Günün Risale-i Nur Dersi

harp

Well-known member
Selamun aleyküm muhterem kardeşlerim,
Bu gece idrak edeceğimiz Leyle-i Regaib'i ve seksen sene manevi bir kazanç elde edebilmeye vesile olabilen şuhur-u selasenizi tebrik ediyoruz.
Cenab-ı Hak, girmek üzere olduğumuz bu çok bereketli ve mübarek manevi mevsimi cümlemiz hakkında azami derecede istifadeye medar eylesin ve dünyanın dört bir yanında mazlum durumda bulunan ehl-i iman kardeşlerimiz için de saadet-i dareyne nail olabilmeleri noktasında, bir vesile-i necat eylesin, amin.
Kardeşlerim, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin, Risale-i Nur Külliyatında yer alan ve Şuhur-u selase ve Regaib gecesi ile ilgili mektublarından bazılarını sizlerle paylaşıyorum.
Selam ve dua ile.

Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvela: Seksen küsur sene bir ömr-ü maneviyi sizlere kazandıracak olan şuhur-u selase-i mübarekeyi ve bilhassa bu geceki Leyle-i Regaib'i tebrik ediyoruz.
Aziz ve sıddık kardeşlerim ve fedakar ve sadık arkadaşlarım!
Evvela: Sizin, bu mübarek şuhur-u selase ve içindeki kıymetdar leyali-i mübarekeleri tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak, herbir geceyi sizin hakkınızda birer Leyle-i Regaib ve Leyle-i Kadir kıymetinde size sevab versin, amin.
Seksen küsur sene manevi ve baki bir ömrü kazandırmak sırrını taşıyan
Bu şuhur-u selase, seksen küsur sene bir ömrü kazandırıyor. Elbette sizler gibi mücahidler, onu kazanmağa çalışacaksınız. Cenab-ı Hak her bir gecesini sizin hakkınızda Leyle-i Mi'rac ve Leyle-i Berat ve Leyle-i Kadir kadar kıymetdar eylesin, amin.
şuhur-u selasenizi ve Leyle-i Regaibinizi bütün ruhumla tebrik ediyorum. İki-üç gün evvel, Yirmiikinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki; içinde hem külli zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli iman dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsi hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şakirdlerin ibadet niyetiyle risaleleri ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Barekallah dedim. Hak verdim.
Nasıl maddi hava fena ise, fena tesir ediyor. Manevi hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhur-u selase ve muharremede Alem-i İslam manevi havası, umum ehl-i imanın ahiret kazancına ve ticaretine ciddi teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı safileştiriyor, güzelleştiriyor. Müdhiş arızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder.
(Kastamonu Lahikasından)
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bugün manevi bir ihtar ile sizin hesabınıza bir telaş, bir hüzün bana geldi. Çabuk çıkmak isteyen ve derd-i maişet için endişe eden kardeşlerimizin hakikaten beni müteellim ve mahzun ettiği aynı dakikada bir mübarek hatıra ile bir hakikat ve bir müjde kalbe geldi ki: Beş günden sonra çok mübarek ve çok sevablı ibadet ayları olan şuhur-u selase gelecekler. Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şaban-ı Muazzamda üçyüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadir'de otuzbine çıkar. Bu pekçok uhrevi faideleri kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsi pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhur-u selaseyi böyle bire on kar veren Medrese-i Yusufiye'de geçirmek, elbette büyük bir kardır. Ne kadar zahmet çekilse ayn-ı rahmettir. İbadet cihetinde böyle olduğu gibi, Nur hizmeti dahi nisbeten -kemmiyet değilse de keyfiyet itibariyle- bire beştir. Çünki bu misafirhanede mütemadiyen giren ve çıkanlar, Nur'un derslerinin intişarına bir vasıtadır. Bazan bir adamın ihlası, yirmi adam kadar faide verir. Hem Nur'un sırr-ı ihlası; siyasetkarane kahramanlık damarını taşıyan, Nur'un tesellilerine pekçok muhtaç bulunan mahpus biçareler içinde intişarı için bir parça zahmet ve sıkıntı olsa da, ehemmiyeti yok. Derd-i maişet ciheti ise: Zaten bu üç ay ahiret pazarı olmasından herbiriniz çok şakirdlerin bedeline, hatta bazınız bin adamın yerinde buraya girdiğinden, elbette sizin harici işlerinize yardımları olur diye tamamıyla ferahlandım ve bayrama kadar burada bulunmak büyük bir nimettir bildim.
(14. Şua’dan)
Bediüzzaman Said Nursi
 

harp

Well-known member
KADER RİSALESİ 6.1.ZEYL
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Bu küçücük zeylin büyük bir ehemmiyeti var. Herkese menfaatlidir.

CENÂB-I HAKKA vâsıl olacak tarikler pek çoktur. Bütün hak tarikler Kur’ân’dan alınmıştır. Fakat tarikatlerin bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarikler içinde, kàsır fehmimle Kur’ân’dan istifade ettiğim "acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür" tarikidir.

Evet, acz dahi, aşk gibi, belki daha eslem bir tariktir ki, ubûdiyet tarikiyle mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi Rahmân ismine isal eder. Hem şefkat dahi, aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tariktir ki, Rahîm ismine isal eder. Hem tefekkür dahi, aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tariktir ki, Hakîm ismine isal eder.

Şu tarik, hafî tarikler misillü, “letâif-i aşere“ gibi on hatve değil; ve tarik-i cehriye gibi “nüfus-u seb’a“ yedi mertebeye atılan adımlar değil; belki Dört Hatveden ibarettir. Tarikatten ziyade hakikattir, şeriattir.

Yanlış anlaşılmasın; acz ve fakr ve kusurunu Cenâb-ı Hakka karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir.

Şu kısa tarikin evrâdı, ittibâ-ı sünnettir; ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa, namazı tâdil-i erkânla kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.

Lügatler :
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
eslem : en selâmetli, en güvenli
evrâd : zikirler
fakr : fakirlik, ihtiyaç hali
fehm : anlayış, kavrayış
ferâiz : farzlar, Allah’ın kesin emirleri
hafî : gizli
Hakîm : herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
hatve : basamak, mertebe
isal etmek : ulaştırmak
istifade : faydalanma
ittibâ-ı sünnet : Hz. Peygamberin sünnetine uyma
kàsır : eksik, noksan
kebâir : büyük günahlar
letâif-i aşere : on lâtife, on duygu
mahbubiyet : sevgili olma; Allah’ın muhabbetine erişme
Rahîm : rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah
Rahmân : kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah
selâmetli : güvenli, esenlikli
şeriat : Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi
tâdil-i erkân : namazı şartlarına uygun şekilde kılma
tarikat : mânevî ilerlemeye götüren yol
tarik-i cehriye : açık olarak ve yüksek sesle zikir eden tarikat
tefekkür : Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme
tesbihat : Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözler
ubûdiyet : kulluk
umumiyetli : genel, kapsayıcı
vâsıl olmak : ulaşmak
zeyl : ek, ilâve
ziyade : fazla, çok
 

