Osman nuri topbaş hoca efendiden sohbetler..

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tasavvuf ve İlm-i Ledünnî



"Çok alim vardır ki, irfandan nasîbi yoktur. İlim hafızıdır da, Allah'ın habîbi olamamıştır."

İmam-ı Gazalî ve Abülkadir-i Geylanî gibi zatlar, önce zahirî ilmin zirvesine ulaştılar.

Lakin gaybî inceliklere ve Allah'a giden hassas, ince, nazenin yola kaibî derinliklerinin içinden ve çok sonra ulaşabildiler.

Hakk dostu oldular.

Allah (c.c.), kendi zatî hususiyetlerini ve sırlarını onlara ve onlar gibi olan bazı müstesna yaratılıştaki insanlara faş etti.

Onlar da kendisi ile meşgul olmaya mani olan bütün engelleri yok etti.

Cesedleri zikir, mücahede, musahabe ve murakabe ile nûra inkılâb etti.

Müşahedeye ve esrara nail oldular.

Allah Teâlâ, bu gibi şeyleri, ezelde kendisi için seçtiği kimselerden ve dost edindiği kullardan başkasına ihsan etmez.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tasavvuf ve İlm-i Ledünnî



Hadîs-i şerîfde buyurulur:

"Ebûbekir çok namaz kıldığı ve çok oruç tuttuğu için sizden üstün değildir.

O'nun size üstünlüğü, kalbindeki ta'zîm hissindendir."

Bu neviden bir çok ayette, velî kulların kalplerinde buldukları

ihsan duygusu ile mahzun olmayacakları ve altından ırmaklar akan cennetlere nail olacakları bildirilir.

Ebû Hureyre'den rivayet olunan bir hadîs-i şerîfde:

"İlimlerden bazı gizli olanlar vardır ki, onları ancak "arif-i billah" olanlar anlar.

Bu ilimden bahsettikleri vakit onları, ancak kendilerini beğenen, mağrur güruh techîl eyler (cahil görür).

Sakın, Hakk Teâlâ'nın kendi fazlından ilim verdiği alimleri küçük görmeyin!

Çünkü Hakk Teâlâ, onlara, o ilmi verirken onları küçük görmedi." Buyurulur.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tasavvuf ve İlm-i Ledünnî




Gazalî (k.s. ), batın ulemasının zahirî alimlerle ilişkisini şu misallerle anlatır:

İmam-ı Şafî (r. a.), Şeybanî Raî'nin (k.s. ) önünde talebe gibi diz çökerdi. Kendisine:

"Ey imam, sen nerde, Şeybanî nerde? Bu hürmetin sebebi nedir?" denilince İmam-ı Şafî (rh a.):

"Bu zat, bizim bilmediğimizi bilir " cevabını vermistir.

Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Muaz, bazı meseleleri Ma'rûf-i Kerhî'ye baş vurup ondan sorarlardı. Bunun sebebi kendilerine sorulunca, ashâbın:

"Ya Rasûlallah, kitap ve sünnette yoksa ne yapalım?" sualine, Hz Peygamber'in

"Onu salih kimselerden sorun! Onların istişaresine arz edin!" hadîs-i şerîfini misal verirlerdi.

Muhakkak ki, batınî alimler, görünmeyen alemin sırrı ile doludurlar
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tasavvuf ve İlm-i Ledünnî



Cüneyd-i Bağdadî'ye, Seriyy-i Sakatî (k.s. ):

"Allah, seni ilk önce zahirî ilimlerde muvaffak etsin Ondan sonra sufî kılsın!" diye dua ederlerdi Ayrıca Haris b. Esed el-Muhasibî ile sohbet edip kendisinden edeb ve ilim almasını tavsiye ederlerdi.

Hz Ömer (r.a.) vefat edince, Abdullah b. Mes'ûd (r.a.):

"İlmin onda dokuzu gitti" buyurdu. Sahabi de kendisine:

"Daha içimizde alimler var!" dedi. O da:

"Ben marifet ilminden bahsediyorum." dedi.

