Günün Risale-i Nur Dersi

harp

Well-known member
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ

8.44.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
1بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Geçen kışta bana karşı suikastlerin, inâyet-i İlâhiye ile ve duanız yardımıyla gelen sabır ve tahammülüm neticesinde akîm kalan plânı pek geniş bir tarzda olduğuna delil ise, bu yakında reisicumhur Afyon’da demiş: “Bu vilâyette dinî cihette bir karışıklık çıkacağını zannederdik.”

Demek, gizli komite beni sıkıştırmakla bir hâdise çıkarmak istiyordular. Bir ecnebî müdahelesi hesabına ve Müslümanlar ve vatandaşlar arasında, bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir tarzda, damarıma şiddetle dokunan ihanetler ve sıkıntılarla tâzipleri, onlara dünyada tam zarardır. Âhirette Cehennem ve sakar ve bize, dünyada mükemmel sevap ve zafer, ve âhirette, inşaallah Cennet ve âb-ı kevseri kazandırır. Demek bu gizli plânı Heyet-i Vekile ve Reis hissetmiştiler ki, buralarda umum me’murlar, hattâ vali ve kaymakam ve zabıta benimle görüşmekten kaçıyor ve ürküyordular. Ben de hayret ederdim. Fakat, elimizde yalnız Nur bulunduğunu ve siyaset topuzu bulunmadığını, zerre kadar aklı bulunanlar anladılar.

Gariptir ki, en ziyade lehime çalışması lâzım olan bazı vazifedarlar, aleyhimde istimal ve istihdam edildi. Nurcular, çok ihtiyat ve dikkat ve temkinde bulunmaları lâzımdır. Çünkü, mânevî fırtınalar var; bazı dessas münafıklar her tarafa sokulur. İstibdad-ı mutlaka dinsizcesine taraftarken, hürriyet fırkasına girer, tâ onları bozsun ve esrarlarını bilsin, ifna etsin.

Hem Salâhaddin’in, Asâ-yı Mûsâ’yı Amerikalıya vermesi münasebetiyle deriz:

Misyonerler ve Hıristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü, herhalde şimal cereyanı, İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avâma müsaadekâr ve vücub-u zekât ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avâmın yardımına dâvet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde Müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir.

Her neyse, bu defa sizin hatırınız için kaidemi bozdum, dünyaya baktım.

Said Nursî

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
 

harp

Well-known member
Lügatler :

âb-ı kevser : Cennette bulunan Kevser ırmağının suyu
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
akîm : neticesiz, sonuçsuz
âmin : “Âllah’ım kabul eyle”

avâm : halk tabakası, sıradan insanlar
burjuva : servet ve mal birikimi yapanlar; zenginler sınıfı
cereyan : akım, hareket
dessas : hilebaz, aldatıcı
ecnebî : yabancı
elzem : çok gerekli
esrar : sırlar
fırka : grup
Heyet-i Vekile : Bakanlar Kurulu
Hıristiyan ruhanîler : Hıristiyan din adamları
hurmet-i riba : faizin haram olması
ifşa : yayma, duyurma
ihanet : aşağılama, hakaret
ihtiyat : önlem alma, tedbirli hareket etme

imtiyaz : ayrıcalık
inâyet-i İlâhiye : Allah’ın inâyeti, yardımı, lütfu
inşaallah : Allah dilerse
istibdad-ı mutlak : hiçbir hak ve hürriyet tanımayan sınırsız baskı, sınırsız bir diktatörlük
istihdam : çalıştırma
istimal : kullanma
ittifak : birleşme, birlik

kaide : düstur, prensip
keyfî : isteğe, arzuya göre
komite : kötü bir maksat için toplanmış gizli cemiyet, topluluk
misyoner : Hıristiyanlığı tanıtmaya ve yaymaya çalışan kimse
muhtasar : kısa, öz
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
müsaadekâr : müsaade edici, izin verici
Reis : başkan, başbakan
reisicumhur : cumhurbaşkanı
sakar : yedi Cehennemden birinin ismi
suikast : kötü kasıt; bir kimsenin hayatına kastetme
şimal : kuzey
tabaka-i avâm : halk tabakası
tahammül : dayanma, katlanma
tâzip : azap verme, cezalandırma
temkin : ağırbaşlılık, ihtiyatlı hareket etme
vazifedar : görevli
vücub-u zekât : zekâtın farz oluşu
zabıta : polis
zerre kadar : en küçük, çok az miktar
 

harp

Well-known member
KADER RİSALESİ

3.1.ÜÇÜNCÜ MEBHAS
Kadere iman, imanın erkânındandır. Yani, “Herşey Cenâb-ı Hakkın takdiriyledir.” Kadere delâil-i kat’iye o kadar çoktur ki, had ve hesaba gelmez. Biz, basit ve zâhir bir tarzla, şu rükn-ü imaniyeyi, ne derece kuvvetli ve geniş olduğunu, bir mukaddeme ile göstereceğiz.

MUKADDEME:

Herşey vücudundan evvel ve vücudundan sonra yazıldığını 1 وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ gibi pek çok âyât-ı Kur’âniye tasrih ediyor. Ve şu kâinat denilen, kudretin Kur’ân-ı Kebîrinin âyâtı dahi, şu hükm-ü Kur’ânîyi, nizam ve mizan ve intizam ve tasvir ve tezyin ve imtiyaz gibi âyât-ı tekvîniyesiyle tasdik ediyor.

Evet, şu kâinat kitabının manzum mektubatı ve mevzun âyâtı şehadet eder ki, herşey yazılıdır. Amma, vücudundan evvel herşey mukadder ve yazılı olduğuna delil, bütün mebâdi ve çekirdekler ve mekadir ve suretler birer şahittir.

Zira, herbir tohum ve çekirdekler, kâf nun tezgâhından çıkan birer lâtif sandıkçadır ki, kaderle tersim edilen bir fihristecik, ona tevdi edilmiştir ki, kudret, o kaderin hendesesine göre zerrâtı istihdam edip, o tohumcuklar üstünde koca mu’cizât-ı kudreti bina ediyor.

Demek, bütün ağacın başına gelecek, bütün vakıâtıyla çekirdeğinde yazılı hükmündedir. Zira tohumlar maddeten basittir, birbirinin aynıdır; maddeten birşey yoktur.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :

1 : “Yaş ve kuru ne varsa hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.” En’âm Sûresi, 6:59.


Lügatler :

âyât : ayetler, deliller
dua : Allah’a yalvarıp yakarma
elhasıl : özetle, sonuç olarak
erkân : şartlar, esaslar
had ve hesaba gelmemek : sonsuz ve sınırsız olmak
hasenat : iyilikler, sevaplar
hükm-ü Kur’ânî : Kur’ân’ın hükmü
imtiyaz : farklılık
intizam : düzenlilik
irade : dileme, seçim yapma gücü
istiğfar : Allah’tan bağışlanma dileme
kader : Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması
kâinat kitabı : bir kitap gibi yazılmış bütün âlem
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kudret : güç, iktidar
Kur’ân-ı Kebîr : büyük bir kitap gibi yazılmış kâinat
manzum : düzenli
mevzun : ölçülü
meyelân-ı hayr : iyiliğe eğilim gösterme
meyelân-ı şer : kötülüğe eğilim gösterme
mizan : ölçü, denge
mukadder : Allah tarafından takdir olunmuş, belirlenmiş
mukaddime : başlangıç, giriş
şecere-i mel’un : lânet edilmiş ağaç
şehadet : şahitlik, tanıklık
tahribat : yıkıp yok etmeler, bozulmalar
takdir : belirleme, değer biçme
tasdik etmek : doğrulamak, onaylamak
tasrih etmek : açık şekilde bildirmek
tasvir : resimleme
tecavüzât : tecavüzler, haddi aşmalar
tevbe : pişmanlık duyarak günahtan dönüş
tevekkül : Allah’a dayanma ve güvenme
tezyin : süsleme
vücud : varlık
zâhir : açık, görünür
zakkum-u Cehennem : Cehennemdeki zakkum ağacı
 

harp

Well-known member
Nurlara hücum hatasıyla zemin hiddet eder
23 Mayıs 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

İddiacı der: Zelzele gibi bazı hadiseler, Nurlara hücum zamanında gelmeleri Nurun kerametidir ki, zemin hiddet eder. İşte Said'in bu fiili zemine vermesi dine muhaliftir.

Hem "Gizli düşmanı ve ifsat komitesi yok" demesi öyle bir yalandır ki, komünist ve mason ve taşnak gibi çok komiteler lisan-ı hal ile "Bu iftiradır, biz meydandayız" derler.

Ve otuz seneden beri emsalsiz bir tarzda Said'in başına gelen elîm hadiseler, hususan bu on ay tecrid-i mutlak ve Said'in herşeyi bırakıp bütün kuvvetiyle Kur'ân için o mütecaviz din düşmanlarına karşı yüz Nur Risaleleriyle galibâne çalışması, o yalan dâvâyı yüz hüccetle tekzip eder.

Hem iddiacının "Onu zehirleyen olmamış" demesi öyle bir hatâdır ki, o daima Said ile bulunmak ve sergüzeşte-i hayatına tamamen muttali olmakla ancak o menfî hükmünü ispat ve yirmi sene koltuğum altında işleyen ve görenler hayret eden ve aşılamakla olan zehir çıbanı ve yanımda bulunan dostların görerek şehadetleriyle hem Kastamonu'da, hem Denizli hapsinde, hem Emirdağı'ndaki tesemmümlerimi inkâr etmekle o hatâsını tamir edebilir.

