Tanzimat Sonrası Türk Şiirinde Hazreti Peygamber ve Gül

Nesl-i Cedid

Well-known member
Prof. Dr. İsmail ÇETİŞLİ

Milletler, her türlü maddî ve manevî varlıklara olan ilgi, sevgi, korku ve nefretlerini; Tanrı, insan ve tabiat karşısındaki duruş ve tavırlarını; geleceğe yönelik beklenti, ümit ve hayâllerini; çeşitli konular hakkındaki duygu ve düşüncelerini, ortaya koydukları sanat, kültür ve medeniyetlerine yansıtır; hatta açıkça ifade ederler. Bu bakımdan her sanat, kültür ve medeniyet, ait olduğu milletin dünya görüşü; Tanrı, varlık, insan ve tabiat anlayışını yansıtan birer ayna durumundadır. Özellikle kültürün ana unsurlarının başında yer alan sanat aynası, millete ait değerleri estetik formlar içinde yansıtması bakımından son derece önemli ve değerlidir. Üstelik sanat, milletin değerlerini dünden bugüne, bugünden de yarına taşıyan en sağlam ve en etkili kültür köprüsüdür. Bu anlayışla Türk kültürü ve sanatına eğildiğimizde, kendimizi ve mensubu bulunduğumuz milleti çok daha yakından tanıma imkânı buluruz.

Müslüman Türk milletinin kültür, sanat ve estetik dünyasını yansıtmada bir hayli önemli olduğuna inandığımız iki nâdide değer; 'Hz. Peygamber' ve 'gül'dür.

Bunlardan İslâm dininin peygamberi olan Hz. Muhammed [sallalahü aleyhi ve sellem], yalnız inanç dünyamızın değil, yaklaşık on asırlık tarih içindeki bütün hayatımızın vazgeçilemezlerinin başında yer alır. Sadece ilk İslâmî eserlerden günümüze kadarki bin yıllık tarih içinde kaleme alınmış bulunan "Na't, Esmâ-i Nebî, Mucizât-ı Nebî, Gazavât-ı Nebî, Ahlâku'n-Nebî, Hicretü'n-Nebî, Vefâtü'n-Nebî, Hilye-i Şerif, Şemâil-i Şerif, Sîre/Siyer, Mevlid, Miracnâme, Şefâatnâme, Bi'setnâme, Kırk Hadis, Yüz Hadis, Bin Hadis" veya başka isimler altındaki edebî veya gayr-i edebî; manzum veya mensur binlerce eser, Türk kültürü ve edebiyatında Hz. Peygamber'in yeri ve önemi hakkında fikir edinmemiz için yeterlidir.

Güle gelince... Türk kültürü ve edebiyatının önemli unsurlarından olan gül, özellikle sevgi ve güzellik duygumuz ile güzellik algımızı yansıtmada az bulunur aynalardan birisidir. İnsanımız onu, renginin göz alıcılığı, kokusunun güzelliği, biyolojik varlığının saflığı, tazeliği ve narinliği ile çiçeklerin şahı (şâh-ı ezhâr) seviyesine yükseltmiştir.1 Bunun içindir ki, öncelikle isimlerimizde olmak üzere, günlük hayatımızın farklı alanlarında (halı, kumaş, kitap vb.) veya edebiyat, mûsikî, mimarî, minyatür, hat, çini, ebrû vb. sanatlarımızda sık sık gül ile karşılaşırız.
Bu çerçevede edebiyatımıza baktığımızda, başta divan edebiyatı olmak üzere Türk edebiyatının hemen her dönemi, her eğilimi ve her tarzında gül unsuruyla karşılaşmak mümkündür. Bunun ötesinde gül, edebiyatımızda çoğu zaman -gerçek veya sembolik anlamı/anlamlarıyla- başlı başına edebî eserlerin konusu olmuştur. Divan edebiyatı geleneği sınırları içindeki Gül ü Bülbül (Kara Fazlî, Bekâyî, Gazi Giray), Gül ü Nevrûz (Lutfî), Gül ü Sabâ (Necatî), Gül ü Mül (Râsih), Gül ü Hüsrev (Tutmacı), Gülşennâme (Gülşehrî) Gülşen-âbâd (Şemseddin Sivasî), Gülşen-i Envâr (Taşlıcalı Yahya) mesnevileri yanında pek çok şairin gül redifli gazel ve kasideleri bunun açık delilidir.2

