Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Kanaat, iktisat, bereket...




Yine 16. Mektubun bir başka yerinde, bereketli rızka dair şu misâl zikrediliyor:


"Bir tavuğum var. Şu kışta yumurta makinesi gibi, pek az fasılayla hergün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu. Hem birgün iki yumurta getirdi, ben de hayrette kaldım.Dostlarımdan sordum, 'Böyle olur mu?' dedim. Dediler: 'Belki bir ihsan-ı İlâhîdir.'


"Hem şu tavuğun yazın çıkardığı bir küçük yavrusu vardı. Ramazan-ı Şerifin başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam etti. Hem küçük, hem kışta, hem Ramazan'da bu mübarek hali bir ikram-ı Rabbânî olduğuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin şüphemiz kalmadı. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o başladı, beni yumurtasız bırakmadı."




Üstad Bediüzzaman'ın maişetinde görünen İlâhî ikrâm ve berekete şahit olan Barla'daki Süleyman Rüşdü, Hüsrev, Refet, Bekir, Mustafa Çavuş, Barlalı Süleyman gibi güvenilir zâtlar, müştereken imza attıkları bir mektupta şunu ifade ediyorlar:


"Evet iki sene evvel, bütün Ramazan'da üç ekmek, bir okka pirinç ona ve dört kedisine kâfi geldiği gibi, bir sene evvel üç fırancala, bir Ramazan yine kâfi gelmişti. Bu Ramazan-ı Şerifte, otuz günde, yarım okka yoğurtla, yarım okkadan daha az pirinç ve dört kuruşluk bir fırancala yediğini-yalnız bir-iki kupa çay içmek ve iftar zamanında bir çay kaşığı bal yemek müstesna-başka birşey yemediğini bizzat müşahede ettik."






"www.risaleakademisi.org"




 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Kanaat, iktisat, bereket...


"Barla Lâhikası" isimli eserin 120. sıradaki mektubunda, kanaat, iktisat ve bereketin sırrına dair yazılmış bir hakikati, yazımızın bugünkü bölümüne ilâve ederek geçelim.


"Hem iktisat, bereket ve kanaat sayesinde, şiddetli ihtiyacım olmadığı halde, dünya malına el uzatmak elimde değil, ihtiyarım haricindedir. Hem bir misalle ince bir sebebi anlatacağım:
"Mühim bir tüccar dostum otuz kuruşluk bir çay getirdi, kabul etmedim. "İstanbul'dan senin için getirdim, beni kırma" dedi. Kabul ettim. Fakat iki kat fiyatını verdim.


"Dedi: Niçin böyle yapıyorsun, hikmeti nedir?


"Dedim: Benden aldığın dersi, elmas derecesinden şişe derecesine indirmemektir. Senin menfaatin için, menfaatımı terk ediyorum. Çünkü, dünyaya tenezzül etmez, tamah ve zillete düşmez, hakikat mukabilinde dünya malını almaz, tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alınan ders-i hakikat elmas kıymetinde ise, sadaka almaya mecbur olmuş, ehl-i servete tasannua muztar kalmış, tamah zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş, sadaka verenlere hoş görünmek için riyakârlığa temayül etmiş, âhiret meyvelerini dünyada yemeye cevaz göstermiş bir üstaddan alınan aynı ders-i hakikat, elmas derecesinden şişe derecesine iner. İşte, sana mânen otuz lira zarar vermekle, otuz kuruşluk menfaatimi aramak, bana ağır geliyor ve vicdansızlık telâkki ediyorum. Sen mâdem fedakârsın; ben de o fedakârlığa mukabil, menfaatinizi menfaatime tercih ediyorum, gücenme.
O da, bu sırrı anladıktan sonra kabul etti, gücenmedi."






"www.risaleakademisi.org"






 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Hediyeyi, teberrükü, yine başkasına yediriyor


Mümkün olabildiğince kimseden karşılıksız yemek ve hediye gibi şeyler almayan ve alamayan Üstad Bediüzzaman, hatır kıramayıp verilen hediyeyi geri çeviremediği durumlarda, bir başka metod uyguluyor: Gelen hediye ve yiyecekleri yine başkasına teberrüken dağıtıyor.