harp

Well-known member
İhlası kazanmak ve muhafaza etmek...
02 Haziran 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
Bu Lem'a lâakal her on beş günde bir defa okunmalı.
b424.gif
-1-
b700.gif
-1-
b701.gif
-2-
b702.gif
-3-
b703.gif
-4-
EY ÂHİRET KARDEŞLERİM ve ey hizmet-i Kur'âniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz:
Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas,
en büyük bir kuvvet,
en makbul bir şefaatçi,
en metin bir nokta-i istinad,
en kısa bir tarik-i hakikat,
en makbul bir duâ-i mânevî,
en kerametli bir vesile-i makasıd,
en yüksek bir haslet,
en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır.
Madem ihlâsta mezkûr hassalar gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var. Ve madem bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid'alar, dalâletler içerisinde bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur'âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş. Elbette, herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbur ve mükellefiz. Ve ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa, hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi olur, devam etmez; hem şiddetli mesul oluruz.
b704.gif
(Benim ayetlerimi az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin. (Bakara Sûresi: 41) âyetindeki şiddetli tehditkârâne nehy-i İlâhîye mazhar olup, saadet-i ebediye zararına, mânâsız, lüzumsuz, zararlı, kederli, hodfuruşâne, sakîl, riyâkârâne bazı hissiyat-ı süfliye ve menâfi-i cüz'iyenin hatırı için ihlâsı kırmakla, hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur'âniyenin hürmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.
Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir. İhlâsı kıracak esbabdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz.
Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm
b705.gif
(Şüphesiz nefis daima kötülüğe sevk eder-ancak Rabbim rahmet ederse o başka.(Yusuf Sûresi: 12:53.) demesiyle, nefs-i emmâreye itimad edilmez. Enâniyet ve nefs-i emmâre sizi aldatmasın.
İhlâsı kazanmak ve muhafaza etmek ve mânileri def etmek için, gelecek düsturlar rehberiniz olsun.
BİRİNCİ DÜSTURUNUZ
Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı.
Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir.
İKİNCİ DÜSTURUNUZ
Bu hizmet-i Kur'âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev'inden gıpta damarını tahrik etmemektir.
Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.
Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip, sa'ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakikî bir tesanüd, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre miktar bir taarruz, bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.
İşte, ey Risale-i nur şakirtleri ve Kur'ân'ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz. Elbette, dört fertten bin yüz on bir kuvvet-i mâneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz.
Evet, üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakikî sırr-ı ihlâs ile, on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor.
Bu sırrın sırrı şudur ki:
Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır. Haşiye (Evet, sırr-ı ihlâs ile samimî tesanüd ve ittihad, hadsiz menfaate medar olduğu gibi, korkulara, hattâ ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-i istinaddır. Çünkü ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile, rıza-yı İlâhî yolunda, âhirete müteallik işlerde kardeşleri adedince ruhları olduğundan, biri ölse, "Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar. Zira o ruhlar her vakit sevapları bana kazandırmakla mânevî bir hayatı idame ettiklerinden, ben ölmüyorum" diyerek, ölümü gülerek karşılar. Ve "O ruhlar vasıtasıyla sevap cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum" der, rahatla yatar.)
ÜÇÜNCÜ DÜSTURUNUZ
Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz.
Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.
Evet, kuvvet hakta ve ihlâsta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlâs, bu dâvâyı ispat eder ve kendi kendine delil olur.
Çünkü yirmi seneden fazla kendi memleketimde ve İstanbul'da ettiğimiz hizmet-i ilmiye ve diniyeye mukabil, burada, yedi sekiz senede yüz derece fazla edildi. Halbuki, kendi memleketimde ve İstanbul'da, burada benimle çalışan kardeşlerimden yüz, belki bin derece fazla yardımcılarım varken, burada ben yalnız, kimsesiz, garip, yarım ümmî; insafsız memurların tarassudat ve tazyikatları altında, yedi sekiz sene sizinle ettiğim hizmet, yüz derece eski hizmetten fazla muvaffakiyeti gösteren mânevî kuvvet, sizlerdeki ihlâstan geldiğine katiyen şüphem kalmadı.
Hem itiraf ediyorum ki, samimî ihlâsınızla, şan ve şeref perdesi altında nefsimi okşayan riyâdan beni bir derece kurtardınız. İnşaallah tam ihlâsa muvaffak olursunuz, beni de tam ihlâsa sokarsınız.
Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (r.a.), o mu'cizevâri kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) o harika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar. Ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi mânen alkışlıyorlar. Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem'adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz.
Böyle mânevî kahramanları arkanızda zahîr, başınızda üstad bulmak isterseniz,
b706.gif
("Onları kendi nefislerine tercih ederler." (Haşir Sûresi: 59:9.) sırrıyla ihlâs-ı tâmmı kazanınız. Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Hattâ, en lâtif ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü'mine bildirmek ki, en mâsumâne, zararsız bir menfaattir; mümkünse, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer "Ben sevap kazanayım, bu güzel meseleyi ben söyleyeyim" arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur; fakat mâbeyninizdeki sırr-ı ihlâsa zarar gelebilir.
DÖRDÜNCÜ DÜSTURUNUZ
Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir.
Ehl-i tasavvufun mâbeyninde fenâ fi'ş-şeyh, fenâ fi'r-resul ıstılahatı var. Ben sufî değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte fenâ fi'l-ihvân suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna tefânî denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.
Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlât, şeyh ile mürid mâbeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü'l-esası, samimî ihlâstır.
Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz.
Evet, yol iki görünüyor. Cadde-i kübrâ-i Kur'âniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İnşaallah, Risale-i Nur yoluyla Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın daire-i kudsiyesine girenler, daima nura, ihlâsa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir.
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
BİD'A : Dinin aslına uymayan âdet ve uygulamalar.
Binaen: -den dolayı, -den ötürü, -için, -dayanarak, yapılarak, bu sebepten.
CADDE-İ KÜBRÂ-İ KUR'ÂNİYE : Kur'ân'ın büyük, geniş ve sağlam caddesi. Kur'ân yolu.
CİVANMERT : İyiliksever. Cömert. Fedâkâr.
Çendan: Gerçi, o kadar, her ne kadar, pek o kadar.
DALÂLET : Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma.
DUÂ-I MÂNEVÎ : Mânevî duâ. Sözle yapılan mânâ yüklü duâ.
ENÂNİYET : Benlik, gurur.
ESAS : Temel. Kök. Rükün. şart. Hakikat ve mahiyetler.
ESBÂB : Sebepler.
FÂZÎLET : Değer; meziyet, ilim, îmân ve irfan itibâriyle olan yüksek derece.
FENÂFİ'L-İHVAN : Kardeşlerinde fâni olmak. Kardeşlerinin sevinçleriyle sevinip acılarıyla üzülmek derecesinde onlarla bütünleşmek.
FENÂFİ'Ş-ŞEYH : Bütün mânevî kemâlatını şeyhin mânevî şahsiyetinden almak mânâsındaki tâbir.
FENAFİRRESUL : (Fenâ fir-resul) Tas: Bütün varlığını Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) manevî şahsiyetinde yok etmek mânasına gelir.
Gavs-ı âzam: 1-Tarikat kurucusu. 2-En büyük gavs, Abdülkadir-i Geylânî Hazretlerinin nâmı.
Gaybi: Gayba ait, göze görünmeyenlere ait, gaybla ilgili, hazırda olmayan.
HÂDİM : Hizmet eden, hizmetkâr.
HAKAİK-I ÎMÂNİYE : Îmân hakîkatleri.
Hakk:1-Doğru, gerçek, hakikat. 2-Doğruluk.
HALÎLİYE : Samimî dostluk ve kardeşlik.
HASLET : Huy, tabiat, karakter, meziyet.
HÂSSA : Birşeye mahsus özellik, tesir, his, duygu.
Hazret: Saygı, ululama, yüceltme, övme maksadıyla kullanılan tabir.
HILLET : Samimî dost.
Himaye, himâyet: 1-Koruma, esirgeme, muhafaza etme. 2-Kayırma, elinden tutma.
HİSSİYÂT-I NEFSÂNİYE : Nefse âit duygular.
HİSSİYÂT-I SÜFLİYE : Alçaltıcı ve nefsin aşağılık istekleri, arzuları.
HODFURUŞ : f. Kendini beğendirmeğe çalışan. Övünen.
Hod-gâm, hod-kâm: Kendi keyfini düşünen, bencil.
HUSUSAN : Bilhassa, özellikle.
ISTILAHÂT : Terimler. Belli bir ilim veya mesleğe ait özel anlamlı kelimeler.
İ’tirâf: Başkalarının bilmediği gizli bir kusurunu söyleme, kendisi için iyi sayılmayacak bir hali gizlemeyip söyleme.
İdâme: Devam ettirme, sürdürme. Devamlı ve daimî kılma.
İFTİHÂR : Övünme; başkasının iyi bir hâli ile sevinme.
İHLÂS : Yapılan ibâdet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakîki ve esas gaye etmeyerek, yalnız ve yalnız Allah rızâsını esas maksat edinmek.
İhlâs:Hâlis, içten, samimi, riyasız, karşılıksız sevgi ve bağlılık
İHSANÂT-I İLÂHİ : Allah'ın iyilikleri, bağışları.
İKTİZÂ : Gerekme, gerektirme, lazım gelme, işe yarama, icab etme.
İltifât: Güzel sözler söyleyerek birini samimi olarak okşama.
İttihâd: Birleşme, birlik oluşturma, bir olma, birlik oluşturup ikiliği ortadan kaldırma, birlik.
KEDER : Üzüntü, tasa, kaygı.
KERÂMET : Allah'ın ihsanıyla velîlerin gösterdikleri adet dışı, olağanüstü haller.
Kerâmet: 1-Kerem, lutuf, ihsan, bağış. 2-İkram, ağırlama. 3-Allah'ın velî kullarında görülen olağanüstü haller veya tabiatüstü hadiseler. 4-Ermişçesine yapılan iş, hareket veya söylenen söz, fikir.
KUDSÎ : Mukaddes, yüce, temiz. Kusursuz ve noksansız.
LÂAKAL : En az, hiç değilse, en azından.
Lâtîf: 1-Allah'ın güzel isimlerinden. 2-Yumuşak, hoş, güzel, nazik, narin. 3-Cismani olmayan, ruhla ilgili, ruhanî. 4-Tatlı, şirin.
MÂBEYN : Ara; iki şey arası.
Mâbeyn: Ara, aralık, iki şeyin arası.
MAKBUL : Kabul edilmiş olan, geçerli.
Mânen: İç varlık bakımından, duyguca, gönülce, yürekçe, ruhça, mâna itibarıyle, mânaca.
MÂNİ : Engel.
Ma'sûm-âne:Masumca, masum olana yakışacak surette, suçsuz, günahsız bir şekilde.
MENÂFİ-İ CÜZ'İYE : Cüz'i, küçük menfaatler. Az bir fayda.
Menfaat: Fayda, kâr, gelir, ihtiyaç karşılığı olan şey.
MES'UL : Sorumlu.
MEŞREB : Âdet, huy, yaratılış, ahlâk; takip edilen usûl, yol.
MEZİYET : İyi ve doğru hareket; üstünlük vasıfları.
MEZKÛR : Sözü edilen, zikredilen, bahsedilen.
Mu'cize-vârî: Mucize gibi.
MUKABİL : Karşı, karşılık olarak, bedel.
Mukâbil: Karşı, karşılık, muâdil.
Muvaffakiyet: Allah’ın yardımıyla başarılı olma, muvaffak olma, başarma.
MUZIR : Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.
MÜKELLEF : Yükümlü, vazifeli. Bir şeyi yapmaya mecbur olan.
MÜRİD : Tarîkat öğrencisi, bir şeyhe bağlı kişi.
Müteallikât: İlgili, alakalı.
NEFS-İ EMMÂRE : Kötülüğü teşvik eden, emreden nefis.
NEHY-İ İLÂHÎ : Allah'ın yasaklaması.
NOKTA-İ İSTİNAD : Dayanak noktası, dayanma yeri.
Nokta-i istinâd: Dayanak noktası, güvenme ve itimat noktası.
Rızâ-yı İlâhi: Allah’ın rızası, hoşnutluğu.
Riyâ:1-İki yüzlülük, yalandan gösteriş, samimiyetsizlik. 2-İnsanlardan sağlayacağı maddî veya manevî çıkar düşüncesiyle iyilik yapma veya iyi olma temayülü, eğilimi.
RİYÂKÂRÂNE : Gösteriş yaparcasına. İki yüzlüce.
SÂFÎ : Temiz, pâk, duru
SAKÎL : Ağır, can sıkıcı, çirkin.
Samîmiyet:1-Samimîlik, içtenlik. 2-Teklifsizlik.
SAVLET : Saldırı.
SIRR : Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey.
Sırr: Gizli tutulan, kimseye söylenmeyen şey, gizli iş veya söz.
SUFİ : (C.: Sufiyyun) Tasavvuf ehli. Sofu.
SUKÛT : Değerden düşme, düşüş, alçalış.
ŞÂKİRÂNE : Şükrederek.
ŞEFAATÇİ : Af için sebep ve vesîle olması ümit edilen.
ŞEREF : Yükseklik, yücelik. Büyüklük.
TAARRUZ : Sataşmak, ilişmek, saldırmak.
Tahattur:1-Hatırlama, hatıra getirme. 2-Unutulduktan sonra hatırlanan şey.
Tarassudât: Gözlemeler, gözetmeler
TARÎK-I HAKİKAT : Hak ve hakikat yolu.
TASAVVUF : Kalbi, dünyanın fâni işlerinden ayırıp, Allah sevgisi ile bağlamak.
TASAVVUR : Birşeyi zihinde şekillendirme; düşünce, tasarı; tasarlama.
TAZYİKAT : Baskılar, zorlamalar, sıkıştırmalar.
Tazyîkât: Tazyikler, baskılar, zorlamalar, sıkıştırmalar.
TECÂVÜZ : Haddini aşma; söz veya hareketle ileri gitme, saldırma.
TEFÂNÎ : Fikrî ve ahlâkî kaynaşmak, birbirine fani olmak kardeşinin meziyet ve hissiyatını fikren yaşamak.
Tercîh: Bir şeyi diğerlerinden üstün tutma, öne alma, seçme, daha çok beğenme.
Tesânüd: Dayanışma, birbirine dayanma, birbirinden destek alma, omuzdaşlık.
Tesellî: Avutma, acısını dindirme, güzel sözler söyleyerek rahatlatma.
Teveccüh: 1-Yüzünü bir yöne çevirme, yönelme, yöneliş. 2-Hoşlanma, güler yüz gösterme, iltifat etme.
Teveccüh: 1-Yüzünü bir yöne çevirme, yönelme, yöneliş. 2-Hoşlanma, güler yüz gösterme, iltifat etme.
UBÛDİYET : Kulluk, kölelik, kul olduğunu bilip Allah'a itaat etme.
UHREVÎ : Ahirete dâir, öteki dünyaya âit.
Uhuvvet-i hakîkiye: Hakikî, gerçek kardeşlik.
UMÛR-U HAYRİYE : Hayırlı işler.
Ümmî: Okuma yazması olmayan, okumamış.
ÜSSÜ'L-ESAS : Esasların esâsı, en büyük temel, hakiki ve sağlam temel.
Üstâd: Bir ilim veya sanatta üstün olan kimse. 2-Öğretici; muallim, öğretmen, usta, san'atkâr. 3-Maharetli, tecrübeli, usta.
Vâsıta: İki şeyi birbirine bitiştiren üçüncü. Aracı.
VAZİFE-İ ÎMÂNİYE : İmânla ilgili vazife.
VESÎLE-İ MAKASID : Asıl maksada götüren vesîle, vasıta.
Zâhir: Görünen, görünücü. Açık, belli, meydanda…
ZİYÂDE : Fazla, çok.
 

harp

Well-known member
Sema ve arz O (c.c)'nun varlığına şehadet eder
03 Haziran 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
Ey arz ve semâvâtın Hâlık-ı Zülcelâli,
Senin Kur’ân-ı Hakîminin talimiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle iman ettim ve bildim ki:
Nasıl semâvât yıldızlarıyla ve cevv-i feza müştemilâtıyla Senin vücub-u vücuduna ve Senin birliğine ve vahdetine şehadet ediyorlar. Öyle de, arz, bütün mahlûkatıyla ve ahvâliyle Senin mevcudiyetine ve vahdetine, mevcudatı adedince şehadetler ve işaretler ederler.
Evet, zeminde hiçbir tahavvül ve ağaç ve hayvanlarında her senede urbasını değiştirmek gibi hiçbir tebeddül—cüz’î olsun, küllî olsun—yoktur ki, intizamıyla Senin vücuduna ve vahdetine işaret etmesin.
Hem hiç bir hayvan yoktur ki, zaafiyet ve ihtiyacının derecesine göre verilen rahîmâne rızkıyla ve yaşamasına lüzumlu bulunan cihazatın hakîmâne verilmesiyle, Senin varlığına ve birliğine şehadeti olmasın.
Hem her baharda gözümüz önünde icad edilen nebatat ve hayvanâttan hiçbir tanesi yoktur ki, san’at-ı acîbesiyle ve lâtif ziynetiyle ve tam temeyyüzüyle ve intizamıyla ve mevzuniyetiyle Seni bildirmesin.
Ve zemin yüzünü dolduran ve nebatat ve hayvanat denilen kudretinin hârikaları ve mucizeleri, mahdut ve maddeleri bir ve müteşabih olan yumurta ve yumurtacıklardan ve katrelerden ve habbe ve habbeciklerden ve çekirdeklerden yanlışsız, mükemmel, süslü, alâmet-i fârikalı olarak yaratılışları, Sâni-i Hakîmlerinin vücuduna ve vahdetine ve hikmetine ve hadsiz kudretine öyle bir şehadettir ki, ziyanın güneşe şehadetinden daha kuvvetli ve parlaktır.
Hem, hava, su, nur, ateş, toprak gibi hiçbir unsur yoktur ki, şuursuzluklarıyla beraber şuurkârâne, mükemmel vazifeleri görmesiyle; basit ve istilâ edici, intizamsız, her yere dağılmakla beraber, gayet muntazam ve mütenevvi meyveleri ve mahsulleri hazine-i gaybdan getirmesiyle, Senin birliğine ve varlığına şehadeti bulunmasın. (Lem’alar, Münacat)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
Alâmet-İ Farika : Ayırt Edici İşaret
Arz : Dünya
Cihâzât : Donanım, Cihazlar
Cüz’î : Az, Küçük
Ehadiyet : Allah’ın Birliğinin Ve İsimlerinin Herbir Varlıkta Ayrı Ayrı Tecellî Etmesi
Fa’âl-İ Hallâk : Herşeyi Yaratan, Dilediğini Dilediği Yapan Allah
Fâtır-I Kàdir : Herşeye Gücü Yeten Yaratıcı; Allah (C.C.)
Fettâh-I Alâm : Herşeyi En İnce Ayrıntılarına Varıncaya Kadar Bilen Ver Her Şeye Ayrı Ayrı Sûretler Veren; Allah
Habbe : Tane, Tohum
Hadsiz : Sınırsız
Hakîmâne : Hikmetli Bir Şekilde
Hâlık : Her Şeyi Yaratan Allah
Hannân-I Mennân : Rahmetlerin En Hoş Cilvesini Kullarına Bağışlayan Ve Sonsuz Minnete Lâyık Olduğunu Gösterecek Şekilde Kullarını Nimetlendiren Allah
Hayvanât : Hayvanlar
Hazine-İ Gayb : Gayb Hazinesi
Hikmet : Fayda, Gaye
İcad Etmek : Yaratmak, Var Etmek
İntizam : Düzen, Tertip
İntizamsız : Düzensiz
İstilâ Edici : Kuşatıcı
Katre : Damla
Kudret : Allah’ın Güç, Kuvvet Ve İktidarı
Küllî : Kapsamlılık; Tür
Lâtif : İnce, Güzel, Hoş
Mahdut : Sınırlanmış
Mevzuniyet : Ölçülü Olma
Mu’cize : Bir Benzerini Yapma Konusunda Başkalarını Âciz Bırakan Olağanüstü Şey
Muntazam : Düzenli, İntizamlı
Mütenevvi : Çeşitli
Müteşâbih : Birbirine Çok Benzeyen
Nebatat : Bitkiler
Rahîmâne : Şefkatli Ve Merhametli Şekilde
Rızık : Allah’ın İhsan Ettiği Nimetler, Yiyecekler
San’at-I Acîbe : Hayrette Bırakan Ve Hayranlık Veren San’at
Sâni-İ Hakîm : Herşeyi San’atla Ve Hikmetle Yaratan Allah
Şehadet : Şahitlik
Şuurkârâne : Şuurlu Ve Bilinçli Bir Şekilde
Şuursuzluk : Bilinçsizlik, İdraksizlik
Tahavvül : Değişim, Başkalaşma
Tebeddül : Değişim
Temeyyüz : Benzerlerinden Farklı, Üstün Olan
Urba : Elbise
Vâcibü’l-Vücud : Varlığı Gerekli Olan, Var Olmak İçin Hiçbir Sebebe İhtiyacı Bulunmayan Allah
Vahdet : Allah’ın Birliği
Vâhid-İ Ehad : Bir Olan Ve Birliği Her Bir Şeyde Görülen Allah
Vehhâb-I Rezzâk : Çok Fazla Bağışta Bulunan Ve Bütün Yaratılmışların Rızkını Veren; Allah
Vücud : Varlık, Var Oluş
Zaafiyet : Zayıflık, İhtiyaç Hâli
Zemin : Yer
Ziya : Işık, Parlaklık
Ziynet : Süs
 

