Onuncu Risale

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 286


Ve keza, sağ yanımızda fakr yarası, solda da acz, zaaf cerihası vardır. Eğer Kur’ân’ın ilâçlarıyla tedavi edersen, fakrımız rahmet-i Rahmân’ın ziyafetine şevk ve iştiyaka inkılâp edecektir. Acz ve zâfımız da Kadîr-i Mutlakın dergâh-ı izzetine iltica için bir davet tezkeresi gibi olur.

Ve keza, bizler uzun bir seferdeyiz. Buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine gitmek üzereyiz. O yollarda zulümatı dağıtacak bir nur ve bir erzak lâzımdır. Güvendiğimiz akıl ve ilimden ümit yok. Ancak Kur’ân’ın güneşinden, Rahmân’ın hazinesinden tedarik edilebilir. Eğer bizleri bu seferden geri bırakacak bir çareniz varsa, pekâlâ. Ve illâ sükût ediniz. Kur’ân-ı dinleyelim, bakalım ne emrediyor:
فَلاَ تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيوةُ الدُّنْيَا وَلاَ يَغُرَّنَّكُمْ بِاللهِ الْغَرُورُ
blank.gif
1


Hülâsa:
Ayık olan sana tâbi olmaz. Ancak siyaset şarabıyla veya şöhret hırsıyla veya rikkat-i cinsiyeyle veya felsefenin dalâletiyle veya medeniyetin sefahetiyle sarhoş olanlar senin meşrep ve mesleğine tâbi olurlar. Fakat insanın başına indirilen darbeler ve yüzüne vurulan tokatlar, onun sarhoşluğunu izâle ile ayıltacaktır.


Ve keza, insan hayvan gibi yalnız zaman-ı hal ile müptelâ ve meşgul değildir. Belki müstakbelin korkusu ve mazinin hüzün ve kederiyle hal elemlerine mâruzdur. Fakat kendisini şakî, dâll, ahmaklardan addetmeyen adam, Kur’ân’ın şu beşaretini dinlesin:

اَلاَ اِنَّ اَوْلِيَاءَ اللهِ لاَخَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ اَلَّذِينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ لَهُمُ الْبُشْرٰى فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِى اْلاٰخِرَةِ لاَ تَبْدِيلَ لِكَلِمَاتِ اللهِ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
blank.gif
2



[NOT]Dipnot-1 “Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da Allah ile aldatmasın (Yani, Onun veya âhireti yapmayacak diye sizi aldatmasın!).” Lokman Sûresi, 31:33.
Dipnot-2 “Bilin ki, Allah’ın dostları için ne bir korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar. “Onlar îmân eden ve Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınan takvâ ehlidir. “Dünya hayatında da, âhirette de onlar için müjde vardır. Allah’ın sözlerinde değişiklik olmaz. En büyük ödül işte budur.” Yûnus Sûresi, 10:62-64.
[/NOT]


Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi AllahRahmân: çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah
acz: güçsüzlükaddetmek: saymak, kabul etmek
beşaret: müjde, sevindirici haberceriha: yara
dalâlet: doğru yoldan sapma, sapkınlıkdergâh-ı izzet: izzet sahibi Allah’ın kapısı
dâll: hak yoldan sapanebed: sonsuzluk
elem: acı, kedererzak: rızıklar, yenilecek ve içilecek şeyler
fakr: muhtaçlıkhaşir: âhirette diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma
hâl: şimdiki zamanhülâsa: özet
illâ: aksi halde, yoksailtica: sığınma
inkılâp etmek: değişmek, dönüşmekizâle: giderme, ortadan kaldırma, yok etme
iştiyak: çok şiddetli arzu ve istekkeza: bunun gibi
mazi: geçmişmeşrep: hareket tarzı, metod
mâruz: tesiri altında olmamüptelâ: bağımlı
müstakbel: geleceknur: aydınlık
rahmet-i Rahmân: rahmet ve şefkat tecellîsi bütün varlıkları kuşatan Allah’ın rahmetirikkat-i cinsiye: insanın kendi cinsinden olana acıması
sefahet: yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük, beyinsizce davranış, yararı zarardan ayırt edememesefer: yolculuk
sükût etmek: susmaktedarik etmek: elde etmek
tezkere: belgetâbi olmak: bağlı olmak, uymak
zaaf: zayıflık, güçsüzlükzaman-ı hâl: şimdiki zaman
zulümat: karanlık; inkâr ve inaçsızlıktan doğan karanlıklarşakî: haydut, yol kesici; günahkâr, mutsuz
şevk: şiddetli arzu ve istek

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 287


besmele.jpg


وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ وَطُورِسِينِينَ
blank.gif
1

ilâ âhir-i sûre...

İ’lem eyyühe’l-aziz! Herbir masnuda tahakkuk eden kemâl-i sanat, Sâniin her mekânda ve her masnuun yanında bulunmasına delâlet ettiği gibi, hiçbir mekânda ve hiçbir masnuun yanında bulunmamasına da delâlet eder.

Ve keza, insan, herbir şeye muhtaç olduğu cihetle, herşeyin melekûtu elinde ve herşeyin hazinesi yanında olan Zât-ı Akdesten maadâ kimseye ibadet edemez.

Ve keza insan vücut, icad, hayır, ef’al cihetiyle pek küçük, nâkıs olmakla karıncadan, arıdan ednâ, örümcekten daha zayıftır. Fakat adem, tahrip, şer, infial cihetiyle semâvat, arz, cibalden daha büyüktür. Meselâ, Hasenat yaptığı zaman, habbe habbe yapar. Seyyiat yaparsa kubbe kubbe yapar. Evet, meselâ küfür seyyiesi bütün mevcudatı tahkir eder, kıymetten düşürür.

Ve keza, insanın bir cihetle kıl kadar bir ihtiyarı, zerre kadar bir iktidarı, şuâ kadar bir hayatı, dakika kadar bir ömrü, cüz’î bir cüz kadar mevcudiyeti varsa da, diğer cihetle hadsiz bir acz ve fakrı da vardır. Kadîr-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlakın tecelliyatına geniş bir mâkes olur.

Ve keza, insan hayat-ı dünyeviye cihetiyle bir çekirdek olup, pek büyük semere ve sümbüller vermek için kendisine tevdi edilen cihazatı, bazı maddeleri elde



[NOT]Dipnot-1 “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Yemin olsun incire ve zeytine. Ve Sînâ Dağına.” Tîn Sûresi, 95:1-2.

