Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü

Nurist

Well-known member
kimi yörelerde "cılbır" diye adlandırılan, sıcak suda pişirildikten sonra üzerine yoğurt dökülerek servise sunulan yemeğide üstadın çokça yediğini işitmiştik.

yumurtanın yağsız pişirilmesi yemeği çok sağlıklı kılıyor.

ayrıca (evvelden yemediyseniz) şiddetle tavsiye ederim çok hoş leziz bir yemek.
yapması çok kolaydır ve kısa zamanda hazırlanır.

evet,bunu bende hatırlıyorum,bizim oralarda çok yapılır :) Bilgiler için ALLAh razı olsun,Üstadın kânâtkâr/mütevazi bir yaşamının kesiti idi,hayırla.
 

zeyhak_

Well-known member
içme kültürü deyince bunu eklemeden geçemiyeceğim

e6217b72624fa1d479860ac607c4b57d.jpg


RİSALE-İ NUR KÜLLİYATININ MÜELLİFİ BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ'NİN URFADA VEFAT ETMESİ VESİLESİYLE KABRİNİN KENARINDA YAPTIRILAN ÇEŞME.
alıntı
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Bediüzzaman'ın Yemek Kültürü

barlastadnaaardaqw2.jpg



Üstad Bediüzzaman'ın, yaşayışını incelediğimizde, yeme ve içme alışkanlığı gibi özel hallerinin de "sünnet-i seniyye" ölçülerine tamamiyle uygunluk arzettiğini görmekteyiz.

Az uyuyor, çok çalışıyor; az yemek yiyiyor, çok gayret sarfediyor; kendinden çok başkasını düşünüyor. Hayatının hiçbir devresinde, ne israfın ve ne de cimriliğin izine rastlamak mümkün değil. O, tam bir iktisat, kanaat ve bereket üzere yaşadı. Zaman oldu, açlığa, fakirliğe kanaat getirdi; ama, kimseye el açmadı, yüzsuyu dökmedi, kimseden yardım dilemedi, kimsenin minneti altına girmedi. Kasten ve bilerek ne zekât aldı kimseden, ne de sadaka...
Bu "istiğna" düstûru ve "nâsın hediyelerini mukabilsiz kabul etmeme" prensibi, hayatının başından sonuna kadar kesintisiz devam etti.

Zaten o "yemek için yaşamıyor; belki yaşamak için yiyor"du. O'nun her lokması ilahi sıfatların okunması ve bir şükür vesilesiydi. En büyük kuvvet kaynağı olarak kabul ettiği "hakiki ihlâs"ın gereği olarak, fikrinde olduğu gibi, hayatında da tam bir "minnetsizlik" hali tahakkuk etti.

Üstadımız çok az yerdi. Yediği zaman da beş saat geçmeyince tekrar yemek yemezdi. Yemekten sonra da, (sünnete uygun olarak) iki saat geçmeden su içmezdi. Saate bakar, on dakika da kalmış olsa 'Daha iki saat olmadı' diye bekler, sonra su içerdi.

Üstad Bediüzzaman'ın yiyecek ve içecekler listesine dahil olmuş İlâhî nimetlerin önemli bir kısmı şunlardır: Çorba, bulgur, pirinç, sade ekmek, yoğurt, peynir, yumurta, tereyağı, bal, kabak tatlısı, hurma, incir, üzüm, kuru üzüm, kayısı kurusu, üryani erik (hoşafı), limon, limon tuzu, elma, çay (daha çok limonlu), su (genellikle soğuk ve buzlu)...

Üstad'ın kendisi ve bilhassa talebeleri, dışarıdan alacakları yiyecek ve içecekleri kimsenin göremeyeceği şekilde ve âzami derecede bir dikkat ve itina ile taşıyıp eve getirirlerdi. Tâ ki, o nimetin üzerine kimsenin nazarı düşmesin, onda kimsenin gözü kalmış olmasın. Hatta, fırından bir ekmek aldıracak olursa, onu da kimsenin gözüne görünmeden torbanın içine konularak getirilmesini tembihlerdi. Aksi halde, yiyeceği herşey Üstad'a dokunurdu. Buna rağmen Üstad, kendisi fakr û zaruret içinde yaşadığı halde, kendi yiyeceklerinden de talebelerine ve misafirlerine ayrıca ikram ederek, onların nefsini kendi nefsine tercih ederdi.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Cevap: Bediüzzaman'ın Yemek Kültürü

Bayram Yüksel ağabey şöyle anlatıyor; "Üstad yemek yerken çoğu kez yalnız yerdi. Yanında olursak, bize de muhakkak ikram ederdi. Biz ise, almak istemezdik. O da, 'Keçeli, vermezsem, ikram etmezsem bana dokunur' derdi. Üstadımız yemeğini rahat yesin diye, yemek esnasında dışarı çıkardık. Bazan 'Herhalde yemeğini yedi' zannı ile sofrayı kaldırmak üzere gelip habersiz girdiğimizde, bizi görüp 'Keçeli, keçeli, midenin kerâmeti var' diyerek, o yemeğinden bize yine de yedirirdi."