harp

Well-known member
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
8.55.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Üçüncüsü: İki sene, iki mahkeme, ellerinde tetkik edilen bütün Risale-i Nur eczalarında kanunca bir vesile bulamayıp (HAŞİYE) bizi ve Risale-i Nur’u beraat ettirdikten sonra, zındıka komitesi, münafık bazı memurları vesile ederek, merkez-i hükûmette resmî bir plân çevirip beni bütün bütün hilâf-ı kanun olarak bütün dostlarımdan ve talebelerimden tecrit ve sıhhat ve hayatım noktasında en fena bir yerde, beni nefyetmek nâmı altında, haps-i münferid ve tecrid-i mutlak mânâsında beni Emirdağına gönderdiler. Şimdi tahakkuk etmiş ki, iki maksatla bu muameleyi yapıyorlar.

Birisi: Eskiden beri ihaneti kabul etmediğimden, beni o surette hiddete getirip bir mesele çıkararak mahvıma yol açmaktı. Bundan birşey çıkaramadıkları için, zehirlendirmek vasıtasıyla mahvıma çalıştılar. Fakat inayet-i İlâhiye ile, Nur şakirtlerinin duaları tiryak gibi, panzehir gibi ve sabır ve tahammülüm tam bir ilâç gibi o plânı akîm bıraktı, o maddî ve mânevî zehirin tehlikesini geçirdi. Gerçi hiçbir tarihte, hiçbir hükûmette bu tarzda işkenceli zulümler, kanun namına, hükûmet namına yapılmadığı halde, damarlarıma dokunduracak tarzda mütemadiyen tarassutlarla herkesi ürkütmekle beni hiddete getiriyordu. Fakat birden kalbime ihtar edildi ki, bu zalimlere hiddet değil, acımalısın. Onların herbirisi, pek az bir zaman sonra, sana muvakkaten verdikleri azap yerinde bin derece fazla bâki azaplara ve maddî ve mânevî Cehennemlere mâruz kalacaklar. Senin intikamın, bin defa ziyade onlardan alınır. Ve bir kısmı, “aklı varsa” dünyada da kaldıkça, geberinceye kadar vicdan azabı ve idam-ı ebedî korkusuyla işkence çekecekler. Ben de onlara karşı hiddeti terk ettim, onlara acıdım. “Allah ıslah etsin!” dedim.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
(HAŞİYE) : Ya hiç bir cihetle hiçbir kanun, hattâ onların bazı keyfî kanunları bize ve Risale-i Nur’a ilişmiyorlar; veyahut şimdiki bazı kanunları iliştiği halde, koca adliyeler ve üç büyük mahkemeler, istikbalde gelecek şiddetli nefret ve lânetten çekinmek için Nurun ve bizim mahkûmiyetimize cesaret edemeyip ittifakla umumumuzun beraatine ve bütün Risale-i Nur’un iadesine karar verdiler. Dağ gibi kuvvetli adliyeler çekindiği halde, muvakkat bir makamda olan gaddar şahsiyetlerin bu zulmü yapmaları, elbette semavatı ve arzı kızdırıyor, daha hiddetime lüzum kalmıyor.

Lügatler :

akîm : neticesiz, sonuçsuz
arz : yeryüzü, dünya
bâki : devamlı, kalıcı
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
dehalet : sığınma
ecza : parçalar, bölümler
emsalsiz : benzersiz
gaddar : acımasız
haps-i münferid : tek başına hapis; hücre hapsi
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hıfz ve inayet-i İlâhiye : Allah’ın koruması ve yardımı
hiddet : öfke
hilâf-ı kanun : kanuna zıt, kanun dışı
ıslah etmek : düzeltmek, iyileştirmek
idam-ı ebedî : bütün sevdiklerinden sonsuza dek ayrılış, dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
ihanet : hakaret etme, aşağılama
ihtar : hatırlatma, ikaz
inâyet ve hıfz-ı İlâhî : Allah’ın yardımı ve koruması
istikbal : gelecek
ittifak : birleşme, fikir birliği
lânet : kötü dua, beddua
mahkûmiyet : hükümlülük, tutukluluk
mahv : yok olma, ortadan kaldırma
mâruz kalmak : bir şeyle yüz yüze gelmek
mecbur etmek : zorlamak
merdut : reddolunmuş
merkez-i hükûmet : yönetim merkezi
mukabele etmek : karşılık vermek
muvakkat : geçici
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
mütemadiyen : sürekli
nefyetmek : sürgün etmek
panzehir : zehire karşı ilâç
semavat : gökler
suret : şekil
şakirt : öğrenci, talebe
tahakkuk etmek : meydana çıkmak
tarassut : gözetleme
tazyik : baskı
tecrid-i mutlak : tam bir yalnızlık, yalnız başına bırakma
tecrit : yalnız başına bırakma, soyutlanma
tetkik edilen : incelenen, araştırılan
tiryak : derman, ilâç
umum : bütün; herkes
zabit : subay
zındıka komitesi : dinsizlik, inançsızlık cemiyeti, dinsizlerin komisyonu
 

harp

Well-known member
KADER RİSALESİ 6.2.ZEYL(DEVAMI)
Birinci Hatveye 1فَلاَ تُزَكُّوۤا اَنْفُسَكُمْ âyeti işaret ediyor.
İkinci Hatveye 2 وَلاَ تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْ âyeti işaret ediyor.
Üçüncü Hatveye
3مَاۤ اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللهِ وَمَاۤ اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ âyeti işaret ediyor.
Dördüncü Hatveye 4 كُلُّ شَىْءٍ هَاِلكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ âyeti işaret ediyor.
Şu Dört Hatvenin kısa bir izahı şudur ki:
BİRİNCİ HATVEDE:
5فَلاَ تُزَكُّوۤا اَنْفُسَكُمْ âyeti işaret ettiği gibi, tezkiye-i nefis etmemek. Zira insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki, evvelâ ve bizzat yalnız zâtını sever; başka herşeyi nefsine feda eder. Mâbuda lâyık bir tarzda nefsini metheder; mâbuda lâyık bir tenzihle nefsini meâyipten tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez. Nefsine perestiş eder tarzında, şiddetle müdafaa eder. Hattâ fıtratında tevdi edilen ve Mâbud-u Hakikînin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazat ve istidadı kendi nefsine sarf ederek, 6مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir. İşte, şu mertebede, şu hatvede tezkiyesi, tathiri, onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : “Nefislerinizi temize çıkarmayın.” Necm Sûresi, 53:32.
2 : “Allah’ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah da onlara kendi nefislerini unutturmuştur.” Haşir Sûresi, 59:19.
3 : “Sana her ne iyilik erişirse Allah’tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi nefsindendir.” Nisâ Sûresi, 4:79.
4 : “Herşey helâk olup gidicidir Ona bakan yüzü müstesnâ.” Kasas Sûresi, 28:88.
5 : “Nefislerinizi temize çıkarmayın.” Necm Sûresi, 53:32.
6 : “Nefsinin arzusunu kendine mâbud edinen kimse...” Furkan Sûresi, 25:43.
 

harp

Well-known member
Bütün ümmetinin bütün zamanlarda işlediği hasenatın bir misli onun defter-i hasenatına girmesi ve bütün kâinatın hakikatlarını, getirdiği nur ile nurlandırması, değil yalnız cinn ve insi ve meleği ve zihayatları, belki kâinatı ve semavatı ve arzı minnetdar eylemesi ve istidad lisanıyla nebatatın duaları ve ihtiyac-ı fıtri diliyle hayvanatın duaları, gözümüz önünde bilfiil kabul olmasının şehadetiyle milyonlar, belki milyarlar fıtri ve reddedilmez duaları makbul olan suleha-yı ümmeti her gün o zata (A.S.M.) salât ü selam ile rahmet duaları ve manevi kazançlarını en evvel o zata (A.S.M.) bağışlamaları ve bütün ümmetçe okunan Kur'anın üç yüz bin hurufunun herbirisinde on sevabdan ta yüz, ta bin hasene ve meyve vermesinden yalnız kıraat-ı Kur'an cihetiyle defter-i a'maline hadsiz nurlar girmesi haysiyetiyle o zatın (A.S.M.) şahsiyet-i maneviyesi olan hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.), istikbalde bir şecere-i tuba-i Cennet hükmünde olacağını Allam-ül Guyub bilmiş ve görmüş ve o makama göre Kur'anında o azim ehemmiyeti vermiş ve fermanında ona tebaiyeti ve sünnet-i seniyesine ittiba ile şefaatine mazhariyeti en ehemmiyetli bir mes'ele-i insaniye göstermiş.

(Bediüzzaman Said Nursi - 11. Şua'dan)

Lügatler
Allâm-ül Guyub : gaybı, görünmeyen şeyleri bilen Allah
Arz : yeryüzü,dünya
Azim :büyük, yüce, çok ileri
Belki :bilakis, aslında
Bilfiil :fiilen, kendi çalışması ile
Cihet :yön, taraf
Cin :latif ve ruhani varlıklar
Defter-i âmâl :amel defteri, iyilik ve kötülüklerimizin yazıldığı defter
Defter-i hasenat : sevaplar ve iyiliklerin kaydedildiği defter
Dua :yalvarma, yakarma, isteme
Ehemmiyet: önem
Evvel :ilk önce
Ferman :emir,tebliğ, buyruk
Fıtrî :yaratılıştan gelen, yapıyla alakalı, doğal
Hadsiz : sayısız, sınırsız
Hakikat-i Muhammediye : Hz. Muhammed’in hakikati, mânevî şahsiyeti
Hasenat :güzellikler, iyilikler, güzel davranışlar ve işler
Hasene :iyilik, güzellik, hayırlı amel, Allah rızasına uygun iş
Haysiyet : itibar, değer, kıymet
Hayvanat: hayvanlar, canlılar
Huruf :harfler
Hükmünde :benzeri, gibi
İhtiyac-ı fıtri :yaratılıştan gelen doğal ihtiyaç
İns: insan
İstidat :potansiyel kabiliyet, yetenek, akıllılık, anlayışlılık
İstikbal: gelecek
İttiba :uymak, tabi olmak

Kâinat : evren, yaratılanların hepsi
Kıraat-ı Kur’an :Kur’an’ı okuma
Lisan :dil, lehçe
Makam :yer, netice, durum, durulacak yer, rütbeli yer, derece, mevki
Makbul :kabul olunan, beğenilen, sevaplı
Manevî :manaya ait, ruhani
Mazhariyet :sahip olma, nâil olma, erişme
Melek :nurdan yaratılmış varlıklar
Mesele-i insaniye :insanlık meselesi
Minnettar : iyiliğe karşı teşekkür duyan, yapılan iyilikleri başa kakan
Misil :benzer, eş, tıpkı
Nebatat: bitkiler
Nur : ışık,aydınlık, parlaklık
Nurlandırmak :kalbini aydınlatmak
Rahmet :merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek
Salât-ü selam :selam ve dua
Semavat :gökler, semalar
Sevab :hayır, hayırlı iş
Suleha-yı ümmet :ümmetin salih kişileri
Sünnet-i seniyye :Hz. Peygamberin(a.s.) en yüksek halleri, yaşayışı, tavırları, hareket düsturları
Şahsiyet-i maneviye :manevi şahsiyet
Şecere-i tuba-i Cennet :cennetteki Tuba ağacı
Şefaat :af edilmek için aracılık etmek
Şehadet : şahitlik, tanıklık
Şua :ışık, parıltı
Tebaiyet :tabi olma, uyma
Ümmet : peygambere inanıp onun yolundan gidenler, mü’minler
Zat : hürmete layık kimse, kişi
Zîhayat : hayat sahibi, canlı
 

harp

Well-known member
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 8.56.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
Hem bu azap ve işkenceler pek büyük sevap kazandırmakla beraber, Risale-i Nur şakirtleri yerine ve onların bedeline benimle meşgul olup yalnız beni tâzip etmeleri, Nurculara büyük bir fâide ve selâmetlerine hizmet olması cihetinde de Cenâb-ı Hakka şükrediyorum ve müthiş sıkıntılarım içinde bir sevinç hissediyorum.