Kültür, sanat ve edebiyatımızın yaygın bir unsuru ve konularından biri olmanın tabiî sonucu olarak gül, yüzyıllar içinde bilinen gerçek anlamının dışında yan anlamlar veya yeni anlamlar kazanarak kendisi dışındaki varlıkları anlatma hususunda sembolleşmiştir. Basit bir teşbih olmanın çok ötesindeki söz konusu sembolleşme, bir yönüyle milletin güle olan alâkasının derecesini yansıtırken; diğer yönüyle varlıklara bakış ve algılayışının; zihin ve muhayyile dünyasının ipuçlarını verir.

Dikkatini daha çok görünenin ötesindeki metafizik âlem üzerine yoğunlaştıran Türk sanatkârı, fizikî/görünen âlemin hulâsası olan tabiatı, "daha üst seviyede bir gerçekliğin yansıdığı ayna olarak" gördüğü için "kendini ifade ederken kaçınılmaz olarak tabiata dayalı bir sembolizm" geliştirmiştir.3 Batı'nın 'mimesis'e dayalı sanat anlayışından çok farklı olan bu tavır, 'tecrit' tarzı sanat anlayışını gündeme getirir. Gülün gerçek anlamını aşarak çeşitli varlık ve olguları ifade eden bir sembol hâline gelmesi, 'tecrit' tarzı bir sanat anlayışının en güzel örneklerinden birisidir.

Söz konusu sembolleşme, öncelikle toplumun ve özellikle üstün sezgi gücüne sahip sanatkârın zihni ve muhayyilesinde oluşmakla birlikte asıl dilde somutlaşır ve tezahür eder. Ancak dil, çoğu zaman ait olduğu toplumun veya sanatkârın duygu ve düşüncelerinin ifadesinde yetersiz kalabilir. Bunun için toplum ve sanatkâr, kelimelere ve onların karşılıkları olan varlıklara gerçek anlamlarının dışında yeni anlamlar yüklemek durumunda kalır. 'Mecaz', 'kinaye', 'teşbih', 'istiare', 'alegori', 'sembol', 'mazmun' ve 'imaj', herhangi bir duygu, düşünce, hayâl veya varlığı, çeşitli yönleri veya ilgileri sebebiyle başka şeylerle ilişkilendirerek anlatma; dolayısıyla kelimelere yeni anlamlar yükleme yolunda başvurulan belli başlı söz sanatlarıdır.4
***

Gülün kültür ve edebiyatımızda konumuzla ilgili olarak kazandığı pek çok sembolik anlamından (aşk, sevgili, güzellik, fânîlik, ateş, şarap, kadeh vb.) bahsedilebilir.5 Biz burada söz konusu sembolik anlamlardan, konumuzun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağını düşündüğümüz ve lüzumuna inandığımız birkaçı üzerinde durmakla yetineceğiz.

Gül = Güzellik / Sevgili
Kültür ve edebiyatımızda 'güle' yüklenen sembolik anlamların başında 'güzellik' ve onun beşerî sembolü olan 'sevgili' gelir. Özellikle divan şiirinde sevgili güzelliği, saflığı, tazeliği, inceliği, narinliği; bedeni, yüzü, yanakları ve dudaklarının rengi, kulaklarının şekli; bedeninin kokusu bakımından güle teşbih edilir. Bir adım sonra da seven-sevilen/âşık-maşuk arasındaki kalbî alâka, gül-bülbül ikilisinde somutlaşarak edebiyatımızın vazgeçilemez mazmunları arasına girer.