Kur'ân'da “Neredeyse öfkeden parçalanacak.” (Mülk Sûresi: 8.) âyeti, "Cehennem ehl-i küfre öyle hiddet eder ki, parçalanmak derecesine gelir" mânâsında olduğu tarzında, teşbih sûretinde, Nurlara hücum hatasıyla zemin hiddet eder ve hava ağlar ve kış kızar. Yani, emr-i İlâhî ile o mahlûklar vazifeleri içinde kuvvet ve kudret-i Rabbâniyenin tecellîsine mazhar olup gazab-ı İlâhîyi gösterirler. Be-şeri ikaz için titrer, ağlar demektir. (Şualar)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

ZELZELE : Sarsıntı. Deprem.
KERÂMET : Allah'ın ihsanıyla velîlerin gösterdikleri adet dışı, olağanüstü haller.
ZEMİN : Yer; yüzey, satıh.
HİDDET : Öfke, kızgınlık, gazab.
MUHÂLİF : Uymayan, zıt olan, karşı duran.
İFSAD : Bozmak, azdırmak, fitne çıkarmak, karıştırma.
KOMİTE : Kötü bir maksat için toplanmış gizli cemiyet.
MASON : Dinsiz, îmânsız; din ve îmân düşmanı bir cemiyete mensup.
TAŞNAK : Bir Ermeni komitası.
LİSÂN-I HÂL : Vücut dili. Birşeyin duruşu ve görünüşü ile bir mânâ ifâde etmesi.
EMSÂL : Misaller, denk ve benzerler.
ELÎM : Acı veren, çok acıklı, üzüntü veren.
TECRİD-İ MUTLAK : Tek başına, hücre hapsinde bulundurmak, kimseyle görüştürmemek.
MÜTECÂVİZ : Haddini aşan, tecâvüz eden, saldıran.
GÂLİBÂNE : Galip bir tarzda. Üstün gelerek.
TEKZİB : Yalanlamak, bir işe inanmayıp inkâr etmek, yalan olduğunu söylemek.
HÜCCET : Senet, vesika, delil; bir iddiânın doğruluğunu ispat için gösterilen belge.
SERGÜZEŞTE-İ HAYAT : Hayat mâcerası, biyografi.
MUTTALİ : Bilgili, mâlûmat sahibi olan.
MENFÎ : Nefyedilmiş, noksan, negatif, müsbetin zıddı, olumsuz.
ŞEHÂDET : Şâhitlik
TESEMMÜM : Zehirlenme.
TEŞBİH : Benzetmek, benzetilmek; benzetiş.
MAHLÛK : Yaratılmış, yoktan var edilmiş olan.
KUDRET-İ RABBÂNİYE : Herşeyi terbiye ve idâre eden Allah'ın sonsuz kudreti.
TECELLÎ : Görünme, bilinme
MAZHAR : Nâil olma, şereflenme, kavuşma, ortaya çıkma ve görünme yeri.
GAZAB-I İLÂHÎ : Allah'ın gazabı, kahrı, cezası.
BEŞER : İnsan.
 

harp

Well-known member
KADER RİSALESİ 3.2.ÜÇÜNCÜ MEBHAS(DEVAMI)
Hem her şeyin miktar-ı muntazaması, kaderi vâzıhan gösterir. Evet, hangi zîhayata bakılsa görünüyor ki, gayet hikmetli ve san’atlı bir kalıptan çıkmış gibi, bir miktar, bir şekil var ki, o miktarı, o sureti, o şekli almak, ya harika ve nihayet derecede eğri büğrü maddî bir kalıp bulunmalı, veyahut kaderden gelen mevzun, ilmî bir kalıb-ı mânevî ile kudret-i ezeliye o sureti, o şekli biçip giydiriyor.

Meselâ, sen şu ağaca, şu hayvana dikkatle bak ki, câmid, sağır, kör, şuursuz, birbirinin misli olan zerreler onun neşvünemâsında hareket eder. Bazı eğri büğrü hudutlarda, meyve ve faidelerin yerini tanır, görür, bilir gibi durur, tevakkuf eder. Sonra, başka bir yerde, büyük bir gayeyi takip eder gibi yolunu değiştirir. Demek, kaderden gelen miktar-ı mânevînin ve o miktarın emr-i mânevîsiyle zerreler hareket ederler.

Madem maddî ve görünecek eşyada bu derece kaderin tecelliyâtı var. Elbette, eşyanın mürur-u zamanla giydikleri suretler ve ettikleri harekâtla hasıl olan vaziyetler dahi bir intizam-ı kadere tâbidir. Evet, bir çekirdekte, hem bedihî olarak, irade ve evâmir-i tekvîniyenin ünvanı olan Kitab-ı Mübînden haber veren ve işaret eden, hem nazarî olarak emir ve ilm-i İlâhînin bir ünvanı olan İmam-ı Mübînden haber veren ve remzeden iki kader tecellîsi var:

Bedihî kader ise, o çekirdeğin tazammun ettiği ağacın maddî keyfiyat ve vaziyetleri ve heyetleridir ki, sonra gözle görünecek.

Lügatler :

bedihî : açık, aşikâr
câmid : cansız
emr-i mânevî : mânevî emir
evâmir-i tekvîniye : yaratılışa ait emirler
fihristecik : küçük indeks, içindekiler
harekât : hareketler
hâsıl olma : meydana gelme
hendese : plan, çizgi
heyet : bütün, genel yapı
hudud : sınır, uç
ilm-i İlâhî : Allah’ın herşeyi kuşatan ilmi
İmam-ı Mübîn : Allah’ın ilim ve emirlerinin, eşyanın geçmiş ve geleceğe ait kaidelerinin yazıldığı defter
kader : Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması
kâf nun : Arapça “kün” (ol) emrinin harfleri; Allah’ın birşeye “Ol” deyince onu hemen olduruveren emri
kalıb-ı mânevî : mânevî kalıp, ölçü
keyfiyat : özellikler, nitelikler
Kitab-ı Mübîn : Allah’ın ap açık kudret defteri olan kâinat, Allah’ın kudret ve iradesinin genel bir kanunlar defteri
kudret : güç, iktidar
kudret-i ezeliye : Allah’ın ezelî ve sonsuz kudreti
mürur-u zaman : zamanın geçmesi
nazarî : teorik
neşvünemâ : gelişme
tazammun etme : içine alma
tecellî : görünüm, yansıma
vâzıhan : açıkça
 

harp

Well-known member
Maşukun hüsnü, âşıkın nazarını istilzam ettiği gibi, Nakkaş-ı Ezeli'nin rububiyeti de insanın nazarını iktiza eder ki, hayret ve tefekkür ile takdir ve tahsinlerde bulunsun.
Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren zat, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin. Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.
Kezalik bu âlemi şu kadar zinetler ile nakışlar ile tezyin eden Malik-ül Mülk, elbette ve elbette o harika, antika, mu'cize manzaraları, zinetleri, seyircilerden, müşahidlerden, âşık ve müştaklardan, arif dellallardan hali bırakmayacaktır. İşte camiiyeti dolayısıyla insan-ı kâmil, halk-ı eflake ille-i gaiye olduğu gibi, halk-ı kâinata da semere ve netice olmuştur.

(Bediüzzaman Said Nursi - Mesnevi-i Nuriye'den)

Lügatler
Âlem :dünya, kâinat
Antika :kıymetli sanat eseri
Arif :bilen, bilgide ileri olan, hakkı ile bilen
Âşık :çok aşırı seven, şiddetli sevgiyle bağlanan
Câmiiyet :toplayıcılık, çok şeylerle alakadarlık
Dellal :rehber, ilan edici
Elbette :kat’i, kesin, muhakkak
Hâlî :boş, ıssız
Halk-ı eflâk : feleklerin, kâinatın yaratılışı
Halk-ı kâinat : kâinatın yaratılışı, yaratılması
Harika :hayret uyandıran, hayranlık veren, imkânların üstünde olan
Hayret :şaşkınlık, ne yapacağını bilememek
Hüsün: güzellik
İcad :yaratma, var etme, vücuda getirmek
İktiza: gerektirme
İlle-i gaiye :elde edilmesi için çalışılan gaye, maksat, netice
İnsan-ı kâmil :mükemmel olgun insan
İstihsan :beğenmek, güzel bulmak, korunmak, kapanmak
İstilzam :lüzumlu olmak, gerektirmek, icab ettirmek
Kezalik :bunun gibi, böylece, bu da böyle
Mâlik-ül mülk :bütün mülkün hakiki sahibi olan Allah
Manzara :bakılan seyredilen yer

Maşuk :aşk ile sevilen, sevgili
Mesnevi-i Nuriye :nurlu parçalar, nurlu manzumeler
Mu’cize :insanların yapmaktan aciz kaldıkları, ancak Allah tarafından yapılabilen ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasip olan harika hadiseler
Müşahid :gören, seyreden
Müştak :fazla istekli ve arzulu
Nakkaş-ı Ezeli :ezelden her varlığı süslü yaratan
Nazar :bakma, bakış, görüş, görüş açısı, dikkat
Netice :sonuç, son, gaye, semere, hülâsa, özet
Rububiyet : Rablık; Cenâb-ı Hakkın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
Semere :meyve, verim, netice
Tahsin :beğenmek, alkışlamak, güzel bulmak, sağlamlaştırmak, sığınmak, muhafaza altına almak
Takdir :tayin edilmek, belirlenmek, değer vermek
Tefekkür :düşünmek, fikri harekete getirmek
Tezyin :süslemek, bezemek, donatmak
Zat : hürmete layık kimse, kişi
Zinet :süs, kıymetli eşya





--
 

harp

Well-known member


ayrıntılar 09:52 (1 saat önce)

TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
8.45.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Bu sıkıntılı zamanda nefsim sabırsızlıkla beni tâciz ederken, bu fıkra onu tam susturdu, şükrettirdi. Size de fâidesi olur diye leffen takdim edilen bu fıkra, başımın yanında asılı duruyor.
1. Ey nefsim! Yetmiş üç sene, yüzde doksan adamdan ziyade zevklerden hisseni almışsın. Daha hakkın kalmadı.

2. Sen, âni ve fâni zevklerin bekasını arıyorsun. Onun için, onun zevaliyle ağlamaya başlıyorsun. Kör hissiyatınla bu yanlışının tam tokadını yersin. Bir dakika gülmeye bedel on saat ağlıyorsun.

3. Senin başına gelen zulümler ve musibetlerin altında kaderin adaleti var. İnsanlar, senin yapmadığın bir işle sana zulmediyorlar. Fakat kader, senin gizli hatâlarına binaen, o musibet eliyle seni hem terbiye, hem hatâna kefaret ediyor.

4. Hem yüzer tecrübenle, ey sabırsız nefsim, kat’î kanaatin gelmiş ki, zahirî musibetler altında ve neticesinde inayet-i İlâhiyenin çok tatlı neticeleri var.

1عَسٰى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ çok kat’î bir hakikatı ders veriyor. O dersi daima hatıra getir.

Hem, feleğin çarkını çeviren kanun-u İlâhî, senin hatırın için o pek geniş kanun-u kaderî değiştirilmez.