[/NOT]


Ganiyy-i Mutlak: sınırsız zenginliğe sahip olan AllahKadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan AllahZat-ı Akdes: bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah
acz: güçsüzlükadem: yokluk, hiçlik
arz: yeryüzücibal: dağlar
cihazat: cihazlar, donanımcihet: yön
cüz: parça, bölümcüz’î: ferd, birey
delâlet etmek: işaret etmekednâ: en basit, en aşağı
ef’al: fiiller, hareketlerfakr: muhtaçlık
habbe: danehadsiz: sınırsız
hasenat: iyi ameller, hayırlarhayat-ı dünyeviye: dünya hayatı
hayır: iyilikicad: var etme
ihtiyar: seçme, tercih etme gücüiktidar: güç, kuvvet
ilâ âhir-i sûre: sûrenin sonuna kadarinfial: fiilden etkilenme, bir etkinin gücü altında hareket etme
i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!kemal-i san’at: eksiksiz ve mükemmel san’at
keza: bunun gibiküfür: Allah’ı veya Allah’ın kesin olarak bildirdiği herhangi bir şeyi inkâr etme (k-f-r)
kıymet: değermaadâ: başka, dışında
masnu: san’at eseri varlıkmelekût: varlığın iç yüzü, hakikati
mevcudat: varlıklarmevcudiyet: var olma hâli
mâkes: yansıma yeri, aynanâkıs: eksik
semere: meyve, sonuçsemâvat: gökler
seyyiat: kötülükler, günahlarseyyie: kötülük
tahakkuk eden: gerçekleşentahkir etmek: aşağılamak
tahrip: bozma, yok etmetecelliyat: tecellîler; yansımalar
tevdi edilen: bırakılan, emanet edilenvücut: var olma
zerre: en küçük madde parçasışer: kötülük
şuâ: ışık hüzmesi, parıltı

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 288


etmek için tavuk gibi toprakları, gübreleri, necisleri eşmeye sarf eder, faidesiz tefessüh eder. Ve hayat-ı mâneviye cihetiyle emelleri ebede kadar uzanan bir şecere-i bâkıyedir.

Ve keza, insan fiil ve sa’yi cihetiyle zayıf bir hayvan olup dâire-i sa’yi pek dardır. İnfial, sual, dua cihetiyle Rahmân-ı Rahîmin aziz bir misafiridir. Dairesi hayal kadar geniştir.


Ve keza, insanın hayat-ı hayvaniyeden aldığı lezzet bir serçe kuşunun lezzeti kadar değildir. Çünkü, insanda hüzün, keder, korku var, onda yoktur. Fakat cihazat, hissiyat, duygular, istidatlar itibarıyla hayvanların en âlâsından fazla lezzet alır. İnsanın şu vaziyetine dikkat edilirse anlaşılır ki, bu kadar cihazat, bu hayat için olmayıp, ancak bir hayat-ı bâkiye için kendisine verilmiştir.

Ve keza, insan saltanat-ı rububiyetin mehâsinine nâzır ve esmâ-i kudsiyenin cilvelerine dellâl ve kalem-i kudretle yazılan mektubat-ı İlâhiyeyi mütalâa ile mütefekkir olduğu cihetle, eşref-i mahlûkat ve halife-i arz olmuştur.

يَاۤ اَيُّهَا النَّاسُ اَنْتُمُ الْفُقَرَاءُ اِلَى اللهِ... 1

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsandaki kusur sonsuz olduğu gibi, acz, fakr ve ihtiyacına da nihayet yoktur. İnsana tevdi edilen açlık ile nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi; insandaki kusur, kemâlât-ı Sübhâniye derecelerine bir mirsaddır. İnsandaki fakr, gınâ-i rahmetin derecelerine bir mikyastır. İnsandaki acz, kudret



[NOT]Dipnot-1 “Ey insanlar, hepiniz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir ve her türlü övgüye lâyıktır.” Fâtır Sûresi, 35:15.
[/NOT]

Rahmân-ı Rahîm: rahmet ve merhameti bütün varlıkları kaplayan ve her bir varlığa hususî rahmet ve merhamet tecellîleri olan Allahacz: güçsüzlük
aziz: çok değerli, izzetlicihazat: cihazlar, donanım
cihet: yöncilve: görüntü, akis
dellâl: ilân edici, duyurucudâire-i sa’y: çalışma alanı
ebed: sonsuzlukemel: arzu, istek
esmâ-i kudsiye: Allah’ın kutsal isimleri; her türlü kusur ve noksandan yüce olan İlâhî isimlereşref-i mahlûkat: yaratıkların en şereflisi
fakr: muhtaçlıkgınâ-i rahmet: rahmetin zenginliği, rahmet ve merhametin geniş tecellîleri
halife-i arz: yeryüzü halifesi; yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insanhayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı olan âhiret hayatı
hayat-ı hayvaniye: hayvanî hayathayat-ı mâneviye: mânevî hayat, maddî olmayan hayat
hissiyat: hisler, duygularinfial: fiilden etkilenme, bir tesirin gücü altında hareket etme
istidat: yetenek, ruhî nitelik ve özellikleritibarıyla: açısından
i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kadreşim bil ki!kalem-i kudret: kudretin kalemi; varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç ve iktidar
kemalât-ı Sübhâniye: bütün eksikliklerden yüce olan Allah’ın sonsuz mükemmellikteki sıfatları, niteliklerikeza: bunun gibi
kudret: güç, iktidarmehâsin: güzellikler
mektubat-ı İlâhiye: İlâhî mektuplar; Allah’ın birer mektup gibi yazdığı ve san’atla yarattığı eserler, varlıklarmikyas: ölçek, ölçü birimi
mirsad: dürbün; projektörmütalâa: dikkatle okuma, inceleme
mütefekkir: düşünen, tefekkür edennecis: pis
nihayet: sonnimet: iyilik, lütuf, ihsan
nâzır: bakan, gözetensaltanat-ı rububiyet: rubûbiyet saltanatı; kâinatın idare ve tedbirinde tecellî eden İlâhî isimlerin egemenliği
sarf etmek: harcamaksa’y: çalışma
sual: istemetebarüz etme: ortaya çıkma, belirip görünme
tefessüh etmek: bozulmaktevdi edilen: emanet olarak verilen
vaziyet: durumâlâ: yüksek, üstün
şecere-i bâkıye: bakî, sonsuz bir ağaç

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 289


ve kibriyâsına bir mizandır. İnsandaki tenevvü-ü hâcât, envâ-ı niam ve ihsanatına bir merdivendir. Öyleyse fıtratından gaye ubudiyettir. Ubudiyet ise, dergâh-ı izzetine kusurlarını Estağfirullah ve Sübhânallah ile ilân etmektir.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


