Yirmidördüncü Söz / Dördüncü Dal'dan

Ahmet.1

Well-known member
ﺍَﻟَﻢْ ﺗَﺮَ ﺍَﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻳَﺴْﺠُﺪُ ﻟَﻪُ ﻣَﻦْ ﻓِﻰ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﻣَﻦْ ﻓِﻰ ﺍْﻻ َﺭْﺽِ ﻭَﺍﻟﺸَّﻤْﺲُ ﻭَﺍﻟْﻘَﻤَﺮُ ﻭَﺍﻟﻨُّﺠُﻮﻡُ ﻭَﺍﻟْﺠِﺒَﺎﻝُ ﻭَﺍﻟﺸَّﺠَﺮُ ﻭَﺍﻟﺪَّﻭَٓﺍﺏُّ ﻭَﻛَﺜِﻴﺮٌ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻨَّﺎﺱِ ﻭَﻛَﺜِﻴﺮٌ ﺣَﻖَّ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﺍﻟْﻌَﺬَﺍﺏُ ﻭَﻣَﻦْ ﻳُﻬِﻦِ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻓَﻤَﺎ ﻟَﻪُ ﻣِﻦْ ﻣُﻜْﺮِﻡٍ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻳَﻔْﻌَﻞُ ﻣَﺎ ﻳَﺸَٓﺎﺀُ
Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde eder. Birçoğu da vardır ki, onlar üzerine azab hak olmuştur. Allah kimi hor kılarsa, onu saadete kavuşturacak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz ki Allah dilediğini yapar. [Hac Sûresi: 18. (Bu âyet secde âyetidir.)]

Şu büyük ve geniş âyetin hazinesinden yalnız bir tek cevherini göstereceğiz. Şöyle ki:

Kur'an-ı Hakîm tasrih ediyor ki: Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyarattan zerrelere kadar herşey Cenab-ı Hakk'a secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmalara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. Biz onların ibadetlerinin tenevvüünün bir nev'ini bir temsil ile beyan ederiz.

Meselâ:
ﻭَ ﻟِﻠَّﻪِ ﺍﻟْﻤَﺜَﻞُ ﺍْﻻ َﻋْﻠَﻰ En yüce sıfatlar Allah’ındır. (Nahl Sûresi: 60.) Azîm bir Mâlik-ül Mülk, büyük bir şehri veya muhteşem bir sarayı bina ettiği vakit, o zât dört nevi ameleyi onun binasında istihdam ve istimal eder.


Birinci nevi:
Onun memluk ve köleleridir. Bu nev'in, ne maaşı var ve ne de ücreti var. Belki onlar seyyidlerinin emriyle işledikleri her amelde, onların gayet latif bir zevk ve hoş bir şevkleri vardır. Seyyidlerinin medhinden ve vasfından ne deseler, onların zevkini ve şevkini ziyade eder. Onlar o mukaddes seyyidlerine intisablarını büyük bir şeref bilerek onunla iktifa ediyorlar. Hem o seyyidin namıyla, hesabıyla, nazarıyla işlere bakmalarından da manevî lezzet buluyorlar. Ücret ve rütbeye ve maaşa muhtaç olmuyorlar.


Nevi: Çeşit, tür.
Memluk: Kul, köle, hizmetçi.
Seyyid: Efendi.
Amel: İş, çalışma, görevi yerine getirme.
Medh: Övme.
Vasfı: Özelliği, niteliği.
Ziyade: Fazla, çok.
İntisab: Bağlılık.
İktifa: Kâfi görme, yeterli bulma.
Namıyla: Adıyla.


İkinci kısım
ki, bazı âmi hizmetkârlardır. Bilmiyorlar niçin işliyorlar. Belki o Mâlik-i Zîşan onları istimal ediyor, kendi fikriyle ve ilmiyle onları çalıştırıyor. Onlara lâyık bir cüz'î ücret dahi veriyor. O hizmetkârlar bilmiyorlar ki; amellerine ne çeşit küllî gayeler, âlî maslahatlar terettüb ediyor. Hattâ bazıları tevehhüm ediyorlar ki, onların amelleri yalnız kendilerine ait o ücret ve maaşından başka gayesi yoktur.


