Yedinci Şuâ

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 219

vazife-i fıtriyesini tekmil etmek gibi, çok cihetü’l-vahdet noktalarında, bedahetderecesinde tevhidi ilân ve Sânilerinin vâhid olduğunu ispat etmek ve kâinatınrububiyet cihetinde tecezzî ve inkısam kabul etmez bir küll ve küllî hükmünde bulunduğunu izhar etmektir.

Evet, meselâ her baharda, nebatattan ve hayvanattan dört yüz bin nev’in hadsizefradlarını, beraber ve birbiri içinde, bir anda ve bir tarzda, yanlışsız, hatasızkemâl-i hikmet ve hüsn-ü san’atla icad etmek ve idare ve iaşe etmek; hem kuşların misâl-i musağğarları olan sineklerden tâ nümune-i ekberleri olan kartallara kadar hadsiz efradlarını yaratmak ve hava âleminde, seyahat ve yaşamalarına yardım eden cihazatı verip gezdirmek ve havayı şenlendirmekle beraber, yüzlerinde mu’cizâne birer sikke-i san’at ve cisimlerinde müdebbirânebirer hâtem-i hikmet ve mâhiyetlerinde mürebbiyâne birer turra-i ehadiyetkoymak; hem zerrât-ı taamiyeyi hüceyrat-ı bedeniyenin imdadına ve nebatatıhayvanatın imdadına ve hayvanatı insanların yardımına ve umum valideleriiktidarsız yavruların muavenetine hakîmâne, rahîmâne koşturmak, göndermek; hem dâire-i kehkeşandan ve manzume-i şemsiyeden ve anâsır-ı arziyeden, tâ gözhadekasının perdelerine ve gül goncasının yapraklarına ve mısır sümbülünün gömleklerine ve kavunun çekirdeklerine kadar mütedâhil dâireler gibi cüz’î ve küllîhükmünde aynı intizam ve hüsn-ü san’at ve aynı fiil ve kemâl-i hikmetle tasarruf etmek, elbette bedahet derecesinde ispat eder ki:

Bu işleri yapan hem vâhiddir, birdir; herşeyde sikkesi var.
Hem de hiçbir mekânda olmadığı gibi her mekânda hazırdır.
Hem, güneş gibi, herşey Ondan uzak, O ise herşeye yakındır.



Sâni: her şeyi san’atla yaratan Allahanâsır-ı arziye: dünyadaki unsurlar; toprak, hava, su, ateş
bedâhet: açıklık, aşikâr olmacihazat: cihazlar, âletler
cihet: şekil, yöncihetü’l-vahdet: birlik ciheti, yönü
cüz’î: ferdî, bireydâire-i kehkeşan: samanyolu galaksisinin bulunduğu daire
efrad: fertler, bireylergonca: henüz açılmamış gül
hadeka: göz bebeğihadsiz: sınırsız
hakîmâne: hikmetle, bir maksat ve gayeye yönelik bir şekildehayvanat: hayvanlar
hâtem-i hikmet: hikmet mührühüceyrât-ı bedeniye: beden hücreleri
hüsn-ü san’at: san’at güzelliğiicad etmek: yaratmak, var etmek
iktidar: güç, iktidarimdad: yardım
inkısam: bölünme, parçalanmaintizam: disiplin, düzen
izhar etmek: göstermek, ortaya çıkarmakiâşe etmek: beslemek
kemâl-i hikmet: tam ve eksiksiz hikmetkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
küll: bütünküllî: bütün fertleri içine alan; tür, cins; kapsamlı varlık
manzume-i şemsiye: güneş sistemimisal-i musağğar: küçültülmüş nümune
muavenet: yardımmu’cizane: mu’cizeli bir şekilde
mâhiyet: özellik, nitelik, esasmüdebbirâne: tedbirli bir şekilde, herşeyi önceden düşünerek
mürebbiyâne: terbiye ederek ve yetiştirerekmütedahil: iç içe, birbiri içinde
nebatat: bitkilernev’i: çeşit, tür
nümune-i ekber: en büyük örnekrahîmâne: merhametli bir şekilde
rububiyet: rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasısikke: damga, mühür
sikke-i san’at: sanat damgasıtasarruf etmek: dilediği gibi kullanmak, faaliyet, icraat yapmak
tecezzî: bölünme, parçalanmatekmil etmek: tamamlamak
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanmaturra-i ehadiyet: Allah’ın birliğini herbir şeyde ayrı ayrı gösteren mühür, özel imza
umum: bütün, genelvazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen görev
vâhid: birzerrât-ı taamiye: yiyecek zerreleri

 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 220

Hem daire-i kehkeşan ve manzume-i şemsiye gibi en büyük şeyler Ona ağır gelmediği gibi, kandaki küreyvat, kalbdeki hatırat ondan gizlenmez, tasarrufundan hâriç kalmaz.
Hem herşey, ne kadar büyük ve çok olursa olsun, en küçük, en az birşey gibi ona kolaydır ki, sineği kartal sisteminde ve çekirdeği ağacın mahiyetinde ve bir ağacı bir bahçe suretinde ve bir bahçeyi bir bahar san’atında ve bir baharı bir haşirvaziyetinde suhuletle icad eder. Ve san’atça çok kıymettar şeyleri bize çok ucuz verir, ihsan eder. İstediği fiyat ise bir Bismillah ve bir Elhamdülillâhtır. Yani, o çok kıymettar nimetlerin makbul fiyatları, başta Bismillâhirrahmanirrahim veâhirinde Elhamdülillâh demektir.

Bu Dördüncü Hakikat dahi Risale-i Nur’da izah ve ispat edildiğinden, bu kısacık işaretle iktifa ediyoruz.
Bizim seyyahın ikinci menzilde gördüğü
BEŞİNCİ HAKİKAT

Kâinatın mecmuunda ve erkânında ve eczasında ve her mevcudunda bir intizam-ı ekmelin bulunması ve o memleket-i vâsianın tedvir ve idaresine medar olan veheyet-i umumiyesine taallûk eden maddeler ve vazifedarlar birer vâhid olması ve ohaşmetli şehir ve meşherde tasarruf eden isimler ve fiiller, birbiri içinde ve birer ve bir mahiyet ve vâhid ve her yerde aynı isim ve aynı fiil olmakla beraber, herşeyi veya ekser eşyayı ihataları ve şümûlleri, ve o ziynetli sarayın tedbirine ve şenlenmesine ve binasına medar olan unsurlar ve neviler, birbiri içinde ve birer ve bir mahiyet-i vâhide ve her yerde aynı unsur ve aynı nevi bulunmakla beraber,zeminin yüzünü ve ekserisini intişar ile ihâta etmeleri, elbette bedahetle vezaruretle iktiza eder ve delâlet eder ve şehadet eder ve gösterir ki, bu kâinatınSânii ve Müdebbiri ve bu memleketin Sultanı ve Mürebbîsi ve


Bismillâh: Allah’ın adıylaBismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla
Müdebbir: idare eden, yöneten ve ilmiyle herşeyin sonunu görüp, ona göre hikmetle iş yapan AllahMürebbî: herşeyi terbiye eden, eğiten, yetiştiren Allah
Sâni: her şeyi san’atla yaratan Allahbedahet: açıklık
daire-i kehkeşan: Samanyolu galaksisinin dairesidelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
ecza: cüzler, parçalarekser: çoğunluk
elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah’a mahsustur”erkân: esaslar, temel unsurlar
eşya: şeyler, varlıklarhakikat: doğru, gerçek
haşir: âhirette diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanmahaşmetli: görkemli, heybetli
heyet-i umumiye: genel yapı, bütünhâtırat: hâtıralar, anılar
icad etmek: yoktan yaratmak, var etmekihata: içine alma, kapsama
ihsan: bağış, ikramiktifa etmek: yetinmek
iktiza etmek: gerektirmekintizam-ı ekmel: en mükemmel düzenlilik
intişar etmek: yayılmakizah: açıklama
küreyvat: kürecikler; alyuvar ve akyuvarlarkıymettar: kıymetli, değerli
mahiyet: esas, nitelik, özellikmahiyet-i vâhide: tek mahiyet, aynı özellik
makbul: kabul gören, geçerlimanzume-i şemsiye: güneş sistemi
mecmu: bütün, genelmedar: dayanak noktası, eksen
memleket-i vâsia: geniş, büyük memleketmenzil: durak, yer
mevcud: varlıkmeşher: sergi, fuar
nev’i: çeşit, türseyyah: gezgin, yolcu
suhulet: kolaylıksuret: biçim, şekil
taallûk etmek: ilgilendirmek, ait olmaktasarruf: dilediği gibi kullanma, faaliyet, icraat
tedbir: çekip çevirme, ihtiyacını karşılamatedvir: çekip çevirme, idare etme
unsur: elementvazifedar: vazifeli, görevli
vâhid: birzaruret: zorunluluk, gereklilik
zemin: yer, dünyaziynet: süs
âhir: sonşehadet: şahitlik, tanıklık
şümûl: kapsamlılık, kuşatıcılık
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 221

bu sarayın Sahibi ve Bânisi birdir, tektir, vâhiddir, ehaddir. Misli ve nazîri olamaz ve veziri ve muîni yoktur. Şeriki ve zıddı olamaz. Aczi ve kusuru yoktur.

Evet, intizam tam bir vahdettir, birtek nazzâmı ister. Münakaşaya medar olanşirki kaldırmaz.
Madem bu kâinatın heyet-i mecmuasından, arzın yevmî ve senevî devranından tâ insanın simasına ve başının duygular manzumesine ve kandaki beyaz ve kırmızıküreyvâtın devranına ve cereyanına kadar küllî olsun cüz’î olsun herbir şeydehikmetli ve dikkatli bir intizam var. Elbette, bir Kadîr-i Mutlaktan ve bir Hakîm-i Mutlaktan başka hiçbir şey, kast ve icad suretiyle elini hiçbir şeye uzatamaz ve karışamazlar. Belki yalnız kabul ederler, mazhar ve münfail olurlar.
Ve madem tanzim etmek ve bilhassa gayeleri takip etmek ve maslahatları gözeterek bir intizam vermek, yalnız ilim ve hikmetle olur ve irade ve ihtiyar ile yapılır. Elbette ve her halde, bu hikmetperverâne intizam ve bu gözümüz önündekimaslahatkârâne çeşit çeşit hadsiz intizamat-ı mahlûkat, bedahet derecesindedelâlet ve şehadet eder ki, bu mevcudatın Hâlıkı ve Müdebbiri birdir, fâildir,muhtardır. Herşey Onun kudretiyle vücuda gelir, Onun iradesiyle birer vaziyet-i mahsusa alır ve Onun ihtiyarıyla bir suret-i muntazama giyer.

