, bu şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm hakikatinin elbette hayattan ziyade bir istediği var. Ve onun idamından kurtulmak çaresi, insanların her meselesinin fevkinde en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac-ı zarurîsi ve kat’îsidir. Acaba, bu çareyi kendine bulan Risale-i Nur şakirtlerini ve o çareyi binler hüccetlerle bulduran Risale-i Nur’u âdi bahanelerle ittiham edenler ne kadar kendileri hakikat ve adalet nazarında müttehem oluyor, divaneler de anlar...


Lügatler :
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
anarşilik : hiçbir kayıt ve kural tanımama, kargaşa çıkarma
âsâyiş : emniyet, düzen
berzahî : kabir âlemine ait
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
daimî : devamlı, sürekli
divane : akılsız, deli
ebedî : sonu olmayan, sonsuz
ehemmiyetli : önemli
ehl-i dünya : dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
elhasıl : kısaca, özetle
enâniyet : kendini beğenme, benlik
evvelâ : ilk olarak
fevkinde : üstünde
feyz : mânevî gıda, lütuf
hakikat : gerçek, asıl ve esas
haps-i münferit : tek başına hapis, hücre hapsi
hodfuruşluk : kendi kendini beğenme
hüccet : güçlü delil, kanıt
idam : yok oluş
idam-ı ebedî : dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
ihtiyac-ı zarurî : zarurî ihtiyaçlar
imanî : imanla ilgili, imana dair
imhâ : yok etme
inâyet : Allah’ın yardım ve şefkati
ittiham etmek : suçlamak
kat’i : şüphesiz, kesin
mahviyet : tevazu, alçak gönüllülük
mâsum : günahsız, suçsuz
mazlum : zulme, haksızlığa uğrayan
mertebe : derece, makam
mezaristan : mezarlık
muvakkat : geçici
muzaaf : katmerli, kat kat
müttehem : ittiham olunan, kendisinden şüphe edilen
nazar : bakış, düşünce
nefs-i emmâre : hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan
saadet : mutluluk
suret : biçim, görünüş
şakirt : öğrenci, talebe
şehadet : şehitlik, Allah rızası yolunda hayatını feda etme
şöhretperestlik : şöhret düşkünlüğü
terhis tezkeresi : göreve son verme belgesi
zahirî : görünürde, dış görünüşte
zındıka : dinsizlik, inançsızlık
ziyade : fazla, çok


 

ayvazoðlugýda

Active member
OTUZ BİRİNCİ SÖZ MİRAC-I NEBEVİYEYE(A.S.M.)DAİRDİR
6.2.ON DOKUZUNCU VE OTUZ BİRİNCİ SÖZLERİN ZEYLİ(DEVAMI)
ŞAKK-I KAMER MU’CİZESİNE DÂİRDİR(A.S.M.)(DEVAMI)
ÜÇÜNCÜ NOKTA
Mu’cize, dâvâ-yı nübüvvetin ispatı için, münkirleri ikna etmek içindir, icbar için değildir. Öyle ise, dâvâ-yı nübüvveti işitenler için, ikna edecek bir derecede mu’cize göstermek lâzımdır. Sair taraflara göstermek veyahut icbar derecesinde bir bedâhetle izhar etmek, Hakîm-i Zülcelâlin hikmetine münâfi olduğu gibi, sırr-ı teklife dahi muhaliftir. Çünkü, akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak, sırr-ı teklif iktiza ediyor. Eğer Fâtır-ı Hakîm, inşikak-ı kameri, feylesofların hevesatına göre bütün âleme göstermek için bir iki saat öyle bıraksaydı ve beşerin umum tarihlerine geçseydi, o vakit sair hâdisât-ı semâviye gibi, ya dâvâ-yı nübüvvete delil olmazdı, risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) hususiyeti kalmazdı; veyahut bedâhet derecesinde öyle bir mu’cize olacaktı ki, aklı icbar edecek, aklın ihtiyarını elinden alacak, ister istemez nübüvveti tasdik edecek; Ebu Cehil gibi kömür ruhlu, Ebu Bekr-i Sıddık gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kalıp, sırr-ı teklif zayi olacaktı. İşte bu sır içindir ki, hem âni, hem gece, hem vakt-i gaflet, hem ihtilâf-ı metâli, sis ve bulut gibi sair mevânii perde ederek umum âleme gösterilmedi veyahut tarihlere geçirilmedi.

