Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

DÖRDÜNCÜ REŞHA:
Bak, öyle bir ziyâ-i hakikat neşreder ki, eğer onun o nurânî daire-i hakikat-i irşâdından hariç bir sûrette kâinata baksan, elbette kâinatın şeklini bir mâtemhâne-i umumi hükmünde ve mevcudâtı birbirine ecnebî, belki düşman ve câmidâtı dehşetli cenazeler ve bütün zevi'l-hayatı zevâl ve firâkın sillesiyle ağlayan yetimler hükmünde görürsün.


Şimdi bak, onun neşrettiği nur ile, mâtemhâne-i umumi, şevk u cezbe içinde bir zikirhâneye inkılâb etti. O ecnebî, düşman mevcudât, birer dost ve kardeş şekline girdi. O câmidât-ı meyyite-i sâmite, birer mûnis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı. Ve o ağlayıcı ve şekvâ edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir sûretine girdi.

Peygamber efendimizin bize getirdiği en büyük nimet iman nimetidir.
Bu reşhada Onun/asm) getirdiği imanla kainata bakmak ile imansız olarak kainata bakmağın arasındaki farkı açıklıyor.imanla bakan herşeyi güzel görür.İmanla bakmayan ise karanlıklı görür.

Bu reşhanın güzel izah edildiği yerde; 2.sözün düşündürdükleri konusuna havale ediyoruz.
 

akna

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?

Şu zamandaki bunalımlar, intiharlar, dalalete sapmalar hep bu 3 sorunun cevabını bilmemekten kavrayamamaktan kaynaklanmıyor mu..

Mehmed Kırkıncı Hoca’nın çok sevdiğim bir misali var
Diyor ki; bir odadan diğerine birini çağırsanız “Beni niye çağırdın” der de
İnsan hiç mi düşünmez, ahiret gibi bir alemden dünyaya gelmişim, ama neden..
Aynı evin içinde, odadan odaya çağırılınca bile nedenini merak eden insan hiç mi demez kendine
“Ben neden buradayım, amacım vazifem ne, buradan sonra nereye gidicem, akıbetim nedir”
Gerçekten öyle değimli, bir düşünelim
Günlerimizi gözümüzün önünden geçirelim, hep aynı şeyler
sabah kalk, işe ya da okula git,ya da evde iş yap, yemek ye, biraz dolaş, eve gel, yat….
Her gün aynı döngü, aradan yıllar da geçse aynı…
Demek bir hikmeti, bir gayesi olmalı ..
……………
Birde filozoflara bakıyoruz
Kimi kendini yok saymış, aslında varlık yoktur demiş
Kimi sadece düşündüğü için kendini var saymış
Kimi hayvandan dönüştüğünü iddia etmiş
Uzayıp gidiyor
Hepsi bu 3 sorunun cevabını bulamadıkları için sapıtmışlar ve insanları da sapkınlığa sürüklemişler
Halbuki Efendimiz asm, yaradılış sırrını açığa çıkaran bu 3 önemli suali açık, net ve ikna edici bir şekilde öyle cevaplamış ki açık kapı bırakmamış elhamdülillah
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

DÖRDÜNCÜ REŞHA:
Bak, öyle bir ziyâ-i hakikat(HAKİKAT IŞIĞI) neşreder (YAYAR) ki, eğer onun o nurânî(NURLU) daire-i hakikat-i irşâdından (HAKİKATLARI AÇIKLAYAN DAİRESİNDEN) hariç bir sûrette kâinata baksan(YANİ KAİNATA İMANLA,ALLAH NAMINA BAKMASAN), elbette kâinatın şeklini bir mâtemhâne-i umumi (GENEL YAS TUTULAN YER) hükmünde ve mevcudâtı (VARLIKLARI) birbirine ecnebî(YABANCI), belki düşman ve câmidâtı (CANSIZLARI) dehşetli cenazeler ve bütün zevi'l-hayatı(HAYAT SAHİPLERİNİ) zevâl (AYRILMA) ve firâkın (AYRILIK,SEVDİKLERİNİN BURDAN AYRILMALARINDAN AĞLAYAN,ÇIĞLIK KOPARAN ŞEKLİNDE GÖRÜRSÜN) sillesiyle ağlayan yetimler hükmünde görürsün.


Şimdi bak, onun neşrettiği nur ile(İMANI ANLATMASI,ALLAH NAMINA BAKTIRMASIYLA), mâtemhâne-i umumi(GENEL YAS), şevk u cezbe içinde bir zikirhâneye (ZİKİR EVİNE) inkılâb etti(DÖNÜŞTÜ).

O ecnebî(BİRBİRİNE YABANCI), düşman mevcudât(VARLIKLAR), birer dost ve kardeş şekline girdi.

O câmidât-ı meyyite-i sâmite(SUSKUN,ÖLÜ ,CANSIZ VARLIKLAR), birer mûnis (SEVİMLİ) memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı.

Ve o ağlayıcı ve şekvâ edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir (ZİKREDEN) veya vazife paydosundan (DÜNYADAKİ VAZİFEDEN TERHİS EDİLMESİYLE) şâkir(ŞÜKÜR EDEN) sûretine girdi.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

BEŞİNCİ REŞHA:
Hem o nur ile; kâinattaki harekât, tenevvüât, tebeddülât, tegayyürât, mânâsızlıktan ve abesiyetten ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp, birer mektubât-ı Rabbâniye, birer sahife-i âyât-ı tekviniye, birer merâyâ-i esmâ-i İlâhiye ve âlem dahi birer kitâb-ı hikmet-i Samedâniye mertebesine çıktılar.