اِنَّ اْلاَبْرَارَ لَفِى نَعِيمٍ وَاِنَّ الْفُجَّارَ لَفِى جَحِيمٍ 1

İ’lem eyyühe’l-aziz! Herbir insan için hayat seferinde iki yol vardır. Bu iki yolun uzunluğu, kısalığı birdir. Amma birisinde ehl-i şuhud ve ehl-i vukufun şehadet ve tasdikleriyle, onda dokuz menfaat ihtimali var. İkinci yolda mesele mâkûsedir, onda dokuz zarar ihtimali vardır. İkinci yol ile gidenin ne silâhı var, ne zahiresi. Tabiî, yolda pek çok korkulara mâruz kalacağı gibi, ihtiyaçlarını def için çoklara minnet altında kalır. Fakat birinci yola sülûk edenin hem silâhı, hem erzakı beraberdir. Pek serbestâne gider. Birinci yol Kur’ân yoludur, ikinci yol ise dalâlet yoludur.

Evet, ehl-i şuhudun, ehl-i vukufun tasdik ve şehadetleriyle sabittir ki, iman yümnüyle yürüyen emn ü eman içindedir. Ve bilâhare merkez-i hükûmete ulaştığında, onda dokuzu büyük mükâfatlara mazhar olacaklardır. Fakat, dalâlet zulümatı içinde yürüyenler esnâ-yı seferde korkudan, açlıktan herşeye ve herkese tezellül ettikten sonra, mahall-i hükûmete vâsıl olduğunda, onda dokuzu ya idam veya ebedî hapse mahkûm olacaklardır. Binaenaleyh aklı olan, zararlı birşeyi, dünyevî, ednâ bir hiffet için tercih etmez.

Ehl-i şuhud dediğimizden maksat, evliyaullahtır. Zira velâyet sâhibi, avâmın itikad ettiği şeyleri göz ile müşahede ediyor. Kur’ân yoluyla gidenlerin silâh ve




[NOT]Dipnot-1 “İhlâs ile kulluk edenler, nimetle dolu Cennet içindedir. Günaha dalan kâfirler ise Cehennem ateşindedir.” İnfitar Sûresi, 82:12-13.
[/NOT]


Estağfirullah: Allah’tan af dilemekSübhânallah: Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir
avâm: halk tabakasıbilâhare: daha sonra
binaenaleyh: bundan dolayıdalâlet: doğru ve hak yoldan sapma, sapkınlık
def: uzaklaştırmadergâh-ı izzet: izzet sahibi Allah’ın yüce kapısı
dünyevî: dünya ile ilgiliebedî: sonsuz
ednâ: en basit, en aşağıehl-i vukuf: bilirkişi, bir konuda derinleşmiş olanlar
ehl-i şuhud: gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Allah’ın lütuf ve ihsanıyla gören kimseleremn ü eman: emniyet ve korkusuzluk
envâ-ı niam: nimetlerin çeşitlerierzak: rızıklar, yenilecek ve içilecek şeyler
esnâ-yı sefer: yoluculuk esnasında, yolculuk sırasındaevliyaullah: Allah’ın sevgili kulları
fıtrat: yaratılış, mizaçgaye: amaç
hiffet: hafiflikihsanat: iyilikler, bağışlar, lütuflar
itikad: inançi’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
kibriyâ: azamet, büyüklükmahall-i hükûmet: hükûmet yeri
mahkûm olma: cezalandırılma, hüküm giymemaksat: amaç, gâye
mazhar olmak: ulaşmak, kavuşmakmenfaat: fayda, yarar
merkez-i hükûmet: hükûmet merkeziminnet: iyilik karşısında kendini borçlu hissetmek
mizan: ölçü, tartımâkûse: ters, zıt
mâruz kalmak: yüzyüze gelmek, etki alanına girmekmükâfat: ödül
müşahede: gözlemleme, görmesefer: yolculuk
serbestâne: serbest bir şekildesülûk eden: bir yöne doğru giden
tasdik: doğrulama, onaylamatenevvü-ü hâcât: ihtiyaçların çeşitliliği
tezellül: alçalma, kendisini küçük düşürmeubudiyet: Allah’a kulluk
velâyet: velilikvâsıl olmak: kavuşmak, ulaşmak
yümn (yümün): kuvvet; bereket; bolluk; saadetzahire: ilerisi için saklanan yiyecek
zulümat: dinsizlik ve inkâr karanlıklarışehadet: şahitlik

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 290


zahireleri ise, Kadîr-i Mutlaka, Ganiyy-i Kerîme olan tevekkül onları temin eder. Zira, tevekkül, istinad ve istimdad noktalarını tazammun ediyor. Bu noktalar da kelime-i tevhidi istilzam ediyor. Kelime-i tevhid de namazı iktiza ediyor. Namaz dahi ubudiyetin esas bir rüknüdür. Ubudiyeti emreden tekliftir. Mükellefiyetini ifa edenin, mükellefiyet müddetince, mükellefiyet-i askeriye gibi yemekleri, libasları ve sair hayat lâzimeleri hazine-i Rahmân’dan verilir. Mükellefiyet-i askeriye iki buçuk senedir. Amma mükellefiyet-i ubudiyet, müddet-i ömürdür.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلاَّ لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَاِنَّ الدَّارَ اْلاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ
blank.gif
1


İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsan bir yolcudur. Sabâvetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Mâlikü’l-Mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levazımatı, cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı fâniyeye sarf ediyor. Halbuki, o levazımattan lâakal onda biri dünyevî hayata, dokuzu hayat-ı bakiyeye sarf etmek gerektir. Acaba birkaç memleketi gezmek için hükûmetten yirmi dört lira harcırah alan bir memur, ilk dahil olduğu memlekette yirmi üç lirayı sarf ederse, öteki yerlerde ne yapacaktır? Hükûmete ne cevap verecektir? Böyle yapan kendisine akıllı diyebilir mi? Binaenaleyh, Cenâb-ı Hak her iki hayat levazımatını elde etmek için yirmi dört saatlik bir vakit vermiştir. Çoğunu aza, azını çoğa vermek suretiyle, yirmi üç saat kısa ve fâni olan dünya hayatına, hiç olmazsa bir saati de beş namaza ve bâki ve sonsuz uhrevî hayata sarf etmek lâzımdır ki, dünyada paşa, âhirette gedâ olmasın!