DÖRDÜNCÜ NOKTA
Şu hadise, gece vakti, herkes gaflette iken, âni bir surette vuku bulduğundan, etraf-ı âlemde elbette görülmeyecek. Bazı efrada görünse de, gözüne inanmayacak. İnandırsa da, elbette böyle mühim bir hadise, haber-i vahid ile tarihlere bâki bir sermaye olmayacak.

Bazı kitaplarda “Kamer iki parça olduktan sonra yere inmiş” ilâvesi ise, ehl-i tahkik reddetmişler. “Şu mu’cize-i bâhireyi kıymetten düşürmek niyetiyle, belki bir münafık ilhak etmiş” demişler.1

Hem meselâ, o vakit cehalet sisiyle muhat İngiltere, İspanya’da yeni gurup, Amerika’da gündüz, Çin’de, Japonya’da sabah olduğu gibi, başka yerlerde başka esbab-ı mâniaya binaen elbette görülmeyecek.

Şimdi bu akılsız muterize bak: Diyor ki, “İngiltere, Çin, Japon, Amerika gibi akvâmın tarihleri bundan bahsetmiyor; öyle ise vuku bulmamış.” Bin nefrin onun gibi Avrupa kâselislerin başına!

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :

1 : bk. el-Vâdiî, el-Mualle 1:80; Derviş el-Hût, Esna’l-Metâlib 1:378, 1606; el-Medenî, Tahzîru’l-Müslimîn 1:163; Aliyyülkârî, el-Esrâru’l-Merfûa s.398.

Lügatler :

akvâm : kavimler, milletler
âlem : dünya
bâki : sürekli, kalıcı
bedâhet : ap açıklık
beşer : insanlık

binaen : –dayanarak
cehalet : cahillik
dâvâ-yı nübüvvet : peygamberlik iddiası
efrad : fertler, kişiler
ehl-i tahkik : gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimler

esbab-ı mânia : engel olan sebepler
etraf-ı âlem : dünyanın her tarafı
Fâtır-ı Hakîm : herşeyi hikmetle ve hârika üstün san’atıyla yaratan Allah
feylesof : felsefeci
gaflet : dalgınlık
haber-i vahid : tek kişi vasıtasıyla aktarılan haber
hâdisât-ı semâviye : gökyüzünde meydana gelen olaylar
hadise : olay
Hakîm-i Zülcelâl : sonsuz yücelik ve heybet sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah
hevesat : hevesler, arzular
hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hususiyet : özel oluş
icbar : zorlama
ihtilâf-ı metâli : Ay’ın doğuşunun zaman olarak, farklı yerlerde farklı oluşu
ihtiyar : irade, tercih, seçme gücü
iktiza etmek : gerektirmek
ilhak : eklemek, ilave etmek
inşikak-ı kamer : Peygamberimizin (a.s.m.) bir işaretiyle Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesi
izhar etmek : göstermek
kamer : ay

kâselis : çanak yalayıcı, dalkavuk
mevânî : maniler, engeller
mu’cize : bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey
mu’cize-i bâhire : apaçık mu’cize
muhalif : zıt

muhat: etrafı çevrilmiş, kuşatılmış
muteriz :itiraz eden
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kişi
münâfi : aykırı
münkir : inkarcı, inkar eden

nefrin :nefretler, beddualar
nübüvvet : peygamberlik
risalet-i Ahmediye : Peygamberimiz Hz. Muhammed’in peygamberliği
sair : diğer
sermaye : varlık
sırr-ı teklif : kulluk ve imtihan sırrı
suret : şekil, biçim
tasdik : doğruluğunu kabul etme
umum : bütün
vakt-i gaflet : insanların gafil olduğu bir dönem
vuku : olma, meydana gelme
zayi olmak : kaybolmak


 

ayvazoðlugýda

Active member
OTUZ BİRİNCİ SÖZ
MİRAC-I NEBEVİYEYE(A.S.M.)DAİRDİR
6.3.ON DOKUZUNCU VE OTUZ BİRİNCİ SÖZLERİN ZEYLİ(DEVAMI)
ŞAKK-I KAMER MU’CİZESİNE DÂİRDİR(A.S.M.)(DEVAMI)
BEŞİNCİ NOKTA
İnşikak-ı kamer, kendi kendine, bazı esbaba binaen vuku bulmuş, tesadüfî, tabiî bir hadise değil ki, âdi ve tabiî kanunlarına tatbik edilsin. Belki, şems ve kamerin Hâlık-ı Hakîmi, Resulünün risaletini tasdik ve dâvâsını tenvir için, harikulâde olarak o hadiseyi ika etmiştir. Sırr-ı irşad ve sırr-ı teklif ve hikmet-i risaletin iktizasıyla, hikmet-i Rububiyetin istediği insanlara, ilzam-ı hüccet için gösterilmiştir.