Hem, insanı bütün hayvanâtın mâdununa düşüren hadsiz zaaf ve aczi, fakr ve ihtiyacâtı ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden, vâsıta-i nakl-i hüzün ve elem ve gam olan aklı o nur ile nurlandığı vakit, insan bütün hayvanât, bütün mahlûkat üstüne çıkar.


O nurlanmış acz, fakr, akılla niyaz ile nâzenin bir sultan ve fîzâr ile nazdar bir halîfe-i zemin olur. Demek, o nur olmazsa, kâinat da, insan da, hattâ herşey dahi hiçe iner. Evet, elbette böyle bedî bir kâinatta, böyle bir zât lâzımdır; yoksa, kâinat ve eflâk olmamalıdır.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz


BEŞİNCİ REŞHA:Hem o nur ile(İMANLA BAKMAKLA,İMANLA DÜŞÜNMEKLE,MANAYI HARFİ İLE YANİ ALLAH NAMINA BAKMAKLA,DÜŞÜNMEKLE);

kâinattaki harekât, tenevvüât(TÜRLÜ TÜRLÜ OLMALAR), tebeddülât(DEĞİŞMELER), tegayyürât,(HALDEN HALE GİRME)
mânâsızlıktan ve abesiyetten FAYDASIZ BOŞ OLMA,LÜZUMSUZ OLMA)ve tesadüf(RASTGELE,KENDİ KENDİNE OLMUŞ GİBİ) oyuncaklığından çıkıp,

birer mektubât-ı Rabbâniye(ALLAHIN TERBİYE ETTİĞİ MEKTUPLAR,VARLIKLAR),
birer sahife-i âyât-ı tekviniye,(KAİNATIN YARATILIŞ AYETLERİNİN SAYFASI)

birer merâyâ-i esmâ-i İlâhiye (ALLAHIN İSİMLERİNİN AYNASI9

ve âlem dahi birer kitâb-ı hikmet-i Samedâniye(EBEDİYETE AİT HİKMET KİTABI) mertebesine çıktılar.


Hem, insanı bütün hayvanâtın mâdununa(AŞAĞISINA)

düşüren hadsiz zaaf ve aczi(GÜÇSÜZLÜĞÜ), fakr(FAKİRLİĞİ) ve ihtiyacâtı ve bütün hayvanlardan daha bedbaht (KÖTÜ)eden, vâsıta-i nakl-i hüzün (HÜZÜNLERİ NAKLETMEYE VASITA,ARAÇ )ve elem (ACI) ve gam (KEDER) olan aklı o nur ile nurlandığı vakit(ALLAH NAMINA BAKTIĞI,DÜŞÜNDÜĞÜ VAKİT)

, insan bütün hayvanât, bütün mahlûkat üstüne çıkar.


O nurlanmış acz, fakr, akılla niyaz ile nâzenin (NAZLI) bir sultan ve fîzâr (AĞLAYIP İNLEMEK) ile nazdar(NAZLI) bir halîfe-i zemin (YERİN HALİFESİ) olur.

Demek, o nur olmazsa(ALLAH RESULUNUN ANLATTIĞI İMAN VE HAKİKATLARI OLMAZSA)

, kâinat da, insan da, hattâ herşey dahi hiçe iner.

Evet, elbette böyle bedî (EŞSİZ) bir kâinatta, böyle bir zât lâzımdır;

yoksa, kâinat ve eflâk(ALEMLER) olmamalıdır.
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

ademyakup kardeşim öncekini sindiremedik henüz :) hızınıza yetişemiyoruz.
4. reşhayla devam edelim inşallah. Katılmak isteyen kardeşlerimizinde yorumlarından istifade etmek isteriz.
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

DÖRDÜNCÜ REŞHA:
Bak, öyle bir ziyâ-i hakikat neşreder ki, eğer onun o nurânî daire-i hakikat-i irşâdından hariç bir sûrette kâinata baksan, elbette kâinatın şeklini bir mâtemhâne-i umumi hükmünde ve mevcudâtı birbirine ecnebî, belki düşman ve câmidâtı dehşetli cenazeler ve bütün zevi'l-hayatı zevâl ve firâkın sillesiyle ağlayan yetimler hükmünde görürsün.


Şimdi bak, onun neşrettiği nur ile, mâtemhâne-i umumi, şevk u cezbe içinde bir zikirhâneye inkılâb etti. O ecnebî, düşman mevcudât, birer dost ve kardeş şekline girdi. O câmidât-ı meyyite-i sâmite, birer mûnis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı. Ve o ağlayıcı ve şekvâ edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir sûretine girdi.

Anladıklarımızı paykaşmaya devamm inşallah...
Rabbim istifade ve istifamızı arttırsın..
 

faris

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

DÖRDÜNCÜ REŞHA:
Bak, öyle bir ziyâ-i hakikat neşreder ki, eğer onun o nurânî daire-i hakikat-i irşâdından hariç bir sûrette kâinata baksan, elbette kâinatın şeklini bir mâtemhâne-i umumi hükmünde ve mevcudâtı birbirine ecnebî, belki düşman ve câmidâtı dehşetli cenazeler ve bütün zevi'l-hayatı zevâl ve firâkın sillesiyle ağlayan yetimler hükmünde görürsün.


Şimdi bak, onun neşrettiği nur ile, mâtemhâne-i umumi, şevk u cezbe içinde bir zikirhâneye inkılâb etti. O ecnebî, düşman mevcudât, birer dost ve kardeş şekline girdi. O câmidât-ı meyyite-i sâmite, birer mûnis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı. Ve o ağlayıcı ve şekvâ edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir sûretine girdi.

