Osman nuri topbaş hoca efendiden sohbetler..

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(6)

Hep böyle, âyetler birbirini te'yid ederek geliyor. Cenâb-ı Hak, bizimle beraber, biz ne kadar beraberiz? O ayrı!... İşte bu hâl, imânî kalitemizi gösterir. İmânî kalitemiz nerden belli? Davranışlarımızdan belli.
Yine Lokman süresinin 15. ayetinde Lokman (a.s.) oğluna:
"Ya hayır ya da şer; bir işi, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, çok küçükte olsa yaptığınız iyilik ya da kötülük ve bu bir kayanın içinde de olsa, semada olsa, nasıl olursa olsun. Allah onu senin önüne getirecektir" buyuruyor.
"Farkında olmadığımız iyilik ya da kötülük..." diyor Lokman (a.s.), çocuğuna olan tavsiyesinde, "kayanın dibinde de olsa, semada da olsa, yerin dibinde de olsa, Allah onu senin karşına getirir" buyuruyor.
Demek ki, içimizden geçen hislere kadar devamlı kameraya alınıyoruz. Yine Cenâb-ı Hakk'ın iki meleği, insanın sağında ve ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadır. O iki melek yazmasa da, Cenâb-ı Hak bilmiyor mu? Biliyor ama, bu iki meleğin yazması da aynı zamanda bizler için bir sened olacak.
"Kitabını oku!" denilecek.
Meleklerin bunu yazması, Allah'ın aczinden değil, meleklere gücü yeten yine Cenâb-ı Hak'tır.
"İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu yazmaya hazır onu gözetleyen iki melek bulunmasın."
Demek ki, hiç yalnız değiliz. İki tarafta iki melek var. İçimizde nefis var. Peşimizde şeytan var. Bir tenhaya çekilmemiz mümkün değil!..
Bu, ihsan duygusu oluyor işte. Ondan sonra ölüm!.. Nereye gideceğimiz de bir muamma, nereye gidileceği bilinmiyor. Azrail ile nerede karşılaşacağız, o da bilinmiyor. O anda bütün dünya perdeleri kapanacak, oradaki perdeler açılacak!..
İnsanın nefsinin mayasında fâniliğe isyan vardır. Fâniliği istememek!.. Ölüm bize ne kadar uzak geliyor. Hatta ana-babalarımız, bir ölüm haberi alındığında hemen:
"-Kaç yaşındaydı?" diye sorarlar. Devamında da:
"-Ne hastalığı vardı?" derler.
Ölümle hastalığın alâkası yoktur. Ölüm ecelledir. Bütün vücut dumûra uğrar, hayat yine devam eder. Âyet-i kerimede büyük ikaz:
"Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de, işte ey insan bu senin öteden beri kaçtığın şeydir, denilir. " (Kâf, 19)
Çok veciz bir âyet-i kerime... Nereye kaçacaksın, kimin mülkünde yaşıyorsun? Kimin iradesinin dışındasın? Küllî irâdeyi biliyor musun? Küllî irâdeden haberin var mı? Kabirden kaçacak yer var mı?
"Yekulül insanü yevme izin eynel mefar"
"İnsan sorar, bir şaşkınlık içinde, kaçacak bir yer var mı?!"
O halde hayat sınırlı; ölüm vakti meçhul!... Onun için fânîliği unutmamak.
Mevlânâ diyor ki:
"Dünya hayatı rüyada define bulmak gibidir. Ancak sabah kalkarsın bakarsın. Ne define var, ne başka bir şey!.."
İşte hayat da böyle bir define bulmaktır. Birtakım ihtirasların peşinde koşmak, ölümle uyanmak!...
Cenâb-ı Hak, bizim bu uykudan uyanmamızı istiyor.
"Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de, işte ey insan bu senin öteden beri kaçtığın şeydir denilir. "
"Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz!.." buyruluyor.
Ekseriyetle böyledir. Bunun dışında durumlar da var. Bir karış cennete yaklaşmışken cehenneme; bir karış cehenneme yaklaşmışken cennete girenler de var. Sabah-kâfir, akşam mü'min!...
Genel olarak "Nasıl yaşarsanız..."
Demek "ilim" hayatı zarûrî, "takva" hayatı zarûrî, "emr-i bil maruf" zarûrî.
"Nasıl ölürseniz o şekilde haşr olursunuz."
Bütün hayat, bu son nefeste... Biz hayatımızı göreceğiz.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(7)

Yasin'in 2. sayfasının sonunda, Habibü Neccar o büyük mükâfatı gördü. Kendini taşlayan kavmine acıdı.