O sırr-ı hikmetin iktiza etmedikleri, istemedikleri ve dâvâ-yı nübüvveti henüz işitmedikleri aktâr-ı zemindeki insanlara göstermemek için, sis ve bulut ve ihtilâf-ı metâli haysiyetiyle, bazı memleketin kameri daha çıkmaması ve bazılarının güneşleri çıkması ve bir kısmının sabahı olması ve bir kısmının güneşi yeni gurub etmesi gibi, o hadiseyi görmeye mâni pek çok esbaba binaen gösterilmemiş.

Eğer umum onlara dahi gösterilseydi, o halde ya işaret-i Ahmediyenin neticesi ve mu’cize-i nübüvvet olarak gösterilecekti; o vakit risaleti bedâhet derecesine çıkacaktı, herkes tasdike mecbur olurdu, aklın ihtiyarı kalmazdı iman ise, aklın ihtiyarıyladır sırr-ı teklif zayi olurdu. Eğer sırf bir hadise-i semâviye olarak gösterilseydi, risalet-i Ahmediye ile münasebeti kesilirdi ve onunla hususiyeti kalmazdı.


Lügatler :

âdi : basit, sıradan
aktâr-ı zemin : yeryüzünün dört bir tarafı
akvâm : kavimler, milletler
bedâhet : ap açıklık
binaen : –dayanarak
burhan : güçlü delil
cehalet : cahillik
dâvâ-yı nübüvvet : peygamberlik dâvâsı
delâlet : delil olma, işaret etme
elhasıl : özetle, sonuç olarak
esbab : sebepler
esbab-ı mânia : engel olan sebepler
gurup : güneşin batışı
haysiyet : itibar
hikmet-i risalet : peygamberliğin hikmeti
hikmet-i Rububiyet : rububiyetin hikmeti
hususiyet : özel oluş
hüccet : delil
icmâ : fikir birliği
ika etme : yapma, yaptırma
iktiza : gerektirme
ilzam-ı hüccet : delille susturma
imkân : olabilirlik
kamer : ay
kâselis : çanak yalayıcı, dalkavuk
maatteessüf : ne yazık ki
mâni : engel
mu’cize-i nübüvvet : peygamberlik mu’cizesi
nübüvvet : peygamberlik
resul : peygamber
risalet : peygamberlik
risalet-i Ahmediye : Hz. Muhammed’in peygamberliği
sırr-ı hikmet : hikmetin sırrı
sırr-ı irşad : doğruyu ve hakkı gösterme sırrı
sırr-ı teklif : kulluk ve imtihan sırrı
suret : şekil
şems : güneş
tabiî : doğal, tabiat gereği
tasdik : doğrulama
tenvir : aydınlatma
tesadüfî : rastgele
umum : bütün
vuku : olma, meydana gelme
zayi olmak : kaybolmak
 

ayvazoðlugýda

Active member
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
9.20.AFYON HAYATI(DEVAMI)
Büyük Müdafaatından Parçalar(Devamı)
Bundan otuz sene evvel, Cenâb-ı Hakkın inayetiyle dünyanın muvakkat şan u şerefinin ve enâniyetli hodfuruşluğunun, şöhretperestliğinin ne kadar faidesiz ve mânâsız olduğunu, hadsiz şükür olsun ki, Kur’ân’ın feyziyle anlamış bir adamın o zamandan beri bütün kuvvetiyle nefs-i emmâresiyle mücadele edip mahviyet etmek, benliğini bırakmak, tasannu ve riyakârlık yapmamak için elden geldiği kadar çalıştığına, ona hizmet eden veya arkadaşlık edenler kat’î bildikleri ve şehadet ettikleri halde ve yirmi seneden beri herkes kendi hakkında hoşlandığı ziyade hüsn-ü zan ve teveccüh-ü nas ve şahsını medh ü senâdan ve kendini mânevî makam sahibi olduğunu bilmekten herkese muhalif olarak bütün kuvvetiyle kaçtığı ve hem has şakirtlerinin onun hakkındaki hüsn-ü zanlarını reddedip, o hâlis kardeşlerinin hatırını kırması ve yazdığı cevabî mektuplarında onun hakkındaki medihlerini ve ziyade hüsn-ü zanlarını kabul etmemesi ve kendini faziletten mahrum gösterip bütün fazileti Kur’ân’ın tefsiri olan Risale-i Nur’a ve dolayısıyla Nur şakirtlerinin şahs-ı mânevîsine verip kendini âdi bir hizmetkâr bilmesi kat’î ispat ediyor ki, şahsını beğendirmeye çalışmadığı ve istemediği ve reddettiği halde, onun rızası olmadan bazı dostları uzak bir yerden onun hakkında ziyade hüsn-ü zan edip medhetmeleri, bir makam vermeleriyle, acaba hangi kanun ile medar-ı mes’uliyet olur ki, o bîçare hasta ve çok ihtiyar ve garibin münzevî odasına, büyük bir cinayet işlemiş gibi, kilidini kırıp taharri memurlarını sokmak, hem evradından ve levhalarından başka bir bahane bulamamak, acaba dünyada hiç bir kanun, hiç bir siyaset bu taarruza müsaade eder mi?