Çantacı Necmi ağabey bir sohbetinde esnafları dolaştığından ve hatır sorduğundan bahsediyor esnafların ise eyvahlar ettiğinden hiçbirinin şükür demediğinden bahsediyordu. Tam olarak hatırlayamadım hatırlayan varsa aktarabilir mi?
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

DÖRDÜNCÜ REŞHA:
Bak, öyle bir ziyâ-i hakikat neşreder ki, eğer onun o nurânî daire-i hakikat-i irşâdından hariç bir sûrette kâinata baksan, elbette kâinatın şeklini bir mâtemhâne-i umumi hükmünde ve mevcudâtı birbirine ecnebî, belki düşman ve câmidâtı dehşetli cenazeler ve bütün zevi'l-hayatı zevâl ve firâkın sillesiyle ağlayan yetimler hükmünde görürsün.


Şimdi bak, onun neşrettiği nur ile, mâtemhâne-i umumi, şevk u cezbe içinde bir zikirhâneye inkılâb etti. O ecnebî, düşman mevcudât, birer dost ve kardeş şekline girdi. O câmidât-ı meyyite-i sâmite, birer mûnis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı. Ve o ağlayıcı ve şekvâ edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir sûretine girdi.


Efendimiz aleyhissalatü vesselamın neşrettiği iman nuru olmazsa;


"Evet, gafletle sağımdaki geçmiş zamandan teselli almak için baktım. Fakat gördüm ki, dünkü gün, pederimin kabri; ve geçmiş zaman, ecdadımın bir mezar-ı ekberi suretinde göründü. Teselli yerine vahşet verdi.HAŞİYE-1

HAŞİYE-1 = İman, o vahşetli mezar-ı ekberi, ünsiyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-ı ahbap gösterir.

وَدَرْ چَپْ دِيدَمْ كِه: فَرْدَا قَبْرِ مَنْست

Sonra soldaki istikbale baktım, derman bulamadım. Belki yarınki gün, benim kabrim; ve istikbal ise, emsalimin ve nesl-i âtinin bir kabr-i ekberi suretinde görünüp, ünsiyet değil, belki vahşet verdi.HAŞİYE-2

HAŞİYE-2 = İman ve huzur-u iman, o dehşetli kabr-i ekberi, sevimli saadet saraylarında bir davet-i Rahmâniye gösterir.

وَإ ِيمْرُوزْ: تَابُوتِ جِسْمِ پُرْ اِضْطِرَابِ مَنْست

Soldan dahi hayır görünmediği için, hazır güne baktım. Gördüm ki, şu gün, güya bir tabuttur. Hareket-i mezbuhânede olan cismimin cenazesini taşıyor.HAŞİYE-1

HAŞİYE-1 = İman, o tabutu, bir ticaretgâh ve şaşaalı bir misafirhane gösterir.

بَرْ سَرِ عُمُرْ جَنَازَءِ مَنْ اِيسْتَادَه اَسْت

İşbu cihetten dahi devâ bulamadım. Sonra başımı kaldırıp şecere-i ömrümün başına baktım. Gördüm ki, o ağacın tek meyvesi benim cenazemdir ki, o ağacın üstünde duruyor, bana bakıyor.HAŞİYE-2

HAŞİYE-2 = İman, o ağacın meyvesini cenaze değil, belki ebedî hayata mazhar ve ebedî saadete namzet olan ruhumun eskimiş yuvasından yıldızlarda gezmek için çıktığını gösterir.

دَرْ قَدَمْ: آبِ خَاكِ خِلْقَتِ مَنْ وَخَاكِسْتَرِ عِظَامِ مَنْ اَستْ

O cihetten dahi meyus olup başımı aşağıya eğdim. Baktım ki, aşağıda, ayak altında, kemiklerimin toprağı ile mebde-i hilkatimin toprağı birbirine karışmış gördüm. Derman değil, derdime dert kattı.HAŞİYE-3

HAŞİYE-3 = İman, o toprağı, rahmet kapısı ve Cennet salonunun perdesi olduğunu gösterir.

چُونْ دَرْ پَسْ مِينِكَرَمْ، بِينَمْ: اِيْن دُنْيَاءِ بِى بُنْيَادْ هِيچْ دَرْ هِيچَسْت

Ondan dahi nazarı çevirip arkama baktım. Gördüm ki, esassız, fâni bir dünya, hiçlik derelerinde ve adem zulümatında yuvarlanıp gidiyor. Derdime merhem değil, belki vahşet ve dehşet zehrini ilâve etti.HAŞİYE-4

HAŞİYE-4 = İman, o zulümatta yuvarlanan dünyayı, vazifesi bitmiş, mânâsını ifade etmiş, neticelerini kendine bedel vücutta bırakmış mektubât-ı Samedâniye ve sahâif-i nukuş-u Sübhâniye olduğunu gösterir.

وَدَرْ پِيشْ: اَنْدَازَءِ نَظَرْ مِيكُنَمْ، دَرِ قَبِرْ كُشَادَه اَسْت

وَرَاهِ اَبَدْ بَدُورِدِرَازْ بَدِيدَارسْت

Onda dahi hayır görmediğim için ön tarafıma, ileriye nazarımı gönderdim. Gördüm ki, kabir kapısı yolumun başında açık görünüp, onun arkasında ebede giden cadde, uzaktan uzağa nazara çarpıyor.HAŞİYE-5

HAŞİYE-5 = İman, o kabir kapısını âlem-i nur kapısı ve o yol dahi saadet-i ebediye yolu olduğunu gösterdiğinden, dertlerime hem derman, hem merhem olur.