Dördüncüsü: Senin mektubunda benim istirahatimi ve eğer iktidarım olsa, benim Şam ve Hicaz tarafına gitmeme dair sizin hükûmet-i hazıraya müracaat maddesi ise:

Evvelâ: Biz, imanı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünkü, en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara müptelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalmaya—Kur’ân’dan aldığım dersle—karar verdim ve vermişiz.

Saniyen: Bana karşı hürmet yerine hakaret görmek noktasını mektubunuzda “Mısır’da, Amerika’da olsaydınız, tarihlerde hürmetle yâd edilecektiniz” diye yazıyorsunuz.

Aziz, dikkatli kardeşim,

Biz, insanların hürmet ve ihtiramından ve şahsımıza ait hüsn-ü zan ve ikram ve tahsinlerinden mesleğimiz itibarıyla cidden kaçıyoruz. Hususan acip bir riyakârlık olan şöhretperestlik ve câzibedar bir hodfuruşluk olan tarihlere şâşaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nurun bir esası ve mesleği olan ihlâsa zıttır ve münafidir. Onu arzulamak değil, bilâkis şahsımız itibarıyla ondan ürküyoruz. Yalnız Kur’ân’ın feyzinden gelen ve i’câz-ı mânevîsinin lemeatı olan ve hakikatlerinin tefsiri bulunan ve tılsımlarını açan Risale-i Nur’un revacını ve herkesin ona ihtiyacını hissetmesini ve pek yüksek kıymetini herkes takdir etmesini ve onun pek zahir mânevî kerâmâtını ve iman noktasında zındıkanın bütün dinsizliklerini mağlûp ettiklerini ve edeceklerini bildirmek, göstermek istiyoruz ve onu rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz.
Şahsıma ait ehemmiyetsiz ve cüz’î bir maddeyi haşiye olarak beyan ediyorum:

Madem Recep Bey ve Kara Kâzım seninle dost ve zannımca eski Said’le de münasebetleri var. Onlardan iyilik istemek değil, belki bana karşı selefleri gibi mânâsız, lüzumsuz tazyik ve zulme meydan vermesinler. Hakikaten buranın maddî ve manevî havasıyla imtizaç edemiyorum. Sıkıntılarım pek fazla. İkametgâhımı hem dışarıdan, hem içeriden kilitliyorum. Her cihetle yalnızım. Ve bir cihette de komşusuz, sıkıntılı bir odada, hasta bir halde hayatımı geçiriyorum. Bazan bir günü, Denizli’de bir ay hapisten fazla beni sıkmış. Bu yirmi sene dehşetli zulümle hürriyetime ve serbestiyetime ilişmek artık yeter! Zaten iki sene mahkemelerin tetkikatıyla ve aleyhimdeki münafıkların plânları akîm kalmasıyla kat’iyen tebeyyün etmiş ki, şahsımda ve Nurlarda bu vatan ve millete zarar tevehhüm etmekle daha kimseyi kandıramazlar. Ben de herkes gibi hürriyetime sahip olsam, belki tebdil-i hava için mutedil havası bulunan bu kazanın bazı köylerine gitmeme müsaadekâr bir iş’ar olsa, münasip olur. Size ve oradaki Nur dostlarıma çok selâm ve dua ediyoruz.
1اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Said Nursî
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : Bâkî olan sadece Odur.

Lügatler :
acip : hayret verici, şaşırtıcı
akîm : neticesiz, sonuçsuz
aziz : çok değerli, izzetli
bedel : karşılık
beyan etmek : açıklamak, izah etmek
bilâkis : aksine, tersine
câzibedar : çekici
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cüz’î : küçük, az, ferdî
Eski Said : Bediüzzaman Said Nursî
evvelâ : birincisi
feyiz : bolluk, bereket, lütuf
hakikat : birşeyin aslı esası, gerçek mahiyeti
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hodfuruşluk : kendini beğendirmeye çalışma çabası
hususan : bilhassa, özellikle
hükûmet-i hazıra : şimdiki hükûmet
hüsn-ü zan : güzel düşünce
i’câz-ı mânevî : mânevî hârikalık, mânevî mu’cizelik
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
ihtiram : saygı gösterme
ikametgâh : oturulan yer
iktidar : güç, kudret
imtizaç etmek : birbiriyle karışmak, kaynaşmak
iş’ar : yazılı bilgi, tebliğ
kerâmât : kerametler, Allah’ın bir ikramı olarak görünen olağanüstü hâller
lemeat : parıltılar
mağlûp etmek : yenmek
mutedil : ılıman, dengeli
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
münafi : aykırı
münasip : uygun
müptelâ olmak : bağımlı, düşkün olmak
müsaadekâr : müsaade edici, izin verici
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti
revac : kıymet, değer
riyakârlık : gösteriş
saadet : mutluluk
saniyen : ikinci olarak
selâmet : esenlik, güven
selef : önceki, yerine geçilen
şakirt : talebe, öğrenci
şâşaalı : gösterişli, göz alıcı bir şekilde
şöhretperestlik : şöhret düşkünü
şükretmek : Allah’a karşı minnet duymak, teşekkür etmek
tahsin : beğenme, birşeyin güzelliğini ilân etme
takdir etmek : bir şeye gerekli değeri göstermek
tâzip etmek : azap etmek
tazyik : baskı
tebdil-i hava : hava değişimi
tebeyyün etmek : görünmek, açığa çıkmak
tefsir : Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap
tetkikat : araştırmalar, incelemeler
tevehhüm etmek : sanmak, zannetmek, kuruntuya kapılmak
tılsım : sır, gizli gerçek
yâd edilmek : anılmak, hatırlanmak
zahir : açık, görünen
zan : sanma
zındıka : dinsizlik, inançsızlık


--
 

harp

Well-known member
KADER RİSALESİ 6.3.ZEYL(DEVAMI)
İKİNCİ HATVEDE:
وَلاَ تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْ dersini verdiği gibi, kendini unutmuş, kendinden haberi yok. Mevti düşünse, başkasına verir. Fenâ ve zevâli görse, kendine almaz. Ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzuzat makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmârenin muktezasıdır.

Şu makamda tezkiyesi, tathiri, terbiyesi, şu hâletin aksidir. Yani, nisyân-ı nefis içinde nisyan etmemek. Yani, huzuzat ve ihtirasatta unutmak; ve mevtte ve hizmette düşünmek...

ÜÇÜNCÜ HATVEDE:

1مَاۤ اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللهِ وَمَاۤ اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ dersini verdiği gibi, nefsin muktezası, daima iyiliği kendinden bilip fahr ve ucbe girer. Bu Hatvede, nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp, bütün mehâsin ve kemâlâtını, Fâtır-ı Zülcelâl tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamd etmektir.

Şu mertebede tezkiyesi, 2 قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا sırrıyla şudur ki: Kemâlini kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınâsını fakrda bilmektir.

DÖRDÜNCÜ HATVEDE:

3كُلُّ شَىْءٍ هَاِلكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ dersini verdiği gibi, nefis kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcut bilir. Ondan, bir nevi rububiyet dâvâ eder; mâbuduna karşı adâvetkârâne bir isyanı taşır. İşte, gelecek şu hakikati derk etmekle ondan kurtulur. Hakikat şöyledir ki:
Herşey, nefsinde mânâ-yı ismiyle fânidir, mefkuttur, hâdistir, mâdumdur. Fakat mânâ-yı harfiyle ve Sâni-i Zülcelâlin esmâsına âyinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık itibarıyla şahittir, meşhuddur, vâciddir, mevcuttur.

Şu makamda tezkiyesi ve tathiri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani, kendini bilse, vücut verse, kâinat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip Mûcid-i Hakikîden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı vücudu, nihayetsiz zulümât-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enâniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikînin bir âyine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zira, bütün mevcudat, esmâsının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücudu bulan, herşeyi bulur.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : “Sana her ne iyilik erişirse Allah’tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi nefsindendir.” Nisâ Sûresi, 4:79.
2 : “Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir.” Şems Sûresi, 91:9.
3 : “Herşey helâk olup gidicidir-Ona bakan yüzü müstesnâ.” Kasas Sûresi, 28:88.

Lügatler :

acz : âcizlik, güçsüzlük
adâvetkârâne : düşmancasına
ahz-ı ücret : ücret alma
bizzat : kendisi
dâvâ etmek : iddia etmek
derk etmek : anlamak
fahr : övünme, gurur
fakr : fakirlik, ihtiyaç hali
fâni : gelip geçici, ölümlü
Fâtır-ı Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeyi harika, üstün sanatıyla yaratan Allah
fenâ : göçüp gitme, ölümlülük
firak : ayrılık
gınâ : zenginlik
hâdis : sonradan olan
hakikat : gerçek
hâlet : durum, hal
hamd : övgü ve şükür
hatve : basamak, mertebe
huzuzat : haz ve lezzet veren şeyler
ihsan : bağış, iyilik
ihtirasat : ihtiraslar, aşırı istekler, tutkular
iltizam : taraf tutma, taraftarlık
istifade-i huzuzat : hazlardan, lezzetlerden istifade
kemâl : mükemmellik, kusursuzluk
kemâlât : mükemmellikler, üstün özellikler
kudret : güç, iktidar
külfet : zorluk
mâbud : kendisine ibadet edilen
mâdum : yok, ölü
mânâ-yı harfî : bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bilip tanıtan mâna
mânâ-yı ismî : bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı
mefkut : kayıp, bilinmeyen
mehâsin : güzellikler, iyilikler
mevcut : var, varlık
mevt : ölüm
Mûcid-i Hakikî : gerçek var edici, yaratıcı olan Allah
mukteza : bir şeyin gereği
müstakil : bağımsız
naks : noksanlık, eksiklik
nefis : kişinin kendisi; insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
nevi : tür, çeşit
nihayetsiz : sonsuz
nisyan : unutmak
nisyân-ı nefis : nefsi unutmak
rububiyet : rablık
Sâni-i Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi san’atkâr, Allah
sır : gizli gerçek, gizem
şahsî : kişisel
şükür : verdiği nimetlerden dolayı Allah’a memnuniyetini sunma
tathir : temizleme
temeddüh : böbürlenme
tezkiye : temizleme
ucb : kibir, kendini beğenme
vâcid : var eden, vücuda getiren
vücud : varlık
vücud-u şahsî : kendi kişisel varlığı
Zât-ı Vâcibü’l-Vücud : varlığı zorunlu olan ve yokluğu asla düşünülemeyen Zât, Allah
zevâl : gelip geçicilik, yokluk
ziya-yı vücud : varlık ışığı
zulümât-ı adem : yokluk karanlığı
 