Duruma göre böyle bir usûl dairesinde hareket ettiğini, hem bazı hatıra notlarından, hem de kendi ifadelerinden anlıyoruz.
İşte, Emirdağ Lâhikası'nda yer alan bir mektuptaki ifadeler:


"Salisen: Nur'un demirbaş kâtibi ve şakirdi Kâtip Osman'ın Risale-i Nur bahçesinden gönderdiği yaş üzüm teberrükünü ve Medresetü'z-Zehranın çok ehemmiyetli bir şubesi ve bir merkezi olan Sava'nın (Isparta) gayet mübarek teberrüklerini, kaideme muhalif olarak onların hatırı için kabul ettim. Ve kime yedirsem de, onların hayrı olarak yedireceğim. (Emirdağ Lâhikası-II, s. 300)


Bu gerçeği doğrulayan bir hatırayı da, bizzat kendimiz dinleyip tesbit ettik.
"Sason isyanı" sebebiyle 1937 senesinde Kastamonu'ya sürgün edilen ve orada yedi yıl Üstad Bediüzzaman'la komşuluk yapan hamal Ahmet Atak Efendi ile birkaç kez görüşüp hatıralarını not ettik.


Bir defasında, kendisine gelen karpuz hediyesini geri çeviremeyen Üstad'ın, aylar sonra o karpuzu getiren kişiye ve misafirlerine nasıl yedirdiğini anlattı.
Hadisenin özeti şudur:



Aynı yıllarda Kastamonu'ya yine sürgün olarak gelen Kurtalanlı ağalardan Yusuf Toprak, Üstad'a mevsimin ilk karpuzlarından alıp hediye etmek ister.


Ne var ki, onun ağalık servetine haram para karışmış olması ihtimaline binaen, orada hamallıkla geçinen Ahmet Efendiden 50 kuruş borç alarak, yani alınteriyle kazanılmış o helâl parayla gidip iki adet Adana karpuzlarından alıp getirir.


Yusuf Ağayı elinde karpuzla odasının kapısında gören Üstad, onun içeri girmesine izin vermez. Sert ve hiddetli bakışlarla onu kapıda durdurarak şöyle seslenir:



"Yusuf Ağa, sen benim 70 yıllık âdetimi bozmak mı istiyorsun?"


Ağa, kapıda heykel gibi dikilip kalır. Ne ileri, ne de geri gidemez.
Üstad ise, sağ elini iki kaşının arasına götürür, başını eğer ve bir süre mütalaa eder.
Sonra, başını kaldırır ve ağaya şunu söyler:



"Yusuf Ağa! Seni o karpuzlarla birlikte geri gönderecektim. Fakat, onları yanındaki şu muhacir hamalın parasıyla aldığından, onun hatırına ve kalbi kırılmasın diye kabul ediyorum."


O anda, Yusuf Ağanın dermanı biter, dizlerinin bağı çözülür. Orada daha fazla dayanamaz ve karpuzları yere bıraktığı gibi, gerisin geriye kaçarcasına gider.
Aylar sonra, birkaç misafiriyle birlikte Üstad'ın ziyaretine gelen Yusuf Ağanın önüne, arka odada muhafaza edilen aynı karpuzlar kesilip konur.Ağa ise, misafirlerle birlikte hiç bozulmamış o karpuzları ancak afiyetle yedikten sonra gerçeği öğrenir.


Üstad, ona şu hatırlatmada bulunur: "Yusuf Ağa! Ben sana demedim mi, kimsenin hediyesini karşılıksız almıyorum, alamıyorum, yiyemiyorum diye..."






"www.risaleakademisi.org"
 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Mukabelesiz dokunuyor


Yemek ve sair hediyeleri karşılıksız aldığı takdirde, kendisini hasta edecek derecede dokunduğunu muhtelif vesilelerle ve tekraren ifade eden Üstad Bediüzzaman, hediye sahibi çok yakın bir kimse olsa bile, ona mukabele olarak mutlaka bir hediye verilmesini ister:


"...O kardeşimizin Nur avukatı Ahmed Feyzi'nin incir teberrüküne mukabil, benim namıma bir Sikke-i Gaybiye mecmuasını ona gönderiniz ki, incirleri bana dokunmasın. Çünkü bu âhirde kat'iyen mukabelesiz hediyeler beni hastalandırdığı, çok tecrübelerle pek kat'îleşti. (Emirdağ Lâhikası-I, s. 239)

"Kuru ekmek" ve "âlâ baklava"


Kezâ, kendisine hediye gönderen mühim bir talebesine verdiği cevabî mektubunda, Üstad Bediüzzaman, kendi parasıyla yediği bir parça kuru ekmeği, başkasına ait en iyi baklavaya tercih ettiğini şu sözlerle beyan ediyor:


"Hem bende bir tevahhuş var. Herkesi her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lâzım geliyor. O da hoşuma gitmiyor. Hem tasannu ve temellükten beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en âlâ baklavasını yemek, en murassâ libasını giymek ve onların hatırını saymaya mecbur olmak, bana nâhoş geliyor.(İkinci Mektup'tan)






"www.risaleakademisi.org"
 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Düğün yemeği


Hediye olarak getirilen bir nimet, velev ki düğün yemeği de olsa, yine karşılığını vermeden rahat edemeyen Üstad Bediüzzaman, esasında hiç vazgeçemeyeceği bir prensibinin, herkes tarafından ayrıca bilinmesini istiyor.
İşte, Emirdağ'lı Abdullah Gayretlioğlu'nun anlattıkları:


"Oğlumun düğünü vardı. Üstad'a düğün yemeği götürmeye niyet ettim. Hizmetkârı Zübeyir'e danıştım. O da, Üstadın mukabelesiz birşey kabul etmedeğini söyledi. Yemek götürmekte ısrarlı olduğumu anlayınca, o zaman 'Kapalı kapta götür, yoksa hiç kabul etmez' dedi.


"Hazırladığım yemek çeşitlerini küçük kaplar içinde bir sepete koyarak, ağzını kapatıp götürdüm.Filhakika Üstad, âdeti olduğu üzere karşılıksız birşeyin kendisine dokunduğunu ifade etti ve bana mukabele olarak bir lira verdi. O para o zaman çok kıymetliydi. Ben de onun verdiğini mecburiyetle kabul edip aldım." (Son Şahitler-III/140)

Düşündürücü bir hassasiyet örneği


Üstad Bediüzzaman'ın hayatında cimrilik gibi israfın da yeri yoktur. İhtiyaç fazlası olan bir yiyeceği, hiç israf ettirmeden, en iktisatlı ve en insaflı şekilde değerlendirmek ister.
İşte, bu halin bir nümunesi olarak, ihtiyaç fazlası gibi görünen bazı yiyeceklerin değerlendirilmesi için, bakın talebelerine nasıl yol gösteriyor ve ne gibi tavsiyelerde bulunuyor:


"Kardeşlerim,
Hem benim iştahım kesildiği, hem hediye bana dokunduğu için, benim hisseme düşen üç parça yağ ve bir sepet üzüm ve bir kîse elma ve iki paket çay ve şekeri size gönderdim. Ben sizlere teberrük verecektim. Fakat sordum, sizinki de var. Hem ben onların fiyatıyla yoğurt, yumurta, ekmek gibi şeyleri alacağım, tâ Medresetü'z-Zehrâ benden gücenmesin. Hem muhtaca, hem bir parça ucuz, hem lâyıklara satınız ki, iki cihetle Medresetü'z-Zehrâ ve şubelerinin hediyeleri tam mübarek, hem bana, hem alanlara ilâçlı bir teberrük olsun. Hüsrev nezaretçi ve Ceylân, Hıfzı satıcı olsun." (On Dördüncü Şuâ'dan)




"www.risaleekademisi.org"
 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Rabbânî bereketin bir nümunesi


Şimdi de, Kastamonu Risâle-i Nur şâkirtlerinden Feyzi, Hilmi, Çaycı Emin, Tahsin'in fıkraları içinden seçtiğimiz rızıkta bereket ve inşiraha dair birkaç nümuneyi takdim ediyoruz:


"Kardeşim Emin ile beraber Üstadımızın ziyaretine gittik. İkindi vakti beraber namaz kıldıktan sonra bize emretti ki: 'Size yemek yedireceğim, burada tayınınız var.' Mükerreren, 'Yemezseniz bana dokuz zarar olur' dedi. 'Çünkü yiyeceğinize karşı Cenâb-ı Hak gönderecek.'


"Yemek yemekten affımızı rica ettikse de, emretti ki: 'Rızkınızı yiyin; bana gelir.' Emrini kırmamak için, lütuf buyurduğu tereyağı ve kabak tatlısını ekmekle yemeye başladık. Daha sofrada iken, ümit edilmeyen bir vakitte, bir tarzda ve aynı vakitte bir adam geldi. Elinde yediğimiz kadar taze ekmek, aynı yediğimiz miktar (fındık kadar) tereyağı ve diğer elinde bize verilenin tam misli kabak tatlısı olarak kapıyı açtı. Artık taaccüp edilerek, hiçbir cihette tesadüfe mahal kalmayarak, Risâle i Nur şakirtlerinin rızkındaki bir bereket-i Rabbanîyi gözümüzle gördük."