مَرَا جُزْ جُزْءِ اِخْتِيَارِى چِيزِى نِيسْت دَرْ دَسْت

İşte şu altı cihette ünsiyet ve teselli değil, belki dehşet ve vahşet aldığım onlara mukabil, benim elimde bir cüz-i ihtiyarîden başka hiçbir şey yoktur ki, ona dayanıp onunla mukabele edeyim.HAŞİYE-1

HAŞİYE-1 = İman, o cüz-i lâyetecezzâ hükmündeki cüz-ü ihtiyarî yerine, gayr-ı mütenâhi bir kudrete istinad etmek için bir vesika verir. Ve belki iman bir vesikadır.


كِه اوُجُزْءْ هَمْ عَاجِزْ، هَمْ كُوتَاهُ، وَهَمْ كَمْ عَيَارَاسْت

Halbuki o cüz-i ihtiyarî denilen silâh-ı insanî hem âciz, hem kısadır. Hem ayarı noksandır. İcad edemez. Kisbden başka hiçbir şey elinden gelmez.HAŞİYE-2

HAŞİYE-2 = İman, o cüz-i ihtiyarîyi, Allah namına istimal ettirip, her şeye karşı kâfi getirir. Bir askerin cüzî kuvvetini devlet hesabına istimal ettiği vakit, binler kuvvetinden fazla işler görmesi gibi...

نَه دَرْ مَاضِى مَجَالِ حُلُولْ، نَه دَرْ مُسْتَقْبَلْ مَدَارِ نُفُوذَاسْت

Ne geçmiş zamana hulûl edebilir, ne de gelecek zamana nüfuz edebilir. Mazi ve müstakbele ait emellerime ve elemlerime faidesi yoktur.HAŞİYE-3

HAŞİYE-3 = İman, dizginini cism-i hayvanînin elinden alıp kalbe, ruha teslim ettiği için, maziye nüfuz ve müstakbele hulûl edebilir. Çünkü kalb ve ruhun daire-i hayatı geniştir.

مَيْدَانِ أُو إِينْ زَمَانِ حَالْ، وَيَكْ آنِ سَيَّالَسْت

O cüz-i ihtiyarînin meydan-ı cevelânı, kısacık şu zaman-ı hazır ve bir ân-ı seyyaldir.

بَا إِينَ هَمَه فَقْرَهَا وَضَعْفَهَا، قَلَمِ قُدْرَتِ تُو آشِكَارَه

نُوِشْتَه اَسْت، “دَرْ فِطْرَتِ مَا”: مَيْلِ اَبَدْ وَاَمَلِ سَرْمَدْ

İşte, şu bütün ihtiyaçlarımla ve zayıflığımla ve fakr ve aczimle beraber, altı cihetten gelen dehşetler ve vahşetlerle perişan bir halde iken, kalem-i kudretle sahife-i fıtratımda ebede uzanan arzular ve sermede yayılan emeller âşikâre bir surette yazılmıştır, mahiyetimde derc edilmiştir."

On Yedinci Söz

 

akna

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

"Eğer kâinattan risalet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur’ân gitse, kâinat divâne olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak." (Onuncu. Söz, Zeylin İkinci Parçası)
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

DÖRDÜNCÜ REŞHA:
Bak, öyle bir ziyâ-i hakikat neşreder ki, eğer onun o nurânî daire-i hakikat-i irşâdından hariç bir sûrette kâinata baksan, elbette kâinatın şeklini bir mâtemhâne-i umumi hükmünde ve mevcudâtı birbirine ecnebî, belki düşman ve câmidâtı dehşetli cenazeler ve bütün zevi'l-hayatı zevâl ve firâkın sillesiyle ağlayan yetimler hükmünde görürsün.



Şimdi bak, onun neşrettiği nur ile, mâtemhâne-i umumi, şevk u cezbe içinde bir zikirhâneye inkılâb etti. O ecnebî, düşman mevcudât, birer dost ve kardeş şekline girdi. O câmidât-ı meyyite-i sâmite, birer mûnis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı. Ve o ağlayıcı ve şekvâ edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir sûretine girdi.


İşte Açıklaması;