İlim, umumiyetle zahirî bilgilere denir. Akla, nakle ve dış tecrübeye dayanır.

Marifet veya irfan ise, keşfe, ilhama ve iç tecrübeye dayanır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tasavvuf ve İlm-i Ledünnî



Sûfîlere göre insanın öz sıfatı bilgisizliktir.

Âyetlerde insana çok az bir ilim verilmiş bulunduğundan ve insanın çok cahil ve çok zalim olduğundan bahsedilir.

İlim, Allah'ın sıfatıdır. Kul, Allah'ın verdiği az bilgilere Allah'dan ilave olarak "ihsan" gelmesi ile arif haline gelir.

Marifetten, yani Allah'ı tanıyabilmekten hisse almağa çalışır.

Akıl, sırf kendi başına kemal ölçüsünde bulunsa bile Allah'ı layıkıyla tanımaya yetmez Çünkü akıl, insan için bir alettir insan, ancak bu aletle kendisini tanıtanı tanır.

Allah'ı da ancak eserleri ile tanıyabilir Hakk Teâlâ, rûhlara ezelde:

"Ben kimim?" diye sormadı;

"Ben sizin Rabbiniz değil miyim?!" diye sordu.

Akılla, nefs tezkiye olunamaz. Ancak kalb ile olabilir. Ayet-i kerîmede:

"Kalbler ancak Allah'ın zikriyle mutmain olur." (Ra'd, 28) buyuruluyor
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tasavvuf ve İlm-i Ledünnî



Müzzemmil sûresinde:


"Rabbinin ismini zikret ve bütün bağlantılardan kesil! Rabbine dön!" (8) buyuruluyor.

İbn-i Atâ şöyle diyor: "Allah (c.c ), zatını, avama, mahlükatı vasıtası ile tanıttı:

"Develere bakmıyorlar mı? Nasıl yaratılmışlardır?" (Ğâşiye 17)

Havâssa ise, kelam ve sıfatları ile tanıttı.

Sûre-i Nisa, ayet 82: "Kur'an'ı düşünmüyorlar mı?" İsra 82:

"Kur'an'da indirdiğimiz ayetlerde mü'minler için şifa ve rahmet vardır.

" A'raf180: "En güzel isimler Allah'ındır."
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tasavvuf ve İlm-i Ledünnî




Ebû Hasan b. Ebû Zerr, Şıblî'den nakleder:

"Tasavvuf, yüce semavî ve ilahî bir ilimdir.

Bitmez, tükenmez. Bu ilimden, ancak erbabı istifade eder.

Bunu Allah'ın hususî bir ihsanına ve büyük lütfuna nail olanlar bilebilir "

Bu makamlar yaşanmadan ifade edilemez.

Bu hali yaşayan sûfîler, "Füsûs" daki gibi zaman zaman rumuzlu kelimeler kullanırlar.

Bunun sebebi, kalbî ilimden nasîbi olmayanların kendi kendilerine yanlış anlayıp dalâlete düşmelerini önlemektir!...

İmam-ı Gazalî, Bahauddîn Nakşbend, Muhyiddîn-i A'rabî ve İmam-ı Rabbanî gibi Hakk dostları, dînin inceliklerini,

hikmetlerini, müşahhas plandan marifet fezasına götüren müstesna kabiliyetlerdir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tasavvuf ve İlm-i Ledünnî




hissederek ilahi saltanat

karşısında "havf" halinde bulunduklarını ifade eden rivayetler çoktur.

Hz Ebûbekir (r a):

"Keşke kuşların gagaladıkları bir hurma tanesi olsaydım!"

Hz Ömer (r.a) ise:

"Keşke ot olsaydım! Keşke hiç bir şey olmasaydım!" buyurmuşlardır.

