Otuzuncu Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuzuncu Söz - Sayfa 744

gelecek neslindeki intizamata medar ve ilim ve emr-i İlâhînin bir ünvanı olan İmam-ı Mübînin düsturları ve imlâsı tahtında ve zaman-ı hazır ve âlem-i şehadetten teşkil ve icad-ı eşyada tasarrufa medar ve kudret ve irade-i İlâhiyenin bir ünvanı olan Kitab-ı Mübînden istinsah ile ve seyyal zamanın hakikati ve sahife‑i misaliyesi olan Levh-i Mahv, İsbatta kelimât-ı kudreti yazmak ve çizmekten gelen harekâttır ve mânidar ihtizazattır.


Levh-i Mahfuz: herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası, Allah’ın ilminin bir adı (bk. ḥ-f-ẓ)Levh-i Mahv, İsbat: bir şeyin yıkılıp tekrar kuruluşunu gösteren mânevî levha; yaz boz tahtası, levhası
ahmaklık: akılsızlıkbasîrâne: görerek (bk. b-ṣ-r)
cereyan eden: akancilve: görüntü, yansıma (bk. c-l-y)
cüz-ü ihtiyar: insandaki çok az seçme ve tercih etme gücü (bk. c-z-e; ḫ-y-r)daire-i mümkinat: kâinat dairesi; varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olan ve Allah’ın var etmesine bağlı olan âlem (bk. m-k-n)
defter-i ekber: en büyük defter (bk. k-b-r)düstur: prensip, kural
ehl-i gaflet ve dalâlet ve felsefe: gaflete dalan, hak yoldan sapan ve felsefeyle uğraşan kimseler (bk. ğ-f-l)emr-i İlâhî: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
eşya: varlıklarfenâ: geçicilik, ölümlülük (bk. f-n-y)
hakikat: gerçek mahiyet, içyüz (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat-i zaman: zamanın gerçek mahiyeti, aslı, içyüzü (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
harekât: hareketlerharekât-ı zerrât: atomların hareketleri
hâşâ: asla, kesinlikle öyle değilicad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
icad-ı eşya: varlıkların yaratılması (bk. v-c-d)ihtizaz: titreşim
ihtizazat: titreşimlerimlâ: yazdırma
intizamat: düzenler (bk. n-ẓ-m)irade: dileme, tercih etme (bk. r-v-d)
irade-i Rabbâniye: Rab olan Allah’ın iradesi, tercihi, dilemesi (bk. r-v-d; r-b-b)irade-i İlâhiye: Allah’ın iradesi, dilemesi ve tercihi (bk. r-v-d; e-l-h)
istinsah: yazarak çoğaltmakader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)
kelimât-ı kudret: kudret kelimeleri (bk. k-l-m; ḳ-d-r)kitabet: yazım (bk. k-t-b)
kitabet-i kudret: kudret kitabı (bk. k-t-b; ḳ-d-r)kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kudret-i fâtıra: yaratıcı kudret (bk. ḳ-d-r; f-ṭ-r)kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve kuvveti (bk. ḳ-d-r; e-l-h)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)küllî: kapsamlı ve büyük (bk. k-l-l)
lâ ya’lemu’l-ğaybe illâllah: Allah’tan başka kimse gaybı bilmez (bk. a-l-m; ğ-y-b)mazhar: sahip olan (bk. ẓ-h-r)
mecmua-i kavânin: kanunlar kitabı (bk. c-m-a; ḳ-n-n)medar: dayanak, kaynak
mesâil: meselelermevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevt: ölüm (bk. m-v-t)miktar-ı muayyen: belirlenmiş miktar
mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)mütebeddil: değişken
nehr-i azîm: büyük bir nehir gibi akıp giden zaman (bk. a-ẓ-m)sahife-i misaliye: misal âlemi ile ilgili sayfa (bk. m-s̱-l)
seyyal: akıcısilsile-i mevcudat: yaratıklar zinciri (bk. v-c-d)
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)tahrik etmek: harekete geçirmek
tahtında: altındatasarruf: kullanma, yönetme (bk. ṣ-r-f)
tesmiye: isimlendirme (bk. s-m-v)teşhis: şekil ve suret verme
teşkil: oluşma, oluşturmazaman-ı hazır: şimdiki zaman
zerrât: atomlar, en küçük madde parçalarıâlem-i gayb: görünmeyen, fakat mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)
âlem-i şehadet: görünen âlem, dünya (bk. a-l-m; ş-h-d)âyet: delil
şekl-i mahsus: özel şekil

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuzuncu Söz - Sayfa 745

BİRİNCİ NOKTA
İki Mebhastır.

BİRİNCİ MEBHAS: Her zerrede, hem hareketinde, hem sükûnetinde iki güneş gibi iki nur-u tevhid parlıyor. Çünkü, Onuncu Sözün Birinci İşaretinde icmâlen ve Yirmi İkinci Sözde tafsilen ispat edildiği gibi, herbir zerre, eğer memur-u İlâhî olmazsa ve Onun izni ve tasarrufuyla hareket etmezse ve ilim ve kudretiyle tahavvül etmezse, o vakit herbir zerrenin nihayetsiz bir ilmi, hadsiz bir kudreti, herşeyi görür bir gözü, herşeye bakar bir yüzü, herşeye geçer bir sözü bulunmak lâzım gelir. Çünkü, anâsırın herbir zerresi, herbir cism-i zîhayatta muntazaman işler veya işleyebilir. Eşyanın intizamatı ve kavânin-i teşekkülâtı birbirine muhaliftir. Onların nizamatı bilinmezse işlenilmez, işlenilse de yanlışsız yapılmaz. Halbuki yanlışsız yapılıyor. Öyle ise, o hizmet eden zerreler, ya bir ilm-i muhit sahibinin izin ve emriyle ve ilim ve iradesiyle işliyorlar; veyahut kendilerinde öyle bir muhit ilim ve kudret bulunmak lâzım geliyor.

Evet, havanın herbir zerresi, herbir zîhayatın cismine, herbir çiçeğin herbir meyvesine, herbir yaprağın binasına girip işleyebilir. Halbuki onların teşkilâtları ayrı ayrı tarzdadır, başka başka nizamatı var. Bir incir meyvesinin fabrikası, faraza, çuha makinesi gibi olsa, bir nar meyvesinin fabrikası da şeker makinesi gibi olacaktır. Ve hâkezâ, o binaların, o cisimlerin programları birbirinden başkadır. Şimdi, şu zerre-i havaiye bütün onlara girer veya girebilir ve gayet hakîmâne ve üstadâne, yanlışsız olarak işler, vaziyetler alır. Vazifesi bittikten sonra kalkar, gider.

İşte, müteharrik havanın müteharrik zerresi, ya nebâtâta ve hayvânâta, hattâ meyvelerine ve çiçeklerine giydirilen suretlerin, miktarların teşkilâtını, biçimini bilmesi lâzım geldiği; veyahut onlar bir bilenin emir ve iradesiyle memur olması lâzım geldiği gibi:Sakin toprak, sakin olan herbir zerresi, bütün çiçekli nebâtâtın ve meyvedar ağaçların tohumlarına medar ve menşe olmak kabil olduğundan, hangi tohum gelse ve o zerrede, yani misliyet itibarıyla bir zerre hükmünde olan bir avuç toprakta


anâsır: unsurlar, elementlercisim: beden
cism-i zîhayat: canlı bedeni (bk. ẕî; ḥ-y-y)eşya: varlıklar
faraza: varsayalım kihadsiz: sınırsız
hakîmâne: hikmetli biçimde (bk. ḥ-k-m)hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hâkezâ: böylece, bunun gibiicmâlen: kısaca, özetle (bk. c-m-l)
ilm-i muhit: herşeyi kuşatan ilim (bk. a-l-m)intizamat: düzenler (bk. n-ẓ-m)
irade: dileme, tercih, seçme (bk. r-v-d)itibar: özellik (bk. a-b-r)
kabil: mümkünkavânin-i teşekkülât: Allah’ın varlıkları yaratmada ortaya koyduğu kanunlar; oluşum kanunları (bk. ḳ-n-n)
kudret: güç, kuvvet (bk. ḳ-d-r)mebhas: bölüm, konu
medar: dayanak, kaynak, sebepmemur: görevli
memur-u İlâhî: Allah’ın memuru (bk. e-l-h)menşe: kaynak
meyvedar: meyvelimisliyet: benzerlik (bk. m-s̱-l)
muhalif: zıtmuhit: herşeyi kuşatan, kapsamlı
muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m)müteharrik: hareketli
nebâtât: bitkilernihayetsiz: sonsuz
nizamat: düzenler, kanunlar (bk. n-ẓ-m)nur-u tevhid: her şeyin bir olan Allah’a ait olmasından doğan nur, ışık (bk. n-v-r; v-ḥ-d)
sakin: durgun, hareketsizsuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sükûnet: durgunluk, hareketsizliktafsilen: ayrıntılı olarak
tahavvül etmek: değişmek, dönüşmektasarruf: kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)
teşkilât: yapı, kuruluşvaziyet: durum, hal
zerre: atom, en küçük madde parçasızerre-i havaiye: hava molekülü
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)çuha: tüysüz ince, sık dokunmuş yün kumaş
üstadâne: ustaca, maharetli bir şekilde

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuzuncu Söz - Sayfa 746

kendine mahsus bir fabrika ve bütün levazımatına ve teşkilâtına lâzım bütün cihazatı bulunduğundan, o zerrede ve o zerrenin kulübeciği olan o bir avuç toprakta, eşcar ve nebatat ve çiçekler ve meyveler envâı adedince muntazam mânevî makine ve fabrikaları bulunması; veyahut mu’cizekâr, herşeyi hiçten icad eder ve herşeyin herşeyini ve her cihetini bilir bir ilim ve kudret bulunması lâzımdır; veyahut bir Kadîr-i Mutlak,
blank.gif
1
bir Alîm-i Külli Şeyin
blank.gif
2
emir
blank.gif
3
ve izniyle,
blank.gif
4
havl ve kuvvetiyle
blank.gif
5
o vazifeler gördürülür.