İkinci Söz
besmele.jpg

اَلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ
blank.gif
1
İMANDA ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:
Bir vakit iki adam hem keyif, hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbin talihsiz bir tarafa, diğeri hüdâbin bahtiyar diğer tarafa sülûk eder, giderler.
Hodbin adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan, bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. Bakar ki, her yerde âciz bîçâreler, zorba müthiş adamların ellerinden ve tahribatlarından vâveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazin, elîm bir hali görür. Bütün memleket bir matemhane-i umumî şeklini almış. Kendisi şu elîm ve muzlim haleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünkü herkes ona düşman ve ecnebî görünüyor. Ve ortalıkta dahi müthiş cenazeleri ve meyusâne ağlayan yetimleri görür. Vicdanı azap içinde kalır.
Diğeri hüdâbin, hüdâperest ve hak-endiş, güzel ahlâklı idi ki, nazarında pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor: her tarafta bir sürur, bir şehrâyin, bir cezbe ve neş’e içinde zikirhaneler... Herkes ona dost ve akraba görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor. Evvelki bedbahtın
hem kendi, hem umum halkın elemiyle müteellim olmasına bedel, şu bahtiyar, hem kendi, hem umum halkın süruruyla mesrur ve müferrah olur. Hem güzelce bir ticaret eline geçer, Allah’a şükreder.
Sonra döner, öteki adama rast gelir. Halini anlar. Ona der:
“Yahu, sen divane olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler zahirine aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisâtı soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al, kalbini temizleta şu musibetli perde senin nazarından kalksın, hakikati görebilesin. Zira nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyetperver, muktedir, intizam perver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği surette olamaz.”
Sonra o bedbahtın aklı başına gelir, nedamet eder. “Evet, ben işretten divane olmuştum. Allah senden razı olsun ki cehennemî bir haletten beni kurtardın” der.
Ey nefsim! Bil ki, evvelki adam, kâfirdir. Veya fâsık, gafildir. Şu dünya, onun nazarında bir matemhane-i umumiyedir. Bütün zîhayat, firak ve zevâl sillesiyle ağlayan yetimlerdir. Hayvan ve insan ise, ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük mevcudat, ruhsuz, müthiş cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi çok elîm, ezici, dehşetli evham, küfründen ve dalâletinden neş’et edip onu mânen tâzip eder.
Diğer adam ise, mü’mindir. Cenâb-ı Hâlıkı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu dünya bir zikirhane-i Rahmân, bir talimgâh-ı beşer ve hayvan, ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır. Bütün vefiyât-ı hayvaniye ve insaniye ise, terhisattır. Vazife-i hayatını bitirenler, bu dâr-ı fâniden, mânen mesrurâne, dağdağasız diğer bir âleme giderlerta yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar. Bütün
tevellüdât-ı hayvaniye ve insaniye ise, ahz-ı askere, silâh altına, vazife başına gelmektir. Bütün zîhayat, birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakim memnun memurlardır. Bütün sadâlar ise, ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş’esinden neş’et eden nağamattır. Bütün mevcudat, o mü’minin nazarında, Seyyid-i Kerîminin ve Mâlik-i Rahîminin birer mûnis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır. Daha bunun gibi pek çok lâtif, ulvî ve leziz, tatlı hakikatler, imanından tecellî eder, tezahür eder.
Demek iman bir mânevî tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor.
Demek selâmet ve emniyet yalnız İslâmiyette ve imandadır. Öyle ise biz daima “Elhamdü lillâhi alâ dini’l-İslâm ve kemâli’l-îman”
blank.gif
1
demeliyiz.(erisale.com)

 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

4.Reşhanın Başka Açıklaması;

Yirmi Dokuzuncu Lem’adan
İkinci Bab
Bu İkinci Bab, “Elhamdü lillâh” hakkındadır.
blank.gif
2
İkinci Bab ile tâbir edilen şu risalecikte “Elhamdü lillâh” cümlesini insanlara dedirten imanın sonsuz fayda ve nurlarından, yalnız dokuz tane beyan edilecektir.
besmele.jpg
Birinci nokta:
Evvelâ iki şey ihtar edilecektir.
1. Felsefe, herşeyi çirkin, korkunç gösteren siyah bir gözlüktür. İman ise, herşeyi güzel, ünsiyetli gösteren şeffaf, berrak, nuranî bir gözlüktür.
2. Bütün mahlûkatla alâkadar ve herşeyle bir nevi alışverişi olan ve kendisini abluka eden şeylerle lâfzan ve mânen görüşmek, konuşmak, komşuluk etmeye hilkaten mecbur olan insanın sağ, sol, ön, arka, alt, üst olmak üzere altı ciheti vardır.
İnsan, mezkûr iki gözlüğü gözüne takmakla, mezkûr cihetlerde bulunan mahlûkatı, ahvâli görebilir.
Sağ cihet: Bu cihetten maksat, geçmiş zamandır. Binaenaleyh, felsefe gözlüğü ile sağ cihete bakıldığı zaman, mâzi ülkesinin kıyameti kopmuş, altı üstüne çevrilmiş, karanlıklı, korkunç, büyük bir mezaristanı andıran bir şekilde görünecektir. Ve bu görünüşte insan pek büyük bir dehşete, vahşete, meyusiyete maruz kaldığında şüphe yoktur.
Fakat iman gözlüğüyle o cihete bakıldığı zaman, hakikaten o ülkenin altı üstüne çevrilmiş bir şekilde görünürse de, fakat can telefi yoktur. Mürettebatı, sâkinleri daha güzel, nuranî bir âleme nakledilmiş oldukları anlaşılıyor. Ve o kabirler, çukurlar da, nuranî bir âleme girmek için kazılan yeraltı tünelleri şeklinde telâkki
edilecektir. Demek imanın insanlara verdiği sürur, ferahlık, itmi’nan, inşirah, binlerce “Elhamdü lillâh” dedirten bir nimettir.
Sol cihet: Yani, gelecek zamana, felsefe gözlüğü ile bakıldığı zaman, bizleri çürütecek, yılan ve akreplere yedirip imha edecek, zulümatlı, korkunç, büyük bir kabir şeklinde görünecektir.
Fakat iman gözlüğüyle bakılırsa, Cenâb-ı Hakkın, Hâlık, Rahmân, Rahîmin insanlara ihzar ettiği çeşit çeşit nefis, leziz, me’külât ve meşrubata zarf olan bir mâide ve bir sofra-i Rahmânî şeklinde görünecektir. Ve binlerce “Elhamdü lillâh” okutturarak tekrar ettirecektir.
Üst cihet: Yani, semâvât cihetine felsefe ile bakan bir adam, şu sonsuz boşlukta, milyarlarca yıldız ve kürelerin at koşusu gibi veya askerî bir manevra gibi yaptıkları pek sür’atli ve muhtelif hareketlerinden büyük bir dehşete, vahşete, korkuya mâruz kalacaktır.
Fakat imanlı bir adam baktığı vakit o garip, acip manevranın bir kumandanın emri ile nezareti altında yapıldığı gibi, semâvât âlemini tezyin eden ve o yıldızların bize de ziyadar kandiller şeklinde olduklarını görecek ve o atlar koşusunda korku, dehşet değil, ünsiyet ve muhabbet edecektir. Âlem-i semâvâtı şöylece tasvir eden iman nimetine elbette binlerce “Elhamdü lillâh” söylemek azdır.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