Âmi : Okumamış, cahil, okuma yazması bulunmayan.
Hizmetkâr: Hizmetçi.
Belki: Kat'iyyetle. Şüphesiz. *Olabilir. *Hattâ.
Mâlik-i Zîşan: Mülkün şanlı sahibi.
İstimal: Kullanma.
Cüz'î: Küçük, sınırlı. Küllînin bir parçası.
Amel: İş, çalışma, görevi yerine getirme.
Küllî: Kapsamlı genel, bütünün özelliğini taşıyan parçalardan meydana gelen.
Gaye: Amaç, sonuç.
Âlî: Büyük, yüksek, yüce, üstün, şerefli.
Maslahat: Fayda, yarar.
Terettüb: Bağlı olarak meydana gelme, bağlı olarak ortaya çıkma.
Tevehhüm: Evhamlanma, kuruntuya kapılma, asılsız ve gerçek dışı düşüncelere kapılma, sanma.


Üçüncü kısım:
O Mâlik-ül Mülk'ün bir kısım hayvanatı var. Onları o şehrin, o sarayın binasında bazı işlerde istihdam ediyor. Onlara yalnız bir yem veriyor. Onların da istidadlarına muvafık işlerde çalışmaları onlara bir telezzüz veriyor. Çünki bilkuvve bir kabiliyet ve bir istidad, fiil ve amel suretine girse; inbisat ile teneffüs eder, bir lezzet verir ve bütün faaliyetlerdeki lezzet bu sırdandır. Şu kısım hizmetkârların ücret ve maaşları, yalnız yem ve şu lezzet-i maneviyedir. Onunla iktifa ederler.


Mâlik-ül Mülk: Mülkün sahibi, kainatın ve içindekilerin gerçek sahibi.
Hayvanat: Hayvanlar.
İstihdam: Hizmet ettirme, çalıştırma.
Muvafık: Uygun, yerinde.
Telezzüz: Lezzetlenme, zevklenme.
Bilkuvve: İmkân halinde, kabiliyet(yetenek) durumunda, gizli güç durumunda.
İnbisat: Genişleme, yayılma, genleşme.
Lezzet-i maneviye: Manevî lezzet.
İktifa: Yeterli bulma, kâfi görme.


Dördüncü kısım:
Öyle amelelerdir ki; biliyorlar ne işliyorlar ve ne için işliyorlar ve kimin için işliyorlar ve sair ameleler ne için işliyorlar ve o Mâlik-ül Mülk'ün maksadı nedir, ne için işlettiriyor. İşte bu nevi amelelerin sair amelelere bir riyaset ve nezaretleri var. Onların derecat ve rütbelerine göre derece derece maaşları var.

Sair: Diğer, başka.
Mâlik-ül Mülk: Mülkün sahibi, kainatın ve içindekilerin gerçek sahibi.
Nevi: Çeşit, tür.
Riyaset: Reislik, başkanlık.
Derecat: Dereceler, basamaklar.


Aynen bunun gibi, Semavat ve Arzın Mâlik-i Zülcelali ve dünya ve âhiretin Bâni-i Zülcemali olan Rabb-ül Âlemîn; -değil ihtiyaç için.. çünki herşeyin Hâlıkı odur- belki izzet ve azamet ve rububiyetin şuunatı gibi bazı hikmetler için, şu kâinat sarayında şu daire-i esbab içinde hem melaikeyi, hem hayvanatı, hem cemadat ve nebatatı, hem insanları istihdam ediyor. Onlara ibadet ettiriyor. Şu dört nev'i ayrı ayrı vezaif-i ubudiyetle mükellef etmiştir.
Semavat: Gökler.
Arz: Yeryüzü, dünya.
Mâlik-i Zülcelal: Sonsuz büyüklüğün ve yüceliğin sahibi olan Allah(cc).
Bâni-i Zülcemal: Güzellik sahibi olan Cenab-ı Hakkın lütuf ve ihsanı ile varlıkları yaratması.
Rabb-ül Âlemîn: Görünür görünmez bütün dünyaların ve varlıkların sahibi ve terbiye edicisi olan Allah(cc).
Hâlık: Yoktan en güzel şekile yaratan Allah(cc).
Belki: Kat'iyyetle. Şüphesiz. *Olabilir. *Hattâ.
İzzet: Üstünlük, güçlülük, şeref, değer, yücelik.
Azamet: Büyüklük.
Rububiyet: Allah'ın(cc) terbiyecilik sıfatı.
Şuunat: İşler, olaylar. *Kabiliyetler, yetenekler.
Hikmet: Gözetilen fayda ve gaye.
Daire-i esbab: Sebepler dairesi, herşeyin sebeplerle bağlı olduğu bu dünya.
Melaike: Melekler.
Hayvanat: Hayvanlar.
Cemadat: Cansızlar.
Nebatat: Bitkiler.
İstihdam: Hizmet ettirme, çalıştırma.
Vezaif-i ubudiyet: Allah'a(cc) kulluk görevleri.