Barlalı Hüseyin Bülbül anlatıyor; Birlikte kahvaltı yaptıkları bir gün, eline bir parça ekmek alan Üstad, ona şunları söyler: "Hüseyin, bak kardaşım. Birisi seninle bir dilim ekmek paylaşırsa, yahut bir elmayı bölüşürse, eğer yarıdan fazlasını kendine alırsa, o kişiyle sakın arkadaşlık yapma." Üstad talebelerine böyle nasihatlar vererek dikkatli olmaya sevk ederdi.

Burdur'lu Şeyh Mehmed'in oğlu Hilmi Balkır anlatıyor: " Bediüzzaman büyük bir zattı. Babamgil kendisini rehber kabul etmişlerdi. "Bediüzzaman, çok az yemek yerdi. Bir gün kendisini evimize dâvet etmiştik. Bizimle önceden pazarlık yaptı. 'İki dilim ekmek ve bir tek çeşit yemek' diye, şart koşarak geldi ve yemekte ayrı oturdu."

Üstad Bediüzzaman limonu çok severdi. Bilhassa içtiği çaylara limon suyu kattığını pekçok kimse biliyor. Öyle ki, limon bulunmadığı zamanlarda, yanında taşıdığı limon tuzundan içtiği çaylara minik birer parça atarak, bu âdetini devam ettirirmiş.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Cevap: Bediüzzaman'ın Yemek Kültürü

Zübeyir Gündüzalp'in hatıralarından dinleyelim;

"Üstad Kahvaltı yemeğini kuşluk zamanında yerdi. Öğle vakti pek az, birkaç lokma bir taam alırdı. İkindi namazından sonra asıl yemeği yerdi. Akşam namazından sonra, okuyacağı esnada limonlu bir bardak çay içerdi. Üstad Hazretleri, çorba olarak pirinç ve şehriye yerdi. İçine yumurta kırdırırdı. (75 yaşından sonra) Yemeğin üzerine 4-5 habbe (tane) üzüm yerdi. Her habbeyi yiyişinde Besmele okurdu."

Bayram Yüksel'in Üstadın yemek adeti hakkında tesbitleri; "Üstadın yemekleri çok sade idi. Ekseri yemekleri şehriye çorbası, pirinç çorbası, sulu yemekler, yoğurt ve yumurta idi. Sulu yemeklere muhakkak yoğurt katardı. Üstadımız yemekleri bize ekseri şu şekilde pişirttirirdi: Meselâ, küçük bir sefer tasına az su koyardık. Bir çay kaşığı tereyağı (Üstadımız, yağı katiyyen yaktırmazdı) ve çok cüz'i miktarda tuz ile ateşe koyardık. Kaynamaya başladığında, üzerine yumurtayı kırardık. (Üstad yumurtayı yıkattırırdı.) Yumurtanın beyazı pişmeye başladığında, içine ekmeği doğrar, öyle servis yapardık.

1948 Afyon hapsinden sonra, Üstadımızın kalan son dişleri de döküldü. Ağzında bir tek diş kalmadı. Şehriye çorbası olsun, pirinç çorbası olsun, onlar da biraz su ile kaynamaya başladığında, yine içine yumurtayı koyardık. Beyaz kısmı piştiğinde içine yoğurdu boşaltıp karıştırırdık. Hafif kaynadığında indirirdik. Üstadımız, yoğurtlardan da inek yoğurdu yerdi. Koyun yoğurdu yemezdi.

Yemeklerden sonra ise, az da olsa tatlı yerdi. Meselâ, Isparta'da yapılan beyaz kurabiye çok yumuşak olurdu. onu kaşıkla ezer, toz haline getirir, kaşıkla yerdi. Üstad, kavunu da sever, kaşıkla yerdi. Üzümün kabuğunu ve çekirdeğini ayırır; domatesin de kabuğunu soyardı. Üstadımız on beş günde bir et yerdi. Taze koyun eti alır, çok pişirirdik. Bazan da köfte yaptırırdık. Köfteyi, Emirdağ'da Ceylan Abinin annesine, Isparta'da ise evin sahibesi Fıtnat Anaya yaptırırdı.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Cevap: Bediüzzaman'ın Yemek Kültürü

Âzami iktisat ile yaşayan, tam bir kanaat ve bereket ile hayatını idame ettiren Üstad Bediüzzaman'a, evham ve kuruntu içinde debelenen ehl-i dünyadan bazı kimseler, "Neyle yaşıyorsun? Çalışmadan nasıl geçiniyorsun? diye sorarlar.