"-Ah!.." dedi. "Keşke dedi kavmim bunu bilseydi. Allah'ın bana olan bu ikramını bilseydi" dedi.
Onun için dünya bir çalışma yeri, bir imtihan yeri. Mevlânâ'nın güzel bir teşbihi var:
"-Bak diyor, misafirhâneyi bilirsin. Misafirhânenin şartlarını bilirsin. Misafirhaneye gelen bir kimse, orada daimî kalamayacağını bilir. 2-3-5 gün kalağım, devam edeceğim der. İşte senin içindeki dünya da bir misafirhanedir. Oraya her gün bazı sevinçler gelir. Bazen de gamlar, elemler gelir!.. Hepsi onların gelip geçicidir. Bu gamlara aldanma!.. Onun için kendini ne boş yere üzüntüye kaptır, ne de sevinçlere!.. Hepsi gelip geçicidir."
Hayatında sevinçli günler oldu, geldi geçti. Birçok üzüntülü günler oldu, geldi geçti. Demek ki, bütün iş, bir imtihan dünyasında olduğunun farkına varmak ve Cenâb-ı Hakk'a olan yakınlığımızı artırabilmek!... Ölümün güzel hâle gelmesi... Ölümü güzelleştirebilme...
Bak Cenâb-ı Hak:
"Bu senin öteden beri kaçtığın şeydir!" buyuruyor.
Bir insana kanser gelse, Allah korusun, deseler:
"-Gözünü ver, kulağını ver, kanser hastalığın geçecek!.."
Herkes hemen razı olur. Serveti olsa, hazineleri olsa hepsini verir:
"-Aman, borçlanayım ama hastalığım geçsin!" der.
İnsan, hep ölümden endişe içinde... Ölüm kimi için ise bir saadet oluyor. Düşündüğümüz zaman hayat öyle bir şey ki, bütün peygamberler şimdi öbür tarafta. Peygamber Efendimiz de orada!... Nasıl istiyoruz âhiret hayatını?!. Kimin yanında olmak istiyoruz? Soruyor Cenâb-ı Hak:
"Size düşünecek kadar bir zaman vermedik mi?"
"Bir resul, bir peygamber, bir uyarıcı gelmedi mi?" buyuruyor.
Onlar da devam eden âyette:
"Sura üflenir, işte bu geleceği vaat edilen gündür."
Allah'ın vaat ettiği gündür kıyâmet!.. Kur'ân-ı Kerim'de okuyoruz. Kur'ân'ın, şiddetini muhtelif âyetlerle anlattığı büyük hâdise!.. Cenâb-ı Hak, muhtelif âyetlerle defalarca ikaz ediyor. Nasıl büyük bir inkılab!..
Pakistan'da bir deprem oldu. Bir anda 50 bin kişi vefat etti. Hepsinin bir hayali vardı. Kimi ertesi gün tarlaya gidecekti, kimi tarlayı biçecekti, kimi aldığı malzemeyi satacaktı. Kimi hastaydı, tedâvî olacaktı, doktora gidecekti. Kimi doktordu, hastaları tedâvî edecekti ertesi gün. Kimi bir yuva kuracaktı. Hepsinin bir ideali vardı, ertesi güne. Bu iki dakika içinde 50 bin kişinin kaderi birdenbire değişiverdi. Kaçılan ölüm, bir anda karşılarına çıkıverdi.
Onun için uyanık bir dünya hayatı geçirmelidir. Büyüklerin güzel bir tabirleri vardır:
"-İstasyonda uyunmaz!.." diyorlar.
İstasyonda uyumak büyük bir gaflettir. Treni kaçırırsın, uçağı kaçırırsın, otobüsü kaçırırsın, pişmanlık da para etmez kaçtıktan sonra!..
Bu vaat edilen gündür. Kıyameti okuyoruz... Nasıldı âyet-i kerime:
"Vahşi hayvanlar bile toplanacak. İnsandan kaçan hayvanlar insandan kaçmayacak!.."
Öyle dehşetli manzaralar.
Haşr sûresinin o başındaki âyetlere, Abese sûresinin o sonundaki âyet:
"İnsanın en yakınından kaçması..."
Burada en yakın insanlar birbirine sarılır, orada ne dehşetli manzara ki, en yakın olanlar birbirinden kaçacak.
"Dağlar yürütülecek."
Bir depremde her tarafta ne kadar endişe var.
"-Aman bize de gelir mi deprem?!"
Gerçek deprem, en büyük deprem: Ölüm depremi, mezar depremi!..
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(8)

Mezarda kimlerle komşu olacağız? Arkadan kıyamet depremi, sura üfürülür:

"İşte bu geleceği vaat edilen gündür."
Yine Rabbimiz devamla âyette:
"And olsun ki, sen bundan gafletteydin!.."
Bu kıyamette göreceğin hâdiselerden gafletteydin!. O manzaralardan, neleri görecek orada, melekleri görecek, insan cinsini görecek, şeytanı göreceğiz, nefsi göreceğiz. Bir sürü dünyada görmediğimiz manzaralarla karşılaşacağız orada, ilâhî mahkemeyi göreceğiz.
"Andolsun ki sen bundan gafletteydin."
Derhal biz senin perdeni kaldırdık. Artık gözün keskindir. O gün her şeyi göreceksin. Ama dünyada kalben o işleri görebilmişsen, kalben onu görmüşsen orada göreceksin. Ondan sonra Cenâb-ı Hak, ayette tasvir ediyor:
"Dünyada birbirini fesada götürenler, birbiriyle münakaşaya başlayacaklar."
Cenâb-ı Hak, onlara buyuracak:
"Huzurumda çekişmeyin!.."
Yok kabahat sendendi, yok bendendi; sen beni böyle yaptın!.. Bunun anlamı yok!..
"Ben size bir peygamber göndermiştim!.." diyecek, Cenâb-ı Hak!.. "Benim huzurumda söz değiştirilmez. Dünyada ne yaptınızsa karşılığında o!.. Ben kullarıma asla zulmedici değilim" buyuracak.
Müthiş bir âyet:
"O gün cehenneme doldun mu deriz, cehennem de daha var mı? der."
Hep bunlar, nedir kızım? Cenâb-ı Hak, yarattığı kulu seviyor. Yarattığının cehenneme girmesini istemiyor. Fakat kul:
"-Ben illa ki, cehenneme gideceğim!" derse, o zaman yapacak bir şey yok. Ondan sonra âyet takva sahiplerine geliyor.
"Ve üzlifetil cennet"
"Cennet yaklaştırılır!.." buyruluyor. Kime:
"Lilmuttekîne..."
"Müttekilere, takva sahiplerine cennet yaklaştırılır." Cennet yaklaştırılacak, onlar cennete uzak kalmayacaklar. Cennete dâhil olacaklar.
Cenâb-ı Hak, burada:

"İşte size vaat edilen cennet!.." buyuruyor.
İşte size, dünya hayatında Kur'ân'la, peygamberlerle, kitaplarla, suhuflarla işte size vaat edilen cennet!..
Onlar kimdir?
Bu cennet kimlere aittir?
"Allah'ı bilene, emirlerine riâyet eden, görmediği hâlde Rahman'dan korkan ve Allah'a yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere mahsustur."
Kalbi ilimle dolu ve Allah'a yönlendirilmiş bir kalbe sahip olanlar!...
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(9)


Demek şu kalbin pusulası, rotası daima Rabbe dönük olacak.