5. 2مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ kudsî düsturunu kendine rehber et. Hevesli akılsız çocuklar gibi, muvakkat, ehemmiyetsiz lezzetlerin peşinde koşma. Düşün ki, fâni zevkler, sana mânevî elemler, teessüfler bırakıyor. Sıkıntılar, elemler ise, bilâkis, mânevî lezzetler ve uhrevî sevaplar veriyor. Sen divane olmazsan, muvakkat lezzeti yalnız şükür için arayabilirsin. Zaten lezzetler şükür için verilmiş.
Said Nursî
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : “Belki sevmediğiniz şey hakkınızda hayırlıdır.” Bakara Sûresi, 2:216.
2 : Kadere iman eden, kederden emin olur.
Lügatler :

avâm : halk tabakası, sıradan insanlar
bedel : karşılık
beka : devamlılık ve kalıcılık, sonsuzluk
bilâkis : aksine, tersine
binaen : dayanarak, dolayı
divane : akılsız, deli
düstur : kural, prensip
elem : acı, keder, sıkıntı
fâni : gelip geçici
felek : âlem yörünge, gök
fıkra : bölüm; kısa yazı
hakikat : gerçek
hissiyat : duygular, hisler
imtiyaz : ayrıcalık
inayet-i İlâhiye : Allah’ın inâyeti, yardımı
kaide : düstur, prensip
kanaati gelmek : tatmin olmak, bir hükme varmak
kanun-u İlâhî : Allah’ın koyduğu kanun
kanun-u kaderî : Allah’ın takdiri ile tespit edilmiş kader kanunu
kat’î : kesin olarak
kefaret : günahın bağışlanmasına vesile olan şey
kudsî : kutsal, mukaddes, yüce
leffen : ekli, bitişik
musibet : belâ, dert, felâket
muvakkat : geçici
nefis : bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
şükür : Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
tâciz etmek : rahatsız etmek
takdim edilen : sunulan
teessüf : hayıflanma, üzülme
uhrevî : âhirete dair
zahirî : görünürde olan
zeval : geçip gitme, sona erme



--
 

harp

Well-known member
Meslektaşlarınızla-dindaşlarınızla ittifak ediniz
24 Mayıs 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarikat! Bu müthiş maraz-ı ihtilâfa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz.
(1) وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا edeb-i Furkanî ile edepleniniz. Ve haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer âyât ve ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp, bütün hissiyatınızla, ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz, yani, ihtilâfa düşmeyiniz.
“Böyle küçük meseleler için kıymettar vaktimi sarf etmektense, o çok kıymetli vaktimi zikir ve fikir gibi kıymettar şeylere sarf edeceğim” deyip çekilerek ittifakı zayıflaştırmayınız. Çünkü bu mânevî cihadda küçük mesele zannettiğiniz, çok büyük olabilir. Bir neferin, bir saatte, mühim ve hususî şerâit dahilindeki nöbeti bir sene ibadet hükmüne bazan geçmesi gibi, bu ehl-i hakkın mağlûbiyeti zamanında, mânevî mücahede mesâilinde, küçük bir meseleye sarf olunan senin kıymettar bir günün, o neferin o saati gibi bin derece kıymet alabilir, bir günün bin gün olabilir.
Madem liveçhillâhtır, o işin küçüğüne, büyüğüne, kıymetli ve kıymetsizliğine bakılmaz. İhlâs ve rıza-yı İlâhî yolunda zerre, yıldız gibi olur. Vesilenin mahiyetine bakılmaz, neticesine bakılır. Madem neticesi rıza-yı İlâhîdir ve mayası ihlâstır; o küçük değildir, büyüktür. (Lem'alar, Yirminci Lem'a)
(1) “Onlar boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler.” Furkan Sûresi, 25:72.
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
edeb-i Furkanî : hak ile batılı, doğru ile yanlışı ayıran Kur’ân-ı Kerim’in ortaya koyduğu bir ahlâk kuralı
ihtilâf : anlaşmazlık, uyuşmazlık
liveçhillâh : Allah için
maraz-ı ihtilâf : anlaşmazlığa düşme hastalığı
şerâit : şartlar
teavün : yardımlaşma
 

harp

Well-known member
KADER RİSALESİ 5.2.HÂTİME(DEVAMI)
Ey nefis! Eğer şu dünya hayatına müştaksan, mevtten kaçarsan, kat’iyen bil ki, hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır. O dakikadan evvel bütün zamanın ve o zaman içindeki eşya-yı dünyeviye, o dakikada meyyittir, ölmüştür. O dakikadan sonra bütün zamanın ve onun mazrufu, o dakikada ademdir, hiçtir. Demek güvendiğin hayat-ı maddiye, yalnız bir dakikadır. Hattâ bir kısım ehl-i tetkik, “bir âşiredir, belki bir ân-ı seyyâledir” demişler. İşte, şu sırdandır ki, bazı ehl-i velâyet, dünyanın, dünya cihetiyle ademine hükmetmişler.

Madem böyledir. Hayat-ı maddiye-i nefsiyeyi bırak; kalb ve ruh ve sırrın derece-i hayatlarına çık, bak: Ne kadar geniş bir daire-i hayatları var! Senin için meyyit olan mazi, müstakbel, onlar için hayydır, hayattar ve mevcuttur.

Ey nefsim! Madem öyledir, sen dahi kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki:
Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem.
Ruhumu Rahmân’a teslim eyledim; gayr istemem.
İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim.
Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim.
Hiç ender hiçim; fakat bu mevcudatı birden isterim.

Lügatler :

âciz : güçsüz
adem : yokluk
Allahu ekber : “Allah en büyüktür”
ân-ı seyyâle : bir anda akıp giden zaman dilimi
Arabî : Arapça
âşire : saatin dakika ve saniye gibi on birim küçüğü olan zaman dilimi
cihet : yön, taraf
daire-i hayat : hayat alanı
derece-i hayat : hayat derecesi
ehl-i tetkik : dikkatle ve titizlikle araştıran kimseler
ehl-i velâyet : veliler, Allah dostları
eşya-yı dünyeviye : dünyaya ait şeyler
fâni : geçici, ölümlü
fıkra : bölüm
fıkra-i Arabiye : Arapça bölüm
gayr : başkası
hâlât : haller, durumlar
hayat-ı maddiye : maddî hayat
hayat-ı maddiye-i nefsiye : hayatın madde ve nefse bakan yönü
hayattar : canlı
hayy : diri
hiç ender hiç : hiç içinde hiç
kat’iyen : kesinlikle
mazi : geçmiş zaman
mazruf : içinde olanlar
mertebe-i tefekkür : tefekkür mertebesi
mevcudat : varlıklar
müstakbel : gelecek zaman
müştak : aşık, çok düşkün
nefis : kişinin kendisi
Rahmân : rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah
Şems-i Sermed : devamlı olarak herşeyi nurlandıran ve aydınlatan Allah
yâr-ı bâki : daimi ve sürekli dost
zerre : en küçük madde parçası
 

harp

Well-known member
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
8.52.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Salisen: Size karşı elbette çok cihetlerde dâhilî ve haricî muarızlar var. Eğer bu muarızlarınız hakaik-i imaniye namına çıksaydı, birden sizi mağlûp ederdi.
Çünkü bu milletin yüzde doksanı, bin seneden beri an’ane-i İslâmiye ile, ruh ve kalb ile bağlanmış. Zahiren muhalifi, fıtratındaki emre itaat cihetiyle serfürû etse de, kalben bağlanmaz.

Hem, bir Müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir kayıt altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez. Bu hakikatin çok hüccetleri, çok misalleri var. Kısa kesip sizin zekâvetinize havale ediyorum.

Bu asrın Kur’ân’a şiddet-i ihtiyacını hissetmekte İsveç, Norveç, Finlandiya’dan geri kalmamak size elzemdir. Belki onlara ve onlar gibilere rehber olmak vazifenizdir. Siz, şimdiye kadar gelen inkılâp kusurlarını üç dört adamlara verip şimdiye kadar umumî harp ve sair inkılâpların icbarıyla yapılan tahribatları—hususan an’ane-i dîniye hakkında—tamire çalışsanız, hem size istikbalde çok büyük bir şeref ve âhirette büyük kusuratlarınıza kefaret olup, hem vatan ve millet hakkında menfaatli hizmet ederek milliyetperver, hamiyetperver namına müstehak olursunuz.

Rabian: Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Ve madem siz de herkes gibi kabre koşuyorsunuz. Ve madem o kat’î ölüm ehl-i dalâlet için idam-ı ebedîdir, yüz bin cemiyetçilik ve dünyaperestlik ve siyasetçilik onu tebdil edemez. Ve madem Kur’ân, o idam-ı ebedîyi, ehl-i iman için terhis tezkeresine çevirdiğini güneş gibi ispat eden Risale-i Nur elinize geçmiş ve yirmi seneden beri hiçbir feylesof, hiçbir dinsiz ona karşı çıkamıyor, bilâkis dikkat eden feylesofları imana getiriyor ve bu on iki sene zarfında dört büyük mahkemeniz ve feylesof ve ulemadan mürekkep ehl-i vukufunuz Risale-i Nur’u tahsin ve tasdik ve takdir edip, iman hakkındaki hüccetlerine itiraz edememişler. Ve bu millet ve vatana hiçbir zararı olmamakla beraber, hücum eden dehşetli cereyanlara karşı sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ânî olduğuna Türk milletinden, hususan mektep görmüş gençlerden yüz bin şahit gösterebilirim. Elbette benim size karşı bu fikrimi tam nazara almak, ehemmiyetli bir vazifenizdir.