[NOT]Dipnot-1 “Bu dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka birşey değildir. Asıl hayata mazhar olan ise âhiret yurdudur.” Ankebut Sûresi, 29:64.
[/NOT]


Cenab-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
Ganiyy-i Kerîm: cömertliği, ikramı sonsuz ve zenginliği sınırsız olan Allah
Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi AllahMâlikü’l-Mülk: bütün mülkün gerçek sahibi Allah
binaenaleyh: bundan dolayıbâki: devamlı, kalıcı, ölümsüz
cehl: cahillik, bilgisizlikdünyevî: dünya ile ilgili
ebed: sonsuzlukfâni: geçici olan, ölümlü
gedâ: köleharcırah: yol masrafı için verilen para
hayat-ı bakiye: devamlı ve kalıcı âhiret hayatıhayat-ı fâniye: geçici dünya hayatı
hazine-i Rahmân: rahmet ve merhameti bütün varlıkları kaplayan Allah’ın hazinesihaşir: âhirette diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma
ifa eden: yerine getireniktiza etmek: gerektirmek
istilzam etmek: gerekli kılmakistimdad: yardım isteme
istinad: dayanaki’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
kelime-i tevhid: Allah’tan başka ilâh yoktur mânâsında “Lâ ilâhe illâllah” sözü levazımat: ihtiyaçlar, gereçler
libas: elbiselâakal: en az
lâzime: gerekli şeymüddet: süre
müddet-i ömür: yaşam süresimükellefiyet: yükümlülük, zorunlu görev
mükellefiyet-i askeriye: askerî yükümlülük, askerlikteki zorunlu görevmükellefiyet-i ubudiyet: kulluğa ait yükümlülük, sorumluluk
rükün: esas, şartsabâvet: çocukluk
sair: başkasarf etmek: harcamak
suret: yol, tarztazammun etmek: içine almak, kapsamak
teklif: Allah’ın yükümlü tutmasıtemin etmek: sağlamak
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenmeubudiyet: kulluk
uhrevî: âhirete dair, âhirete yönelikzahire: ilerisi için saklanan yiyecek

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 291


İ’lem eyyühe’l-aziz! Gafil olan insan, kendi vazifesini terk eder, Allah’ın vazifesiyle meşgul olur. Evet, insan, gafletten dolayı, iktidarı dahilinde kolay olan ubudiyet vazifesinin terkiyle, zayıf kalbiyle rububiyet vazife-i sakîlesinin altına girer, altında ezilir. Ve aynı zamanda bütün istirahatini kaybetmekle âsi, şakî, hâin adamların partisine dahil olur.

Evet, insan bir askerdir. Askerlik vazifesi başka, hükûmetin vazifesi başkadır. Askerlik vazifesi tâlim, cihad gibi din ve vatanı koruyacak işlerdir. Hükûmetin vazifesi ise, erzakını, libasını, silâhını vermektir. Binaenaleyh, erzakını temin için askerliğe ait vazifesini terk edip ticaretle-meselâ-iştigal eden bir asker, şakî ve hâin olur. Bu itibarla, insanın Allah’a karşı ubudiyet, vazifesidir. Terk-i kebâir, takvâsıdır. Nefis ve şeytanla uğraşması, cihadıdır.


Amma gerek nefsine, gerek evlât ve taallûkatına hayat malzemesini tedarik etmek Allah’ın vazifesidir. Evet, madem hayatı veren Odur. O hayatı koruyacak levazımatı da O verecektir. Yalnız, hükûmetin asker için ofislerde cem ettiği erzakı askerlere taşıttırdığı, temizlettirdiği, öğüttürdüğü, pişirttiği gibi, Cenâb-ı Hak da hayat için lâzım olan levazımatı küre-i arz ofisinde yaratıp cem ettikten sonra, o erzakın toplanmasını ve sair ahvalini insana yaptırır ki, insana bir meşguliyet, bir eğlence olsun ve atâlet, betâlet azabından kurtulsun.

Ey insan! Rahm-ı mâderde iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken, seni pek leziz rızıklar ile besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir. Baksana: Her bahar mevsiminde sath-ı arzda yaratılan enva-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor? Senin ağzına getirip sokacak değil ya! Yahu, eğlencelere, bahçelere gidip dallarda sallanan o güleç yüzlü leziz meyveleri koparıp yemek zahmet midir? Allah insaf versin!

Hülâsa: Allah’ı itham etmekle işini terk edip Allah’ın işine karışma ki, nankör âsiler defterine kaydolmayasın.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahahval: haller, durumlar
atâlet: hareketsizlik, tembellikazap: acı, sıkıntı, ceza
betâlet: âvârelik; işsizlikbinaenaleyh: bundan dolayı
cem etmek: toplamakcihad: mücadele, din uğrunda çaba harcama
dahil: içdahil olmak: katılmak
enva-ı erzak: rızık türlerierzak: rızıklar, yenilecek ve içilecek şeyler
evlât: çocukgafil: Allah’ı düşünmeyen ve maddî-mânevî sorumluluklarından habersiz olan
gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlıkhükûmet: ülke yönetimi, idare
hülâsa: kısaca, özetiktidar: güç, iktidar
insaf: merhamet ve adalet dairesinde hareketistirahat: rahat, huzur
itibar: göz önünde bulundurmak, dikkate almakittiham etmek: suçlamak
iştigal: meşgul olma, uğraşmai’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
küre-i arz: yerküre, dünyalevazımat: gerekli olan şeyler
leziz: lezzetli, tatlılibas: elbise
mahrum: yoksunnefis: bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
rahm-ı mâder: ana rahmirububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
rızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, yiyeceklersair: diğer
sath-ı arz: yeryüzütaallûkat: yakın akrabalar
takvâ: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uymatedarik: elde etme
temin: hazırlama; bulmaterk-i kebâir: büyük günahları terk etme
tâlim: öğretme, eğitmetıfl: bebek; çocuk
ubudiyet: kullukvazife: görev
vazife-i sakîle: ağır görevvaziyet: durum, hâl
zahmet: zorlukâsi: isyankâr
şakî: haydut, yol kesici; günahkâr

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 292


اُدْعُونِى اَسْتَجِبْ لَكُمْ 1

İ’lem eyyühe’l-aziz! “Bazı dualar icabete iktiran etmez” diye iddiada bulunma. Çünkü dua bir ibadettir. İbadetin semeresi âhirette görünür. Dünyevî maksatlar ise, namaz vakitleri gibi, dualar ibadeti için birer vakittirler. Duaların semeresi değillerdir. Meselâ, şemsin tutulması küsuf namazına, yağmursuzluk yağmur namazına birer vakittir.