Hem, madem bu misafirhane-i dünyanın sobalı lâmbası birdir ve rûznâmeli kandili birdir ve rahmetli süngeri birdir ve ateşli aşçısı birdir ve hayatlı şurubu birdir vehimâyetli tarlası birdir. Bir, bir, bir—tâ bin birler kadar... Elbette, bu


Bâni: binâ eden; herşeyin yapıcısı olan AllahHakîm-i Mutlak: herşeyi bir gayeye yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde yapan, sınırsız hikmet sahibi Allah
Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan AllahKadir-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah
Müdebbir: idare eden, yöneten ve ilmiyle herşeyin sonunu görüp, ona göre hikmetle iş yapan Allahacz: acizlik, güçsüzlük
arz: dünyabedahet: ap açıklık
bilhassa: özelliklecereyan: akım, hareket
cüz’î: ferd, bireydelâlet: delil olma, işaret etme
devran: dönüp dolaşmaehad: bir olan ve birliği herbir varlıkta ayrı ayrı görülen
fâil: bir işi yapan; fiilin sahibihadsiz: sayısız, sınırsız
heyet-i mecmua: bütün, genel yapıhikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hikmetperverâne: her şeyde fayda ve yarar gözetir şekildehimâyet: koruma
icad: var etme, vücuda getirmeihtiyar: istek, irade
intizam: disiplin, düzenintizamat-ı mahlûkat: yaratılan varlıklar içindeki düzen, intizam
irade: dileme, tercihkast: amaç, hedef
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarıkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
küllî: bütün fertleri içine alan; tür, cins; kapsamlı varlıkküreyvat: kürecikler; alyuvar ve akyuvarlar
manzume: sistem, nizammaslahat: fayda, yarar
maslahatkârâne: belli yararlara göre iş yaparak, yerine göre davranarakmazhar: ayna olma, yansıma yeri
medar: sebep, vesilemevcudat: varlıklar
misafirhane-i dünya: dünya misafirhanesimisl: benzer
muhtar: ihtiyar ve irade sahibimuîn: yardımcı
münfail: edilgen; fiile, kast ve icada maruz kalannazir: benzer, eş
nazzâm: düzen verenrahmet: şefkat, merhamet
rûznâme: günlük olayların yazıldığı defterrûznâmeli kandil: güneş
senevî: yıllıksima: yüz, çehre
suret: biçim, şekilsuret-i muntazama: düzenli, intizamlı suret, görünüş
tanzim etmek: düzenlemekvahdet: birlik
vaziyet-i mahsusa: özel vaziyet, durumvâhid: bir olan ve birliği herşeyi kaplayan
vücud: varlık, var oluşyevmî: günlük
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmekşerik: ortak
şirk: Allah’a ortak koşma
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 222

bir birler bedahetle şehadet eder ki, bu misafirhanenin Sânii ve Sahibi birdir. Hemgayet kerîm ve misafirperverdir ki, bu yüksek ve büyük memurlarını zîhayatyolcularına hizmetkâr edip istirahatlarına çalıştırıyor.

Hem madem dünyanın her tarafında tasarruf eden ve nakışları ve cilveleri görünen Hakîm, Rahîm, Musavvir, Müdebbir, Muhyî, Mürebbî gibi isimler ve hikmetve rahmet ve inayet gibi şe’nler ve tasvir ve tedvir ve terbiye gibi fiiller birdirler. Her yerde aynı isim, aynı fiil birbiri içinde, hem nihayet mertebede, hemihatalıdırlar. Hem birbirinin nakşını öyle tekmil ederler ki, güya o isimler ve o fiiller ittihad edip, kudret ayn-ı hikmet ve rahmet ve hikmet ayn-ı inayet ve hayat oluyor. Meselâ, hayat verici ismin bir şeyde tasarrufu göründüğü anda, yaratıcı vetasvir edici ve rızık verici gibi çok isimlerin aynı anda, her yerde, aynı sistemdetasarrufatları görünüyor. Elbette ve elbette bedahetle şehadet eder ki, o ihatalıisimlerin müsemmâsı ve her yerde aynı tarzda görünen şümûllü fiillerin fâili birdir, tektir, vâhiddir, ehaddir. Âmennâ ve saddaknâ.

Hem madem masnuatın maddeleri ve mayeleri olan unsurlar zemini ihata ederler. Ve mahlûkattan, vahdeti gösteren çeşit çeşit sikkeleri taşıyan nevilerin herbiri bir iken rû-yi zeminde intişar edip istilâ ederler. Elbette bedahetle ispat eder ki, o unsurlar müştemilâtıyla ve o neviler efradıyla birtek Zâtın malıdır, mülküdür. Ve öyle bir Vâhid-i Kadîrin masnuları ve hizmetkârlarıdır ki, o kocaistilâcı unsurları, gayet itaatli bir hizmetçi ve o zeminin her tarafına dağılannevileri gayet intizamlı bir nefer hükmünde istihdam eder.


Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan AllahMuhyî: bütün canlılara hayat veren Allah
Musavvir: herşeye kendine lâyık güzel şekil ve suretler veren AllahMüdebbir: idare eden, yöneten ve ilmiyle herşeyin sonunu görüp, ona göre hikmetle iş yapan Allah
Mürebbî: herşeyi terbiye eden, eğiten, yetiştiren AllahRahîm: rahmeti herbir varlıkta tecelli eden, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah
Sâni: her şeyi san’atla yaratan AllahVâhid-i Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi olan, ve birliği herşeyi kaplayan Allah
ayn-ı hikmet: hikmetin kendisiayn-ı inâyet: tam bir inâyet, düzen
bedâhet: ap açıklık, aşikâr olmacilve: görüntü, yansıma
efrad: fertler, bireylerehad: bir olan ve herbir varlıkta birliği tecellî eden
fâil: işi yapan, öznegayet: son derece
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıhizmetkâr: hizmetçi
ihata etmek: kuşatmak, kapsamakihâtalı: kuşatıcı, kapsamlı
inayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan ilâhî nizam, düzenintizamlı: düzenli, tertipli
intişar etmek: yayılmakistihdam etmek: çalıştırmak
istilâ: kuşatma, yayılma, kaplamaistirahat: dinlenme, rahatlama
ittihad etmek: birleşmekkerîm: cömert, ikram sahibi
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarımahlûkat: yaratılmışlar
masnu: san’at eseri varlıkmasnuat: san’at eseri varlıklar
maye: maya, asıl, temelmisafirperver: misafirden hoşlanan, misafire iyi davranan
müsemmâ: isimlendirilmiş, isim sahibimüştemilât: içindekiler
nefer: asker, ernevi: çeşit, tür
nihayet derecede: sonsuz derecerahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rû-yi zemin: yeryüzüsaddaknâ: inanıyor ve tasdik ediyoruz
sikke: damga, mühürtasarrufat: dilediği gibi kullanma ve idare etmeler
tasvir: suret ve şekil vermetedvir: çekip çevirme, idare etme
tekmil etmek: mükemmelleştirmekterbiye: besleme, yetiştirme
unsur: elementvahdet: birlik
vâhid: bir olan ve birliği herşeyi kaplayanzemin: yer, dünya
zîhayat: canlı, hayat sahibiâmennâ: iman ettik, inandık
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmekşe’n: hal, iş, özellik
şümullü: kapsamlı
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 223

Bu hakikat dahi Risaletü’n-Nur’da ispat ve izah edildiğinden, burada bu kısa işaretle iktifa ediyoruz.
Bizim yolcu, bu beş hakikatten aldığı feyz-i imanî ve zevk-i tevhidî neşesiylemüşahedatını hülâsa ve hissiyatını tercüme ederek, kalbine diyor:

Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine,
Hâme-i zerrin-i kudret, gör ne tasvir eylemiş.
Kalmamış bir nokta-yı muzlim çeşm-i dil erbabına,
Sanki âyâtın Hüdâ, nur ile tahrir eylemiş.

Hem bil ki:

Kitab-ı âlemin evrakıdır eb’âd-ı nâmahdud,
Sütûr-u hâdisat-ı dehrdir âsâr-ı nâmadûd.
Yazılmış destgâh-ı levh-i mahfuz-u hakikatte
Mücessem lâfz-ı mânidardır, âlemde her mevcud.
Hem dinle:
جُو لاٰۤ اِلٰهَ الاَّ اللهُ بَرَابَرْ مِيذَنَنْدْ هَرْشَىْ دَمَادَمْ جُويَدَنْدْ يَاحَقْ سَرَاسَرْ كُويَدْنَنْدْ يَاحَىُّ
blank.gif
1
نَعَمْ؛ وَفِى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰۤى اَنَّهُ وَاحِدٌ
blank.gif
2
diyerek, kalbiyle beraber nefsi dahi tasdik ederek “Evet, evet” dediler.
İşte, dünya misafiri ve kâinat seyyahının ikinci menzilde müşahede ettiği beşhakikat-i tevhidiyeye kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın İkinci Babında, ikincimenzile ait böyle denilmiş:
لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ اللهُ الْوَاحِدُ اْلاَحَدُ الَّذِى دَلَّ عَلٰى وَحْدَتِهِ فِى وُجُوبِ وُجُودِهِ:



[BILGI]Dipnot-1 Bir baştan diğer başa herşey, her zaman Lâilâhe İllallah zikrini ilân ediyor ve Yâ Hak, Yâ Hay diye haykırıyorlar.

Dipnot-2 Evet, “Herbir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir âyet vardır.” İbnü’l-Mu’tez’ın bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’ani’l-Azîm,1:24.[/BILGI]



Hüdâ: Cenâb-ı hak, Allahdestgâh-ı levh-i mahfuz-u hakikat: gerçekte herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhasının tezgâhı
eb’âd-ı nâmahdud: sınırsız uzaklıklarevrak: yapraklar
feyz-i iman: imanın bereketihakikat: doğru, gerçek
hakikat-i tevhidiye: tevhid gerçeğihissiyat: hisler, duygular
hâme-i zerrîn-i kudret: kudretin altın kalemihülâsa: kısaca, özet
iktifa etmek: yetinmekizah etmek: açıklamak
kitab-ı kâinat: kâinat kitabı, evrenkitab-ı âlem: âlem kitabı, kâinat
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarlâfz-ı mânidar: mânalı, anlamlı söz
menzil: durak, yermuzlim: karanlık
mücessem: cisimleşmiş, maddî yapı kazanmışmüşahedat: gözlemleme, seyretme
müşahede: görme, gözlemnefis: kişinin kendisi
safha-i rengîn: renkli ve parlak sayfaseyyah: gezgin, yolcu
sütûr-u hâdisat-ı dehr: zamanın, çağın olaylarının satırlarıtahrir eylemek: yazmak
tasdik etmek: doğrulamak, onaylamaktasvir: anlatma; şekil ve suret verme
zevk-i tevhidî: Allah’ı bilmenin ve Ona inanmanın verdiği mânevî zevk, lezzetâsâr-ı nâmadûd: sayısız eserler
âyât: âyetler, deliler
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 224