Lügatler :
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
an’ane-i dîniye : dinî gelenek
an’ane-i İslâmiye : İslâmî gelenek
dahilî ve haricî : içeride ve dışarıda
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapan kimseler
elzem : çok gerekli
ervah : ruhlar
fıtrat : yaratılış
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, esasları
hakikat : gerçek
hamiyetperver : hamiyet sahibi, fedakârlığı sever
hariç : dış
hasene : iyilik, sevap
havale etmek : göndermek
himmet : ciddi gayret, yardım
hususan : özellikle
hüccet : güçlü ve sağlam delil
icbar : mecbur etme, baskı, zorlama
inhisar etme : sınırlandırma, özgü kılma
inkılâp : değişim
istibdad-ı mutlak : tam ve sınırsız bir baskı, mutlak diktatörlük
istikbal : gelecek
kat’î : kesin, şüphesiz
kefaret : günahın bağışlanmasına vesile olan şey
kusurat : kusurlar
mağlûp olma : yenilgiye uğrama
mecburiyet : zorunlu olma
menfaatli : yararlı, faydalı
merhum : rahmete kavuşmuş, vefat etmiş
milliyetperver : kendi milletine düşkün olma
misal : örnek
muarız : karşı gelen, muhalif
muhalefet : karşıt olma, aykırılık
muhalif : aykırı, zıt
müstehak : hak eden, lâyık
rabian : dördüncü olarak
reis : başkan
rüşvet-i mutlak : her istenileni vermek, mutlak rüşvet
sair : diğer, başka
salisen : üçüncü olarak
serfürû : baş eğme, söz dinleme, itaat
seyyie : kötülük, günah
şehid : Allah yolunda canını feda eden Müslüman
şiddet-i ihtiyaç : ihtiyacın şiddeti
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
umumî : genel
zahiren : görünürde
zekâvet : zeki oluş, zekilik
 

harp

Well-known member
Ölüm Allah'ın bekasına bir delildir
30 Mayıs 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
ON İKİNCİ LEM’A:
Arkadaş! Hayat, Hâlıkın ehadiyetine burhan olduğu gibi, mevt de devam ve bekasına bir delildir.
Evet, nasıl akan nehirlerin, dalgalanan denizlerin kabarcıkları ve yeryüzünde bulunan sair şeffaflar, şemsin ziyâ ve timsallerini göstermekle şemsin vücuduna şehadet ettikleri gibi, o kabarcık gibi şeffaflar ölüp söndükten sonra yerlerine müteselsilen gelip geçen emsalleri, yine şemsin ziyâ ve timsallerini gösterdiklerinden, şemsin devam ve bekasına ve bütün o şuâat, celevat ve timsallerin bir şems-i vâhidin eseri olduklarına şehadet ediyorlar. İşte o şeffaflar, vücutlarıyla şemsin vücuduna ve ademleri ve ölümleriyle de şemsin devam ve bekasına delâlet ediyorlar.
Kezalik, mevcudat, vücuduyla Vâcibü’l-Vücudun vücub-u vücuduna ve ölüm ve zevaliyle, teceddüdî bir teselsülle yerlerine gelen emsali, Sâniin ezelî ve ebedî vâhidiyetine şehadet ediyorlar.
Evet, leyl ve neharın ihtilâfı, fusul-i erbaanın tahavvülü ve unsurların tebeddülü hengâmlarında meydana çıkan şu güzel mevcudat ve bu lâtif masnuatta devam ile cereyan eden mübadele ve devr ü teslim muamelesi kat’î bir şehadetle, sermedî, âlî, dâimüttecellî bir Sahib-i Cemâlin vücuduna ve bekasına ve vahdetine şehadet eden kat’î bir burhandır.
Ve keza, senevî inkılâplarda, müsebbebatla esbabın birlikte ölüm ve zevali ve sonradan ikisinin yine birlikte iâdeleri, esbabın da müsebbebat gibi âciz masnu ve mahlûklardan olduğuna delâlet ettiği gibi, bu masnuat ve mevcudatın, bir Zât-ı Vâhidin müteceddid bir san’atı olduğuna da şehadet eder. (Mesnevi-i Nuriye, Lem'alar)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
âciz : güçsüz, elinden bir şey gelmeyen
adem : hiçlik, yokluk
âlem : dünya, evren
âlî : yüce, yüksek
beka : devamlılık ve kalıcılık
burhan : güçlü ve sarsılmaz delil, kanıt
celevat : cilveler, görüntüler
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cereyan eden : meydana gelen
dâimüttecellî : tecellî ve yansımaları sürekli devam eden
delâlet etmek : delil olmak, işaret etmek
devr ü teslim muamelesi : sürekli olarak birbirinin yerine geçme uygulaması
ehadiyet : Allah’ın birliğinin varlıklarda tek tek görünmesi ve herbir şeye hükmetmesi
emsal : benzer olanlar
esbab : sebebler
ezelî ve ebedî : varlığının başlangıcı ve sonu olmayan Zât, Allah
fesada gitmek : bozulmak
fusul-i erbaa : dört mevsim
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
hengâm : zaman; dönem
iâde : birinin yerine tekrar getirilme
ihtilâf : farklılık
inkılâp : değişim
intizam : düzen
kat'î : kesin bir şekilde
keza : aynı, aynı biçimde
kezalik : bunun gibi
lâtif : ince, güzel
leyl : gece
masnu : san’at eseri varlık
masnuat : san’at eseri varlıklar
mevcudat : varlıklar
mevt : ölüm
mübadele : devirteslim
müsebbebat : sebeplerle meydana getirilenler
müteselsilen : zincirleme şeklinde; birbirine bağlı olarak
nehar : gündüz
Sahib-i Cemâl : sonsuz güzellik sahibi olan Allah
sair : diğer, başka
Sâni : herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah
senevî : yıllık
sermedî : daimî, sürekli
suubet : zorluk
şeffaf : saydam, parlak
şehadet : şahidlik
şems : Güneş
şems-i vâhid : bir tek Güneş
şerik : ortak
şuâat : şualar, ışık hüzmeleri
tahavvül : değişim
tebeddül : değişerek birbirinin yerini alma
teceddüdî : sürekli yenilenme hali
teselsül : zincirleme devam etme, ard arda gelme
timsal : görüntü; yansıma
unsur : element
Vâcibü'l-Vücud : varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
vahdet : birlik
vâhidiyet : birlik
vücub-u vücud : Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
vücud : varlık
zâtında : kendisinde
zeval : geçip gitme, sona erme
ziyâ : ışık; parlaklık
 

harp

Well-known member
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 8.51.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Eski dahiliye vekili,

şimdi parti kâtib-i umumisi Hilmi Bey,


Evvelâ: Yirmi sene zarfında bir tek istida Dahiliye Vekili iken sana yazdım. Fakat yirmi senelik kaidemi bozmadım, vermedim. Hem eski dahiliye vekili, hem şimdi kâtib-i umumî sıfatlarıyla seninle konuşacağım. Yirmi sene hükûmetle konuşmayan, tek bir defa hükûmet hesabına hükûmetin büyük bir rüknü ile konuşan adam, on saat kadar söylese azdır. Onun için siz benimle konuşmayı bir iki saat müsaade ediniz.

Saniyen: Şimdi partinin kâtib-i umumîsi itibarıyla size bir hakikati beyan etmeye kendimi mecbur biliyorum. Hakikat de şudur:

Senin, kâtib-i umumî olduğun Halk Fırkasının millet karşısında gayet ehemmiyetli bir vazifesi var. O da şudur:

Bin seneden beri âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyeti, küfr-ü mutlaktan ve dalâletten şanlı bir surette kurtulmasına büyük bir vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri!

Eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur’ân’a ve hakaik-i imana sahip çıkmazsanız ve doğrudan doğruya hakaik-i Kur’âniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız, size kat’iyen haber veriyorum ve kat’î hüccetlerle ispat ederim ki, âlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret; ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet; ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlûp olup, âlem-i İslâmın kal’ası ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîden çıkan dehşetli ejderhanın istilâ etmesine sebebiyet vereceksiniz.

Evet, hariçte iki dehşetli cereyana karşı bu kahraman millet, Kur’ân kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa, küfr-ü mutlakı, istibdad-ı mutlakı, sefahet-i mutlakı ve ehl-i namusun servetini serserilere ibâha etmesini âlet ederek dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak, ancak İslâmiyet hakikatiyle mezcolmuş, ittihad etmiş ve bütün mazideki şerefini İslâmiyette bulmuş olan bu milletteki din kuvveti ve îman bütünlüğüdür. Evet bu milletin hamiyetperverleri ve milliyetperverleri, herşeyden evvel bu mümteziç, müttehid milliyetin can damarı hükmünde olan hakaik-ı Kur’âniyeyi terbiye-i medeniye yerine ikâme etmek ve düstur-u hareket yapmakla o cereyanı durdurur inşaallah.

İkinci cereyan: Eğer siz, hamiyetperver, milliyetperver adamlar gibi, şimdiye kadar cereyan eden ve medeniyet hesabına mukaddesatı çiğneyen usulleri muhafazaya çalışıp, üç dört şahsın inkılâp namında yaptıkları icraatı esas tutarak mevcut haseneleri ve inkılâp iyiliklerini onlara verip ve mevcut dehşetli kusurları millete verilse, o vakit üç dört adamın üç dört seyyiesi üç dört milyon seyyie olup bu kahraman ve dindar milleti ve İslâm ordusu olan Türk milletinin geçmiş asırlardaki milyarlar şerefli merhum ordularına ve milyonlarla şehidlerine ve milletine büyük bir muhalefet ve ervahına bir mânevî azap ve şerefsizlik olmakla beraber; o üç dört inkılâpçı adamın pek az hisseleri bulunan ve millet ve ordunun kuvvet ve himmetiyle vücut bulan haseneleri o üç dört adama verilse, o üç dört milyon iyilikler, üç dört haseneye inhisar edip küçülür, hiçe iner; daha dehşetli kusurlara kefaret olamaz.