Söz konusu anlayış ve yaklaşım, -kendi estetik anlayışı içinde- Halk edebiyatı ve tanzimat sonrası Türk edebiyatı içinde de varlığını sürdürür. Mâni, türkü, atasözü, ninni, ağıt, ilâhî gibi çeşitli türleriyle Halk kültürü ve edebiyatında önemli bir yoğunlukta gerçek ve sembolik anlamda kullanılan gül, tanzimat sonrası Türk şiirinde de -gelenekselleşmiş anlamlarının dışında- yeni anlamlar kazanarak kullanılmaya devam etmiş ve etmektedir.6

Gül = İlâhî Güzellik ve O'na Duyulan Aşk
Gül, tasavvuf kültürü ve edebiyatında, beşerî veya fizikî güzel ve güzelliği aşarak ilâhî veya metafizik güzel ve güzelliğin; dolayısıyla da aşkın sembolü olarak karşımıza çıkar. Hz. Peygamber'in; "Kırmızı gül, Allah'ın ihtişamının tezahürüdür." hadisini bu bağlamda düşünmek gerekir.7

Gülün ilâhî güzellik ve O'na duyulan aşkı karşılayan anlamının ayrıntısına girdiğimizde, gonca gülün 'vahdet›'i ve 'halvet hâli'ni; açılmış gülün 'kesret'i veya sırrın açığa vurulmasını; gül bahçesinin (gülşen, gülistan) de ilâhî güzelliği yansıtmaya hazır 'temiz ve saf gönül'ü sembolize ettiğini görürüz.

Bunların ötesinde gül, tarikatlarda (Kadiriye, Rifaiye, Halvetiye, Nakşibendiye, Bayramiye vb.) ve tarikat mensuplarının kılık-kıyafet unsurlarında sembolik olarak pek çok farklı anlamda kullanılmıştır.8 Ayrıca gül, yine tasavvuf kültürü çevresinde, ömrünün kısalığı sebebiyle dünya hayatının fânîliğini anlatan bir semboldür. Bu arada "gül" veya "verd" kelimelerinin içerdiği harflere pek çok sembolik anlam yüklenmiştir.9

Gül = Hz. Muhammed
Gülün Türk kültürü ve edebiyatındaki bir başka yaygın sembolik karşılığı, hiç şüphesiz, Hz. Muhammed'dir. Edebiyatımızda çeşitli vasıflarından dolayı 'can', 'canan', 'yâr', 'sevgili', 'Leylâ'; 'sultan', 'padişah', 'şah', 'melik', 'taç'; 'mürşit', 'muallim', 'rehber'; 'güneş', 'ay', 'yağmur', 'inci'; 'tabip', 'derman'; 'Hızır', 'âb-ı hayat', kardelen' gibi pek çok edebî sembolle karşılanan Hz. Peygamber, bunlardan daha çok gül sembolüyle karşılanır.

'Gül-i Muhammedî' veya 'Verd-i Muhammedî' olarak bilinen hilyeler bir yana, 'gül suyu'nun 'gülâbdan'lardan etrafa yayılan 'gül kokusu' atmosferi içinde kutlanan mevlit törenlerindeki 'gül lokumu' ve 'gül şerbeti' ikramı, bunun somut ve meşhur örneklerinin başında yer alır. Bu sebeple Hüseyin K. Ece Hz. Peygamber'e 'sembolü gül olan sevgili!' diye hitap eder (Gül Muştusu Sahibi).
Kısacası Türk-İslâm tarihinde başlı başına bir 'Gül Medeniyeti'nden bahsetmek mümkündür. Ümmî Sinan'ın aşağıdaki dörtlükleri, söz konusu gül medeniyetini çok yakından idrak etmenin güzel ifadesini içerir.

Seyrümde bir şehre vardım
Gördüm sarayı güldür gül
Sultanının tacı tahtı
Bağı duvarı güldür gül
Orada gül alırlar, gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazarı güldür gül

Öte yandan Sezai Karakoç, gül metaforu üzerine kurduğu Gül Muştusu isimli eserinde, geçmiş İslâm kültür ve medeniyeti kadar, aynı eksende vücut bulmasını arzuladığı yeni 'diriliş'i de 'gül uygarlığı' çerçevesinde tahayyül eder.

Nişanlarda gül şerbeti içilir
Hastalara gül şurubundan ilaç
Gül bir yeni yıl gibi
Yetişir evlere muştu gibi
...