مُشَاهَدَةُ حَقِيقَةِ الْكِبْرِيَاءِ وَالْعَظَمَةِ فِى الْكَمَالِ وَاْلاِحَاطَةِ. وَكَذَا مُشَـاهَدَةُ حَقِيقَةِ ظُهُورِ اْلاَفْعَالِ بِاْلاِطْلاَقِ وَعَدَمِ النِّهَايَةِ، لاَ تُقَيِّدُهَا اِلاَّ اْلاِرَادَةُ وَالْحِكْمَةُ. وَكَذَا مُشَاهَدَةُ حَقِيقَةِ اِيجَادِ الْمَوْجُودَاتِ بِالْكَثْرَةِ الْمُطْلَقَةِ فِى السُّرْعَةِ الْمُطْلَقَةِ، وَخَلْقُ الْمَخْلُوقَاتِ بِالسُّهُولَةِ الْمُطْلَقَةِ فِى اْلاِتْقَانِ الْمُطْلَقِ، وَاِبْدَاعُ الْمَصْنُوعَاتِ بِالْمَبْذُولِيَّةِ الْمُطْلَقَةِ فِى غَايَةِ حُسْنِ الصَّنْعَةِ وَغُلُوِّ الْقِيْمَةِ. وَكَذَا مُشَاهَدَةُ حَقِيقَةِ وُجُودِ الْمَوْجُودَاتِ عَلٰى وَجْهِ الْكُلِّ وَالْكُلِّيَّةِ وَالْمَعِيَّةِ وَالْجَامِعِيَّةِ وَالتَّدَاخُلِ وَالْمُنَاسَبَةِ. وَكَذَا مُشَاهَدَةُ حَقِيقَةِ اْلاِنْتِظَامَاتِ الْعَامَّةِ الْمُنَافِيَةِ لِلشَّرِكَةِ. وَكَذَا مُشَاهَدَةُ وَحْدَةِ مَدَارَاتِ تَدَابِيرِ الْكَاۤئِنَاتِ الدَّالَّةِ عَلٰى وَحْدَةِ صَانِعِهَا بِالْبَدَاهَةِ. وَكَذَا وَحْدَةُ اْلاَسْمَاۤءِ وَاْلاَفْعَالِ الْمُتَصَرِّفَةِ الْمُحِيطَةِ، وَكَذَا وَحْدَةُ الْعَنَاصِرِ وَاْلاَنْوَاعِ الْمُنْتَشِرَةِ الْمُسْتَوْلِيَةِ عَلٰى وَجْهِ اْلاَرْضِ
blank.gif
1
Sonra, o seyyah-ı âlem asırlarda gezerken, Müceddid-i Elf-i Sâni İmam-ı Rabbânî Ahmed-i Farûkî’nin medresesine rast geldi, girdi, onu dinledi. O imam, ders verirken diyordu:
“Bütün tarîkatlerin en mühim neticesi hakaik-ı imaniyenin inkişafıdır” ve “Birtek mesele-i imaniyenin vuzuhla inkişafı, bin kerâmâta ve ezvâkamüreccahtır.”
Hem diyordu: “Eski zamanda, büyük zâtlar demişler ki: ‘Mütekellimînden ve ilm-i kelâm ulemasından birisi gelecek, bütün hakaik-i imaniye ve İslâmiyeyi



[BILGI]Dipnot-1 Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâhid-i Ehad ki, kemâlli ve ihatalı kibriya ve azamet hakikatinin müşahedesi, kezâ ef’âlinin ıtlak ve nihayetsizlikle zuhurları ve Onun irade ve hikmetinden başka hiçbir şeyin bu fiilleri takyid edememesi hakikatinin müşahedesi, kezâ mevcudatın sür’at-i mutlaka içinde kesret-i mutlaka ile icadı ve mahlûkatın itkan-ı mutlak içinde suhulet-i mutlaka ile halk edilmesi ve masnuatın nihayet-i hüsn-ü san’at ve ülüvv-ü kıymet içinde mebzuliyet-i mutlaka ile ibdâı hakikatlerinin müşahedesi, kezâ mevcudatın bir küll ve küllî halinde ve beraberlik ve câmiiyet ve tedahül ve münasebet içinde vücut bulması hakikatinin müşahedesi, kezâ şirki nefyeden intizamat-ı âmme hakikatinin müşahedesi, kezâ Sâni-i Kâinatın bir olduğuna bedahetle delâlet eden ve kâinatın tedbirine medar olan şeylerdeki vahdetin müşahedesi, kezâ kâinatta tasarruf eden ve herşeyi muhît olan ef’âl ve esmânın birliği, kezâ yeryüzünde münteşir olan istilâ edici unsurların ve nevilerin birliği, Onun vücub-u vücud içindeki vahdetine delâlet eder.[/BILGI]



Müceddid-i Elf-i Sâni: hicrî ikinci bin yılının müceddidi, yenileyicisi olan İmam-ı Rabbânî (r.a.)ezvâk: mânevî zevkler, lezzetler
hakaik-i imâniye: iman hakikatleri, esaslarıilm-i kelâm: kelâm ilmi; iman hakikatlerini ispat eden ve açıklayan bilim dalı
inkişaf: açığa çıkma, açılmakeramet: Allah’ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarında görünen olağanüstü haller
mesele-i imaniye: imana dair meselemüreccah: tercih edilen
mütekellimîn: kelâm âlimleriseyyah-ı âlem: dünya yolcusu
tarîkat: mânevî ilerlemeye götüren yolulema: âlimler
vuzuh: açıklıkİmam-ı Rabbânî Ahmed-i Farûkî: (bk. bilgiler – İmam-ı Rabbânî)
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 225

delâil-i akliye ile kemâl-i vuzuhla ispat edecek.’ Ben istiyorum ki, ben o olsam, belkiHAŞİYE-1 o adamım” diye, iman ve tevhid bütün kemâlât-ı insaniyenin esası, mayesi, nuru, hayatı olduğunu ve
blank.gif
1 تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍdüsturu, tefekkürat-ı imaniyeye ait bulunması ve Nakşî tarîkatında hafî zikrin ehemmiyeti ise, bu çok kıymettar tefekkürün bir nev’iolmasıdır diye tâlim ederdi.

Seyyah tamamıyla işitti, döndü, nefsine dedi ki:
Madem bu kahraman imam böyle diyor, ve madem bir zerre kuvvet-i imaniyenin ziyadeleşmesi bir batman marifet ve kemâlâttan daha kıymetlidir ve yüz ezvâkın balından daha tatlıdır.
Ve madem, bin seneden beri iman ve Kur’ân aleyhinde teraküm eden Avrupafeylesoflarının itirazları ve şüpheleri yol bulup ehl-i imana hücum ediyor. Ve birsaadet-i ebediyenin ve bir hayat-ı bâkiyenin ve bir Cennet-i daimenin anahtarı,medarı, esası olan erkân-ı imaniyeyi sarsmak istiyorlar. Elbette herşeyden evvel imanımızı taklitten tahkike çevirip kuvvetlendirmeliyiz.
Öyle ise, haydi ileri! Gel, bulduğumuz birer dağ kuvvetindeki bu yirmi dokuzmertebe-i imaniyeyi namazın mübarek tesbihatının mübarek adedi olan otuz üçmertebesine iblâğ etmek fikriyle, bu ibretgâhın bir üçüncü menzilini daha görmek için Bismillâhirrahmânirrahîm’in anahtarı ile zîhayat âlemindeki idare ve iaşe-i Rabbâniyenin kapısını çalmalıyız ve açmalıyız diyerek, mahşer-i acaip ve


[BILGI]Haşiye-1
Zaman ispat etti ki, o adam, adam değil, Risale-i Nur’dur. Belki ehl-i keşif Risale-i Nur’u ehemmiyetsiz olan tercümanı ve nâşiri sûretinde keşiflerinde müşahede etmişler, “bir adam” demişler.

Dipnot-1 “Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır.” el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ: 1:310; Gazâlî, İhyâu Ulûmü’d-Dîn: 4:409 (Kitâbu’t-Tefekkür); el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid: 1:78.[/BILGI]



Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıylaNakşî tarîkatı: (bk. bilgiler – Şâh-ı Nakşîbend)
batman: yaklaşık 8 kg. ağırlığında bir ağırlık ölçüsüdelâil-i akliye: aklî deliller
düstur: kâide, kuralehemmiyet: değer, önem
ehl-i iman: Allah’a ve iman esaslarına inanan kimseler, mü’minlerehl-i keşif: mâneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar
erkân-ı imaniye: iman rükünleri, esaslarıezvâk: zevkler, lezzetler
feylesof: filozof, felsefecihafî: gizli, sessiz
hayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı olan âhiret hayatıhaşiye: dipnot, açıklayıcı not
iaşe-i Rabbâniye: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın beslemesi, yedirip içirmesiiblâğ etmek: eriştirmek, ulaştırmak
ibretgâh: ibret yerikemâl-i vuzuh: mükemmel bir açıklık
kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklarkemâlât-ı insaniye: insanın mükemmel özellikleri, üstün yetenekleri
keşif: kalb gözüyle görme, mânevî âlemlere ait bazı olayları ve hakikatleri görmekuvvet-i iman: imanın kuvveti
kıymettar: kıymetli, değerlimahşer-i acaip: hayret uyandırıcı olayların toplandığı yer
marifet: Allah’ı bilme ve tanımamedar: dayanak noktası, eksen
menzil: durak, yermertebe: derece, makam
mertebe-i imaniye: iman mertebesi, derecesimübarek: bereketli, hayırlı
müşahede etmek: gözlemlemek, seyretmeknefis: kişinin kendisi
nev’i: çeşit, türnâşir: neşreden, yazan
saadet-i ebediye: sonsuz mutlulukseyyah: gezgin, yolcu
tahkik: doğruluğunu araştırma, araştırarak kesin delillere dayanmatefekkür: düşünme
tefekkürat-ı imaniye: imanî tefekkürler, düşüncelerteraküm etmek: birikmek, yığılmak
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmatevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
tâlim: öğretme, eğitmezerre: atom
ziyadeleşmek: artmak, çoğalmakzîhayat: canlı, hayat sahibi
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 226

mecma-i garaip olan bu üçüncü menzilin kapısını istirhamla çaldı, Bismillâhi’l-Fettâh ile açtı. Üçüncü menzil göründü. Girdi, gördü ki, dört hakikat-i muazzamave muhita o menzili ışıklandırıyorlar ve güneş gibi tevhidi gösteriyorlar.
Birinci Hakikat
Fettâhiyet hakikatidir.
Yani Fettâh isminin tecellîsiyle, basit bir maddeden ayrı ayrı, çeşit çeşit, hadsizmuntazam suretlerin, beraber, her tarafta, bir anda, bir fiil ile açılmasıdır.
Evet, nasıl ki umum kâinatın bağistanında ayrı ayrı hadsiz mevcudatı, çiçeklermisillü, Fettâh ismiyle her birisine münasip bir tarz-ı muntazam ve bir şahsiyet-i mümtâze kudret-i fâtıra açmış, vermiş. Aynen öyle de, fakat daha mu’cizatlı olarak, zemin bahçesinde dört yüz bin enva-ı zîhayata dahi, her birisine gayetsan’atlı ve hikmetli bir suret-i mevzune ve müzeyyene ve mümtâze vermiş
يَخْلُقُكُمْ فِى بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ فِى ظُلُمَاتٍ ثَلٰثٍ ذٰلِكُمُ اللهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ فَأَنّٰى تُصْرَفُونَ
blank.gif
1

إِنَّ اللهَ لاَ يَخْفٰى عَلَيْهِ شَىْءٌ فِى اْلاَرْضِ وَلاَ فِى السَّمَاۤءِ هُوَ الَّذِى يُصَوِّرُكُمْ فِى اْلاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاءُ لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2
âyetlerin ifadesiyle, tevhidin en kuvvetli delili ve kudretin en hayretli mu’cizesi,suretleri açmasıdır. Bu hikmete binaen, feth-i suver hakikati tekrarla birkaçsuretlerde


[BILGI]Dipnot-1
“Annelerinizin karnında sizi üç karanlık içinde, bir yaratılıştan diğerine çevirerek yaratıyor. İşte Rabbiniz olan Allah Odur; bütün mülk Ona âittir. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde yüzünüz nasıl haktan çevrilir?” Zümer Sûresi, 39:6.

