Lemeât

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 981

Tetkik dahi tefekkür. Yani, ger harfî nazarla, hem san’at noktasında “Ne güzeldir” yerine “Ne güzel yapmış Sâni; nasıl yapmış o mâhî!”Nokta-i nazarında kâinata bir baksan, nakş-ı Nakkâş-ı Ezel, nizam ve hikmetiyle lem’a-i kast ve itkan, tenvir eder şübehi.Döner ulûm-u kâinat, maârif-i İlâhî. Eğer mânâ-yı ismiyle, tabiat noktasında, “zâtında nasıl olmuş” eğer etsen nigâhı,Bakarsan kâinata, daire-i fünunun daire-i cehl olur. Biçare hakikatler, kıymetsiz eller kıymetsiz eder. Çoktur bunun güvahı.

• • •

Böyle zamanda tereffühte izn-i şer’î bizi muhtar bırakmaz

Lezâiz çağırdıkça “Sanki yedim” demeli. “Sanki yedim” düstur eden, bir mescidi yemedi.HAŞİYE-1AŞİYEEskide ekser İslâm filcümle aç değildi. Tena’uma ihtiyar bir derece var idi.Şimdi ise ekseri açlığa düştü kaldı. Telezzüze ihtiyar izn-i şer’î kalmadı.Sevâd-ı âzam, hem ekseriyet-i mâsumun maişeti basittir. Tagaddî besâtetiyle onlara tâbi olmak,Bin kere müreccahtır, ekalliyet-i müsrife, ya bir kısım sefihe tagaddîde tereffüh noktasında benzemek.

• • •

Zaman olur ki, adem-i nimet, nimettir

Hafıza bir nimettir. Fakat ahlâksız bir adamda, musibet zamanında nisyan ona râcihtir.Nisyan da bir nimettir. Yalnız her günün âlâmını çektirir, müterâkim olmuş âlâmı unutturur.

[NOT]Haşiye-1
AŞİYE İstanbul‘da Sankiyedim namında bir mescid var. “Sanki yedim” diyen adam, hevesinden kurtardığı paralarla bina etmiş.[/NOT]



Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)adem-i nimet: nimet yokluğu (bk. n-a-m)
besâtet: basitlik, sâdelikbiçare: çaresiz
daire-i cehl: bilgisizlik dairesidaire-i fünun: ilimler dairesi
düstur: prensip, kuralekalliyet-i müsrife: azınlıkta olan israfçılar (bk. s-r-f)
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)ekseriyet-i mâsum: günahsız, mâsum çoğunluk (bk. k-s̱-r)
filcümle: bir kısmıger: eğer
güvah: şahit, bilenhakikat: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
harfî nazar: varlıklara bizzat kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini tanıtan mânasıyla bakma (bk. a-n-y)haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)ihtiyar: irade, tercih, seçim (bk. ḫ-y-r)
itkan: sağlam ve pürüzsüz san’at eserini yapmakizn-i şer’î: şeriatın izni (bk. ş-r-a)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)lem’a-i kast ve itkan: kasten ve sağlam bir şekilde yapılmış olmasının verdiği parıltı, ışık (bk. ḳ-ṣ-d)
lezâiz: lezzetlermaişet: geçim (bk. a-y-ş)
muhtar: ihtiyar ve irade sahibi (bk. ḫ-y-r)mâh: güzellik, ay
mânâ-yı ismî: bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı (bk. a-n-y; s-m-v)müreccah: tercih edilen
müterâkim: birikmiş, yığılmışnakş-ı Nakkaş-ı Ezelî: herşeyi zâtına has olarak nakış nakış işleyen, varlığının başlangıcı olmayan Allah’ın nakşı (bk. n-ḳ-ş; e-z-l)
nigâh: bakışnisyan: unutkanlık
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)nokta-i nazar: bakış açısı (bk. n-ẓ-r)
râcih: tercih edilen; tercih edilmesefih: yasak zevk ve eğlencelere aşırı düşkün olan
sevâd-ı âzam: insanların çoğunluğu (bk. a-ẓ-m)tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tagaddî: gıdalanma, beslenmetefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme (bk. f-k-r)
telezzüz: lezzetlenmetena’um: bol bol nimetlenmek, bolluk içinde yaşamak (bk. n-a-m)
tenvir: aydınlatma, nurlandırma (bk. n-v-r)tereffüh: rahata kavuşma; bolluk ve rahatlık içinde yaşama
tetkik: inceleme, araştırmaâlâm: elemler, acılar
şübeh: şüpheler

