Merhamette Rehber

kasif1

Well-known member
Merhamet, Allah’ın cemal sıfatlarından sayılan Rahman isminin mazharı olarak zuhûra gelen, evreni kuşatan, hayâtı yönlendiren en önemli güç; ilâhî, rûhânî ve mânevî duygudur. Rûhî hayâtımızdaki rikkat ve inceliğin; muhabbet ve sevginin sebebidir. Hayâtı besleyen en büyük ilâhî ve rahmânî damardır merhamet. Mânevî hayâtımızda merhametin ürünü muhabbet, tezâhürü rikkattir. Merhametin olduğu yerde davranışlarda rikkat zuhûra gelir...
Merhamet, Allah’ın cemal sıfatlarından sayılan Rahman isminin mazharı olarak zuhûra gelen, evreni kuşatan, hayâtı yönlendiren en önemli güç; ilâhî, rûhânî ve mânevî duygudur. Rûhî hayâtımızdaki rikkat ve inceliğin; muhabbet ve sevginin sebebidir. Hayâtı besleyen en büyük ilâhî ve rahmânî damardır merhamet. Mânevî hayâtımızda merhametin ürünü muhabbet, tezâhürü rikkattir. Merhametin olduğu yerde davranışlarda rikkat zuhûra gelir.
Oysa ki maddî hayâtta rikkat, şiddet sebebidir; rikkatin olduğu yerde şiddet vardır. Çünkü madde rikkat kesbettikçe hayât şiddet peydâ eder. Nitekim maddenin incelip rikkat kazanarak atomun îcâd edilmesi sonucu gelişen teknoloji, hayâta şiddet olarak yansımıştır.
Mânevî ve içtimâî hayâtta şiddetin doğurduğu sonuç nefrettir. Târih boyunca insanlık merhametin ürününü muhabbet, şiddetin ürününü ise nefret olarak soluklamıştır. Bu yüzden câhiliye toplumlarının en büyük problemi merhametten mahrûmiyet ve şiddettir. Âile içi şiddetten toplumsal ve toplumlararası şiddete kadar her türlü şiddet sarmalı, insanlığı kanser gibi kemiren nefret tohumları ekmektedir.
İlâhî dinlerin insanlığa öğrettiği en önemli haslet merhamet duygusudur. İnsan merhameti kuşandığı zaman başkalarının farkında olmaya; başkalarının farkına varınca da kendisi için istediğini başkaları için istemeye ve empati duygusuyla yaşamayı öğrenmeye başlar. Merhamet ehli, toplumda açlar varsa karnını doyuramaz; üşüyenler varsa ısınamaz; ağlayanlar varsa gülemez.
Mekke’deki câhiliye toplumunu medenî hâle getiren ve onları şiddet sarmalından kurtarıp merhametle buluşturan Yüce Peygamberimiz’in en önemli vasfı rahmet elçisi olmasıdır. Ondaki bu duygu, şiddetin her türlüsünün egemen olduğu ortaçağ insanını rahmet yağmurları gibi şiddet tortularından yıkayıp arındırmıştır.
Efendimiz’in insânî ilişkilerdeki temel özelliği merhamet, hoşgörü ve şefkatidir. Kur’an onun bu özelliğini şu lâfızlarla anlatır: “Allah’ın sana verdiği merhamet sâyesinde ey Muhammed sen insanlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz insanlar etrafından dağılır giderlerdi. Onları bağışla, onlar için mağfiret dile, iş konusunda onlarla istişâre et. Bir kere karar verdin mi Allah’a tevekkül et! Allah kendisine güvenenleri sever.”
Bu âyette Allah Rasûlü’nün insânî ilişkilerinin zemîni merhamet olarak belirlenmektedir. Âyette Allah Rasûlü’nün insanların yanlışlık ve taşkınlıklarına hoşgörü ile mukâbele etmesi ve onlar için Allah’tan bağışlanma dilemesi öngörülmektedir.
Genelde bütün peygamberlerin ve özelde bizim Peygamberimiz (s.a.)’in en önemli vasıflarından biri “üsve-i hasene” güzel model, rehber ve örnek oluşudur. Peygamberler, ümmetlerinin rol modelleri ve ahlâkî kahramanlarıdır. Çünkü insan ahlâkî erdem kabûl edilen merhamet, şefkat, rikkat ve muhabbeti, güzel huy ve insânî davranışları anlatım ve tanıtımdan çok fiilî uygulamalardan öğrenir, kavrar ve hayâta geçirir.
Sâdece kuralları bilmek yeterli olsaydı peygamberlere ihtiyaç olmazdı. Allah Teâlâ melek aracılığıyla ya da başka bir vâsıtayla hayâtı kuşatacak ve davranışları yönlendirecek dînî hükümleri ihtivâ eden kitaplar gönderir; insanlar da o kitaptaki ahkâm ve kurallara uyarak doğru yolu bulmuş olurlardı. Allah Teâlâ insanların model ihtiyâcına binâen onlara kendi içlerinden merhametle donanmış peygamberler göndermiştir ki ümmetlerine model olsunlar ve fiilen yol gösterip onları arıtsınlar.