harp

Well-known member
Her yüz, yüzer cihetle Allah'a şehadet eder
04 Haziran 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
Eşya, vücut ve teşahhusatlarında, nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddit, mütehayyir, şekilsiz bir surette iken,
birden bire gayet muntazam, hakîmâne öyle bir teşahhus vechi veriliyor ki,
meselâ herbir insanın yüzünde, bütün ebnâ-yı cinsinden herbirisine karşı birer alâmet-i farika o küçük yüzde bulunduğu ve zâhir ve bâtın duygularıyla, kemâl-i hikmetle teçhiz edildiği cihetle, o yüz, gayet parlak bir sikke-i ehadiyet olduğunu ispat eder.
Herbir yüz, yüzer cihetle bir Sâni-i Hakîmin vücuduna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, bütün yüzlerin heyet-i mecmuasıyla izhar ettikleri o sikke, bütün eşyanın Hâlıkına mahsus bir hâtem olduğunu akıl gözüne gösterir.
Ey münkir! Hiçbir cihetle kabil-i taklit olmayan şu sikkeleri ve mecmuundaki parlak sikke-i samediyeti hangi destgâha havale edebilirsin? (Otuz Üçüncü Söz)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
âciz : güçsüz
alâmet-i farika : ayırt edici işaret
bâtın : görünmeyen, iç
bilmüşahede : gözle görüldüğü gibi
câmid : cansız
ebnâ-yı cins : kendi cinsinden olanlar
efrat : fertler
envâ : türler
erzak : rızıklar
faaliyet-i hakîmane ve basîrâne ve rahîmâne : şefkat ve merhametle, görerek ve bilerek yapılan hikmetli işler, icraatlar
fâsık-ı gafil : âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan günahkâr kimse
hakîmâne : hikmetli biçimde
Hâlık : herşeyi yaratan Allah
hâtem : mühür, damga
heyet-i mecmua : genel yapı, bütün
imkânat : olabilirlikler, varlığı ile yokluğu ihtimal dahilinde olanlar
izhar : gösterme
kabil-i taklit : taklidi mümkün
kemâl-i hikmet : tam ve mükemmel bir hikmet
kemâl-i mizan ve intizam : mükemmel bir ölçü ve düzen
kıyamet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
muntazam : düzenli
münkir : inkârcı, inançsız
münkir-i cahil : cahil inkârcı
mütehayyir : şaşkın, hayrete düşen
mütereddit : teredütte kalan, kararsız
nebâtât : bitkiler
nihayetsiz : sonsuz
Sâni-i Hakîm : herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah
sikke : mühür, işaret
sikke-i ehadiyet : Allah’ın herbir varlıkta birliğini gösteren mühür
sikke-i samediyet : hiç kimseye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’a ait mühür, işaret
suret : şekil, biçim
şehadet : şahitlik, tanıklık
tabiat : doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem
taife : grup, topluluk
talimat : emirler, eğitimler
teçhiz : donatma
terhisat : görevlerin sona ermesi
teşahhus : şahıslanma, belirlenme
teşahhusat : şahıslanmalar, belirlenmeler
vahdet : birlik
vech : şekil
vücud : varlık
zâhir : görünen, dış
zaman-ı Âdem : Âdem peygamberin zamanı
zemin : yer
ziyade : fazla, çok
 
C

cetinsolhanli77

Misafir
KADER RİSALESİ
6.4.ZEYL(DEVAMI)
HÂTİME
Şu acz, fakr, şefkat, tefekkür tarikindeki Dört Hatvenin izahatı, hakikatin ilmine, şeriatin hakikatine, Kur’ân’ın hikmetine dair olan yirmi altı adet Sözlerde geçmiştir. Yalnız, şurada bir iki noktaya kısa bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Evet, şu tarik daha kısadır. Çünkü dört hatvedir. Acz, elini nefisten çekse, doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelâle verir. Halbuki, en keskin tarik olan aşk, nefisten elini çeker, fakat mâşuk-u mecazîye yapışır. Onun zevâlini bulduktan sonra Mahbûb-u Hakikîye gider.

Hem şu tarik daha eslemdir. Çünkü nefsin şatahat ve bâlâpervâzâne dâvâları bulunmaz. Çünkü, acz ve fakr ve kusurdan başka nefsinde bulmuyor ki, haddinden fazla geçsin.

Hem bu tarik daha umumî ve cadde-i kübrâdır. Çünkü, kâinatı, ehl-i vahdetü’l-vücud gibi, huzur-u daimî kazanmak için idama mahkûm zannedip Lâ mevcude illâ Hû hükmetmeye veyahut ehl-i vahdetü’ş-şuhud gibi, huzur-u daimî için kâinatı nisyan-ı mutlak hapsinde hapse mahkûm tahayyül edip Lâ meşhude illâ Hû demeye mecbur olmuyor.

Belki, idamdan ve hapisten gayet zâhir olarak Kur’ân affettiğinden, o da sarf-ı nazar edip ve mevcudatı kendileri hesabına hizmetten azlederek Fâtır-ı Zülcelâl hesabına istihdam edip Esmâ-i Hüsnâsının mazhariyet ve âyinedarlık vazifesinde istimal ederek, mânâ-yı harfî nazarıyla onlara bakıp, mutlak gafletten kurtulup huzur-u daimîye girmektir; herşeyde Cenâb-ı Hakka bir yol bulmaktır. Elhasıl, mevcudatı mevcudat hesabına hizmetten azlederek, mânâ-yı ismiyle bakmamaktır.

Lügatler :

acz : âcizlik, güçsüzlük
âyinedarlık : aynalık
azletmek : ayırmak, uzaklaştırmak
bâlâpervâzâne : yüksekten konuşarak, atıp tutarak
cadde-i kübrâ : büyük cadde
ehl-i vahdetü’l-vücud : Allah’tan başka varlık olmadığı, herşeyin Allah’ın tecellîsi olduğunu kabul edenler
ehl-i vahdetü’ş-şuhud : görünen herşeyin Allah’ın varlığını gösterdiğini söyleyen kimseler
elhasıl : özetle, sonuç olarak
eslem : en güvenli
Esmâ-i Hüsnâ : Allah’ın güzel isimleri
fakr : fakirlik, ihtiyaç hali
Fâtır-ı Zülcelâl : sonsuz haşmet sahibi ve herşeyi harika san’atıyla yaratan Allah
gaflet : umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma
had : sınır, çizgi, yetki
hakikat : gerçek
hâtime : sonuç, son bölüm
hatve : basamak, mertebe
hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
huzur-u daimî : sürekli olarak Allah’ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olma
hükmetmek : kesin bir yargıya varmak
idam : yok etme
Kadîr-i Zülcelâl : kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
Lâ meşhude illâ Hû : Allah’tan başka görülen hiçbir şey yoktur
Lâ mevcude illâ Hû : Ondan başka hiçbir varlık yok
Mahbûb-u Hakikî : sevilen ve gerçek anlamda sevilmeye lâyık olan Allah
mânâ-yı harfî : bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bilip tanıtan mâna
mânâ-yı ismî : bir şeyin sahibine değil de, bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı
mâşuk-u mecazî : gerçek sevgiye layık olmadığı halde aşık olunan şeyler
mazhariyet : ayna olma, görünme yeri
sarf-ı nazar : görmezlikten gelmek
şatahat : mânevî sarhoşluk ve cezbe halindeyken söylenen şeriata aykırı sözler
şeriat : Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi
 
C

cetinsolhanli77

Misafir
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ
8.58.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
1بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bu şâşaalı baharın çiçeklerini temâşâ etmek için arabayla bir iki saat geziyorum. Hiç hayatımda görmediğim bir tarzda bütün çiçekli otlar, âdetin fevkinde bir tarzda büyümüş, çiçekler açmış, tebessümkârâne tesbihat edip, lisan-ı hal ile Sâni-i Zülcelâllerinin san’atını takdir edip alkışlıyorlar gibi hakkalyakîn hissettiğimden, hayat-ı dünyeviyeye müştak hissiyatım ve gafil ve tahammülsüz nefsim bu halden istifade ederek, dünyadan nefret ve hastalıklı ve sıkıntılı hayattan usanmak ve berzaha gitmeye ve oradaki yüzde doksan dostlarını görmeye iştiyak cihetinde karar veren kalbime ve fânide bâki zevk arayan nefsime itiraz geldi.
Birden hissiyata da, damarlara da sirayet eden iman nuru o îtiraza karşı gösterdi ki:
“Madem toprak bu kadar cemal ve rahmet ve hayat ve zînetlere maddî cihetinde mazhar olmasından hadsiz bir rahmetin perdesidir ve içine giren hiçbir şey başı boş kalmıyor. Elbette bütün bu zahirî ve maddî ziynetlerin ve güzelliklerin ve hüsün ve cemal ve rahmet ve hayatın mânevî merkezlerinin ve bir kısım tezgâhlarının faal bir nev’i, toprak perdesinin altında ve arkasındadır. Elbette bu himayetli annemiz olan toprak altına girmek ve kucağına sığınmak ve o hakikî ve daimî ve mânevî çiçekleri seyretmek, daha ziyade sevilir ve iştiyaka lâyıktır.” diye o kör hissiyatın ve dünyaperest nefsin itirazını tamamıyla izale ve def etti.

2اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نُورِ اْلاِيمَانِ مِنْ كُلِّ وَجْهٍ dünyaperest nefsime de dedirtti.
Said Nursî
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : İman nurunun her vechesi için Allah’a hamd olsun.
Lügatler :
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
bâki : devamlı, kalıcı, ölümsüz
berzah : öldükten sonra ruhların gittiği, dünya ile âhiret arasındaki âlem
cemâl : güzellik
def etme : uzaklaştırma
dünyaperest : dünyaya aşırı derecede düşkün olan
faal : hareketli
fâni : gelip geçici, ölümlü
fevkinde : üstünde
gafil : duyarsız, sorumsuz; âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan kimse
hadsiz : sonsuz
hakikî : asıl, gerçek
hakkalyakîn : bizzat yaşayarak elde edilen kesin bilgi
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
himayet : koruma
hissiyat : duygular, hisler
hüsün : güzellik
istifade etmek : faydalanmak, yararlanmak
iştiyak : arzu, istek
izale etme : giderme
lisan-ı hal : hâl ve beden dili
mazhar olma : sahip olma, yansıma yeri
müştak : arzulu, çok istekli
nefis : bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, geçici zevk ve isteklere sevk eden duygu
nev' : çeşit, tür
rahmet : merhamet, ihsan, bağış, ikram
Sâni-i Zülcelâl : büyüklük ve yücelik sahibi, her şeyi san’atlı bir şekilde yapan Allah
sıddık : çok doğru ve sadık
sirayet eden : bulaşan, yayılan
şâşaalı : gösterişli, göz alıcı bir şekilde
tebessümkârâne : gülümsercesine
temâşâ etmek : bakmak, seyretmek
tesbihat etme : Allah’ın her türlü eksiklikten, âcizlikten, ortaktan yüce olduğunu ilân etme
zahirî : açık, görünürde
ziynet : süs
 
C

cetinsolhanli77

Misafir
Yaşasın Kur’ân-ı Kerîmin Kanun-u Esasîleri
06 Haziran 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
Kırk beş sene evvel (Bu tarih 1954 senesine aittir.) Dinî Ceridelerde neşredilen Eski Said’in o dindar meb’uslara hitaben bir makalesidir.
Yaşasın Kur’ân-ı Kerîmin Kanun-u Esasîleri
26 Şubat 1324 (11 Mart 1909)
Dinî Ceride, No. 73
Ey Meb’usan! Uzunluğu ile beraber gayet mûcez bir tek cümle söyleyeceğim. Dikkat ediniz, zira itnâbında îcaz var. Şöyle ki:
Cumhuriyet ve demokrat mânâsındaki meşrutiyet ve kanun-u esasî denilen adalet ve meşveret ve kanunda cem-i kuvvet, bu unvan ile beraber, asıl mâlik-i hakikî ve sahib-i unvan-ı muhteşem olan (1),
ve müessir ve adâlet-i mahzâyı mutazammın bulunan (2),
ve nokta-i istinadımızı temin eden (3),
ve meşrutiyeti ve cumhuriyeti bir esas-ı metine istinad ettiren (4),
ve evham ve şükûk sahibini varta-i hayretten kurtaran (5),
ve istikbal ve âhiretimizi tekeffül eden (6),
ve menafi-i umumiye olan hukukullahı izinsiz tasarruftan sizi tahlis eden (7),
ve hayat ı milliyemizi muhafaza eden (8),
ve umum ezhanı manyetizmalandıran (9),
ve ecanibe karşı metanetimizi ve kemâlimizi ve mevcudiyetimizi gösteren (10),
ve sizi muahaze-i dünyeviye ve uhreviyeden kurtaran (11),
ve maksat ve neticede ittihâd-ı umumîyi tesis eden (12),
ve o ittihadın ruhu olan efkâr-ı âmmeyi tevlid eden (13),
ve çürük mesâvi-i medeniyeti hudud-u hürriyet ve medeniyetimize girmekten yasak eden (14),
ve bizi Avrupa dilenciliğinden kurtaran (15),
ve geri kaldığımız uzun mesafe-i terakkiyi sırr-ı i’câza binaen, bir zaman-ı kasırda tayyettiren (16),
ve Arap ve Turan ve İran ve Sâmileri, yani beraber olanları tevhid ederek az zaman içinde bize bir büyük kıymet verdiren (17),
ve şahs-ı mânevî-i hükûmeti Müslüman gösteren (18),
ve kanun-u esasînin ruhunu ve on birinci maddeyi muhafaza ile sizi hıns-ı yeminden kurtaran (19),
ve Avrupa’nın eski zann-ı fasidlerini tekzip eden (20),
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın hâtemü’l-Enbiya ve şeriatının ebedî olduğunu tasdik ettiren (21),
ve muharrib-i medeniyet olan ve anarşiliğe yol açan dinsizliğe karşı set çeken (22),
ve zulmet-i tebâyün-ü efkârı ve teşettüt-ü ârâyı safha-i nuranîsi ile ortadan kaldıran (23),
ve umum ulema ve vâizleri ittihad ve saadet-i millete ve icraat-ı hükûmeti, meşruta-i meşruaya hâdim eden (24),
ve adalet-i mahzâsı merhametli olduğundan anâsır-ı gayr-ı müslimeyi daha ziyade telif ve rapt eden (25),
ve en cebîn ve âmi adamı en cesur ve en has adam gibi hiss-i hakikî-i terakki ile ve fedakârlık ve hubb-u vatanla mütehassis eden (26),
ve hàdim-i medeniyet olan sefahet ve israfattan ve havayic-i gayr-ı zaruriyeden bizi halâs eden (27),
ve muhafaza-i âhiretle beraber imâr-ı dünya etmekle sa’ye neşat veren (28),
ve hayat-ı medeniye olan ahlâk-ı hasene ve hissiyat-ı ulviyenin düsturlarını öğreten (29),
ve her birinizi, ey meb’uslar, elli bin kişinin takazasını, yani haklarını sizden dâvâ etmelerini hakkınızda tebrie eden (30),
ve sizi icma-ı ümmete küçük bir misâl-i meşru gösteren (31),
ve hüsn-ü niyete binaen âmâlinizi ibadet gibi ettiren (32),
ve üç yüz milyon Müslümanın hayat-ı mâneviyesine suikast ve cinayetten sizi tahlis eden (33),
ol Kur’ân-ı mukaddesin düsturları unvanıyla gösterseniz ve hükümlerinize me’haz edinseniz ve düsturlarını tatbik etseniz, acaba bu kadar fevaid ile beraber ne gibi birşey kaybedeceksiniz? Vesselâm…
Yaşasın Kur’ân’ın Kanun-u Esasîleri!
(Divan-ı Harb-i Örfî)