Ammar b. Yasir'in Kûfe minberinde "Ben şahidlik ederim ki,

o dünya ve ahirette Allah Rasûlü'nün hanımıdır" dediği Hz Aişe (r.anha):

"Keşke şu ağaçda bir yaprak olsaydım!" demişlerdir. Nisa sûresinin:

"Kim kötü bir iş yaparsa cezasını çeker!" mealindeki ayeti nazil olunca Hz Ebûbekir (r.a):

"Belim kırılır gibi oldu, kasıldım kaldım..." buyuruyor Bu zevâtın hallerini böyle ifade etmeleri, Allah rızasına aykırı bir amele sürüklenme endişesinden ileri gelmekte ve Allah Teâlâ'nın kudretinin büyüklüğünü dile getirmekten, her an huzur içinde bulunmaktan ve haya etmekten kaynaklanmaktaydı (el-İsra-14):
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tasavvuf ve İlm-i Ledünnî



"Oku kitâbını! Bugün sana, iyi hesab görücü olarak nefsin yeter!" buyuruluyor.

Dîni, sadece zâhirî cephesi ile almak, bâtınına,

yani ruhî derinliğine inememek, pek korkunç bir hüsrandır.

Kişi bilemediğinin düşmanı olur.

Sâlihlerin, sâdıkların, fazîlet erbabının muhîtinden ve onların sohbetlerinden uzaklaşıp satırların arasında kalmak,

gönül ve vicdan ufkunu daraltır, iç-dış nurları söndürür.

Kitap ve sünnetin ince hikmetlerinden ve ehl-i hal kimselerin ruhanî aydınlığından mahrum eder.

İnsana Halik Teâlâ tarafından lûtfedilen, hayat sermayesi olan duyguları kaybettirip, nefsinin esîri kılar.

Böyleleri, Kainat'a sisli gözlerle bakan gaflet alıkları olurlar.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tasavvuf ve İlm-i Ledünnî



Mûsâ (a.s), beşerî fırtınalar ve kasırgalar dolu,

azgın, maddeye düşkün Benî İsrail kavmine şerîati ikame için gönderilen bir peygamberdir.

Hz. Musa Hızır'a:

"Sana öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tâbî olabilir miyim?" dedi.

Hızır (a.s) da:

"Sen benimle arkadaşlığa asla sabredemezsin!" dedi.

Bu sözlerle Hızır (a.s), Musa'nın psikolojik durumu hakkında ilk keşfi yapmış,

O'na kendini anlatmış oluyordu ki, bu hal sonunda gerçekleşecek idi.

Hz. Musa'nın alacağı ders kendi yerini tanımak ve bir sabır dersi almaktı.

Yani Musa'ya:

"Benimle beraberliğe sabretmek, senin elinden gelmez.

Sen bu hususda mâzûrsun.

Çünkü bu ilmin kemâli, daha sana verilmemiştir" demekti..
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tasavvuf ve İlm-i Ledünnî



Musa (a.s) dedi ki:

"İnşallah beni sabırlı bulacaksın!. Sana hiçbir işte karşı çıkmayacağım."

Hızır (a.s) dedi ki:

"Eğer bana uyacak isen, ben sana sırrını açmadıkça, hiç bir şey hakkında bana sual sorma!

Yani tartışma şöyle dursun, sorup anlamak için bile sorma!"

Demek ki, başka ilimlerde mes'eleyi ortaya koyacak bilginin yarışını oluşturan sual, bu ilimde yasaklanır.

Burada talebenin nefsi, faaliyetten çok kabiliyette hazırlanacaktır.

Mesela, Mîmar Sinan'ın ilmî kuvvet ve kabiliyyeti,

Süleymaniye Camii inşasında çalışan bütün san'atkârlardan üstündür.

Sinan'ın o camideki bir mermerci kadar mermeri işleme san'atını bilmemesi, onun için bir kusur olamaz.

O san'atkârlar da Sinan'ın talimatı altındadır.

Mermer san'atını işleme inceliklerini ondan öğreneceklerdir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tasavvuf ve İlm-i Ledünnî



Hz. Musa'nın hayat hikayesinde bu ilmin, kendisine yalnız

Hızır (a.s) ile görüşmesi netîcesi değil, muhtelif vesileler ile de verilmiş olduğunu anlıyoruz.