Lügatler :
adavet : düşmanlık
âlem-i beşeriyet : insanlık âlemi
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
âlem-i İslâmiyet : İslâm âlemi
azâb : sıkıntı, acı çekme
azîm : büyük
beyan etmek : açıklamak, izah etmek
cereyan eden : dolaşan, hareket eden
cereyan : akım, hareket
Dahiliye Vekili : İçişleri Bakanı
dalâlet : doğru ve hak yoldan sapkınlık
düstur-u hareket : hareket prensibi, tarzı
ehl-i hamiyet : hamiyet ve gayret sahibi kimseler
ehl-i namus : namus sahibi
esas : temel
fütuhat : fetihler, zaferler, başarılar
hakaik-i iman : iman hakikatleri, gerçekleri
hakaik-i Kur’âniye ve imaniye : Kur’ân ve iman hakikatleri
hakaik-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın hakikatleri
hakikat : gerçek
hamiyetperver : hamiyet sahibi, fedakârlığı sever
hariç : dış
hasene : iyilik, sevap
hüccet : güçlü ve sağlam delil
ibâha etmek : serbest bırakmak, helâl göstermek
icraat : faaliyet, iş
inkılâp : büyük değişim, dönüşüm
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
istibdad-ı mutlak : tam ve sınırsız bir baskı, mutlak diktatörlük
istilâ etmek : kuşatmak
ittihad etmek : birleşmek, birlik
ittiham etmek : suçlamak
kaide : esas, düstur
kâtib-i umumî : genel sekreter
küfr-ü mutlak : sınırsız inançsızlık; Allah’ı ve Ondan gelen her şeyi inkâr etmek
mağlûp olma : yenilgiye uğrama
mahrum edilen : yoksun bırakılan
mahv : yok olma
mazi : geçmiş
merkeziyet-i İslâmiye : İslâmın merkezi
mevcut : var olan
mezc olmak : karışmak, bütünleşmek
milliyetperver : kendi milletine düşkün olma
muhabbet : sevgi
muhafaza : koruma
mukaddesat : mukaddes olan şeyler
muvaffak : başarılı
mümteziç : birleşik, karışık
müstemlekât : sömürgeler
müttehid : birleşmiş
rükün : önde gelen idareciler
saniyen : ikinci olarak
sebebiyet vermek : sebep olmak
sefahet-i mutlak : yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük
servet : zenginlik
sıfat : özellik, vasıf
suret : biçim, şekil
şark-ı şimalî : kuzeydoğu
terbiye-i medeniye : medeniyetin verdiği eğitim
tervic : yaymak
uhuvvet : kardeşlik
usul : esas
vahdet-i İslâmiye : İslâmın birliği, beraberliği
zulmen : zulmederek
 

harp

Well-known member
KADER RİSALESİ 4.2.DÖRDÜNCÜ MEBHAS(DEVAMI)
Elhasıl: Madem hayat, Esmâ-i Hüsnânın nukuşunu gösterir. Hayatın başına gelen herşey hasendir. Meselâ, gayet zengin, nihayet derecede san’atkâr ve çok san’atlarda mahir bir Zât, âsâr-ı san’atını, hem kıymettar servetini göstermek için, âdi bir miskin adamı, modellik vazifesini gördürmek için, bir ücrete mukabil, bir saatte murassâ, musannâ yaptığı gömleği giydirir, onun üstünde işler ve vaziyetler verir, tebdil eder. Hem her nevi san’atını göstermek için keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam o zâta dese, “Bana zahmet veriyorsun. Eğilip kalkmakla vaziyet veriyorsun. Beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun” demeye hak kazanabilir mi? “Merhametsizlik, insafsızlık ettin” diyebilir mi?

İşte, onun gibi, Sâni-i Zülcelâl, Fâtır-ı Bîmisal, zîhayata göz, kulak, akıl, kalb gibi havâs ve letâifle murassâ olarak giydirdiği vücut gömleğini, Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını göstermek için, çok hâlât içinde çevirir, çok vaziyetlerde değiştirir. Elemler, musibetler nev’inde olan keyfiyat, bazı esmâsının ahkâmını göstermek için lemeât-ı hikmet içinde bazı şuâât-ı rahmet ve o şuâât-ı rahmet içinde lâtif güzellikler vardır.

Lügatler :

âdi : basit, sıradan
ahkâm : hükümler
âsâr-ı san’at : san’at eserleri
elem : acı, sıkıntı
esmâ : isimler
Esmâ-i Hüsnâ : Allah’ın güzel isimleri
Fâtır-ı Bîmisal : benzersiz şeyleri hârika ve üstün sanatıyla yaratan Allah
hâlât : haller, durumlar
hasen : güzel
havâs : hisler, duyular
keyfiyat : özellikler, nitelikler
kıymettar : kıymetli, değerli
lâtif : güzel, hoş
lemeât-ı hikmet : hikmet parıltıları
letâif : lâtifeler, duyular
mahir : maharetli, becerikli
miskin : fakir
mukabil : karşılık
murassâ : cevherlerle süslü
musannâ : san’atla yapılmış
musibet : belâ, felaket
nevi : tür, çeşit
nihayet : son
Sâni-i Zülcelâl : haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi sanatlı bir şekilde yapan Allah
şuâât-ı rahmet : rahmet ışınları
tebdil etmek : değiştirmek
zîhayat : canlı
 

harp

Well-known member
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
8.49.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Çünkü küfr-ü mutlak hücum ediyor. Senin, hamiyet-i diniyen ve tecrübe-i ilmiyen ve Nurlara karşı alâkan sebebiyle, senden rica ediyorum ki, Sabri ile geçen macerayı unutmaya çalış ve onu da affet ve helâl et. Çünkü o, kendi kafasıyla konuşmamış; eskiden beri hocalardan işittiği şeyleri, lüzumsuz münakaşa ile söylemiş. Bilirsin ki, büyük bir hasene ve iyilik, çok günahlara keffaret olur.

Evet, o hemşehrimiz Sabri, hakikaten Nura ve Nur vasıtasıyla imana öyle bir hizmet eylemiş ki, bin hatâsını affettirir. Sizin âlicenaplığınızdan, o Nur hizmetleri hatırı için, dost bir hemşehri ve Nur hizmetinde bir arkadaş nazarıyla bakmalısınız.

Sahabelerin bir kısmı, o harplerde, adalet-i izafiye ve nisbiye ve ruhsat-ı şer’iyeyi düşünüp tâbi olarak, Hazret-i Ali’nin (r.a.) takip ettiği adalet-i hakikiye ve azîmet-i şer’iyye ile beraber zâhidâne, müstağniyâne, muktesidâne mesleğini terk edip, muhalif tarafa bu içtihad neticesinde girdiklerini, hattâ İmam-ı Ali’nin (r.a.) kardeşi Ukayl ve “Habrü’l-Ümme” ünvanını alan Abdullah ibni Abbas dahi bir vakit muhalif tarafında bulunduklarından, hakikî Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, 1 مِنْ مَحَاسِنِ الشَّرِيعَةِ سَدُّ اَبْوَابِ الْفِتَنِ bir düstur-u esasiye-i şer’iyeye binaen 2 طَهَّرَ اللهُ اَيْدِيَنَا فَنُطَهِّرُ اَلْسِنَتَنَا diyerek o fitnelerin kapısını açmayı ve bahsetmeyi caiz görmüyorlar. Çünkü, itiraza müstehak birkaç tane varsa, tarafgirlik damarıyla büyük Sahabelere, hattâ muhalif tarafında bulunan Âl-i Beytin bir kısmına ve Talha (r.a.) ve Zübeyir (r.a.) gibi Aşere-i Mübeşşereden büyük zatlara itiraza başlar, zem ve adavet meyli uyanır diye, Ehl-i Sünnet o kapıyı kapamak taraftarıdır.

Hattâ Ehl-i Sünnetin ve ilm-i kelâmın azîm imamlarından meşhur Sadeddin-i Taftazanî, Yezid ve Velid hakkında tel’in ve tadlile cevaz vermesine mukabil, Seyyid Şerif Cürcanî gibi Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin allâmeleri demişler: “Gerçi Yezid ve Velid, zalim ve gaddar ve fâcirdirler; fakat sekeratta imansız gittikleri gaybîdir. Ve kat’î bir derecede bilinmediği için, şahısların hakkında nass-ı kat’î ve delil-i kat’î bulunmadığı vakit, imanla gitmesi ihtimali ve tevbe etmek ihtimali olduğundan, öyle hususî şahsa lânet edilmez. Belki

3لَعْنَةُ اللهِ عَلَى الظَّالِمِينَ وَالْمُنَافِقِينَ gibi umumî bir ünvan ile lânet caiz olabilir. Yoksa zararlı, lüzumsuzdur” diye Sadeddin-i Taftazanî’ye mukabele etmişler.

Senin müdakkikane ve âlimâne mektubuna karşı uzun cevap yazmadığımın sebebi, hem ehemmiyetli hastalığım ve ehemmiyetli meşgalelerim içinde acele bu kadar yazabildim.
Kardeşiniz

Said Nursî
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : Fitne kapılarını kapatmak şeriatın güzelliklerindendir.
2 : “Cenâb-ı Hak ellerimizi o kanlı hâdiselere bulaştırmadı; o halde biz de o hâdiselerden bahsedip dilimizi bulaştırmayalım.” Ömer bin Abdülaziz’e ait bir söz. Şa’ranî, El-Yevâkit ve’l-Cevahir, 2:69; Bâcurî, Şerhü Cevheretü’t-Tevhid, 334.
3 : Allah’ın lâneti zalimlerin ve münafıkların üzerine olsun.

Lügatler :

adalet-i hakikiye : gerçek adalet
adalet-i izafiye/adalet-i nisbiye : zamanın şartlarına göre değişebilen, toplumun selâmeti için ferdin feda edilmesini öngören adalet
adavet : düşmanlık
âlicenaplık : yüksek ahlâk sahibi
âlimâne : âlimlere yakışır şekilde
allâme : büyük âlim
azîmet-i şer’iye : Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsini en mükemmel şekilde eksiksiz yapmaya çalışma
azîm : büyük
binaen : dayanarak
caiz : sakıncasız, doğru
cevaz : izin, müsaade, ruhsat
delil-i kat’î : kesin delil
düstur-u esasiye-i şer’iye : şeriatın esas prensipleri, ana kanunları
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat : Hz. Muhammed’in sünnetine uyan, onun yolundan giden büyük Müslüman topluluk
fâcir : günahkâr
fitne : ahlâkta ve toplum düzeninde azgınlık ve bozgunculuk; imtihan vesilesi olan şey
gaddar : acımasız
gaybî : bilinmeyen, görünmeyen
hakikî : asıl, gerçek
hamiyet-i diniye : dinin koruyuculuğu, dini koruma duygusu
hasene : iyilik, sevap
hemşehri : aynı ilden olan kimse, memleketli
hususî : özel
içtihad : dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur’ân ve hadisten hüküm çıkarma
ilm-i kelâm : iman hakikatlerini ispat eden ve açıklayan bilim dalı
kat’î : kesin
keffaret : günahın bağışlanmasına vesile olan şey
küfr-ü mutlak : sınırsız inançsızlık; Allah’ı ve Ondan gelen her şeyi inkâr etme
lânet : beddua etme
medar-ı ihtilâf : anlaşmazlık, uyuşmazlık sebebi
meyil : eğilim
muhalif : karşı, aykırı
mukabele etmek : karşılık vermek
mukabil : karşılık
muktesidâne : iktisatlı bir şekilde
müdakkikane : dikkatlice araştırıp inceleyerek
müstağniyâne : ihtiyaç duymayarak, muhtaç olmayarak
müstehak : hak etmiş, lâyık
nass-ı kat’î : kesin delil—Kur’ân-ı Kerim ve sahih hadisler gibi
nazara almak : göz önünde bulundurmak
nazarıyla : gözüyle, bakışıyla
nizâ etme : kavga etme, uyuşmama
ruhsat-ı şer’iye : dinin verdiği izin
Sahabe : Hz. Peygamberi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan giden Müslümanlar
sekerat : ölüm ânı
tâbi olma : uyma
tadlil : doğru yoldan çıktığına hükmetme, dalâlette görme
tarafgirlik : taraftarlık
tecrübe-i ilmiye : ilmin kazandırdığı tecrübe
tel’in : lânetleme, lânet okuma
umumî : genel
zâhidâne : tam bir takva içinde olarak
zem : kınama, kötüleme
 