Ve keza, zâlimlerin tasallutu ve belâların nüzulü, bazı hususî dualara vakittir. Bu vakitler bâki kaldıkça, o namazlar, o dualar yapılır. Eğer bu vakitlerde dünyevî maksatlar hasıl olursa, zaten nurun alâ nur. Ve illâ, “İcabet duaya iktiran etmedi” diyemezsin. Ancak, “Henüz vakit inkıza etmemiş, duaya devam lâzımdır” diyebilirsin. Çünkü o maksatlar duaların mukaddemesidir, neticesi değillerdir. Cenâb-ı Hakkın duaların icabetine vaad etmesi ise, icabet ayn-ı kabul değildir. Yani, icabet kabulü istilzam etmez. Duaya herhalde cevap verilir. Cevapsız bırakılmaz. Matluba olan is’af ise, Mucîbin hikmetine tâbidir. Meselâ, doktoru çağırdığın zaman, herhalde “Ne istersin?” diye cevap verir. Fakat “Bu yemeği veya bu ilâcı bana ver” dediğin vakit, bazan verir, bazan hastalığına, mizacına mülâyim olmadığından vermez.


Adem-i kabul esbabından biri de, duayı ibadet kastıyla yapmayıp, matlubun tahsiline tahsis ettiğinden, aksülâmel olur. O dua ibadetinde ihlâs kırılır, makbul olmaz.

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnkılâplar neticesinde, her iki taraf arasında geniş geniş dereler husule geliyor. O dereler üstünde her iki âlemle münasebettar köprüler lâzımdır ki, her iki âlem arasında gidiş geliş olsun. Lâkin o köprülerin inkılâbat cinslerine göre şekilleri, mahiyetleri mütebayin, isimleri mütenevvi olur. Meselâ, uyku, âlem-i yakaza ile âlem-i misal arasında bir köprüdür. Berzah, dünya ile


[NOT]Dipnot-1 “Bana dua edin, size cevap vereyim.” Mü’min Sûresi, 40:60.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
Mucîb: duâlara cevap veren Allah
adem-i kabul: kabul etmemeaksülâmel: tepki, reaksiyon
ayn-ı kabul: aynen kabul etme, aynısını vermebelâ: musibet, sıkıntı
berzah: kabir âlemibâki: devamlı, kalıcı, ölümsüz
dünyevî: dünya ile ilgiliesbab: sebebler
hasıl olmak: meydana gelmekhikmet: gaye, fayda
husul: meydana gelmehususî: özel
icabet: cevap vermeihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
iktiran: sebeple sonucunun beraber olması; duaya hemen karşılık verilmesi, dua ile beraber cevabın görünmesiillâ: yoksa, böyle olmazsa
inkılâbat: büyük değişimlerinkılâp: değişim
inkıza etmek: tamamlanmak, bir şey tamamlanıp sona ermekistilzam etmek: gerektirmek
is’af: yardım isteğini yerine getirmei’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
kast: amaç, hedefkeza: bunun gibi
küsuf: güneş tutulmasılâkin: ama, fakat
mahiyet: asıl, esas nitelikmakbul: kabul görmüş olma
maksat: amaç, gayematlub: istenilen, arzu edilen şey
mizac: huy, tabiat, yaratılışmukaddeme: başlangıç
mülâyim: uygunmünasebettar: alâkalı, ilgili
mütebayin: ayrı ayrımütenevvi: çeşit çeşit
nurun alâ nur: nur üstüne nur, iyiden de iyinüzul: inme
semere: meyvetahsil: elde etme, kazanma
tahsis etmek: ait kılmak, ayırmaktasallut: sataşma, baskı kurma, hâkim olma
tâbi: bağlıvaad etmek: söz vermek
zâlim: zulmeden, acımasızâlem: dünya
âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlemâlem-i yakaza: uyanıklık âlemi
şems: güneş

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 293


âhiret arasında ayrı bir köprüdür. Ve misal, âlem-i cismaniyle âlem-i ruhanî arasında bir köprüdür. Bahar, kış ile yaz arasında ayrı bir nevi köprüdür. Kıyamette ise, inkılâp bir değildir. Pek çok ve büyük inkılâplar olacağından, köprüsü de pek garip, acip olması lâzım gelir.İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın ba’delmevt, Hâlık-ı Rahmân ve Rahime rücûu hakkında ilânat yapan şu; اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ
blank.gif
1 وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
blank.gif
2 وَاِلَيْهِ الْمَصِيرُ
blank.gif
3 وَاِلَيْهِ الْمَاٰبُ
blank.gif
4
gibi âyetlerde büyük bir beşâret ve tesellî olduğu gibi, ehl-i isyana da büyük tehditleri imâ vardır.

Evet, bu âyetlerin sarahatine göre, ölüm, zeval, firak, adem kapısı ve zulümat kuyusu olmayıp ancak Sultan-ı Ezel ve Ebedin huzuruna girmek için bir medhaldir. Bu beşaretin işaretiyle, kalb adem-i mutlak korkusundan, eleminden kurtulur. Evet, küfrün tazammun ettiği cehennem-i mâneviyeye bak:


blank.gif
5 اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِى بِى hadîs-i kudsîsi sırrınca, Cenâb-ı Hak kâfirin zan ve itikadını daimî bir azab-ı elîme kalb eder. Sonra, iman ve yakîn ile, Cenâb-ı Hakkın likasından sonra, rızasından sonra, rüyetinden sonra mü’minler için hasıl