"Oraya selametle girin."
"zalike yevmil huruc"
İşte o gün, ebedi hayatın başladığı o gün, ebedî gün olacak. Ebediyet günü olacak. Bir sonsuzluk gününe dönecek o gün. Geriye dönüş yok bir daha. Yine Cenâb-ı Hak, devamında:
"Orada kendi için diledikleri her şey vardır." buyuruyor.
Ne diliyorsan, orada her şey önünde hazır!...
"Dahası da var."
Müfessirler, burada iki türlü mânâ veriyor. Birincisi, insan bu dünyada ne kadar tahayyül etse bile "ruyetullah"ı düşünemez. Allah'ı görebilmenin tadını tatması mümkün değildir. Onun için biliyorsunuz Cenâb-ı Hak, Musa (a.s)'la mukâleme yapacaktı. Konuşacaktı. Onun için Musa (a.s.)'a 30 gün oruç tutturuldu. Ardından 10 gün de ilâve etti. Musa (a.s.) toplam, 40 gün aç bırakıldı. Savm-i visal tutturuldu. Yani iftarsız oruç tutturuldu. İyice nefsânî güçler bitime geldi. Ruhânî güç yükseldi. Ondan sonra Cenâb-ı Hakk ile mukâlemede bulundu. Konuştu ama, bizim gibi sesle değil. Keyfiyeti meçhûl bize!... Bu konuşmanın lezzetinden Musa (as.) kendinden geçti. Dünyada mı, âhirette mi, berzahta mı, nerde olduğunu unuttu. Kendini kaybetti. O hâlde:
"-Ya Rabbi!.." dedi. "İlla Göreceğim!"
Cenâb-ı Hak:
"-Lenterânî" buyurdu.
O ısrardan sonra Cenâb-ı Hak, ona bilmem kaç bin hicap, 70 bin hicap, arasından keyfiyetini bilemediğimiz bir şekilde tecellî etti. Bir nur, bir sızıntı hâlinde bir dağa tecellî etti. O dağ infilâk etti. Musa (a.s.) da düştü bayıldı, tahammül edemedi. O dağın infilak ettiği yerde birdenbire o nurdan pınarlar ve gülistan meydana geldi.
Öyle bir hâle geldi ki, Musa (a.s.)'ı gören insan düşüp bayılıyordu. Musa (a.s.), üç gün üzerine örtü alarak o şekilde dolaştı. Bu dağdaki tecelli, bir zerrenin zerrenin zerresi!..
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(10)

Müfesirler işte "katımızda dahası da vardır" ayet-i kerimesini, şöyle tefsir etmişlerdir:
İşte o gün, cenneti hak eden sâlih kullar, Cenâb-ı Hakk'ın ruyetine, yani Cemalullah'ın görülmesine nâil olacaklar. Herkes, ulaştığı makama göre, buna mazhar olacak!.. Kimi bir sefer, kimi birkaç sefer, kimi daimî olarak, dünyadaki o fedâkârlığına göre.
Diğer bir rivayette de hatıra-hayale gelmeyecek bütün nimetleri orada Cenâb-ı Hak kullarına ihsan edecek.
Velhasıl Cenâb-ı Hak bize iki taraflı olarak bildiriyor:
Bu dünya hayatını nasıl geçireceğiz?
Nasıl Cenâb-ı Hakk'ın verdiği nimetlerin farkında olacağız?
Nasıl Cenâb-ı Hakk'a şükredeceğiz?
İlâhî bir akışa baktığımız zaman, biz bu dünyadan haberimiz var mıydı dünyaya gelmeden önce? Dünyaya gelişimizi biz mi tayin ettik?!.. Ömrümüzün sınırlarını biz mi tâyin ettik? Nasıl meçhullerin içinden geliyoruz ve yine bir meçhule doğru akıyoruz
Bütün iş bu kısa vakit boyunca uyanık olabilme!...
Kısaca hulasa edersek, kalbimizin Cenâb-ı Hak ile beraber olması!... Kalbimiz Cenâb-ı Hak ile beraberse, Peygamber Efendimiz ile beraberdir. Peygamber efendimizle olan beraberliği ciddiye almamız lâzım. Peygamber efendimizle ne kadar berabersek Allah'la o kadar beraberiz. Allah'la ne kadar berabersek, Peygamber efendimizle o kadar beraberiz. Çünkü ayet-i kerimede Cenâb-ı Hak:
"Beni seviyorsanız O'na uyun!" buyuruyor.
Kelime-i tevhid, Allah'a inancın ve Peygamber Efendimizi tasdikin, kalben tasdîkin birleşmesiyle meydana gelir. İdrak bizim idrakimizin ötesinde. Onun için Peygamber Efendimize çok saygı ve edebe dâvet ediyor.
"Aranızda konuştuğunuz gibi O'nunla konuşmayın, farkında olmadan amelleriniz boşa çıkıverir." buyuruyor.
Sünnet-i seniyyeye ne kadar ittiba edeceğiz?!..
Bu, bir takva imtihanıdır. Allah'a yaklaşmanın imtihanıdır.
"Gelişigüzel konuşanlar, onlar cahillerdir." buyuruyor.
Onun için Peygamber Efendimizi ne kadar tanıyoruz?! Ne kadar sünnet-i seniyyeyi yaşamanın, bilhassa ahlak, beşerî münâsebetler, cömertlik, ahlak, Kur'ân'la istikâmetlenme... Bunu ne kadar düşünüyoruz?! İnşallah "emri bil maruf ve nehyi anil münker" içinde oluruz.
Bak Peygamber Efendimiz, iki yetime zaman ayırıyor. İki yetime namaz kıldırıyor. İki yetimin derdinde... Allah Rasûlü ümmet var, müşrikler var, münafıklar var, Yahudiler var, var, var, var... Onların arasında o iki yetimi de ihmal etmiyor. O iki yetimin gönlünü almaya çalışıyor. Gönlünü alıyor, terbiye ediyor onları...
"-Hiçbir peygamber benim gördüğüm kadar eza ve meşakkat görmedi." diyor. Efendimiz!..
Bu eza ve cefayı ümmet için gördü Efendimiz!... Çünkü ümmete çok merhametli... Onun için sevginin kantarı nedir, ölçüsü nedir. Sevginin kantarı, fedâkârlıktır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(11)

Bu dünyada ne kadar fedâkârâne şekilde yaşayacağız?!