harp

Well-known member
Vücudunu Mucidine feda et
31 Mayıs 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Dünyada sana ait çok emirler vardır. Amma ne mâhiyetlerinden ve ne âkıbetlerinden haberin olmuyor:
Biri, cesettir. Evet, cesedin genç iken lâtif, zarif ve güzel gül çiçeğine benzerse de, ihtiyarlığında kuru ve uyuşmuş kış çiçeğine benzer ve tahavvül eder.
Biri de hayat ve hayvaniyettir. Bunun da sonu ölüm ve zevaldir.
Biri de insaniyettir. Bu ise, zeval ve beka arasında mütereddittir. Dâim-i Bâkînin zikriyle muhafazası lâzımdır.
Biri de ömür ve yaşayıştır. Bunun da hududu tayin edilmiştir; ne ileri, ve ne de geri bir adım atılamaz. Bunun için elem çekme, mahzun olma. Tahammülünden âciz, tâkatinden hariç olduğun tûl-i emel yükünü yüklenme.
Biri de vücuttur. Vücut zaten senin mülkün değildir. Onun mâliki ancak Mâlikü’l-Mülktür. Ve senden daha ziyade senin vücuduna şefkatlidir. Binaenaleyh, Mâlik-i Hakikînin daire-i emrinden hariç o vücuda karıştığın zaman zarar vermiş olursun: ümitsizliği intaç eden hırs gibi.
Biri de belâ ve musibetlerdir. Bunlar zâildir, devamları yoktur. Zevalleri düşünülürse, zıtları zihne gelir, lezzet verir.
Biri de, sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği birşeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fâni dünyadan da çıkacaksın. Öyle ise, aziz olarak çıkmaya çalış. Vücudunu Mûcidine feda et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. Çünkü, feda etmediğin takdirde, ya bâd-ı hevâ zâil olur, gider, veya Onun malı olduğundan, yine Ona rücû eder.
Eğer vücuduna itimad edersen, ademe düşersin. Çünkü ancak vücudun terkiyle vücut bulunabilir. Ve keza, vücuduna kıymet vermek fikrinde isen, o vücuttan senin elinde ancak bir nokta kalabilir. Bütün vücudun cihât-ı erbaasıyla ademler içerisinde kalır. Amma, o noktayı da elinden atarsan vücudun tam mânâsıyla nurlar içinde kalır.
Biri de, dünyanın lezzetleridir. Bu ise, kısmete bağlıdır. Talebinde kalâka düşer. Ve sür’at-i zevali itibarıyla, aklı başında olan, onları kalbine alıp kıymet vermez.
Dünyanın âkıbeti ne olursa olsun, lezâizi terk etmek evlâdır. Çünkü, âkıbetin ya saadettir; saadet ise şu fâni lezâizin terkiyle olur. Veya şekavettir. Ölüm ve idam intizarında bulunan bir adam, sehpanın tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi? Dünyasının âkıbetini küfür sâikasıyla adem-i mutlak olduğunu tevehhüm eden adam için de terk-i lezâiz evlâdır. Çünkü, o lezâizin zevaliyle vukua gelen hususî ve mukayyed ademlerden, adem-i mutlakın elîm elemleri her dakikada hissediliyor. Bu gibi lezzetler o elemlere galebe edemez. (Mesnevi-i Nuriye - Habbe)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
Âciz : Güçsüz
Adem : Yokluk, Hiçlik
Adem-İ Mutlak : Mutlak Yok Oluş, Tamamen Ve Ebediyen Yok Olma
Âkıbet : Netice, Son
Aziz : Çok Değerli, İzzetli
Bâd-I Hevâ : Karşılıksız; Boş, Boşu Boşuna
Binaenaleyh : Bundan Dolayı
Cihât-I Erbaa : Dört Yön, Taraf
Daire-İ Emir : Emir Dairesi, Alanı
Elem : Acı, Keder, Üzüntü
Evlâ : Daha İyi
Fâni : Geçici Olan, Ölümlü
Hariç Olmak : Dışında Olmak
Hariç : Dış
Hudud : Sınırlar
İntaç Etmek : Netice, Sonuç Vermek
İntizar : Bekleyiş
İtimad Etmek : Güvenmek
Kalâk : Endişe, İç Sıkıntısı, Gönül Darlığı
Keza : Bunun Gibi
Kısmet : Hisse, Pay, Nasip
Küfür : Allah’ı Veya Allah’ın Bildirdiği Herhangi Bir Şeyi İnkâr Etme, İnançsızlık
Lezâiz : Lezzetler
Mahzun Olmak : Hüzünlenmek
Mâlik : Sahip
Mâlik-İ Hakikî : Herşeyin Gerçek Sahibi Olan Allah
Mâlikü’l-Mülk : Bütün Mülkün Gerçek Sahibi Olan Allah
Menzil : Yer, Mekân
Mûcid : İcad Eden, Varlıklara Vücut Verip Yaratan Allah
Mukabilinde : Karşılığında
Musibet : Belâ, Büyük Sıkıntı
Mülk : Sahip Olunan Şey
Nur : Aydınlık, Işık
Rücû Etmek : Dönmek, Geri Dönmek
Saadet : Mutluluk
Sâika : Sebep, Neden
Sür’at-İ Zeval : Hızlıca Geçip Gitme, Yok Olma
Şefkat : Merhamet
Şekavet : Mutsuzluk, Bedbahtlık
Tahammül : Dayanma, Katlanma
Tâkat : Güç, Kapasite
Taleb : İsteme
Tayin Edilmek : Belirlenmek
Tezyin : Süsleme
Tûl-İ Emel : Bitmez Tükenmez, Sonsuz Arzu Ve İstekler
Vücud : Beden
Vücut Bulmak : Var Olmak
Zâil Olmak : Geçip Gitmek, Yok Olmak
Zâil : Geçip Gidici, Yok Olucu
Zeval : Geçici Olma
Ziyade : Çok, Fazla
 

harp

Well-known member
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 8.53.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Siz dünyevî çok diplomatları her zaman dinliyorsunuz; bir parça da âhiret hesabına konuşan, benim gibi kabir kapısında, vatandaşların haline ağlayan bir biçareyi dinlemek lâzımdır.

Bu istida, yirmi seneden beri hiç müracaat etmediğim halde, bir hiddet zamanında bir defa olarak beni tâzip eden Dahiliye Vekili Hilmi’ye hitaben yazılmış, berâ-yı malûmat Afyon Emniyet Müdürüne gönderilmiş. Mânâsız, lüzumsuz dört beş defa bana sıkıntı verdiler. “Senin yazın böyle değil; kim sana böyle yazmış?” diye resmen beni karakola çağırdılar. Ben de dedim: “Böylelere müracaat edilmez; yirmi sene sükûtum haklı imiş!”

Ey Emirdağı hükûmeti ve zabıtası! Bu hasbihali bir sene evvel yazmıştım. Fakat vemedim, sakladım. Şimdi, beş cihetle kanunsuz beni hususî ikametgâhımda bir hizmetçiden men ve müdahale etmeleri gibi dünyada emsalsiz bir tarzda beni istibdad-ı mutlak altına alıyorlar. Kanun namına kanunsuzluk edenleri, insafa gelmek fikriyle izhar ediyorum.

Lügatler :
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
berâ-yı malûmat : bilgi vermek için
biçare : çaresiz
bilâkis : tersine
cereyan : akım, hareket
dünyaperestlik : dünyayı taparcasına sevme
Dahiliye Vekili : İçişleri bakanı
ehl-i iman : Allah’a inananlar, mü’minler
ehl-i vukuf : bilirkişi
emsalsiz : benzersiz
feylesof : filozof; felsefe ile uğraşan
hasbihal : konuşma, görüşme
hususan : özellikle
hüccet : güçlü delil
idam-ı ebedî : sonsuz yok oluş; inkârcı ve sapkınlara göre, hem kendilerini hem sevdiklerini idam edecek bir darağacı, kabir gibi
ikametgâh : ikamet edilen, oturulan yer
istibdâd-ı mutlak : tam ve sınırsız bir baskı, mutlak diktatörlük
izhar etme : açıklama, gösterme
men etme : engelleme, yasaklama
mürekkep : –den oluşmuş
nazara almak : dikkate almak
sedd-i Kur’ânî : Kur’ân’ın yıkılmaz seddi, kalesi
sükût : sessiz kalma, susma
tahsin : güzel bulma, güzelliğini ilân etme
takdir etme : birşeyin değerini anlama ve ilân etme
tebdil etmek : değiştirmek
terhis tezkeresi : görevin sona erdiğini gösteren belge
ulema : âlimler