Bununla ilgili birkaç misal verirsek:

Musa (a.s), Mısır'da iken İsrailoğulları'na, Firavun'u helak ederse, kendilerine "Tevrat'ı getireceğini vaad etmiş,

Firavun helak olunca, Allah'dan Tevrat'ın verilmesini niyaz etmişti.

Kendisine otuz gün oruç tutması, sonra on gün daha ilave edilerek kırk güne tamamlaması emredildi.

Hz. Musa'nın Tûr'da kırk gece kalmasında şu işaret vardır:

Ehlullahın büyük bir tecellî sabahına ermeleri,

geceler gibi karanlık ızdırap saatleri ile çile doldurup marifet şafağına ulaşmaları ile mümkündür.

Bütün muvaffakiyyet sabahları, muzdarip gecelerin seherlerinin eseridir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tasavvuf ve İlm-i Ledünnî




Musa (a.s), Tûr Dağı'nda hiç ara vermeden savm-ı visal (iftarsız oruç) olarak otuz gün oruç tuttu.


Ne acıktı, ne susadı.

Sonra Hızır (a.s) ile buluşmak üzere sefer emredildi.

Seferde henüz yarım gün geçmeden sabrı kesildi, acıktı. Arkadaşına:

"Yiyeceğimizi getir, yiyelim!" dedi.

Çünkü onun Hızır'a gidişi, bir imtihan sebebi ile idi. İmtihan üzerine ibtila eklendi.

Mahlukun yanındaki seferde yarım günde acıktı.

Fakat Tûr'daki Allah'a kavuşma, O'nunla konuşma seferi idi.

Bulunduğu yerin heybeti, O'na yemeği, içmeği unutturdu. O'nu Allah'dan başka herşeyden alıkoydu.

Ulü'1-azm bir peygamber olan Hz. Musa'nın, Hızır'a ledunnî ilmi tahsîl için gönderilmesi, çok câlib-i dikkattir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tasavvuf ve İlm-i Ledünnî



Musa (a.s) için o an ledunnî ilmi bilen bir kişiden bu ilmi tahsîl etmesi bir nakîse değildir.

Ancak Hz. Musa'nın her şeyi bilen bir peygamber olmadığı,

Allah (c.c) ilminden Hz. Musa'ya verilmeyen bir ilmin bulunduğu anlatılmış oluyor.

Bu ilim, sonradan kendinden daha aşağı mertebedeki Hızır vasıtası ile veriliyor ki,

bu da peygamberlerin dahi ilahî ilim karşısında acz içinde olduklarını bildirmek,

hem de Hz. Musa'nın ve Hızır'ın sahib oldukları müşterek ilmin, gelecek olan zü'l-cenahayni (Dünya ve ahiret bilgisi geniş olanı)

göz önüne getirmeği telkin ile Hz. Muhammed (s.a.)'ın makamının en mükemmel makam olduğunu bildirmek içindir.

Ya Rab! Bizleri, kalbleri nûr-i ilahî ile ışıldayan, marifet denizinden nasîb alan, lütuf ve kerem tecellîlerine mazhar olan kullarından eyle!

Amîn..

http://www.osmannuritopbas.com
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Adetullah (İlahi Kanunlar) daki İstisnaların Hikmeti




İnsanı îman ile mükellef kılan ve onu bu maksad ile dünyaya gönderen Cenâb-ı Hakk, beşerin içinde yaşadığı alemi de adetullah denilen birtakım ilâhî kanun ve kaidelere tabii kılmıştır.


Mesela, güneşin doğup batması, gündüz ve gecenin birbirini takib etmesindeki intizam gibi ilâhî tayinle olan bu gibi hususlar, asla değişmez ve değiştirilemezler.

Aslında sihir ve manyetizma gibi harikalar da, adetullah dediğimiz kanunlardan bir kısmının kullanılmasıyla gerçekleşir.

Bu alemdeki ahenk, adetullahın istikrarına bağlıdır.

