Huseyni
Müdavim
Suâl:
Cisim, eğer hayatî olsa, eczâ-i bedenî dâim terkib ve tahlildedir, inkırâza mahkûmdur, ebediyete mazhar olamaz. Ekl ve şürb, bekâ-i şahsî ve muâmele-i zevciye ise, bekâ-i nev'î içindir ki, şu âlemde birer esas olmuşlar. Âlem-i ebediyette ve âlem-i uhrevîde şunlara ihtiyaç yoktur. Neden Cennetin en büyük lezâizi sırasına geçmişler?
Elcevap:
Evvelâ, şu âlemde cism-i zîhayatın inkırâza ve mevte mahkûmiyeti ise, vâridât ve masârifin muvâzenesizliğindendir. Çocukluktan sinn-i kemâle kadar vâridât çoktur, ondan sonra masârif ziyâdeleşir; muvâzene kaybolur, o da ölür.
Âlem-i ebediyette ise zerrât-ı cisim sabit kalıp, terkib ve tahlile mâruz değil. Veyahut muvâzene sabit kalır; Haşiye vâridât ile masârif muvâzenettedir, devr-i dâimî gibi, cism-i zîhayat, telezzüzât için, hayat-ı cismâniye tezgâhının işlettirilmesiyle beraber ebedîleşir.
Ekl ve şürb ve muâmele-i zevciye, gerçi bu dünyada bir ihtiyaçtan gelir, bir vazifeye gider; fakat, o vazifeye bir ücret-i muâccele olarak öyle mütenevvi' leziz lezzet içlerine bırakılmıştır ki, sâir lezâize tereccüh ediyor.
Mâdem bu dâr-ı elemde bu kadar acîb ve ayrı ayrı lezzetlere medâr, ekl ve nikâhtır; elbette, dâr-ı lezzet ve saadet olan Cennette, o lezzetler, o kadar ulvî bir sûret alıp ve vazife-i dünyeviyenin uhrevî ücretini de lezzet olarak ona katarak ve dünyevî ihtiyacı dahi uhrevî bir hoş iştihâ sûretinde ilâve ederek, Cennete lâyık ve ebediyete münâsip, en câmi' hayattar bir mâden-i lezzet olur.
Evet,
(Bu dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka birşey değildir. Asıl hayata mazhar olan ise âhiret yurdudur. (Ankebût Sûresi: 64) sırrınca, şu dâr-ı dünyada, câmid ve şuursuz ve hayatsız maddeler, orada şuurlu hayattardırlar. Buradaki insanlar gibi orada da ağaçlar, buradaki hayvanlar gibi oradaki taşlar, emri anlar ve yapar.
Sen bir ağaca desen, "Filân meyveyi bana getir"; getirir. Filân taşa desen, "Gel"; gelir. Mâdem taş, ağaç bu derece ulvî bir sûret alırlar; elbette, ekl ve şürb ve nikâh dahi, hakikat-ı cismâniyelerini muhafaza etmekle beraber, Cennetin dünya fevkındeki derecesi nisbetinde, dünyevî derecelerinden o derece yüksek bir sûret almaları iktizâ eder.
Haşiye: Şu dünyada cism-i insanî ve hayvanî, zerrât için güyâ bir misafirhâne, bir kışla, bir mektep hükmündedir ki; câmid zerreler ona girerler, hayattar olan âlem-i bekâya zerrât olmak için liyâkat kesb ederler, çıkarlar. Âhirette ise
[Asıl hayata mazhar olan ise âhiret yurdudur. (Ankebût Sûresi: 64.)] sırrınca, nur-u hayat, orada âmmdır.
Nurlanmak için o seyr ü sefere ve o tâlimât ve tâlime lüzum yoktur. Zerreler demirbaş olarak sabit kalabilirler.
28. Söz s.459-460
Cisim, eğer hayatî olsa, eczâ-i bedenî dâim terkib ve tahlildedir, inkırâza mahkûmdur, ebediyete mazhar olamaz. Ekl ve şürb, bekâ-i şahsî ve muâmele-i zevciye ise, bekâ-i nev'î içindir ki, şu âlemde birer esas olmuşlar. Âlem-i ebediyette ve âlem-i uhrevîde şunlara ihtiyaç yoktur. Neden Cennetin en büyük lezâizi sırasına geçmişler?
Elcevap:
Evvelâ, şu âlemde cism-i zîhayatın inkırâza ve mevte mahkûmiyeti ise, vâridât ve masârifin muvâzenesizliğindendir. Çocukluktan sinn-i kemâle kadar vâridât çoktur, ondan sonra masârif ziyâdeleşir; muvâzene kaybolur, o da ölür.
Âlem-i ebediyette ise zerrât-ı cisim sabit kalıp, terkib ve tahlile mâruz değil. Veyahut muvâzene sabit kalır; Haşiye vâridât ile masârif muvâzenettedir, devr-i dâimî gibi, cism-i zîhayat, telezzüzât için, hayat-ı cismâniye tezgâhının işlettirilmesiyle beraber ebedîleşir.
Ekl ve şürb ve muâmele-i zevciye, gerçi bu dünyada bir ihtiyaçtan gelir, bir vazifeye gider; fakat, o vazifeye bir ücret-i muâccele olarak öyle mütenevvi' leziz lezzet içlerine bırakılmıştır ki, sâir lezâize tereccüh ediyor.
Mâdem bu dâr-ı elemde bu kadar acîb ve ayrı ayrı lezzetlere medâr, ekl ve nikâhtır; elbette, dâr-ı lezzet ve saadet olan Cennette, o lezzetler, o kadar ulvî bir sûret alıp ve vazife-i dünyeviyenin uhrevî ücretini de lezzet olarak ona katarak ve dünyevî ihtiyacı dahi uhrevî bir hoş iştihâ sûretinde ilâve ederek, Cennete lâyık ve ebediyete münâsip, en câmi' hayattar bir mâden-i lezzet olur.
Evet,
Sen bir ağaca desen, "Filân meyveyi bana getir"; getirir. Filân taşa desen, "Gel"; gelir. Mâdem taş, ağaç bu derece ulvî bir sûret alırlar; elbette, ekl ve şürb ve nikâh dahi, hakikat-ı cismâniyelerini muhafaza etmekle beraber, Cennetin dünya fevkındeki derecesi nisbetinde, dünyevî derecelerinden o derece yüksek bir sûret almaları iktizâ eder.
Haşiye: Şu dünyada cism-i insanî ve hayvanî, zerrât için güyâ bir misafirhâne, bir kışla, bir mektep hükmündedir ki; câmid zerreler ona girerler, hayattar olan âlem-i bekâya zerrât olmak için liyâkat kesb ederler, çıkarlar. Âhirette ise
Nurlanmak için o seyr ü sefere ve o tâlimât ve tâlime lüzum yoktur. Zerreler demirbaş olarak sabit kalabilirler.
28. Söz s.459-460