[NOT]Dipnot-1 “Hepinizin dönüşü Onadır.” En’âm Sûresi, 6:60; Yûnus Sûresi, 10:4.
Dipnot-2 “Hepiniz Ona döndürüleceksiniz.” Bakara Sûresi, 2:245.
Dipnot-3 “Herkesin dönüşü sadece Onun huzurunadır.” Mâide Sûresi, 5:18.
Dipnot-4 “Sadece dönüş Onadır.” Ra’d Sûresi, 13:36.
Dipnot-5 “Kulum beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim.” Buharî, Tevhid: 15, 35; Müslim, Tevbe: 1, Zikr, 2, 19; Tirmizî, Zühd: 51, Daavât: 131; İbni Mâce, Edeb: 58; Dârimî, Rikak: 22; Müsned, 2:251, 315, 391, 412, 445, 482, 516, 517, 524, 534, 539, 3:210, 277, 491, 4:106.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahHâlık-ı Rahmân ve Rahim: Rahmeti herşeyi kaplayan ve herbir varlıkta rahmet ve şefkati tecelli eden yaratıcı, Allah
Sultan-ı Ezel ve Ebed: saltanatının başlangıcı ve sonu olmayan Sultan; hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allahacip: acayip, tuhaf, şaşırtıcı
adem: hiçlik, yoklukadem-i mutlak: sınırsız yokluk; bir daha geri gelmemek üzere her şeyiyle beraber yokluğa gitme
azab-ı elîm: acı veren azapba’delmevt: ölümden sonra
beşâret: müjde, sevindirici habercehennem-i mâneviye: bu dünyadayken hissedilen manevî cehennem azabı
daimî: devamlıehl-i isyan: isyan edenler
elem: acı, keder, sıkıntıfirak: ayrılık
hadis-i kudsî: Mânası, Peygamberimiz'e (a.s.m.) vahy veya ilham edilen, ifade tarzı kendisinden olan kutsal sözhasıl olmak: meydana gelmek
ilânat: ilânlar, duyurularimâ: dolaylı olarak işarette bulunma, üstü kapalı bir şekilde belirtme
inkılâp: değişimitikad: güçlü inanç
kalb etmek: dönüştürmekkâfir: Allah’ı veya Allah’ın kesin olarak bildirdiği şeylerden birini inkâr eden kimse
küfür: Allah’ı veya Allah’ın kesin olarak bildiği herhangi bir şeyi inkâr etmekıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
lika: kavuşma, buluşma; Cennet’te Allah ile buluşma lâzım: gerekli
medhal: kapı, girişmisal: aynadaki görüntü; bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem
mü’min: iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanannevi: çeşit, tür
rücû: dönme, dönüşrüyet: Cennet’te Allah’ın güzelliğini görme, seyretme
rıza: memnuniyetsarahat: açıklık
tazammun etmek: içermek, içine almaktesellî: avutma, acısını dindirme
yakîn: kesin inanmazan: şüphe, zannetmek, sanmak
zeval: geçip gitme, sona ermezulümat: karanlıklar
âlem-i cismani: maddî âlemâlem-i ruhanî: maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemi
âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesiİ’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kadreşim bil ki!

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 294


olan lezzetlerin derecelerine bak. Hattâ Cehennem-i cismanî, ârif olan mü’min için, âsiye kâfirin cehennem-i mânevîsine nisbeten cennet gibidir.

Arkadaş! Âlem-i bekaya delâlet eden berâhinden maadâ, arkasında saflar teşkil edip dualarına bir ağızdan “Âmin! Âmin!” söyleyen enbiya, evliya, sıddikîn imamları, Mahbub-u Ezelînin Habib-i Ekremi Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın tazarruatı, duaları, âlem-i bekada insanın bekasına pek büyük burhan ve kâfi bir vesiledir. Çünkü, kâinatı serâpâ istilâ eden şu hüsünler, güzellikler, cemâller, kemâller, o Habibin tazarruatını işitmemek veya kabul etmemek kadar çirkin, kabih, kusur, naks addedilecek birşeye müsaade eder mi? Cenâb-ı Hak bütün nekaisten, çirkin şeylerden münezzeh, müberrâ değil midir? Elbette münezzehtir.


İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenâb-ı Hakkın verdiği nimetleri söyleyip ilân ve tahdis‑i nimet etmek, bazan gurura ve kibre incirar eder. Tevazu kastıyla da o nimetleri ketmetmek iyi değildir. Binaenaleyh, ifrat ve tefritten kurtulmak için istikamet mizanına müracaat edilmeli. Şöyle ki:

Herbir nimetin iki veçhi vardır. Bir veçhi insana aittir ki, insanı tezyin eder, medar-ı lezzeti olur. Halk içinde temayüze sebep olur. Mucib-i fahr olur, sarhoş olur. Mâlik-i Hakikîyi unutur. En nihayet kibir ve gurur kuyusuna düşürtür.

İkinci veçhi ise, in’am edene bakar ki, keremini izhar, derece-i rahmetini ilân, in’âmını ifşa, esmâsına şehadet eder. Binaenaleyh, tevazu, ancak birinci vecihte



Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunCehennem-i cismanî: cismen, bedenen yaşanacak olan cehennem azabı
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahHabib: sevgili; burada Peygamber Efendimiz (a.s.m.) kastedilmektedir
Habib-i Ekrem: Allah’ın en sevdiği şerefli kul olan Peygamber Efendimiz (a.s.m.)Mahbûb-u Ezelî: Ezelî Sevgili; bütün yaratılmışlar tarafından çok sevilen ve varlığı ezelî olan Allah
Muhammed (a.s.m): (bk. bilgiler)Mâlik-i Hakikî: herşeyin gerçek sahibi olan Allah
addetmek: saymakbeka: devamlılık ve kalıcılık, sonsuzluk
berâhin: güçlü delillerbinaenaleyh: bundan dolayı
burhan: güçlü delil, kanıtcehennem-i mânevî: bu dünyadayken hissedilen mânevî cehennem azabı
cemal: güzellikdelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
derece-i rahmet: rahmet derecesienbiya: nebiler, peygamberler
esmâ: Allah’ın isimlerievliya: Allah dostları velîler
hüsün: güzellik ve iyilikifrat: aşırılık
ifşa: yayma, duyurmailân: duyuru
imam: bir ilimde sözü delil kabul edilebilecek derecede derin ve geniş bilgi sahibi olan âlimincirar: bir sona doğru çekilip dayanma
in’am: nimet vermeistikamet: doğru yolda olma
istilâ etmek: ele geçirmekizhar: açığa çıkarma, gösterme
i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!kabih: çirkin
kast: amaç, hedefkemal: mükemellik, olgunluk
kerem: cömertlik, ikramketmetmek: söylemeyerek gizlemek, üstünü örtmek
kibir: gurur, kendini büyük görmekâfi: yeterli
kâfir: Allah’ı veya Allah’ın kesin olarak bildirdiği şeylerden birini inkâr eden kimsekâinat: evren
maadâ: başka, dışında, ötesindemedâr-ı lezzet: lezzet kaynağı
mizan: ölçü, dengemucib-i fahr: övünme sebebi
müberrâ: temiz, pâkmünezzeh: arınmış, kusur ve eksiklikten yüce
müracaat: başvurmamü’min: iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
naks: eksiklik, noksanlıknekais: eksiklikler, kusurlar
nihayet: sonnimet: iyilik, lütuf, ihsan
nisbeten: kıyasla, oranlaserâpâ: tepeden tırnağa, baştan başa
sıddıkîn: daima doğruluk üzere olan ve Allah’a ve peygambere bağlı yaşayan büyük insanlartahdis-i nimet: ilâhi nimeti şükrederek anlatma
tazarruât: yakarışlar, niyazlartefrit: normalden aşağı olma
temâyüz: seçkin olma; başkalarından üstün olmatevazu: alçakgönüllülük
tezyin: süsleme, donatmateşkil etmek: oluşturmak
vecih: yönvesile: araç, vasıta
âlem-i beka: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemiârif: irfan sahibi olan, bilen
âsi: isyankârşehadet etmek: şahit olmak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 295


tevazu olabilir. Ve illâ küfranı tazammun etmiş olur. Tahdis-i nimet dahi, ikinci vecihle mânevî bir şükür olmakla memduh olur. Yoksa, kibir ve gururu tazammun ettiğinden mezmumdur. Tevazu ile tahdis-i nimet, şöylece bir içtimâları var:

Bir adam hediye olarak bir palto birisine veriyor. Paltoyu giyen adama, başka bir adam “Ne kadar güzel oldun” dediğine karşı, “Güzellik paltonundur” dediği zaman, tevazu ile tahdis-i nimeti cem etmiş olur.


İ’lem eyyühe’l-aziz! Ücret alındığı zaman veya mükâfat tevzi edildiği vakit, rekabet, kıskançlık mikrobu oynamaya başlar. Fakat iş zamanında, hizmet vaktinde o mikrobun haberi olmuyor. Hattâ tembel olan adam çalışkanı sever. Zayıf olan, kavîyi takdir ve tahsin eder. Fakat çalışmasını ister ki, iş hafif olsun, zahmetten kurtulsun.

Dünya da umur-u dîniyeye ve a’mâl-i âhirete iş ve hizmet için kurulmuş bir fabrika olduğu cihetle ve o fabrika içerisinde işlenen ve yapılan ibadetlerin semeresi öteki âlemde göründüğüne nazaran, ibadetlerde rekabet edilmemelidir. Olduğu takdirde ihlâsı kaybolur. Ve o rekabeti yapan, halkın takdir ve tahsinleri gibi dünyevî bir mükâfatı düşünür. Zavallı düşünmüyor ki, o düşünce ile amelini adem-i ihlâs ile iptal eder. Çünkü, sevap itâsında ve ücret aldığında, nâsı, Rabb-i Nâsa şerik yapar ve halkın nefretlerine hedef olur.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Keramet ile istidraç mânen birbirine mübayindir. Zira keramet, mu’cize gibi, Allah’ın fiilidir. Ve o keramet sahibi de kerametin Allah’tan olduğunu bilir ve Allah’ın kendisine hâmi ve rakîb olduğunu da bilir. Tevekkül ve yakîni de fazlalaşır. Lâkin, bazan Allah’ın izniyle kerametlerine şuuru olur, bazan olmaz. Evlâ ve eslemi de bu kısımdır.

İstidraç ise, gaflet içinde iken eşya-yı gaybiyenin inkişafından ve garip fiilleri izhar etmekten ibarettir. Fakat, bu istidraç sahibi, nefsine istinad ve iktidarına isnad



Rabb-i Nâs: insanların Rabbiadem-i ihlâs: ihlâssızlık
amel: iş, fiila’mâl-i âhiret: âhirete ait işler
cem etmek: toplamakcihetle: yönle, şekille
dünyevî: dünya ile ilgilieslem: en selâmetli, en güvenli
evlâ: daha iyieşya-yı gaybiye: görünmeyen âleme ait olan varlıklar
gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlıkhâmi: koruyucu
ibaret: meydana gelen, oluşanihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
iktidar: güçillâ: aksi taktirde
inkişaf: açığa çıkmaistidraç: Allah tarafından günahkâr veya kâfir olan kişilere verilen olağanüstü hâl, fiil veya üstünlük
istinad: dayanma, güvenmeitâ: verme
izhar etmek: göstermek, açığa çıkarmakiçtimâ: toplanma
i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!kavî: güçlü, kuvvetli
keramet: Allah’ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarında görünen olağanüstü hâl veya fiilkibir: büyüklenme, kendini büyük görme
küfran: nankörlük, inkârlâkin: ama, fakat
memduh: övülmeye, takdire lâyıkmezmum: aşağılanmış, kınanmış
mu’cize: Allah tarafından verilip, yalnız peygamberlerin gösterebilecekleri olağanüstü harika şeymânen: mânevî olarak
mânevî: mânâya ait, maddî olmayanmübâyin: farklı; birbirinin zıddı
nazaran: bakarak, –görenefis: kişinin kendisi
nâs: insanlarrakîb: kontrol eden, gözetleyen
semere: meyvetahdis-i nimet: ilâhi nimeti şükrederek anlatma
tahsin: beğenme, birşeyin güzelliğini ilân etmetazammun etmek: içermek, içine almak
tevazu: alçakgönüllülüktevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme
tevzi edilmek: dağıtılmakumur-u dîniye: dinin emirleri
vecih: yönyakîn: şüphesizlik, kesin olarak inanma
zira: çünküâlem: dünya
şerik: Allah’a ortak koşulan şeyşuur: bilinç, anlayış, idrak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 296


etmekle enaniyeti, gururu öyle fazlalaşır ki, 1 اِنَّمَاۤ اُوتِيتُهُ عَلٰى عِلْمٍ okumaya başlar. Lâkin o inkişaf, tasfiye-i nefis ve tenevvür-ü kalb neticesi olduğu takdirde, ehl-i istidraç ile ehl-i keramet arasında tabaka-i ûlâda fark yoktur. Tam mânâsıyla fenaya mazhar olanlar ise, onlara da Allah’ın izniyle eşya-yı gaybiye inkişaf eder. Ve onlar da, o eşyayı fenâ fillâh olan havaslarıyla görürler. Bunun istidraçtan farkı pek zahirdir. Zira, zahire çıkan bâtınlarının nurâniyeti, mürâîlerin zulümatıyla iltibas olmaz.

endOfSection.gif
endOfSection.gif



وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
blank.gif
2


İ’lem eyyühe’l-aziz! Tesbihat, ibâdât, gayr-ı mahdud envâlarıyla herşeyde vardır. Fakat, herşeyin kendi tesbihat ve ibadetini bütün vecihlerini daima bilip şuur edinmesi lâzım değildir. Çünkü, husul huzuru istilzam etmez. Tesbih ve ibadet edenler, yalnız yaptıkları amelin mahsus bir tesbih veya sıfatı malûm bir ibadet olduğunu bilirlerse kâfidir. Zaten Mâbud-u Mutlakın ilmi kâfidir. İnsandan maadâ mahlûkatta teklif olmadığından, onlara niyet lâzım değildir. Ve keza, amellerinin sıfâtını bilmek de lâzım değildir.


İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsan-ı mü’minin kıymeti, ihtiva ettiği san’at-ı âliye ile Esmâ-i Hüsnâdan in’ikâs eden cilvelerin nakışları nisbetindedir. İnsan-ı kâfirin kıymeti ise, et, kemikten ibaret fâni ve sâkıt maddesinin kıymetiyle ölçülür. Kezâlik,



[NOT]Dipnot-1 “Bu servet, ancak bilgim sayesinde bana verilmiştir.” Kasas Sûresi, 28:78.
Dipnot-2 “Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.

[/NOT]


Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleriMâbud-u Mutlak: ibadete lâyık tek varlık olan Allah
amel: iş, fiilbâtın: iç
cilve: görüntü, yansımaehl-i istidraç: kendilerine Allah tarafından bir takım olağanüstü hâl ve üstünlükler verilen günahkâr veya kâfir kişiler
ehl-i keramet: Allah’ın bir ikramı olarak kendilerine olağanüstü hâl ve fiiller verilen Allah’ın sevgili kullarıenaniyet: ben, benlik
envâ: çeşitler, türlereşya-yı gaybiye: görünmeyen âleme ait varlıklar
fena: ölümlülükfenâ fillâh: Allah’ta fâni olmak, bütün benliğini Allah’a verme ve sadece Onu düşünme
fâni: geçicigayr-ı mahdud: hudutsuz, sınırsız
havas: hisler, duygularhusul: meydana gelme
huzur: sürekli olarak Allah’ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olmaibaret: meydana gelen, oluşan
ibâdât: ibadetlerihtiva etmek: içermek
iltibas: karıştırmainkişaf: açığa çıkma
inkişaf etmek: açığa çıkmakinsan-ı kâfir: Allah’ı inkâr eden insan
insan-ı mü’min: Allah’a inanan insanin’ikâs etmek: yansımak
isnad etmek: dayandırmakistidraç: Allah tarafından günahkâr veya kâfir kişilere verilen bir takım olağanüstü hâl ve üstünlükler
istilzam etmek: gerektirmeki’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
keza: bunun gibikâfi: yeterli
kıymet: değerlâkin: ama, fakat
lâzım: gereklimaadâ: başka, dışında, ötesinde
mahlûkat: yaratılmışlar, yaratıklarmahsus: bir şeye has, özel
malûm: bilinen, bellimazhar olma: erişme
mânâ: anlammürâî: gösterişçi, gösteriş meraklısı
nakış: işleme, süslemenetice: sonuç
nisbet: kıyas, oranniyet: bir işi yapmayı önceden düşünme, maksat
nuraniyet: nur özelliği, parlaklıksan’at-ı âliye: yüksek san’at
sâkıt: düşüktabaka-i ûlâ: birinci tabaka
tasfiye-i nefis: nefsi arındırma, saflaştırmatenevvür-ü kalb: kalbin nurlanması
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmatesbihat: tesbihler
vecih: yön, tarafzahir: dış, açık
zira: çünküzulümat: karanlıklar
şuur: bilinç, anlayış, idrak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Onuncu Risale - Sayfa: 297


bu âlem de, eğer Kur’ân’ın tarif ettiği gibi mânâ-yı harfiyle, yani Cenâb-ı Hakkın azametine bir âlet nazarıyla bakılırsa, o nisbette kıymettar olur. Eğer felsefenin dediği gibi mânâ-yı ismiyle, yani hiçbir fâil, Hâlık ile bağlı olmayıp müstakil-i bizzat nazarıyla bakılırsa, kıymeti câmide, mütegayyir maddesinde münhasır kalır. Kur’ân’dan istifade edilen ilmin felsefe ilminden ne derece yüksek olduğu, şu misal ile tebârüz eder:

blank.gif
1 وَجَعَلْنَا الشَّمْسَ سِرَاجًا Bu hükm-ü Kur’ânî, Esmâ-i Hüsnânın cilvelerine bakmak için bir pencere açıyor. Şöyle ki:


Ey insan! Bu şems, azametiyle beraber size musahhardır. Meskenlerinize nur veriyor. Yemeklerinizi hararetiyle pişirtiyor. Sizin öyle Azîm, Rahîm bir Mâlikiniz var ki, bu şems onun bir lâmbası olup, misafirhanesinde sakin misafirlerini ziyalandırıyor.

Felsefenin hikmetince, şems büyük bir ateştir, yerinde dönüyor. Arz ile seyyarat, ondan uçan parçalardır; câzibe ile şemse merbut kalarak medarlarında hareket ediyorlar.

İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın Cenâb-ı Haktan hiçbir hakkı talep etmeye hakkı yoktur. Bilâkis, daima Ona şükretmeye medyundur. Çünkü, mülk Onundur, insan Onun memlûküdür.

endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 “Güneşi de bir kandil yaptık.” Nuh Sûresi, 71:16.
[/NOT]


Azîm: büyük, yüceCenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleriHâlık: herşeyi yaratan Allah
Mâlik: herşeyin hakiki sahibi olan AllahRahîm: her bir varlığa şefkat ve merhamet gösteren Allah
arz: dünyaazamet: büyüklük, yücelik
bilâkis: aksine, tersinecilve: görüntü, yansıma
câmid: cansız câzibe: çekim gücü
fâil: bir işi yapan; fiilin sahibihararet: ısı, sıcaklık
hikmet: amaç, maksathükm-ü Kur’ânî: Kur’ân’a dayalı hüküm, önerme, ilim
istifade: faydalanma, yararlanmai’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
kezâlik: bunun gibi, böylece, bu da böylekıymet: değer
kıymettar: değerlimedar: dayanak, eksen
medyun: borçlumemlûk: kul, köle
merbut: bağlımesken: ev, konut
misafirhane: konuk evimisal: örnek
musahhar: boyun eğen, emre uyanmânâ-yı harfî: harf mânâsı; bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bildirip tanıtan mânâsı
mânâ-yı ismî: isim mânâsı; birşeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsımülk: sahip olunan şey, hükmedilen yer
münhasır: ait, mahsusmüstakil-i bizzat: kendi kendine; bağımsız
mütegayyir: değişennazar: bakış açısı
nisbet: kıyas, oranseyyarat: gezegenler
talep etmek: istemektebârüz: belli olmak
ziyalandırmak: ışıklandırmakâlem: dünya, evren
âlet: araç, vasıtaşems: güneş

 
Üst