Bu vasıflara en yüksek seviyede sâhip olan Hz. Peygamber (s.a.) her alanda olduğu gibi merhamette de bütün insanlığa örnektir. Mevlânâ onu safâ, safvet ve mânevî temizlik yolunun kaptanı olarak görür ve şunları söyler:
“Ey Mustafâ! Sen bu safâ denizinin kaptanı ol! Çünkü sen o denizin ikinci bir Nûh’usun. Ortalık kaptanlık iddiâsında bulunan, gemiyi batırarak vurgun vurmaya çalışan sahte rehberlerle dolu. Sen zamanın sâhibi ve vaktin hızırısın. Her geminin kurtuluşu sana bağlı.”
İnsanlara yolculuklarında, özellikle deniz yolculuğunda, her zaman bir kılavuz kaptan lâzımdır. Kızıldeniz gibi kayalıkları çok denizlerde kılavuz kaptan almayan gemiler güvenle seyredemezler. Çünkü gemi her an bir kayaya çarparak parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ama kılavuz kaptanlar o denizin kayalıklarını da, güvenli yollarını da çok iyi bilirler. Çünkü o yoldan defalarca geçmişlerdir.
Hayât denizinin şiddet girdaplarını ve nefret tuzaklarını aşabilmenin en iyi yolu ehlinden öğrenilecek merhamet yönetimidir. Hz. Peygamber merhamette bir kılavuz kaptan olmanın yanı sıra karanlık geceleri aydınlatan bir mum, bir kandil gibidir. Onun ışığı olmadan insanlık için gündüz bile karanlık sayılır. Onun öğrettiği merhametten mahrum olanlar, kafalarını kuma gömen deve kuşu misâli başkalarının farkında olmadığı gibi, yarasa misâli ışıktan da rahatsızdır. Onun rehberliğine sığınmayan dağların kıralı arslan bile tavşan olur. Ancak onun merhamet ikliminden şebnemler teşemmüm eden tavşan arslanlara sultan olur. Güneşin gizlenmesi nasıl karanlığı dâvet eder ve insanları ışıktan mahrum bırakırsa onun merhamet nûrunun kaybolması da aynen öyledir. İnsanlık bugün olduğu gibi önünü göremeyeceği bir karanlığa dûçâr olur.
Gözü görmeyen, doğuştan âmâ insanların yürümeleri için nasıl kolundan tutan ve ona yol gösteren bir rehbere ihtiyâcı varsa, basîret gözü görmeyen, mânâ cihetine karşı kör, merhamet yoksulu insanların elinden tutacak, yol gösterecek, ayağı tökezlemeden selâmetle onları menzil-i maksûda götürecek bir rehbere ihtiyâcı vardır. İşte o rehber, Allah’ın hayâtın her safhasından geçirerek eğittiği ve insanlığa merhamet modeli olarak sunduğu Hz. Muhammed Mustafâ (s.a.)’dır. O âlemlere rahmet, takvâ ehline önder ve insanlığa rehberdir. İnsanlık onun elini tutup ardından yürüdükçe onun sunduğu merhamet ikliminde aradığı huzûr ve mutluluğa erecektir.
Allah Rasûlü gerek âile hayâtında, gerek toplumsal hayâtta, gerekse devlet yönetiminde merhamet merkezli ilişkilerin en iyi örneklerini sergilemiştir. Onun âile içinde, mescidde, sokakta ve devlet yönetimindeki beşerî münâsebetleri, merhamet zeminine oturmaktadır. Eşlerine, çocuklarına ve torunlarına gösterdiği sevginin temelinde de, mescidde kendisinden zinâ etmek için izin isteyen gence gösterdiği hoşgörü ve iknâ çabasının temelinde de merhamet vardır. Yine mescidde hâcetini gören bedevîye tepki gösteren sahâbîleri sükûnete çağırırken gönül dünyâsındaki engin merhamet onu motive eden en büyük güçtür.
Mekke fethinde müşriklere gösterdiği afv ve müsâmahada da, en azılı katilleri bağışlamasında da merhametin derin izlerini görmek mümkündür. Mekke onun çok sevdiği yurduydu. Hem de çıkarılmasa, asla terk etmeyi düşünmediği vatanıydı. O kendisini Mekke’den çıkaranları; hattâ hicrette kendisini yakalamak üzere iken kumlara saplanan Süraka’yı, ashâbını Mekke’den çıkartan Ebû Süfyan’ı ve eşi Hind’i, Hamza’yı öldüren Vahşî’yi ve diğerlerini hep affetti. Ancak onun afv, musâmaha ve hoşgörüsü acz, zillet ve meskenetten değil, âlemşümûl merhametinden kaynaklanıyordu. Hz. Peygamber şâirin dediği gibi beşerdi, ama sıradan bir beşer değildi:
Yâkut, taşlar arasında bir taştır, ama değildir sıradan bir hacer
Muhammed (s.a.) beşerdir, fakat değildir sıradan bir beşer
Bir başka şâirin bu konudaki düşüncesi şöyledir:
Sen raûfsun rahîmsin buluttan cömerdsin
Bulut verirken ağlar, sen tebessüm edersin
Hz. Mevlânâ âlemlerin merhamet menbaı şanlı nebîye şöyle seslenir:
Ey yeryüzünü nurlandıran, gökleri aydınlatan çerâğ!