Alt cihet: Yani, arz âlemine felsefe gözüyle bakan insan, küre-i arzı başıboş, yularsız, şemsin etrafında serseri gezen bir hayvan gibi veya tahtası kırık, kaptansız bir kayık gibi görür ve dehşete, telâşa düşer.
Fakat iman ile bakarsa, arzın Rahmânî bir sefine olup, Allah’ın kumandası altında bütün me’külât, meşrubat, melbûsatıyla beraber, nev-i beşeri tenezzüh için şemsin etrafında gezdiren bir sefine şeklinde görür. Ve imandan neş’et eden şu büyük nimete büyük büyük elhamdü lillâh’ları söylemeye başlar.
Ön cihet: Felsefeci bir adam bu cihete bakarsa görür ki, bütün canlı mahlûkat—insan olsun, hayvan olsun—kàfile-bekàfile, büyük bir sür’atle o cihete gidip
kaybolurlar. Yani, ademe gider, yok olurlar. Kendisinin de o yolun yolcusu olduğunu bildiğinden, teessüründen çıldıracak bir hale gelir.
Fakat iman nazarıyla bakan bir mü’min, insanların o cihete gidişleri, seyahatleri adem âlemine değil, göçebeler gibi bir yayladan bir yaylaya bir intikaldir. Ve fâni menzilden bâki menzile, hizmet çiftliğinden ücret dairesine, zahmetler memleketinden rahmetler memleketine göç etmek olup, adem âlemine gitmek değil diye bu ciheti memnuniyetle karşılar. Fakat yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler netice itibarıyla saadetlerdir. Çünkü, nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir. Meselâ, Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur.
Ve kezâ, rahm-ı mâderden dünyaya gelen çocuk, mâhut tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya saadetine nâil oluyor.
Arka cihet: Yani geride gelenlere felsefe nazarıyla bakılsa, “Yâhu, bunlar nereden nereye gidiyorlar ve niçin dünya memleketine gelmişlerdir?” diye edilen suale bir cevap alınamadığından, tabiî, hayret ve tereddüt azabı içinde kalınır.
Fakat nur-u iman gözlüğüyle bakarsa, insanların kâinat sergisinde teşhir edilen garip, acip kudretin mu’cizelerini görmek ve mütalâa etmek için Sultan-ı Ezelî tarafından gönderilmiş mütalâacı olduklarını anlar.
Ve bunlar o mu’cizenin derece-i kıymet ve azametine ve Sultan-ı Ezelînin azametine derece-i delâletlerine kesb-i vukuf ettikleri nisbetinde derece ve numara aldıktan sonra, yine Sultan-ı Ezelînin memleketine dönüp gideceklerini anlar ve bu anlayış nimetini kendisine îras eden iman nimetine “Elhamdü lillâh” diyecektir.
Mezkûr zulmetleri izale eden iman nimetine “Elhamdü lillâh” diye edilen hamd dahi bir nimet olduğundan, ona da bir hamd lâzımdır. Bu ikinci hamd’e de üçüncü bir hamd, üçüncüye dördüncü hamd lâzım.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz


BEŞİNCİ REŞHA:Hem o nur ile(İMANLA BAKMAKLA,İMANLA DÜŞÜNMEKLE,MANAYI HARFİ İLE YANİ ALLAH NAMINA BAKMAKLA,DÜŞÜNMEKLE);

kâinattaki harekât, tenevvüât(TÜRLÜ TÜRLÜ OLMALAR), tebeddülât(DEĞİŞMELER), tegayyürât,(HALDEN HALE GİRME)
mânâsızlıktan ve abesiyetten FAYDASIZ BOŞ OLMA,LÜZUMSUZ OLMA)ve tesadüf(RASTGELE,KENDİ KENDİNE OLMUŞ GİBİ) oyuncaklığından çıkıp,

birer mektubât-ı Rabbâniye(ALLAHIN TERBİYE ETTİĞİ MEKTUPLAR,VARLIKLAR),
birer sahife-i âyât-ı tekviniye,(KAİNATIN YARATILIŞ AYETLERİNİN SAYFASI)

birer merâyâ-i esmâ-i İlâhiye (ALLAHIN İSİMLERİNİN AYNASI9

ve âlem dahi birer kitâb-ı hikmet-i Samedâniye(EBEDİYETE AİT HİKMET KİTABI) mertebesine çıktılar.


Hem, insanı bütün hayvanâtın mâdununa(AŞAĞISINA)

düşüren hadsiz zaaf ve aczi(GÜÇSÜZLÜĞÜ), fakr(FAKİRLİĞİ) ve ihtiyacâtı ve bütün hayvanlardan daha bedbaht (KÖTÜ)eden, vâsıta-i nakl-i hüzün (HÜZÜNLERİ NAKLETMEYE VASITA,ARAÇ )ve elem (ACI) ve gam (KEDER) olan aklı o nur ile nurlandığı vakit(ALLAH NAMINA BAKTIĞI,DÜŞÜNDÜĞÜ VAKİT)

, insan bütün hayvanât, bütün mahlûkat üstüne çıkar.


O nurlanmış acz, fakr, akılla niyaz ile nâzenin (NAZLI) bir sultan ve fîzâr (AĞLAYIP İNLEMEK) ile nazdar(NAZLI) bir halîfe-i zemin (YERİN HALİFESİ) olur.

Demek, o nur olmazsa(ALLAH RESULUNUN ANLATTIĞI İMAN VE HAKİKATLARI OLMAZSA)

, kâinat da, insan da, hattâ herşey dahi hiçe iner.

Evet, elbette böyle bedî (EŞSİZ) bir kâinatta, böyle bir zât lâzımdır;

yoksa, kâinat ve eflâk(ALEMLER) olmamalıdır.

Alt cihet: Yani, arz âlemine felsefe gözüyle bakan insan, küre-i arzı başıboş, yularsız, şemsin etrafında serseri gezen bir hayvan gibi veya tahtası kırık, kaptansız bir kayık gibi görür ve dehşete, telâşa düşer.
Fakat iman ile bakarsa, arzın Rahmânî bir sefine olup, Allah’ın kumandası altında bütün me’külât, meşrubat, melbûsatıyla beraber, nev-i beşeri tenezzüh için şemsin etrafında gezdiren bir sefine şeklinde görür. Ve imandan neş’et eden şu büyük nimete büyük büyük elhamdü lillâh’ları söylemeye başlar.
Ön cihet: Felsefeci bir adam bu cihete bakarsa görür ki, bütün canlı mahlûkat—insan olsun, hayvan olsun—kàfile-bekàfile, büyük bir sür’atle o cihete gidip

kaybolurlar. Yani, ademe gider, yok olurlar. Kendisinin de o yolun yolcusu olduğunu bildiğinden, teessüründen çıldıracak bir hale gelir.
Fakat iman nazarıyla bakan bir mü’min, insanların o cihete gidişleri, seyahatleri adem âlemine değil, göçebeler gibi bir yayladan bir yaylaya bir intikaldir. Ve fâni menzilden bâki menzile, hizmet çiftliğinden ücret dairesine, zahmetler memleketinden rahmetler memleketine göç etmek olup, adem âlemine gitmek değil diye bu ciheti memnuniyetle karşılar. Fakat yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler netice itibarıyla saadetlerdir. Çünkü, nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir. Meselâ, Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur.
Ve kezâ, rahm-ı mâderden dünyaya gelen çocuk, mâhut tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya saadetine nâil oluyor.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

ÜÇÜNCÜ REŞHA:

Eğer istersen gel Asr-ı Saadet'e, Ceziret-ül Arab'a (ARAP YARIMADASINA)gideriz.

Hayâlen olsun onu vazife başında görüp ziyaret ederiz.

İşte bak: Hüsn-ü sîret(GÜZEL AHLAKLI) ve cemâl-i sûret(GÜZEL YÜZÜ) ile mümtaz(ÜSTÜN,SEÇKİN) bir zâtı görüyoruz ki;

elinde mu'ciznümâ(MUCİZE GÖSTEREN) bir kitab(KUR ANI KERİM), lisanında(DİLİNDE) hakaik-âşina(HAKİKATLARI AÇIKLAYAN) bir hitab,

bütün benî-Âdeme(ADEM OĞULLARINA), belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcûdata(VARLIKLARA) karşı bir hutbe-i ezeliyeyi(EZELİ HUTBEYİ YANİ KURANI KERİMİ) tebliğ ediyor.

Sırr-ı hilkat-ı âlem(ALEMİN YARATILIŞININ SIRRI) olan muamma-i acîbânesini (ACİP ANLAŞILMAZLIĞINI) hal ve şerh edip(AÇIKLAYIP) ve sırr-ı kâinat(KAİNATIN SIRRI) olan tılsım-ı muğlâkını (ANLAŞILMAZ GİZLİ SIRRINI) fetih(AÇARAK) ve keşfederek, bütün mevcûdâttan sorulan, bütün ukûlü (AKILLARI) hayret içinde meşgul eden üç müşkil ve müdhiş sual-i azîm(BÜYÜK SORU) olan

"Necisin?

Nereden geliyorsun?

Nereye gidiyorsun?" suallerine mukni(İKNA EDİCİ), makbul cevab verir.

Arka cihet: Yani geride gelenlere felsefe nazarıyla bakılsa, “Yâhu, bunlar nereden nereye gidiyorlar ve niçin dünya memleketine gelmişlerdir?” diye edilen suale bir cevap alınamadığından, tabiî, hayret ve tereddüt azabı içinde kalınır.
Fakat nur-u iman gözlüğüyle bakarsa, insanların kâinat sergisinde teşhir edilen garip, acip kudretin mu’cizelerini görmek ve mütalâa etmek için Sultan-ı Ezelî tarafından gönderilmiş mütalâacı olduklarını anlar.

Ve bunlar o mu’cizenin derece-i kıymet ve azametine ve Sultan-ı Ezelînin azametine derece-i delâletlerine kesb-i vukuf ettikleri nisbetinde derece ve numara aldıktan sonra, yine Sultan-ı Ezelînin memleketine dönüp gideceklerini anlar ve bu anlayış nimetini kendisine îras eden iman nimetine “Elhamdü lillâh” diyecektir.
 

akna

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

Hem o nur ile, kâinattaki harekât, tenevvüat, tebeddülât, tagayyürat, mânâsızlıktan ve abesiyetten ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp, birer mektubat-ı Rabbâniye, birer sahife-i âyât-ı tekvîniye, birer merâyâ-yı esmâ-i İlâhiye ve âlem dahi bir kitab-ı hikmet-i Samedâniye mertebesine çıktılar.

burada kast edilen NUR genel olarak iman nuru değilde, Efendimiz asm'ın Nur'u değilmidir ?
gerçi aynı kapıya çıkar ama, ifade edilmek istenen sonuç farklılaşabilir
mesela elimizde çok güzel ve kullanışlı bir alet var ama biz nasıl kullanmamız gerektiğini bilmiyoruz
o zaman o alet bir işe yarar mı?
kainatta öyle, Rabbimizi bize tanıttıran 3 büyük unsurdan biri ama nasıl bakmamız gerektiğini kendiliğimizden bilemeyiz
Efendimiz asm ise bize kainat kitabını nasıl okuyacağımızı tarif eder, yollar gösterir
O'nun asm anlatımı ile, gösterdiği yollar ile, yaşantısından alacağımız örnekler ile, kainata nasıl bakmamız gerektiğini öğrenebiliriz
bize abes gelen herşey, O'nun asm sayesinde anlam ve değer kazanır

evet mevcudat sürekli hareket halindedir
herşeyde sürekli bir döngü vardır
değişim vardır, tazelenme yenilenme vardır
en küçük zerreden en büyük seyyara kadar bu böyledir
işte Efendimiz asm ile bütün bu işleyişler anlam kazanır
çünkü O asm tüm bunların tesadüf olamayacağını anlatır, ispat eder
bütün mevcudatı ve işleyişlerini Rabbimizi tanımak ve sevmek için nasıl okuyacağımızı anlatır
hepsinin ayrı ayrı Cenab-ı Hakk'ın isim ve sıfatlarına ayna olduklarını anlatır
yani aslında herşey O'nun varlığı ile değer kazanır

konuyu dağıtmak istemem ama
son olarak eklemek istediğim bişey daha var
Sünnet deyince aklımıza hep Efendimiz asm'ın yemesi, içmesi, yatması, kalkması... gibi olağan fıtri halleri gelir
elbetteki adi işleri ibadete çevirmek için bunlara ehemmiyet vermek gerekir
lakin en önemli sünnetlerden olan TEFEKKÜR'ü hep atlıyoruz
Efendimiz asm her an Cenab-ı Hakk'ı (cc) düşünür
baktığı herşeyde isim ve sıfatlarını görür, hikmetlerini anlar ve anlatırmış
bugün kainat kitabı okunabiliyorsa O'nun asm tefekkürü sayesindedir
inşaallah bu sünnete yapışanlardan oluruz
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

burada kast edilen NUR genel olarak iman nuru değilde, Efendimiz asm'ın Nur'u değilmidir ?

Hem o nur ile(İMANLA BAKMAKLA,İMANLA DÜŞÜNMEKLE,MANAYI HARFİ İLE YANİ ALLAH NAMINA BAKMAKLA,DÜŞÜNMEKLE); Bu manadadır,çünkü cümleyi dikkatle okuduğumuzda,Allah namına bakmakla kainat başıboşluktan kurtuluyor,Allahın sanatı ,mektubu derecesine geliyor.

Bilmem anlatabildim mi akna kardeşim.zaten senin anlattıklarında bu manaya geliyor değil mi?

yoksa yine yanlış mı?anlattım.

düzeltebilirsiniz kardeşlerim.
 

akna

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

burada kast edilen NUR genel olarak iman nuru değilde, Efendimiz asm'ın Nur'u değilmidir ?

Hem o nur ile(İMANLA BAKMAKLA,İMANLA DÜŞÜNMEKLE,MANAYI HARFİ İLE YANİ ALLAH NAMINA BAKMAKLA,DÜŞÜNMEKLE); Bu manadadır,çünkü cümleyi dikkatle okuduğumuzda,Allah namına bakmakla kainat başıboşluktan kurtuluyor,Allahın sanatı ,mektubu derecesine geliyor.

Bilmem anlatabildim mi akna kardeşim.zaten senin anlattıklarında bu manaya geliyor değil mi?

yoksa yine yanlış mı?anlattım.

düzeltebilirsiniz kardeşlerim.


estağfirullah yanlış anlattığınızı düşündüğüm için değil
ben yanlış düşünebileceğim için sordum
birde şu var ki;
sizinde çok iyi bildiğiniz gibi Risale-i Nur'da bir cümlenin yada ifadenin tek bir anlamı yoktur
bizlerde mütalaa etmeye bu nedenle ehemmiyet veriyoruz
herkes okuduğu yerden kendi bakış açısına göre anlam çıkardığı için
böyle paylaşımlar hem nazarımızı genişletiyor
hem hatalarımızı farkettiriyor
ayrıca çok haklısınız hocam ikiside konunun neticesini değiştirmiyor
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

akna kardeşim sen doğru anlıyorsun,

paylaşımların güzel,

incelikleri de yakalıyorsun.

ama yorumların ve yazmaların,bizim yorumlarımıza ve yazım tarzına çok benziyor ..

değil mi?

her neyse...nerde kalmıştık.

6.reşha da ..devam inşaallah.
 

ademyakup

Well-known member
Cevap: Risale Analizi: Kainatın Efendisini (asm) Okuyoruz

ALTINCI REŞHA
İşte, o zat, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi, bir rahmet-i bînihâyenin kâşifi ve ilâncısı ve saltanat-ı Rububiyetin mehâsininin dellâlı, seyircisi ve künûz-u esmâ-i İlâhiyenin keşşâfı, göstericisi olduğundan, böyle baksan-yani ubûdiyeti cihetiyle-onu bir misal-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir şeref-i insaniyet, en nuranî bir semere-i şecere-i hilkat göreceksin. Şöyle baksan—yani risaleti cihetiyle—bir burhan-ı hak, bir sirac-ı hakikat, bir şems-i hidayet, bir vesile-i saadet görürsün.
İşte, bak: Nasıl berk-i hâtıf gibi, onun nuru şarktan garbı tuttu. Ve nısf-ı arz ve hums-u beşer, onun hediye-i hidayetini kabul edip hırz-ı can etti. Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki, böyle bir zâtın bütün dâvâlarının esası olan Lâ ilâhe illâllah’ı, bütün meratibiyle beraber kabul etmesin?
 
Üst