Birinci Kısım:
Temsilde memluklere misal, melaikelerdir. Melaikeler ise onlarda mücahede ile terakkiyat yoktur. Belki herbirinin sabit bir makamı, muayyen bir rütbesi vardır. Fakat onların nefs-i amellerinde bir zevk-i mahsusaları var. Nefs-i ibadetlerinde derecatlarına göre tefeyyüzleri var. Demek o hizmetkârlarının mükâfatı, hizmetlerinin içindedir. Nasıl insan mâ, hava ve ziya ve gıda ile tegaddi edip telezzüz eder. Öyle de melekler, zikir ve tesbih ve hamd ve ibadet ve marifet ve muhabbetin envârıyla tegaddi edip telezzüz ediyorlar. Çünki onlar nurdan mahluk oldukları için gıdalarına nur kâfidir. Hattâ nura yakın olan rayiha-i tayyibe dahi onların bir nevi gıdalarıdır ki, ondan hoşlanıyorlar. Evet ervah-ı tayyibe, revayih-ı tayyibeyi sever. Hem melekler, Mabudlarının emriyle işledikleri işlerde ve onun hesabıyla işledikleri amellerde ve onun namıyla ettikleri hizmette ve onun nazarıyla yaptıkları nezarette ve onun intisabıyla kazandıkları şerefte ve onun mülk ve melekûtunun mütalaasıyla aldıkları tenezzühte ve onun tecelliyat-ı cemaliye ve celaliyesinin müşahedesiyle kazandıkları tena'umda öyle bir saadet-i azîme vardır ki, akl-ı beşer anlamaz, melek olmayan bilemez. ...

Memluk: Kullar, hizmetçiler.
Misal: Örnek.
Melaike: Melekler.
Terakkiyat: İlerlemeler, yükselmeler.
Muayyen: Kesin olarak belli olan, belli, kararlaştırılmış.
Nefs-i amel: Yapılan işin kendisi, dine uygun işin kendisi.
Zevk-i mahsus: Özel lezzet.
Nefs-i ibadet: İbadetin kendisi, Allah'a(cc) kulluğun kendisi.
Derecat: Dereceler, basamaklar.
Tefeyyüz: Feyizlenmek, manevi olarak faydalanma. Manevi bolluk ve bereketlenme.
Hizmetkâr: Hizmetçi.
Mâ: Su.
Ziya: Işık.
Tegaddi: Gıdalanma, beslenme.
Telezzüz: Lezzetlenme, zevklenme.
Hamd: Şükür, teşekkür, övme.
Marifet: Bilme, tanıma.
Envâr: Nurlar, aydınlıklar, ışıklar.
Kâfidir: Yeterlidir.
Ervah-ı tayyibe: İyi ve güzel koku.
Revayih-ı tayyibe: Hoş ve güzel kokular.
Mabud: İbadet edilen, kulluk yapılan(Allah cc).
Namıyla: Adıyla.
İntisab: Bağlılık.
Mütalaa: Okumak, incelemek, okuyup inceleme.
Tecelliyat-ı cemaliye: Allah'ın(cc) sonsuz güzelliklerinin kendilerini belli edip göstermeleri.
Müşahede: Görme, seyretme, gözle görme.
Tena'um: Nimetlenme, bolluk içinde yaşama.
Saadet-i azîme: Büyük mutluluk.
Akl-ı beşer: İnsan düşüncesi.
 
Üst