Bediüzzaman ise, "Elcevap" diyerek, onlara şu mânâ ve hikmet dolu izahatı yapar: "Ben, iktisat ve bereketle yaşıyorum. Rezzâkımdan başka kimsenin minnetini almıyorum ve almamaya da karar vermişim. Evet, günde yüz para, belki kırk para ile yaşayan bir adam, başkasının minnetini almaz. "

Üstad Bediüzzaman'ın maişetinde görünen İlâhî ikrâm ve berekete şahit olan Barla'daki Süleyman Rüşdü, Hüsrev, Refet, Bekir, Mustafa Çavuş, Barlalı Süleyman gibi güvenilir zâtlar, müştereken imza attıkları bir mektupta şunu ifade ediyorlar: "Evet iki sene evvel, bütün Ramazan'da üç ekmek, bir okka pirinç ona ve dört kedisine kâfi geldiği gibi, bir sene evvel üç fırancala, bir Ramazan yine kâfi gelmişti. Bu Ramazan-ı Şerifte, otuz günde, yarım okka yoğurtla, yarım okkadan daha az pirinç ve dört kuruşluk bir fırancala yediğini-yalnız bir-iki kupa çay içmek ve iftar zamanında bir çay kaşığı bal yemek müstesna başka birşey yemediğini bizzat müşahede ettik.

Yemek ve sair hediyeleri karşılıksız aldığı takdirde, kendisini hasta edecek derecede dokunduğunu muhtelif vesilelerle ve tekraren ifade eden Üstad Bediüzzaman, hediye sahibi çok yakın bir kimse olsa bile, ona mukabele olarak mutlaka bir hediye verirdi.

Mümkün olabildiğince kimseden karşılıksız yemek ve hediye gibi şeyler almayan ve alamayan Üstad Bediüzzaman, hatır kıramayıp verilen hediyeyi geri çeviremediği durumlarda, bir başka metod uyguluyor: Gelen hediye ve yiyecekleri yine başkasına teberrüken dağıtıyor.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Cevap: Bediüzzaman'ın Yemek Kültürü

Üstad Bediüzzaman'ın hayatında cimrilik gibi israfın da yeri yoktur. İhtiyaç fazlası olan bir yiyeceği, hiç israf ettirmeden, en iktisatlı ve en insaflı şekilde değerlendirirdi.

İşte böylesine dikkatli ve titiz yemek adabına sahip olan üstadımız iktisat risalesinde şu satırlar ile bize ders veriyor;

"...şimdi iki lokma farz ediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden hediye kırk para (yani bir kuruş); diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur, müsavidirler. Boğazdan geçtikten sonra, ceset beslemesinde yine müsavidirler. Belki, bazan kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zâikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin."

Üstad Bediüzzaman'ın yemek konusunda ki tutumunu ve hassasiyetini gördükten sonra birde kendimizle kıyaslayalım. Bizler ne ölçüde üstada benziyoruz. Ne kadar titiz davranıyoruz. Ne kadar örnek alabiliyoruz. Hangi ölçülere uyabiliyoruz diye şöyle bir bakalım. Belki de içinde bulunduğumuz sıkıntıların bir kısmından böylece kurtulma imkanı bulabiliriz.
Erdoğan ÖZDİL

nurdergi.com
 

ebrar172

Well-known member
Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Fikir ve yorumları gibi, yaşayış tarzını da dikkat ve merakla araştırıp öğrenmeye çalıştığımız Üstad Bediüzzaman'ın, yeme ve içme alışkanlığı gibi özel hallerinin "sünnet-i seniyye" ölçülerine tamamiyle uygunluk arzettiğini görmekteyiz.
Az uyuyor, çok çalışıyor; az yemek yiyiyor, çok gayret sarfediyor; kendinden çok başkasını düşünüyor; en zengin biri gibi yaşayabilecekken, en fakir bir insan gibi yaşıyor, vesâire...


Ana hatlarıyla, esasında bütün yaşantısı böyle âdâb-ı sünnet üzeredir.
Hayatının hiçbir devresinde, ne israfın ve ne de cimriliğin izine rastlamak mümkün.
O, tam bir iktisat, kanaat ve bereket üzere yaşadı.


Zaman oldu, açlığa, fakirliğe kanaat getirdi; ama, kimseye el açmadı, yüzsuyu dökmedi, kimseden yardım dilemedi, kimsenin minneti altına girmedi. Kasten ve bilerek ne zekât aldı kimseden, ne de sadaka...Bu "istiğna" düstûru ve "nâsın hediyelerini mukabilsiz kabul etmeme" prensibi, hayatının başından sonuna kadar kesintisiz devam etti.