Salâvatlarla gül derer
Gül dağıtır
Gül satarlar
Bir gençlik gibi açılan sokak ağızlarında
En çok gül sebilinin kenti bu kenttir
Her evin penceresinde dizili gül şişeleri
Ölüme çare gibi boşaltılan
Büyük hastalıklarda
Üstündeki küf tabakası aralanarak
Yudum yudum bardaklara

Netice itibarıyla gül, gerek gerçek varlığı gerekse gerçek varlığı etrafında Türk kültürü içinde teşekkül etmiş sembolik varlığıyla, hayatımız kadar kültür, sanat ve medeniyetimizin de vazgeçilemezleri arasında yer alır.

Bizim bu bildirideki amacımız; yaklaşık 500 şairin, Tanzimat sonrası dönemde kaleme aldıkları 1.500 civarındaki manzumeden hareketle, belirtilen dönemdeki Türk şiirinde Hz. Peygamber-gül veya gül-Hz. Peygamber ilişkisini tasvir ve tahlil etmektir.

I- Hz. Peygamber-Gül İlişkisi
A- Teşbih ve İstiare Düzeyinde Hz. Peygamber-Gül İlişkisi

Edebiyatımızda Hz. Peygamber-gül ilişkisinin ilk adımı veya ilk boyutu, 'teşbih' ve 'istiare' sanatları10 çerçevesinde O'nun zâtı, manevî kimliği, maddî/bedenî/fizikî varlığı, çeşitli uzuvları, misyonu, zamanı, üzerinde yaşadığı mekânı ile gül arasında yakınlık, benzerlik veya aynîlik görülerek güle benzetilmesidir. Hz. Peygamber'in hiçbir beşere nasip olmayan bedenî/fizikî güzelliğini; bu güzellikle bütünleşen üstün vasıflarını anlatmak; O'na duyduğu sevgi, aşk, bağlılık ve hayranlığını ifade etmek isteyen şair, duygu, hayâl ve inançlarını gülle ilişkilendirerek anlatma yolunu tercih eder. Aslında bu tavır, İslâmiyet sonrası Türk şiirinde başlayıp giderek yaygınlık kazanan geleneksel bir yaklaşımdır. Çünkü başta Ahmet Yesevî, Yûnus Emre, Fuzûlî, Süleyman Çelebi olmak üzere pek çok şairimiz, yüzyıllar öncesinden Hz. Peygamber'i güle teşbih eden güzel örnekler kaleme almışlardır.11

Terlese güller olurdu her teri
Hoş direrlerdi terinden gülleri
Süleyman Çelebi, Mevlid
Ârızın yâdıyla nem-nâk olsa müjgânım nola
Zâyi' olmaz gül temennâsıyla vermek hâre su Fuzûlî, Su Kasidesi

Tanzimat sonrası dönemde Hz. Peygamber'den bahseden şairlerin önemli bir kısmı, kaleme aldıkları manzumelerinde, Hz. Peygamber-gül ilişkisini, yine teşbih veya istiare sanatı çerçevesinde ifade etmeye devam ederek bu geleneği sürdürmüş; O'nun adına lâyık 'gül destanı' yazmaya çalışmışlardır. Bu bağlamda onlar, Hz. Peygamber'in zâtı, yüzü/cemâli, yanakları, dudakları, saçları, elleri, ayakları, teni, kokusu, sesi, sözü, sünneti, elbisesi, zikri, zamanı ve mekânını güle benzetirler. Söz konusu benzetmenin istikâmeti kimi zaman güzelliği, kimi zaman rengi, kimi zaman kokusu ve kimi zaman da hem güzelliği hem rengi hem de kokusu bakımındandır.

Meselâ Hüseyin K. Ece, 'Gül Muştusu Sahibi' isimli manzumesinde Hz. Peygamber ile ilgili hemen her şeyi gül sembolüyle verir. Buna göre 'gül muştusu' sahibi Hz. Peygamber, 'gül çağı'nın efendisi, sembolü 'gül' olan sevgilidir. Çünkü 'gülnur boylu", terinden 'güller derilen' ve ayağında 'gül tozu' bulunan bu sevgilinin siması 'güleç', bakışı 'gülce' veya 'gül gibi', gülüşü binlerce 'gülgamze', sözü 'gül beyaz'; evi 'gülistan', sokağı 'gül yolu', göğü 'gülden yıldızlar'la doludur.