Mesela kendimizi, malımızı, canımızı işte ayet-i kerimede Tevbe suresinde:
"Canlarıyla mallarıyla cenneti satın aldılar." buyuruyor. Ne diyor Cenâb-ı Hak:
"Üç kitapta da; Tevrat'ta da, İncil'de de, Kur'ân'da da bu Cenâb-ı Hakk'ın vâ'didir. Cenâb-ı Hak'tan daha çok va'dinde duran kimdir?!.." buyuruyor.
Cennet ucuz değil, bedava değil, hoş geldin, buyur gel, değil!... İstediğin gibi yaşa, canım dünya da cennet olsun, ahirette de cennette ol değil!..
Bir fedakârlık istiyor, takvâ hayatı istiyor. Arkada âyetler geliyor.

"Tevbe edenler..." buyruluyor.
Nedir tövbe? Tövbe pişmanlıktır, iç dünyanın yanmasıdır, işlenenlerden nefrettir, tiksintidir.
"İbadet edenler..." geliyor.
İbadeti belli bir seviyeye çıkartmasıdır.
"Hamd edenler..." geliyor, hamd hâlinde bulunmak, af, neden, niçin? Bunlara bir çarpı işareti atmak lazım.
"Rükû edenler, secde edenler!.." geliyor.
"Oruç tutanlar" geliyor. Orucun bir kalkan olması lazım!...
"Cehenneme kalkandır." buyruluyor.
Hangi oruç kalkandır? Oruçları iyi idrak etmek lazım!...
Hangi namaz Allah'a yaklaştırıyor. Bunu bilmek lazım.
Ondan sonra ne geliyor?
"Emr-i bil maruf ve nehy-i anil munker de bulunanlar..." geliyor.
Allah'ın verdiği nimeti, Allah'ın kullarına tevdî edenler, en büyük cömertlik bu!... Değer verdiğin şey dünyaya ait!.. Onu dünyada değerlendir.
"Emri bil maruf ve nehyi anil münker"de hem dünya, hem de âhiret için lâzım!.. Yanmayan soba ısıtmaz. Kaba, ham bir kalple "emri bil maruf" da olmaz. İlim lâzım, takvâ lâzım, öbürü ahmaklık olur!... Hatta bazen insanları yoldan çıkartmış bile olabilirsin!..
Allah'ın koyduğu sınırlar içerisinde yaşayabilme!... Cenâb-ı Hak:

"Ona müjdeler!.." buyuruyor. Yine:
"Müminler kurtuldu." buyuruyor.
Kimler kurtuldu?
Sırasıyla, namaz, ciddiyet, hareketlere dikkat etme, infak, zekât.... Malını Allah için verebilme, iffet hudutlarına dikkat etme, akitlerinde durma, sözlerinde durma, dua ve namazı muhafaza edebilme!...
"Ticareten len tebûr" buyruluyor.
Demek ki, kalbimizin Peygamber Efendimiz ile beraber olması, O'nu bilmesi....
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(12)

Din kardeşliği çok mühim. Bu basit gibi görünüyor. Bir kalbî zedelememe!... İncitmeme!.. Bilhassa muhtaca daha çok yaklaşabilme. Cömertlik zaten budur, sen de olan meziyetleri, Allah'ın ikramını, sen de olmayanları ikram etmendir. Budur, cömertlik. Onları paylaşabilmendir. Cömertlik budur.

Hayvanların hepsi bizim için yaratıldı. Onlar ahirette biriktirilecek. Hakkını yiyen insanlardan hakkını alacak ve sonra toprak oluverecek!...
İsraf... Nedir israf?! Her şeyin israfı olabilir. Allah sana ne kadar nimet verdi. Hepsinin israfı vardır; aklını israf etme, ibadetlerin içini boşaltma... En büyük israf, zamanın boşa geçmesi. Zaman sınırlı...
Velhasıl maksad, Rabbimizin rızâsına nâil olabilmek, meleklerin müjdelediği mümin olarak can verebilmek!..
Yine birkaç hadis-i şerif okuyalım, o şekilde bitirelim. Efendimiz cenneti anlatıyor. Yine Ramazan geldi. Ramazan büyük bir müjde!.. Mağfiret imkânlarıyla geldi. Affetme imkânlarıyla gelen "Ramazan'da cennet kapıları ardına kadar açılır, cehennem kapıları sonuna kadar kapanır. Ve şeytanlar dağlanır, tutuklanır."
"Ramazan'ı idrak edip de bağışlanmayan kimseye yazıkları olsun!.." buyuruyor Allah Rasûlu!..
"Ramazan'ı idrak edip, Ramazan'a girip, Ramazan'ı bilip bağışlanmadan çıkan kimseye yazıklar olsun!.." diyor Peygamber Efendimiz. Sonra şiddetlendiriyor ifadeyi Allah Resulu:
"Kişi Ramazanda bağışlanmazsa peki ya ne zaman bağışlanacak?!" diyor.
Ramazanda bağışlanmadıysa o zaman ne zaman bağışlanacak?! Bu kadar mağfiretin çoştuğu âdeta derya haline geldiği bir ayda bağışlanmayacak da ne zaman bağışlanacak?! Onun için Ramazan!ı zedelememelidir. Yine Peygamber Efendimiz:
"Kalpleri evirip çeviren Zât'a yeminler olsun. Kalpler, Rahman'ın iki parmağı arasındadır."
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(13)

Yani mecâzî olarak. Onun için niyetler çok mühim. Takva hayatı çok mühim.

Size Tirmizi'nin naklettiği güzel bir hadis-i şerifi daha hatırlatayım:
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor.
"Bir gün Rasululullah (s.a.v.) ashabına şu kelimeleri kim benden alıp onlarla amel edecek ve onlarla amel edecek olana öğretecek?!" buyurdu.
Ben hemen atıldım. Ben:

"-Ey Allah'ın Resûlu!.." dedim.
Peygamber Efendimiz elimden tuttu, şu beş şeyi saydı:
"Haramlardan sakınırsan Allah'ın en âdil kulu olursun."
Haram yalnız yemek-içmek değildir. Beşerî münasebetlerle de haramlardan kaçınabilme, haramlardan kaçınırsan, Allah'ın en adil kulu olursun, ibadette kulu olursun. Haramlardan kaçınmak da çok mühim bir ibadet! Bu yüzden "en ibadetlisi olursun" diyor Allah Rasûlu...
İkincisi "Allah'ın sana ayırdığına razı olursan, insanların en zengini olursun."
Allah'ın sana ayırdığına razı olursan, itiraz etmezsen, onda var bende niye böyle bir takım şeytânî vesveselerle girmezsen, en zengin insan olursun!.. Gönül zenginliği istiyor, Allah Rasulü.
Üçüncüsü, "Komşuna ikramda bulun ki, olgun mümin olasın."
Komşundan ufak tefek cefalar olabilir. O seni olgunluğa kavuşturacak, komşuna ikramda, ihsanda bulun ki, olgun mümin olasın. Şimdi geleceğiz topluma.
"Kendin için istediğini başkaları için de iste ki kâmil bir mümin olasın."
Kendin için istediğini başkaları için de iste ki, kâmil bir müslüman olasın, kâmil bir mümin olasın.
"Fazla gülme çünkü fazla gülmek kalbi öldürür."
Ondan sonra bizim iç dünyamıza "Fazla gülme!.." buyuruyor Allah Resulü. Nasıl kalbi öldürür, gideceği yeri unutturuyor, istikbali unutturuyor, ölümü unutturuyor, kıyameti unutturuyor. Fazla gülme, çünkü fazla gülmek kalbi öldürüyor!.. buyuruyor.
"Elem neşrahleke"yi çok okuruz değil mi?! Orada Cenâb-ı Hak:
"İnne meal usri yusra, inne meal usri yusra" buyuruyor.
"Her zorluktan sonra bir rahatlık, bir ferahlık vardır!.." buyuruyor.
Ondan sonra:
"Feiza ferağte fensab ve ila rabbike ferğab"
"Bir işi bitirdiğinde diğerine sarıl!"
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(14)


Bir işten bir işe, bir hayırdan bir hayıra!.. Müslümanın boş vakti yok. Bir hayırdan bir hayıra, ona mümasil âyetler. Bakara süresinin 147. ayeti:
"Hayırda yarışın!" buyuruyor.

Demek ki hayırda önde olanlara gıpta edeceğiz, onlar gibi olmaya çalışacağız. Hayatlarımızı onların hayatlarına göre dizayn edeceğiz.
Hadid sûresi 21. âyette de:

"Rabbinizden size erişecek bir bağışlanmayı ve cenneti kazanmak için yarışın." buyuruluyor.
Affedilmek için yarışın. Bağışlanmak için yarışın. Bağışlanmanın şartı da bu, hayırda yarışmak ve cenneti kazanmak için yarış.
Enbiya süresinin 90. âyetinde:
"Gerçekten onlar daima hayır işlerinde koşan ve rahmetimizi umup azabımızdan korkarak bize dua ederlerdi."
"Gerçekten onlar daima hayırlı işlerde koşar" demek, hayatımız boyunca hep hayırlı işler arayacağız, onların ardına koşacağız demektir.
"Rahmetimizi umup azabımızdan korkarak bize dua ederlerdi."
Cenâb-ı Hak, böyle bir kul olmamızı istiyor. Bir de bu hayıra azmettiği zaman acele edeceğiz. Bir niyet ediyor, bir heyecana giriyoruz bazen. Ben şöyle şöyle yapayım diyoruz. Bu zamanla sarkıyor. Onu için o heyecan geldiği vakit, yapılacak hayır çok mühim!.. Mâlum bir bu hususta bir kıssa var: Allah dostlarından birisi tuvaletteydi, aceleyle hizmetçisini çağırdı ve:
"Falanca yerdeki gömleği filancaya ver" diye emretti.
Hizmetçisinin tuhafına gitti.
"-İşinizi gördükten sonra söyleseniz olmaz mıydı efendim?" diye sordu. dedi.
O da:
"-Onu infak etmek hatırıma geldi. Ben işimi görene kadar nefsimin bu karardan vazgeçmeyeceğinden emin değildim. Çıkarım sonra zaman geçer vazgeçerim veya unuturum." dedi.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(15)

Gene buna benzer pek çok tavsiyeler var.

Peygamber Efendimiz, gelen kimsenin durumuna göre hitap ederdi. Yine Ömer (r.a.) anlatıyor:
"-Ben, Allah Rasûlü ile beraberdim!.. Ensardan bir zât geldi. Allah Rasulü'ne selam verdi. Ve dedi ki:
"-Ya Rasulullâh müminlerin hangisi en faziletlidir?"
Efendimiz:
"-Ahlakça en güzel olanınızdır!.." buyurdu.
Bu sırada o zât yine:
"-Peki müminlerin en akıllısı kimdir?" diye sordu. Allah Rasulü:
"-Ölümü en çok hatırlayan ve sonrası için en güzel şekilde hazırlık yapandır." buyurdu.
Akıllı olmak bunu icap ediyor. Dünyayı kalbe bağlamak ahmaklık oluyor.
Zaten "İki kişi Allah dostu olamaz!" buyruluyor.
"Birincisi hasîs", yani cimri kimse...
"İkincisi de ahmak"!...
Cimrilikle ahmaklık, birbirine kardeş, ayrılmaz, birbirinin parçası!.. Cimri mutlaka ahmaktır. Ahmak mutlaka cimridir.
Bu kimse Peygamber Efendimiz'e tekrar sordu:

"-Ya Rasûlullâh, hangi insan daha hayırlıdır?"
Allah Rasulü:
"-Ömrü uzun, ameli güzel olandır!.." buyurdu.
"-İnsanın en kötüsü kimdir?" diye sordu. Allah Rasulü:
"-Ömrü uzun, ameli kötü olandır!.." buyurdu.
Yine Cenâb-ı Hak, peygamberimize bir yol gösteriyor. Kötülüğü yok etme!.. kötülük nasıl yok edilir?
"Her nerede olursan ol, Allah'dan ittika et, Allah'tan sakın, kork ve kötülüğün arkasına bir iyilik yap ki bu onu yok etsin."
Demek ki, ya bir yanlış hareketimiz oldu, ya kalp kırdık vesaire... Hemen gidip onu telafi etmemiz lazım!.. Fazlasını vererek, onu hemen yok etmemiz lâzım ve:
"İnsanlara iyi ahlakla muamele et!.." buyruluyor.
Vakitlerimizi, inşallah, bu ruhâniyetle geçirmeye devam edelim. Hızımız kesilmesin. Cenâb-ı Hak, Kadir gecesini son 10 günde veriyor. Son 10 günün 27. gecesi veriyor. Demek ki, Ramazan'da o zindeliği muhafaza edelim, ilk günlerde Ramazan bir zindelikle başlar. Daha sonra bu zindelik kaybolabilir.
Bilhassa bilhassa itikâf, Allah'a daha da yaklaşmak gayreti, Ramazan'ın son on günü yapılır ki, bu gevşeklik bu rehavet kalksın!..