Dipnot-2 “Ne yerde ve ne de gökte hiçbir şey Allah’tan gizli kalmaz. Annelerinizin rahimlerinde size dilediği gibi bir suret veren Odur. Ondan başka ilâh yoktur. Onunkudreti herşeye galiptir ve hikmeti herşeyi kuşatır.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:5, 6.[/BILGI]




Bismillâhi’l-Fettâh: Allah’ın Fettâh ismiyleFettâh: açan; her şeye lâyık bir şekil ve suret veren Allah
bağistan: bağ, bahçebinaen: -dayanarak
envâ-ı zîhayat: canlı çeşitleri, nevilerifeth-i suver: Allah’ın Fettâh isminin tecellisiyle her canlıda suretlerin açılması, yaratılması
fettâhiyet: fethedicilik; Allah’ın her şeye lâyık bir şekil ve suret verme sıfatıgayet: son derece
hadsiz: sınırsızhakikat: doğru, gerçek
hakikat-i muazzama: çok büyük hakikat, gerçekhikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
istirham: merhamet dilemekudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
kudret-i fâtıra: yaratıcı kudretkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
mecma-i garaip: hayret verici şeylerin toplandığı yermenzil: durak, yer
mevcudat: varlıklarmisillü: gibi, benzeri
muhit: her şeyi kaplayan ve kuşatan büyük hakikatmuntazam: düzenli, intizamlı
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeylermu’cizât: mu’cizeler
mümtâze: seçkin, üstünmünasip: uygun
müzeyyen: süslü, güzelsuret: biçim, şekil
suret-i mevzune: ölçülü, güzel sûrettarz-ı muntazam: düzenli, intizamlı tarz
tecellî: belirme, görünmetevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
umum: bütün, genelzemin: yer, dünya
şahsiyet-i mümtâze: şeçkin bir şahsiyet
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 227

Risaletü’n-Nur’da ve bilhassa bu risalenin İkinci Makamının Birinci Babında, Altıncı ve Yedinci Mertebelerinde ispat ve beyan edilmesinden, onlara havale edip, burada bu kadar deriz ki:

Fenn-i nebatat ve fenn-i hayvanatın şehadetiyle ve tetkikat-ı amîkasıyla, bu feth-i suverde öyle bir ihata ve şümul ve san’at var ki, birtek Vâhid-i Ehadden ve herşeyde herşeyi görebilecek ve yapabilecek bir Kadîr-i Mutlaktan başka hiçbir şey bu cemiyetli ve ihatalı fiile sahip olamaz. Çünkü, bu feth-i suver fiili ise, her yerde ve her anda bulunan, nihayetsiz bir kudretin içinde nihayet derecede bir hikmet, bir dikkat, bir ihata ister. Ve böyle bir kudret ise, ancak bütün kâinatı idare eden birtek Zâtta bulunabilir.

Evet, meselâ mezkûr âyetlerin ferman ettikleri gibi üç karanlık içinde bütünvalidelerin erhamında insanların suretlerini ayrı ayrı, mizanlı, imtiyazlı, ziynetli veintizamlı olarak, hem şaşırmadan, yanlış etmeden, karıştırmadan, basit bir maddeden açmak ve yaratmak olan fettâhiyet; ve umum rû-yi zeminde aynıkudret, aynı hikmet, aynı san’atla umum insanları ve hayvanları ve nebatları ihataeden bu feth-i suver hakikatı, vahdâniyetin en kuvvetli bir burhanıdır. Çünkü,ihata etmek bir vahdettir; şirke yer bırakmaz. Ve Birinci Babda vücub-u vücudaşehadet eden on dokuz hakikat, nasıl ki vücutlarıyla Hâlıkın vücuduna delâlet ederler; öyle de ihatalarıyla da vahdete şehadet ederler.
Bizim yolcunun üçüncü menzilde gördüğü
İkinci Hakikat
Rahmâniyet hakikatidir
Yani, gözümüzle görüyoruz: Birisi var ki, bize, zemin yüzünü rahmetin binlerle hediyeleriyle doldurmuş, bir ziyafetgâh yapmış ve Rahmâniyetin yüz binlerle


Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan AllahKadir-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah
Rahmâniyet: Allah’ın bütün varlıkları kuşatan merhamet edicilik sıfatıVâhid-i Ehad: bir ve tek olan, birliği bütün varlıkları kuşattığı gibi herbir varlıkta da tecellî eden Allah
bab: bölüm, kısımbeyan etmek: açıklamak
bilhassa: özellikleburhan: güçlü delil, kanıt
cemiyetli: kapsamlıdelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
erham: rahimlerfenn-i hayvanat: zooloji ilmi; hayvanları inceleyen ve onlar hakkındaki bilgi veren ilim dalı
fenn-i nebatat: botanik ilmi; bitkileri inceleyen ve onlar hakkında bilgi veren ilim dalıferman etmek: buyurmak, emretmek
feth-i suver: Allah’ın Fettâh isminin tecellisiyle her canlıda suretlerin açılması, yaratılmasıfettâhiyet: fethedicilik; Allah’ın her şeye lâyık bir şekil ve suret verme sıfatı
hakikat: doğru, gerçekhikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
ihata: içine alma, kapsama, kuşatmaihâtalı: kuşatıcı, kapsamlı
imtiyaz: ayrıcalık, ayırd edici özellikintizamlı: düzenli, tertipli
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarıkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
menzil: durakmezkûr: adı geçen
mizan: ölçü, dengenebat: bitki
nihayet derecede: sonsuz derecedenihayetsiz: sonsuz
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrû-yi zemin: yeryüzü
suret: yüz; biçim, şekiltetkikat-ı amîka: etraflı, derin araştırmalar, incelemeler
umum: bütün, genelvahdet: birlik
vahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşu ve ortağının bulunmayışıvalide: anne
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasıvücud: varlık, var oluş
zemin: yer, dünyaziyafetgâh: ziyafet yeri
ziynet: süsşehadet: şahitlik, tanıklık
şirk: Allah’a ortak koşmaşümul: kapsamlılık
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 228

ayrı ayrı lezzetli taamları içinde dizilmiş bir sofra etmiş; ve zemin içini rahîmiyetve hakîmiyetin binlerle kıymettar ihsanlarını câmi’ bir mahzen yapmış; ve zemini,devr-i senevîsinde, bir ticaret gemisi hükmünde, her sene âlem-i gaybdanlevazımat-ı insaniye ve hayatiyenin yüz bin çeşitlerinden en güzellerini içine alarak yüklenmiş bir nevi sefine veya şimendifer gibi ve her baharı ise, erzak ve elbisemizi taşıyan bir vagon hükmünde olarak bizlere gönderir, bizi gayetrahîmâne beslettirir. Ve bütün o hediyelerden, o nimetlerden istifade etmemiz için bize de yüzlerle ve binlerle iştihalar, ihtiyaçlar, duygular, hissiyatlar, hisler vermiş.

Evet, Âyet-i Hasbiyeye dair olan Dördüncü Şuâda izah ve ispat edildiği gibi, bize öyle bir mide vermiş ki, hadsiz taamlardan lezzet alır.
Ve öyle bir hayat ihsan etmiş ki, duygularıyla, bir sofra-i nimet gibi, koca cismânîâlemde, hadsiz nimetlerinden istifade eder.
Ve öyle bir insaniyet bize lütfetmiş ki, akıl ve kalb gibi çok âletleriyle hem maddî, hem mânevî âlemin nihayetsiz hediyelerinden zevk alır.
Ve öyle bir İslâmiyet bize bildirmiş ki, âlem-i gayb ve âlem-i şehadetin nihayetsizhazinelerinden nur alır.
Ve öyle bir iman hidâyet etmiş ki, dünya ve âhiret âlemlerinin hasra gelmezenvârından ve hediyelerinden tenevvür edip müstefid eder.
Güya rahmet tarafından bu kâinat hadsiz antika ve acip ve kıymetli şeylerle tezyin edilmiş bir saraydır. Ve bütün o saraydaki hadsiz sandıkları ve menzilleri açacak anahtarlar insanın ellerine verilmiş ve bütün onlardan istifade ettirecek olan ihtiyaçlar, hissiyatlar insanın fıtratına verilmiş.

İşte böyle dünyayı ve âhireti ve herşeyi kaplamış bir rahmet—elbette o rahmetvâhidiyet içinde bir ehadiyetin cilvesidir.
Yani, nasıl ki güneşin ziyası, mukàbilindeki umum eşyayı ihata etmesiylevâhidiyete bir misal olduğu gibi, parlak ve şeffaf herbir şey dahi, kàbiliyetine göre


cilve: görüntü, yansımacismanî: bedenle ilgili
câmi’: kapsamlı, içine alandevr-i senevî: dünyanın güneş etrafındaki yıllık hareketi
ehadiyet: Allah’ın birliğinin her bir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesienvâr: nurlar, ışıklar
erzak: rızıklareşya: şeyler, varlıklar
fıtrat: yaratılış, mizaçgüya: sanki
hadsiz: sınırsızhakîmiyet: Allah’ın herşeyi hikmetle, bir gayeye yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve tem yerli yerinde yaratma sıfatı
hasra gelmez: sınırlanmazhidayet etmek: doğru yola erdirmek
hissiyat: hisler, duygularihata etme: kuşatma
ihsan: bağış, ikramistifade: faydalanma
izah: açıklamaiştiha: iştah
kıymettar: kıymetli, değerlilevâzımât-ı insaniye: insanlar için gerekli şeyler
mahzen: depomenzil: durak, yer
misal: örnekmukàbil: karşılık
müstefid etmek: faydalandırmak, yararlandırmaknevi: çeşit, tür
nihayetsiz: sınırsız, sonsuzrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rahîmiyet: Allah’ın herbir varlıkta tecellî eden merhamet edicilik sıfatırahîmâne: merhametli bir şekilde
sefine: gemisofra-i nimet: nimet sofrası
taam: gıda, yiyecektenevvür etmek: nurlanmak
tezyin etmek: süslemekumum: bütün, genel
vâhidiyet: Allah’ın bütün varlıkları kaplayan birlik tecellîsizemin: yer, dünya
ziya: ışık, parlaklıkÂyet-i Hasbiye: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” anlamındaki“ Hasbünallâhi ve ni’me’l-vekil” âyeti
âlem-i gayb: gayb âlemi, bilinmeyen ve görünmeyen âlemâlem-i şehadet: görünen âlem, kâinat
şeffaf: saydam, parlakşimendifer: tren
şuâ: parıltı
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 229

güneşin hem ziyasını, hem hararetini, hem ziyasındaki yedi rengini, hem aks-i misalini almakla ehadiyete bir misal olduğundan, elbette o ihatalı ziyayı gören adam “Arzın güneşi vâhiddir, birtektir” diye hükmeder. Ve her parlak şeyde, hattâkatrelerde güneşin ışıklı, hararetli aksini müşahede eden o adam, güneşinehadiyetini, yani bizzat güneşi, sıfatlarıyla herşeyin yanındadır ve herşeyin âyine-i kalbindedir diye bilir.