Zaten o "yemek için yaşamıyor; belki yaşamak için yiyor"du.
Onun bütün hayatı, yine kendi ifadesi olan "Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam" gerçeğiyle, tam bir paralellik içinde sürüp gitti.


En büyük kuvvet kaynağı olarak kabul ettiği "hakiki ihlâs"ın gereği olarak, fikrinde olduğu gibi, hayatında da tam bir "minnetsizlik" hali tahakkuk etti.
Hasılı, sünnet üzere yaşamak, onun yegâne hayat düsturu oldu.
Temel özellikleri itibariyle, yaşayış tarzı böyledir.


Yalnız, kendisinin mâruz kaldığı birtakım özel ve mücbir şartlar sebebiyle, yemesinde ve içmesinde—çoğu ilâç niyetine olmak üzere—alışılmışın dışında gibi gözüken kendine has birtakım alışkanlıkların varlığından da söz etmek mümkün. Ki, bunların da sünnete aykırılık arzeden herhangi bir tarafı yoktur.
Bu mukaddemeden sonra, geçelim Üstad Bediüzzaman'ın yeme içme alışkanlığına dair esas bahsimize...




Yiyecek-içecek listesi


Konu hakkında, uzun zamandan beri birtakım hazır bilgilere sahibiz. Bunlara ilâveten yaptığımız bu özel çalışma esnasında, yeni karşılaştığımız, yahut yeni farkına vardığımız daha başka bilgiler de edindik.
Buna göre, aktaracaklarımızın bir kısmını canlı şahitlerden bizzat dinleyip tesbit ettiklerimiz teşkil ederken, önemli bir diğer kısmını ise, Risâle-i Nur Külliyatı ile "Son Şahitler" isimli seri kitaptan yaptığımız muhtelif iktibaslardan müteşekkil olacak.
Ayrıca, şu noktayı da hatırlatalım ki, Üstad Bediüzzaman'ın yeme ve içme tarzına dair mâlumat aktaran bütün kaynaklar, birbirini aynen teyid ve te'kit ediyor.



Muhtelif kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, hayatının çeşitli safhalarında Üstad Bediüzzaman'ın yiyecek ve içecekler listesine dahil olmuş İlâhî nimetlerin önemli bir kısmı şunlardır: Çorba, bulgur, pirinç, sade ekmek, yoğurt, peynir, yumurta, tereyağı, bal, kabak tatlısı, hurma, incir, üzüm, kuru üzüm, kayısı kurusu, üryani erik (hoşafı), limon, limon tuzu, elma, çay (daha çok limonlu), su (genellikle soğuk ve buzlu)...



İşte, bu yazı dizisi boyunca, bu nimetlerin zikredildiği eserlerden bazı iktibaslar yaparak, bunların hayatında ne suretle yer aldığını delilleriyle ve yorumlarıyla aktarmak arzusundayız.



"www.risaleakademisi.org"
 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Paylaşma âdeti


Üstad'ın kendisi ve bilhassa talebeleri, dışarıdan alacakları yiyecek ve içecekleri kimsenin göremeyeceği şekilde ve âzami derecede bir dikkat ve itina ile taşıyıp eve getirirlerdi. Tâ ki, o nimetin üzerine kimsenin nazarı düşmesin, onda kimsenin gözü kalmış olmasın...


Hatta, fırından bir ekmek aldıracak olursa, onu da kimsenin gözüne görünmeden torbanın içine konularak getirilmesini tembihlerdi. Aksi halde, yiyeceği herşey Üstad'a dokunurdu.


Öte yandan, Üstad'ın kendisi fakr û zaruret içinde yaşadığı halde, kendi yiyeceklerinden de talebelerine ve misafirlerine ayrıca ikram ederek, onların nefsini kendi nefsine tercih eder.Bir başka ifade ile, elinde avucunda ne varsa, çevresindekilerle paylaşır.Onun bu hususiyetini, talebesi ve hizmetkârı olan (merhum) Bayram Yüksel, hatıralarında bize şu şekilde naklediyordu:



"Üstad yemek yerken çoğu kez yalnız yerdi. Yanında olursak, bize de muhakkak ikram ederdi. Biz ise, almak istemezdik. O da, 'Keçeli, vermezsem, ikram etmezsem bana dokunur' derdi. Üstadımız yemeğini rahat yesin diye, yemek esnasında dışarı çıkardık. Bazan 'Herhalde yemeğini yedi' zannı ile sofrayı kaldırmak üzere gelip habersiz girdiğimizde, bizi görüp 'Keçeli, keçeli, midenin kerâmeti var' diyerek, o yemeğinden bize yine de yedirirdi."