Heyecanla Kadir Gecesi'ne girelim. Cenâb-ı Hak, Kadir Gecesi'ni meçhûl bırakıyor ki, ona her an hazır olalım!.. Cenâb-ı Hak, o kadar cömert ki, 80 küsur senenin (bin ayın) faziletini bir gecede veriyor.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(16)


Şunu unutmayalım: Kul hakları yine haktır. Borçlar borçtur. Namaz borcu, oruç borcu, kul hakkı, vesâire... Hayvan hakkı... Fazilet olarak Cenâb-ı Hak, 80 küsur senenin sevâb ve faziletimi bir gecede veriyor.

Sonra ne oluyor, bir bayram geliyor. Bayramda ise oruç tutmak haram oluyor.
Niye haram oluyor? Cenâb-ı Hakk'ın büyük mükâfatı.
Demek ki, bütün emirler, "yap dediğin zaman yapacaksın, yapma dediğin zaman yapmayacaksın."
Her şeyinle Allah'ın emirlerine dikkat edeceksin. Oruca üç saat evvel başlasan, üç dakika evvel bozsan olmaz.
"-Ben üç saat evvel başladım, diye o üç dakikayı bertaraf edebilir misin? Allah'ın koyduğu hudutlara dikkat etmek lâzım!... Öğlen namazını vakti girmeden 10 rekât yerine 50 rekât kılsan olur mu? Olmaz. Geçtikten sonra yine olmaz. Demek ki, her şey zamanında!..
Demek ki, bir mümin, daima bir disiplin içinde olacak. Ona göre hayatını tanzim edecek!..
Allah'ın varlığının üç büyük delili vardır.
Birincisi kâinat kitabı!..
İkincisi Kur'ân!..
Diğeri de Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'dir.
Peygamberimiz âlemlerin yaratılış sebebi iken, aynı zamanda Allah'ın varlığının en büyük burhanı nasıl olabilir, hikmeti nedir? Bunu uzun uzun açıklayabiliriz.
Kâinat, Rasûlullâh kâinatın yaratılış sebebidir. Yaratılmasına sebeptir Allah Resulü. Onun nuruna yaratılan ilk nur, Allah Rasûlü'nün nurudur. Ve muhabbettir.
"Muhabbetimle bu kâinatı yarattım!" buyuruyor.
"Ben bir gizli hazine idim, marifetime bilinmeme muhabbet ettim."
Nedir marifetime muhabbet? Kalplerle bilinmedir muhabbet!..
Onun için kâinatın yaratılmasına, Peygamber Efendimiz vesiledir. Allah'ın varlığına şehâdet desek o taraftan alsak Allah'ın varlığına şahitliktir. Çünkü insanın örneği yine insandan olur. Bu yüzden Cenâb-ı Hak, O'nu "üsve-i hasene" örnek olarak gönderiyor. Her insan herkese örnek değildir. Her mesleğe, her insan örnek değildir. Allah Resulüne baktığımız zaman, O, âile hayatına örnektir. Daha evvel hiç şiirle uğraşmamış; bir şair değil, bir makalesi yok, söz söylemede de en güzel örnek. Her insanın olgunluk, letâfet, durumuna göre hitap etme kabiliyeti var!... Allah Resulü 40 yaşından, hatta 50 yaşından evvel hiç harbe gitmedi. Ama en büyük kumandan, en güzel idâre O'nda!.. Zenginlikte, fakirlikte en güzel nümune!.. Her şeyde en güzel bir nümune... Onun hayatına hiçbir itiraz yok. Onun gibi yaratılan ikinci bir varlıkta yok.
Bütün insanlar birleşsin, pedagoglar, psikologlar bir insanı inşa etsinler onun bir benzerini meydana getiremezler!... Ancak onun terbiyesinden gelenler, büyükleşir!.. Cahiliye insanını çukurun içinden alıp âbide bir şahsiyet haline geliyor. Hazret-i Ebubekir "ikinin ikincisi" hâline geliyor. Azamet-i ilahiyeye, en büyük delil!...
Kur'ân-ı Kerim de en büyük delil, Cenâb-ı Hakk'ın varlığına!..
"Bütün ins ve cin topluluğu birleşsin..." diyor Cenâb-ı Hak; "Bir benzerini meydana getirin!.." mümkün değil.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(17)

En ufak bir imkân bulsaydı o zamanki cahiller, müşrikler toplanır; bir benzerini yapalım derlerdi. Ancak zulümle İslam'ı bertaraf etmeye çalıştılar da buna güçleri yetmedi. Ki, o gayretlerinde de başarılı olamadılar. Allah nûrunu tamamlayacaktı.

Onun için Cenâb-ı Hakk'ın azamet-i ilahiyesine Kur'ân da delildir, kâinat da delil, Peygamber Efendimiz de... Bütün peygamberler de delildir.
Neye bakarsan bak, bir atoma bak. Büyük bir ihtişam!... Sonsuz bir küçüklük içinde ne kadar muazzam bir ihtişam!... Galaksilere bak. O ne büyük bir ihtişam!...

Bir hücreye bak öyle. Bir meyve, bir bitki, bir elmanın çekirdeğine bak. O bir elma çekirdeğinden Cenâb-ı Hak, bir elma ağacı çıkarıyor. O elma ağacından tonlarca elma çıkıyor. Onların her çekirdeğinden eğer ekilirse, Allah verirse, bir elma ormanı meydana geliyor.
Neye bakarsan Allah'ın azamet-i ilahiyesini ifade etmeyen, göstermeyen bir şey yok!.. Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:
"Biz abes yaratmadık!.."
Kuran-ı Kerim düşünmek için, idrak etmek için, akıl erdirmek için her şeye dikkatle bakılmasını emrediyor. Her şey, Allah'ın varlığını, Allah'ın kudretini gösteren birer delildir. Kainat da öyledir, Kur'ân'da öyle, Peygamber Efendimiz de öyle!..
Ramazan-ı Şerifimizi, inşallah, bol bereketli olarak ihlasla ruhaniyeti içinde tamamlamak nasib olsun inşallah. Cenâb-ı Hak, inşallah, hepimize son nefesimize kadar hayatımızı bir Ramazan halinde geçirmeyi nasip etsin. Son nefesimiz de bir bayram sabahı olur inşallah.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Ramazan-ı Şerîf ve Oruç

Oruç ayı olan Ramazan-ı Şerîf, feyizli bir hayatın yaşandığı mübârek bir mükâfât ayıdır. Nâil olduğumuz sayısız nîmetlerin kadrini hatırlatan bu ayda, fânî lezzetlerden vazgeçip bâkî lezzetlere nâil olmanın sırrına, Hakk Teâlâ'nın emir buyurduğu oruç nîmeti ile kavuşulur.