Evet, nasıl ki bir acemî, ham, âmi, âdi, hem kör bir adam Avrupa’ya gitse, bütün fabrikalara, destgâhlara girse, üstadâne kemâl-i intizamla herbir san’atta, herbir binada işler, öyle eserler yapar ki, nihayet derecede hikmetli, san’atlı, herkesi hayrette bırakıyor. Zerre miktar şuuru olan bilir ki, o adam kendi başıyla işlemiyor; belki bir üstad-ı küll ona ders verir, işlettirir.

Hem nasıl ki bir kör, âciz, yerinden kalkamıyor, basit bir kulübeciğinde oturmuş bir adam bulunuyor. Halbuki o kulübeciğe bir dirhem gibi küçük bir taş, kemik ve pamuk gibi birer madde veriliyor. Halbuki o kulübecikten batmanlarla şeker, toplarla çuha, binlerle mücevherat, gayet san’atlı, murassaatlı libaslar, lezzetli taamlar çıkıp gelse, zerre miktar aklı olan demeyecek mi ki, “O adam, gayet mu’cizekâr bir zâtın menşe-i mu’cizâtı olan fabrikasının bir mandalı veyahut miskin bir kapıcısıdır”?

Aynen öyle de, havanın zerreleri, herbiri birer mektubât-ı Samedâniye, birer antika-i san’at-ı Rabbâniye, birer mu’cize-i kudret, birer hârika-i hikmet olan nebâtât ve eşcar, ezhar ve esmardaki harekât ve hidematları, bir Sâni-i Hakîm-i
[NOT]
Dipnot-1
bk. Mâide Sûresi, 5:120.
Dipnot-2
bk. Bakara Sûresi, 2:231.
Dipnot-3
bk. A’râf Sûresi, 7:54; İbRahîm Sûresi, 14:32; Yâsin Sûresi, 36:82.
Dipnot-4
bk. Bakara Sûresi, 2:255; Âl-i İmran Sûresi, 3:145; Nisâ Sûresi, 4:64; Mâide Sûresi, 5:110; Yûnus Sûresi, 10:100.
Dipnot-5
bk. Kehf Sûresi, 18:39.[/NOT]


Alîm-i Külli Şey: herşeyi bilen ve herşey ilmi dahilinde olan Allah (bk. a-l-m; k-l-l)Avrupa: (bk. bilgiler)
Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)Sâni-i Hakîm-i Zülcelâl: herşeyi san’atla ve hikmetle yaratan, sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m; ẕü)
antika-i san’at-ı Rabbâniye: Rab olan Allah’ın san’at antikası (bk. ṣ-n-a; r-b-b)batman: yaklaşık sekiz kg. ağırlığında bir ağırlık ölçüsü
cihazat: cihazlar, donanımcihet: yön, taraf
destgâh: işyeri, tezgâhdirhem: yaklaşık üç grama denk olan bir ağırlık ölçüsü
envâ: çeşitler, türleresmar: meyveler
ezhar: çiçeklereşcar: ağaçlar
ham: tecrübesiz, olgunlaşmamışharekât: hareketler
havl: güçhidemat: hizmetler
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)hârika-i hikmet: hikmet hârikası; Cenâb-ı Hakkın her şeyi belirli fayda ve gayelere yönelik olarak tam yerli yerinde yaratma sıfatının olağanüstü eseri (bk. ḥ-k-m)
icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d)kemâl-i intizam: mükemmel derecede düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)levazımat: gerekli şeyler
libas: elbisemahsus: özgü
mektubat-ı Samedâniye: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eserler (bk. k-t-b; ṣ-m-d)menşe-i mu’cizât: olağanüstü şeylerin kaynağı (bk. a-c-z)
miskin: zavallımuntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
murassaatlı: değerli taşlarla süslenmişmu’cize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
mu’cizekâr: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)mücevherat: kıymetli taşlar
nebâtât: bitkilernihayet: son
taam: yiyecekteşkilât: yapı, kuruluş, oluşum
zerre: atom, en küçük madde parçasıâciz: güçsüz (bk. a-c-z)
âdi: basit, sıradanâmi: cahil, tahsil görmemiş
çuha: tüysüz ince, sık dokunmuş yün kumaşüstad-ı küll: her çeşit ilimde çok bilgisi olan hoca (bk. k-l-l)
üstadâne: ustaca, maharetli bir şekildeşuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuzuncu Söz - Sayfa 747

Zülcelâlin, bir Fâtır-ı Kerîm-i Zülcemâlin emir ve iradesiyle hareket ettiğini; ve toprağın zerreleri dahi, herbiri birer ayrı makine ve destgâh, birer ayrı matbaa, birer ayrı hazine, birer ayrı antika ve Sâni-i Zülcelâlin esmâsını ilân eden birer ayrı ilânnâme ve kemâlâtını söyleyen birer ayrı kaside hükmünde olan o tohumcuklarının, o çekirdeklerinin sünbüllerine, ağaçlarına menşe ve medar olmaları, emr-i كُنْ فَيَكُونُ
blank.gif
1
’ amâlik, herşey emrine musahhar bir Sâni-i Zülcelâlin emriyle, izniyle, iradesiyle, kuvvetiyle olması, iki kere iki dört eder gibi kat’îdir. Âmennâ.

İKİNCİ MEBHAS:
Zerrâtın harekâtındaki vazifelere, hikmetlere küçük bir işarettir.

Evet, akılları gözlerine sukut etmiş maddiyyunların hikmetsiz hikmetleri, abesiyet esasına istinad eden felsefeleri nazarında tesadüfle bağlı olan tahavvülât-ı zerrâtı bütün düsturlarına üssül’esas tutup, masnuat-ı İlâhiyeye masdar göstermişler. Nihayetsiz hikmetlerle müzeyyen masnuatı hikmetsiz, mânâsız, karma karışık birşeye isnad etmeleri ne kadar hilâf-ı akıl olduğunu, zerre miktar şuuru bulunan bilir.

Şimdi, Kur’ân-ı Hakîmin hikmeti nokta-i nazarında tahavvülât-ı zerrâtın pek çok gayeleri, hikmetleri ve vazifeleri vardır.

blank.gif
2
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ gibi çok âyetlerle hikmetlerine ve vazifelerine işaret eder. Numune olarak birkaçına işaret ediyoruz.

Birincisi: Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücudun tecelliyât-ı icadiyesini tecdid ve tazelendirmek için, her birtek ruhu model gibi ederek, her sene mu’cizât-ı kudretinden taze birer ceset giydirmek ve her birtek kitaptan ayrı ayrı bin muhtelif kitabı,


[NOT]Dipnot-1
“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.
Dipnot-2
“Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.[/NOT]


Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan, şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. v-c-b; v-c-d)Fâtır-ı Kerîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik, lütuf ve cömertlik sahibi ve herşeyi hârika üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m; ẕü; c-m-l)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atla yapan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
abesiyet: faydasızlık, gayesizlikantika: eski ve kıymetli sanat eseri
destgâh: işyeri, tezgâhdüstur: prensip, kural
esmâ: isimler (bk. s-m-v)harekât: hareketler
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)hikmetsiz hikmet: faydasız, gayesiz ilim; felsefe (bk. ḥ-k-m)
hilâf-ı akıl: akla aykırıilânnâme: ilan panosu
irade: dileme, tercih, istek(bk. r-v-d)isnad etme: dayandırma (bk. s-n-d)
istinad: dayanma (bk. s-n-d)kaside: şiir
kat’î: kesinkemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
maddiyyun: materyalistler, herşeyi maddeye bağlayanlarmasdar: kaynak
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)masnuat-ı İlâhiye: Allah’ın sanatla yarattığı varlıklar (bk. ṣ-n-a; e-l-h)
mebhas: bölüm, konumedar: dayanak, kaynak, sebep
menşe: kaynakmuhtelif: çeşitli
musahhar: boyun eğmişmu’cizât-ı kudret: Allah’ın kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)mânâ: anlam (bk. a-n-y)
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)nazar: bakış, görüş (bk. n-ẓ-r)
nihayetsiz: sonsuznokta-i nazar: bakış noktası (bk. n-ẓ-r)
numune: örneksukut: düşme, alçalma
tahavvülât-ı zerrât: atomların değişim, dönüşüm ve hareketleritecdid: yenileme
tecelliyât-ı icadiye: Allah’ın yarattığı eserler, icad görüntüleri(bk. c-l-y; v-c-d)tesadüf: rastlantı
vazife: görevzerre: atom, en küçük madde parçası
zerrât: atomlar, en küçük madde parçalarıâmennâ: inandık (bk. e-m-n)
üssül’esas: temel esasşuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuzuncu Söz - Sayfa 748

hikmetiyle istinsah etmek ve birtek hakikati başka başka surette göstermek ve kâinatların ve âlemlerin ve mevcudatların taife taife arkasından gelmelerine yer vermek ve zemin hazırlamak için, Fâtır-ı Zülcelâl, kudretiyle zerrâtı tahrik ve tavzif etmiştir.

İkincisi:
Mâlikü’l-Mülki Zülcelâl, şu dünyayı, bahusus rû-yi zemin tarlasını bir mülk suretinde yaratmıştır. Yani, neşvünemâya, taze taze mahsulât vermeye kabil bir surette müheyyâ etmiştir-tâ ki, nihayetsiz mu’cizât-ı kudretini orada ekip biçsin. İşte, şu zemin yüzündeki tarlasında zerrâtı hikmetle tahrik ederek intizam dairesinde tavzif edip her asırda, her fasılda, her ayda, belki her günde, belki her saatte mu’cizât-ı kudretinden yeni yeni birer kâinat gösterir, yeryüzü avlusuna başka başka mahsulât verdirir. Nihayetsiz hazine-i rahmetinin hedâyâsını, nihayetsiz kudretinin mu’cizâtının numunelerini harekât-ı zerrâtla izhar eder.

Üçüncüsü: Nihayetsiz tecelliyât-ı esmâ-i İlâhiyenin nakışlarını göstermekle, o esmânın cilvelerini ifade için, mahdut bir zeminde hadsiz nukuş göstermek, küçük bir sahifede nihayetsiz maânîleri ifade edecek olan hadsiz âyatları yazmak için, Nakkâş-ı Ezelî, zerrâtı kemâl-i hikmetle tahrik edip kemâl-i intizamla tavzif etmiştir.

Evet, geçen senenin mahsulâtıyla şu senenin mahsulâtının mahiyetleri bir hükmündedir. Fakat maânîleri başka başkadır. Taayyünât-ı itibariyeyi değiştirmekle maânîleri değişir ve çoğalır. Taayyünât-ı itibariye ve teşahhusât-ı muvakkate, tebdil edildikleri ve zâhiren fâni oldukları halde, onların maânî-i cemîleleri muhafaza olunup sabit ve bâki kalır. Şu ağacın geçen bahardaki yaprak ve çiçek ve meyvelerinin ruhları olmadığından, şu bahardaki emsalinin hakikatçe aynılarıdır.


Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeyi hârika, üstün san’atıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)Mâlikü’l-Mülk-i Zülcelâl: bütün mülkün gerçek sahibi, sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan Allah (bk. m-l-k; ẕü; c-l-l)
Nakkâş-ı Ezelî: herşeyi zatına has olarak nakış nakış işleyen, evveli olmayan Allah (bk. n-ḳ-ş; e-z-l)avlu: bahçe
bahusus: özelliklebâki: devamlı, sürekli (bk. b-ḳ-y)
cilve: yansıma, görüntü (bk. c-l-y)emsal: benzerler (bk. m-s̱-l)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)fasıl: mevsim
fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)hadsiz: sınırsız
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)harekât-ı zerrât: atomların hareketleri
hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)hedâyâ: hediyeler
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)intizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
istinsah etmek: yazarak çoğaltmakizhar: gösterme, meydana çıkarma (bk. ẓ-h-r)
kabil: kabiliyetli, yeteneklikemâl-i hikmet: tam ve mükemmel bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
kemâl-i intizam: mükemmel ve kusursuz düzen (bk. k-m-l; n-ẓ-m)kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)mahdut: sınırlı
mahiyet: öz nitelik, özellikmahsulât: ürünler
maânî: mânâlar, anlamlar (bk. a-n-y)maânî-i cemîle: güzel mânâlar, anlamlar (bk. a-n-y; c-m-l)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)mu’cizât-ı kudret: Allah’ın kudret mucizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
müheyyâ: hazırlanmışmülk: sahip olunan ve hükmedilen yer (bk. m-l-k)
neşvünemâ: büyüyüp gelişmenihayetsiz: sonsuz
nukuş: nakışlar, işlemeler (bk. n-ḳ-ş)numune: örnek
rû-yi zemin: yeryüzüsuret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
taayyünât-ı itibariye: farazî taayyünler; muhtemel şekil ve keyfiyetler (bk. a-b-r)tahrik: harekete geçirme
taife: topluluk, gruptavzif: vazifelendirme, görevlendirme
tebdil: değiştirmetecelliyât-ı esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimlerinin tecellileri, yansımaları (bk. c-l-y; s-m-v; e-l-h)
teşahhusât-ı muvakkate: varlıkların geçici olarak belli bir şekil ve görünüm almalarızemin: yer
zerrât: atomlar, en küçük madde parçalarızâhiren: görünüşte (bk. ẓ-h-r)
âlem: dünya (bk. a-l-m)âyât: âyetler, deliller

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuzuncu Söz - Sayfa 749

Yalnız teşahhusât-ı itibariyede fark var. Fakat o itibarî teşahhuslar, her vakit tecelliyâtı tazelenmekte olan şuûnât-ı esmâ-i İlâhiyenin maânîlerini ifade için, şu bahardakiler ayrı teşahhusatla onların yerine geldiler.

Dördüncüsü: Hadsiz âlem-i misal gibi gayet geniş âlem-i melekût ve gayr-ı mahdut sair uhrevî âlemlere birer mahsulât veya tezyinat veya levazımat gibi onlara münasip şeyleri yetiştirmek için, şu dar mezraa-i dünyada, zemin yüzünün destgâhında ve tarlasında, Hakîm-i Zülcelâl, zerrâtı tahrik edip kâinatı seyyale ve mevcudatı seyyare ederek, şu küçük zeminde o pek büyük âlemlere pek çok mahsulât-ı mâneviye yetiştiriyor. Nihayetsiz hazine-i kudretinden nihayetsiz bir seyli dünyadan akıttırıp âlem-i gayba ve bir kısmını âhiret âlemlerine döküyor.

Beşincisi:
Nihayetsiz kemâlât-ı İlâhiyeyi, hadsiz celevât-ı cemâliyeyi ve gayetsiz tecelliyât-ı celâliyeyi ve gayr-ı mütenâhi tesbihat-ı Rabbâniyeyi şu dar ve mahdut zeminde ve mütenâhi ve az bir zamanda göstermek için, zerrâtı kemâl-i hikmetle, kudretiyle tahrik edip, kemâl-i intizamla tavzif ederek, mütenâhi bir zamanda, mahdut bir zeminde, gayr-ı mütenâhi tesbihat yaptırıyor, gayr-ı mahdut tecelliyât-ı cemâliye ve celâliye ve kemâliyesini gösteriyor, çok hakaik-i gaybiye ve çok semerât-ı uhreviye ve fânilerin bâki olan hüviyet ve suretlerinden pek çok nukuş-u misaliye ve çok mânidar nüsuc-u levhiyeyi icad ediyor. Demek, zerreyi tahrik eden, şu makàsıd-ı azîmeyi, şu hikem-i cesîmeyi gösteren bir Zâttır. Yoksa, herbir zerrede güneş gibi bir dimağ bulunması lâzım gelir.


Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz yücelik ve heybet sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)bâki: devamlı, sürekli, ölümsüz (bk. b-ḳ-y)
celevât-ı cemâliye: Allah’ın güzel isimlerinin varlıklar üzerindeki görünümleri, akisleri (bk. c-l-y; c-m-l)destgâh: işyeri, tezgâh
dimağ: beyinfâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
gayetsiz: sonsuzgayr-ı mahdut: sınırsız
gayr-ı mütenâhi: sonsuzhadsiz: sınırsız
hakaik-i gaybiye: gayb âlemi ile ilgili gerçekler (bk. ğ-y-b; ḥ-ḳ-ḳ)hazine-i kudret: kudret hazinesi (bk. ḳ-d-r)
hikem-i cesîme: büyük ve esaslı hikmetler, faydalar (bk. ḥ-k-m)hüviyet: şahsiyet
icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d)kemâl-i hikmet: tam ve mükemmel bir hikmet (bk. ḥ-k-m; k-m-l)
kemâl-i intizam: mükemmel ve kusursuz düzen (bk. k-m-l; n-ẓ-m)kemâlât-ı İlâhiye: Cenâb-ı Allah’a ait mükemmellikler (bk. k-m-l; e-l-h)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
levazımat: gerekli şeylermahdut: sınırlı
mahsulât: ürünlermahsulât-ı mâneviye: mânevî ürünler (bk. a-n-y)
makàsıd-ı azîme: büyük maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d; a-ẓ-m)maânî: mânâlar, anlamlar (bk. a-n-y)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mezraa-i dünya: dünya tarlası
mânidar: mânâlı, anlamlı (bk. a-n-y)münasip: uygun (bk. n-s-b)
mütenâhi: sonu gelen, bitennihayetsiz: sonsuz
nukuş-u misaliye: misal âlemiyle ilgili nakışlar (bk. n-ḳ-ş; m-s̱-l)nüsuc-u levhiye: dokunmuş, işlenmiş levhalar
sair: başkasemerât-ı uhreviye: âhirete ait meyveler (bk. e-ḫ-r)
seyl: sel, akıntıseyyale: akıcı, akıp giden
seyyare: gezici, gezensuret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
tahrik: harekete geçirmetavzif: vazifelendirme, görevlendirme
tecelliyât: yansımalar, görünümler (bk. c-l-y)tecelliyât-ı cemâliye ve celâliye ve kemâliye: Allah’ın güzellik ve yücelik ve mükemmellikle ilgili sıfatlarının yansımaları (bk. c-l-y; c-m-l; c-l-l; k-m-l)
tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)tesbihat-ı Rabbâniye: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ; r-b-b)
tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)teşahhusât: şahıslanmalar, belirmeler
teşahhusât-ı itibariye: varlıkların duruma göre çeşitli görünümler alması (bk. a-b-r)uhrevî: âhiretle ilgili (bk. e-ḫ-r)
zemin: yerzerre: atom, en küçük madde parçası
zerrât: atomlar, en küçük madde parçalarıâlem-i gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)
âlem-i melekût: İlâhî hükümranlığın tam olarak tecellî ettiği, görünmeyen mânâ âlemi (bk. a-l-m; m-l-k)âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l)
şuûnât-ı esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimlerinin eserleri (bk. ş-e-n; s-m-v; e-l-h)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuzuncu Söz - Sayfa 750

Daha bu beş numune gibi belki beş bin hikmetle tahrik olunan zerrâtın tahavvülâtını, o akılsız feylesoflar hikmetsiz zannetmişler. Ve hakikatte biri enfüsî, diğeri âfâkî iki hareket-i cezbekârânede zikir ve tesbih-i İlâhî ile Mevlevî gibi zikreden ve deverana kalkan o zerreleri, kendi kendine, sersem gibi dönüp oynuyorlar zu’m etmişler. İşte bundan anlaşılıyor ki, onların ilimleri ilim değil, cehildir. Hikmetleri, hikmetsizliktir.

Üçüncü Noktada altıncı, uzun bir hikmet daha söylenecektir.

İKİNCİ NOKTA

Herbir zerrede, Vâcibü’l-Vücudun vücuduna ve vahdetine iki şahid-i sadık vardır. Evet, zerre, acz ve cumuduyla beraber, şuurkârâne büyük vazifeleri yapmakla, büyük yükleri kaldırmakla Vâcibü’l-Vücudun vücuduna kat’î şehadet ettiği gibi; harekâtında nizamat-ı umumiyeye tevfik-i hareket edip, her girdiği yerde ona mahsus nizamatı müraat etmekle, her yerde kendi vatanı gibi yerleşmesiyle Vâcibü’l-Vücudun vahdetine ve mülk ve melekûtun mâliki olan Zâtın ehadiyetine şehadet eder. Yani, zerre kimin ise, gezdiği bütün yerler de onundur.

Demek zerre-çünkü âcizdir, yükü nihayetsiz ağırdır ve vazifeleri nihayetsiz çoktur-bir Kadîr-i Mutlakın ismiyle, emriyle kaim ve müteharrik olduğunu bildirir. Hem kâinatın nizamat-ı külliyesini bilir bir tarzda tevfik-i hareket etmesi ve her yere mânisiz girmesi, tek bir Alîm-i Mutlakın kudretiyle, hikmetiyle işlediğini gösterir.

Evet, nasıl ki bir nefer, takımında, bölüğünde, taburunda, alayında, fırkasında, ve hâkezâ, herbir dairede birer nisbeti ve o nisbete göre birer vazifesi olduğunu


Alîm-i Mutlak: ilmi herşeyi kuşatan, sınırsız ilim sahibi Allah (bk. a-l-m; ṭ-l-ḳ)Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
Mevlevî: Mevlevîlik tarikatına mensup kimseVâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
acz: güçsüzlük (bk. a-c-z)alay: üç taburdan oluşan askerî topluluk
bölük: takımlardan oluşan askerî birlikcehil: cahillik, bilgisizlik
cumud: cansızlıkdeveran: dönüp dolaşma
ehadiyet: birlik (bk. v-ḥ-d)enfüsî: iç dünyaya ait
feylesof: felsefecifırka: tümen (bk. f-r-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hareket-i cezbekârâne: kendinden geçer bir şekilde hareket
harekât: hareketlerhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hikmetsizlik: anlamsızlık, gayesizlik, faydasızlık (bk. ḥ-k-m)hâkezâ: böylece, bunun gibi
kaim: var olan, ayakta duran (bk. ḳ-v-m)kat’î: kesin
kudret: İlâhî güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mahsus: özelmelekût: görünmeyen mânevî âlem (bk. m-l-k)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)mâni: engel
mülk: görünen maddî ve cismanî âlem (bk. m-l-k)müraat: riayet etme, uyma
müteharrik: hareketlinefer: asker, er
nihayetsiz: sonsuznisbet: bağ (bk. n-s-b)
nizamat: düzenler, kanunlar (bk. n-ẓ-m)nizamat-ı külliye: büyük ve kapsamlı düzen (bk. n-ẓ-m; k-l-l)
nizamat-ı umumi: genel düzen ve kanun (bk. n-ẓ-m)numune: örnek
tabur: dört bölükten meydana gelen askerî birliktahavvülât: değişimler, başkalaşmalar
tahrik: harekete geçirmetakım: en küçük askerî topluluk
tarz: şekil, biçimtesbih-i İlâhî: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ; e-l-h)
tevfik-i hareket: uygun hareketvahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vücud: varlık (bk. v-c-d)zerre: atom, en küçük madde parçası
zerrât: atomlar, en küçük madde parçalarızikir: Allah’ı anma
zu’m etmek: yanlış zanda bulunmak; bâtıl kanaatte bulunmakâciz: güçsüz (bk. a-c-z)
âfâkî: dış dünyaya aitşahid-i sadık: doğru şahit (bk. s-d-ḳ)
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)şuurkârâne: şuurlu, bilinçli bir şekilde (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuzuncu Söz - Sayfa 751

ve o nisbetleri, o vazifeleri bilmekle tevfik-i hareket etmek, nizamat-ı askeriye tahtında talim ve talimat görmekle, bütün o dairelere kumanda eden birtek kumandan-ı âzamın emrine ve kanununa tebaiyetle oluyor. Öyle de, herbir zerre, birbiri içindeki mürekkebatta birer münasip vaziyeti, ayrı ayrı maslahatlı birer nisbeti, ayrı ayrı muntazam birer vazifesi, ayrı ayrı hikmetli neticeleri bulunduğundan, elbette o zerreyi, o mürekkebatta bütün nisbet ve vazifelerini muhafaza edip netice ve hikmetleri bozmayacak bir tarzda yerleştirmek, bütün kâinat kabza-i tasarrufunda olan bir Zâta mahsustur. Meselâ, Tevfik’inHAŞİYE-1 gözbebeğinde yerleşen zerre, gözün âsâb-ı muharrike ve hassâse ve şerâyin ve evride gibi damarlara karşı münasip vaziyet alması; ve yüzde ve sonra başta ve gövdede, daha sonra heyet-i mecmua-i insaniyede herbirisine karşı birer nisbeti, birer vazifesi, birer faidesi kemâl-i hikmetle bulunması gösteriyor ki, bütün o cismin bütün âzâsını icad eden bir Zât o zerreyi o yerde yerleştirebilir. Ve bilhassa rızık için gelen zerreler, rızık kafilesinde seyrüsefer eden o zerreler, o kadar hayretfezâ bir intizam ve hikmetle seyr ü seyahat ederler ve öyle tavırlarda, tabakalarda intizamperverâne geçip gelirler ve öyle şuurkârâne ayak atıp hiç şaşırmayarak gele gele tâ beden-i zîhayatta dört süzgeçle süzülüp rızka muhtaç âzâ ve hüceyrâtın imdadına yetişmek için kandaki küreyvât-ı hamrâya yüklenip bir kanun-u keremle imdada yetişirler. Ondan bilbedâhe anlaşılır ki, şu zerreleri binler muhtelif menzillerden geçiren, sevk eden, elbette ve elbette bir Rezzâk-ı Kerîm, bir Hallâk-ı Rahîmdir ki, kudretine nisbeten zerreler, yıldızlar omuz omuza müsavidirler.