"Yarıdan fazlasını kendine alan"


Gençliğinde çok zaman Üstad Bediüzzaman'ın yanında ve hizmetinde bulunan Sıddık Süleyman'ın yeğeni Barlalı Hüseyin Bülbül'den bizzat dinlediğimiz bir diğer hatıra da şudur:
Birlikte kahvaltı yaptıkları bir gün, eline bir parça ekmek alan Üstad, ona şunları söyler:


"Hüseyin, bak kardaşım. Birisi seninle bir dilim ekmek paylaşırsa, yahut bir elmayı bölüşürse, eğer yarıdan fazlasını kendine alırsa, o kişiyle sakın arkadaşlık yapma."


Buradaki inceliği hiç de basite almamak lâzım. Zira, bu bir ibre, bir gösterge mahiyetindedir. Böyle basit bir paylaşımda arkadaşını değil de kendi nefsini önceleyen bir kimse, başka zaman daha büyük ve daha mühim meselelerde de arkadaşını dışlayıp, kendi nefsini tercih edecek demektir.
Bu ise, Risâle-i Nur'daki ihlâs sırrına, uhuvvet esasına ve tefâni düstûruna uygun düşmüyor.



"www.risaleakademisi.org"
 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Üryani erik (hoşafı)


Üstad Bediüzzaman'ın "canım istedi" deyip çok kullanmış olduğu taamlardan biri de "üryani erik"tir. Daha doğrusu bu yemişin kompostosudur.Bu nimetin bahsinin geçtiği Emirdağ Lâhikası-I, s. 146'da şu ifadeleri okumaktayız:


"...Kahraman Tahirî'nin teberrük olarak getirdiği tatlı lokmalar, acip bir bereketle, hergün ikişer üçer yediğim halde bitmiyordu. Hayret ederdim. Bugün âdetimle iki alacaktım; baktım yalnız iki tane kalmış. İktisat için birisini aldım. Aynı saatte, Hıfzı'nın iki mâsum evlâdının, bir kutu içinde yazdıkları nüshalar altında şekerden, ekmekten, aynen Tahirî'nin lokmaları gibi, hem onun miktarında elime verildi. Ben bu tatlı tevafuktan zevk alırken, dünkü gün, aynı saatte çok hararetim vardı, çok su içiyordum. Canım üryani erik hoşafı istedi. Ben bilmiyordum, unutmuştum; şiddetli bir arzuyla hararetimi teskin edecek eskide alıştığım ve çok istimal ettiğim üryani erik, bir kutu içinde ve Âsiye'nin has arkadaşlarından Nurcu Şerife Hanımın şekeriyle elime verildi. Ben de bu çok tatlı tevafukun hatırı için hem mâsumların, hem onların teberrüklerini yüz misli kadar kabul ettim."


Buradaki ifadelerden hareketle, üryani erik bahsini şifalı bitkiler uzmanı Tillolu Celâleddin Sancar Beye açarak, bunun ne gibi şifâî faydaları olduğunu sorduk.
Bize şu cevabı verdiler:



"Daha çok Kastamonu yöresinde yetişen üryani erik, bilhassa ağrı gidermede, hararet düşürmede ve hastayı teskin etmede çok faydalı ve şifâlı bir nimettir. İstanbul'da Mısır Çarşısı gibi büyük kuruyemiş mağazalarında bu eriğin kurutulmuş olanı var. Bunun kompostosu hem çok lezzetli, hem de şifalıdır."





 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Çay ve yemek kapları


Başta Isparta olmak üzere, muhtelif yerlerde görüp incelediğimiz Üstad Bediüzzaman'a ait çay ve yemek pişirme kaplarının genelde hep küçük hacimli olduğunu müşahade ettik.
Tencere küçük, çaydanlık küçük, vesaire...
İçine bereketin girdiğine tam kanaat getirdiğimiz bu küçük kaplarda yemek yapmayı herkes beceremez. Bunun için de, yine Üstadın tarifi gerekiyor.


Nitekim, yıllar önce (Ağustos, 1995) hatıralarını bizzat dinleyip kaydettiğimiz Hüseyin Bülbül Ağabey, Üstadla beraber Barla Dağlarında bir obaya misafireten gidip kaldıkları on iki günlük bir seyahatten söz ederek şunları anlatmıştı:


"Üstad Bediüzzaman, namaz gibi farzları ihmal eden yayladaki çobanlara zaman zaman gidip nasihatlerde bulunurdu.
Bir defasında yine öyle bir obaya gittik. Başlarında yaşlıca bir çoban vardı. Çoban Üstadı görünce, elpençe divan hürmetle selâma durdu.
"Üstad ise, ona şöyle dedi: 'Çoban efendi. Bu civarda on iki gün kadar kalmak istiyoruz. Bize kendiliğinden yağ, peynir, et, süt falan vermeyeceksin. Şayet ihtiyacımız olursa, senden parasıyla alırız. Şimdilik bizim kendi malzememiz var.'