İdrak ve iz'anla techîz edilmiş olan insanoğlunun, sırf bu ilâhî nasîblerle hakîkate ulaşması mümkün ise de bazen gaflet sebebiyle hakîkate ulaşması güçleşir.

Bu takdirde, beşeriyyeti Hakk'a davetle mükellef bulunan peygamberlerin muvaffakiyeti için Mevlâmız, kendi ta'yin ettiği kanunlarla îzahı Kâbil olmayacak surette tecelliler zuhur ettirir.

Peygamberlerin mucize suretiyle ortaya koydukları harikalar, işte bu keyfiyetin netîcesidir.

Ki bu da, aklı kifâyet etmeyen ve inat yoluna sapmış olanların mutlak mazeret yolunu kapatmak içindir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Adetullah (İlahi Kanunlar) daki İstisnaların Hikmeti

İnsan nezdinde âdetullaha sığmaz gözüken bu gibi tecelliler, Rabbin beşeriyete büyük yardımı ve ikramıdır. Bundan dolayıdır ki, peygamberler vazîfelerini görürlerken büyük bir imkansızlığa maruz kalmadıkça bu yola baş vurmamışlardı. Onların varisi olan veliler de, kendi salahiyet ve iktidarları nisbetinde aynı zaruretle keramet gösterirler. Ancak aslolan keramet değil, istikamettir. Zîra keramet, bir ibadet değildir.

Bu hususta sayısız örnekler verilebilir:

Hz. Mûsâ'ya îman eden kavme sıptî, îmansız Firavun kavmine ise kıptî denir. Firavun ve kıptî kavminin sıptilere zulmü, Kızıldeniz'de boğulup helak olana kadar devam etti.

Hz. Mûsâ'nın mucizelerinden biri de, asasını Nil nehrine vurması ve Nil'in suyunun kıptilere kan haline gelmesi idi. Nil, sıptiler içerken ve kullanırken aslî berraklığını muhafaza ediyor, kıptilere ise kan oluyordu.
,
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Adetullah (İlahi Kanunlar) daki İstisnaların Hikmeti

Mevlânâ (k.s.), sıptî ile kıptî arasındaki bu manevî farkı şu sekide anlatır:

"Bir kıptî hararetten kavrularak bir sıptî'nin evine geldi. Dedi ki;

" Ben senin dostun ve akrabanım. Bugün ise sana şiddetle muhtaç haldeyim."

"Kendin için Nil'den bir tas su doldur da bu eski dostun senin elinden su içsin.'"

"Kendin için doldurursan, içindeki kan olmaz. Saf ve sihirden azade olur, diye uzun uzun yalvardı. Sıptî, kıptînin mucizeyi idrak etmesi için Nil'den bir tas su doldurdu. Ağzına götürüp yarısını içti. Tası kıptî tarafına eğdi ve: "Haydi iç! " dedi.

"Kıptî, sevinerek ağzını uzattı, lakin su kıpkızıl kan oldu. Bunun üzerine sıptî, tası kendine çevirdi. Kan, tekrar saf su haline döndü. Kıptî öfkelendi. Hiddeti geçinceye kadar oturdu. Ve sıptîye döndü:

"Ey kardeş! Bu düğümün çözülmesi nasıl olur? Bunun esrarı nedir? dedi"

Sıptî:

"Nil'in bu tatlı ve berrak suyunu ancak Mûsâ'nın dînine inananlar içebilir. Sen de Firavunluk yolundan ayrılıp Mûsâ yoluna girersen ancak bu suyun berraklığına ve lezzetine kavuşabilirsin!" dedi.

Sıptî, kıptîye nasîhata devamla;

"Ay ile sulh halinde olabil ki, mehtabı göresin'' (Burada aydan maksat, Hz. Mûsâ (a.s.), mehtap ise, peygamber mucizesidir.)