Altı ayda bir kilo peynir


"Üstadımızın bir okka (yani kilo) peyniri vardı. Ekser günlerde o peynirden hoşuna gittiği için, bir iki defa yiyordu. Hem bize de yediriyordu. Hem yemeksiz olduğu ekser vakitlerde ondan yediği halde, altı ay kadar devam ettiğini ve halen de, yüz dirhem kadar o peynirden bulunduğunu yakinen görüp tasdik ediyoruz.Evet, bereket hususunda şâyân-ı hayret bir hadisedir. Hem yarım kilo bir tereyağı, ekser günlerde fazlaca sarf olduğu halde, elli güne yakın devamı, şüphesiz bir bereket içine girmiş."






"www.riselakademisi.org"

 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Risâle-i Nur'a çalışınca...

"Yine aynen Ramazan Bayramında Üstadın rızası olmadığı halde, bir kilo ince şeker getirmiştik. Ekseri yoğurt ve süt ve tatlı kabağa ve sair şeylere, bazan yirmi otuz dirhem kadar kattıkları halde, iki aydan fazladır o şekerden yüz dirhemden fazla kalması, elbette bereket sebebiyledir.


"Hem bu havalideki şakirtler, herkes cüz'î-küllî hissetmiş ve itiraf ediyorlar ki: Risâle-i Nur'a çalıştığımız zaman, hem rızkımızda bereket ve suhûlet, hem kalbimizde bir inşirah ve ferah zâhiren hissediyoruz." (Sikke-i Tasdik-i Gaybî'den, 32 ve 37. sayfalar)






"www.risaleakademisi.org"
 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Otuz gün, nasıl üç güne indirildi?


Uhdesinde bulunan gıda ve sâir yiyecekleri son derece ihtiyatlı ve iktisatlı bir şekilde kullanan Üstad Bediüzzaman, talebelerine de aynı hayat tarzı üzere gitmelerini tavsiye etmekten geri durmaz.Ancak, yanında bulunan bazı talebeleri, kendilerince bir formül bularak, iktisat düsturunu zaman zaman ihlâl ettikleri olmuştur.


Meselâ, kıymetli bir yiyecek olan bal nimetini, birbirlerine cömertçe ikrâm etmek suretiyle, iki-üç okkalık bir miktarı kısa sürede "kemâl-i âfiyetle" yiyip bitirmişler.
Bu lâtifeli hatıra İktisat Risâlesinde şöylece anlatılıyor:


"Bu risâlenin telifi senesinde Isparta'da hücremde cereyan eden bir vakıa var. Şöyle ki: Kaideme ve düstur-u hayatıma muhalif bir surette, bir talebem iki buçuk okkaya yakın bir balı, bana hediye kabul ettirmeye ısrar etti. Ne kadar kaidemi ileri sürdüm, kanmadı. Bilmecburiye, yanımdaki üç kardeşime yedirmek ve o baldan iktisatla otuz-kırk gün üç adam yesin ve getiren de sevap kazansın ve kendileri de tatlısız kalmasın diyerek, 'Alınız' dedim. Bir okka bal da benim vardı.



O üç arkadaşım, gerçi müstakim ve iktisadı takdir edenlerdendi. Fakat, her ne ise, birbirine ikram etmek ve herbiri ötekinin nefsini okşamak ve kendi nefsine tercih etmek olan, bir cihette ulvî bir hasletle iktisadı unuttular. Üç gecede iki buçuk okka balı bitirdiler. Ben gülerek dedim: 'Sizi otuz-kırk gün o bal ile tatlandıracaktım. Siz otuz günü üçe indirdiniz. Afiyet olsun!' dedim. Fakat ben, kendi o bir okka balımı iktisatla sarf ettim. Bütün Şâban ve Ramazan'da hem ben yedim, hem, lillâhilhamd, o kardeşlerimin herbirisine iftar vaktinde birer kaşık (büyükçe bir çay kaşığı) verip, mühim sevaba medar oldu.