"Oysa, yanımızda sadece büyükçe bir tas bulgur ve yarım bardak kadar da tereyağı vardı. Ve, tam on iki gün boyunca bunlarla idare ettik.O bir tas bulguru nasıl on iki kısma ayırarak pişirmişim, hâlâ da hayret ediyorum.Zaten bulgur pişirmeyi de bilmezdim. Tarifini Üstad'ın kendisi söylerdi. Şöyle bir avuç kadar bulgur, şu kadar su diyerek tarifi söyler, ben de küçücük tencerenin içinde öyle pişirirdim."


"Ayrıca, tereyağını da kızartmadan, yani çiğ olarak pilava karıştırmamı söylerdi. Her defasında bir tatlı kaşığı kadar da tereyağı katarak pişirirdim.Önce Üstad yer, içine bereket girer, sonra da ben doyuncaya kadar yerdim, zor bitirirdim. Halbuki, evde iken tek başıma o bulgurun tamamı kadarını bir günde yiyebiliyordum."


Evet, bunun gibi daha birçok yazılı ve sözlü hatıradan biliyoruz ki, Üstad Bediüzzaman, iktisat ve bereket ile yaşıyordu.






"www.risaleakademisi.org"
 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Şartlı yemek dâveti


Şimdi de, Üstad Bediüzzaman'ın yeme-içme âdetlerine şahit olan diğer bazı şahısların anlattıklarına kulak verelim.
Burdur'lu Şeyh Mehmed'in oğlu Hilmi Balkır anlatıyor:


"Bediüzzaman büyük bir zattı. Babamgil kendisini rehber kabul etmişlerdi.
"Bediüzzaman, çok az yemek yerdi. Bir gün kendisini evimize dâvet etmiştik. Bizimle önceden pazarlık yaptı. 'İki dilim ekmek ve bir tek çeşitten az yemek' diye, şart koşarak geldi ve yemekte ayrı oturdu." (Son Şahitler-1/258)

Pullu balık


Barla'da Üstad'ın o meşhur çift sarıklı resmini çeken Mustafa Çavuş'un oğlu Enver Tevfik Bey anlatıyor:


"Kullandığı bir su termosu vardı. Kırılmıştı. Üzüldü. Canı sıkıldı. 'Fesübhânallah, bunda da vardır bir hikmet' diyordu.

"Sirke ve soğanla yapılan pullu balığı (sazan?) severdi. Zaman zaman bizim valide yapar, ben de götürürdüm. 15-16 yaşlarında iken (1926), Üstadla arkadaş gibi, senli benli konuşurduk. Şimdi olsa, öyle konuşamazdım."



"www.risaleakademisi.org"
 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Limonlu çay


Üstad Bediüzzaman'ın limonu çok sevdiğini ve bilhassa içtiği çaylara limon suyu kattığını pekçok kimse biliyor.


Öyle ki, limon bulunmadığı zamanlarda, yanında taşıdığı limon tuzundan içtiği çaylara minik birer parça atarak, bu âdetini devam ettirirmiş.
Şimdi, bu limon alışkanlığı ile ilgili bazı hatıraları özet halinde sunmaya çalışalım.
Zübeyir Gündüzalp'in hatıra notlarından:


"Üstad, seher namazını edâ ettikten sonra, bir bardak limonlu çay içerdi.
"Hz. Üstadımız, her ne zaman olursa olsun, çaya ve limon konulacak yemeklere limon damlatırdı."

Çaya, çorbaya limon


Bayram Yüksel'in hatıra notlarından:


"Üstad çayı fazla içmezdi. Harareti olduğu zamanlarda, o da limonlu olarak bir bardak ancak içerdi.Limonu çok severdi. Yemeklerinde de limon kullanırdı. Limon bulunmadığı zamanlarda ise, çayına çok cüz'i miktarda limon tuzu koyardı."