"Allah'ın has kullarına karşı kinin, seni kör ve sağır ederek arana binlerce perde germiş "

"Sapıklık ve küfür vadîsinde körü körüne dolaşıyor, hakîkate ama oluyorsun''

"Dağ gibi küfrünü istiğfar ile erit ki, hidâyet bulasın! O zaman marifeti bulanların kadehinden sen de nasîbini alırsın!"

"Allah (c.c.), Nil suyunu kafirlere haram edince, sen bir hile ile, yani beni vasıta kılarak onu nasıl içebilirsin?"

"Ey kıptî, Nil'in haddine mi? İlahî emri terketsin de kafirlere su olsun"dedi.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Adetullah (İlahi Kanunlar) daki İstisnaların Hikmeti

Mevlânâ (k.s.), cemâdâttan, yani cansız zannedilen eşyadan gelen musîbetlerin kuru bir tabiat hadisesi olmayıp, ilâhî tanzîm ve ilâhi emir ile şekillendiğini ve idrak sahiplerine bir ibret tablosu olduğunu şu beyitleri ile îzah eder:

"Nil nehri ve Kızıldeniz, Allah'ın emri muktezasınca Mûsâ (a.s.) ve tabilerine yol vermiş; Firavun ve askerlerine ise, o yolu kapayıp helak etmiştir"

"Böylece Cenâb-ı Hakk, şuursuz zannedilen Nil ve Kızıldeniz'e onlara has bir idrak verir de, Mûsâ (a.s.) ile Firavun'u ayırt ederler"

"Buna muKâbil aklı olan Kâbil, bu aklın aczi sebebiyle isyana düşüp adeta akılsız ve idraksiz bir hale gelir. Katlettiği kardeşinin cesedini ne yapacağını şaşırır"

Kâbil, kadın yüzünden salih kardeşi Habil'i katleder. Cesedini ne yapacağını bilemez. Sonra ölü bir kargayı, diğer bir karganın toprağı kazıp gömdüğünü görür.

"Yazık bana! Bir karga kadar dahî olamadım!" der.

"Akıl, ilâhî terbiye ile mü'minlere yağmur gibi rahmet olur da, lakin ilâhî gazaba, sille-i Rahmanî'ye müstehak olana damlası düşmez!"

"Bu hal, peygamberlerin mucizelerinde mütemadiyen görülür. Onlar, tasa ve asaya ruh verirler"

Ebû Cehil'in elindeki taşlar, Peygamber'imizin mucizesi olarak lisana gelmiş:"Lailâhe illallah, Muhammedü'r-Rasûlullah!" demiştir.

Asa ise, Hz. Mûsâ'nın elinde ejderha olmuş, Firavun'u korkutmuş ve sihirbazların ortaya attıklarını bir anda imha etmiştir.

Devamla Mevlânâ (k.s.) buyurur:

"O halde, diğer cemâdâtı, yani cansız zannedilenleri de bu zikreden taş parçaları ve asa ile kıyas et!"

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.), beraberinde Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali (r.a) olduğu halde Uhud'a çıkmışlar idi. Uhud, üzerindeki bu manevî şahıslardan dehşete gelerek sallandı. Efendimiz (s.a.):

"Sakın ol ey Uhud! Üzerinde bir nebî, bir sıddîk ve iki şehîd var!" buyurdu

Mevlânâ (k.s.) lisan-ı hal ile cemâdâtı konuşturur. cemâdât derler ki,

"Biz Allah'ı biliriz ve O' na itaat ederiz. Tesadüfi ve abes olarak yaratılmamışızdır."

"Biz bütün cemâdât, Kızıldeniz'e benzeriz. Zira o, batırıp boğacağı Firavun ve kavmini, Allah'ın yardımıyla Hz. Mûsâ (a.s.) ve kavminden ayırdetti."

"Keza, asî Karun'u yerin dibine geçirip helak eden de biziz!"