Oruç, fazîleti ve aslî gâyesi dâimî bir ibâdet şuûru içinde nefs engeliyle mücâdele etmek ve nefsi baskı altında tutarak te'sîrini asgarîye indirebilmektir.

Oruç, hayat mücâdelesinde zarûrî olan "sabır, irâde, nefsî arzulardan uzaklaşma" gibi hallerin tâlimi ile ahlâkî durumumuzu kemâle erdirir. Yine bu ibâdet, nefsin bitmez tükenmez arzularına karşı insanın şeref ve haysiyetini koruyucu bir kalkandır.

Yine oruç; sahibini, azm ü sebât, kanâat, hâle rızâ, metânet, sabır gibi ahlâkî güzelliklere erdirmenin fazîleti ile beraber mahrûmiyyet ve açlıkla nîmetlerin kadrini hatırlatır ve bu vesîle ile yoksulların hallerini düşündürüp onlara merhamet ve şefkat hisleriyle yüreklerimizi hassaslaştırır. Şükrân duygularını canlandırır. Bu vasfıyla oruç, sosyal hayattaki kin, hased, kıskançlık gibi kitleyi huzûrsuzluğa boğan menfîlikleri bertaraf etmekte en müessir bir ilâhî emirdir.
devamı var
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ramazanı şerif ve oruç (devamı)

Ashâb-ı kirâmın oruca karşı çok büyük rağbetleri vardı. Onlar, tahammülü güç sıcak günlerde dahî nâfile oruç tumaya gayret ederlerdi. Bir kısmının, güneş ışığının yakıcılığından korunacak ölçüde elbiseleri bile yoktu. Elleri ile güneş ışığından ve sıcaktan korunmaya çalışırlardı. Bütün bunlara rağmen büyük bir mânevî haz ve lezzet içinde nâfile de olsa oruçlarını devam ettirirlerdi.


Şakîk-i Belhî buyurur:
"İbâdeti lâyıkıyla îfâ edebilmek, bir san'attır. Onun kazanç mekânı, halvet; vâsıtası ise açlıktır."

O açlık ki, modern tıpta bile diyet adıyla sıhhatli kalmanın en birinci şartıdır. O açlık ki, tahammülü en zor olan bir mahrûmiyyettir. Rivâyet olunur ki, nefis, yaratıldığı zaman çeşitli iptilâ ve mahrûmiyetlere rağmen Cenâb-ı Hakk'a {REF Sen sensin, ben benim..} deme cür'et ve cehâletinde bulundu, ancak ve ancak açlık sebebiyle aczini kabûl etti. Bu sebepledir ki, irâde terbiyesinde açlığa katlanabilmek kadar müessir

başka bir husûs yoktur. İrâde ise, tabiî ve nefsânî meyillere karşı koyabilmenin temel şartlarından biridir.
devamı var
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ramazanı şerif ve oruç (devamı)

"İbâdeti lâyıkıyla îfâ edebilmek, bir san'attır. Onun kazanç mekânı, halvet; vâsıtası ise açlıktır."

O açlık ki, modern tıpta bile diyet adıyla sıhhatli kalmanın en birinci şartıdır. O açlık ki, tahammülü en zor olan bir mahrûmiyyettir. Rivâyet olunur ki, nefis, yaratıldığı zaman çeşitli iptilâ ve mahrûmiyetlere rağmen Cenâb-ı Hakk'a {REF Sen sensin, ben benim..} deme cür'et ve cehâletinde bulundu, ancak ve ancak açlık sebebiyle aczini kabûl etti. Bu sebepledir ki, irâde terbiyesinde açlığa katlanabilmek kadar müessir başka bir husûs yoktur. İrâde ise, tabiî ve nefsânî meyillere karşı koyabilmenin temel şartlarından biridir.

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur:

"İnsanın asıl gıdâsı Allâh'ın nûrudur. Ona aşırı ten gıdâsı vermek lâyık değildir. İnsanın asıl gıdâsı, ilâhî aşk ve ilâhî akıldır."

"İnsan, asıl rûhânî gıdâsını unuttuğu ve ten gıdâsına düştüğü için huzûrsuzdur. Doymak bilmez. İhtirasından yüzü sararmış, ayakları titremekte, kalbi telaşla çarpmaktadır. Nerede yeryüzü gıdâsı, nerede sonsuzluğun gıdâsı?!."

"Allâh şehîdler için: {REF Rızıklandılar} diye buyurdu. O mânevî gıdâ için ne ağız, ne de cesed vardır."

devamı var
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ramazanı şerif ve oruç (devamı)

Hazret-i Lokmân, oğluna şöyle nasîhat ederdi:

"Miden doyunca, fikrin uykuya dalar, hikmet susar, âzâlar ibâdetten geri kalır."

Velîlerden bir zât şöyle derdi:

"Çeşit çeşit yiyeceklerle midesini fesâda uğratan zâhidden Allâh'a sığınırım."

Âişe -radıyallâhü anhâ-:

"Melekût kapısını açmak için gayret edin!" demişti.

Sordular:

"-Ne ile?"

Mü'minlerin annesi şöyle cevap verdi:

"-Açlık ve susuzlukla!"

Sayılı günlerden ibaret olan oruç, yine sayılı günlerden ibaren olan hayatımıza incelik, derinlik ve zerâfet kazandırır.