Hâlimi gör, feryâdımı işit, derdlerim sırtımda bir dağ.
Kaçtım yüzlerce belâdan, sığındım merhamet ve inâyetine,
Rahmet elinle başımı okşa, kerem eyle, muhtâcım hidâyetine.
Şefâat eyle, tut elimi, temizle içimden dünyâ duygularını,
Ver ukbâ murâdımı, kurtulayım düşünmekten yarını.
Müjdelemiş seni kitâbında fetih ve safâ ile Hakk,
Fetih kapısını aç ey nebî, oradan bize şefkatle bak.
Açmış sadrını Allah, genişlik vermiş göğsüne
Düşsün bize de ihsân ve aşk ile dolu bir sîne.
Maddenin, rikkat kesbettiği çağımızda hayâtın günbegün şiddet peyda ettiği açıkça görülmektedir. Rûhun rikkat kazanmasına yarayacak merhamet olmadıkça ortaya muhabbet ve sevginin çıkması beklenemez. Günümüzde insanın rûhî ve duygusal tarafı görmezden gelinmektedir. Toplumlar merhamet açı hâline getirilmiş durumdadır. Merhametten yana aç olan toplumlarda ise temel öğenin şiddet olması kaçınılmazdır.
Evet, bugün hepimiz ve herkes şiddetten şikâyet ediyoruz, ancak şiddeti doğuran sebepler üzerinde durmuyoruz. Şiddet, âdetâ bir eğitim aracı hâline geldi. Çocuk oyunlarından, televizyon film ve dizilerine kadar her yer ve her yönümüz şiddet sarmalında. Toplumu bu şiddet sarmalından kurtarmak herkesin derdi gibi görünüyor, ancak bunun yolu nedir, buna nasıl bir çözüm üretilebilir? Buna kafa yoran ise yok. Varsa da çözüm üretebilen, sesini duyurabilen yok.
Kişiyi insânî davranışlara sevk eden merhamet eğitimi çok anlamlı ve önemlidir. Merhamet denilince mutlak bir acıma duygusundan öte kişiyi harekete geçiren, motive eden, davranışa sevk eden duygu hatıra gelmelidir. Yoksa sâdece acıma mânâsında bir merhametin kıymet-i harbiyyesi yoktur. Nitekim hastayı görünce acıma duygusuna kapılıp merhametle seyretmekten çok tedâvî ve şifâ bulması için ne yapabilirim derdine düşmek esâstır. Aç olanı görünce acıma duygusu yerine onunla lokmamızı paylaşabilecek bir iç motivasyonumuz var mı ona bakmak esâstır.
Sosyal devletin insanların yüreklerinden acıma duygusunu söküp aldığı düşünülür. Çünkü sosyal devlet ortamında yaşayan kimseler sokakta aç, bî-ilâc ve muhtaç birilerini gördüğünde “bunlara bakmak devletin görevi” diye düşünüp âdetâ devlete sosyal sorumluluk devri yaparak yüzünü çevirmekte; aç ve yoksulu doyurmaya, hastaya şifâ aramaya, yetîmi korumaya yönelik bir heyecân duymamaktadır. Hattâ kendi çocuğunu bile on sekiz yaşından sonra devletin güvencesine, yaşlı ana-babasını da huzûr evlerine bırakarak sorumluluktan kaçmaktadır. Bugün ülkemizde de yaygınlaşmaya başlayan bu anlayış, insanımız için önemli bir sosyal problemdir.
Oysa ki toplumda psikiyatrik rahatsızlıkların en iyi tedâvî yöntemlerinden birisi “hayır terapisi” denilen yöntemdir. Böyle bir terapiye alınan kişiye derdli, acılı ve şefkate muhtaç insanların yanında onların acılarını paylaşmak sûretiyle merhamet duygusu telkîn edilmektedir. Kendisinden daha zor ve dar durumda olanları gören böyle bir kimse, önce kendi hâlini şükretmeye, ardından gönlünde meydana gelen merhamet duygusu sâyesinde kendisinden daha aşağı durumda bulunanlara yararlı olmaya yönelmektedir. Bu yöntem kişilerin gönül dünyâsında merhamet sâyesinde pozitif bir enerji oluşturmaktadır.
Bugün âileden eğitim kurumlarına, iş yerlerinden sokak ve eğlence merkezlerine kadar her alanda yaygın şekilde gördüğümüz şiddet sahnelerinin temelinde merhametten yoksun bir eğitim sürecinin bulunduğunu söylemek abartı olmasa gerektir.
Diyanet İşleri Başkanlığı olarak biz bu yılki kutlu doğum haftası kapsamında ülkemizde ve İslâm dünyâsında merhamet peygamberinin rehberliğinde bir “Merhamet Eğitimi” seferberliği başlatalım istedik. Dileğimiz odur ki ülkemizde ve dünyâda insânî duyguları yaralayan şiddet kalmasın, onun yerine merhamet egemen olsun.
 
Üst