Aynen öyle de, Rahmân-ı Zülcemâlin geniş rahmeti dahi, ziya gibi umum eşyayıihâtası o Rahmân’ın vâhidiyetini ve hiçbir cihette şeriki bulunmadığını gösterdiği gibi herşeyde, hususan herbir zîhayatta ve bilhassa insanda, o cemiyetli rahmetin perdesi altında o Rahmân’ın ekser isimlerinin ışıkları ve bir nevi cilve-i zâtiyesi bulunarak, her ferde, bütün kâinata baktıracak ve münasebettarlık verecek bircemiyet-i hayatiye vermesi dahi o Rahmân’ın ehadiyetini ve herşeyin yanında hazır ve herşeyin herşeyini yapan O olduğunu ispat eder.
Evet, nasıl ki o Rahmân, o rahmetin vâhidiyetiyle ve ihatasıyla, kâinatınmecmuunda ve zeminin yüzünde celâlinin haşmetini gösteriyor. Öyle de, ehadiyetincilvesiyle, herbir zîhayatta, hususan insanda, bütün nimetlerin nümunelerini o fertte toplayıp, o zîhayatın âlât ve cihazatına geçirip tanzim ederek, mecmu-u kâinatı parçalanmadan o tek ferde, bir cihette aynı hanesi gibi verdirmesiyle dahi,cemâlinin hususi şefkatini ilân eder ve insanda envâ-ı ihsanatının temerküzünü bildirir.

Hem nasıl ki, bir kavunun meselâ herbir çekirdeğinde o kavun temerküz ediyor. Ve o çekirdeği yapan Zât, elbette odur ki, o kavunu yapar, sonra ilminin hususîmizanıyla ve hikmetinin ona mahsus kanunuyla o çekirdeği ondan sağar, toplar tecessüm ettirir. Ve o tek kavunun tek ve vâhid ustasından başka hiçbir şey o çekirdeği yapamaz. Ve yapması muhaldir.

Aynen öyle de, Rahmâniyetin tecellîsiyle kâinat bir ağaç, bir bostan ve zemin bir meyve, bir kavun ve zîhayat ve insan bir çekirdek hükmünde olduğundan,


Rahmân: çok merhamet sahibi ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren AllahRahmân-ı Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi olan ve dünya ve âhirette yarattığı varlıklara sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle davranan Allah
Rahmâniyet: Allah’ın bütün varlıkları kaplayan merhamet edicilik sıfatıaks-i misal: görüntünün yansıması
arz: dünyabilhassa: özellikle
celâl: büyüklük, heybetcemiyet-i hayatiye: hayatın kapsamlılığı; insanın hayatının herşeyle alâkalı ve irtibatlı oluşu
cemiyetli: kapsamlıcemâl: mânevî güzellik
cihazat: cihazlar, âletlercihet: şekil, yön
cilve: görüntü, yansımacilve-i zâtiye: zâtının, aynının görüntüsü, yansıması
ehadiyet: Allah’ın birliğinin her bir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesiekser: pek çok
envâ-ı ihsânât: bağış ve nimetlerin çeşitlerieşya: şeyler, varlıklar
hararet: ısı, sıcaklıkhikmet: her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hususan: bilhassa, özellikleihatalı: kapsamlı, kuşatıcı
ihâta: kuşatma, kapsamakatre: damla
mahsus: özelmecmu: bütün, genel
mecmu-u kâinat: kâinatın tamamımisal: örnek görüntü
mizan: ölçü, dengemuhal: imkansız, olmayacak şey
münasebettar: ilişkili, bağlantılımüşahede: görme, gözlemleme
nevi: çeşit, türrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
tanzim: düzenlemetecellî: yansıma, görünme
tecessüm etmek: maddî bir yapı kazandırmaktemerküz: bir merkezde toplanma, yoğunlaşma
umum: bütün, genelvâhid: bir
vâhidiyet: Allah’ın bütün varlıkları kaplayan birlik tecellisizemin: yer, dünya
ziya: ışık, parlaklıkzîhayat: canlı, hayat sahibi
âlât: âletler, organlarâyine-i kalb: kalp aynası
şerik: ortak
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 230

elbette en küçük bir zîhayatın Hâlıkı ve Rabbi, bütün zeminin ve kâinatın Hâlıkı olmak lâzım gelir.
Elhâsıl, nasıl ki ihatalı olan fettâhiyet hakikatiyle bütün mevcudatın muntazamsuretlerini basit maddeden yapmak ve açmak, vahdeti bedahetle ispat eder. Öyle de, herşeyi ihâta eden Rahmâniyet hakikatı dahi, vücuda gelen ve dünya hayatına giren bütün zîhayatları ve bilhassa yeni gelenleri kemâl-i intizamla beslemesi velevazımatını yetiştirmesi ve hiçbirini unutmaması ve aynı rahmet her yerde, her anda ve her ferde yetişmesiyle, bedahetle hem vahdeti, hem vahdet içindeehadiyeti gösterir. Risale-i Nur ism-i Hakîm ve ism-i Rahîm’in mazharı olduğundan, Risale-i Nur’un birçok yerlerinde, hakikat-i rahmetin nükteleri ve cilveleri izah ve ispat edildiğinden, burada, bu katre ile o bahre işaret edip o pek uzun kıssayı kısa kesiyoruz.
Seyyahımızın üçüncü menzilde müşahede ettiği
Üçüncü Hakikat
Müdebbiriyet ve idare hakikatidir.
Yani, gayet dehşetli ve sür’atli ecram-ı semâviyeyi ve gayet istilâcı ve karıştırıcı unsurları ve gayet ihtiyaçlı, zaafiyetli mahlûkat-ı arziyeyi kemâl-i intizam vemuvazene ile idare etmek, birbirlerine muavenettar yapmak ve imtizaçkârâneidare etmek ve tedbirlerini görmek ve bu koca âlemi bir mükemmel memleket, bir muhteşem şehir, bir müzeyyen saray gibi yapmak hakikatidir.
İşte bu cebbârâne ve Rahmânâne idarenin büyük dâirelerini bırakıp yalnız, baharda, zemin yüzünde cereyan eden o idarenin birtek sahife ve safhasını, Risaletü’n-Nur Onuncu Söz gibi mühim risalelerinde izah ve ispat etmesine binaen, kısa bir suretini bir temsille göstereceğiz. Şöyle ki:


Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan AllahRab: her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
Rahmâniyet: Allah’ın bütün varlıkları kuşatan merhamet edicilik sıfatıRahmânâne: Allah’ın yarattığı varlıkları esirgeyip koruyarak, rahmetiyle muamele etmesi ve şefkatle idare etmesi
bahr: denizbedahet: ap açıklık
bilhassa: özelliklebinaen: -dayanarak
cebbarâne: Allah’ın istediğini mutlaka yaptırarak dilediğine muktedir olarak idare etmesicereyan eden: gerçekleşen
cilve: görüntü, yansımaecrâm-ı semâviye: gök cisimleri
ehadiyet: Allah’ın birliğinin her bir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesielhasıl: özetle, sonuç olarak
fettâhiyet: Allah’ın her şeye lâyık bir şekil ve suret verme sıfatıgayet: son derece
hakikat: doğru, gerçekhakikat-i rahmet: rahmetin aslı, esası, gerçek mahiyeti
ihata etmek: kuşatmak, kapsamakihatalı: kuşatıcı, kapsayıcı
imtizaçkârâne: farklı unsurları bir araya getirerekism-i Hakîm: Allah’ın her şeyi hikmetle yaptığını bildiren ismi
ism-i Rahîm: Allah’ın merhamet ve şefkatiyle herbir varlıkta tecelli ettiğini bildiren ismiistilâcı: yayılmacı
izah: açıklamakatre: damla
kemâl-i intizam: mükemmel bir düzenkıssa: ibretli hikâye
levazımat: gerekli olan şeylermahlûkat-ı arziye: yeryüzündeki varlıklar
mazhar: ayna olma, yansıma yerimenzil: durak, yer
mevcudat: varlıklarmuavenettar: yardımcı
muntazam: düzenli, intizamlımuvazene: bir işin ölçü ve dengeli bir şekilde yapılması
müdebbiriyet: Allah’ın idare etme ve ilmiyle herşeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapma sıfatımüzeyyen: süslenmiş
müşahede: görme, gözlem yapmarahmet: İlâhî şefkat, merhamet
seyyah: gezgin, yolcusuret: biçim, şekil
temsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetmevahdet: birlik
vücuda gelmek: var olmakzaafiyet: zayıflık, güçsüzlük
zemin: yer, dünyazîhayat: canlı, hayat sahibi
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 231

Meselâ ve faraza, harika ve cihangir bir zât, dört yüz bin ayrı ayrı milletlerden,taifelerden bir ordu teşkil etse, her milletin ve her taifenin neferlerine ait elbiselerini, hem silahlarını, hem yemeklerini, hem talimat, hem terhisatlarını, hem hidematlarını birbirinden ayrı ayrı, hem çeşit çeşit olarak bütün o muhtelifcihazatı noksansız, kusursuz, yanlışsız, hatasız, vakti vaktine, gecikmeden, karıştırmadan, kemâl-i intizamla ve gayet mükemmel bir tarzda o mu’cizatlıkumandan verse, elbette o gayet geniş ve karışık ve ince ve muvazeneli vekesretli ve adaletli idareye, o harika kumandanın fevkalâde kudretinden başka hiçbir sebep elini uzatamaz. Eğer uzatsa, muvazeneyi bozar ve karıştırır.