Hem herbir zerre öyle bir nakş-ı san’atta işler ki, ya bütün zerrâtla münasebettar, herbirisine ve umumuna hem hâkim ve hem herbirisine ve umumuna mahkûm bir vaziyette bulunmakla, o hayretfezâ san’atlı nakşı ve hikmetnümâ nakışlı

[NOT]Haşiye-1
Nur’un birinci kâtibidir.[/NOT]


Hallâk-ı Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan yaratıcı, Allah (bk. ḫ-l-ḳ; r-ḥ-m)Rezzâk-ı Kerîm: bütün yaratıkların rızıklarını veren ve pek büyük ikram ve cömertlik sahibi olan Allah (bk. r-z-ḳ; k-r-m)
Tevfik: (bk. bilgiler-Şamlı Hafız Tevfik Göksu)beden-i zîhayat: canlı bedeni (bk. ẕî; ḥ-y-y)
bilbedâhe: ap açık bir şekildebilhassa: özellikle
evride: toplardamarlarhayretfezâ: hayret verici
heyet-i mecmua-i insaniye: insanın genel yapısı (bk. c-m-a)hikmet: gaye, fayda (bk. ḥ-k-m)
hikmetnümâ: hikmetli (bk. ḥ-k-m)hâkim: hükmeden (bk. ḥ-k-m)
hâşiye: dipnot, açıklayıcı nothüceyrât: hücreler
icad eden: yaratan, var eden (bk. v-c-d)imdad: yardım
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)intizamperverâne: düzene uyarak (bk. n-ẓ-m)
kabza-i tasarruf: hükmü ve yönetimi altında bulundurma (bk. ṣ-r-f)kanun-u kerem: cömertlik ve ikram kanunu (bk. k-r-m; ḳ-n-n)
kemâl-i hikmet: tam ve mükemmel hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kumandan-ı âzam: en büyük kumandan (bk. a-ẓ-m)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kâtib: yazıcı (bk. k-t-b)küreyvât-ı hamrâ: alyuvarlar
mahkûm: hüküm altında olan (bk. ḥ-k-m)mahsus: özgü
maslahat: fayda, gaye (bk. ṣ-l-ḥ)menzil: yer, mekân (bk. n-z-l)
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)muhtelif: çeşitli
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)münasebettar: ilgili, bağlantılı (bk. n-s-b)
münasip: uygun (bk. n-s-b)mürekkebat: bir bütünü oluşturan parçalar
müsavi: eşit, denknakş-ı san’at: san’atlı nakış, işleme (bk. n-ḳ-ş; ṣ-n-a)
nisbet: bağ (bk. n-s-b)nisbeten: oranla, kıyasla (bk. n-s-b)
nizamat-ı askeriye: askerî düzenler (bk. n-ẓ-m)seyrüsefer: gidiş geliş, yolculuk
tahtında: altındatalim: eğitim (bk. a-l-m)
talimat: eğitimler (bk. a-l-m)tarz: şekil, biçim
tebaiyet: tabi olma, uymatevfik-i hareket: uygun hareket
umum: bütünzerre: atom, en küçük madde parçası
zerrât: atomlar, en küçük madde parçalarıâsâb-ı muharrike ve hassâse: hareket ettirici, hissedici sinirler
âzâ: organlarşerâyin: atardamarlar
şuurkârâne: şuurlu ve bilinçli bir şekilde (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuzuncu Söz - Sayfa 752

san’atı bilir ve icad eder—bu ise binler defa muhaldir—veya bir Sâni-i Hakîmin kanun-u kader ve kalem-i kudretinden çıkan harekete memur birer noktadır. Nasıl ki, meselâ Ayasofya kubbesindeki taşlar, eğer mimarının emrine ve san’atına tâbi olmazlarsa, herbir taşı, Mimar Sinan gibi dülgerlik san’atında bir mahareti ve sair taşlara hem mahkûm, hem hâkim olmak, yani, “Geliniz, düşmemek, sukut etmemek için baş başa vereceğiz” diye bir hüküm sahibi olması lâzımdır. Öyle de, binler defa Ayasofya kubbesinden daha san’atlı, daha hayretli ve hikmetli olan masnuattaki zerreler, Kâinat Ustasının emrine tâbi olmazlarsa, herbirine Sâni-i Kâinatın evsâfı kadar evsâf-ı kemâl verilmesi lâzım gelir.

Feyâ sübhanallah! Zındık maddiyyun gâvurlar, bir Vâcibü’l-Vücudu kabul etmediklerinden, zerrât adedince bâtıl âliheleri kabul etmeye, mezheplerine göre muztar kalıyorlar. İşte, şu cihette münkir kâfir ne kadar feylesof, âlim de olsa, nihayet derecede bir cehl-i azîm içindedir, bir echel-i mutlaktır.

ÜÇÜNCÜ NOKTAŞu Nokta, Birinci Noktanın âhirinde va’d olunan altıncı hikmet-i azîmeye bir işarettir. Şöyle ki:

Yirmi Sekizinci Sözün ikinci sualinin cevabındaki haşiyede denilmişti ki: Tahavvülât-ı zerrâtın ve zîhayat cisimlerde zerrât harekâtının binler hikmetlerinden bir hikmeti dahi zerreleri nurlandırmaktır ve âlem-i uhreviye binasına lâyık zerreler olmak için hayattar ve mânidar olmaktır. Güya cism-i hayvanî ve insa-nî, hattâ nebatî, terbiye dersini almak için gelenlere bir misafirhane, bir kışla, bir mektep hükmündedir ki, câmid zerreler ona girerler, nurlanırlar. Adeta bir talim ve talimata mazhar olurlar, letâfet peydâ ederler. Birer vazifeyi görmekle,


Mimar Sinan: (bk. bilgiler)Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yapan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ -k-m)
Sâni-i Kâinat: kâinatı ve herşeyi mükemmel bir sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; k-v-n)Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
bâtıl: yalan, sahtecehl-i azîm: büyük cehalet (bk. a-ẓ-m)
cihet: yöncism-i hayvanî ve insanî ve nebâtî: hayvan ve insan ve bitki cismi, bedeni
câmid: cansızdülgerlik: yapı ustalığı
echel-i mutlak: kara cahil (bk. ṭ-l-ḳ)evsâf: sıfatlar, özellikler (bk. v-ṣ-f)
evsâf-ı kemâl: mükemmel özellikler (bk. v-ṣ-f; k-m-l)feylesof: filozof, felsefeci
feyâ sübhanallah: ey her türlü eksiklikten sonsuz derecede yüce olan Allah mânâsında bir şeyin tuhaflığını bildirmek için şaşkınlık ifadesi olarak kullanılır (bk. s-b-ḥ)gâvur/kâfir: Allah’ı veya Onun bildirdiği kesin olan şeylerden herhangi birini inkâr eden kimse (bk. k-f-r)
güya: sankiharekât: hareketler
hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)hikmet-i azîme: büyük hikmet (bk. ḥ-k-m; a-ẓ-m)
hikmetli: faydalı, gayeli (bk. ḥ-k-m)hâkim: hükmeden (bk. ḥ-k-m)
hüküm: karar (bk. ḥ-k-m)icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d)
kalem-i kudret: kudret kalemi (bk. ḳ-d-r)kanun-u kader: kader kanunu (bk. ḳ-n-n; ḳ-d-r)
letâfet: lâtiflik, incelik (bk. l-ṭ-f)maddiyyun: materyalistler, herşeyi maddeye bağlayanlar
maharet: beceri, hünermahkûm: hüküm giyen, hükmedien (bk. ḥ-k-m)
masnuat: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)mazhar olmak: erişmek, nail olmak (bk. ẓ-h-r)
mektep: okul (bk. k-t-b)memur: görevli
mezhep: tutulan yol, usül (bk. ẕ-h-b)muhal: imkansız
muztar: mecbur, çaresizmânidar: anlamlı (bk. a-n-y)
münkir: inkârcı, inanmayan (bk. n-k-r)peydâ etmek: kazanmak
sair: diğersukut: düşme
tahavvülât-ı zerrât: atomların değişim, dönüşüm ve hareketleritalim: eğitim (bk. a-l-m)
talimat: eğitimler, emirler (bk. a-l-m)tâbi: uyma
va’d: söz verme (bk. v-a-d)zerre: atom
zerrât: atomlar, en küçük madde parçalarızîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zındık: dinsizâhir: son (bk. e-ḫ-r)
âlem-i uhreviye: âhiret âlemi (bk. a-l-m; e-ḫ-r)âlihe: ilâhlar, tanrılar (bk. e-l-h)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuzuncu Söz - Sayfa 753

âlem‑i bekàya ve bütün eczasıyla hayattar olan dâr-ı âhirete zerrât olmak için liyakat kesb ederler.