"www.risaleakademisi.org"
 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Hangi öğünde ne kadar yemek


Bu konuyla ilgili olarak, Üstad'ın yanında ve hizmetinde en çok bulunanlardan yine Zübeyir Gündüzalp ile Bayram Yüksel'in anlattıklarından sunmaya çalışalım.
Önce, Zübeyir Gündüzalp'in hatıra notlarından:


"Kahvaltı yemeğini kuşluk zamanında yerdi. Öğle vakti pek az, birkaç lokma bir taam alırdı. İkindi namazından sonra asıl yemeği yerdi.Akşam namazından sonra, okuyacağı esnada limonlu bir bardak çay içerdi."
"Üstad Hazretleri, çorba olarak pirinç ve şehriye yerdi. İçine yumurta kırdırırdı. (75 yaşından sonraki hayatında.) Yemeğin üzerine 4-5 habbe (tane) üzüm yerdi. Her habbeyi yiyişinde Besmele okurdu." (Son Şahitler-III/22)


Şimdi de Bayram Yüksel'in Üstadın yemek adeti hakkında, gerek yazılı ve gerekse sözlü olarak kayda geçen diğer bazı tesbit ve müşahadelerini aktaralım:


"Üstadın yemekleri çok sade idi. Ekseri yemekleri şehriye çorbası, pirinç çorbası, sulu yemekler, yoğurt ve yumurta idi.Sulu yemeklere muhakkak yoğurt katardı."


"Üstadımız yemekleri bize ekseri şu şekilde pişirttirirdi: Meselâ, küçük bir sefer tasına az su koyardık. Bir çay kaşığı tereyağı (Üstadımız, yağı katiyyen yaktırmazdı) ve çok cüz'i miktarda tuz ile ateşe koyardık. Kaynamaya başladığında, üzerine yumurtayı kırardık. (Üstad yumurtayı yıkattırırdı.) Yumurtanın beyazı pişmeye başladığında, içine ekmeği doğrar, öyle servis yapardık. 1948 Afyon hapsinden sonra, Üstadımızın kalan son dişleri de döküldü. Ağzında bir tek diş kalmadı."


"Şehriye çorbası olsun, pirinç çorbası olsun, onlar da biraz su ile kaynamaya başladığında, yine içine yumurtayı koyardık. Beyaz kısmı piştiğinde içine yoğurdu boşaltıp karıştırırdık. Hafif kaynadığında indirirdik."



"www.risalekademisi.org"
 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Diğer bazı yemekler


"Üstadımız, yoğurtlardan da inek yoğurdu yerdi. Koyun yoğurdu yemezdi.
"Yemeklerden sonra ise, az da olsa tatlı yerdi. Meselâ, Isparta'da yapılan beyaz kurabiye çok yumuşak olurdu. onu kaşıkla ezer, toz haline getirir, kaşıkla yerdi.
"Üstad, kavunu da sever, kaşıkla yerdi.
"Üzümün kabuğunu ve çekirdeğini ayırır; domatesin de kabuğunu soyardı."

Etli yemekler:


"Üstadımız on beş günde bir et yerdi. Taze koyun eti alır, çok pişirirdik. Bazan da köfte yaptırırdık.Köfteyi, Emirdağ'da Ceylan Abinin annesine, Isparta'da ise evin sahibesi Fıtnat Anaya yaptırırdı."

Ve yemekten sonra


"Üstadımız çok az yerdi. Yediği zaman da beş saat geçmeyince tekrar yemek yemezdi. Yemekten sonra da, (sünnete uygun olarak) iki saat geçmeden su içmezdi. Saate bakar, on dakika da kalmış olsa 'Daha iki saat olmadı' diye bekler, sonra su içerdi." (Son Şahitler-III/49. sayfa.)





"www.risaleakademis.org"
 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Kanaat, iktisat, bereket...


Âzami iktisat ile yaşayan, tam bir kanaat ve bereket ile hayatını idame ettiren Üstad Bediüzzaman'a, evham ve kuruntu içinde debelenen ehl-i dünyadan kimseler, şu tarz soruları mütemadiyen sorup dururlar:


"Neyle yaşıyorsun? Çalışmadan nasıl geçiniyorsun? Memleketimizde tembelce oturanları ve başkasının sa'yiyle (emeğiyle) geçinenleri istemiyoruz."


Bediüzzaman ise, "Elcevap" diyerek, onlara şu mânâ ve hikmet dolu izahatı yapar:


"Ben, iktisat ve bereketle yaşıyorum. Rezzâkımdan başka kimsenin minnetini almıyorum ve almamaya da karar vermişim. Evet, günde yüz para, belki kırk para ile yaşayan bir adam, başkasının minnetini almaz.
Şu meselenin izahını hiç arzu etmiyordum. Belki bir gururu ve bir enaniyeti ihsas eder fikriyle, beyan etmek bana pek nâhoştur. Fakat, madem ehl-i dünya evhamlı bir surette soruyorlar. Ben de derim ki:


"Küçüklüğümden beri halkların malını kabul etmemek (velev zekât dahi olsa), hem maaşı kabul etmemek (yalnız bir iki sene Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyede dostlarımın icbarıyla kabul etmeye mecbur oldum), o parayı da mânen millete iade ettik. Hem maişet-i dünyeviye için minnet altına girmemek, bütün ömrümde bir düstur-u hayatımdır. Ehl-i memleketim

"'Öyleyse nasıl idare edersin?' denilse, derim: Bereket ve ikram-ı İlâhî ile yaşıyorum..."
(16. Mektup'tan)




"www.risaleakademisi.org"
 

ebrar172

Well-known member
Cevap: Üstad Bediüzzaman´ın yeme içme kültürü ..