Hadisenin yorumu


Talebeleriyle aralarında yaşanan bu enteresan hadiseyi, cimrilik ve cömertlik ekseninde şu mânâda yorumluyor Hz. Üstad:


"Benim halimi görenler, o vaziyetimi belki hısset telâkki etmişlerdir. Öteki kardeşlerimin üç gecelik vaziyetlerini bir civanmertlik telâkki edebilirler. Fakat, hakikat noktasında, o zâhirî hısset altında ulvî bir izzet ve büyük bir bereket ve yüksek bir sevap gizlendiğini gördük. Ve o civanmertlik ve israf altında, eğer vazgeçilmeseydi, bir dilencilik ve gayrın eline tamahkârâne ve muntazırâne bakmak gibi, hıssetten çok aşağı bir hâleti netice verirdi.




"www.risaleakademisi.org"

 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Lezzet mi, besin mi?


Yine İktisat Risâlesinde bahsi geçen, yemek alışkanlığı ile ilgili bir nüktenin izahıyla devam ediyoruz.Burada, ağızdaki geçici lezzetten ziyade, bir gıdanın vücuda faydalılık cihetinin tercihi söz konusu ediliyor:



"...şimdi iki lokma farz ediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden hediye kırk para (yani bir kuruş); diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur, müsavidirler. Boğazdan geçtikten sonra, ceset beslemesinde yine müsavidirler. Belki, bazan kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zâikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin."


Limon, nasıl ki damlatılan çayın sertliğini kırıyor ve bu keyifli içeceği bir nevi şifâlı "serum" mahiyetine çeviriyorsa, aynı şekilde yoğurt da, üzerine dökülen yemeklerin sertliğini alıyor ve sindirimini çok daha kolay bir mahiyete dönüştürüyor.


Ayrıca, hararet teskininden panzehire, kemikleri sağlamlaştırmaktan vücuda zindelik vermeye kadar, limon ve yoğurt nimetinin daha pekçok faydalı, şifâlı özellikleri var.
Bu sebeple, çayı tamamen bulandırmayacak limon ve yemeği bütünüyle boğmayacak kadar da yoğurt katarak beslenme alışkanlığı edinmenin vücuda yararı büyüktür.


Ki, Üstad Bediüzzaman'ın gıda ve beslenme tarzına baktığımızda, bu hususiyetlere dikkat ve itina ile riayet edilerek, dengeli bir yeme içme alışkanlığının hükmettiğini görmekteyiz.




"www.risaleakademisi.org"
 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Soğuk su


Yoğurt ve limon nimetinden istifadeyi, normal beslenme alışkanlığı haline getiren Bediüzzaman'ın, bir de kendine mahsus "soğuk ve buzlu su içme" alışkanlığı vardır ki, bunun izahı başkadır.


Muhtelif kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, Üstad Hazretleri, bilhassa vücuduna şırınga edilen, yiyecek ve içeceklerine defalarca konulan öldürücü zehrin, vücudunda hasıl ettiği şiddetli sancı ve hararetin tesirinden dolayı, yılın dört mevsimi de soğuk ve hatta buzlu su içiyordu.


Gerçi, bağışıklık kazandıktan sonra suyu soğuk içmek, sıcak veya ılık içmekten daha lezzetli ve daha faydalıdır.Ancak, bu durum yine de bünyeden bünyeye farklılık göstermektedir. Soğuk su, kimine yararlı iken, kimi bünyeye de zararlı olabilmektedir.
Tıpkı, Yirmi Yedinci Söz'deki "İçtihad" bahsinde şöylece ifade edildiği gibi:


"Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır. Şöyle ki: Birisine, hastalığının mizacına göre su ilâçtır; tıbben vâciptir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine az zarar verir; tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine ne zarardır, ne menfaattir; âfiyetle içsin, tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüt etti. Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki, 'Su yalnız ilâçtır, yalnız vâciptir, başka hükmü yoktur?'"




"www.risaleakademisi.org"


 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Soğuk su

Bunca izah ve iktibastan sonra, şimdi yeniden hatıra notlarına dönüyoruz.
Üstad'ın sürekli hizmetkârlarından Bayram Yüksel, onun soğuk su içme âdeti hakında şunları naklediyor:


"Üstadımız, suyu çok soğuk içerdi. Termosa koymak için çoğu kez buz bulamıyorduk. Eskiden mâlum buzdolapları yoktu. Meselâ, o zaman (1953...) Isparta'da iki adet eczane bulunuyordu. Sadece birinde buzdolabı vardı. Rica eder, parası ile ondan buz alırdık. onu bol su ile yıkar, sonra termosa doldururduk.
Buzu termosa koyarken, Üstadımız başımızda durur, 'Ben de size yardım edeyim. Ben de iştirak edeyim. Bu iştirakten beni mahrum etmeyin' derdi.


