İbadet ve Tevhid Bahsi

Huseyni

Müdavim

﴿
يَاۤ اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِى خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلأَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاۤءَ بِنَاۤءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَاۤءِ مَاۤءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَكُمْ فَلاَ تَجْعَلُوا ِاللهِ اَنْدَادًا وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
blank.gif
1


Yani, “Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takvâ mertebesine vâsıl olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki, arzı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semâdan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve sair gıdaları çıkartsın. Öyleyse, Allah’a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah’tan başka mâbud ve hâlıkınız yoktur.”


Mukaddeme

Akaidî ve imanî hükümleri kavî ve sabit kılmakla meleke haline getiren, ancak ibadettir. Evet, Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hale, âlem-i İslâmın hâl-i hazırdaki vaziyeti şahittir.


Ve keza, ibadet, dünya ve âhiret saadetlerine vesile olduğu gibi, maaş ve maâde, yani dünya ve âhiret işlerini tanzime sebeptir ve şahsî ve nev’î kemâlâta vasıtadır ve Hâlık ile abd arasında pek yüksek bir nisbet ve şerefli bir rabıtadır.


[NOT]Dipnot-1 Bakara Sûresi, 2:21-22.[/NOT]

Hâlık: her şeyi yaratan AllahRab: her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
abd: köle, kulakaidî: inançla ilgili, iman esaslarıyla ilgili
arz: dünyahâl-i hazır: şimdiki hal
kavî: güçlü, kuvvetlikeza: bunun gibi
maaş: kazanma yeri ve zamanı; dünya hayatımaâd: dönüş, varış yeri, âhiret
meleke: alışkanlık, kabiliyetmisil: eş, benzer
mukaddeme: başlangıç, girişmâbud: kendisine kulluk edilen
nehiy: yasak nev'î kemâlât: mükemelliklerin, faziletlerin türü, çeşiti
nisbet: bağrabıta: bağ
saadet: mutluluksair: diğer, başka
sema: göktakviye: güçlendirme
takvâ: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uymatanzim: düzenleme
terbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırmavasıta: araç, sebep
vâsıl olmak: ulaşmakâhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
âlem-i İslâm: İslâm âlemi, dünyasışerîk: ortak
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 194


İbadetin dünya saadetine vesile olduğunu izah eden cihetler:

Birisi: İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acip ve lâtif bir mizaç ile yaratılmıştır. O mizaç yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir. Meselâ, insan, en müntehap şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, ziynetli şeyleri arzu eder, insaniyete lâyık bir maişet ve bir şerefle yaşamak ister.

Şu meyillerin iktizası üzerine, yiyecek, giyecek ve sair hacetlerini istediği gibi, güzel bir şekilde tedarikinde çok san’atlara ihtiyacı vardır. O san’atlara vukufu olmadığından, ebnâ-yı cinsiyle teşrik-i mesai etmeye mecbur olur ki, herbirisi, semere-i sa’yiyle arkadaşına mübadele suretiyle yardımda bulunsun ve bu sayede ihtiyaçlarını tesviye edebilsinler.


Fakat insandaki kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye Sâni tarafından tahdit edilmediğinden ve insanın cüz-ü ihtiyarîsiyle terakkîsini temin etmek için bu kuvvetler başıboş bırakıldığından, muamelâtta zulüm ve tecavüzler vukua gelir. Bu tecavüzleri önlemek için, cemaat-i insaniye, çalışmalarının semerelerini mübadele etmekte adalete muhtaçtır.

Lâkin her ferdin aklı, adaleti idrakten âciz olduğundan, küllî bir akla ihtiyaç vardır ki, fertler, o küllî akıldan istifade etsinler. Öyle küllî bir akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun, ancak şeriattır.

Sonra, o şeriatın tesirini, icrasını, tatbikini temin edecek bir merci, bir sahip lâzımdır. O merci ve o sahip de ancak peygamberdir.

Peygamber olan zâtın da, zahiren ve bâtınen halka olan hâkimiyetini devam ettirmek için, maddî ve manevî bir ulviyete ve bir imtiyaza ihtiyacı olduğu gibi, Hâlık ile olan derece-i münasebet ve alâkasını göstermek için de bir delile ihtiyacı vardır. Böyle bir delil de ancak mu’cizelerdir.



Hâlık: her şeyi yaratan AllahSâni: herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
adalet: hak sahibine hakkını verme, haksızı terbiye etme ve cezalandırmabâtınen: içte (kalplerde ve gönüllerde)
cemaat-i insaniye: insan topluluklarıcihet: taraf, yön
cüz-ü ihtiyarî: insandaki seçim gücü, iradedelil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen gayeye ulaştıran şey
derece-i münasebet ve alâka: ilgi ve irtibat derecesiebna-yı cins: aynı cinsten olanlar, insanlar
hacet: ihtiyaçhâkimiyet: yöneticilik, hükümranlık
icra: yürütme, yerine getirmeidrak: anlamak, bilmek
iktiza: gerektirmeimtiyaz: üstünlük, farklılık, ayrıcalık
istifade: faydalanma, yararlanmaizah etmek: açıklamak
kuvve-i akliye: akıl duygusu; zararlı ve yararlı şeyleri ayırt etme duygusukuvve-i gadabiye: öfke duygusu; zararlı şeyleri defetme, uzaklaştırma duygusu
kuvve-i şeheviye: şehvet duygusu; yararlı şeyleri elde etme duygusuküllî: büyük, kapsamlı, fertleri içine alan
lâkin: fakat, amalâtif: ince, hoş, güzel
maişet: geçim, yaşayışmerci: başvurulacak yetkili makam
meyil: eğilim, istek, arzu mizaç: huy, tabiat, yaratılış
muamelât: karşılıklı davranışlar, ilişkilermu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey
mübadele: karşılıklı değiştirme, değişimmümtaz: seçkin, üstün
müntehap: seçilmiş, seçkinmüstesnâ: seçkin, benzeri olmayan
saadet: mutluluksair: diğer, başka
semere: meyve; netice, sonuçsemere-i sa’y: çalışmanın meyvesi, emek ürünü, neticesi
tahdit: sınırlama tatbik: uygulama
tedarik: elde etmetemin etmek: sağlamak
terakki: ilerleme, yükselmetesviye etme: ihtiyacı giderme, düzenleme, halletme
teşrik-i mesai: ortak çalışma, işbirliğiulviyet: yücelik
vuku: meydana gelme, olmavukuf: birşeyi etraflıca bilme, öğrenme
zahiren: dışta (insanlar üzerinde)ziynetli: süslü
âciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyenşeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî hükümlerin hepsi, İslâmiyet

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 195


Sonra, Cenâb-ı Hakkın emirlerine ve nehiylerine itaat ve inkıyadı tesis ve temin etmek için, Sâniin azametini zihinlerde tesbit etmeye ihtiyaç vardır. Bu tesbit de, ancak akaid ile, yani ahkâm-ı imaniyenin tecellîsiyle olur. İmanî hükümlerin takviye ve inkişaf ettirilmesi, ancak tekrar ile teceddüd eden ibadetle olur.

İkincisi: İbadet, fikirleri Sâni-i Hakîme çevirttirmek içindir. Abdin Sâni-i Hakîme olan teveccühü, itaat ve inkıyadını intaç eder. İtaat ve inkıyad ise, abdi intizam-ı ekmel altına idhal eder. Abdin intizam altına girmesiyle ve nizama ittibâ etmesiyle, hikmetin sırrı tahakkuk eder. Hikmet ise, kâinat sahifelerinde parlayan san’at nakışlarıyla tebarüz eder.


Üçüncüsü: İnsan, santral gibi, bütün hilkatın nizamlarına ve fıtratın kanunlarına ve kâinattaki nevâmis-i İlâhiyenin şualarına bir merkezdir. Binaenaleyh, insanın, o kanunlara intisap ve irtibat etmesi ve o namusların eteklerine yapışıp temessük etmesi lâzımdır ki, umumî cereyanı temin etsin. Ve tabakat-ı âlemde deveran eden dolapların hareketlerine muhalefetle o dolapların çarkları altında ezilmesin. Bu da, ancak o emir ve nevâhîden ibaret olan ibadetle olur.

Dördüncüsü: Emirleri imtisal, nehiylerden içtinap etmek sayesinde, bir fert, heyet-i içtimaiyede çok mertebelerle nisbet peyda eder ve alâkadar olur. Bilhassa ahkâm-ı diniye ve mesalih-i umumiye hususunda, bir fert, bir nevi hükmüne geçer. Yani, pek çok hukuklar, haysiyetler, irşadlar, tâlimler, ıslahlar gibi vazifeler, bir şahsa yüklenir. Eğer o emri imtisal, nevâhîden içtinap eden o şahıs olmasa, o vazifeler tamamen pâyimâl olur.

Beşincisi: İnsan, İslâmiyet sayesinde, ibadet saikasıyla bütün Müslümanlara karşı sabit bir münasebet peyda eder ve kavî bir irtibat ve bağlılık elde eder. Bunlar ise, sarsılmaz bir uhuvvete, hakikî bir muhabbete sebep olur. Zaten heyet-i içtimaiyenin kemâline ve terakkisine ilk ve en birinci basamaklar, uhuvvet ile muhabbettir.



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahSâni: herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
Sâni-i Hakîm: her şeyi hikmetle ve san’atlı bir şekilde yaratan Allahabd: köle, kul
ahkâm-ı diniye: dinin hükümleri, esaslarıahkâm-ı imaniye: iman esasları
akaid: inanç; iman esaslarıalâkadar: alâkalı, ilgili
azamet: büyüklük, yücelikbinaenaleyh: bundan dolayı
cereyan: akım, gidişatdeveran etme: dönme
fıtrat: yaratılışhakikî: gerçek
haysiyet: itibar, özellikheyet-i içtimâiye: toplumsal yapı, sosyal toplum
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması ve san’atlı yaratılmasıhilkat: yaratılış
imtisal: emre uyma, boyun eğmeinkişaf ettirme: geliştirme
inkıyad: boyun eğme, itaat etmeintaç etmek: sonuç vermek
intisap: bağlanma, mensup olmaintizam-ı ekmel: çok mükemmel düzen, disiplin
irtibat etme: bağlı olma, bağlanmairşad: doğru yolu gösterme
ithal etme: içine dahil etme, katma, sokmaittiba etmek: tabi olmak, uymak
içtinap etmek: kaçınmakkavî: güçlü, kuvvetli
kemâl: mükemmellik, olgunlukmesalih-i umumiye: genele ait menfaatlar, yararlar
muhabbet: sevgimuhalefet: aykırılık, zıtlık
münasebet: bağlantı, ilişkinehiy: yasaklama
nevi: çeşit, türnevâhî: yasaklar
nevâmis-i İlâhiye: Allah’ın kanunlarınisbet: bağ
nizam: düzen, kanunpeyda etmek: meydana gelmek. oluşmak
pâyimâl: çiğnenmiş, ayak altına alınmışsaika: sebep, sevk etme
tabakat-ı âlem: âlem tabakalarıtahakkuk: gerçekleşme
talim: öğretme, eğitmetebarüz etmek: ortaya çıkmak, görünmek
teceddüd: yenilenme, tazelenmetecellî: görünme, yansıma
temessük etmek: tutunmak, yapışmaktemin etmek: sağlamak
terakki: ilerleme, yükselmeteveccüh: yönelme
uhuvvet: kardeşlikumumî: genel
ıslah: düzeltme, iyileştirmeşua: ışık, parıltı

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 196


İbadetin şahsî kemâlâta sebep olduğunun izahı:

İnsan, cismen küçük, zayıf ve âciz olmakla beraber, hayvanattan addedildiği halde, pek yüksek bir ruhu taşıyor. Ve pek büyük bir istidada mâliktir. Ve hasredilmeyecek derecede meyilleri vardır. Ve gayr-ı mütenahi emeller sahibidir ve addedilemez fikirleri vardır. Ve gayr-ı mahdud şeheviye ve gadabiye gibi kuvveleri vardır. Ve öyle acaip bir yaratılışı vardır ki, sanki bütün envâ ve âlemlere fihriste olarak yaratılmıştır.


İşte, böyle bir insanın o yüksek ruhunu inbisat ettiren, ibadettir. İstidatlarını inkişaf ettiren, ibadettir. Meyillerini temyiz ve tenzih ettiren, ibadettir. Emellerini tahakkuk ettiren, ibadettir. Fikirlerini tevsi’ ve intizam altına alan, ibadettir. Şeheviye ve gadabiye kuvvelerini had altına alan, ibadettir. Zahirî ve bâtınî uzuvlarını ve duygularını kirleten tabiat paslarını izale eden, ibadettir. İnsanı, mukadder olan kemâlâtına yetiştiren, ibadettir. Abd ile Mâbud arasında en yüksek ve en lâtif olan nisbet, ancak ibadettir. Evet kemâlât-ı beşeriyenin en yükseği, şu nisbet ve münasebettir.

İhtar: İbadetin ruhu, ihlâstır. İhlâs ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.

Kur’ân-ı Kerim vakta ki يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا
blank.gif
1
…ilh. emriyle insanları ibadete dâvet etti; sanki lisan-ı hal ile “Niçin ibadet yapalım? İlleti nedir?” diye sorulan suali, Kur’ân-ı Kerim رَبَّكُمُ اَلَّذِى خَلَقَكُمْ
blank.gif
2
cümleleriyle cevaplandırmak üzere Sâniin vücud-u vahdetine dair burhanları zikretmeye başladı.


endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 “Ey insanlar! Rabbinize ibadet ediniz.” Bakara Sûresi, 2:21.
Dipnot-2 “Sizi yaratan Rabbinize.” Bakara Sûresi, 2:21.[/NOT]

Sâni: herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allahabd: köle, kul
addetmek: saymakburhan: sarsılmaz, mantıkî delil
bâtıl: boş, faydasızbâtınî: görünmeyen, iç
emel: arzu, istekenvâ: çeşitler, türler
fihriste: özet, özgadabiye: öfkeye ait
gayr-ı mahdud: sınırsızgayr-ı mütenahi: sonu olmayan, nihayetsiz
had altına alma: sınırlama, sınır içine almahasretmek: sınırlandırmak, ait kılmak; bir hükmü yalnızca bir şeye, veya bir şahsa vermek
hayvânât: hayvanlarhikmet: fayda, gaye
ihlâs: içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetmeihtar: hatırlatma, ikaz
illet: asıl sebep, maksatinbisat: genişleme, yayılma
inkişaf ettimek: açığa çıkarmak, geliştirmekintizam: düzen, tertip
istidad: kabiliyet, yetenekizale etmek: gidermek, ortadan kaldırmak
kemâlât: mükemellikler, faziletler, iyiliklerkemâlât-ı beşeriye: insana ait mükemmellikler, faziletler, iyilikler
kuvve: duygulisan-ı hal: hâl dili
lâtif: ince, hoş, güzelmeyil: eğilim, istek, arzu
mukadder: takdir olunmuş; belirlenmişmâbud: kendisine ibadet edilen
mâlik: sahipmünasebet: bağlantı, ilişki
müreccih: tercih ettiren sebepnisbet: bağ
tahakkuk ettirme: gerçekleştirmetemyiz: ayırıp üstün kılma
tenzih etmek: temizlemek, arındırmaktevsi’: genişletme, yayma
uzuv: organ, cihazvakta ki: ne vakit ki…, ne zaman ki
vücud-u vahdet: Allah’ın varlığı ve birliğizahirî: dış görünüşe ait
âciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyenşeheviye: şehvete ait

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 197


Mukaddeme

Ateşin dumana olan delâleti gibi, müessirden esere yapılan istidlâle “burhan-ı limmî” denildiği gibi; dumanın ateşe olan delâleti gibi eserden müessire olan istidlâle de “burhan-ı innî” denir. Burhan-ı innî, şüphelerden daha salimdir.


Bu âyetin, Sâniin vücut ve vahdetine işaret eden delillerinden biri de, inayet delilidir. Bu delil, kâinatı ve kâinatın eczasını ve envâını ihtilâlden, ihtilâftan, dağılmaktan kurtarıp bütün hususatını intizam altına almakla kâinata hayat veren nizamdan ibarettir. Bütün maslahatların, hikmetlerin, faidelerin, menfaatlerin menşei, bu nizamdır. Menfaatlerden, maslahatlardan bahseden bütün âyât-ı Kur’âniye, bu nizam üzerine yürüyor ve bu nizamın tecellîsine mazhardır. Binaenaleyh, bütün mesalihin, fevaidin ve menafiin mercii olan ve kâinata hayat veren bir nizam, elbette ve elbette bir Nâzımın vücuduna delâlet ettiği gibi, o Nâzımın kast ve hikmetine de delâlet etmekle, kör tesadüfün vehimlerini nefyeder.

Ey insan! Eğer senin fikrin, nazarın, şu yüksek nizamı bulmaktan âciz ise ve istikrâ-i tâm ile, yani umumî bir araştırma ile de o nizamı elde etmeye kàdir değilsen, insanların telâhuk-u efkâr denilen fikirlerinin birleşmesinden doğan ve nev-i beşerin havassı (duyguları) hükmünde olan fünun ile kâinata bak ve sahifelerini oku ki, akılları hayrette bırakan o yüksek nizamı göresin.

Evet, kâinatın herbir nev’ine dair bir fen teşekkül etmiş veya etmektedir. Fen ise kavaid-i külliyeden ibarettir. Kaidenin külliyeti ise, nizamın yüksekliğine ve güzelliğine delâlet eder. Zira nizamı olmayanın, külliyeti olamaz.



Nâzım: bütün kâinat ve varlık âlemini bir fayda ve gayeye göre düzenleyen AllahSâni: herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
binaenaleyh: bundan dolayı burhân-ı innî: hadiselerden kanunlara, neticelerden sebeplere, eserden eser sahibine giden delil; dumanın ateşe delil olması gibi
burhân-ı limmî: kanunlardan hadiselere, sebeplerden neticelere, eser sahibinden esere giden delil; ateşin dumana delil olması gibidelâlet: delil olma, işaret etme
ecza: cüzler; bütünü oluşturan parçalarenvâ: çeşitler, türler
fen: ilimfevâid: faydalar, faydalı şeyler
fünun: fenler, ilimlerhikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hususat: özellikler, durumlarihtilâf: ayrılık, uyuşmazlık
ihtilâl: ayaklanma, karışıklıkinayet delili: Alah’ın kâinata koyduğu nizam, intizam delili
intizam: düzen, tertipistidlâl: delil getirme, akıl yürütme
istikrâ-i tâm: tümevarım, endüksiyon; bir bütünü oluşturan parçaların hepsini inceleyerek o bütün hakkında hüküm vermekkaide: kural
kavaid-i külliye: bütün fertleri içine alan kapsamlı, genel kurallar, prensipler kâdir: gücü yeten, güçlü
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarkülliyet: bütün fertleri içine alma, kapsamlılık, genel olma
maslahat: fayda, yararmazhar: ayna, yansıma ve görünme yeri
menfaat: çıkar, fayda, yararmenâfi: yararlar, yararlı şeyler
menşe: esas, kaynak, kökmerci: kaynak
mesalih: maslahatlar, faydalarmukaddeme: önsöz, giriş
müessir: tesir eden, tesir sahibinazar: görüş, bakış
nefyetmek: reddetmeknev-i beşer: insanlar, insanlık türü
nev’i: çeşit, türnizam: düzen, kanun
salim: sağlam, noksansıztecellî: belirme, görünme, yansıma
telâhuk-u efkâr: fikirlerin birikimiteşekkül: oluşma, oluşum
umumî: genelvehim: kuruntu, varsayım
vücud: varlık, var oluşvücut ve vahdet: Allah’ın varlığı ve birliği
zira: çünküâciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyen
âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetleri

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 198


Meselâ, “Her âlimin başında beyaz bir amâme var.” Külliyetle söylenilen şu hüküm, ulema nev’inde intizamın bulunmasına bakar. Öyleyse, umumî bir teftiş neticesinde fünun-u kevniyeden herbirisi, kaidelerinin külliyetiyle kâinatta yüksek bir nizamın bulunmasına bir delildir. Ve herbir fen nurlu bir burhan olup, mevcudatın silsilelerinde salkımlar gibi asılıp sallanan maslahat semerelerini ve ahvalin değişmesinde gizli olan faideleri göstermekle Sâniin kast ve hikmetini ilân ediyorlar. Âdetâ vehim şeytanlarını tard etmek için herbir fen, birer necm-i sâkıptır. Yani, bâtıl vehimleri delip yakan birer yıldızdırlar.

Ey arkadaş! O nizamı bulmak için umum kâinatı araştırmaktansa, şu misale dikkat et, matlubun hasıl olur.


Gözle görünmeyen bir mikrop, bir hayvancık, küçüklüğüyle beraber pek ince ve garip bir makine-i İlâhiyeyi hâvidir. O makine mümkinattan olduğundan, vücut ve ademi, mütesavidir. İlletsiz vücuda gelmesi muhaldir. O makinenin bir illetten vücuda geldiği zarurîdir. O illet ise, esbab-ı tabiiye değildir. Çünkü o makinedeki ince nizam, bir ilim ve şuurun eseridir. Esbab-ı tabiiye ise, ilimsiz, şuursuz, camid şeylerdir. Akılları hayrette bırakan o ince makinenin esbab-ı tabiiyeden neş’et ettiğini iddia eden adam, esbabın herbir zerresine Eflâtun’un şuurunu, Calinos’un hikmetini itâ etmekle beraber, o zerrat arasında bir muhaberenin de mevcut olmasını itikad etmelidir. Bu ise, öyle bir safsata ve öyle bir hurafedir ki, meşhur sofestaîyi bile utandırıyor.

Maahaza, esbab-ı maddiyede esas ittihaz edilen kuvve-i câzibeyle kuvve-i dâfianın inkısama kabiliyeti olmayan bir cüz’de birlikte içtimaları iltizam edilmiştir.



Calinos: (bk. bilgiler)Eflâtun: (bk. bilgiler)
Sâni: herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allahadem: yokluk
ahvâl: haller, durumlar amâme: başa sarılan sarık
burhan: sarsılmaz ve güçlü olan kesin delilbâtıl: doğru olmayan, yalan, yanlış
câmid: donuk, cansızcüz’: parça
delil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şeyesbab: sebepler
esbab-ı maddiye: maddî sebepleresbab-ı tabiiye: tabiî, doğal sebepler
fünun-u kevniye: kâinatla ilgili bütün ilimlerhasıl olmak: oluşmak, meydana gelmek
hikmet: fayda, gaye; Allah’ın her şeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı; bilim, felsefehurafe: delile dayanmayan saçma inanış
hâvi: ihtiva eden, içine alanillet: var edip yok etme özelliği olan gerçek sebep
iltizam edilme: gerekli görülmeinkısam: bölünme, ayrılma
intizam: düzenlilik, tertipitikad etmek: inanmak
ittihaz etme: edinme, kabul etmeitâ etmek: vermek
içtima: toplanma, bir araya gelmekabiliyet: yetenek, kabul edilirlik
kaide: kuralkast: bilerek ve isteyerek yapma, maksat
kuvve-i câzibe: çekim gücü kuvve-i dâfia: itme gücü
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarkülliyet: bütün fertleri içine alma, kapsamlılık, genel olma
maahaza: bununla berabermakine-i İlâhiye: İlâhî makine
maslahat: faydamatlub: istek, arzu
mevcudat: varlıklarmevcut olma: var olma
misal: örnekmuhabere: haberleşme, iletişim
muhal: imkânsız, olması mümkün olmayanmümkinat: varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olup, varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olanlar
mütesavi: eşit, denknecm-i sâkıp: karanlığı delip geçen parlak yıldız
nev’: türneş’et etmek: meydana gelmek
nizam: düzen, kanunsafsata: yalan ve uydurma şey
semere: meyve, neticesilsile: sıra, dizi, zincir
sofestâî: Yaratıcıyı kabul etmemek için her şeyi, hatta kendini dahi inkâr eden felsefi ekole bağlı olan, septik kimsetard etmek: uzaklaştırmak, kovmak
teftiş: incelemeulema: âlimler
umum: genel, bütünumumî: genel
vehim: kuruntu, varsayım, zanvücuda gelmek: var olmak, meydana gelmek
vücut: varlıkzarurî: zorunlu, şüphesiz, kesin
zerrat: zerreler, atomlarzerre: atom, maddenin en küçük parçası
şuur: bilinç, anlayış, idrak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 199


Halbuki bunlar birbirlerine zıt olduklarından, içtimaları caiz değildir. Fakat, câzibe ve dâfia kanunlarından maksat, “âdetullah” ile tâbir edilen kavanin-i İlâhiye ise ve tabiatla tesmiye edilen şeriat-ı fıtriye ise, câizdir. Lâkin, kanunluktan tabiata, vücud-u zihnîden vücud-u haricîye, umur-u itibariyeden umur-u hakikiyeye, âlet olmaktan müessir olmaya çıkmamak şartıyla makbuldür. Aksi takdirde caiz değildir.


Ey arkadaş! Misal olarak gösterdiğim o küçük hurdebinî hayvancığın, yani mikrobun büyük fabrikasındaki nizam ve intizamı aklın ile gördüğün takdirde başını kaldır, kâinata bak. Emin ol ki, kâinatın vuzuh ve zuhuru nisbetinde, o yüksek nizamı, kâinatın sahifelerinde pek zahir ve okunaklı bir şekilde görüp okuyacaksın.


Ey arkadaş! Kâinatın sahifelerinde “delilü’l-inâye” ile anılan nizama ait âyetleri okuyamadıysan, sıfat-ı kelâmdan gelen Kur’ân-ı Azimüşşanın âyetlerine bak ki, insanları tefekküre dâvet eden bütün âyetleri, şu delilü’l-inâyeyi tavsiye ediyorlar. Ve nimetleri ve faideleri sayan âyetler dahi, delilü’l-inâye denilen o yüksek nizamın semerelerinden bahsediyorlar. Ezcümle, bahsinde bulunduğumuz şu âyet

اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلأَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاۤءَ بِنَاۤءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَاۤءِ مَاۤءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ
blank.gif
1


cümleleriyle, o nizamın faidelerini ve nimetlerini koparıp insanlara veriyorlar.


Delil-i İhtirâî: Mezkûr âyetin Sâniin vücut ve vahdetine işaret eden delillerinden


[NOT]Dipnot-1 “O Rabbiniz ki, yeryüzünü size bir döşek, gökyüzünü bir dam yaptı. Gökten de size bir su indirip onunla türlü meyvelerden ve mahsullerden size rızık çıkardı. “ Bakara Sûresi, 2:22.
[/NOT]

Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi büyük olan Kur’ânSâni: herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
caiz: sakıncasız, doğrucazibe: çekme
delil-i ihtirâî: kâinatta her bir varlığın kendinden beklenen neticeleri yerine getirebilecek şekilde kabiliyetlerine göre en üst derecede yoktan yaratılmasıdelilü'l-inâye: inayet delili; Allah’ın kâinata koyduğu intizam ve düzeni gösteren delil
dâfia: itmeezcümle: örneğin, meselâ
hurdebinî: gözle görülmeyecek kadar küçük, mikroskobik intizam: düzenlilik, tertip
içtima: toplanma, bir araya gelmekavânin-i İlâhiye: İlâhî kanunlar
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarlâkin: ama, fakat
makbul: kabul gören, geçerli mezkûr: anılan, bahsi geçen
misal: örnekmüessir olma: gerçek tesir sahibi olma
nisbet: bağnizam: düzen, kanun
semere: meyve, neticesıfat-ı kelâm: konuşma sıfatı
tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa, maddî âlemtefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme
tesmiye: isimlendirmetâbir etme: ifade etme, adlandırma
umur-u itibariye: göreceli işler; gerçekte olmadığı halde varlığı zihnen tasavvur edilen, varsayılan şeylerumûr-u hakikiye: hakiki işler; maddi âlemde gerçekliği bulunan şeyler, işler
vuzuh: açıklıkvücud-u haricî: bir şeyin fizik âleminde belirli bir vücut giyerek ortaya çıkması, görünmesi, maddî varlık
vücud-u zihnî: zihinsel varlık; bir şeyin sadece zihinde tasavvur edilen varlığıvücut ve vahdet: Allah’ın varlığı ve birliği
zahir: açıkzuhur: görünme, açıklık, ortada olma
âdetullah: Allah’ın tabiata koyduğu kanun ve prensiplerişeriat-ı fıtriye: Allah’ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların tabi olduğu kanunlar

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 200


biri de اَلَّذِى خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ
blank.gif
1
cümlesiyle işaret ettiği delil-i ihtirâîdir. Delil-i ihtirâînin hülâsası şöyle izah edilebilir:

Cenâb-ı Hak, hususî eserlerine menşe ve kendisine lâyık kemâlâtına mehaz olmak üzere her ferde ve her nev’e has ve müstakil bir vücut vermiştir. Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden hiçbir nevi yoktur. Çünkü bütün envâ, imkândan vücub dairesine çıkmamışlardır. Ve teselsülün de bâtıl olduğu meydandadır. Ve âlemde görünen şu tagayyür ve tebeddül ile bir kısım eşyanın hudûsu, yani yeni vücuda geldiği de gözle görünüyor. Bir kısmının da hudûsu, zaruret-i akliye ile sabittir. Demek, hiçbir şeyin ezeliyeti cihetine gidilemez.


Ve keza ilmü’l-hayvanat ve ilmü’n-nebatatta ispat edildiği gibi, envâın sayısı ikiyüzbine bâliğdir. Bu neviler için birer “âdem” ve birer evvel-baba lâzımdır. Bu evvel-babaların ve âdemlerin daire-i vücubda olmayıp ancak mümkinattan olduklarına nazaran, behemehal vasıtasız, kudret-i İlâhiyeden vücuda geldikleri zarurîdir. Çünkü bu nevilerin teselsülü, yani sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır. Ve bazı nevilerin başka nevilerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır. Çünkü, iki neviden doğan nevi, alelekser ya akîmdir veya nesli inkıtaa uğrar, tenasül ile bir silsilenin başı olamaz.

Hülâsa: Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei, en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir.

Evet, şuursuz, ihtiyarsız, camid, basit olan esbab-ı tabiiyenin bütün akılları hayrette bırakan o envâ silsilelerinin icadına kabiliyeti olduğu, daire-i imkândan hâriçtir.


[NOT]Dipnot-1 “Sizi ve sizden evvelkileri yaratan (Rabbinize).” Bakara Sûresi, 2:21.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahakîm: neticesiz, sonuçsuz
alelekser: çoğunluklabehemehal: ister istemez; mutlaka
beşeriyet: insanlıkbâliğ: erişen, ulaşan
bâtıl: gerçek dışı, yalan, yanlışcihet: yön, taraf
câmid: cansız, donukdaire-i imkân: bir şeyin var veya yok olabilme ihtimallerini içine alan daire, kâinat
daire-i vücub: hiç değişikliğe uğramayan, vasıflarının zıddı düşünülemeyen ve varlığı zorunlu olan kâinat ötesi ilâhlık dairesidelil-i ihtirâî: kâinatta her bir varlığın kendinden beklenen neticeleri yerine getirebilecek şekilde kabiliyetlerine göre en üst derecede yoktan yaratılması
envâ: çeşitler, türleresbab-ı tabiiye: tabiî, doğal sebepler
ezel: başlangıcı olmayan sonsuzlukezeliyet: başlangıcı olmayan sonsuzluk
eşya: şeyler, varlıklarhayvânât: hayvanlar
hudûs: sonradan meydana gelme, yok iken varlık kazanmahusule gelmek: meydana gelmek
hususî: özelhülâsa: özet
icad: var etme, yaratmaihtiyarsız: irade dışı, istemeyerek
ilmü'l-hayvanat: hayvanlarla ilgili ilim; zoolojiilmü'n-nebatat: botanik ilmi; bitkilerle ilgili ilim
imkân: olabilirlik, varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olaninkıta: kesilme
izah etmek: açıklamakkabiliyet: yetenek
kemâlât: mükemellikler, kusursuzluklarkeza: bunun gibi
kudret-i İlâhiye: Allah’ın sınırsız güç ve iktidarımebde’: temel, kök, başlangıç
mehaz: kaynakmenşe: esas, kaynak, kök
mümkinat: varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olup, varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olanlarmüstakil: bağımsız, başlı başına
nazaran: bakarak, –görenevi: tür
nihayet: sonsair: diğer, başka
silsile: zincir, soy ağacıtagayyür: başkalaşma, değişme
tebeddül: değişme, değişimtenasül: üreme
teselsül: zincirleme devam etme; kâinattaki varlıkları sonu olmayan bir zincir gibi birbirinin sebebi ve sonucudur şeklinde bir iddiatevehhüm: olmayan şeyi varmış gibi düşünme, kuruntuya kapılma
vücuda gelmek: var olmak, meydana gelmekvücut: varlık
zaruret-i akliye: aklın zaruri olarak kabul etmesiâdem: Cenab-ı Allah’ın yarattığı ilk insan, insanlığın ilk atası
şuur: bilinç, anlayış, idrak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 201


Ve keza, kudret mu’cizelerinden birer nakş-ı garip ve birer san’at-ı acip taşıyan o envâın ihtiva ettikleri efradın da, ihtirâ ve yaratılışlarını o esbaba isnad etmek, yalnız bir muhâlin değil, muhalâtın en hurafesidir. Binaenaleyh, o silsileleri teşkil eden envâ ile efrad, hudûs ve imkân lisanıyla, Hâlıklarının vücub-u vücuduna kat’î bir şehadetle şehadet ediyorlar.

S - Bütün silsilelerin Hâlıkın vücub-u vücuduna kat’î şehadetleri gözönünde olduğu halde, bazı insanların maddeyle, maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zahip olmakla dalâlete düştüklerinin esbabı nedendir?


C - Kasıt ve dikkatle değil, sathî ve dikkatsiz bir nazarla, muhal ve bâtıla, mümkün nazarıyla bakılabilir. Meselâ, bir bayram akşamı, gökte ay ve hilâli arayanlar içinde ihtiyar bir zat da bulunur. Bu zat, gökteki hilâli görmek için bütün kasıt ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip hilâli araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadekası üzerine eğilen beyaz bir kıl nasılsa gözüne ilişir. O zat, derhal “Hilâli gördüm” der, “İşte bu gördüğüm aydır!” diye hükmeder.

İşte, sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatâlara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete mâlik olan insan, kastı ve dikkatiyle daima hak ve hakikati ararken, bazan sathî ve dikkatsiz bir nazarla bâtıla bakar. O bâtıl da; ihtiyarsız, talepsiz, dâvetsiz fikrine gelir. Fikri de çar-nâçâr alır saklar, yavaş yavaş kabul ve tasdikine de mazhar olur. Fakat onun o bâtılı kabul ve tasdiki, bütün hikmetlerin mercii olan nizam-ı âlemden gaflet etmesinden ve madde ile hareketinin ezeliyete zıt olduğuna körlük gösterdiğinden ileri gelmiştir ki, şu garip nakışları ve acip san’at eserlerini esbab-ı camideye isnad etmek mecburiyetiyle o dalâletlere düşmüşlerdir.

Hüseyin-i Cisrî’nin dediği gibi, âsâr-ı medeniyetle müzeyyen ve bütün ziynetlere müştemil bir eve giren bir adam, ev sahibini göremediğinden, o ziyneti, o



Hâlık: herşeyi yaratan AllahHüseyin-i Cisrî: (bk. bilgiler)
binaenaleyh: bundan dolayıbâtıl: gerçek dışı, yalan, yanlış
cihet: taraf, yöndalâlet: hak yoldan sapkınlık
efrad: fertler, bireylerenvâ: çeşitler, türler
esbab: sebepleresbab-ı camide: cansız sebepler
ezeliyet: başlangıcı olmayan sonsuzlukhadeka: göz bebeği
hakikat: asıl, gerçek, doğru hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hilâl: yay şeklinde görülen yeni ayhudûs: sonradan meydana gelme, yok iken varlık kazanma
hurafe: delile dayanmayan saçma inanışihtirâ: yoktan yaratma
ihtiva etmek: içermekihtiyarsız: irade dışı, istemeyerek
imkân: olabilirlik, varlığı ile yokluğu eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olanisnad etmek: dayandırmak
kasıt: bilerek, isteyerekkeza: bunun gibi
kudret: Allah’ın güç ve iktidarılisan: dil
mahiyet: asıl, nitelik, özellikmazhar olmak: ayna olmak, erişmek
merci: kaynakmuhal: imkânsız, olması aklen düşünülemeyen şey
muhâlât: olması imkânsız, olması düşünülemeyen, akla uzak şeylermu’cize: bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstülük
mâlik: sahipmükerrem: ikram edilen, saygı gösterilen
müzeyyen: süslenmiş, süslümüştemil: içine alan, kapsayan
nakş-ı garip: hayrette bırakan nakış, işlemenazar: dikkat, bakış
nizam-ı âlem: âlemin düzeni, sistemisan’at-ı acip: insanı hayrette bırakıp hayranlık veren sanat
sathî: sığ, yüzeysel silsile: zincir, soy ağacı
tevcih etmek: yöneltmekteşkil eden: meydana getiren, oluşturan
vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasızahip olmak: gitmek, bir görüş veya fikre kapılmak
ziynet: süsâsâr-ı medeniyet: medeniyetin eserleri
çar-nâçâr: ister istemez, mecburenşehadet: şahidlik, tanıklık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 202


esasatı, tesadüfe ve tabiata isnad etmeye mecbur olmuştur. Kezalik, nizam-ı âlemdeki bütün hikmetlerin, faidelerin tam bir ihtiyara ve şâmil bir ilme ve kâmil bir kudrete yaptıkları şehadetten gaflet eden gafiller, sathî nazarlarınca, tesir-i hakikîyi esbab-ı camideye vermeye mecbur kalmışlardır.

Ey arkadaş! Cenâb-ı Hakkın pek ince âsâr-ı san’atından ve pek yüksek acaib-i kudretinden sarf-ı nazar ederek yalnız tabiat denilen şu âsâr ve esbabdan en zahir olan in’ikâs ve irtisam keyfiyetine bak. Meselâ, bir âyineyi semaya karşı tuttuğun zaman, semayı, irtifaıyla, nakışlarıyla, yıldızlarıyla celb edip âyinede in’ikâs ve irtisam ettiren illet-i müessirenin, âyinenin yüzündeki hâsiyet olduğuna kanaat hasıl edebilir misin? Hâşâ! Veyahut hakikatte bir emr-i vehmîden ibaret olan câzibe-i umumîyenin, arz ile yıldızları şu boşlukta muntazam tahrik ve tedbirine illet-i müessire olarak telâkki ve kabul edebilir misin? Hâşâ! Bunlar ancak şart ve sebep olabilirler, illet-i müessire olamazlar.


Hülâsa: İnsan sathî ve gayr-ı kastî bir nazarla bâtıl ve muhal birşeye baktığı zaman, hakikî illetini bulamadığı takdirde, çar-nâçar sıhhatine veya inkârına kail olmakla kabul etmesi ihtimali vardır. Fakat, talip ve müşteri sıfatıyla kasten ve bizzat dikkatle bakacak olursa, onların hikemiyat dedikleri o bâtıl meselelerden hiçbirisini de kabul etmez. Ancak, bütün siyasîlerin hikmetini ve hükemanın akıllarını zerrelerde farz etmekle eblehâne kabul eder.

S - Onların daima iftiharla bahsettikleri tabiat, nevâmis ve kuvâ nedir ki, kendilerini onlarla iknaa çalışıyorlar?



Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allahacaib-i kudret: Allah’ın güç ve iktidarının insanı hayrette bırakan san’at eserleri
arz: dünyabâtıl: doğru olmayan, yalan, yanlış
cazibe-i umumiye: genel çekim kanunucelb etmek: kendine çekmek
eblehâne: ahmakçasınaemr-i vehmî: maddi bir varlığı olmayan, ancak itibar edilen, varsayılan olgu; meridyen çizgileri ve maddedeki çekim kanunu gibi
esasat: temel malzemeler, mobilya, dekorasyon, döşeme gibi ev eşyalarıesbab: sebepler
esbab-ı camide: cansız sebeplergafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan
gayr-ı kastî: istem dışı, istemeyerekhakikat: asıl, gerçek, doğru
hakikî: gerçekhasıl etmek: oluşturmak, meydana getirmek
hikemiyât: felsefeye ait, felsefi düşünce ürünü olan şeylerhikmet: ilim, bilgi
hâsiyet: özellik, hususiyethükema: âlimler, filozoflar
hülâsa: özetle, kısacaiftihar: övünme
ihtiyar: irade, dileme, tercihillet: asıl sebep
illet-i müessire: var edip yok eden güç, sebepin’ikâs: yansıma, aksetme
in’ikâs ve irtisam etirmek: resmetme ve yansıtma, aksettirmeirtifa: yükseklik
irtisam: resmedilmeisnad etmek: dayandırmak
kail olma: inanmakasten: isteyerek
keyfiyet: durum, nitelik, özellikkezalik: bunun gibi
kudret: Allah’ın güç ve iktidarıkuvâ: güçler, kuvvetler; yerçekimi, suyun kaldırma gücü gibi
kâmil: tam ve noksansız, mükemmelmuhal: olması imkânsız, olmayacak şey
muntazam: düzenli, tertiplinazar: görüş, bakış
nevâmis: kanunlarnizam-ı âlem: âlemin düzeni, sistemi
sarf-ı nazar: görmezlikten gelmeksathî: sığ, yüzeysel
semâ: gökyüzüsıhhat: sağlamlık, doğruluk
tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlemtahrik: hareket ettirme
tedbir: idare etme, çekip çevirmetelâkki: anlama, kabul etme
tesir-i hakikî: gerçek tesirzahir: açık, görünen
zerre: atom, maddenin en küçük parçasıâsâr: eserler, varlıklar
âsâr-ı san’at: san’at eserleriçar-nâçar: ister istemez, mecburiyetle
şamil: içine alan, kapsamlı şehadet: şahidlik, tanıklık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 203


C - Tabiat dedikleri şey, bir matbaadır, tâbi’ değildir. Tâbi’, ancak kudrettir. Kanundur, kuvvet değildir. Kuvvet, ancak kudrettedir. Yahut, nasıl ki bildiğimiz şeriat, insanlardan sudur eden ef’âl-i ihtiyariyeyi bir nizam ve bir intizam altına alıp tahdit eden kaidelerin hülâsasıdır veya devletin işlerini tanzim eden nizamların, düsturların, kanunların mecmuasıdır. Kezalik, tabiat denilen şey de, âlem-i şehadetin uzuvlarından ve eczalarından sudur eden ef’âl arasında bir nizam ve bir intizamı ika eden İlâhî bir şeriat-ı fıtriyedir. Binaenaleyh, şeriat ile devlet nizamı, mâkul ve itibarî emirlerden oldukları gibi, tabiat dahi itibarî bir emir olup, hilkatte, yani yaratılışta câri olan âdetullahtan ibarettir.

Amma tabiatın bir mevcud-u haricî olduğunu tevehhüm etmek, bir fırka askerin, idman ve tâlim esnasında yaptıkları o muntazam hareketlerini gören bir vahşinin, “Aralarındaki o nizamı idare edip birbiriyle bağlayan ip gibi birşey mevcuttur” diye vahşîce ettiği vehme benzer. Binaenaleyh, vicdanı ve aklı vahşî olan bir adam, sathî ve tebeî bir nazar ile devam ve istimrarını muhafaza eden tabiatın müessir bir mevcud-u haricî olduğuna ihtimal verebilir.


Hülâsa: Tabiat, Allah’ın san’atı ve şeriat-ı fıtriyesidir. Nevâmis ise, onun meseleleridir. Kuvâ dahi, o meselelerin hükümleridir.

Tevhide geçiyoruz:

Kur’ân-ı Kerim, Sâniin vahdetine dair delillerden hiçbir şey terk etmemiştir. Bilhassa, “Arz ve semâda Allah’tan başka ilâhlar olmuş olsa idiler, şu görünen intizam fesada uğrardı” mânâsında olan
blank.gif
1
لَوْ كَانَ فِيهِمَا اٰلِهَةٌ اِلاَّ اللهُ لَفَسَدَتَا âyetinin tazammun ettiği “burhanü’t-temânü’”


[NOT]
Dipnot-1 “Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi.” Enbiyâ Sûresi, 21:22.
[/NOT]

Sâni: herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allaharz: dünya
binaenaleyh: bundan dolayıcâri: akıp giden, devam eden, yürürlükte olan
delil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen maksada ulaştıran şeydüstur: kural, prensip
ecza: cüzler, bütünü oluşturan parçalaref'âl: fiiller, işler
ef’âl-i ihtiyariye: irade ve isteğe bağlı olarak yapılan davranışlar, fiillerfesad: bozukluk, karışıklık
fırka: tümenhilkat: yaratılış
hülâsa: özet; özetle, kısacaika etme: ahenk vs. kurma, koyma, yerleştirme
intizam: düzenlilik, tertip, disiplinistimrar: devamlılık
itibarî emir: gerçekte öyle olmadığı hâlde öyleymiş gibi kabul edilen, saymaca; maddedeki çekim kanunu gibi saymaca şey kaide: kural
kezalik: bunun gibikudret: Allah’ın güç ve iktidarı
kuvâ: kuvvetler, güçler; yerçekimi, suyun kaldırma gücü gibi matbaa: bir eserin basılıp çıktığı yer
mecmua: bütün, toplam
mevcud-u haricî: varsayıma dayalı olmayıp dışta maddi varlığı bulunan şey
mevcut: varmuhafaza: koruma
muntazam: düzenli, tertiplimâkul: akla uygun
müessir: tesir edici, tesir sahibinazar: görüş, bakış
nevâmis: kanunlarnizam: düzen, kanun, sistem
sathî: sığ, yüzeyselsemâ: gökyüzü
sudur etmek: çıkmaktabiat: canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem
tahdit etmek: sınırlandırmaktalim: eğitim, öğretim
tanzim etmek: düzenlemek, düzene koymaktazammun etmek: içermek, içine almak, kapsamak
tebeî: dolaylı, başka bir şeye bağlı olaraktevehhüm etmek: sanmak, kuruntuya kapılmak
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanmatâbi’: basan, resmeden; yaratıcı, yaratan
uzuv: organ, unsur, elemanvahdet: Allah’ın birliği
vahşi: ilkelvehm: kuruntu, zan
vicdan: kalbe ait hislerin mazharı, aynasıâdetullah: Allah’ın tabiata koyduğu kanun ve prensipler
âlem-i şehadet: görünen âlem, dünyaşeriat: Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi; İslâmiyet
şeriat-ı fıtriye: Allah’ın yaratılışa koyduğu ve bütün varlıkların tabi olduğu kanunlar

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 204


Sâniin vâhid ve müstakil olduğuna kâfi bir delildir. Ve istiklâliyet, ulûhiyetin zatî bir hassası ve zarurî bir lâzımı olduğuna nurlu bir burhandır.
Ey arkadaş! Bahsinde bulunduğumuz âyetin evvelinde bulunan اُعْبُدُوا
blank.gif
1
emri, İbn-i Abbâs’ın tefsirine nazaran, insanları tevhide dâvet eden bir emirdir. Ve aynı zamanda bu âyet, heyet-i mecmuasıyla tevhide işaret eden pek lâtif ve güzel bir burhanı tazammun etmiştir. Şöyle ki:


Nev-i beşer ile sair hayvanatın medâr-ı maişetleri olan semeratın tevlidi için, arz ile semâ arasındaki muavenet ve münasebetleri ve âsâr-ı âlemin birbirine müşabehetleri ve etraf-ı âlemin birbiriyle kucaklaşmaları ve birbirinin elini tutup ihtiyaçlarını temin etmeleri ve yekdiğerinin sualine cevap verip yardımına koşmaları ve tamamıyla bir nokta-i vâhideye bakmaları ve bir Nazzâm-ı Vâhidin mührü üstünde hareket etmeleri gibi halleri hâvi olan böyle garip bir makine, sahip ve Sâniinin bir olduğunu kat’î bir şehadetle ilân etmekle, “Herbir şeyde, Sâniin vahdetine delâlet eden bir âyet ve bir alâmet vardır” mânâsında olan şu beyitle tanin-endaz oluyorlar:

وَفِى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ
blank.gif
2


Ey arkadaş! Sâni-i Zülcelâl, Vâhid ve Vâcibü’l-Vücud olduğu gibi, bütün sıfât-ı kemâliye ile de muttasıftır. Zira âlemde ve masnuatta bulunan kemâlât tamamıyla



[NOT]Dipnot-1 İbadet ediniz.
Dipnot-2 “Herbir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir belge (delil) vardır.” İbnü’l-Mu’tez’in bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, 1:24.
[/NOT]

Nazzâm-ı Vâhid: bütün varlık âlemini yaratılış gayelerine uygun olarak en güzel şekilde düzenleyen Kendisi bir olan AllahSâni: herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atla yapan sonsuz haşmet ve yücelik sahibi AllahVâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
Vâhid: bir; bir olan ve bütün varlıkları bizzat Kendisi yaratıp yöneten Allaharz: dünya
burhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delilburhânü’t-temânü: kâinatta iki ilâh kabul edildiği takdirde, bunların birbirlerine engel olacakları ve dolayısıyla düzenin bozulacağından hareketle tevhide dair elde edilen delil
delil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen maksada ulaştıran şeydelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
etraf-ı âlem: dünyanın her tarafıhassa: özellik, nitelik
hayvânât: hayvanlarheyet-i mecmua: genel yapı, bir şeyin bütünü
hâvi: ihtiva eden, içine alanistiklâliyet: bağımsızlık
kat'î: kesinkemâlât: mükemellikler, kusursuzluklar, olgunluklar
kâfi: yeterlilâtif: ince, hoş, güzel
masnuat: san’at eseri varlıklarmedar-ı maişet: geçim kaynağı
muavenet: yardımlaşmamuttasıf: vasıflanmış, nitelendirilmiş
münasebet: bağlantı, ilişkimüstakil: bağımsız
müşabehet: benzeyişnazaran: –göre
nev-i beşer: insanlık türü, insanlarnokta-i vâhide: bir nokta
sair: diğer, başkasemerât: meyveler, neticeler
semâ: gökyüzüsual: istek
sıfât-ı kemâl: mükemmel nitelikler, özelliklertanin-endaz: çınlayan, tınlayan
tazammun etmek: içermek, içine almak, kapsamaktefsir: açıklama, yorum; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap, eser
temin etme: sağlamatevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
tevlit: üretme, doğurma, oluşturmaulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, ilâhlık
vahdet: Allah’ın birliğiyekdiğer: birbiri; biri, diğerine
zarurî: zorunluzira: çünkü
zâtî: kendine ait, aslî, kendiliğindenâsâr-ı âlem: âlemdeki eserler
İbn-i Abbâs: [bk. bilgiler – Abdullah İbni Abbas (r.a.)]şehadet: şahidlik, tanıklık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 205


Sâniin kemâlinden tecellî eden gölgeden muktebestir. Öyleyse, Sânide bulunan cemâl, kemâl, hüsün, umum kâinatta bulunan umum cemallerden, kemallerden, hüsünlerden gayr-ı mütenâhi derecelerle yüksektir. Zira ihsan, in’âm edenin servetinden doğar ve servetine delildir. İcad, icad edenin vücuduna delâlet eder. İcab, mûcibin vücuduna burhandır. Verilen hüsün, verenin hüsnüne delildir.

Ve keza, Sâni-i Zülcelâl, bütün nevakıstan pâk ve münezzehtir. Çünkü noksaniyet, maddiyatın mahiyetlerindeki istidadın kılletinden ileri gelir. Halbuki Cenâb-ı Hak, maddiyattan değildir.

Ve keza, Sâni-i Kadîm-i Ezelî, kâinatın ihtiva ettiği eşyanın cismiyet, cihetiyet, tagayyür, temekkün gibi istilzam ettikleri levazım ve evsaftan berî ve münezzehtir. Kur’ân-ı Kerim, şu iki hakikate “Allah’a misil yapmayın” mânâsına olan فَلاَ تَجْعَلُوا ِلل هِ اَنْداَدًا
blank.gif
1
âyetiyle işaret etmiştir.

Delil-i imkânî: Bu âyetin, Sâniin vücuduna işaret eden delillerden birisi de delil-i imkânîdir ki,
blank.gif
2
وَاللهُ الْغَنِىُّ وَاَنْتُمُ الْفُقَرَاۤءُ âyetiyle işaret edilmiştir.


Bu delilin hülâsası: Kâinatın ihtivâ ettiği zerrelerden herbirisinin gerek zâtında, gerek sıfâtında, gerek ahvâlinde ve gerek vücudunda gayr-ı mütenâhi imkânlar, ihtimaller, müşkilâtlar, yollar, kanunlar varken, birden bire o zerre, gayr-ı mütenâhi yollardan muayyen bir yola sülûk eder. Ve gayr-ı mahdud hallerden,


[NOT]Dipnot-1 “Sakın Allah’a eş ve ortaklar koşmayınız.” Bakara Sûresi, 2:22.
Dipnot-2 “Allah hiçbir şeye muhtaç olmayan ganîdir; siz ise muhtaçsınız.” Muhammed Sûresi, 47:38.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahSâni: herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
Sâni-i Kadîm-i Ezelî: varlığının başlangıcı ve sonu olmayan ve her şeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan AllahSâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atla yapan sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah
ahvâl: haller, durumlarburhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil
cemâl: güzellikcihetiyet: bir yönde olma, boyutlu olma
cismiyet: maddi boyutlarıyla âlemde yer tutmadelil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen maksada ulaştıran şey
delil-i imkânî: imkân delili; sayısız ihtimaller, seçenekler arasından yaratılan varlıkların, o seçenekleri tercih eden bir yaratıcıya delâlet etmesidelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
evsaf: vasıflar, niteliklereşya: şeyler, varlıklar
gayr-ı mahdud: sınırsızgayr-ı mütenâhi: sınırsız, sonsuz
hakikat: asıl, gerçekhülâsa: özet
hüsün: güzellikicab: zorunluluk; mahlukatın zorunlu bir varlığa dayanması
icad etme: yeni bir şey var etme, ortaya çıkarmaihsan etme: bağışlama, ikram etme
ihtiva etmek: içine almak, içermekimkân: olabilirlik, olanak
in’âm etme: nimet vermeistidad: kabiliyet, yetenek
istilzam: gerektirmekemâl: kusursuzluk, mükemmellik
keza: bunun gibikâinat: evren, bütün yaratılmışlar
kıllet: azlık levâzım: ihtiyaçlar, gerekli şeyler
maddiyat: maddi şeylermahiyet: asıl nitelik, temel özellik
misil: eş, benzermuayyen: belirlenmiş
muktebes: iktibas edilmiş, alınmışmûcib: var veya yok eden zorunlu varlık
münezzeh: her türlü çirkinlik ve noksanlıktan arınmışmüşkilât: zorluklar, güçlükler
nevakıs: noksanlar, eksiklernoksaniyet: noksanlık
servet: zenginliksülûk etmek: yönelmek, yola girmek
sıfât: özellik, niteliktagayyür: başkalaşma, değişme
tecellî etme: belirme, görünme, yansımatemekkün: mekân tutma, yer kaplama
umum: genel, bütünvücud: varlık, var oluş
zerre: atom, maddenin en küçük parçasızira: çünkü
zât: bir şeyin kendisi

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 206


bir vaziyete girer. Ve gayr-ı mâdud sıfatlardan bir sıfatla vasıflanır. Ve doğru bir kanun üzerine mukadder bir maksada harekete başlar. Ve vazife olarak uhdesine verilen herhangi bir hikmet ve bir maslahatı derhal intaç eder ki, o hikmet ve o maslahatın husule gelmesi, ancak o zerrenin o çeşit hareketiyle olabilir. Acaba o kadar yollar ve ihtimaller arasında o zerrenin macerası, lisan-ı haliyle, Sâniin kast ve hikmetine delâlet etmez mi?

İşte herbir zerre, müstakillen, kendi başıyla Sâniin vücuduna delâlet ettiği gibi, küçük-büyük herhangi bir teşekküle girerse veya hangi bir mürekkebe cüz olursa, girdiği ve cüz olduğu o makamlarda kazandığı nisbete göre Sâniine olan delâletini muhafaza eder.


Bu âyetin mâkabliyle cihet-i irtibatına gelince:

Vakta ki Kur’ân-ı Kerim, birincisi müttakî mü’minler, ikincisi inatlı kâfirler, üçüncüsü ikiyüzlü münafıklar olmak üzere insanları üç kısma ayırdı ve aralarında taksimat ve teşkilât yaptı ve herbir kısmın sıfatını ve âkıbetini beyan etti. Sonra يَاۤ اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا
blank.gif
1
âyetiyle her üç kısma tevcih-i hitap ederek onları ibadete emir ve dâvet etti. Demek, bu âyetin evvelki âyetlere terettübü ve onları takip etmesi, hâne ve binanın, mühendisin krokisine; amelin ilme; kazanın kadere terettübü ve birbirini takip etmeleri gibidir. Evet, evvelki âyetlerde yapılan teşkilât ve taksimat, kroki ve plândan sonra bu âyette ibadet binasının yapılmasına emredilmiştir ve o âyetlerde verilen bilgi ve malûmattan sonra, bu âyette, amel ve ibadete emredilmiştir. Ve onlarda yazılan sıfat ve istihkaklara göre, burada, emir ve nehiylerle hükümler verilmiştir. Ve keza, evvelki âyetlerde insanların taksimatı, ahvâl ve sıfâtı zikredildikten sonra, makamın iktizasıyla, bu âyet onları takip etmiştir.


Vakta ki Kur’ân-ı Kerim, insanların her üç fırkasından bahsetti ve herbir fırkanın


[NOT]Dipnot-1 “Ey insanlar, ibadet ediniz.” Bakara Sûresi, 2:21.
[/NOT]

Sâni: herşeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allahahvâl: haller, durumlar
akıbet: netice, sonbeyan etmek: açıklamak
cihet-i irtibat: alâka, bağlantı yönücüz: kısım, parça
delâlet: delil olma, göstermefırka: grup, topluluk
gayr-ı mâdud: sayısızhikmet: fayda, gaye; Allah’ın her şeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı
husule gelmek: meydana gelmekiktiza: gerektirme, bir şeyin gereği
intaç etmek: sonuç vermekistihkak: lâyık olma, hak etme
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlamasıkaza: olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması
keza: bunun gibikroki: bir konu veya nesnenin başlıca özelliklerini yansıtacak biçimde hazırlanmış taslağı
lisan-ı hal: hal dilimaksad: gaye, amaç
malumât: bilgilermaslahat: fayda
muhafaza etmek: korumakmukadder: takdir olunmuş, belirlenmiş
mâkabli: geçmişi, öncesi münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
mürekkeb: birden fazla unsurdan oluşmuş; birleşikmüstakil: bağımsız, başlı başına
müttaki: takva ehli; Allah’tan korkan ve Onun emir ve yasaklarına titizlikle uyannehiy: yasaklama
nisbet: bağsıfat: özellik, vasıf
sıfât: nitelikler, özelliklertaksimat: kısımlara ayırma
terettüb: gerekli olma, bir şeyin gereği olarak ortaya çıkma, sonuç vermetevcih-i hitap: sözü birine yöneltme, birine hitap etme
teşekkül: oluşma, oluşumteşkilât: bir şeyi kısımlardan oluşturmak
uhde: üzerine alma, yükümlülükvakta: ne vakit
vücud: Allah’ın varlığızerre: atom, maddenin en küçük parçası

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 207


sıfatını ve âkıbetini söyledi; sâmiin arzusu ve makamın iktizası üzerine, Kur’ân-ı Kerim gaybdan hitaba intikal ederek onlara karşı şu hitapta bulundu. Evet, bazı adamlar hakkında gaibane konuşanların bilâhare konuşmalarını hitaba çevirmelerinde şöylece bir nükte-i umumiye vardır:

Meselâ, bir şahsın iyiliğinden veya fenalığından bahsedilirken, gerek konuşanda, gerek dinleyende, ya tahsin veya tel’in için bir meyil uyanır. Sonra git gide o meyil öyle kesb-i şiddet eder ki, sahibini o şahısla görüştürüp şifahen konuşmaya kuvvetli bir arzu uyandırır. Burada sâmilerin o meyillerini tatmin etmekle makamın iktizası üzerine Kur’ân-ı Kerim, onları sâmilerin huzuruna götürüp kendilerine hitap ile tevcih-i kelâm etmiştir.

Bu âyette, gaybdan, hitaba edilen iltifat ve intikalde hususî bir nükte de vardır ki, ibadetle yapılan tekliften hasıl olan meşakkat, hitab-ı İlâhiyeden neş’et eden zevk ve lezzetle karşılanır ve insanlara ağır gelmez.


Ve keza hitap suretiyle ibadeti teklif etmek, abd ile Hâlık arasında vasıta olmadığına işarettir.

Ey arkadaş! Bu âyetin cümlelerini birbiriyle nazmeden münasebetler ise:

يَاۤ اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا
blank.gif
1
﴿ cümlesinde emir ve hitap, geçen her üç fırkayı teşkil eden mü’min, kâfir ve münafıkların mâzi, hal ve istikbalde vücuda gelmiş veya gelecek bütün efradını ihtiva eden tabakalara hitaptır. Binaenaleyh اُعْبُدُوا
blank.gif
2
vav’ının merciinde dahil olan kâmil mü’minlere göre اُعْبُدُوا ibadete devam ve



[NOT]Dipnot-1 “Ey insanlar, ibadet ediniz.” Bakara Sûresi, 2:21.
Dipnot-2 İbadet ediniz.
[/NOT]

Hâlık: herşeyi yaratan Allahabd: köle, kul
bilâhare: sonra, sonradanbinaenaleyh: bundan dolayı
efrad: fertler, bireylerfenalık: kötülük, çirkinlik
fırka: grup, sınıfgaibâne: yüzyüze olmaksızın, üçüncü şahıs olarak
gayb: üçüncü şahıs (o, onlar gibi)hal: gr. şimdiki zaman
hasıl olmak: oluşmak, meydana gelmekhitab: muhatap (sen, siz gibi)
hitab-ı İlâhiye: Allah’ın hitabıhususî: özel
ihtiva etmek: içermek, içine almakiktiza: gerektirme
iltifat: yönelme; söz içinde muhatap değiştirmeintikal: bir durumdan diğerine geçme
istikbal: gr. gelecek zamankesb-i şiddet: şiddet kazanma, fazlalaşma
keza: bunun gibikâfir: Allah’ı veya Onun kesin olarak bildirdiği şeylerden herhangi birini inkâr eden kimse
kâmil: kemâl ve fazilet sahibimakam: durum, hal, derece
merci: makam, yer, dönüş mahallimeyil: eğilim, istek, arzu
meşakkat: güçlük, zorlukmâzi: gr. geçmiş zaman
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsemünasebet: bağlantı, ilişki
mü’min: iman etmiş, Allah’tan gelen herşeye inanannazmetmek: dizmek, tertip etmek
neş’et etmek: doğmak, meydana gelmeknükte: ince ve derin mânâ
nükte-i umumiye: umuma ait, herkesle ilgili ince ve derin bir nokta, mânâsuretiyle: biçimiyle
sâmi: işiten, dinleyicisıfât: nitelikler, özellikler
tabaka: sınıftahsin: övgü, güzel bulma
tatmin etmek: ikna etmekteklif: yükleme, sorumlu tutma
tel'in: lânetleme, kötüleme, kınamatevcih-i kelâm: sözü birine yöneltme, biriyle konuşma
teşkil etmek: meydana getirmek, oluşturmak vav: emrin cemaate olduğunu gösterir. “ibadet ediniz”deki “-iz” gibi
vücuda gelmek: var olmak, meydana gelmekâkıbet: son, sonuç
şifâhen: karşlıklı sözlü olarak
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 208


sebat etmeye emirdir. Orta derecedeki mü’minlere nazaran, ibadetin arttırılmasına emirdir. Kâfirlere göre, ibadetin şartı olan iman ve tevhid ile ibadetin yapılmasına emirdir. Münafıklara nazaran, ihlâsa emirdir. Binaenaleyh, اُعْبُدُوا
blank.gif
1
’nun ifade ettiği ibadet kelimesi mükellefîne göre müşterek-i mânevî hükmündedir.


رَبَّكُمْ ﴿ Yani: “Sizi terbiye eden ve büyüten Odur. Ve sizin mürebbîniz Odur. Öyleyse, siz de Ona ibadet etmekle abd olunuz!”

Ey arkadaş! Vakta ki Kur’ân-ı Kerim ibadeti emretti. İbadet ise üç şeyden sonra olabilir.

Birincisi: Mâbudun mevcut olmasıdır.

İkincisi: Mâbudun vâhid olmasıdır.


Üçüncüsü: Mâbudun ibadete istihkakı bulunmasıdır.

Kur’ân-ı Kerim, o üç mukadder suale işaret etmekle beraber, şartlarının delillerini de zikrederken, Mâbudun vücuduna dair olan delilleri iki kısma ayırmıştır.

Birisi: Hariçten alınan delillerdir ki, buna “âfâkî” denilir.

İkincisi: İnsanların nefislerinden alınan burhanlardır. Buna, “enfüsî” tesmiye edilir. Enfüsî olan kısmını da, biri nefsî, diğeri usulî olmak üzere iki kısma taksim etmiştir.

Demek, Mâbudun vücuduna üç türlü delil vardır: âfakî, nefsî, usulî.

Evvelâ, en zahir ve en yakın olan nefsî delile اَلَّذِى خَلَقَكُمْ
blank.gif
2
﴿ cümlesiyle, usulî delile de وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ
blank.gif
3
﴿cümlesiyle işaret etmiştir. Sonra, ibadet insanların hilkat ve yaratılışına tâlik edilmiştir.


[NOT]Dipnot-1 İbadet ediniz.
Dipnot-2 “Sizi, (O) yarattı.” Bakara Sûresi, 2:21.
Dipnot-3 “Sizden önceki insanları da.” Bakara Sûresi, 2:21.
[/NOT]

Mâbud: Kendisine kulluk edilen, Allahabd: kul
binaenaleyh: bundan dolayıburhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil
delil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şeyenfüsî: nefis ve beden dairesinde olan, kişinin kendine ait
hilkat: yaratılışihlâs: içtenlik, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
istihkak: lâyık olma, hak etmekâfir: Allah’ı veya Onun kesin olarak emrettiği şeylerden herhangi birini inkâr eden kimse
mevcut: varmukadder: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilen
mükellefîn: yükümlüler, vazifelilermünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
mürebbî: terbiye edici, eğiticimüşterek-i mânevî: mânevî ortak yön
nazaran: –e bakarak, oranla, nispetlenefis: bir kimsenin kendisi, iç ve dış donanımı
nefsî: nefis ve beden dairesine aitsebat etme: kararlılıkla devam etme, sabit olma
taksim etmek: bölmek, ayırmaktalik etmek: bağlamak, asmak
terbiye etme: belli bir amaca erişecek şekilde besleyip büyütme, yetiştirmetesmiye etmek: isimlendirmek
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanmausulî: asıllara, köklere ait; bir kimsenin soy ağacı itibariyle anne baba tarafından geriye doğru silsilesi, ataları, dedeleri
vakta: ne vakitvâhid: bir
vücud: varlık, var oluşzahir: açık, görünen; söyleyenin maksadı, düşünülmeye muhtaç olmadan anlaşılan söz
âfâkî: dış dünyaya ait
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 209


İbadetin hilkat-ı beşere terettübü iki şeyden ileri geliyor: Ya insanlar ilk yaratılışında ibadete istidatlı ve takvaya kabiliyetli olarak yaratılmışlardır. Ve o istidadı ve o kabiliyeti onlarda gören, onların ibadet ve takvâ vazifelerini göreceklerini kaviyyen ümit eder. Veyahut, insanların hilkatinden ve memur oldukları vazifeden ve teveccüh ettikleri kemalden maksat, ibadetin kemâli olan takvâdır.


لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
blank.gif
1
﴿ Şu cümle, her iki noktaya da tatbik edilebilir. Yani, “İstidad ve kabiliyetinizde ekilen veya vazife ve hilkatinizden kastedilen takvânın kuvveden fiile çıkarılması lâzımdır.”

Sonra, Kur’ân-ı Kerimde Mâbudun vücuduna ait âfâkî delillerin en karibine جَعَلَ لَكُمْ اْلاَرْضَ فِراَشًا
blank.gif
2
﴿ cümlesiyle işaret edilmiştir. Ve bu işaretten arzın bu şekle getirilmesiyle nev-i beşere ve sâir hayvanata kabil-i süknâ olarak hazır bulundurulması, ancak Allah’ın ca’liyle (yapmasıyla) olup tabiatın ve esbabın tesiriyle olmadığına bir remiz vardır. Çünkü tesir-i hakikînin esbaba verilmesi bir nevi şirktir.

وَالسَّمَاۤءَ بِنَاۤءً
blank.gif
3
﴿ cümlesiyle, Sâniin vücuduna olan âfâkî delillerden en basit ve en yükseğine işaret edilmiştir.
Sonra, mürekkebat ve mevâlidin vücud-u Sânie veçh-i delâletlerine وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَاۤءِ مَاۤءً
blank.gif
4
﴿ ilâ âhir cümlesiyle işaret edilmiştir.

Sonra, geçen delillerin herbirisi alel’infirad, yani birer birer Sâniin vücuduna delâlet ettiği gibi, heyet-i mecmuası da Sâniin vahdetine işarettir.


[NOT]Dipnot-1 “Umulur ki, korunmuş olursunuz, takvaya ulaşırsınız.” Bakara Sûresi, 2:21.
Dipnot-2 “Yeryüzünü sizin için bir döşek yaptı.” Bakara Sûresi, 2:22.
Dipnot-3 “Gökyüzünü sizin için dam yaptı.” Bakara Sûresi, 2:22.
Dipnot-4 “Gökten size su (yağmur) indirdi.” Bakara Sûresi, 2:22.[/NOT]

Mâbud: Kendisine kulluk edilen, AllahSâni: her şeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
ale’l-infirad: yalnız, tek başına arz: dünya
ca’l: yapmadelâlet: delil olma, gösterme
esbab: sebeplerhayvânât: hayvanlar
heyet-i mecmua: toplamı, bütün fertlerihilkat: yaratılış
hilkat-ı beşer: insanın yaratılışıilâ âhir: sonuna kadar devam eden
istidad: kabiliyet; ruhî yetenekkabil-i süknâ: oturmaya elverişli, oturulabilir
kabiliyet: yetenek; alma ve öğrenme becerisikarib: yakın
kaviyyen: güçlü, kuvvetli bir şekildekemâl: olgunluk, fazilet, mükemmellik
kuvve: henüz gerçekleşmemiş fakat gerçekleşme imkânında olan, potansiyel güç mevâlid: mahsuller, topraktan yeni çıkan şeyler
mürekkebat: bileşikler, bileşik maddelernev-i beşer: insanlar, insanlık türü
nevi: çeşit, türremiz: gizli bir mânâyı ince bir işaretle gösterme
sâir: diğer, başkatabiat: canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem
takvâ: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uymaterettüb: gerekme, bir şey netice olarak ortaya çıkma
tesir-i hakikî: gerçek tesirteveccüh etmek: yönelmek
vahdet: Allah’ın birliğivech-i delâlet: delâlet etme yönü, işaret edilen yön, mânâ
vücud: varlık, var oluş; Allah’ın varlığıvücud-u Sâni: her şeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah’ın varlığı
âfâkî: dış dünyaya aitşirk: Allah’a ortak koşma
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 210

Sonra, nimetlerin menşei ve menbaı olan âlemin nizamına işaret eden o cümlelerin suret-i tertibi رِزْقًا لَكُمْ ﴿’ün delâletiyle beraber, Mâbudun ibadete müstehak olduğuna delâlet eder. Çünkü ibadet, şükürdür. Şükür, Mün’ime edilir; yani nimetleri veren Zâta şükretmek vaciptir.

Sonra رِزْقًا لَكُمْ
blank.gif
1
cümlesinden, arz ve arzdan çıkan mevalid, yani arzın semereleri insanlara hâdim oldukları gibi, insanlar da onların Saniine hâdim olmaları lâzım olduğuna bir remiz vardır.

فَلاَ تَجْعَلُوا ِللهِ اَنْدَادًا
blank.gif
2
﴿ cümlesi ise, geçen cümlelerin herbirisiyle alâkadardır. Yani, Rabbinize ibadet yaptığınızda şerik yapmayınız. Zira Rabbiniz, ancak Allah’tır. Sizi, nev’inizle beraber halk eden Odur. Ve Arzı size mesken olarak hazırlayan Odur. Semâyı sizin binanıza dam olarak yaratan Odur. Ve sizin rızık maişetinizi tedarik için suları gönderen Odur. Hülâsa, bütün nimetler Onundur; öyle ise bütün şükürler ve ibadetler de ancak Onadır.

Arkadaş! Bu âyetin tazammun ettiği cümlelerin keyfiyet ve nüktelerine gelelim.

Evvelâ: Kur’ân-ı Kerimde kesretle zikredilen يَاۤ اَيُّهَا ﴿ ile edilen hitap ve nida, üç vecihle ve üç edatla tekit edilmiştir. Birisi, ikazı ifade eden ve ikaz için kullanılan يَا harfidir. İkincisi, alâmetleri aramakla birşeyi bulmak için kullanılan اَىُّ kelimesidir ki, Türkçede “hangi” kelimesiyle tercüme edilir. Üçüncüsü, gafletten ayıltmak için kullanılan هَا harfidir. Bu tekitlerden anlaşılır ki, burada şu tarzla yapılan nida ve hitap, çok faidelere ve nüktelere işarettir. Ezcümle:



[NOT]Dipnot-1 “Sizin için rızık yaptı.” Bakara Sûresi, 2:22.
Dipnot-2 “Sakın Allah’a eş ve ortaklar koşmayınız.” Bakara Sûresi, 2:22.[/NOT]

Mâbud: Kendisine kulluk edilen, Allah
Mün’im: nimet verici; gerçek nimet verici olan ve yarattıklarını sonsuz bir şekilde nimetlendiren Allah
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran AllahSâni: her şeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
alâkadar: alâkalı, ilgilialâmet: işaret, belirti, iz
arz: dünyadelâlet: delil olma, gösterme
edat: tek başına bir anlam ifade etmeyen, kullanıldığı kelimelerle sebep, sonuç, vasıta benzerlik vb. bakımlardan ilişkisi olan kelime (dahi, gibi, için vs.)evvelâ: ilk önce, birinci olarak
ezcümle: örneğin, meselâgaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlık
halk etmek: yaratmak hitap: konuşma, sesleniş
hâdim: hizmetçihülâsa: özetle, kısaca
kesret: çoklukkeyfiyet: durum, nitelik, özellik
maişet: geçim, yaşayışmenba: kaynak
menşe: esas, kaynak, kökmesken: ev, yer
mevâlid: topraktan çıkan ürünler, mahsullermüstehak: lâyık
nev’: türnida: çağrı, sesleniş
nizam: düzen, kanunnükte: ince ve derin mânâ
remiz: gizli bir mânâyı ince bir işaretle göstermesemere: meyve
semâ: gökyüzüsuret-i tertib: tertip, diziliş şekli, biçimi
tazammun etmek: içermek, içine almaktekit etmek: pekiştirmek, sağlamlaştırmak
vacip: zorunlu, farzvecih: tarz, şekil
zira: çünküşerik: ortak
اَىُّ: hangiهَا: tenbih
يَا: ey
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 211


Birincisi: İnsanlara ibadetlerin teklifinden hâsıl olan meşakkatin, hitab-ı İlâhiye mazhariyetten neş’et eden zevk ve lezzetle tahfif edilmesidir.

İkincisi: İnsanın gaibane olan aşağı mertebesinden, huzurun yüksek makamına çıkması ancak ibadet vasıtasıyla olduğuna işarettir.

Üçüncüsü: Muhatabın üç cihetten ibadete mükellef olduğuna işarettir. Kalbiyle teslim ve inkıyada, aklıyla iman ve tevhide, kalıbıyla amel ve ibadete mükelleftir.

Dördüncüsü: Muhatabın mü’min, kâfir, münafık olmak üzere üç kısma ayrılmış olduğuna işarettir.

Beşincisi: İnsanların yüksek, orta, avam tabakalarına hitaben şâmil olduğuna işarettir.


Altıncısı:
İnsanlar arasında yapılan nidâ ve hitaplarda âdet edinmiş olan şeylere işarettir ki, insan, evvelâ gördüğü adamı çağırır ve durdurur, sonra kim olduğunu anlamak için alâmetlerine dikkat eder, sonra maksadını anlatır.


Hülâsa: Mezkûr hitap, geçen üç cihetten tekit edilmiş şu nüktelere işarettir.

يَا ile nida edilen insanlar gafil, gaip, hazır, cahil, meşgul, dost, düşman gibi çok muhtelif tabakalara şâmildir. Bu muhtelif tabakalara göre يَا ’nın ifadesi değişir.

Meselâ, gafile karşı tenbihi ifade eder; gaibe ihzarı, cahile târifi, dosta teşviki, düşmana tevbih ve takri’i gibi her tabakaya münasip bir ifadesi vardır.
Sonra, makam-ı kurbu iktiza ettiği halde, uzaklara mahsus olan يَا edatının kullanılması birkaç nükteye işarettir.

1. Teklif edilen emanet ve ibadetin pek büyük bir yük olduğuna,2. Derece-i ubudiyetin mertebe-i ulûhiyetten pek uzak olduğuna,



amel: davranış, işavâm: halk tabakası, sıradan insanlar
cihet: yön, tarafderece-i ubudiyet: kulluk derecesi
edat: fiil ve isimlerin dışında kalan, kendi başına bir mânâsı olmadığı halde isim ve fiillerle birlikte mânâ kazanan kelimeler evvelâ: ilk önce, birinci olarak
gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan kimsegaibâne: görünmeyen; üçüncü şahıs olarak (o, onlar gibi)
gaip: gr. üçüncü tekil ve çoğul şahıslar; önünde, huzurunda olmayan veya huzurunda olduğunu hissetmeyenhazır: gr. birinci tekil ve çoğul şahıslar; huzurda bulunan, kendini huzurda hisseden
hitaben: hitap ederekhitap: konuşma, sesleniş
hitâb-ı İlâhiye: ilâhî hitap, seslenişhuzur: sürekli olarak Allah’ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olma
hâsıl: oluşma, meydana gelmehülâsa: özetle
ihzar: huzura getirmeiktiza etme: gerektirme
inkıyad: boyun eğme, itaat etmekalıb: vücut, beden
kâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin şeylerden birini inkâr eden kimsemakam-ı kurb: makamın yakınlığı, yakın olma
mazhariyet: erişme, nail olmamertebe-i ulûhiyet: ilâhlık mertebesi
mezkûr: anılan, sözü geçenmeşakkat: güçlük, zorluk
muhatap: hitap edilenmuhtelif: farklı, çeşit çeşit
mükellef: yükümlü, sorumlumünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse
münasip: uygunmü’min: iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan kimse
neş’et etmek: kaynaklanmaknida: çağrı, sesleniş
nükte: ince ve derin mânâtahfif edilme: hafifletilme
takri’: azarlamatekit etmek: pekiştirme, vurgulama
teklif: yükleme, sorumlu tutmatenbih: ikaz, uyarı
tevbih: azarlama, kınamatevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
şamil: içine alan, kapsamlıيَا: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: İbadet ve Tevhid Bahsi - Sayfa: 212


3. Mükelleflerin, zaman ve mekânca hitabın vakit ve mahallinden ırak bulunduğuna,
4. İnsanların derece-i gafletlerine işarettir.

Muzafun ileyhsiz zikredildiğinden, umumî bir tevessümü ifade eden اَىُّ kelimesi, hitabın umum kâinata şâmil olup, yalnız farz-ı kifaye suretiyle haml-i emanete ve ibadete insanların tahsis edilmiş olduklarına işarettir. Öyle ise ibadette insanların kusurları umum kâinata tecavüzdür.


Sonra, اَىُّ kelimesinde bir icmal ve bir ipham vardır; çünkü izafesiz zikredilmiştir. Onun o ipham ve icmâli, نَاسْ
blank.gif
1
kelimesiyle izale ve tafsil edildiğinden, aralarında bir icmal ve tafsil cezaleti meydana gelmiştir.


هَا: اَىُّ ’nün muzafun ileyhine ıvaz olmakla beraber, يَا edatiyle çağrılanları tenbih içindir.

نَاسْ ﴿ aslında nisyandan alınmış bir ism-i fâildir; vasfiyet-i asliyesi mülâhazasıyla insanlara bir itâba işarettir. Yani, “Ey insanlar! Niçin misak-ı ezelîyi unuttunuz?”

Fakat bir cihetten de insanlara bir mâzeret yolunu gösteriyor. Yani, “Sizin o misâkı terk etmeniz, amden değil; belki sehiv ve nisyandan ileri gelmiştir.”

اُعْبُدُوا
blank.gif
2
﴿ nidaya cevaptır. Mü’min, kâfir, münafık olan geçen tabakalar


[NOT]Dipnot-1 İnsanlar.
Dipnot-2 İbadet ediniz.
[/NOT]

cezâlet: güçlü ve düzgün ifade, güçlü ve güzel anlatımcihet: yön, taraf
derece-i gaflet: gaflet derecesiedat: fiil ve isimlerin dışında kalan, kendi başına bir mânâsı olmadığı halde isim ve fiillerle birlikte mânâ kazanan kelimeler
farz-ı kifâye: dinen mutlaka yerine getirilmesi gereken ancak bir kısım Müslümanın yapması ile diğerlerinin üzerinden düşen vazife, cenaze namazı kılmak gibi haml-i emanet: emaneti yüklenme
hitap: konuşma, seslenişicmal: özetleme, kısaltma
ipham: belirsizlik, kapalılıkism-i fâil: gr. bir iş, oluş veya durumu yüklenen şahsı bildiren kelimedir, meselâ; kâtip
itâb: azarlama, kınamaizafe: tamlama, iki şey arasındaki bağlılık, bağlama
izale: giderme, ortadan kaldırmakâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin şeylerden birini inkâr eden kimse
kâinat: evren, yaratılmış her şeymahal: yer
misak-ı ezelî: ezelî sözleşmemisâk: sözleşme
muzaafun ileyh: isim tamlamasında tamlayan kelime; sonu daima esre okunurmâzeret: özür
mükellef: yükümlü, sorumlumülâhaza: düşünme, akla getirme
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimsemü’min: iman eden, Allah’a ve Onun bildirdiği şeylere inanan kimse
nida: seslenişnisyan: unutmak, unutkanlık
sehiv: yanılmatafsil: detaylı açıklama
tahsis etmek: üstün tutup seçmek, tercih etmek, ait kılmak, mahsus kılmaktecavüz: haddi aşma, ileri gitme
tenbih: ikaz, uyarıtevessüm: bir işaret, belirti ortaya çıkma, görünme, bir şeyi işaretlerinden hareketle bilme, iyice anlama
umum: genel, bütünvasfiyet-i asliye: asıl vasıf, temel özellik
âmden: kasten, bilerekırak: uzak
ıvaz: bedelşâmil: içine alan, kapsamlı
اَىُّ: hangiهَا: tenbih
يَا: ey

 
Üst