Sahtekarlar Ebedi İyi Görünemez.
Şeytan yine döndü, dedi ki:
"Kur'ân'ın mesâili gibi, çok zatlar o çeşit mesâili din namına söylüyorlar. Onun için, bir beşer, din namına böyle birşey yapmak mümkün değil mi?"
Cevaben, Kur'ân'ın nuruyla dedim ki:
Evvelâ: Dindar bir adam, din muhabbeti için,
"Hak böyledir, hakikat budur, Allah'ın emri böyledir" der. Yoksa, Allah'ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Allah'ın taklidini yapıp,
Onun yerinde konuşmaz.
[Allah adına yalan söyleyenden daha zalim kim vardır?] (Zümer Sûresi: 39:32.) düsturundan titrer.
Ve saniyen: Bir beşer kendi başına böyle yapması ve
muvaffak olması hiçbir cihetle
mümkün değildir, belki yüz derece
muhaldir. Çünkü birbirine yakın zatlar birbirini taklit edebilirler. Bir cinsten olanlar birbirinin suretine girebilirler. Mertebece birbirine yakın olanlar birbirinin makamlarını taklit edebilirler,
muvakkaten insanları iğfal ederler; fakat
daimi iğfal edemezler. Çünkü,
ehl-i dikkat nazarında, alâ külli hal, etvar ve ahvâli içindeki
tasannuatlar ve tekellüfatlar sahtekârlığını gösterecek, hilesi
devam etmeyecek.
Eğer sahtekârlıkla taklide çalışan, ötekinden gayet uzaksa, meselâ
âdi bir adam İbn-i Sina gibi bir dâhiyi ilimde
taklit etmek istese ve bir
çoban bir
padişahın vaziyetini takınsa, elbette hiç kimseyi aldatamayacak, belki kendi
maskara olacak. Herbir hali bağıracak ki,
"Bu sahtekârdır!"
İşte - hâşâ, yüz bin defa hâşâ - Kur'ân beşer kelâmı farz edildiği vakit, nasıl ki bir
yıldız böceği bin sene tekellüfsüz, hakikî
bir yıldız olarak rasat ehline
görünsün? Hem bir
sinek, bir sene tamamen
tavus suretini tasannusuz temâşâ ehline
göstersin? Hem sahtekâr,
âmi bir nefer, namdar, âli bir
müşirin tavrını takınsın, makamında otursun, çok zaman öyle kalsın,
hilesini ihsas etmesin? Hem müfteri,
yalancı, itikadsız bir
adam, müddet-i ömründe daima
en sadık, en emin, en mutekid bir zâtın keyfiyetini ve
vaziyetini en müdakkik nazarlara karşı telâşsız
göstersin, dâhilerin nazarında tasannuu saklansın? Bu ise yüz derece muhaldir; ona hiçbir zîakıl
mümkün diyemez. Ve öyle de farz etmek, bedihî bir muhali vaki farz etmek gibi bir
hezeyandır.
Aynen öyle de, Kur'ân'ı kelâm-ı beşer
farz etmek, lâzım gelir ki, âlem-i İslâmın semâsında bilmüşahede pek parlak ve daima envâr-ı hakaiki neşreden bir
yıldız-ı hakikat, belki bir şems-i kemâlât telâkki edilen
Kitab-ı Mübinin mahiyeti-hâşâ, sümme hâşâ-bir
yıldız böceği hükmünde tasannucu bir beşerin
hurafatlı bir düzmesi olsun.
Ve en yakınında olanlar ve dikkatle ona bakanlar farkında bulunmasın. Ve onu daima âli ve memba-ı hakaik bir yıldız bilsin. Bu ise yüz derece muhal olmakla beraber,
sen ey Şeytan, yüz derece şeytanetinde ileri gitsen, buna imkân verdiremezsin, bozulmamış hiçbir aklı
kandıramazsın. Yalnız, pek uzaktan baktırmakla
aldatıyorsun; yıldızı, yıldız böceği gibi küçük gösteriyorsun.
Salisen: Hem, Kur'ân'ı beşer kelâmı farz etmek, lâzım gelir ki,
âsârıyla, tesirâtıyla, netâiciyle âlem-i insaniyetin bilmüşahede
en ruhlu ve hayatfeşan, en hakikatli ve saadetresan, en cemiyetli ve mucizbeyan, âli meziyetleriyle yaldızlı bir Furkanın gizli hakikati
(hâşâ) muavenetsiz, ilimsiz birtek insanın fikrinin tasniâtı olsun, yakınında onu temâşâ eden ve merakla dikkat eden büyük zekâlar, ulvî dehâlar onda hiçbir zaman, hiçbir cihette sahtekârlık ve tasannu eserini görmesin;
daima ciddiyeti, samimiyeti, ihlâsı bulsun.