"Bizi ay gibi farzedin ki o, Allah Rasûlü'nün işaretini ve emrini işitince hemen yarıldı ve semada iki parça göründü"
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Adetullah (İlahi Kanunlar) daki İstisnaların Hikmeti

Muhiddîn A'rabî Hazretleri buyurur:

"Bütün varlıklar kendi haline mahsus bir surette Allah'ı zikrederler. Yalnız onların bu halleri birbirinden farklıdır. En alt derecede cemâdâttır. Yani taş, toprak, su, madenler v.s gibi cansızlar alemidir.

Enbiya sûresi, âyet 79'da:

"Kuşları ve tesbîh eden dağları da Davud'a boyun eğdirdik. (Bunları) yapan da biziz" buyurulur.

Cemâdâttan sonra nebatat gelir. Bunların su, hava ve güneş gibi birtakım ihtiyaçları vardır. Cemâdâttan daha mütekamildirler. Toprağı emip aldıkları birtakım kimyevî maddeleri, ilâhî tayinle terkib edip rengarenk çiçekler, yapraklar ve meyveler vücuda getirirler.

Sonra hayvanat gelir. Bunların hayatî fonksiyonları nebatattan daha mütekamildir. Bundan dolayı ihtiyaçları çoğalmıştır.

İnsanın ise, zevalde de kemalde de ufku daha geniştir. Bu, onun îman teklifine muhatab olmasının tabiî bir neticesidir. Gerçekten insanı benlik, hayalat, havatır, dünyevî ihtiraslar, devamlı gaflete sevk eder. Nitekim Hacc sûresi âyet 18'de buyurulur:

"Görmez misin ki, göklerde ve yerlerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların bir çoğu Allah'a secde ediyor!"

Bu âyet-i kerîme, yukarıda geçen dört sınıfın halini durumlarına göre tavsif ediyor.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Adetullah (İlahi Kanunlar) daki İstisnaların Hikmeti

Demek ki canlıdan cansıza bütün alem, ilâhî bir tanzîme tabidir. O derecede ki, peygamberler bile, ancak kendilerine bahşedilen ilâhî tasarruf kadar gaybe muttali olabilirler. Şeyh Sadî Gülistanı'nda der ki:

"Bir kişi Hz.. Ya'kûb'a:

"Ey kalbi münevver, akıllı peygamber! Yusuf'un gömleğinin kokusunu Mısır'dan gelirken duydun da, neden yanıbaşındaki kuyuya atılırken onu görmedin?" der.

Yakup (a.s) cevaben:

"Bizim bu hususta nail olduğumuz ilâhî nasîb, çakan şimşekler gibidir. Bundan dolayı gerçekler, bize bazan ayan olur, bazan kapanır" buyurur.

Cenâb-ı Hakk, Ahzab sûresi, 72. âyette buyurur: "Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar, bunu yüklenmekten çekindiler. Mesuliyetinden korktular. Onu, yani emaneti ilâhiyyeyi insan, çok zalim ve çok cahil olduğu için yüklendi."

Burada "emaneti yüklenmek", çok çeşitli manalara hamlolunabilirse de, ekseriyetle kabul olunan görüşe göre, îman ve amel-i salih mükellefi durumuna girmektir. İnsan, bu yükün ağırlığını layıkıyla takdir edememiş olduğundan dolayı cahil ve zalûm (çok zulmedici) sıfatlarıyla tavsif olunmuştur. Bu tavsif, emanetin ağırlığını tebarüz ettirmek içindir.

Yasin Sûresi, 77. âyette de:

"O (inkarcı) insan görmedi mi? Biz onu bir nutfeden yarattık. Şimdi de (bize) aşikar bir düşman kesiliverdi " buyurularak, insanın korkunç gafleti izah edilir.

İnsan, ciddî bir îman şuuru ile Rabbine döner, ihlasla kulluk ederse, her hususta ilâhî bir yardıma mazhar olur. cemâdât emrine amade kılınır. Kendisindeki meknuz ilâhî tecellilerin sırları, eşyanın hakikati ona fâş olur. Aksi halde gaflete düşüp dünyanın gel-geç fani lezzetlerine kanarsa, ebedî bir hüsran ve aldanışa duçar olur.
 
Üst