Sual: Zerrâtın harekâtında şu hikmetin bulunması neyle bilinir?

Elcevap: Evvelâ, bütün masnuatın bütün intizamatıyla ve hikmetleriyle sabit olan Sâniin hikmetiyle bilinir. Çünkü, en cüz’î bir şeye küllî hikmetleri takan bir hikmet, seyl-i kâinatın içinde en büyük faaliyet gösteren ve hikmetli nakışlara medar olan harekât-ı zerrâtı hikmetsiz bırakmaz. Hem en küçük mahlûkatı vazifelerinde ücretsiz, maaşsız, kemâlsiz bırakmayan bir hikmet, bir hâkimiyet, en kesretli ve esaslı memurlarını, hizmetkârlarını nursuz, ücretsiz bırakmaz.

Saniyen: Sâni-i Hakîm, anâsırı tahrik edip tavzif ederek, onlara bir ücret-i kemâl hükmünde madeniyat derecesine çıkarmasıyla ve madeniyâta mahsus tesbihatları onlara bildirmesiyle ve madeniyâtı tahrik ve tavzif edip nebâtât mertebe-i hayatiyesinin makamını vermesiyle ve nebâtâtı rızık ederek tahrik ve tavzif ile hayvânât mertebe-i letâfetini onlara ihsan etmesiyle ve hayvânâttaki zerrâtı tavzif edip rızık yoluyla hayat-ı insaniye derecesine çıkarmasıyla ve insanın vücudundaki zerrâtı süze süze tasfiye ve taltif ederek tâ dimağın ve kalbin en nazik ve lâtif yerinde makam vermesiyle bilinir ki, harekât-ı zerrât hikmetsiz değil; belki kendine lâyık bir nevi kemâlâta koşturuluyor.

Salisen:
Zîhayat cisimlerin zerrâtı içinde, çekirdek ve tohumdaki gibi, bir kısım zerreler öyle mânevî bir nura, bir letâfete, bir meziyete mazhar oluyorlar ki, sair zerrelere ve o koca ağaca bir ruh, bir sultan hükmüne geçer. İşte, azîm bir ağacın bütün zerrâtı içinde bir kısım zerrelerin şu mertebeye çıkmaları, o ağacın tabaka-i hayatında çok devirleri ve nazik vazifeleri görmesiyle olduğundan, gösteriyor ki, Sâni-i Hakîmin emriyle vazife-i fıtrat içinde zerrâtın envâ-ı harekâtına


Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
anâsır: unsurlar, elementlerazîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
cüz’î: küçük ve ferdî (bk. c-z-e)dimağ: beyin
dâr-ı âhiret: âhiret yurdu (bk. e-ḫ-r)ecza: parçalar (bk. c-z-e)
envâ-ı harekât: hareketlerin çeşitlerievvelâ: ilk olarak
harekât: hareketlerharekât-ı zerrât: atomların hareketleri
hayat-ı insaniye: insan hayatı (bk. ḥ-y-y)hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hizmetkâr: hizmetçihâkimiyet: egemenlik (bk. ḥ-k-m)
ihsan etmek: ikram etmek, bağışlamak (bk. ḥ-s-n)intizamat: düzenlilikler (bk. n-ẓ-m)
kemâlsiz: kusurlu, noksan (bk. k-m-l)kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
kesb etmek: kazanmakkesretli: çok (bk. k-s̱-r)
küllî: büyük ve kapsamlı (bk. k-l-l)letâfet: hoşluk, güzellik (bk. l-ṭ-f)
liyakat: layık olmalâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
madeniyât: madenlermahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsus: özelmakam: derece, yer
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)mazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)
medar: kaynak, dayanakmertebe: derece
mertebe-i hayatiye: hayat mertebesi (bk. ḥ-y-y)mertebe-i letâfet: güzellik ve hoşluk derecesi (bk. l-ṭ-f)
meziyet: üstün özelliknazik: ince, zarif
nebâtât: bitkilernevi: tür, çeşit
sair: diğersalisen: üçüncü olarak
saniyen: ikinci olarakseyl-i kâinat: kâinatın akışı, sürekli değişmesi (bk. k-v-n)
tabaka-i hayat: hayat tabakası (bk. ḥ-y-y)tahrik: harekete geçirme
taltif: iyilik ve lütufta bulunmak (bk. l-ṭ-f)tasfiye: arıtma, saflaştırma (bk. ṣ-f-y)
tavzif: vazifelendirme, görevlendirmetesbihat: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)
vazife-i fıtrat: yaratılış vazifesi (bk. f-ṭ-r)zerre: atom, en küçük madde parçası
zerrât: atomlar, en küçük madde parçalarızîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi (bk. a-l-m; b-ḳ-y)ücret-i kemâl: varlıkların değişip mükemmelleşerek bir tür ücret kazanması (bk. k-m-l)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuzuncu Söz - Sayfa 754

göre onlara tecellî eden esmânın hesabına ve şerefine olarak birer mânevî letâfet, birer mânevî nur, birer makam, birer mânevî ders almalarını gösteriyor.

Elhasıl: Madem Sâni-i Hakîm herşey için o şeye münasip bir nokta-i kemâl ve ona lâyık bir mertebe-i feyz-i vücut tayin edip ve o şeye, o nokta-i kemâle sa’y edip gitmek için bir istidat vererek ona sevk ediyor. Ve bütün nebâtât ve hayvânâtta şu kanun-u rububiyet câri olmakla beraber, cemâdatta dahi câridir ki, âdi toprağa, elmas derecesine ve cevahir-i âliye mertebesine bir terakkiyat veriyor. Ve şu hakikatte muazzam bir kanun-u rububiyetin ucu görünüyor.

Hem madem o Hâlık-ı Kerîm, tenasül kanun-u azîminde istihdam ettiği hayvânâta ücret olarak, birer maaş gibi, birer lezzet-i cüz’iye veriyor. Ve arı ve bülbül gibi, sair hidemât-ı Rabbâniyede istihdam olunan hayvanlara birer ücret-i kemâl verir; şevk ve lezzete medar birer makam veriyor. Ve şunda bir muazzam kanun-u keremin ucu görünüyor.

Hem madem herşeyin hakikati, Cenâb-ı Hakkın bir isminin tecellîsine bakar, ona bağlıdır, ona âyinedir. O şey ne kadar güzel bir vaziyet alsa, o ismin şerefinedir; o isim öyle ister. O şey bilse, bilmese, o güzel vaziyet, hakikat nazarında matluptur. Ve şu hakikatten, gayet muazzam bir kanun-u tahsin ve cemâlin ucu görünüyor.

Hem madem Fâtır-ı Kerîm, düstur-u kerem iktizasıyla, birşeye verdiği makamı ve kemâli, o şeyin müddeti ve ömrü bitmesiyle, o kemâli geriye almıyor. Belki, o zîkemâlin meyvelerini, neticelerini, mânevî hüviyetini ve mânâsını, ruhlu ise ruhunu ibkà ediyor. Meselâ, dünyada insanı mazhar ettiği kemâlâtın mânâlarını, meyvelerini ibkà ediyor. Hattâ, müteşekkir bir mü’minin yediği zâil meyvelerin şükrünü, hamdini, mücessem bir meyve-i Cennet suretinde tekrar ona veriyor. Ve şu hakikatte, muazzam bir kanun-u rahmetin ucu görünüyor.