Said Nursî
SÖZLÜK:
âmâl : emeller, arzular
binaen : -dayanarak
düstur : kâide, kural
fevaid : menfaatler, faydalar
hayat-ı mâneviye : mânevî hayat
hüsn-ü niyet : güzel niyet
icma-ı ümmet : aynı asırda yaşamış olan İslâm âlimlerinden müçtehit olanların, şeriatın bir meselesi hakkında verilen hükümde birleşmeleri, dinî bir konuda söz birliği etmeleri
kanun-u esasî : anayasa
Kur’ân-ı mukaddes : mukaddes Kur’ân
me’haz : kaynak
misâl-i meşru : şeriata uygun timsal, örnek
tahlis : kurtarma
tebrie etme : kusur ve noksandan uzak tutma
vesselâm : işte bu kadar; mektup sonlarında sonsuz selâm mânâsında kullanılan bir ifade
adalet-i mahzâ : tam ve mükemmel adalet; “ferdin hukuku asla fedâ edilemez” görüşündeki adalet
ahlâk-ı hasene : güzel ahlâk
aleyhissalâtü vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
âmi : basit, sıradan
anâsır-ı gayr-ı müslime : Müslüman olmayan unsurlar (azınlıklar)
binaen : -dayanarak
cebîn : korkak, cesaretsiz
düstur : kâide, kural
ebedî : sonsuz, sonu olmayan
hâdim etme : hizmetçi, hizmet etme
hâdim-i medeniyet : medeniyet yıkan, yok eden
halâs etme : kurtarma
has : özel
hâtemü'l-Enbiya : Peygamberlerin en sonuncusu Hz. Muhammed (a.s.m.)
havayic-i gayr-ı zaruriye : zorunlu olmayan ihtiyaçlar, ihtiyaç olmadığı halde ihtiyaç haline gelmiş şeyler
hayat-ı medeniye : medenî hayat, uygar yaşam
hıns-ı yemin : yemini bozma, sözünde durmama
hiss-i hakikî-i terakki : gerçek ilerleme duygusu
hissiyat-ı ulviye : yüce duygular, hisler
hubb-u vatan : vatan sevgisi
hudud-u hürriyet : hürriyetin sınırları
icraat-ı hükûmet : hükûmetin icraatı
imâr-ı dünya : dünyanın bayındır hâle getirilmesi, düzenlenmesi
israfat : savurganlıklar
ittihad : birleşme, birlik
kanun-u esasî : temel kanun, Anayasa; Sultan İkinci Abdülhamid’in emriyle hazırlanıp, 23 Aralık 1876’da kabul ve ilân edilen anayasa özelliğindeki kanunlar
meb’us : milletvekili
mesafe-i terakki : ilerleme mesafesi, ilerlemede kat edilen mesafe
mesâvi-i medeniyet : medeniyetin kötülükleri
meşruta-i meşrua : şeriata uygun meşrutiyet
muhafaza : koruma, saklama
muhafaza-i âhiret : âhireti koruma
muharrib-i medeniyet : medeniyeti yok eden, yıkan
mütehassis : hislenme, duygulanma
neşat : sevinç, mutluluk
rapt : bağlama
sa’y : çalışma, emek
saadet-i millet : milletin mutluluğu
safha-i nuranî : nuranî sayfa, nurlu sayfa
Sâmi : Arapça, Asurca, İbranîce ve Habeşçe konuşan çeşitli milletlerin toplandığı kol
sefahet : yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük; zararı yararı dikkate almadan beyinsizce davranma
sırr-ı i'câz : mu’cizelik sırrı
şahs-ı mânevî-i hükûmet : hükûmetin mânevî şahsiyeti, tüzel kişiliği
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyet
takaza : hakkını dava etme, sıkıştırma
tayy : uzun zaman veya mesafeyi az zamanda geçip aşma
tekzip etme : yalanlama
telif : uzlaştırma, uyumlu hâle getirme
teşettüt-ü âra : fikir dağınıklığı, kargaşası
tevhid : birleştirme, birleme
tevlid etme : doğurma, sebep olma
Turan : Türk Ülkesi
ulema : âlimler
umum : bütün, genel
zaman-ı kasır : kısa zaman
zann-ı fasid : bozuk, yanlış zan
zulmet-i tebâyün-i efkâr : fikirlerin uyuşmazlık karanlığı
adâlet-i mahzâ : tam adâlet; “ferdin hukuku hiçbirşey için fedâ edilemez” görüşünde olan adalet anlayışı
cem-i kuvvet : gücü toplayıp bir araya getirme, güç birliği
ceride : gazete
ecanib : yabancılar
efkâr-ı âmme : genel düşünce, kamuoyu
esas-ı metin : sağlam esas, ana metin
evham : kuruntular, şüpheler
ezhan : zihinler
hayat-ı milliye : millî hayat
hitaben : hitap ederek, seslenerek
hukukullah : Allah’ın hakkı, kamu hakları
îcaz : az sözle çok mânâlar anlatma, özlü söz
istikbal : gelecek zaman
istinad : dayanma, dayanak
itnâb : sözü gereğinden fazla uzatma
ittihad : birleşme, birlik
ittihad-ı umumî : genel birlik, herkesin bir noktada birleşmesi
kanun-u esasî : temel kanun, Anayasa; Sultan İkinci Abdülhamid’in emriyle hazırlanıp, 23 Aralık 1876’da kabul ve ilân edilen anayasa özelliğindeki kanunlar
kemâl : olgunluk, mükemmellik
maksat : gaye, amaç
mâlik-i hakikî : gerçek sahip
manyetizmalandırma : etkileme, kendisine çekme, cezbetme
meb’us : milletvekili
meb'usan : milletvekilleri
menafi-i umumiye : umumi faydalar, umumun menfaatleri
meşrutiyet : başında hükümdar bulunmakla birlikte, yasama yetkisi kısmen meclis tarafından kullanılan, kısmen de olsa kuvvetler ayrılığına dayanan idare şekli
meşveret : işlerin istişâre (danışıp görüşme) yoluyla halledilmesi; meclis
metanet : sağlamlık, kararlılık
mevcudiyet : varlık, var olma
muahaze-i dünyeviye ve uhreviye : dünya ve âhirette hesaba çekme
mûcez : özlü; çok mânâ ifade eden (özlü söz)
mutazammın : içine alan, kapsayan
müessir : tesirli, etkili
neşretme : yayınlama
nokta-i istinad : dayanak noktası
sahib-i unvan-ı muhteşem : ihtişamlı isim sahibi
şeriat-ı garrâ : parlak ve nurlu şeriat; İslâmiyet
şükûk : şekler; şüpheler
tahlis : kurtarma
tasarruf : dilediği gibi kullanma ve yönetme
tekeffül etme : kefil olma
temin etme : sağlama
tesis etme : kurma, yerleştirme
umum : bütün, genel
varta-i hayret : tehlikeli, hayret uçurumu
 
K

kordon

Misafir
Çok mübarek ve sevaplı ibadet ayları
07 Haziran 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Bütün ruh u canımızla Receb-i Şerifinizi ve Şuhur-u Selâsenizi tebrik edip Cenab-ı Erhamürrahimînden niyaz ediyoruz ki, hakkınızda ve hakkımızda seksen sene bir mânevî ömr-ü bâki kazandırmaya bu üç mübarek ayı vesile eylesin. Âmin. (Emirdağ L. 2 60. Mektup)

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Beş günden sonra çok mübarek ve çok sevaplı ibadet ayları olan şuhûr-u selâse gelecekler.

Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise,
Receb-i Şerifte yüzden geçer,
Şâban-ı Muazzamda üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve
Cuma gecelerinde binlere ve
Leyle-i Kadirde otuz bine çıkar.

Bu pekçok uhrevî faideleri kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhûr-u selâseyi böyle bire on kâr veren medrese-i Yusufiyede geçirmek, elbette büyük bir kârdır.
Ne kadar zahmet çekilse ayn-ı rahmettir.

İbadet cihetinde böyle olduğu gibi, Nur hizmeti dahi nisbeten—kemiyet değilse de keyfiyet itibarıyla—bire beştir. Çünkü bu misafirhanede mütemadiyen giren ve çıkanlar, Nurun derslerinin intişarına bir vasıtadır.


Bazan bir adamın ihlâsı, yirmi adam kadar faide verir.
Hem Nurun sırr-ı ihlâsı, siyasetkârâne kahramanlık damarını taşıyan, Nurun tesellilerine pekçok muhtaç bulunan mahpus biçareler içinde intişarı için bir parça zahmet ve sıkıntı olsa da, ehemmiyeti yok.

Derd-i maişet ciheti ise: Zaten bu üç ay âhiret pazarı olmasından, herbiriniz çok şakirtlerin bedeline, hattâ bazınız bin adamın yerinde buraya girdiğinden, elbette sizin haricî işlerinize yardımları olur diye tamamıyla ferahlandım ve bayrama kadar burada bulunmak büyük bir nimettir bildim.(Tarihçe-i Hayat sh. 733)

Bediüzzaman Said Nursî

SÖZLÜK:
Âhiret : Öteki Dünya, Öldükten Sonraki Sonsuz Hayat
Ayn-I Rahmet : Rahmetin Tâ Kendisi
Aziz : İzzetli, Şerefli, Çok Değerli
Bîçare : Çaresiz, Zavallı
Cihet : Şekil, Yön
Derd-İ Maişet : Geçim Derdi
Ehl-İ Hakikat : Doğru Ve Hak Yolda Olan Kimseler
Ehl-İ İman : Allah’a Ve Allah’tan Gelen Herşeye İnanan Kimseler, Mü’minler
Ferahlanma : Sevinme, Huzur Duyma
Hakikat : Doğru Gerçek, Esas
Hakikaten : Gerçekten
Haricî : Dışa Ait
Hasene : Sevap, İyilik
İhlâs : Samimiyet, İbadet Ve Davranışlarda Sadece Allah Rızasını Gözetme
İhtar : Hatırlatma, İkaz
İntişar : Yayılma
Kemiyet : Çokluk, Nicelik
Keyfiyet : Nitelik, Kalite
Kudsî : Kutsal, Mukaddes
Leyle-İ Kadir : Kadir Gecesi
Mahpus : Hapsedilmiş, Tutuklu
Mahzun : Hüzünlü
Medrese-İ Yusufiye : Hz. Yusuf’un (A.S.) Hapiste Kalmasına Benzetilerek, İman Ve Kur’ân Hizmetinden Dolayı Tutuklananların Hapsedildiği Yer Mânâsında Hapishane
Meşher : Sergi Yeri
Muhtaç : İhtiyaç Duyan
Mümtaz : Seçkin, Üstün
Müteellim : Acı Çeken
Mütemadiyen : Sürekli Olarak
Nisbeten : Bir Dereceye Kadar
Ramazan-I Mübarek : Mübarek Ramazan Ayı; Hicrî Ayların Dokuzuncusu
Receb-İ Şerif : Şerefli Olan Ve Mübarek Aylardan Birincisi Olan Recep Ayı; Hicrî Ayların Yedincisi
Sıddık : Çok Doğru Ve Bağlı
Sırr-I İhlâs : İhlâs Sırrı
Siyasetkârâne : Siyaset Yaparak
Şâban-I Muazzam : Mübarek Aylardan İkincisi Olan Şaban Ayı; Hicrî Ayların Sekizincisi
Şakirt : Öğrenci, Talebe
Şuhûr-U Selâse : Üç Aylar; Receb, Şaban Ve Ramazan Ayları
Ticaret-İ Uhreviye : Âhiret İle İlgili Ticaret
Uhrevî : Âhirete Ait
Ziyade : Çok, Fazla
 
