Huseyni
Müdavim
Onuncu Risale
وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطِينِ 1
وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطِينِ 1
İ’lem eyyühe’l-aziz! Şu âyet-i kerimenin yüksek semâsına çıkıp sırrını fehmetmek için yedi basamaklı bir merdiven kuruyoruz.
Birinci basamak: Semâvâtın, melâike ile tesmiye edilen münasip sakinleri vardır. Çünkü, küre-i arzın semâya nisbeten küçüklüğü ve hakaretiyle beraber zevilhayatla dolu olması, semâvâtın o müzeyyen burçları zevi’l-idrak ile dolu olmasını tasrih ediyor. Ve keza, semâvâtın bu kadar ziynetler ile tezyin edilmesi, behemehal zevi’l-idrâkin takdir ve istihsan ile nazar-ı hayretlerini celb etmek içindir. Çünkü, hüsn-ü ziynet, âşıkların celbi içindir. Yemek ve taam da aç olanlara yapılır. Maahaza, ins ve cin o vazifeyi ifâya kâfi değillerdir. Ancak, gayr-ı mahdut, oraya münasip melâike ve ruhânîler o vazifeyi ifâ edebilir.
İkinci basamak: Arzın semâvat ile alâkası, muamelesi olup aralarında çok büyük irtibat vardır. Evet, arza gelen ziya, hararet, bereket ve saire semâvattan geliyor. Arzdan da semâya dualar, ibadetler, ruhlar gidiyor. Demek, aralarında cereyan eden ticarî muameleden anlaşılıyor ki, arzın sakinleri için semâya çıkmaya bir yol vardır ki, enbiya, evliya, ervah, cesetlerinden tecerrüd ile semâvâta uruç ederler.
[NOT]Dipnot-1 “Şeytanlar için o yıldızları birer mermi yaptık.” Mülk Sûresi, 67:5.
[/NOT]
alâka: bağlantı | arz: yeryüzü, dünya |
behemehal: ister istemez; mutlaka | burç: belli bir şekil ve surete benzeyen sabit yıldız kümesi |
celb: çekme | celb etmek: çekmek |
cereyan eden: meydana gelen | ceset: beden |
enbiya: nebiler, peygamberler | ervah: ruhlar |
evliya: Allah dostları velîler | fehmetmek: anlamak |
gayr-ı mahdut: sınırsız | hakaret: küçüklük |
hararet: ısı, sıcaklık | hüsn-ü ziynet: süsteki güzellik, güzel süsleme |
ifâ: yerine getirme | ifâ etmek: yerine getirmek |
ins: insanlar | irtibat: bağ, ilişki |
istihsan: güzel bulma | i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki |
keza: bunun gibi | kâfi: yeterli |
küre-i arz: yerküre, dünya | maahaza: bununla beraber |
melâike: melekler | muamele: iş, alışveriş |
münasip: uygun | müzeyyen: ziynetli, süslenmiş |
nazar-ı hayret: hayret içinde kalmış şaşkın ve hayran bakış | nispeten: kıyasla |
ruhânî: maddî yapısı olmayan, ruh âlemine ait varlık | sair: diğer, başka |
sakin: ikâmet eden, yerleşmiş olan | semâ: gök; yücelik |
semâvât: gökler | taam: yiyecek |
tasrih etmek: açıkça ifade etmek | tecerrüd: soyutlanma |
tesmiye edilen: isimlendirilen | tezyin edilmek: süslenilmek |
uruç etmek: yükselmek | zevilhayat: hayat sahipleri, canlılar |
zevi’l-idrak: düşünebilen varlıklar, idrak sahipleri | ziya: ışık |
ziynet: süs | âyet-i kerime: Kur’ân’ın her bir cümlesi |
âşık: çok seven, şiddetli sevgi besleyen |