Aynen öyle de, gözümüzle görüyoruz ki, bir dest-i gaybî her baharda dört yüz binmuhtelif nevilerden mürekkep bir muhteşem orduyu icad edip idare ediyor. Kıyamete nümune olan güz mevsiminde, o dört yüz binden üç yüz bin nebatî vehayvanî nevilerini, vefatlar suretinde ve mevtler namında terhis edip vazifelerinden paydos ediyor. Ve haşir ve neşre nümune olan baharda haşr-i âzamın üç yüz bin misalini birkaç hafta zarfında kemâl-i intizamla inşa edip, hattâ birtek ağaçta dört küçük haşirleri, yani kendini ve yapraklarını ve çiçeklerini ve meyvelerini, gitmiş baharın aynı gibi neşirlerini gözümüze gösterdikten sonra, o dört yüz bin envâa bâliğ olan ordu-yu Sübhânînin her nev’e, her taifeye mahsus vemünasip ayrı ayrı rızıklarını ve çeşit çeşit müdafaa silâhlarını ve ayrı ayrılibaslarını ve ayrı ayrı talimlerini ve terhislerini ve ayrı ayrı bütün cihazat velevazımatlarını, kemâl-i intizamla, sehivsiz, hatasız, karıştırmadan ve hiçbirini unutmadan, umulmadık yerlerden, vakti vaktine vermekle kemâl-i rububiyet vehâkimiyet ve hikmet içinde vahdâniyetini ve ehadiyetini ve ferdiyetini venihayetsiz iktidarını



bâliğ: erişen, ulaşancihangir: kahraman
cihazat: cihazlar, âletlerdest-i gaybî: görünmeyen el
ehadiyet: Allah’ın birliğinin her bir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesienvâ: türler
faraza: varsayalım kiferdiyet: bir ve tek olma
fevkalâde: olağanüstügayet: son derece
hayvanî: hayvansalhaşir: toplanma
haşr-i âzam: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanmahidemât: hizmetler, vazifeler
hikmet: her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıhâkimiyet: egemenlik, hükümranlık
icad etmek: yoktan yaratmak, var etmekiktidar: güç ve kudret
inşa etmek: farklı şeylerden bir varlığı yaratmak, vücuda getirmekkemâl-i intizam: tam ve mükemmel bir düzen
kemâl-i rububiyet: Allah’ın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mükemmelliğikesretli: çok sayıda
kudret: güç ve iktidarlevazımat: gerekli olan şeyler
libas: elbisemahsus: has, özel
mevt: ölümmuhtelif: çeşitli, ayrı ayrı
muvazene: dengemuvazeneli: dengeli
mu’cizatlı: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakacak özelliklere sahipmünasip: uygun
mürekkep: farklı şeylerin bir araya gelmesiyle oluşan, birleşiknebâtî: bitkisel
nefer: asker, ernevi: çeşit, tür
neviler: türlerneşir: yayılma; kıyametten sonra haşir meydanında toplanan insanların tekrar dağılması, yayılması
nihayetsiz: sınırsız, sonsuznümune: örnek, misal
ordu-yu Sübhanî: her türlü kusur ve eksiklikten yüce olan Allah’ın bir ordu gibi yaratıp sevk ettiği varlıklarsehivsiz: hatasız
suret: biçim, şekiltaife: grup, topluluk
talim: eğitimterhis: görevini bitirenlerin salıverilmesi
teşkil etme: oluşturma, meydana getirmevahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşu ve ortağının bulunmayışı
zarfında: içinde
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 232

ve hadsiz rahmetini ispat ederek, bu tevhid fermanını zemin yüzünde, her bahar sahifesinde, kalem-i kaderle yazar.
Bizim seyyah, yalnız bir baharda bu fermanın birtek sahifesini okuduktan sonra,nefsine dedi ki:
Böyle her baharda haşr-i ekberden daha garip binlerle haşirleri inşa eden,mükâfat ve mücazât için kudretine nisbeten bir bahardan daha kolay olan haşri yapacağını ve kıyameti getireceğini, umum enbiyasına binlerle defa vaad ve ahdeden ve Kur’ân’da haşrin vukuuna binlerle işaretle beraber, bin adet âyetlerinde sarahaten hükmedip tehdit ve taahhüd eden bir Kadîr-i Cebbârın, birKahhâr-ı Zülcelâlin o kadar vaadlerini tekzip ve kudretini inkâr hükmünde olaninkâr-ı haşir hatasını irtikâp edenlere cehennem azabı ayn-ı adalettir diye hükmetti, nefsi dahi “Âmenna” dedi.
Dünya yolcusunun üçüncü menzilde müşahede ettiği
Dördüncü Hakikat
olan Otuz Üçüncü Mertebe rahîmiyet ve rezzâkiyet hakikatidir.
Yani, umum zemin yüzünde ve içinde ve havasında ve denizinde bütün zîhayatın ve bilhassa zîruhun ve bilhassa âciz ve zaiflerin ve bilhassa yavruların, hem maddî ve midevî, hem mânevî bütün rızıklarını, şefkatkârâne, kuru ve basit bir topraktan ve câmid ve kemik gibi kuru odun parçalarından yapılan ve bilhassa en lâtifi kan ve fışkı ortasından gelen ve bir dirhem kemik gibi birtek çekirdekten yapılan binlerleokka taamların, vakti vaktine, mukannen bir surette, hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak, gözümüz önünde, bir dest-i gaybî tarafından verilmesi hakikatidir.


Kadîr-i Cebbâr: istediğini mutlaka yapan ve sonsuz kudret sahibi olan AllahKahhâr-ı Zülcelâl: herşeye her zaman mutlak galip gelen, kahretmeye gücü yeten, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
ayn-ı adalet: adaletin ta kendisibilhassa: özellikle
câmid: cansız, katıdest-i gaybî: görünmeyen el
enbiya: nebiler, peygamberlerferman: buyruk
hadsiz: sayısız, sınırsızhakikat: doğru, gerçek
haşir: toplanmahaşr-i ekber: insanların öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanmaları
inkâr: kabul etmeme, inanmamainkâr-ı haşir: insanların âhiret âleminde tekrar diriltileceğinin inkâr edilmesi
inşa: yaratmak, vücuda getirmekirtikap: kötü iş işleme, yapma
kalem-i kader: kader kalemi; Allah’ın olacak hâdiseleri olmadan önce bilip belirlemesikudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
lâtif: güzel, hoşmenzil: durak, yer
midevî: mide ile ilgili, mideye âitmukannen: zaman ve miktarı hiç şaşmayan, düzenli
mükâfat ve mücazat: ödüllendirme ve cezalandırmamüşahede etme: gözlemleme
nefs: kişinin kendisinisbeten: kıyasla, oranla
okka: 1283 gramlık ağırlık ölçüsü birimirahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rahîmiyet: Allah’ın her bir varlıkta yansıması görülen merhamet edicilik sıfatırezzâkıyet: Allah’ın bütün varlıkların rızkını verme sıfatı
serahaten: açık bir şekildeseyyah: gezgin, yolcu
suret: biçim, şekiltaahhüd etmek: söz vermek
taam: gıda, yiyecektekzip: yalanlama
tevhid: birleme; her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanmaumum: bütün, genel
vaad ve ahdeden: söz veren ve yemin edenvuku’: meydana gelme
zemin: yer, dünyazîhayat: canlı, hayat sahibi
zîruh: ruh sahibiâciz: güçsüz, zavallı
âmennâ: iman ettik, inandıkşefkatkârâne: şefkatli bir şekilde
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 233

Evet,
blank.gif
1 إِنَّ اللهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُâyeti, iâşeyi ve infakı Cenâb-ı Hakka tahsis edip hasrettiği gibi,

وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِى اْلاَرْضِ اِلاَّ عَلَى اللهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ
blank.gif
2

âyeti dahi, bütün insanların ve hayvanların rızıklarını taahhüd ve tekeffül-ü Rabbânî altına aldığı, hem
وَكَأَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لاَ تَحْمِلُ رِزْقَهَا اَللهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
blank.gif
3

âyeti de, rızkı tedarik edemeyen, âciz ve iktidarsız olan zaif biçarelerin rızıklarını umulmadık yerden, belki gaybdan, belki hiçten, meselâ, denizin dibindeki böceklere hiçten ve bütün yavrulara umulmadık yerlerden ve bütün hayvanlara her baharda âdetâ sırf gaybdan infaklarını bilfiil tekeffül ederek bilmüşahedevermekle, esbabperest insanlara dahi, esbab perdesi altında yine o veriyor diye ispat ve ilân ettiği gibi, pek çok âyât-ı Kur’âniye ve hadsiz şevâhid-i kevniye,bil’ittifak herbir zîhayatın birtek Rezzâk-ı Zülcelâlin rahîmiyeti ile beslendiklerini gösteriyorlar.

Evet, bir nevi rızık isteyen ağaçlar iktidarsız ve ihtiyarsız olduklarından, onlar yerlerinde mütevekkilâne dururken rızıkları onlara koşup gelmesi ve âcizyavruların nafakaları hayret-nümun tulumbacıklardan ağızlarına akması ve o yavrulara bir parça iktidar ve azıcık bir ihtiyar gelmesiyle süt kesilmesi, hususaninsan yavrularına analarının şefkatleri yardımcı verilmesi, bedahetle ispat eder ki, helâl rızık, iktidar ve ihtiyar ile mütenâsiben değildir, belki, tevekkül veren zaafve acze nisbeten geliyor.



[BILGI]Dipnot-1 “Şüphesiz ki rızık veren, ancak mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır.” Zâriyat Sûresi, 51:58.

Dipnot-2 “Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah’a âit olmasın. Allah onların rahimlerdeki yerini de bilir, yaşayıp öleceği yeri de. Bunların hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.” Hûd Sûresi, 11:6.

Dipnot-3 “Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir. O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla bilendir.” Ankebut Sûresi, 29:60.[/BILGI]


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahRezzâk-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet, yücelik ve heybet sahibi olan ve bütün canlıların rızıklarını veren Allah
acz: acizlik, güçsüzlükbedâhetle: açıklıkla
bilfiil: fiilen, uygulamadabilmüşahede: gözle görüldüğü gibi
bil’ittifak: ittifakla, birleşerekbiçare: çaresiz
esbab: sebepleresbabperest: Allah’ı unutup sebeplere haddinden fazla değer veren
gayb: bilinmeyen ve görünmeyen âlemhadsiz: sayısız, sınırsız
hayret-nümun: hayret verici, şaşırtıcıhususan: bilhassa, özellikle
iaşe: besleme, yedirip içirmeihtiyar: irade, seçim gücü
iktidar: güç, kudretinfak: nafaka vererek geçindirme, besleme
mütenâsiben: birbirine uygun olarakmütevekkilâne: tevekkül eder bir şekilde
nafaka: geçim için gerekli şeynevi: çeşit, tür
nisbeten: kıyasla, oranlarahîmiyet: merhamet edicilik
taahhüd: garantitekeffül: kefil olma
tekeffül-ü Rabbânî: Allah’ın üzerine alması, kefil olmasıtevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme
zaaf: zayıflık, güçsüzlükzîhayat: canlı, hayat sahibi
âciz: güçsüz, zavallıâyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetleri
şefkat: acıma, merhametşevâhid-i kevniye: varlıkların şahitlikleri
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 234

Ekseriyetçe sebeb-i hüsran olan hırsı tahrik eden iktidar ve ihtiyar ve zekâvet, bir kısım büyük ediplerde o edipleri bir nevi dilenciliğe kadar sevk ettiği gibi,zekâvetsiz, kaba, çok âmî adamların tevekkülvâri iktidarsızlıkları dahi onları zenginliğe îsal etmesi ve
كَمْ عَالِمٍ عَالِمٍ أَعْيَتْ مَذَاهِبُهُ وَجَاهِلٍ جَاهِلٍ تَلْقَاهُ مَرْزُوقًا
blank.gif
1

darb-ı mesel olması ispat eder ki, rızk-ı helâl iktidar ve ihtiyar kuvvetiyle kazanılmaz, buldurulmaz. Belki çalışmasını ve sa’yini kabul eden bir merhamet tarafından verilir ve ihtiyacına acıyan bir şefkat cânibinden ihsan edilir. Fakat, rızık ikidir.
Biri: yaşamak için hakikî ve fıtrî rızıktır ki, taahhüd-ü Rabbânî altındadır. Hattâ o kadar muntazamdır ki, bedende, yağ ve saire suretinde iddihar olunan fıtrî rızık, hiç olmazsa yirmi günden ziyade birşey yemeden yaşatır, hayatını idame eder. Demek yirmi otuz günden evvel ve bedende müddehar olan fıtrî rızkı bitmedenzâhiren açlıktan vefat edenler rızıksızlıktan değil, belki sû-i itiyattan ve terk-i âdetten neş’et eden bir hastalıktan vefat ederler.