Siması güleç; bakışı gülce,
Çevresi nur, dili bülbülce
Ayağında gültozu, yüzünde bahar
Mevsimler onunla yeniden doğar,
Bakışı gül gibi, kelamı gül beyaz,

Burada söz konusu yaklaşım tarzıyla ilgili bazı yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için bir hususa açıklık getirmek isteriz. Edebiyatımızda yaygın olan anlayış veya kanaat, her türlü benzetme sanatında zayıf olanın (benzeyen) güçlü, meşhur ve üstün olana (kendisine benzetilen) benzetilmesi veya benzetildiği istikâmetindedir. Bu anlayış veya kanaat doğru olmakla birlikte, her zaman kesinlik arz etmez. Zira -bildirimizin "Gül-Hz. Peygamber İlişkisi" bölümünde de görüleceği gibi- zaman zaman kurgu ters çevrilerek güçlü, meşhur ve üstün olan zayıf olana benzetilebilir.

1- Hz. Peygamber'in Zâtı
Ayrıntıya girmeden belirtelim ki, şairlerimize göre, Hz. Peygamber kimlik ve kişiliği, maddî ve manevî varlığı; yani zâtı itibarıyla Allah'ın insanlığa sunduğu bir gül; 'Hallâk-ı Cemâl'in gülü, gülzârıdır. Dünya gözüyle bu güzelliği seyretme şerefine ermiş olan sahabeden Câbir b. Semüre, bu konudaki şahitliğini şöyle dile getirir: "Mehtaplı bir gecede, Peygamber Efendimiz'i kırmızı renkli elbisesi ile gördüm de mukayese için bir O'na baktım, bir de aya. Vallahi O, aydan daha güzeldi."12 Yaman Dede ve Şeref Hanım'ın aşağıdaki beyitlerinde olduğu gibi, pek çok şairimiz bu konuda hem Câbir b. Semüre ile hem de kendi aralarında hemfikirdirler.

Sen aşk-ı Hudâ, hüsn-i Hudâ, lutf-ı Hudâ'sın
Hallâk-ı Cemâl'in gülü, gülzâr-ı Muhammed! Yaman Dede, Na't-ı Şerif
Gül-i zibâ-yı zâtın eylemiş Hak yâ Resûlullah
Hezâr ihsânına şayân u elyâk yâ Resûlullah Şeref Hanım, Tahmis-i Na't-ı Resûl
İbrahim Özgüleç, bu noktadan bir adım daha geriye giderek yaratılışın ve kâinatın var oluş temelinde O Gül'ün bulunduğunu belirtir.
Kâinatın temelinde gül vardı,
Ondadır ufukların gül yangını.
Ruhlara gıda gül kokusu,
O günden bugüne gülsüz edemez.
İbrahim Özgüleç, Ey Gül

Zâtı itibarıyla bir gül olan Hz. Peygamber, elbette bedenî, beşerî, ruhî ve içtimaî varlığı ile de bir güldür. Bu bağlamda şairlerimizin ilk dikkatini çeken, O'nun bedenî uzuvlarıdır. Onların bu konudaki bilgi ve ilham kaynakları, büyük ölçüde sahabelerin şahadetlerine dayanan 'Şemâil-i Şerif' ve 'Hilye-i Şerif'lerdir.

2- Hz. Peygamber'in Teni
Necip Saraçoğlu'nun 'gül-endam', M. Ali Eşmeli'nin 'gül beden' olarak nitelendirdiği Hz. Peygamber'in teni de gül teşbihi çevresinde şiirlere yansır. Hayrettin Karaman'a göre O'nun pembemsi teninin rengi, ne kış ne de güzün solmayan 'gül rengi'ndedir.