--
 

harp

Well-known member
KADER RİSALESİ
5.3.HÂTİME(DEVAMI)
BEŞİNCİ FIKRA:
Şu fıkra, Arabî geldiği için Arabî yazıldı. Hem şu fıkra-i Arabiye, Allahu ekber zikrinde otuz üç mertebe-i tefekkürden bir mertebeye işarettir.
اَللهُاَكْبَرُاِذْهُوَالْقَدِيرُالْعَلِيمُالْحَكِيمُالْكَرِيمُالرَّحِيمُالْجَمِيلُالنَّقَّاشُاْلاَزَلِىُّالَّذِىمَاحَقِيقَةُهٰذِهِالْكَاۤئِنَاتِكُلاًّوَجُزْءاًوَصَحَاۤئِفَوَطَبَقَاتٍ،وَمَاحَقَاۤئِقُهٰذِهِالْمَوْجُودَاتِكُلِّيّاًوَجُزْئِيّاًوَوُجوُدًاوَبَقَاۤءً،اِلاَّخُطُوطُقَلَمِقَضَاۤئِهِوَقَدَرِهِ،وَتنْظِيمِهِوَتقْدِيرِهِبِعِلْمٍوَحِكْمَةٍ،وَنقُوشُپَرْكَارِعِلْمِهِوَحِكْمَتِهِوَتصْوِيرِهِوَتدْبِيرِهِبِصُنْعٍوَعِنَايَةٍ،وَتزْيِينَاتُيَدِبَيْضَاۤءِصُنْعِهِوَعِنَايَتِهِوَتَزْيِينِهِوَتَنْوِيرِهِبِلُطْفٍوَكَرَمٍ،وَاَزَاهِيرُلَطَاۤئِفِلُطْفِهِوَكَرَمِهِوَتَوَدُّدِهِوَتَعَرُّفِهِبِرَحْمَةٍوَنِعْمَةٍ،وَثَمَرَاتُفَيَّاضِرَحْمَتِهِوَنِعْمَتِهِوَتَرَحُّمِهِوَتَحَنُّنِهِبِجَمَالٍوَكَمَالٍ،وَلمَعَاتُوَتَجَلِّيَاتُجَمَالِهِوَكَمَالِهِبِشَهَادَاتِتَفَانِيَةِالْمَرَايَا،وَسَيَّالِيَةِالْمَظَاهِرِمَعَبَقَاءِالْجَمَالِالْمُجَرَّدِالسَّرْمَدِىِّالدَّاۤئِمِالتَّجَلِّى،وَالظُّهُورِعَلٰىمَرِّالْفُصُولِوَالْعُصُورِوَالدُّهُورِ،وَدَاۤئِمِاْلاِنْعَامِعَلٰىمَرِّاْلاَنَامِوَاْلاَيَّامِوَاْلاَعْوَامِ.

نَعَمْفَاْلاَثَرُالْمُكَمَّلُيَدُلُّذَاعَقْلٍعَلَىالْفِعْلِالْمُكَمَّلِ،ثُمَّالْفِعْلُالْمُكَمَّلُيَدُلُّذَافَهْمٍعَلَىاْلاِسْمِالْمُكَمَّلِ،ثُمَّاْلاِسْمُالْمُكَمَّلُيَدُلُّبِالْبَدَاهَةِعَلَىالْوَصْفِالْمُكَمَّلِ،ثُمَّالْوَصْفُالْمُكَمَّلُيَدُلُّبِالضَّرُورَةِعَلَىالشَّأْنِالْمُكَمَّلِ،ثُمَّالشَّأْنُالْمُكَمَّلُيَدُلُّبِالْيَقِينِعَلٰىكَمَالِالذَّاتِبِمَايَلِيقُبِالذَّاتِوَهُوَالْحَقُّالْيَقِينِ.

نَعَمْتَفَانِىالْمِرْاٰةِ،زَوَالُالْمَوْجُودَاتِمَعَالتَّجَلِّىالدَّاۤئِمِمَعَالْفَيْضِالْمُلاَزِمِ،مِنْاَظْهَرِالظَّوَاهِرِ،اَنَّالْجَمَالَالظَّاهِرَلَيْسَمُلْكُالْمَظَاهِرِ،مِنْاَفْصَحِتِبْيَانٍ،مِنْاَوْضَحِبُرْهَانٍلِلْجَمَالِالْمُجَرَّدِِلـْلاِحْسَانِالْمُجَدَّدِلِلْوَاجِبِالْوُجُودِ،لِلْباَقِىالْوَدُودِ. اَللّٰهُمَّصَلِّعَلٰىسَيِّدِنَامُحَمَّدٍمِنَاْلاَزَلِاِلَىاْلاَبَدِعَدَدَمَافِىعِلْمِاللهِوَعَلٰۤىاٰلِهِوَصَحْبِهِوَسَلِّمْ. 1

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1: Allah en büyüktür, o Kadîr, Alîm, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl olan Ezelî Nakkaş’tır ki, bu kâinatın sayfaları ve tabakalarıyla, küll ve cüz olarak hakikati ve bu mevcudatın külliyet ve cüz’iyet ve vücut ve bekà itibarıyla hakikati, Onun kazâ ve kader kaleminin ilim ve hikmetle tanzim ve takdir ettiği hatları; ilim ve hikmet pergelinin sun’ ve inâyetle tasvir ve tedbir ettiği nakışları; sun’ ve inâyetinin yed-i beyzâsının lütuf ve keremle süsleyip aydınlattığı zinetleri, tezyinatı, lütuf ve kereminin ve teveddüd ve taarrüfünün lâtifelerinden rahmet ve nimetle açan çiçekleri; rahmet ve nimetinin ve terahhum ve tahannününün feyzinden cemâl ve kemâl ile çıkan meyveleri; ve, aynaların fâniliği ve mazharların seyyâliyetiyle beraber, onlarda tecellî eden o mücerred ve sermedî cemâlin bâki kalarak, gelip geçen mevsimler ve asırlar ve dehirler üzerinde tecelliyat ve zuhurâtının ve gelip geçen mahlûkat ve günler ve seneler üzerindeki in’âmâtının devam etmesinin şehâdetiyle, Onun cemâl ve kemâlinin tecelliyat ve lemeâtından başka birşey değildir. Evet, eserin mükemmelliği, akıl sahipleri için, fiilin mükemmelliğine delâlet eder. Mükemmel fiil ise, fehim sahipleri için, ismin mükemmelliğine delâlet eder. İsmin mükemmelliği, bilbedâhe sıfâtın mükemmelliğine; sıfâtın mükemmelliği ise, bizzarure şe’nin mükemmelliğine; şe’nin mükemmelliği ise, hakkalyakîn derecesinde bir kat’iyetle ve o zâta lâyık bir şekilde, zâtın mükemmelliğine delâlet eder.Evet, aynaların fâniliği ve mevcudatın zevâliyle beraber tecelliyâtın ve füyuzâtın devam etmesi, bütün zuhurattan daha zâhir bir surette, onlarda görünen cemâlin mazharlara ait olmadığına delâlet eder ve en fasih bir lisanla ve en vâzıh bir burhanla gösterir ki, o tecelliyat, Vâcibü’l-Vücudun ve Bâkî-i Vedûdun mücerred cemâlinin ve mazharlar üzerinde daimî yenilenen ihsânâtının cilveleridir. Allahım! Efendimiz Muhammed ‘e, âl ve ashâbına, ezelden ebede, ilm-i İlâhînin mevcudatı adedince salât ve selâm et.



--
 

harp

Well-known member
İ'lem Eyyühel-Aziz! Bu küre-i arz misafirhanesi, insanların mülk ve malı değildir. Ancak insanlar, amele gibi o misafirhanenin çeşit çeşit işlerinde ve tezyinatında çalışırlar. Eğer küre-i arzın haricinden yabancı birisi gelip misafirhanenin bir mu'cize ve harika olduğuna ve insanların da aciz, fakir, muhtaç olduklarına dikkat ederse, bu insanlar bu binaya sahib ve sani' olacak bir iktidarda değildir, ancak böyle harika bir masnuun sanii de mu'ciznüma olduğuna kat'iyyetle hükmedecektir. Ve bu insanlar, o Sultan-ı Ezeli'nin makasıdına çalışan amelelerdir. Bu ameleler, aldıkları ücretlerinden maada bu binadan bir şeye malik ve sahib olmadıklarına tekraren hükmedecektir. Ve keza o çiçeklerin zevilhayata karşı gösterdiği teveddüdlerine ve tahabbüblerine ve tebessümlerine dikkat eden anlar ki: Bir Hakim-i Kerim tarafından misafirlerine hizmetle muvazzaf bir takım hedaya ve behayadır ki, Sani' ile masnu arasında bir vesile-i tearüf ve tahabbüb olsun.

(Bediüzzaman Said Nursi - Mesnevi-i Nuriye'den)

Lügatler
Âciz :güçsüz, zayıf
Amele :işçi
Behaya : güzel, parlak, lâtif şeyler; hediyeler
Fakir :ihtiyaç sahibi, muhtaç, yoksul
Hakîm-i Kerîm : herşeyi hikmetle belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan ve sonsuz cömertlik ve ikram sahibi Allah
Hariç :dış, dışarı, dışında
Harika :hayret uyandıran, hayranlık veren, imkânların üstünde olan
Hedaya :hediyeler
Hükmetmek :idare etmek, hakim olmak,yönetmek
İ’lem Eyyühel Aziz :Ey aziz kardeşim, bil ki
İktidar :güç, takat, kudret, idare
Kat’iyet :kesinlik, şüphesizlik
Keza : bunun gibi, aynı, aynı biçimde
Küre-i arz :yeryüzü, dünya
Maada :başka, fazla, bundan gayrı
Makasıd :maksatlar, gayeler
Mâlik: sahip
Masnu :yapılan, yapılmış, sanatlı yapılmış
Mesnevi-i Nuriye :nurlu parçalar, nurlu manzumeler