K

kordon

Misafir
OTUZ BİRİNCİ SÖZ
MİRAC-I NEBEVİYEYE(A.S.M.)DAİRDİR
1.1.İHTAR
Mirac meselesi, erkân-ı imaniyenin usulünden sonra terettüp eden bir neticedir. Ve erkân-ı imaniyenin nurlarından medet alan bir nurdur. Erkân-ı imaniyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhidlere karşı, elbette bizzat ispat edilmez. Çünkü, Allah’ı bilmeyen, Peygamberi tanımayan ve melâikeyi kabul etmeyen veya semâvâtın vücudunu inkâr eden adamlara Miracdan bahsedilmez; evvelâ o erkânı ispat etmek lâzım geliyor. Öyle ise, biz, Miracda istib’âd ile vesveseye düşen bir mü’mini muhatap ittihaz ederek, ona karşı serd-i kelâm edip ara sıra, makam-ı istimâda olan mülhidi nazara alıp serd-i kelâm edeceğiz. Bazı Sözlerde hakikat-i Miracın bir kısım lem’aları zikredilmiştir. İhvanlarımın ısrarıyla, ayrı ayrı o lem’aları hakikatin aslıyla birleştirmek ve kemâlât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) cemâline birden bir âyine yapmak için, inayeti Allah’tan istedik.
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

سُبْحَانَ الَّذِىۤ اَسْرٰى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ اْلاَقْصَا الَّذِى بَارَكْنَا حَوْ لَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۤ اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ 1
اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحىٰ - عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوٰى - ذُومِرَّةٍ فَاسْتَوٰى
وَهُوَ بِاْلاُفُقِ اْلاَعْلٰى - ثُمَّ دَنَا فَتَدَلىّٰ - فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنىٰ -
فَاَوْحٰىۤ اِلٰى عَبْدِهِ مَاۤاَوْحٰى - مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَارَاٰى -
اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَايَرٰى - وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْ لَةً اُخْرٰى - عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى -
عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَاْوٰى - اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰى -
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَاطَغٰى - لَقَدْ راَىٰ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرىٰ 2

EVVELKİ âyet-i azîmenin azîm hazinesinden, yalnız 3اِنَّهُ zamirinde bir düstur-u belâğate istinad eden iki remzin meselemize münasebeti olduğu için, i’caz bahsinde beyan edildiği üzere yazacağız.

İşte, Kur’ân-ı Hakîm, Habib-i Ekrem Aleyhi Efdalüssalâtü ve Ekmelüsselâmın Miracının mebdei olan, Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâya olan seyeranını zikrettikten sonra 4 اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ der. Ve şu kelâm ile Sûre-i 5 وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰى da işaret olunan müntehâ-yı Miraca remzedenاِنَّهُ daki zamir, ya Cenâb-ı Hakka râcidir veyahut Peygamberedir.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : “Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan alıp, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” İsrâ Sûresi, 17:1.
2 : “O ancak kendisine vahyolunanı söyler. Onu muazzam kuvvetlere sahip olan öğretti ki, kendisine gerçek suretiyle görünmüştür. O, ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hattâ daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Kendi kuluna vahyetti. Onun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi onun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki, onu bir kere daha hakikî suretinde, Sidre-i Müntehâda gördü ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Göz ne şaştı, ne de başka birşeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” Necm Sûresi, 53:4-18.
3 : “Şüphesiz ki O…” İsrâ Sûresi, 17:1.
4 : “Şüphesiz ki O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” İsrâ Sûresi, 17:1.
5 : “Kayan yıldıza yemin olsun ki…” Necm Sûresi, 53:1.

Lügatler :

Aleyhi Efdalüssalâtü ve Ekmelüsselâm : en üstün selâmlar ve en mükemmel salâtlar onun üzerine olsun azîme
âyine : ayna
azîm : büyük, yüce
beyan : açıklama
cemâl : güzellik
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah
düstur-u belâğat : maksada ve hale uygun düzgün ve güzel söz söyleme prensibi
erkân : esaslar, şartlar
erkân-ı imaniye : imanın şartları, esasları
evvelâ : ilk olarak
evvelki : önceki
Habib-i Ekrem : Allah’ın en sevdiği kul olan Peygamberimiz Hz. Muhammed
hakikat : gerçek, doğru
hakikat-i Mirac : Miracın aslı ve esası, gerçek mahiyeti
ihtar : hatırlatma
ihvan : kardeşler
inayet : yardım
inkâr : inanmama, kabul etmeme
istib’ad : akıldan uzak görme
ittihaz : edinme, kabul etme
i’caz : mu’cize oluş
istinad : dayanma
kanun-u belâğat : belâğat kanunu
kelâm : söz
kemâlât-ı Ahmediye : Peygamberimiz Hz. Muhammed’in üstün özellikleri, mükemmellikleri
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
lem’a : parıltı
makam-ı istimâ : dinleme makamı
mebde’ : başlangıç
medet : yardım
melâike : melekler
Mescid-i Aksâ : Kudüs’te Hz. Süleyman tarafından yaptırılan mukaddes mescid
Mescid-i Haram : Mekke’de içinde Kâbenin bulunduğu büyük mescid
Mirac : Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk
Mirac-ı Nebeviye : Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk
mü’min : imanlı, Allah’a inanan
mülhid : dinsiz, inkârcı
münasebet : bağlantı, ilişki
münasebet-i siyâk-ı kelâm : sözün gidiş münasebeti, öncesiyle ve sonrasıyla olan ilişkisi
müntehâ-yı Mirac : Miracın en son noktası
nazar : dikkat
râci : ait, dönük
remz : işaret
semâvât : gökler
serd-i kelâm etmek : söz söylemek
seyahat-i cüz’iye : kısa zaman içindeki yolculuk
seyeran : seyahat, gezinme
seyr-i umumî : umumi, geniş bir seyahat
terettüp : sırası gelme
urûc-u küllî : genel mânâda kâinat çapında bir yükseliş
usul : esas
vesvese : şüphe, kuruntu
vücud : varlık
zikredilmek : anılmak, belirtilmek
zikretmek : anmak, belirtmek


 
K

kordon

Misafir
TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 8.59.EMİRDAĞ HAYATI(DEVAMI)
1بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Seksen sene ibadetli bir ömrü bahtiyarlara kazandıran Ramazan-ı mübarekte, inşaallah Nur’un şirket-i mânevîsi o kazanca mazhar olacak. Bayrama kadar elden geldiği kadar, Nurcular ihlâs ile birbirinin dualarına mânevî âmin demeli ki, birisi o sekseni kazansa, herbiri derecesine göre hissedar olur. En zayıf ve en ağır yükü bulunan bu hasta kardeşinize elbette mânevî yardım edersiniz…

Saniyen: Nurların erkânlarından bir iki doktor, benim hastalığımın şiddetiyle beraber o hâlis, sadık zatlara hastalık noktasından müracaat etmeyip ve ilâçlarını da yemeyip çok ağır hastalıklar içinde onlarla meşveret etmeyerek ve şiddet-i ihtiyacım ve elemlerin içinde yanıma geldikleri vakit, hastalığa dair bahis açmadığımdan endişeli bir merak onlara geldiğinden, sırlı bir hakikati izhara mecbur oldum. Belki size de fâidesi var diye yazıyorum. Onlara dedim ki:

Hem gizli düşmanlarım, hem nefsim, şeytanın telkiniyle zaif bir damarımı arıyorlar ki, beni onunla yakalayıp Nurlara tam ihlâs ile hizmetime zarar gelsin.

En zaif damar ve dehşetli mâni, hastalık damarıdır. Hastalığa ehemmiyet verildikçe, his, nefs, cisim galebe eder; “Zarurettir, mecburiyet var” der, ruh ve kalbi susturur, doktoru müstebit bir hâkim gibi yapar ve tavsiyelerine ve gösterdiği ilâçlara itaate mecbur ediyor. Bu ise, fedakârane, ihlâsla hizmete zarar verir.

Hem gizli düşmanlarım da bu zaif damarımdan istifadeye çalışmışlar ve çalışıyorlar. Nasıl ki korku ve tamah ve şan ü şeref cihetinde çalışıyorlar. Çünkü insanın en zaif damarı olan “korku” cihetinde bir halt edemediler, idamlarına beş para vermediğimizi anladılar.

Sonra insanın bir zaif damarı “derd-i maişet ve tamah” cihetinde çok soruşturdular. Nihayetinde, o zaif damardan birşey çıkaramadılar. Sonra onlarca tahakkuk etti ki, onların mukaddesatını feda ettikleri dünya malı, nazarımızda hiç ehemmiyeti yok ve çok vukuatlarla onlarca da tahakkuk etmiş. Hattâ bu on sene zarfında yüz defadan ziyade resmen “Neyle yaşıyor?” diye mahallî hükûmetlerden sormuşlar.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.



Lügatler :

âmin : “Allah’ım kabul eyle”
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
bahis açma : söz etme
bahtiyar : talihli, mutlu
derd-i maişet : geçim derdi
elem : acı, keder, sıkıntı
erkân : ileri gelenler
evvelâ : ilk önce, birinci olarak
fedakârane : fedakar şekilde
galebe etme : üstün gelme
hakikat : doğru, gerçek
hâkim : hükmeden, idareci
hâlis : içten, katıksız, samimî
halt etme : karıştırma, uygunsuz iş yapma
hissedar : ortak, pay sahibi
hiss-i nefs-i cisim : bedene ait duygu
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
inşaallah : Allah’ın izniyle
itaat : emre uyma
izhar : gösterme, açığa çıkarma
mahallî : yöresel, bölgesel
mazhar : nail olma, erişme
mecburiyet : zorunlu olma
meşveret : işlerin istişâre (danışıp görüşme) yoluyla halledilmesi
mukaddesat : mukaddes olan şeyler, kutsal değerler
müstebit : diktatör, baskıcı
nazar : bakış, görüş
nefis : insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nüsha : yazılı bir şeyden çıkarılan kopya
Ramazan-ı mübarek : bereketli Ramazan ayı
sadık : bağlı, doğru
sıddık : çok doğru, sadakatli, gönülden bağlı
şan ü şeref : şan ve şeref
şiddet-i ihtiyac : ihtiyacın şiddeti, şiddetli ihtiyaç
şirket-i mânevî : mânevî şirket
şirket-i mâneviye : dine ve imana yapılan toplu hizmetlerle ortaya çıkan mânevî şirket, ortaklık
tahakkuk etme : gerçekleşme, anlaşılma
tamah : açgözlülük, hırs
telkin : fikir aşılama, öğüt verme
vukuat : meydana gelen olaylar
zaruret : zorunluluk, gereklilik
 
K

kordon

Misafir
Çok mübarek ve sevaplı ibadet ayları
07 Haziran 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Bütün ruh u canımızla Receb-i Şerifinizi ve Şuhur-u Selâsenizi tebrik edip Cenab-ı Erhamürrahimînden niyaz ediyoruz ki, hakkınızda ve hakkımızda seksen sene bir mânevî ömr-ü bâki kazandırmaya bu üç mübarek ayı vesile eylesin. Âmin. (Emirdağ L. 2 60. Mektup)

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Beş günden sonra çok mübarek ve çok sevaplı ibadet ayları olan şuhûr-u selâse gelecekler.

Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise,
Receb-i Şerifte yüzden geçer,
Şâban-ı Muazzamda üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve
Cuma gecelerinde binlere ve
Leyle-i Kadirde otuz bine çıkar.

Bu pekçok uhrevî faideleri kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhûr-u selâseyi böyle bire on kâr veren medrese-i Yusufiyede geçirmek, elbette büyük bir kârdır.
Ne kadar zahmet çekilse ayn-ı rahmettir.

İbadet cihetinde böyle olduğu gibi, Nur hizmeti dahi nisbeten—kemiyet değilse de keyfiyet itibarıyla—bire beştir. Çünkü bu misafirhanede mütemadiyen giren ve çıkanlar, Nurun derslerinin intişarına bir vasıtadır.


Bazan bir adamın ihlâsı, yirmi adam kadar faide verir.
Hem Nurun sırr-ı ihlâsı, siyasetkârâne kahramanlık damarını taşıyan, Nurun tesellilerine pekçok muhtaç bulunan mahpus biçareler içinde intişarı için bir parça zahmet ve sıkıntı olsa da, ehemmiyeti yok.