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Fâtır-ı Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan ve herşeyi hârika, eşsiz sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; k-r-m)
Hâlık-ı Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi ve herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-r-m)Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
cemâdat: cansız varlıklarcevahir-i âliye: değerli taşlar
câri: geçerli, yürürlüktedüstur-u kerem: cömertlik ve ikram prensibi (bk. k-r-m)
elhasıl: özetle, sonuç olarakesmâ: isimler (bk. s-m-v)
hakikat: gerçek mahiyet, esas, içyüz (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat nazarı: gerçeği gören bakış (bk. ḥ-ḳ-ḳ; n-ẓ-r)
hamd: övgü, teşekkür (bk. ḥ-m-d)hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hidemât-ı Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’a yönelik hizmetler (bk. r-b-b)hüviyet: şahsiyet, kişilik
ibkà etmek: kalıcı ve devamlı hale getirmek (bk. b-ḳ-y)iktiza: gerektirme
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)istihdam: çalıştırma
kanun-u azîm: büyük kanun (bk. ḳ-n-n; a-ẓ-m)kanun-u kerem: cömertlik, bağış ve ikram kanunu (bk. ḳ-n-n; k-r-m)
kanun-u rahmet: rahmet kanunu (bk. ḳ-n-n; r-ḥ-m)kanun-u rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması kanunu (bk. ḳ-n-n; r-b-b)
kanun-u tahsin ve cemâl: güzellik kanunu (bk. ḳ-n-n; ḥ-s-n; c-m-l)kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)letâfet: güzellik, hoşluk (bk. l-ṭ-f)
lezzet-i cüz’iye: küçük ve az lezzet (bk. c-z-e)matlup: istenilen (bk. ṭ-l-b)
mazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)medar: dayanak, vesile
mertebe: derecemertebe-i feyz-i vücut: varlığın en bereketli ve verimli hâle geldiği derece (bk. f-y-ḍ; v-c-d)
meyve-i Cennet: Cennet meyvesimuazzam: çok büyük (bk. a-ẓ-m)
mücessem: cisimleşmiş, maddi yapısı olanmünasip: uygun (bk. n-s-b)
müteşekkir: şükreden (bk. ş-k-r)mü’min: imanlı, Allah’a inanan (bk. e-m-n)
nebâtât: bitkilernokta-i kemâl: mükemmellik noktası (bk. k-m-l)
sair: diğersa’y: çalışma
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tayin etmek: belirlemek
tecellî: yansıma (bk. c-l-y)tenasül: üreme
terakkiyat: ilerlemeler, yükselmelerzâil: geçici, yok olucu
zîkemâl: kemâl sahibi, mükemmel (bk. ẕî; k-m-l)âdi: basit, sıradan
ücret-i kemâl: varlıkların değişip mükemmelleşerek bir tür ücret kazanması (bk. k-m-l)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuzuncu Söz - Sayfa 755

Hem madem Hallâk-ı Bîmisal israf etmiyor, abes işleri yapmıyor. Hattâ güz mevsiminde vazifesi bitmiş, vefat etmiş mahlûkların enkaz-ı maddiyesini bahar masnuatında istimal ediyor, onların binalarında derc ediyor. Elbette,

blank.gif
1
يَوْمَ تُبَدَّلُ اْلاَرْضُ غَيْرَ اْلاَرْضِ sırrıyla,وَاِنَّ الدَّارَ اْلاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ
blank.gif
2
işaretiyle, şu dünyada câmid, şuursuz, ve mühim vazifeler gören zerrât-ı arziyenin, elbette taşı, ağacı, herşeyi zîhayat ve zîşuur olan âhiretin bazı binalarında derc ve istimali mukteza-yı hikmettir. Çünkü, harap olmuş dünyanın zerrâtını dünyada bırakmak veya ademe atmak israftır. Ve şu hakikatten, pek muazzam bir kanun-u hikmetin ucu görünüyor.

Hem madem şu dünyanın pek çok âsârı ve mâneviyâtı ve meyveleri ve cin ve ins gibi mükellefînin mensucat-ı amelleri, sahâif-i ef’alleri, ruhları, cesetleri âhiret pazarına gönderiliyor. Elbette o semerâta ve mânâlara hizmet eden ve arkadaşlık eden zerrât-ı arziye dahi, vazife noktasında kendine göre tekemmül ettikten sonra, yani nur-u hayata çok defa hizmet ve mazhar olduktan sonra ve hayatî tesbihata medar olduktan sonra, şu harap olacak dünyanın enkazı içinde, şu zerrâtı dahi öteki âlemin binasında derc etmek, mukteza-yı adl ve hikmettir. Ve şu hakikatten, pek muazzam bir kanun-u adlin ucu görünüyor.

Hem madem ruh cisme hâkim olduğu gibi, câmid maddelerde dahi, kaderin yazdığı evâmir-i tekvîniye o maddelere hâkimdir. O maddeler, kaderin mânevî yazısına göre mevki ve nizam alabilirler. Meselâ, yumurtaların envâında ve nutfelerin aksamında ve çekirdeklerin esnafında ve tohumların ecnâsında kaderin ayrı ayrı yazdığı evâmir-i tekvîniye cihetiyle ayrı ayrı makam ve nur sahibi oluyorlar. Ve o madde itibarıyla mahiyetleriHAŞİYE-1 bir hükmünde olan o maddeler,

[NOT]Dipnot-1
“O gün yeryüzü başka bir şekle girer.” İbrahîm Sûresi, 14:48.
Dipnot-2
“Asıl hayata mazhar olan ise âhiret yurdudur.” Ankebut Sûresi, 29:64.

Haşiye-1
Evet, bütün onlar dört unsurdan mürekkeptir. Müvellidülmâ, müvellidülhumuza, azot, karbon gibi maddelerden teşkil olunuyorlar. Maddece bir sayılabilirler. Farkları yalnız kaderin mânevî yazısındadır.[/NOT]



Hallâk-ı Bîmisal: eşi ve benzeri olmayan yaratıcı, Allah (bk. ḫ-l-ḳ; m-s̱-l)abes: anlamsız, gayesiz
adem: yoklukaksam: kısımlar
bina: yapıcihet: yön
câmid: cansızderc: yerleştirme
ecnâs: cinsler, türlerenkaz-ı maddiye: maddi yıkıntılar
envâ: çeşitler, türleresnaf: sınıflar
evâmir-i tekvîniye: yaratılışa ait emirler (bk. k-v-n)güz: sonbahar
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hayatî: hayatla ilgili (bk. ḥ-y-y)
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothâkim: hükmeden (bk. ḥ-k-m)
ins: insanlaristimal: kullanma
istimal etmek: kullanmakitibarıyla: özelliğiyle (bk. a-b-r)
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)kanun-u adl: adalet kanunu (bk. ḳ-n-n; a-d-l)
kanun-u hikmet: hikmet kanunu (bk. ḥ-k-m; ḳ-n-n)mahiyet: özellik, nitelik, esas
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)medar: vesile, dayanak
mensucat-ı amel: iş ve davranışların dokumalarımevki: yer, konum
muazzam: çok büyük (bk. a-ẓ-m)mukteza-yı adl ve hikmet: hikmet ve adaletin gereği (bk. a-d-l; ḥ-k-m)
mukteza-yı hikmet: Allah’ın hikmetinin gereği (bk. ḥ-k-m)mâneviyât: mânevî âleme ait olan şeyler (bk. a-n-y)
mühim: önemlimükellefîn: yükümlüler, vazifeliler
mürekkep: oluşmuş; bileşikmüvellidülhumuza: oksijen
müvellidülmâ: hidrojennizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
nur-u hayat: hayat nuru (bk. n-v-r; ḥ-y-y)nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni
sahâif-i ef’âl: fiilerin ve işlerin sahifeleri (bk. f-a-l)semerât: meyveler
tekemmül: olgunlaşma, mükemmelleşme (bk. k-m-l)tesbihat: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)
teşkil olunmak: oluşturulmakzerrât: atomlar, en küçük madde parçaları
zerrât-ı arziye: yerin, maddenin yapı taşlarızîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r)
âlem: dünya (bk. a-l-m)âsâr: eserler
şuursuz: bilinçsiz (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuzuncu Söz - Sayfa 756

hadsiz muhtelif mevcudata menşe oluyorlar, ayrı ayrı makam ve nur sahibi oluyorlar. Elbette, hidemât-ı hayatiye ve hayattaki tesbihat-ı Rabbâniyede defaatle bir zerre bulunmuşsa ve hizmet etmişse, o zerrenin mânevî alnında o mânâların hikmetlerini, hiçbir şeyi kaybetmeyen kader kalemiyle kaydetmesi, mukteza-yı ihata-i ilmîdir. Ve şunda pek muazzam bir kanun-u ilm-i muhitin ucu görünüyor.

Öyle ise, zerrelerHAŞİYE-1 başıboş değiller.