İkinci kısım rızık: İtiyat, israf ve sû-i istimâlat ile tiryaki olup zaruret hükmüne geçen mecazî ve sun’î rızıktır. Bu kısım ise taahhüd-ü Rabbânî altında değil, belkiihsana tâbidir. Kâh verir, kâh vermez.
Bu ikinci rızıkta, bahtiyar odur ki, medar-ı saadet ve lezzet olan iktisat vekanaatle sa’y-i helâli, bir nevi ibadet ve rızık için bir fiilî dua bilerekmüteşekkirâne ve minnettârâne o ihsanı kabul edip hayatını saadetkârâne geçirir. Ve bedbaht odur ki, medar-ı şekavet ve hasâret ve elem olan israf ve hırs ile sa’y-i helâli bırakarak, her kapıya başvurup, tembelkârâne ve zâlimâne ve müştekiyânehayatını geçirir, belki öldürür.


Nasıl ki mide bir rızık ister; öyle de, kalb ve ruh ve akıl ve göz ve kulak ve



[BILGI]Dipnot-1 Nice alimler var ki geçim sıkıntısı içindedirler. Nice cahiller de vardır ki varlık içinde yüzüyorlar.[/BILGI]


bahtiyar: talihli, mutlubedbaht: kötü bahtlı, talihsiz
cânib: taraf, yöndarb-ı mesel: meşhur söz, atasözü
ekseriyetçe: çoğunluklaevvel: önce
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelenhakikî: asıl, gerçek
idame etmek: devam ettirmekiddihar olunan: biriktirilen, depolanan
ihsan: bağış, ikramihtiyar: irade, seçim gücü
iktidar: güç, kudretiktidarsızlık: güçsüzlük, kuvvetsizlik
iktisat: tutumlulukisal etme: ulaştırma, eriştirme
itiyat: alışkanlıkkanaat: Allah’ın nasip ettiği rızka razı olma, yetinme
kâh: bazenmecazî: gerçek olmayan
medar-ı saadet: mutluluk vesilesi, ferahlık sebebimedar-ı şekavet ve hasâret ve elem: her türlü belâ ve sıkıntının, hüsrana uğramanın ve elemin kaynağı
minnettârâne: minnet duyarak, yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür hissi taşıyarakmuntazam: düzenli, intizamlı
müddehar: biriktirilmiş, bir araya getirilmişmüteşekkirâne: teşekkür ederek
müştekiyâne: şikâyet edereknevi: çeşit, tür
neş’et eden: doğan, kaynaklananrızk-ı helâl: helâl rızık
saadetkârâne: mutlu bir şekildesa’y: çalışma, emek
sa’y-i helâl: helal çalışma, emeksebeb-i hüsran: zarar, kayıp sebebi
sun’î: yaratılıştan olmayan, yapmacıksuret: biçim, şekil
sû-i istimâlat: kötü kullanımlarsû-i itiyat: kötü alışkanlık
taahhüd-ü Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın garantisitahrik eden: harekete geçiren
tembelkârâne: tembel bir şekildeterk-i âdet: alışkanlığı terk etme
tevekkülvâri: tevekkül ederek, Allah’a güvenerekzaruret: zorunluluk, gereklilik
zekâvet: zeki oluş, kurnazlıkziyade: fazla
zâhiren: görünürdezâlimâne: zulmederek
âmi: basit, sıradan kimseşefkat: acıma, merhamet
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 235

ağız gibi insanın lâtifeleri ve duyguları dahi Rezzâk-ı Rahîmden rızıklarını isterler ve müteşekkirâne alırlar. Herbirisine, ayrı ayrı ve onlara lâyık ve onları memnun ve mütelezziz eden rızıkları, hazine-i rahmetten ihsan edilir. Belki Rezzâk-ı Rahîm, onlara daha geniş rızık vermek için göz ve kulak, kalb ve hayal ve akıl gibi olâtifelerin herbirisini hazine-i rahmetinin birer anahtarı hükmünde yaratmış. Meselâ göz, kâinat yüzündeki hüsün ve cemâl gibi kıymettar cevher hazinelerinin bir anahtarı olduğu misillü ötekiler dahi, herbiri birer âlemin anahtarı olur, iman ile istifade eder. Yine sadedimize dönüyoruz.

Bu kâinatı yaratan Zât-ı Kadîr-i Hakîm, nasıl ki kâinattan hayatı bir hülâsa-i câmia olarak halk edip, umum maksatlarını ve isimlerinin cilvelerini onda temerküz ettiriyor. Öyle de, hayat âleminde dahi, rızkı bir cemiyetli merkez-i şuûnât yaparak, iştiha ihtiyacını ve zevk-i rızkîyi zîhayatta halkederek, hilkat-i kâinatın en ehemmiyetli bir gayesi ve bir hikmeti olan daimî ve küllî bir teşekkür ve minnettarlık ve perestişlikle rububiyetine ve sevdirmesine karşı mukabele ettiriyor.

Meselâ, çok geniş olan memleket-i Rabbâniyenin her tarafını, hususan melâike veruhânîlerle semâvâtı ve ervâh ile âlem-i gaybı şenlendirdiği gibi, maddî âlemi dahi, hususan hava ve arzı, her vakit ve her tarafını zîruhun, hususan kuşların ve kuşçukların vücutlarıyla şenlendirmek ve ruhlandırmak hikmetiyle ihtiyac-ı rızkî ve rızkın zevki, pek kuvvetli bir kamçı olarak hayvanları ve insanları rızık peşinde koşturmakla tahrik ederek tembellikten ve atâletten kurtarıp gezdirmesi, şuûnât-ı rububiyetin bir hikmetidir. Eğer bu hikmet gibi mühim hikmetler olmasaydı, ağaçların erzakını onlara koşturduğu gibi, hayvanların da mukannen olantayinatlarını onlara zahmetsiz bir surette fıtrî hâcetlerini koşturacaktı.



Rezzâk-ı Rahîm: herşeyin rızkını veren, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi AllahZât-ı Kadîr-i Hakîm: sonsuz güç ve iktidar sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Zât, Allah
atâlet: tembellik, hareketsizlikcemiyetli: kapsamlı
cemâl: güzellikcevher: maden
cilve: görüntü, yansımaervah: ruhlar
erzak: rızıklarfıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
halk etmek: yaratmakhazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi
hikmet: sebep, sır, gayehilkat-i kâinat: kâinatın, evrenin yaratılışı
hususan: bilhassa, özelliklehâcet: ihtiyaç
hülâsa-i câmia: kapsamlı özethüsün: güzellik
ihsan etmek: ikram etmek, bağışlamakihtiyac-ı rızkî: rızık ihtiyacı
istifade etmek: faydalanmak, yararlanmakiştiha: iştah
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarküllî: büyük, kapsamlı
kıymettar: kıymetli, değerlilâtife: insanın mânevî yapısındaki ince duygulardan herbiri
melâike: meleklermemleket-i Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın memleketi
merkez-i şuûnât: işlerin, hallerin ve duyguların merkeziminnettarlık: şükran duymak, iyilik karşısında kendini borçlu hissetmek
misillü: gibi, benzerimukabele ettirmek: karşılık verdirmek
mukannen: bir kànuna bağlı, zaman ve mekanı hiç şaşmayanmütelezziz eden: lezzet veren
müteşekkirâne: teşekkür ederekperestişlik: kulluk, tapınma
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasıruhânî: maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemine ait varlık
sadede dönmek: asıl konuya yönelmeksemâvât: gökler
suret: biçim, şekiltahrik etmek: harekete geçirmek
tayinat: yiyecek, erzaktemerküz ettirmek: odaklaştırmak, toplattırmak
umum: bütün, genelzevk-i rızkî: rızık ile ilgili zevk
zîhayat: canlı, hayat sahibizîruh: ruh sahibi
âlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlemşuûnât-ı rububiyet: herşeyi idare ve terbiye eden Rabbimizin iş ve hâlleri
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 236

İsm-i Rahîm ve Rezzâkın cemâllerini ve vahdâniyete şehadetlerini tam görmek için zemin yüzünü birden ihata edip müşahede edecek bir göz bulunsa, kış âhirindeerzakları bitmek üzere olan hayvanat kàfilelerine, imdad-ı gaybî ve ihsan-ı Rahmânî olarak nebatatın ellerine verilen ve ağaçların başlarına konulan vevalidelerin sinelerine takılan ve sırf hazine-i gaybiye-i rahmetten gayet leziz vegayet çok ve gayet mütenevvi taamları ve nimetleri gönderen Rezzâk-ı Rahîmin bucilve-i şefkatinde ne kadar şirin bir güzellik, ne kadar tatlı bir cemâl bulunduğunu görecek ve ondan bilecek ki, birtek elmayı yapıp bir adama hakikî bir rızık olarakmün’imâne veren, yalnız öyle bir Zât yapar verir ki, mevsimleri, gece ve gündüzleri çevirir ve küre-i arzı bir sefine-i tüccariye gibi gezdirerek mevsimlerinmahsulâtlarını onunla zemindeki muhtaç misafirlerine getirir. Çünkü, o elmanın yüzünde bulunan sikke-i fıtrat ve hâtem-i hikmet ve turra-i samediyet ve mühr-ü rahmet, bütün elmalarda ve sair meyvelerde ve bütün nebatat ve hayvanatta bulunduğundan o tek elmanın hakikî mâliki ve sânii, elbette ve her halde o elmanınemsali ve hemcinsi ve kardeşleri olan bütün sekene-i arzın ve onun bahçesi olan koca zeminin ve onun fabrikası olan ağacının ve onun destgâhı olan mevsiminin ve onun terbiyegâhı olan bahar ve yazın Mâlik-i Zülcelâli ve Hâlık-ı Zülcemâli olacak; başka olamaz.
Demek, herbir meyve öyle bir mühr-ü vahdettir ki, onun ağacı olan arzın ve onun bahçesi olan kâinat kitabının Kâtibini ve Sâniini bildirir ve vahdetini gösterir ve meyveler adedince vahdâniyet fermanının mühürlendiğine işaret eder.
Risaletü’n-Nur ism-i Rahîm ve ism-i Hakîmin mazharı olduğundan, bu rahîmiyethakikatının çok lem’alarını ve çok sırlarını Risaletü’n-Nur çok eczalarında