Misafir :ikamet yeri dışında olan, konuk, yolcu
Misafirhane :misafir ağırlanan yer
Mu’cize :insanların yapmaktan aciz kaldıkları, ancak Allah tarafından yapılabilen ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasip olan harika hadiseler
Mu’ciznüma :mucize gösteren
Muhtaç :ihtiyacı olan
Muvazzaf :vazifeli, bir işle meşgul
Mülk :mal, sahip olunan şey
Sahip :koruyan, elinde tutan, mâlik olan
Sâni’ : her şeyi mükemmel ve sanatla yaratan Allah
Sultan-ı ezeli : başlangıcı olmayan zamanın Sultanı(Allah)
Tahabbüb :sevgi besleme, sevgi duyma
Tebessüm: gülümseme, gülme
Tekraren :tekrar ederek, yineleyerek
Teveddüd :birini kendine sevdirme
Tezyinat :süslemeler, donatmalar, ziynetler
Ücret :hizmet karşılığı verilen şey
Vesile-i tearüf ve tahabbüb: birbirlerini tanıma ve birbirlerini sevme vesilesi, aracı
Zevil hayat :hayat sahipleri
 

harp

Well-known member
Resulullah'ı tasdik eden üç büyük fikir
01 Haziran 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
Bu kâinatın bir mânevî güneşi ve Hâlıkımızın en parlak burhanı, bu Habibullah denilen zattır ki, onun şehadetini teyid ve tasdik ve imza eden aldanmaz ve aldatmaz üç büyük icmâ var.
Birincisi:“Eğer perde-i gayb açılsa yakînim ziyadeleşmeyecek” diyen İmam ı Ali (radıyallahu anh) ve yerde iken Arş-ı Âzamı ve İsrafil’in azamet-i heykelini temâşâ eden Gavs-ı Âzam (k.s.) gibi keskin nazar ve gayb-bîn gözleri bulunan binler aktâb ve evliya-yı azîmeyi câmi ve Âl-i Muhammed nâmıyla şöhretşiâr-ı âlem olan cemaat-i nuraniyenin icmâ ile tasdikleridir.
İkincisi: Bedevî bir kavim ve ümmî bir muhitte, hayat-ı içtimaiyeden ve efkâr ı siyasiyeden hâli ve kitapsız ve fetret asrının karanlıklarında bulunan ve pek az bir zamanda en medenî ve malûmatlı ve hayat-ı içtimaiyede ve siyasiyede en ileri olan milletlere ve hükümetlere üstad ve rehber ve diplomat ve hâkim i âdil olarak, şarktan garba kadar cihanpesendane idare eden ve Sahabe nâmıyla dünyada namdar olan cemaat-ı meşhurenin, ittifakla, can ve mallarını, peder ve aşiretlerini feda ettiren bir kuvvetli imanla tasdikleridir.
Üçüncüsü: Her asırda binlerle efradı bulunan ve her fende dâhiyâne ileri giden ve muhtelif mesleklerde çalışan, ümmetinde yetişen hadsiz muhakkik ve mütebahhir ulemasının cemaat-ı uzmâsının, tevafukla ve ilmelyakîn derecesinde tasdikleridir. Demek bu zâtın vahdâniyete şehadeti, şahsî ve cüz’î değil; belki, umumî ve küllî ve sarsılmaz ve bütün şeytanlar toplansa karşısına hiç bir cihetle çıkamaz bir şahadettir diye hükmetti. (Mektubat, 19. Mektup)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
Aktab : Kutuplar, Büyük Velilerden Zamanının En Büyük Mürşidi Olan Kimseler
Âl-İ Muhammed : Hz. Muhammed’in (A.S.M.) Soyundan Olanlar
Arş-I Âzam : Allah’ın Büyüklük Ve Yüceliğinin Ve Herşeyi Kuşatan Sınırsız Egemenliğinin Tecelli Ettiği Yer
Azamet-İ Heykel : Heybetli, Haşmetli Yapısı, Görüntüsü
Bedevî : Çölde Yaşayan, Göçebe
Burhan : Güçlü Ve Sarsılmaz Delil, Kanıt
Câmi’ : Kapsamlı
Cemaat-I Meşhure : Meşhur Topluluk
Cemaat-İ Nûrâniye : Nurlu, Nurânî Cemaat
Cihanpesendâne : Bütün Dünyaya Kabul Ettirerek
Dâhiyane : Dâhicesine, Son Derece Zekice
Delâlet : İşaret Etme, Gösterme
Diplomat : Memleket Ve Millet Meseleleri Hakkında Siyasî Söz Sahibi Olan Kimse
Efkâr-I Siyâsiye : Siyasî Fikirler, Düşünceler
Efrad : Fertler, Bireyler
Esmâ : Allah’ın İsimleri
Evliyâ-İ Azîme : Büyük Veliler
Fetret : Hz. İsa İle Hz. Muhammed Arasında Geçen Peygambersiz Devir
Garb : Batı
Gayb-Bîn : Gaybı Gören; Görünmeyenden Haberi Olan
Habibullah : Allah’ın En Sevdiği Kul Olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (A.S.M.)
Hâkim-İ Âdil : Adaletle İş Gören Hükmedici, Adaletli Hükümdar
Hâlık : Herşeyi Var Eden Yaratıcı Allah
Hâli : Uzak, Issız
Hayat-I İçtimaiye : Toplum Hayatı
İ’lâm Etmek : Bildirmek, Öğretmek
İcmâ : Fikir Birliği
İmam-I Ali : Ali Bin Ebû Talip )
İttifak : Birleşme, Söz Birliği
Kâinat : Evren, Bütün Yaratılmışlar
Malumât : Bilgiler
Muhakkik : Gerçekleri Araştıran Ve Delilleriyle Bilen Âlimler
Muhit : Çevre, Civar
Muhtelif : Çeşitli
Nâm : Ad
Namdar : Şan Ve Şöhret Sahibi
Nazar : Görüş, Bakış, Dikkat
Perde-İ Gayb : Mânevî Âlemleri Gözümüzden Saklayan Perde
Sahabe : Hz. Peygamberi (A.S.M.) Dünya Gözüyle Gören Ve Onun Yolundan Giden Müslümanlar
Sıfât : Sıfatlar; Allah’ın Yüce Zatını Niteleyen Kutsal Özellikler
Şark : Doğu
Şehadet : Tanıklık, Şahitlik
Şöhretşiâr-I Âlem : Âleme Şöhret Salmış
Tasdik : Doğrulama, Onay
Temâşâ Etme : Seyretme
Teyid : Doğrulama
Ümmet : Hz. Peygambere İnanıp Onun Yolundan Giden Mü’minler
Ümmî : Tahsil Görmemiş, Okuma Yazma Bilmeyen
Vacibü’l-Vücud : Varlığı Zorunlu Olan Ve Var Olmak İçin Hiçbir Sebebe İhtiyacı Olmayan Allah
Yakîn : Görür Gibi İnanma
 

harp

Well-known member
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
8.54.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
1بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşim ve bu fâni dünyada hamiyetli ve ciddî bir arkadaşım,

Evvelâ: Bütün dostlarım ve hemşehrilerimden en ziyade zâtınız ve bazı Erzurumlu zatların, benim bu işkenceli ve mazlumiyet hâletimde şefkatkârane ciddî alâkadarlığınıza ve imdadıma fikren koşmanıza cidden çok minnetdarım; âhir ömrüme kadar unutmayacağım. Size bin mâşaallah ve bârekâllah derim.

Saniyen: Mesleğime ve Risale-i Nur’dan aldığım dersime bütün bütün muhalif olarak ve on seneden beri fâni dünyanın geçici, ehemmiyetsiz hâdiselerine bakmamak olan bir düstur-u hayatıma da münâfi olarak, sırf senin hatırın ve merak ettiğin ve bu defaki uzun mektubun için vaziyetime ve zâlimlerin işkencelerine ait birkaç maddeyi beyan edeceğim.

Birincisi: Otuz sene evvel Darü’l-Hikmet’te âzâ iken, birgün, arkadaşımızdan ve Darü’l-Hikmet âzâsından Seyyid Sadeddin Paşa dedi ki:

“Kat’î bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebîde ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki: ‘Bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi yani zındıkayı (dinsizliği) bu millete kabul ettiremeyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız’ diye senin idamına hükmetmişler. Kendini muhafaza et.”

Ben de “Tevekkeltû alâllah, ecel birdir, tagayyür etmez” dedim.

İşte bu komite, otuz sene, belki kırk seneden beri hem tevessü etti, hem benimle mücadelede herbir desiseyi istimal etti. İki defa imha için hapse ve on bir defa da beni zehirlemeye çalışmışlar. En son dehşetli plânları, sabık Dahiliye Vekilini ve Afyon’un sâbık Vâlisini, Emirdağının sabık kaymakam vekilini aleyhime sevk etmeleriyle, resmî hükûmetin nüfuzunu bütün şiddetiyle aleyhimde istimal etmeleridir. Benim gibi zaif, ihtiyar, merdumgiriz, fakir, garip, hizmete çok muhtaç bir biçâreye o üç resmî memurlar, aleyhimde öyle bir propaganda yapmış ve herkesteki korku o dereceye varmış ki, bir memur bana selâm etse, haber aldıkları vakitte değiştirdikleri için, casusluktan başka hiçbir memur bana uğramadığını ve komşularımın da bazıları korkularından hiç selâm etmediklerini gördüğüm halde, inayet ve hıfz-ı İlâhî bana bir sabır ve tahammül verdi. Emsalsiz bu işkence, bu tazyik, beni onlara dehalete mecbur etmedi…
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.

Lügatler :

âhir : son
âzâ : üye
aziz : çok değerli, izzetli
bârekâllah : Allah hayırlı ve mübarek kılsın anlamında, beğeniyi ifade etme için kullanılan bir söz
biçâre : çaresiz, zavallı
Dahiliye Vekili : İçişleri bakanı
dehalet : sığınma
desise : hile, aldatma
düstur-u hayat : hayat prensibi
ecel : ölüm zamanı
ecnebî : yabancı
emsalsiz : benzersiz
fâni : geçici, ölümlü
hâdise : olay
hâlet : durum, hâl
hamiyetli : din gibi mukaddes değerleri ve kendi aile ve yakınlarını koruma duygusu ve gayreti olan
imha : yok etme
inâyet ve hıfz-ı İlâhî : Allah’ın yardımı ve koruması
istimal etmek : kullanmak
kat’î : kesin olarak
komite : kötü bir amaç için kurulmuş cemiyet, komisyon
mâşaallah : Allah dilemiş ve ne güzel yapmış anlamına gelen ve beğeniyi ifade etme için kullanılan bir söz
mazlumiyet : zulme uğramışlık
mecbur etmek : zorlamak
merdümgiriz : insanlardan sıkılan, kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık isteyen
muhalif : aykırı, zıt
münâfi : aykırı, zıt
nüfuz : etki
sâbık : önceki, geçmiş
saniyen : ikinci olarak
sevk etmek : yönlendirmek
sıddık : çok doğru ve sadık
şefkatkârane : şefkatli bir şekilde
tagayyür etmek : değişmek
tazyik : baskı
tevekkeltû alâllah : “Allah’a dayandım ve güvendim”
tevessü etmek : genişlemek, yayılmak
vaziyet : durum, hâl
vücud : varlık
zâlim : zulmeden, acımasız
zındıka : dinsiz
 
Üst