Vatana ve millete ve ahlâka çok zararlı olan dinsizlerin kitaplarının intişarına ve komünistlerin neşriyatına serbestiyet kanunuyla ilişilmediği halde, üç mahkeme medar-ı mes’uliyet olacak içinde hiçbir maddeyi bulmayan ve millet ve vatanın hayat-ı içtimaiyesini ve ahlâkını ve âsâyişini temine yirmi seneden beri çalışan ve bu milletin hakikî bir nokta-i istinadı olan âlem-i İslâmın uhuvvetini ve bu millete dostluğunu iadeye ve o dostluğu takviyesine tesirli bir surette çabalayan ve Diyanet Riyasetinin uleması tenkit niyetiyle, Dahiliye Vekilinin emriyle, üç ay tetkikten sonra, tenkit etmeyerek, tam kıymetini takdir edip “kıymettar eser” diye diyanet kütüphanesine konulan Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ gibi ve-Kabr-i Peygamberî (Aleyhissalâtü Vesselâm) üzerinde alâmet-i makbuliyet olarak Asâ-yı Mûsâ mecmuasını hacılar gördükleri halde-Nur eczalarını evrak-ı muzırra gibi toplayıp mahkeme eline vermek, acaba hiçbir kanun, hiçbir vicdan, hiçbir insaf buna müsaade eder mi?










Lügatler :
alâmet-i makbuliyet : kabul olunduğunu belirten işaret, nişan
âlem-i İslâm : İslâm âlemi
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Asâ-yı Mûsâ : Mûsâ’nın Asâsı anlamına gelen Risale-i Nur Külliyatında yer alan bir eser
benlik : gurur
bîçare : çaresiz, zavallı
Dahiliye Vekili : İçişleri Bakanı
Diyanet Riyaseti : Diyanet İşleri Başkanlığı
ecza : bütünü oluşturan parçalar
evrad : virdler; zikirler
evrak-ı muzırra : zararlı evraklar, yayınlar
fazilet : güzel ahlâk, üstünlük
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat
hizmetkâr : hizmetçi
hüsn-ü zan : güzel düşünce
intişar : yayılma
Kabr-i Peygamberî : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) mezarı
kıymettar : kıymetli, değerli
mahrum : yoksun
mecmua : kitap
medar-ı mes’uliyet : sorumluluk sebebi
medh ü senâ : övme ve yüceltme
medhetme : övme
medih : övgü
muhalif : aykırı, zıt
münzevî : bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, vaktini ibadetle geçiren
neşriyat : yayma, yayın
nokta-i istinad : dayanak noktası
riyakârlık : gösteriş
serbestiyet : serbestlik
şahs-ı manevî : mânevî kişilik, kollektif kişilik
şakirt : öğrenci, talebe
şehadet : şehitlik, Allah rızası yolunda hayatını feda etme
taharrî : araştırma, inceleme
takdir : belirleme, değer biçme
tasannu : yapmacıklık
tefsir : açıklama, yorum
tenkit : eleştiri
tetkik : inceleme, araştırma
teveccüh-ü nâs : insanların alâkası, yönelmesi
uhuvvet : kardeşlik
ulema : alimler
Zülfikar : Üstad Bediüzzaman’ın Kur’ân’a ve Peygamberimiz’in (a.s.m.) mu’cizelerine dair olan bir eseri
 
Üst