Hâlık-ı Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi olan ve herşeyi yaratan AllahKâtib: yazar, bütün varlıkları bir kitap yazar gibi, mükemmel bir şekilde yaratan Allah
Mâlik-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan, herşeyin sahibi AllahRezzâk-ı Rahîm: herşeyin rızkını veren, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah
Sâni: her şeyi san’atla yaratan Allaharz: dünya
cemâl: güzellikcilve-i şefkat: şefkatin, merhametin görünmesi
destgâh: tezgâhecza: cüzler, parçalar
emsal: benzerlererzak: rızıklar
gayet: son derecehakikat: doğru, gerçek
hayvanat: hayvanlarhazine-i gaybiye-i rahmet: görünmeyen rahmet hazinesi
hâtem-i hikmet: hikmet mührüihata etmek: kuşatmak, kapsamak
ihsan-ı Rahmânî: bütün yarattıklarına karşı çok merhametli olan Allah’ın ikramı, bağışıimdad-ı gaybî: gizli yardım
ism-i Hakîm: Allah’ın herşeyi hikmetle yaptığını ifade eden ismiism-i Rahîm: Allah’ın sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olduğunu bildiren ismi
kàfile: grup, toplulukkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
küre-i arz: yerküre, dünyalem’a: parıltı
mahsulat: ürünlermazhar: erişme, nail olma; yansıma ve görünme yeri
mâlik: sahipmühr-ü rahmet: rahmet mührü
mühr-ü vahdet: birlik mührümün’imâne: nimet vererek
mütenevvi: çeşitlimüşahede etmek: görmek, gözlemlemek
nebatat: bitkilerrahîmiyet: merhamet edicilik
sefine-i tüccariye: ticaret gemisisekene-i arz: yer sakinleri, dünyada yaşayanlar
sikke-i fıtrat: yaratılış sikkesi, mührüsine: göğüs, kalb
sâni: san’atkârtaam: gıda, yiyecek
terbiyegâh: besleme, yetiştirme yeriturra-i samediyet: samediyet mührü; Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olduğunu gösteren mühür
vahdet: birlikvahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşu ve ortağının bulunmayışı
vahdâniyet fermanı: Allah’ın bir ve benzersiz olduğunu ve ortağının bulunmadığını ilân eden buyrukvalide: ana
zemin: yer, dünyaâhir: son
İsm-i Rahîm ve Rezzak: Allah’ın sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olduğunu ve bütün canlıların rızıklarını verdiğini ifade eden Rahîm ve Rezzak isimlerişehadet: şahitlik, tanıklık
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 237

beyan ve ispat ettiğinden, ona havale ile, bu pek büyük hazineden hâlimin müsaadesizliği cihetiyle bu kısa işaretle iktifa edildi.
İşte bizim seyyah diyor ki: Elhamdülillâh, her yerde aradığım ve herşeyden sorduğum Hâlıkımın ve Mâlikimin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet eden otuz üç hakikati gördüm ve dinledim. Herbir hakikat, güneş gibi parlak, karanlık bırakmaz. Dağ gibi kuvvetli ve sarsılmaz. Ve herbiri tahakkukuyla vücuduna gayetkat’î şehadet eder ve ihatasıyla vahdetine gayet zâhir delâlet eder. Ve sâir erkân-ı imaniyeyi dahi içinde kuvvetli ispat etmekle beraber, mecmuu hakikatlerin icmaı ve ittifakı, imanımızı taklitten tahkike ve tahkikten ilmelyakîne ve ilmelyakîndenaynelyakîne ve aynelyakînden hakkalyakîne iblâğ ediyor.
اَلْحَمْدُ ِللهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى
blank.gif
1

اَلْحَمْدُ ِللهِ الَّذِى هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِىَ لَوْلاَ أَنْ هَدٰينَا اللهُ لَقَدْ جَاۤءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ
blank.gif
2
İşte bu pürmerak seyyahın, bu üçüncü menzilde müşahede ettiği dört muazzamhakikatlerden aldığı envâr-ı imaniyeye gayet kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın İkinci Babında üçüncü menzilin hakikatlerine dair şöyle denilmiş:
لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ اللهُ الْوَاحِدُ اْلاَحَدُ الَّذِى دَلَّ عَلٰى وَحْدَتِهِ فِى وُجُوبِ وُجُودِهِ: مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقِيقَةِ الْفَتَّاحِيَّةِ، بِفَتْحِ الصُّوَرِ ِلأَرْبَعِ مِاۤئَةِ أَلْفِ نَوْعٍ مِنْ ذَوِى الْحَيَاةِ الْمُكَمَّلَةِ بِلاَ قُصُورٍ، بِشَهَادَةِ فَنِّ النَّبَاتِ وَالْحَيَوَانِ.. وَكَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقِيقَةِ الرَّحْمَانِيَّةِ الْوَاسِعَةِ الْمُنْتَظَمَةِ بِلاَ نُقْصَانٍ بِالْمُشَاهَدَةِ وَالْعَيَانِ.. وَكَذَا



[BILGI]Dipnot-1 Rabbimin bu fazlından dolayı Allah’a hamdolsun.

Dipnot-2 “Bizi bu saâdete eriştiren Allah’a hamd olsun. Yoksa Allah hidâyet etmeseydi biz kendiliğimizden buna erişemezdik. Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirdiler.” A’râf Sûresi, 7:43.[/BILGI]


Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan AllahMâlik: herşeyin hakiki sahibi olan Allah
aynelyakîn: gözlem ve müşahedeye dayanarak, şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesin bilmebeyan: açıklama, anlatım
bâb: bölüm, kısımcihet: şekil, yön
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekelhamdülillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah’a mahsustur”
envâr-ı imaniye: iman nurlarıerkân-ı imaniye: imanın temel esasları, şartları
gayet: son derecehakikat: doğru gerçek
hakkalyakîn: bizzat yaşanarak elde edilen kesinlikiblâğ etmek: ulaştırmak, eriştirmek
icmâ: fikir birliği, birleşmeihata: içine alma, kapsama
iktifâ etmek: yetinmekilmelyakîn: ilmî ve sağlam delillere dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak derecede kesin bilme
ittifak: birleşme, birlikmecmu: bütün, hepsi
menzil: durak, yermuazzam: azametli büyük
müşahede etmek: görmek, gözlemlemekpürmerak: merak dolu
seyyah: gezgin, yolcusâir: diğer, başka
tahakkuk: gerçekleşmetahkik: doğruluğunu araştırma
vahdet: birlikvücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması
vücud: varlık, var oluşzâhir: açık, âşikar
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek
 

Muvahhid1

Well-known member
Yedinci Şuâ -sayfa 238

مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ حَقِيقَةِ اْلاِدَارَةِ الْمُحِيطَةِ لِجَمِيعِ ذَوِى الْحَيَاةِ وَالْمُنْتَظَمَةِ بِلاَ خَطَأٍ وَلاَ نُقْصَانٍ.. وَكَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقِيقَةِ الرَّحِيمِيَّةِ وَاْلاِعَاشَةِ الشَّامِلَةِ لِكُلِّ الْمُرْتَزِقِينَ الْمُقَنَّنَةِ فِى كُلِّ وَقْتِ الْحَاجَةِ بِلاَسَهْوٍ وَلاَ نِسْيَانٍ جَلَّ جَلاَلُ رَزَّاقِهَا الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ الْحَنَّانِ الْمَنَّانِ وَعَمَّ نَوَالُهُ وَشَمِلَ اِحْسَانُهُ وَلاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ
blank.gif
1
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2
يَارَبِّ! بِحَقِّ بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ. يَا اَللهُ يَارَحْمٰنُ يَارَحِيمُ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ بِعَدَدِ جَمِيعِ حُرُوفِ رَسَاۤئِلِ النُّورِ الْمَضْرُوبَةِ تِلْكَ الْحُرُوفُ فِى عَاشِرَاتِ دَقَاۤئِقِ جَمِيعِ عُمْرِنَا فِى الدُّنْيَا وَاْلاٰخِرَةِ مَعَ ضَرْبِ مَجْمُوعِهَا فِى ذَرَّاتِ وُجُودِى فِى مُدَّةِ حَيَاتِى وَاغْفِرْ لِى وَلِمَنْ يُعِينُنِى فِى نَشْرِ رَسَاۤئِلِ النُّورِ وَكِتَابَتِهَا بِصَدَاقَةٍ بِكُلِّ صَلاَةٍ مِنْهَا وَ ِلاٰبَاۤئِنَا وَلِسَادَاتِنَا وَشُيُوخِنَا وَِلاَخَوَاتِنَا وَاِخْوَانِنَا وَلِطَلَبَةِ رِسَالَةِ النُّورِ الصَّادِقِينَ وَبِالْخَاصَّةِ لِمَنْ يَكْتُبُ وَيَسْتَنْسِخُ هٰذِهِ الرِّسَالَةَ بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ.. اٰمِينَ.
blank.gif
3
وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ أَنِ الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ



[BILGI]Dipnot-1 Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâhid-i Ehad ki, fenn-i nebatat ve hayvanatın şehadetiyle, dört yüz bin nevi zîhayatın suretlerinin mükemmel ve kusursuz şekilde açılmasında görünen fettahiyet hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, kezâ bilmüşahede ve açıkça görünen vüs’atli ve intizamlı Rahmâniyet hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, kezâ bütün zîhayatlara şâmil, hatasız ve noksansız, muntazam idare-i muhîta hakikatinin azametinin müşahedesi, kezâ rızık isteyen herkesin birden her hâcet vaktinde sehivsiz ve nisyansız, şümullü bir şekilde rızıklandırılmasında görünen rahîmiyet ve iaşe-i şâmile hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, Onun vücub-u vücud içindeki vahdetine delâlet eder. Onun şânı herşeyden yücedir. Bütün onları rızıklandıran, o Rahmân-ı Rahîm, o Hannân-ı Mennândır. Onun in’âmı herşeyi muhît, ihsanı herşeye şâmildir. Ve Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.

Dipnot-2 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.

Dipnot-3 Yâ Rabbi! Bismillâhirrahmânirrahîm hakkı için, yâ Allah, yâ Rahmân, yâ Rahîm! Efendimiz Muhammed’e ve onun bütün âline ve ashabına, bütün Risale-i Nur hurufatının adedince, bu adedin dünya ve âhiretteki bütün ömrümüzün dakikalarının âşireleriyle darbı adedince, bütün bu adetlerin de benim ömrüm müddetince zerrât-ı vücudumun sayısıyla darbı adedince salât ve selâm et. Beni, Risale-i Nur’un neşrinde bana yardım edenleri, bu risalenin kâtibini, atalarımızı, üstadlarımızı, şeyhlerimizi, kız ve erkek kardeşlerimizi, Risale-i Nur’un sadık talebelerini ve bilhassa bu risaleyi yazan ve istinsah edenleri, bu salâvatlardan herbiri için bir sadaka ile mağfiret et, rahmetinle ey Erhamürrâhimîn! Âmin.[/BILGI]
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst