Yüzün Kapatılmasına Dair Kitaptan İkinci Delil

Ali KOCA

New member
Alıntıdır: Yüzün Kapatılmasına Dair Kitaptan İkinci Delil - Kaleme ve yazmakta oldukları şeylere yemîn olsun!

Yüzün Kapatılmasına Dair Kitaptan İkinci Delil
II- Kitaptan ikinci delil Allâh-ü teâlâ buyuruyor ki:

— Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle: (Bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salsınlar (vücutlarını örtsünler); onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allâh çok bağışlayan, çok esirgeyendir.[1]

Örtünme hususundaki ikinci emir olan bu ayet-i kerime Ahzâb suresinin 59. âyetidir. Cenâb-ı Hak, bu ayet-i kerimede kadınların örtünmesini sarih bir surette zikretmiştir. Müfessirlerin hemen hepsi az farklarla Örtünme ve keyfiyetini beyan etmişlerdir.

II- 1. Ayet-i kerimenin sebeb-i nüzûlü: Süddî, bu ayet-i kerimenin iniş sebebini şöyle anlatıyor: "Zinâkar erkekler, gece dışarı çıkan kadınlara eziyet veriyorlardı. Üzerinde başörtüsü olan bir kadın gördüklerinde ise bırakıyorlardı ve 'bu hür kadın' diyorlardı. Ama başörtüsüz bir kadın gördükleri zaman 'bu bir köle' diyorlar ve ezâ veriyorlardı. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.[2]

Diğer bir rivayete göre ise; "Ömer radıyallâh-ü anh, bir gün Medine çarşısında yürürken, birtakım alışveriş yapmak için iri yapılı adamların arasında laubali bir şekilde ayakta duran bir kadına rastladı ve onu dövdü. Kadın da bunun üzerine Rasûlüllâh sallallâhü aleyhi ve sellemin yanına gitti ve "Ya Rasûlüllâh! Ömer İbnü'l Hattâb yok yere beni dövdü" dedi. Rasûlüllâh sallallâhü aleyhi ve sellem Hazret-i Ömer’i çağırttı ve: "Amcanın kızını niçin dövdün?" diye sorarak kadının anlattıklarını nakletti. Hazret-i Ömer de "amcamın kızının üzerinde başörtüsü göremediğim an şaşırdım ve onu köle zannettim "dedi. Orada bulunan İnsanlar diyorlar ki: "İşte bu sırada Rasûlüllâh sallallâhü aleyhi ve sellemin üzerine bu mevzuda vahiy iniyor, Ömer radıyallâh-ü anh de, "Kadınlarımız için cilbâb bulamıyoruz" diyordu. Cenab-ı Hak da bu ayeti kerimeyi indirdi.[3]

II- 2. Müfessirlerin bu ayet-i kerime hakkında ki görüşleri.

A) Allâme İbn-i Cerir (V.310) kadının yüzünü kapatması gerekir diyenlerin beyanlarını şöyle sıralıyor:

"Ehli te'vil, Cenab-ı Hakk'ın emrettiği örtünmenin sıfatı hakkında ihtilâf ettiler. İslam âlimleri bu emrin, yüzü ve başı kapatıp, sadece bir gözü açıkta bırakmak olduğunu kabul ettiler.

Böyle diyenlerin açıklamaları:

a) îbn-i Abbas'dan:"Ey Nebi! Hanımlarına kızlarına ve inananların kadınlarına söyle: Örtülerini üstlerine salsınlar" kavlinde Allâh-ü teâlâ mü'minlerin kadınlarına bir ihtiyaç için evlerinden dışarıya çıktıkları vakit cilbâbla başlarının üstünden yüzleri de dâhil olmak üzere kapamalarını emretti.

b) Muhammed diyor ki: Ubeyde, örtünmenin nasıl olacağını yanımda giyinerek gösterdi. İbn-i Avn diyor: Ridâsı ile başını kapatır, burnunu ve sol gözünü ise açıkta bırakır. Ridâsını, ya kaşının yakınından, ya da üst kısmından veya kaşını göstermeyecek şekilde kapatır.

c) İbn-i Sîrin'den: 'Ubeyde'ye: "Hanımlarına, kızlarına ve inanların kadınlarına söyle: (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salsınlar" kavlini sordum. Elbisesi ile uygulamalı olarak gösterdi. Başını ve yüzünü kapattı. Elbisesini, bir gözü açıkta kalacak şekilde örttü.[4]

b) Zemahşerî ise, (V.538) "örtülerini üstlerine salsınlar" âyet-i kerimesine "cilbâblannı üstlerine salsınlar ve onunla yüzlerini, yanlarını örtsünler" diye mânâ veriyor.[5]

c) İbn-u'l-Arabîde tefsirinde (V.543) bu tür rivayetlere yer veriyor ve şu açıklamada bulunuyor: "Üstlerine salsınlar" Bu cümlenin manası, bir görüşe göre himârının üzerinden cilbâbı ile başını örtmesidir. Diğer bir görüşe göre de cilbâbı ile yüzünü örter, hattâ sol gözünden başka hiçbir şeyi göstermez.[6]

d) Allâme Kurtubî (V.671) de aynı görüşler doğrultusunda şu açıklamalarda bulunuyor:

"Celâbib kelimesi, cilbâb kelimesinin çoğuludur. Cilbâb ise başörtüsünden biraz daha büyükçedir. İbn-i Abbâs ve îbn-i Mes'ûd'dan yapılan bir rivayete göre ise cilbâb, ridadır. Bir görüşe göre de peçedir. Doğru olanı ise onun, bütün bedeni Örten bir elbise olmasıdır.

Asr-ı saadetten günümüze kadar insanların en allâmesi olan İbn-i Abbâs ve Abîtedu's-Selmanî diyor ki: "Kadın, cilbâbı, sadece bir gözü açıkta kalacak şekilde örtecek. Katâde' ise: "Onu, üzerine koyup, sonra bağlar, sonra da burnu üzerinden kapatır. Böylece iki gözü açıkta kalmış olsa bile yüzünün büyük bir kısmı ve göğsünü örtmüş olur" diyor. Allâh-ü Teâlâ bütün kadınlara vücut hatları belli olmayacak şekilde kapanmalarını emrediyor. Ancak, kocası ile yalnız kaldığı zaman dilediği elbiseyi giymekte serbesttir.[7]

e) Neysabûrî ( V.730 )'nin yorumu ise şöyle:

"Yüdnine'nin manası, üzerlerine salıversinler demektir. Zira kadının yüzünden elbisesi açıldığı zaman 'elbiseni yüzüne sal' (ört) denilir. İslam’ın ilk yıllarında kadınlar, cahiliye âdeti üzere utanmak ve sıkılmaksızın açık-saçık denebilecek bir şekilde erkekler arasına karışıyorlar, iffetli-hür kadınlarla cariyeler arasında bir fark olmuyordu. Bunun üzerine kadınlar, şal ve çarşaf ile yüzlerini ve başlarını örtmekle emrolundular. Bu durum onların hür olduklarının, zâniye olmadıklarının bilinmesinde faydalı bir unsur olacaktır. Çünkü yüzünü kapatan, avret mahallini evlâ bir şekilde muhafaza eder.[8]

f) Hâzin (V. 741) ise İbn-i Abbas'tan nakil yaparak şöyle diyor: "Mü'min kadınlar, sadece bir göz açıkta kalmak şartıyle başlarını ve yüzlerini cilbâb ile örtmekle emrolundular."[9]

g) Fîruzâbâdi (V. 816) merhum ise "Celâbib" kelimesini İzah için şunları söylüyor: "Celâbib, başörtüsü ve ridâ(âba veya cübbe gibi üstten giyilen şey)dır.[10]

h) Şerbinî (V.977) nin bu ayet-i kerimeye verdiği mana ise şöyledir.

Örtülerini yüz ve bedenlerin bütünü üzerine örtsünler de ondan her hangi bir şeyi açık bırakmasınlar.[11]

i) Allâme Ebus'Suûd (V.982) Îrşâdu'l-Akli's-Selîm de cilbâb hususunda şunları naklediyor:

"Cilbâb" himardan biraz daha geniş, ridâdan ise daha küçükçedir. Kadın, onu başına dolar, geriye kalan kısmını da göğsü üzerine sarkıtır. Yine cilbâb için o çarşaftır denildi. Ya da kendisi ile örtünülen her şey veya kadınların yüzleri veya başka yerleri açıldığında kendisi ile tesettür yapabilecekleri elbisedir. Ayette ki (min) lafzı, ba'ziyet içindir. Anlatılmak istenen şey, cilbâb'ın bir kısmı ile örtünmek bir kısmını da aşağıya salmaktır. Süddî de: Cilbâb ile bir gözü açıkta kalacak şekilde yüzünü kapatır, diyor.[12]

j) Bursevî.(1137)'de âyete şu yorumu veriyor:

Cilbâb ile, yüzlerini ve bedenlerini, evlerinden bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında örtsünler. Böylece bir takım süfe-ha kendilerini iffetsiz zannedip onlara taarruz etmesin.[13]

k) Alûsî (V.1270) ise ayet-i kerimenin manası üzerinde ki şu rivayetleri naklediyor:

"Ebû Hayyân'ın Kisâî'den yaptığı rivayetine göre ayet ile kasdedilen örtünme, örtünün üzerlerine salınmasıdır. Keşşafta ise "üzerlerine salsınlar" şeklindedir. Saîd b. Cübeyr de 'üzerlerine salsınlar' şeklinde tefsir ediyor.

Bana göre bunların hepsi ma’nânın ortaya çıkması için yapılmış olan açıklamalardan ibarettir. Açık olan şudur ki "aleyhinne" kelimesi ile kasıt, ister başları, isterse yüzleri olsun bütün bedenleridir. Çünkü câhiliyye devrinde kadınlar, yüzlerini açıyorlardı. Tesettürün keyfiyeti hususunda ise ibn-i Cerîr, İbn-i Münzir ve diğerleri Muhammed İbn-i Sîrin'den şu rivayeti naklediyorlar. "Abîdetu's-Selmâni'ye bu âyeti sordum. Bunun üzerine o da üzerinde bulunan çarşafımsı şeyi kaldırdı, ona büründü, bütün başını kaşlarına varana kadar örttü. Sonra yüzünü kapattı ve yüzünün sol kısmından sadece sol gözünü açıkta bıraktı."

Süddfde: "Yüzünü, sadece bir göz açıkta kalacak biçimde örter" diyor.

İbn-i Abbâs ve Katâde dahi: Cilbâbı, alın üzerinden örter ve bağlar, sonra da burnun üzerinden dolar. Her iki gözü açıkta kalmış olsa bile göğsünü ve yüzünün büyük bir kısmını örtmüş olur.

İbn-i Cerîr, İbn-i Ebî Hatim ve İbn-i Merdeveyh'in İbn-i Abbâs'tan yapmış oldukları diğer bir rivayette de: "Cilbâb-ile başından itibaren yüzünü örter ve bir gözünü açıkta bırakır" deniliyor.[14]

Bu arada köle durumundaki kadınlar açılıp saçılacaklar mı? Şeklinde gelebilecek bir süâle de Ebû Hayyân'dan yapacağımız şu nakil bir cevap olacaktır.

"İnananların kadınları" cümlesi hem hür hem de köleleri içine alır. Çünkü köleler, onlarda yapılabilen bir takım tasarruflar sebebi ile fitneye daha çok maruz olur. Hür kadınlar ise bunun aksinedir. "Kadın" kelimesinin umumiyetinden köleleri hariç tutanlar bu mevzuda açık bir delil göstermek zorundadırlar.[15]

l) Tibyan tefsirinde ise âyet-i kerime şöyle tefsir ediliyor:

"Yâ Nebiyallâh! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle, hacetleri için dışarı çıktıklarında yüzlerini çarşaflarıyla örtsünler."[16]

m) Elmalı Hamdi Yazır da bu mevzuda eserinde şu malumatı veriyor (V.1942):

"Sure-i Nur'daki mü'minlere söyle, gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar' ile 'mü'min kadınlara da söyle: gözlerini (haramdan) sakınsınlar' ayetleri, mü'min ve mü'minâtın yekdiğerine göz belirtmeyip, nazarlarını kısarak, edeb ve iffetlerini muhafaza etmeyi öğreterek terbiyelerini yükseltmiş olduğu gibi, burada da imalı, hür kadınların hiç bir veçhile ezaya ma’rûz kalmamalarını te'yid için cilbanlarından üzerlerini sıkı örtsünler' buyruluyor.

CİLBÂB: Baştan aşağı örten çarşaf, ferace, çâr gibi dış kisvenin adıdır. "Kadının, elbisesi üzerinden örttüğü bütün elbiseler", "tepeden tırnağa örten şey", "elbise vs. gibi kendisi ile örtünülebilen şeyler". Çarşaf peçe v.b.

İDNA: Yaklaştırmak demek ise de âlâ ile sılalanması tazmin suretiyle sarkıtmak ma’nâsını da ifade ettiğinden, üzerinden sıkı örtmek demek olur. "Cilbâb ile örtünmek tabirinde iki vecih vardır: Birisi; cilbâblarından birisi ile bütün bedeni sıkıca örtmek, birisi de; cilbâbın bir tarafıyla başından yüzünü Örtmek demek olur. Bu beyanda da iki suret vardır. Birisi, kaşlarına kadar başını örttükten sonra büküp yüzünü de örtmek ve tek bir gözünü açık bırakmak (bizler yetiştiğimiz zaman memleketimizde validelerimizin tesettür tarzı bu idi), ikincisi de alının üzerinden sıkıca sardıktan sonra burunun üzerinden dolayıp gözlerinin ikisi açık kalsa bile yüzün büyük kısmını ve göğsü tamamen örtmüş bulunmaktadır.[17]

n) Bu ayet-i kerime hakkında Müfessir Mehmed Vehbî'nin görüşleri de şöyle:

"Dışarı çıkan kadında çarşaf olmayınca süfehâ gûrûhu onları açık saçık görüp tama’a düşebilecekleri gibi, şüpheli ve iffetini ihlâl eden kadınlardan zannederek, arkalarına düşüp, onları rahatsız edeceklerine binaen, Cenab-ı Hak kadınların çarşafa bürünüp örtülü olmalarını emretmiş ve hikmeti de çarşaflı olan kadının kim olduğu bilinmemekle su-i zandan ve süfehânın takibinden kurtulmaları olduğunu beyan etmiştir.

Şu halde tesettürün farz kılınışındaki hikmet; fitne kapısını kapatmak, neslin bozulmasını önlemek, kadını kocasına bağlamakla başkasının taarruzundan kurtarmak, aile yapısını düzenlemek ve çocukların terbiyesine erkek dışarıdan, kadın da içerden çalışmaktır.

İşte bu ayet-i celîle ile Cenab-ı Hak, namuslu kadınların, kötü niyetli kimselerin takip ve taarruzlarından kurtulmalarının ve kalblerinin rahatının ancak Örtünme ile olabileceğini beyan etmiştir. Çünkü açık saçık gezen kadınların; kalbinde fesat olan kimselerin tamâını çektiği ve onların takibine sebebiyet verdiği, ayrıca halk arasında dedikodu meydana getirerek karıkoca arasında rahatsızlıklara sebeb olduğu bilâhare boşanmaları dahi netice verdiği çok defa görülmektedir. Şu halde örtünme emri bütün insanların kalblerinin rahatını, aile arasındaki düzenin esasını, bakıma muhtaç olan çocukların terbiyesini ve insanların birbirlerine kin beslemesini önleyecek tek ve yegâne çözümdür. Zira kadının örtülü bulunup yabancı erkeklerle bir arada olmaması, kocasının emniyetini ve kalbinin şüpheden uzak olmasını sağlamaktadır.[18]

o) Asrımızın en büyük mütefekkiri ve beyin yapıcısının bu âyet-i kerime üzerinde ki mütâleâsı:

Süâl: "Ey Peygamber! Hanımlarına kızlarına ve inananların kadınlarına söyle: (Bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman örtülerini üstlerine salsınlar (vücutlarını örtsünler) onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allâh çok bağışlayan, çok esirgeyendir.) "Ayet-i kerimesi örtünmeyi emrediyor. İslam’a yabancı, dar görüşlü ve bağnaz kimseler ise Kur'an’ın bu hükmüne karşı çıkıyor, örtünmeyi tabii görmüyor ve 'kadınlar peçe altında hapsedilmemek diyorlar!

Cevâb: Kur'an-ı Hakîmin bu hükmünün gayet tabii olduğuna; açık-saçıklığın ise fıtrî olmadığına delâlet eden birçok hikmetlerden sadece dördünü beyan edeceğiz.

Birinci hikmet:

Örtünme, kadınlar için gayet tabiidir ve fıtratları bunu gerektiriyor. Çünkü kadınlar, yaratılış itibariyle zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatlarından daha çok sevdikleri yavrularını koruyacak bir erkeğin, himaye ve yardımına muhtaçtırlar. Kendilerini sevdirmeye, nefret ettirmemeye ve aşağılanmaya maruz kalmamaya karşı tabii bir meyilleri vardır. Sonra kadınların yüzde altmış-yetmişi ihtiyarlık ve çirkinlik gibi sebeplerden dolayı kendisini herkese göstermek istemez. Veya kıskançlık sebebi ile kendinden daha güzellere nisbetle çirkin düşmemek ister. Tecavüz ve ittihamdan korktuğundan, saldırıya maruz kalmamak ve kocası nazarında hainlikle suçlanmamak için fıtraten örtünmek isterler. Malumdur ki; insan sevmediği ve istiskal ettiği kimselerin bakışından sıkılır, rahatsız olur. Hem ahlaken bozulmamış güzel bir kadın nâzik ve hadiselerden çabucak müteessir olabildiğinden maddi te'sîri bugün ilmen de ortaya konulmuş olan kötü bakışlardan elbette sıkılır, Hattâ bu dikkatli bakışlardan sıkılarak "Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp rahatsız ediyorlar" diye şikâyette bulunan birçok hanımları biliyoruz. Demek ki medeniyetin örtünmeye karşı çıkması, bir ma’nâda kadınlık âlemine âit tabii ve fıtrî kanunlara karşı çıkması demek oluyor. Halbuki Kur'an örtünmeyi emretmekle birer şefkat âbidesi, sonsuz ve kıymetli bir hayat arkadaşı olabilecek kadınları, küçük düşürmekten, aşağılanmaktan, esirlik ve sefillikten kurtarıyor.

Hem, kadınlarda, yabancı erkeklere karşı fıtraten bir çekingenlik var. Çekingenlik ve korkaklık ise örtünmeyi gerektiriyor. Ayrıca kadının tabiatı, örtünme ile yabancı erkeklerin şehevi arzularını açmamayı ve tecavüzüne meydan vermemeyi emreder. Bu gibi kötü düşüncelere dur diyecek ve tecavüzlere sed çekecek olan şey, kadının kalesi hükmündeki çarşafı ve peçesidir. Günümüzde kadının içinde bulunduğu içler acısı durum, gençlerimizin içine düşmüş olduğu ahlâki bunalım ve bu durumun meydana getirmiş olduğu pek fe-na yan tesirler, tesettür aleyhinde olanların, kadının yüzünü kapatmasına karşı çıkanların, örtünme emrine "esirliktir" diyenlerin, yüzüne karşı şamar gibi iniyor.

İkinci hikmet:

Kadın ve erkek arasındaki gayet şiddetli olan muhabbet ve alâka sadece dünyaya ait bir ihtiyaçtan dolayı değildir. Evet, bir kadın kocasına yalnız dünya hayatına mahsus bir hayat arkadaşı değildir. Ebedi hayatta da kadın yine kocasına ebedî bir hayat arkadaşı olacaktır. Öyleyse kadının, ileride kendisine ebedi bir arkadaş olarak kalmaya devam edecek kocasından başkasına ilgi, alaka ve samimiyet duymaması, kocasından başkasının nazarlarını kendi güzelliğine çekmemesi, kocasını bu hususta darıltmaması ve kıskandırmaması gerekmektedir. Çünkü mü'min bir kocanın, kendisinde bulunan iman sebebi ile karısı ile olan alâkası, yalnız dünya hayatına ve güzellik vaktine mahsus değil ve geçici bir sevgi de değildir. Bu alâka kadının, âhirette kocasına ebedî bir hayat arkadaşı olması ciheti ile esaslı ve ciddi bir sevgi, bir hürmetle alakalıdır. Hem yalnız gençlik ve güzellik vaktinde değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik zamanında dahi o ciddi sevgi ve hürmeti taşıyor. Elbette buna karşılık, kadın da kendi güzelliklerini kocasının nazarına tahsis etmesi ve sevgisini sadece ona göstermesi insanlık gereğidir.

Şeran; koca, kadına denk ve münasip olmalı. Bu denkliğin en önemlisi de diyanet noktasındadır. Ne mutlu o kocaya ki; karısının dindarlığına bakıp taklid eder. Arkadaşını ebedi hayatta kaybetmemek için dindar olur.

Bahtiyardır o kadın ki; kocasının dindarlığına bakıp "Ebedi arkadaşımı âhirette kaybetmeyeyim" diye takvaya girer.

Yazıklar olsun o erkeğe ki; sâlihâ dindar olan karısını ebediyyen kaybedecek bir şekilde sefahete atılır. Ne bedbahttır o kadın ki; muttaki kocasını taklid etmez, o mübarek ebedi arkadaşını kaybeder.

Binlerce yazıklar olsun o iki bedbaht karı kocaya ki; birbirinin fışkını ve sefahatini taklid eder, birbirine ateşe atılmasında yardım eder.

Üçüncü hikmet:

Bir ailenin mutluluğu zevç ve zevcenin birbirine emniyet duyması, samimi bir hürmet ve sevgi göstermesi ile meydana gelir. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık ise bu emniyeti bozar, karşılıklı hürmet ve sevgiyi de kırar. Çünkü tesettüre riayet etmeyen on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden kendini ecnebiye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu kocasından daha iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi karısından daha güzelini görmüyor. O vakit samimi muhabbet ve karşılıklı hürmet gitmekle beraber, gayet çirkin ve gayet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyet verebilir. Şöyle ki; insan hemşire misüllü mahremlerine karşı fıtraten şehevi his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin simaları, yakınlık ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve meşru sevgiyi hissettirdiği cihetle; nefsî ve şehevanî temayülâtı kırar. Fakat bacaklar gibi seran mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süfli nefislere göre, gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünkü mahremin siması mahremiyetten haber verir ve namahreme benzemez. Fakat mesela açık bacak, mahremin garıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alamet-i fârikası olmadığından, hayvani bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukût-u insaniyettir.

Dördüncü hikmet:

Malumdur ki neslin çoğalması herkesçe talep edilen bir şeydir. Hiçbir millet ve hükümet bunun aksini savunmamıştır. Hatta Aleyhi ekmelü't-tahaya: "İzdivaç ediniz çoğalınız. Ben kıyamette sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim." buyurmuştur. Hâlbuki açık saçıklık evlenmeyi çoğaltmıyor, azaltıyor. (Bugün için bazı- Avrupa ülkelerinde evlenme primleri verilerek evlilik müessesesinin diriltilmesine çalışıldığı bir gerçektir.) Üstelik memleketimiz Avrupa'ya kıyas edilmez. Çünkü Avrupa ülkeleri soğuk tabiatlı yerlerdir. Bu Asya alem-i İslam kıtası ise ona nisbeten sıcak memleketlerdir. Bilindiği gibi çevrenin insan ahlakı üzerinde tesiri vardır. Hassas ve alıngan mizaçlı olan sıcak ülke insanlarının şehevi hislerini devamlı tahrik edecek olan açık saçıklık elbette birçok suisti’mallere, israflara ve neslin zayıflığına sebebdir. Bir ayda veya yirmi günde olabilecek fıtri ihtiyaca karşılık her birkaç günde kendini israfa mecbur zanneder. O zaman, her ayda on beş gün kadar hayız gibi arızalar münasebeti ile kadına yaklaşmamaya mecbur olduğundan, nefsine mağlûb ise fuhşiyâta da meyleder [19]



[1] K.K. 33/59

[2] Cevzî, Zâdu'l-Mesir fi İlmi't-Tefsir, C. 6, s, 422

[3] İbnu'l-Arabî, Ahkâmu'l-Kur'an. C.3 S. 1574

[4] İbn-i Cerir, Câmiu'l-Beyân fi Tefsiril-Kur'ân C. 22 s. 33

[5] Ez- Zemahşerî, Hakkâiku't-Te'vil ve Uyunu'l-Ekâvil fi Vucuhi't Te'vil, C. 3, s. 274

[6] İbnu'l-Arabî, a.g.e. C. 3, s. 1575

[7] Kurtubî, Tefsiru'l-Kurtubî, C. 14 s. 243

[8] Neysabûri, Garâibu'l-Kur'an ve Reğâbu'i-Furkân C. 22, s. 30

[9] Hâzin, Lübâbu't-Te'vil fî MaâmU't-TenzSI C. 3. S. 48

[10] Fîruzâbâdî, Tenvîru'l-Mikbâs min Tefsiri İbn-i Abbâs, (tek cild s. 264

[11] Eş-Şerbinî, Es-Sirâctı'l-Münîr, C. 3, s. 220

[12] Ebu's-Suûd Irşadu'l-Aklis-Selîm ilâ Mezâya'l-Kur'anİ'l-Kerîm c. 7, s. 11)

[13] Bursevî Rûhu'l-Beyâii Tefsîıl, c. 7, s. .240

[14] El-Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, Cı 22, s, 89

[15] El-Âlûsî. a.g.e, C.22, s. 89 60] Tibyah Tefsiri, C.2, s. 184

[16] Eserde unutulmuş.

[17] Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 5 , s. 372

[18] Mehmed Vehbi, Hulâsatu'l-Beyan fî Tefsîri'l-Kur'an C. 12 s. 88-89

[19] Bediüzzaman Said Nursi. Lem'aiar. s. 212, 215


Alıntıdır: Yüzün Kapatılmasına Dair Kitaptan İkinci Delil - Kaleme ve yazmakta oldukları şeylere yemîn olsun!
 
Son düzenleme:
Üst