Risale-i Nur’la meşgulken vefât eden, şehadet makámı kazanır

FaKiR

Meþveret Bþk.
Risale-i Nur’la meşgulken vefât eden, şehadet makámı kazanır
Azîz, sıddık kardeşlerim,
Cenab-ı Erhamü’r-Rahimîne hadsiz şükür olsun ki, bu acîb zamanda ve garip yerde, talebe-i ulûmun kıymetli şerefini ve ehemmiyetli hizmetlerini kazanmayı sizler vasıtasıyla; bizlere de müyesser eyledi. Ehl-i keşf-i kubûrun müşahedesiyle, müteaddit vakıatla, tahsil-i ulûm anında vefat eden bazı müştak ve ciddî bir talebe-i ulûm, şehitler gibi kendini hayatta ve kendi dersiyle meşgul görüyor. Hatta meşhur bir ehl-i keşfe’l-kubûr, vefat eden ve ilm-i sarf ve nahiv okuyan bir talebenin kabrinde Münker-Nekir’e nasıl cevap verecek diye murakabe etmiş ve müşahede edip işitmiş ki; melek-i sual ondan sordu: "Men Rabbüke" "Senin Rabbin kimdir?" dediği zaman, o nahiv dersiyle iştigal ederken vefat eden talebe, o meleğin cevabında demiş: "Men" müptedadır, "Rabbüke" onun haberidir." Nahiv ilmince cevap vermiş. Kendini medresede zannetmiş. İşte bu vakıaya muvafık olarak ben, merhum Hafız Ali’yi aynen hayattaki gibi Risale-i Nur’la meşgul olarak en yüksek bir ilimde çalışan bir talebe-i olduklarına dair kuvvetli işârât-ıKur’âniyeyi ve beşâret-i Aleviye ve Gavsiyeyi düşündüm. Kalben dedimki: "Herbiri bin yerden gelen günahlara karşı bir dil ile nasıl mukabele eder, galebe eder, necat bulur?" diye mütehayyir kaldım. Bu tahayyürüme mukabil ihtar edildi. ki: Risale-i Nur’un hakîki ve sadık şakirtleri mabeynindeki düstur-u esasî olan iştirak-i a’ma1-i uhreviye kanunuyla ve samîmi ve sadık tesanüd sırrıyla, herbir halis ve hakîki şakirt, bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince dilleriyle ibadet edip istiğfar eder. Bin taraftan hücum eden günahlara karşı bin dil ile mukabele eder. İhlas ve sadakat ve Sünnet-i Seniyyeye mutabakat ve hizmet derecesine göre o küllî ubûdiyete sahip olur.
Bu büyük kazancı elden kaçırmamak gerektir. Bazı melaikenin kırk bin dil ile zikrettikleri gibi, halis ve hakîki müttakî bir şakirt dahi kırk bin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata nıüstehak olur, inşaallah.



İkincisi : Eski zamanda on dört yaşımda iken icâzet almanın,alâmeti olan üstad tarafından bir cübbe bana giydirmek vaziyetine manileri bulundu. Yaşımın küçüklüğüyle, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisve giymek yakışmadığını; saniyen o zaman büyük alimler bana karşı üstadlık vaziyetini değil, ya rakip veyahut teslimiyet derecesine girdikleri için bana bir cübbe giydirmek ve üstadlık vaziyetini alacak


kendilerine güvenenler bulunmadıve evliya-i azîmeden dört beş zatın da vefat etmeleri cihetiyle elli altı senedir icâzetin zâhir alâmeti olan cübbeyi giymek, bir üstadın elini öpmek, üstadlığını kabul etmek hakkımı, bu günlerde yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlana Zülcenaheyn Halid Ziyaeddin kendi cübbesini pek garip bir tarzda bana giydimıek için gönderdiğini, bazı emarelerle bana kanaat geldi. Ben de o mübarek yüz yaşında HAŞİYE cübbeyi giyiyorum, Cenab-ı Hakka şükrediyorum.

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, s.134.
 
Üst