Ekseri, Üstadın çok sevdiği, yazın çok soğuk ve lezzetli, kışın da normal olan Sidre Dağından su getirirdik. Bazı gün sabah akşam iki sefer getirirdik. İki sene böyle devam etti."

"Zehrin tesirinden"


"Üstadımız, bir gün soğuk su içmesinin, vücudundaki zehrin tesirinden olduğunu söyledi. Kendisine 1923'te zehir enjekte edilen iğnenin yeri, göğsünde hâlâ belli idi. Uzun zaman akmış. Bizim zamanımızda kurumuş gördük."


"www.risaleakademisi.org"
 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Nazardan ve zehirden sakınırdı


Soğuk sudan sonra "ekmek" bahsine geçiyoruz.
Zehirlenmekten sakınan Üstad, ihtiyacı olan ekmeğin nazara gelmesinden, yani başkasının görmesinden de çekindiği için, el değmeyecek ve gözlere görünmeyecek şekilde getirilmesini ister.


Bu konu hakkında, yine merhum Bayram Yüksel, bizzat müşahade ederek sahip olduğu şu bilgileri naklediyor:


"Fırından bazan bir, bazan da yarım ekmek alırdık. Bu ekmek bir hafta giderdi.
Ekmeği alırken ve getirirken, çok dikkat eder, ekseri beyaz bir torbanın içinde getirirdik. Üstadımız, nazardan ve zehirden çok sakınırdı. Çünkü, onu zehirlemek için çok desiselere başvurulurdu.


"O tarihlere kadar, tahminime göre onu 17 kez zehirlemişlerdi.
Bu sebeple, fırıncının verdiği ekmeği değil, kendimiz seçer alırdık. Keza, mandracıdaki yoğurdu öyle alırdık."

Pirinçli kabak yemeği


Üstad Bediüzzaman'ın yeme içme tarz ve âdeti ile ilgili iki-üç kısacık hatırayı da naklederek, bu mevzuyu şimdilik noktalamaya çalışalım.
Emirdağ'da imamlık yapan Bozüyük'lü Hafız Nuri Güven anlatıyor:


"Bir defasında, yanında Zübeyir, Dr. Tahir Barçın olduğu halde, bizi Tez Dağlarına dâvet ile, orada bize çay ve pirinçli kabak yemeği ikram etti.Hayatta öyle lezzetli yemek yediğimi bilmiyorum. O yemeğin tadı hâlâ damağımda durur." (Son Şahitler-III/157)




"www.risaleakademisi.org"
 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

"Yemek bizi taşıyor"


Mustafa Sungur anlatıyor:


"1950 yılı baharı, Ziya ve Zübeyir Ağabeyle birlikte Üstadın hizmetinde kaldık.
O yaz, ekseriyetle Keçili köyü civarında bir bağda kalırdık.O zamanlar, Üstadımızın yanında iken, yediğimiz yemek şöyle hülâsa edilebilir: Biz yemeği taşımıyor, yemek bizi taşıyordu.


"Üstadımız, öğle vakti bazan üzüm, karpuz gibi hediyeleri, mukabilini vererek alır, bize taksim ederdi. O lezzeti ise, şimdi bulamıyoruz." (Son Şahitler-IV/39)

Un kavurması


Yine, 1953 yılına ait bir hatırayı Mehmet Fırıncı şöyle anlatıyor:


"Hazret-i Üstad, Fatih'teki Reşadiye Oteline geçmişti.O sırada bir gün 'Sen bana yemek yap' dedi.Nasıl bir yemek olacağını sorunca, orada bulunan tereyağı ile un alıp kavurmamı söyledi.ben nasıl olacağını kavrayamamıştım. Lâtife ederek 'Bizim Kürtler yaparlar. Un ile yağı beraber kavuracaksın' dedi.Evden gidip tencere ve yandan pompalı gaz ocağı getirerek, Hazret-i Üstad'ın gözleri önünde un kavurması yaptım.


"Çok lezzetli olmuştu. Bir parça da bize de verdi, yedik.O gün âdeta hakiki bir cennette yaşamış gibi oldum. Bayram, bahar, şehr-i âyin gibi bir âlemdi o gün..." (Son Şahitler-IV/348)




21.03.2005

EuroNur - SaidNursi.de - Bedizzaman Said Nursi - Risale-i Nur


"www.risaleakademisi.org"
 
Üst