Çünkü tokluk, nefsânî arzuları tahrîk ederken; açlık, -çok had safhaya varmadıkça- tefekkür ve tehassüs melekesini güçlendirir. Bundan dolayı akıl hastalarına ilk tatbîk edilen tedâvî perhizdir
devamı var
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ramazanı şerif ve oruç (devamı)

Bununla beraber oruç, bir ibâdet olduğundan, sırf o gâye ile icrâ edilmelidir. Onun faydaları gâye hâline getirilirse, oruç, ibâdet olmaktan çıkar. Yâni oruçlarımızda mide dolgunluklarını önlemek, kilo vermek gibi gâyeler olmamalıdır. Böyle oruçlarda rızâ-yı ilâhî düşünülemez.

Bedenî hareketlerin faydasını kasdederek veya gaflet ve kasvet-i kalb ile kılınan namazlar bile bu kabîldendir.

İbâdetler, yalnız rızâ-yı ilâhiyyeyi tahsîl gâyesi ile yapılır. Bu gâyenin gerçekleşmesi için, kalbin seviye kazanması, hamlıktan kurtulup kemâle erişmesi zarûrîdir.

Ramazan-ı Şerîfte Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in de tavsıyelerinde yer alan belli başlı birtakım husûslara dikkat etmek îcâb eder:

Ramazan-ı Şerîfte Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in de tavsıyelerinde yer alan belli başlı birtakım husûslara dikkat etmek îcâb eder:

a. Kelime-i şehâdet,

b. İstiğfâr ve zikir,

c. Cenneti tahsîl edebilmek için bolca amel-i sâlih,

d. Cehennemden kurtuluş için harâmlardan ve kerâhetten sakınmak,

e. İmkânlar nisbetinde çokça hayır ve hasenatta bulunmak, kırık ve mahzûn kalblerin duâsını almak,

f. Oruçlu bir kimseye iftar ettirmek.

Ve emsâli...

Ramazan-ı Şerîf, mü'minlere fazîlet ve olgunluk kazandırabilecek ilâhî bir rahmet mevsimidir. Oruçlu iken ağıza bir şey girmemeğe dikkat edildiği gibi ağızdan çıkan kelâma da dikkat edilmelidir. Dedikodu ve incitmeden son derece sakınmalı ve orucun fazîletini azaltmamalıdır.

devamı var
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ramazanı şerif ve oruç (devamı)

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

"Oruç, oruçluya yakışmayan şeylerle zedelenmedikçe (tutan için) bir kalkandır."

Denildi ki:

"(Oruçlu) onu ne ile zedeler?"

Buyurdular:

"Yalan ve gıybetle..." (Nesâî; Mu'cemu'l-Evsât)

Çünkü yalan ve gıybet sahipleri, gündüzleri helâl yiyeceklerden nefislerini mahrûm bırakarak oruç tutarlar, ancak yalan ve gıybetleri sebebiyle de insan eti yiyerek mânen harâmla iftar etmiş sayılırlar. Bu şekilde zâhiren oruçlu olup mânen gıybet sebebiyle iftar etmiş olanlar hakkında Süfyân-ı Sevrî Hazretleri, takvâ ölçülerine göre:

"Gıybet edenin orucu bozulur." demiştir.

Hazret-i Mücâhid de, aynı hassâsiyete binâen:

"Gıybet ve yalan orucu bozar!" buyurmuştur.

Yâni gıybet edip yalan söyleyerek oruçlarını mânen sakatlayanlar, orucun asıl matlûb olan bir kısım yüksek fazîletinden tamamen mahrûm kalırlar.

devamı var
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ramazanı şerif ve oruç (devamı)

Bunun içindir ki, dünyâ gâyeleri ile bulandırılmış, riyâ, gösteriş ve gafletle kirlenmiş oruçlar ve namazlar hakkkında Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:

"Nice oruç tutanlar vardır ki, kendisine orucundan kuru bir açlıktan başka bir şey kalmaz! Geceleri nice namaz (terâvih ve teheccüd) kılanlar olur ki, namazlarından kendilerine kalan yalnız uykusuzluktur." (Taberânî)

Namazlar, bilhassa gece namazı olan terâvih ve teheccüdler, kalbe huzûr sağlamalıdır. Bu mübârek ayda namazlara daha da itinâ etmeli, Kur'ân-ı Kerîm'i huşû ile okumalı, zikirle rûhumuzu inceltmeli, zekât ve sadakalar ile de, vicdan huzûruna kavuşmalıyız. Kur'ân-ı Kerîm Ramazan ayında dünyâ semâsına indirildiği için bu mübârek ayda Kur'ân terbiyesine girmeli, o istikâmette ibâdetler değerlendirilmelidir.

Kur'ân-ı Kerîm, asıl kalble okunur. Gözün vazîfesi, kalbe gözlük olabilmektir.

Ramazan-ı Şerîf'in diğer bir kıymeti de mü'minlere feyz ü bereket dolu bir Kur'ân hayatı yaşatması bakımından mütâlaa olunmalıdır.

Ramazan-ı Şerîf, oruç ve Kur'ân arasında ince bir râbıta ve derin bir yakınlık vardır. Hayat ve ölüm öğütlerini, Kur'ân-ı Kerîm'den başka hangi salâhiyetli kürsüden dinlemek mümkündür?

devamı var
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Ramazan-ı Şerîf ve Oruç (devamı)

Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"Oruçla Kur'ân, kıyâmet gününde kula şefâat edecektir. Oruç, sabrın yarısıdır." buyurmuşlardır.

Orucun ecri Cenâb-ı Hakk katında mahfûzdur. Hadîs-i kudsîde buyurulur:

"Âdemoğlunun her amel ve hareketi kendisine âiddir. Oruç ise böyle değil! Çünkü o, benim içindir. (Çünkü ben yemem, içmem ve bütün beşerî sıfatlardan münezzehim.) Dolayısıyla ben, onun mükâfâtını (husûsî bir şekilde) bol bol vereceğim."

Bu hadîs-i kudsînin ardından Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, şöyle buyurdular:

"Oruçlunun sevineceği iki ferâhlık vardır:

1. İftâr ettiği zaman (Cenâb-ı Hakk'ın nîmetlerine kavuştuğu için) sevinir.

2. Rabbine kavuştuğunda da orucu berekâtıyla nâil olduğu yüksek derece...sevinir." (Buhârî)
devamı var
 
Üst