Solmaz bir gül rengin ne kış, ne güzün Hayrettin Karaman, Şemâil
Yeni bir gül gibi pembemsi beyaz,
Aydan enverdi O Sultân-ı Hicaz.
M. Ali Eşmeli, Hilye-i Şerife, s. 106
O gül tene değen taşı, toprağı
Öpsün gözyaşlarım ey Hira dağı.
Servet Yüksel, Ey Hira Dağı

3- Hz. Peygamber'in Yüzü/Cemâli
Hz. Peygamber'in bedenî uzuvları ile gül arasında en çok benzerlik ve aynîlik kurulanı mübarek yüzleridir. M. Fehmi Gerçeker 'Hilye-i Fahr-i Âlem'inde, Hz. Peygamber'in 'bînazîr' yüzü ve yüzünün pembe rengi ile gül veya gül bahçesi (gülzâr) arasında benzerlik kurar. Şaire göre Hz. Peygamber'in parlayan ve âdeta açılmış güllere benzeyen o güzel yüzüne ait pembe rengin yeryüzü gül bahçesinde bir eşi yoktur. Bu sebeple gül bahçesi olan o güzel yüzü görenlerin 'esîr' olmamaları mümkün değildir. O kadar ki, onlar bir daha lâle bahçesini hatırlamayacaklardır artık.

Parlar yüzünün bu penbe rengi,
Gülzâr-ı zemînde yoktur dengi.
Mümkün mü gören o bînazîri
Gül renginin olmasın esîri?
......

Açmış o güzel yüzünde güller,
Geysûsuna bağlıdır gönüller.
Bir kere gören o gülzârı,
Yad etmez olurdu lâlezârı.

Ahmet Efe ise aşağıdaki beytinde güneş ve canın, Hz. Peygamber'in gülden güzel yüzüne duydukları aşkı dile getirir. Öylesine bir aşktır ki bu, güneş O'na pervane; can ise deli-divâne olmuştur. Zira bu 'gül yüz', bin Yusuf'u bile güzelliğine hayran eder. Dolayısıyla kalplerinde Gül'e imanı olanlar, O 'Gülcemâl'e doyamazlar.

Gün O'nun gülden güzel vechine pervânedir
Can Onun gülşenine delidir, divânedir. Ahmet Efe, Na't-ı Gülşenî
Gözü dikende olanlar,
Gül kokusu duymazmış.
Kalbinde gül olanlar,
Gülcemale doymazmış.
İbrahim Özgüleç, Doymazmış

M. Ali Eşmeli, Hz. Peygamber'in 'gül yüzü'nün ne kadar güzel olduğunu anlatırken Hz. Yûsuf'un güzelliği ve bu sebeple başına gelenlere telmihte bulunur. Hz. Yûsuf'un güzelliği karşısında ellerini kesenler, Hz. Peygamber'i görselerdi, mutlaka 'dil'lerini (gönül) doğrarlardı.

Gül yüzün hârikalar hârikası,
Hem de her hârikanın şâhikası!...
Seyreden Yûsuf'u kesmişti eli,
Sen'i görseydi yâ, doğrardı dili!...
M. Ali Eşmeli, Hilye-i Şerife

Konuyu güzel bir 'hüsn-i talil' ve 'telmih' sanatı çerçevesinde ifade eden Tahirü'l-Mevlevî'ye göre, Hz. İbrahim, Firavun tarafından ateşe atıldığında ateşin gül bahçesine dönüvermesi, Halilullah'ın o anda Habibullah'ın gül yüzünü hatırlamasındandır.

Meğer gül rûyini yâd etmiş İbrahim o hâletle
Anunçün nâr gülzâr-ı sefâdır yâ Resûlullah Tahirü'l-Mevlevî, Yâ Resûlullah
Kısacası Hz. Peygamber'in güzellikte 'gülden de öte' olan yüzü, öylesine güzeldir ki, sadece güneşi ve inanan gönülleri değil, bülbülleri bile mest eder. Böylece şairlerimiz, edebiyatımızın vazgeçilemezlerinden olan 'gül-bülbül' mazmununa ulaşmış olurlar.

Öyle güzel ki yüzün
Gülden de öte
Ahmet Başer, Yâ Resûlullah
Nûr cemâlinden eserdir, bâğ-ı aşkın gülleri,

Gül cemâlindir Habîbim, mesteden bülbülleri, A. Ulvi Kurucu, Derdimendim

Bu tebliğ, 29-30 Nisan 2011 tarihinde İstanbul'da düzenlenen Yağmur Dergisi İslâmî Türk Edebiyatı Sempozyumu'nda sunulmuştur.

http://www.yagmurdergisi.com.tr/arc...si-turk-siirinde-hazreti-peygamber-ve-gul---1
 
Üst