Kanaat, iktisat, bereket...



Bediüzzaman Hazretleri, her ne kadar "kanaat, bereket ve İlâhî ikram sayesinde yaşıyorum" diyor idiyse de, muarızlarının ve evhamlı kesimin buna inanmayacağını biliyordu. Hakikati ispat sadedinde göstereceği deliller ve sıralayacağı misâller noktasında ise, haklı olarak bir çekingenlik gösteriyordu.
Bu halin sebebini şöyle şu sözlerle izah ediyor:


"Bir şükr-ü mânevî olmakla beraber, korkuyorum ki bir riyâ ve gururu ihsâs ederek, o mübarek bereket kesilsin. ...Fakat, ne çare, söylemeye mecbur oldum."



İşte, bu "mecburi açıklama" cümlesinden olarak, bereket ve ikrâm-ı İlâhî nevinden birkaç nümune zikrediyor.On Altıncı Mektup'ta geçen bu misâlleri kısaca şöyle bir hatırlamaya çalışalım:


Birinci misâl: "Şu altı aydır, otuz altı ekmekten ibaret bir kile buğday bana kâfi geldi. Daha var, bitmemiş." (Haşiye: Bir sene devam etti.)


İkinci misâl: "Şu mübarek Ramazan'da, yalnız iki haneden bana yemek geldi; ikisi de beni hasta etti. Anladım ki, başkasının yemeğini yemekten memnûum. Mütebâkisi, bütün Ramazan'da benim idareme bakan mübarek bir hanenin ve sadık bir arkadaşım olan o hane sahibi Abdullah Çavuş'un ihbarı ve şehadetiyle, üç ekmek, bir kıyye pirinç bana kâfi gelmiştir. Hattâ o pirinç, on beş gün Ramazan'dan sonra bitmiştir."


Üçüncü misâl: "Dağda, üç ay, bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı, hergün ekmekle beraber yemek şartıyla, kâfi geldi.
"Hattâ, Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardı..."


Bu misâlde şahit olarak gösterdiği kişi, 1963'te vefat eden Barlalı "Mübarek Süleyman"dır.
Bu zat, 1930'lu yılların başlarında birkaç ay müddetle Barla Dağlarında yalnız kalan Üstad Bediüzzaman'ın ziyaretine gider. ona misafir olur. O esnada yiyecek ekmekleri kalmaz.
Gerisini, Üstad Bediüzzaman şöyle anlatır:


"...İki saat, her tarafımızda kimse yok ki oradan ekmek alınsın.
"...Ben de dedim: 'Tevekkelnâ alâllah.'
"...Sonra, derin bir dereye bakar bir katran ağacı altında oturdum; müteessifâne şöyle düşündüm ki: Küflenmiş bir parça ekmeğimiz var; bu akşam ancak ikimize yeter. İki gün nasıl yapacağız ve bu sâfi-kalb adama ne diyeceğim diye düşünmedeyken, birden bire başım çevrilir gibi başımı çevirdim. Gördüm ki, koca bir ekmek, katran ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor. Dedim: 'Süleyman, müjde! Cenâb-ı Hak bize rızık verdi.'"


Bu tarihten yıllar sonra, Mübarek Süleyman'la aynı mevkiye birlikte giden Hüseyin Bülbül, vaktiyle yaşanmış olan bu hadiseyi onun dilinden ayrıca ve tasdiken şöyle dinler:


"...İşte, şu gördüğün katran ağacının dalları üzerinde, kocaman bir ekmek aniden beliriverdi. Üstad'ın emir buyurmasıyla ağacın üzerine çıktım. Ekmeğin yakınına vardım. Baktım ekmekten buhar çıkıyor. Alıp aşağıya indim. Baktık ki, ekmek taze ve sağlamdır. Karınca bile dokunup ısırmamış.
Sonra, ben safiyane bir şekilde 'Üstad'ım, bu ekmek bize helâl olur mu?' diye sorunca, Üstad da bana 'Hey mübarek...' diye çok mânidar bir edâ ile seslendi. İşte, o günden sonra adım "Mübarek Süleyman" oldu."






"www.risaleakademisi.org"
 
Üst