Netice-i kelâm: Geçmiş yedi kanun, yani kanun-u rububiyet, kanun-u kerem, kanun-u cemâl, kanun-u rahmet, kanun-u hikmet, kanun-u adl, kanun-u ihata-i ilmî gibi pek çok muazzam kanunların görünen uçları arkalarında birer İsm-i Âzam ve o İsm-i Âzamın tecellî-i âzamını gösteriyorlar. Ve o tecellîden anlaşılıyor ki, sair mevcudat gibi, şu dünyadaki tahavvülât-ı zerrât dahi, gayet âli hikmetler için kaderin çizdiği hudut üzerine kudretin verdiği evâmir-i tekvîniyeye göre hassas bir mizan-ı ilmî ile cevelân ediyorlar. Adeta başka, yüksek bir âlemeHAŞİYE-2 gitmeye hazırlanıyorlar. Öyle ise, zîhayat cisimler, o seyyah zerrelere


[NOT]Haşiye-1
Şu cevap, yedi “madem” kelimelerine bakar.
Haşiye-2
Çünkü, bilmüşahede, gayet cevâdâne bir faaliyetle şu âlem-i kesif ve süflîde pek kesretle nur-u hayatı serpmek ve iş’âl etmek, hattâ en hasis maddelerde ve taaffün etmiş cisimlerde kesretle taze bir nur-u hayatı ışıklandırmak, o kesif ve hasis maddeleri nur-u hayatla letâfetlendirmek, cilâlandırmak, sarahate yakın işaret ediyor ki, gayet lâtif, ulvî, nazif, hayattar diğer bir âlemin hesabına şu kesif, câmid âlemi, zerrâtın hareketiyle, hayatın nuruyla cilâlandırıyor, eritiyor, güzelleştiriyor, güya lâtif bir âleme gitmek için ziynetlendiriyor. İşte, beşer haşrini aklına sığıştıramayan dar akıllı adamlar, Kur’ân’ın nuruyla rasat etseler görecekler ki, bütün zerrâtı bir ordu gibi haşredecek kadar muhit bir kanun-u kayyûmiyet görünüyor, bilmüşahede tasarruf ediyor.[/NOT]



beşer: insanbilmüşahede: gözle görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
cevelân: dolaşma, gezmecevâdâne: cömertçe (bk. c-v-d)
câmid: cansızdefaat: defalarca
evâmir-i tekvîniye: yaratılışla ilgili emirler (bk. k-v-n)hadsiz: sınırsız
hasis: âdi, değersizhayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothaşr: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hidemât-ı hayatiye: hayata ait hizmetler, görevler (bk. ḥ-y-y)hikmet: sır, incelik; fayda, gaye (bk. ḥ-k-m)
hudud: sınıriş’al etmek: nurlandırmak, ışıklandırmak
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)kanun-u adl: adalet kanunu (bk. ḳ-n-n; a-d-l)
kanun-u cemâl: güzellik kanunu (bk. ḳ-n-n; c-m-l)kanun-u hikmet: hikmet kanunu (bk. ḳ-n-n; ḥ-k-m)
kanun-u ihata-i ilmî: Allah’ın ilminin herşeyi kuşatmasının kanunu (bk. ḳ-n-n; a-l-m)kanun-u ilm-i muhit: Allah’ın herşeyi kuşatan ilminin kanunu (bk. ḳ-n-n; a-l-m)
kanun-u kayyûmiyet: Allah’ın yarattıklarının varlıklarını ayakta tutup devam ettirme kanunu (bk. ḳ-n-n; ḳ-v-m)kanun-u kerem: cömertlik, ikram ve bağış kanunu (bk. ḳ-n-n; k-r-m)
kanun-u rahmet: rahmet kanunu (bk. ḳ-n-n; r-ḥ-m)kanun-u rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini terbiye ve idare ediciliğinin kanunu (bk. ḳ-n-n; r-b-b)
kesif: yoğun, katıkesretle: çoklukla (bk. k-s̱-r)
kudret: İlâhî güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)letâfetlendirmek: güzelleştirmek (bk. l-ṭ-f)
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)menşe: kaynak
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mizan-ı ilmî: ilmî ölçü (bk. v-z-n; a-l-m)
muazzam: çok büyük (bk. a-ẓ-m)muhit: kuşatıcı, kapsamlı
muhtelif: çeşitlimukteza-yı ihata-i ilmî: Allah’ın ilminin herşeyi kuşatmasının gereği (bk. a-l-m)
nazif: temiz, paknetice-i kelâm: sözün özü (bk. k-l-m)
nur-u hayat: hayat nuru (bk. n-v-r; ḥ-y-y)rasat: gözetleme
sair: diğer, başkasarahat: açıklık
seyyah: hareketli, gezicisüflî: aşağılık, alçak
taaffün etmek: bozulmak, çürümektahavvülât-ı zerrât: atomların değişim, dönüşüm ve hareketleri
tasarruf: herşeyi dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)tecellî: yansıma (bk. c-l-y)
tecellî-i âzam: en büyük yansıma (bk. c-l-y; a-ẓ-m)tesbihat-ı Rabbâniye: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ; r-b-b)
ulvî: yücezerre: atom, en küçük madde parçası
zerrât: atomlar, en küçük madde parçalarıziynetlendirmek: süslendirmek (bk. z-y-n)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i kesif: yoğun madde âlemi, dünya (bk. a-l-m)âli: yüce
İsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Otuzuncu Söz - Sayfa 757

güya birer mektep, birer kışla, birer misafirhane-i terbiye hükmündedir. Ve öyle olduğuna, bir hads-i sâdıkla hükmedilebilir.Elhasıl: Birinci Sözde denildiği ve ispat edildiği gibi, herşey Bismillâh der. İşte, bütün mevcudat gibi, herbir zerre ve zerrâtın herbir taifesi ve mahsus herbir cemaati, lisan-ı hâl ile Bismillâh der, hareket eder.
blank.gif
1


Evet, geçmiş Üç Nokta sırrıyla, herbir zerre, mebde-i hareketinde, lisan-ı hâl ile “Bismillâhirrahmânirrahîm” der. Yani, “Ben Allah’ın namıyla, hesabıyla, ismiyle, izniyle, kuvvetiyle hareket ediyorum.”

Sonra, netice-i hareketinde, herbir masnu gibi, herbir zerre, herbir taifesi, lisan-ı hâl ile
blank.gif
2
اَلْحَمْدُِللهِرَبِّالْعَالَمِينَder ki, bir kaside-i medhiye hükmünde olan san’atlı bir mahlûkun nakşında, kudretin küçük bir kalem ucu hükmünde kendini gösterir. Belki herbiri, mânevî, Rabbânî, muazzam, hadsiz başlı bir fonoğrafın birer plâğı hükmünde olan masnuların üstünde dönen ve tahmidât-ı Rabbâniye kasideleriyle o masnuatı konuşturan ve tesbihat-ı İlâhiye neşidelerini okutturan birer iğne başı suretinde kendini gösteriyorlar.


دَعْوٰيهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ وَتَـحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
blank.gif
3
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَناَۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
4
رَبَنَّا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ
blank.gif
5
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلاَةً تَكُونُ لَكَ رِضَاۤءً وَلِحَقِّهِ اَدَاءً وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ وَاِخْوَانِهِ وَسَلِّمْ وَسَلِّمْنَا وَسَلِّمْ دِينَنَا، اٰمِينَ يَا رَبَّ الْعَالَمِينَ
blank.gif
6




[NOT]Dipnot-1
bk. İsrâ Sûresi, 17:44.
Dipnot-2
“Her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” Fâtiha Sûresi, 1:2.
Dipnot-3
“Onların Cennetteki duaları şöyledir: ‘Allahım, Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz.’ Aralarındaki dilekleri de hep selâmdır, iyiliktir. Duaları ise şu sözlerle sona erer: ‘Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” Yûnus Sûresi, 10:10.
Dipnot-4
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.” Bakara Sûresi, 2:32.
Dipnot-5
“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi sapıklığa meylettirme. Yüce katından bize bir rahmet bağışla. Muhakkak ki veren Sensin, dua edip istediklerimizi bize bağışlayan Sensin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:8.
Dipnot-6
Allahım! Efendimiz Muhammed’e, âline, ashabına ve ihvânına, Senin razı olacağın şekilde ve onun hakkını eda edecek bir surette salât ve selâm et, bize ve dinimize selâmet ver. Âmin, ey Rabbü’l-Âlemîn.[/NOT]



Bismillâh: Allah’ın adıyla (bk. s-m-v)Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (bk. s-m-v; r-ḥ-m)
Rabbânî: Allah’a ait (bk. r-b-b)cemaat: topluluk (bk. c-m-a)
elhasıl: özetle, sonuç olarakfonoğraf: Gromofonun ilk şekli, ses cihazı
hads-i sâdık: tam ve şüphesiz idrak etme ve bilme (bk. ḥ-d-s̱; s-d-ḳ)kaside: övgü şiiri
kaside-i medhiye: metheden, öven kasidekudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lisan-ı hâl: hal ve beden dilimahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
masnu: sanat eseri varlık (bk. ṣ-n-a)masnuat: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mebde-i hareket: hareketin başlangıcımektep: okul (bk. k-t-b)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)misafirhane-i terbiye: terbiye etmek için kurulan misafirhane (bk. r-b-b)
muazzam: çok büyük (bk. a-ẓ-m)netice-i hareket: hareketin sonucu
neşide: şiirsuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tahmidât-ı Rabbâniye: Allah’a yapılan şükür ve övgüler (bk. ḥ-m-d; r-b-b)taife: topluluk
tesbihat-ı İlâhiye: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ; e-l-h)zerre: atom, en küçük madde parçası
zerrât: zerreler, atomlar

<tbody>
</tbody>


 
Üst