Bu ise, yüz derece
muhal olmakla beraber, bütün ahvâliyle, akvâliyle, harekâtıyla bütün hayatında emaneti, imanı, emniyeti, ihlâsı, ciddiyeti, istikameti gösteren ve ders veren ve
sıddıkînleri yetiştiren en yüksek, en parlak, en âli haslet telâkki edilen ve kabul edilen bir zâtı en emniyetsiz,
en ihlâssız, en itikadsız farz etmekle, muzaaf bir muhali vaki görmek gibi,
Şeytanı dahi utandıracak bir hezeyan-ı fikrîdir. Çünkü şu meselenin
ortası yoktur. Zira, farz-ı muhal olarak, Kur'ân kelâmullah olmazsa, Arştan ferşe düşer gibi sukut eder, ortada kalmaz. Mecma-ı hakaik iken, memba-ı hurafat olur. Ve o harika fermanı gösteren zat-hâşâ, sümme hâşâ-eğer Resulullah olmazsa, âlâ-yı illiyyînden esfel-i sâfilîne sukut etmek ve memba-ı kemâlât derecesinden maden-i desâis makamına düşmek lâzım gelir, ortada kalamaz. Zira
Allah namına iftira eden, yalan söyleyen, en ednâ bir dereceye düşer. Bir sineği daimî bir surette tavus görmek ve tavusun büyük evsâfını onda her vakit müşahede etmek ne kadar muhal ise, şu mesele de öyle muhaldir.
Fıtraten akılsız, sarhoş bir divane lâzım ki buna ihtimal versin.
Rabian: Hem, Kur'ân'ı kelâm-ı beşer farz etmek, lâzım gelir ki, benî Âdemin en büyük ve muhteşem ordusu olan ümmet-i Muhammediyenin (a.s.m.)
mukaddes bir kumandanı olan Kur'ân, bilmüşahede kuvvetli kanunlarıyla, esaslı düsturlarıyla, nâfiz emirleriyle, o pek büyük orduyu iki cihanı fethedecek bir derecede bir intizam verdiği ve bir inzibat altına aldığı ve maddî ve mânevî teçhiz ettiği ve umum efradın derecâtına göre akıllarını talim ve kalblerini terbiye ve ruhlarını teshir ve vicdanlarını tathir, âzâ ve cevârihlerini
istimal ve istihdam ettiği halde-hâşâ, yüz bin hâşâ-kuvvetsiz, kıymetsiz, asılsız bir düzme farz edip, yüz derece muhali kabul etmek lâzım gelmekle beraber; müddet-i hayatında ciddî harekâtıyla Hakkın kanunlarını benî Âdeme ders veren ve samimî ef'âliyle hakikatin düsturlarını beşere talim eden ve hâlis ve makul akvâliyle istikametin ve saadetin usullerini gösteren ve tesis eden ve bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle, Allah'ın azâbından çok havf eden ve herkesten ziyade
Allah'ı bilen ve bildiren ve nev-i beşerin beşten birisine ve küre-i arzın yarısına bin üç yüz elli sene kemâl-i haşmetle kumandanlık eden ve cihanı velveleye veren şöhretşiar şuûnâtıyla, nev-i beşerin, belki kâinatın elhak medar-ı fahri olan bir zâtı - hâşâ, yüz bin defa hâşâ - Allah'tan korkmaz ve bilmez ve yalandan çekinmez,
haysiyetini tanımaz farz etmekle, yüz derece
muhali birden irtikâp etmek lâzım gelir. Çünkü şu meselenin ortası yoktur. Zira, farz-ı muhal olarak, Kur'ân kelâmullah olmazsa, Arştan düşse, orta yerde kalamaz. Belki yerde en yalancı birinin malı olduğunu kabul etmek lâzım gelir.
Bu ise, ey Şeytan, yüz derece sen katmerli bir şeytan olsan, bozulmamış hiçbir aklı kandıramazsın ve çürümemiş hiçbir kalbi ikna edemezsin.
26. Mektup s.300-301-302