Derd-i maişet ciheti ise: Zaten bu üç ay âhiret pazarı olmasından, herbiriniz çok şakirtlerin bedeline, hattâ bazınız bin adamın yerinde buraya girdiğinden, elbette sizin haricî işlerinize yardımları olur diye tamamıyla ferahlandım ve bayrama kadar burada bulunmak büyük bir nimettir bildim.(Tarihçe-i Hayat sh. 733)

Bediüzzaman Said Nursî

SÖZLÜK:
Âhiret : Öteki Dünya, Öldükten Sonraki Sonsuz Hayat
Ayn-I Rahmet : Rahmetin Tâ Kendisi
Aziz : İzzetli, Şerefli, Çok Değerli
Bîçare : Çaresiz, Zavallı
Cihet : Şekil, Yön
Derd-İ Maişet : Geçim Derdi
Ehl-İ Hakikat : Doğru Ve Hak Yolda Olan Kimseler
Ehl-İ İman : Allah’a Ve Allah’tan Gelen Herşeye İnanan Kimseler, Mü’minler
Ferahlanma : Sevinme, Huzur Duyma
Hakikat : Doğru Gerçek, Esas
Hakikaten : Gerçekten
Haricî : Dışa Ait
Hasene : Sevap, İyilik
İhlâs : Samimiyet, İbadet Ve Davranışlarda Sadece Allah Rızasını Gözetme
İhtar : Hatırlatma, İkaz
İntişar : Yayılma
Kemiyet : Çokluk, Nicelik
Keyfiyet : Nitelik, Kalite
Kudsî : Kutsal, Mukaddes
Leyle-İ Kadir : Kadir Gecesi
Mahpus : Hapsedilmiş, Tutuklu
Mahzun : Hüzünlü
Medrese-İ Yusufiye : Hz. Yusuf’un (A.S.) Hapiste Kalmasına Benzetilerek, İman Ve Kur’ân Hizmetinden Dolayı Tutuklananların Hapsedildiği Yer Mânâsında Hapishane
Meşher : Sergi Yeri
Muhtaç : İhtiyaç Duyan
Mümtaz : Seçkin, Üstün
Müteellim : Acı Çeken
Mütemadiyen : Sürekli Olarak
Nisbeten : Bir Dereceye Kadar
Ramazan-I Mübarek : Mübarek Ramazan Ayı; Hicrî Ayların Dokuzuncusu
Receb-İ Şerif : Şerefli Olan Ve Mübarek Aylardan Birincisi Olan Recep Ayı; Hicrî Ayların Yedincisi
Sıddık : Çok Doğru Ve Bağlı
Sırr-I İhlâs : İhlâs Sırrı
Siyasetkârâne : Siyaset Yaparak
Şâban-I Muazzam : Mübarek Aylardan İkincisi Olan Şaban Ayı; Hicrî Ayların Sekizincisi
Şakirt : Öğrenci, Talebe
Şuhûr-U Selâse : Üç Aylar; Receb, Şaban Ve Ramazan Ayları
Ticaret-İ Uhreviye : Âhiret İle İlgili Ticaret
Uhrevî : Âhirete Ait
Ziyade : Çok, Fazla
 
K

kordon

Misafir
Namaz tesbihatı neden önemlidir.
08 Haziran 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur Dersi...

Bismillahirrahmanirrahim
Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekâsül göstermesine binaen dedim:
Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir (a.s.m.) ve Velayet-i Ahmediyenin (a.s.m.) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür.
Sonra, bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti:
Nasıl ki, risalete inkılâp eden velayet-i Ahmediye (a.s.m.) bütün velayetlerin fevkindedir. Öyle de, o velayetin tarikatı ve o velayet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir.
Bu sır dahi şöyle inkişaf etti ki:
Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar zat namazdan sonra sübhânallah, sübhânallah deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselamın müvacehesinde yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder.
O azamet ve ulviyetle sübhânallah, sübhânallah der.
Sonra o serzâkirin emr-i manevisiyle, ona ittibaen elhamdü lillâh, elhamdü lillâh dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş dâiresi bulunan hatme-i Ahmediyenin (aleyhissalâtü vesselam) dairesinde yüz milyon müridlerin elhamdü lillâh, elhamdü lillâh’larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde elhamdü lillâh ile iştirak eder,
ve hâkezâ Allahu ekber, Allahu ekber ve duadan sonra lâ ilâhe illâllah, lâ ilâhe illâllah otuz üç defa o tarikat-ı Ahmediyenin Aleyhissalâtü Vesselam halka-i zikrinde ve hatme-i kübrasında o sabık manayla o ihvan-ı tarikatı nazara alıp o halkanın serzâkiri olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselama müteveccih olup -1-. der, diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm.
Demek tesbihat-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti var.. (Kastamonu L. Sh. 72)
Bediüzzaman Said Nursi
-1- Milyon kere salât ile milyon kere selam Senin üzerine olsun ey Allah’ın Resûlü.
Lügatler :
Akabinde : Devamında
Alâkadar : Alâkalı, İlgili
Aleyhissalatü Vesselâm : Allah’ın Salât Ve Selâmı Onun Üzerine Olsun
Azamet : Büyüklük, Yücelik
Bilhassa : Özellikle
Binâen : –Dayanarak, Dolayı
Daire-İ Zikr : Zikir Dairesi
Ehemmiyet : Önem
Evrâd : Virdler; Devamlı Yapılan Zikirler
Evrad-I Mahsusa : Özel Virdler, Zikirler
Fevkinde : Üstünde
Hakikat : Gerçek, Doğru
Hatme-İ Nakşiye : Nakşî Tarikatında Belli Kurallar Çerçevesinde Topluca İcra Edilen Bir Zikir Ve Dua Biçimi
Heyet-İ Mecmua : Hepsi; Ferdlerin Tamamı
Hüşyar : Uyanık
İnkılâp : Dönüşüm, Dönüşme
İnkişaf : Açığa Çıkma, Görünme
Mânen : Mânevî Yönden
Müvacehe : Mânen Yüz Yüze Bulunma, Karşısında Olma
Risalet : Elçilik, Peygamberlik
Sair : Diğer, Başka
Serzâkir : Zikredenlerin Başı
Sübhanallah : “Allah Her Türlü Eksiklikten Sonsuz Derecede Yücedir” Anlamında Bir Tesbih
Tarikat : Allah’a Ulaşmak İçin Tutulan Yol
Tarikat-I Muhammediye : Hz. Muhammed’in (A.S.M.) Gösterdiği Yol Olan Sünnet Yolu
Tekâsül : Tembellik
Tesbihat : Namazdan Sonra Allah’ı Bütün Noksan Sıfatlardan Uzak Ve Bütün Kemâl Sıfatlara Sahip Olduğunu İfade Eden Sözlerle Anma
Ulviyet : Yücelik
Umum : Bütün
Velâyet : Velilik; Mânevî Mertebeler Aşarak Allah’ın Yakınlığını Ve Dostluğunu Elde Etme
Velâyet-İ Ahmediye : Peygamber Efendimizin (A.S.M.) Velâyeti, Veliliği
Velâyet-İ Kübrâ : En Büyük Velîlik; Tarikat Berzahına Uğramadan, Zahirden Hakikate Geçen Ve Peygamber Varisliğinden Gelen Velîlik
Zât-I Ahmediye : Peygamber Efendimizin (A.S.M.) Zâtı, Kendisi
 
K

kordon

Misafir
Salâvatın manası, rahmettir. Ve o zihayat mücessem rahmete rahmet duası olan salâvat ise, o Rahmeten-lil-Alemin'in vusulüne vesiledir. Öyle ise sen salâvatı kendine, o Rahmeten-lil-Alemin'e vesile yap ve o zatı da rahmet-i Rahman'a vesile ittihaz et. Umum ümmetin Rahmeten-lil-Âlemin olan Aleyhissalatü Vesselam hakkında hadsiz bir kesretle rahmet manasıyla salâvat getirmeleri, rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlahiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu, parlak bir surette isbat eder.

(Bediüzzaman Said Nursi - 14. Lem'adan)

Lügatler
Aleyhissalâtü Vesselam :selam ve dua onun üzerine olsun
Daire :sınır içi, bir manevi tesirin hükmünün geçtiği alan, çember
Dua :yalvarma, yakarma, isteme
Hadsiz : sayısız, sınırsız
Hediye-i ilâhiye :ilâhi hediye
İsbat :doğruyu delil göstererek ortaya koymak, delil ve şahitle doğrulamak
İttihaz :edinmek, kabullenmek, öyle görmek
Kesret: çokluk
Kıymetdar : kıymetli, önemli, değerli
Lem’a :parıltı, parlamak
Mana :anlam, iç, içyüz, bir söz veya bir şeyden anlaşılan
Mücessem :cisimleşmiş, maddi yapısı olan

Rahmet :merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek
Rahmeten-lil-âlemîn : âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz
Rahmet-i Rahman : yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran sonsuz rahmet sahibi Allah’ın merhameti
Salâvat : Peygamberimize rahmet ve esenlik duası
Suret : biçim, şekil
Umum : bütün,tüm, tamam, hepsi
Ümmet : peygambere inanıp onun yolundan gidenler, mü’minler
Vesile :sebeb, fırsat, bahane
Vusul :ulaşmak, erişmek, kavuşmak, varmak
Zat : hürmete layık kimse, kişi
Zîhayat : hayat sahibi, canlı
 
K

kordon

Misafir
OTUZ BİRİNCİ SÖZ MİRAC-I NEBEVİYEYE(A.S.M.)DAİRDİR
1.2.İHTAR(DEVAMI)
Peygambere göre olsa, kanun-u belâğat ve münasebet-i siyâk-ı kelâm şöyle ifade ediyor ki:

Bu seyahat-i cüz’iyede bir seyr-i umumî, bir urûc-u küllî var ki, tâ Sidretü’l-Müntehâya, tâ Kab-ı Kavseyne kadar merâtib-i külliye-i esmâiyede gözüne, kulağına tesadüf eden âyât-ı Rabbâniyeyi ve acaib-i san’at-ı İlâhiyeyi işitmiş, görmüştür, der. O küçük, cüz’î seyahati hem küllî, hem mahşer-i acaip bir seyahatin anahtarı hükmünde gösteriyor.

Eğer zamir Cenâb-ı Hakka râci olsa, şöyle oluyor ki: Bir abdini bir seyahatte huzuruna davet edip, bir vazife ile tavzif etmek için, Mescid-i Haramdan mecma-ı enbiya olan Mescid-i Aksâya gönderip, enbiyalarla görüştürüp, bütün enbiyaların usul-ü dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra, tâ Sidretü’l-Müntehâya, tâ Kab-ı Kavseyne kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi.1

İşte, çendan o bir abddir ve o seyahat bir mirac-ı cüz’îdir. Fakat bu abdin, bütün kâinata taallûk eden bir emanet beraberindedir. Hem şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur beraberdir. Hem saadet-i ebediyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için, Cenâb-ı Hak kendini “bütün eşyayı işitir ve görür”2 sıfatıyla tavsif eder tâ, o emanet, o nur, o anahtarın cihanşümul ve muhit ve umum kâinata âmm ve bütün mahlûkata şamil hikmetlerini göstersin.3

Bu sırr-ı azîmin Dört Esası var.

Birincisi: Miracın sırr-ı lüzumu nedir?

İkincisi: Hakikat-i Mirac nedir?

Üçüncüsü: Hikmet-i Mirac nedir?

Dördüncüsü: Miracın semerat ve faidesi nedir?
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :

1 : bk. İsrâ Sûresi, 17:1; Necm Sûresi, 53:4-18.
2 : bk. İsrâ Sûresi, 17:1.
3 : bk. İsrâ Sûresi, 17:1.

Lügatler :

abd : kul
acaib-i san’at-ı İlâhiye : Allah’ın hayrette bırakan ve hayranlık uyandıran san’at eserleri
âmm : genel, her yeri kaplayan
âyât-ı Rabbaniye : Rabbânî âyetler; Allah’ı gösteren ve tanıtan deliller
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah
cihanşümul : dünya çapında
cüz’î : küçük, ferdî
çendan : gerçi
enbiya : nebiler, peygamberler
eşya : şeyler, varlıklar
hakikat-i Mirac : Miracın aslı ve esası, gerçek mahiyeti
hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hikmet-i Mirac : Miracın hikmeti, gayesi ve anlamı
Kab-ı Kavseyn : Cenab-ı Hakka en yakın olan makam; Peygamberimiz Miracda bu makamda bizzat Cenab-ı Hak ile görüşmüştür
kâinat : evren, yaratılmış herşey
küllî : büyük, kapsamlı
mahlûkat : yaratıklar
mahşer-i acaip : bütün acayip şeylerin bulunduğu alan
mecma-i enbiya : peygamberlerin toplandığı yer
melekût : görünmeyen mânevî iç âlem
merâtib-i külliye-i esmâiye : Allah’ın isimlerinin büyük ve geniş mertebeleri
Mescid-i Aksâ : Kudüs’te Hz. Süleyman tarafından yaptırılan mukaddes mescid
Mescid-i Haram : Mekke’de içinde kâbenin bulunduğu büyük mescid
Mirac : Peygamberimizin (a.s.m.) Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk
mirac-ı cüz’î : ferdî bir yükseliş
muhit : kapsamlı, kuşatıcı
mülk : görünen maddî ve cismanî âlem
râci : ait, dönük
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
semerat : meyveler, neticeler
sırr-ı azîm : büyük sır
sırr-ı lüzum : gerekliliğin sırrı
Sidretü’l-Müntehâ : yedinci kat gökte olduğu rivâyet edilen ve Peygamberimizin (a.s.m.) ulaştığı en son makam, son zirve
şamil : içine alan, kapsayıcı
taallûk etmek : ilgili olmak
tavsif : vasıflandırma
tavzif : vazifelendirme, görevlendirme
tesadüf eden : rastgelen
umum : bütün
usul-ü din : dinin esasları
vâris-i mutlak : her yönüyle mirasçı


 
Üst