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 982

Her musibette bir cihet-i nimet var

Ey musibetzede! Musibetin içinde bir nimet münderiçtir. Dikkat et de onu gör. Nasıl herşeyde vardır,Bir derece-i hararet. Her musibette vardır bir derece-i nimet. Daha büyüğü düşün. Küçükteki nimetin,Dereceyi görerek Allah’a çok şükür et. Yoksa istizamla ürkersen, “of, of”la üflersen, o da aksine şişer.Şişer de dehşetlenir. Eğer merak da etsen, bir iken ikileşir. Kalbde olan misali, döner hakikat olur.Hakikatten ders alır, sonra döner, başlıyor, kalbini tokatlıyor.

• • •

Büyük görünme, küçülürsün
blank.gif
1


Ey enesi çifteli, kafası da kibirli! Şu mizanı bilmeli: Her adam içinElbet cemiyet-i beşerde, içtimaî binada,Görmek görünmek için şu mertebe denilen bir penceresi var.Ger pencere kamet-i kıymetinden yüksekse, tekebbürle tetâvül edecek, Uzanacak. Ger pencere kamet-i himmetinden alçaksa, tevazuyla tekavvüs edecek, eğilecek.
Kâmillerde, büyüklük mikyasıdır küçüklük. Nâkıslarda, küçüklük mizanıdır büyüklük.

• • •

Hasletlerin yerleri değişse, mahiyetleri değişir

Bir haslet; yer ayrı sima bir. Kâh dev, kâh melek, kâh salih, kâh talih. Misali şunlardır:Zaifin kavîye karşı izzet-i nefsi sayılan bir sıfat, ger olursa kavîde, tekebbür ve gururdur.Kavînin bir zaife karşı da tevazuu sayılan bir sıfatı, ger olursa zaifte, tezellül ve riyâdır.


[NOT]Dipnot-1
bk. Müsned 3:76; İbni Ebî Şeybe, el-Musannef 2:237; el-Heysemî, el-Mecmeu’z-Zevâid 10:320.[/NOT]



cemiyet-i beşer: insan topluluğu (bk. c-m-a)cihet-i nimet: nimet yönü (bk. n-a-m)
derece-i hararet: sıcaklık derecesiderece-i nimet: nimet derecesi (bk. n-a-m)
ene: benlikger: eğer
hakikat: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)haslet: huy, karakter
istizam: büyütme, olduğundan daha büyük gösterme (bk. a-ẓ-m)izzet-i nefs: insanın vakar, şeref ve haysiyetini muhafaza etmesi (bk. a-z-z; n-f-s)
içtimaî: sosyal, toplumsal (bk. c-m-a)kamet-i himmet: himmetin endamı; gayretin boyu bosu, derecesi
kamet-i kıymet: kıymetin endamı; kıymetin boyu bosu, derecesikavî: kuvvetli, güçlü
kâh: bazenkâmil: olgun, kemâl ve fazilet sahibi (bk. k-m-l)
mahiyet: öz nitelik, özellikmertebe: derece
mikyas: ölçümisal: görüntü (bk. m-s̱-l)
mizan: ölçü (bk. v-z-n)musibet: belâ, sıkıntı, felâket
musibetzede: belâya, sıkıntıya düşmüş olan kimsemünderiç: yerleştirilmiş
nâkıs: eksik olan, noksan olanriyâ: gösteriş
salih: iyi işler yapan, dinin emirlerine uyan kimse (bk. ṣ-l-ḥ)sima: görünüş, yüz
talih: (sâlih kelimesinin zıttı) yaramaz amel, kötü iştekavvüs: yay gibi eğilmek
tekebbür: kibirlenme, büyüklenme (bk. k-b-r)tetâvül: uzamaya çalışma
tevazu: alçakgönüllülüktezellül: alçalma

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 983

Bir ulül’emr, makamında olursa ciddiyeti vakardır, mahviyeti zillettir.Hanesinde bulunsa, mahviyeti tevazu, ciddiyeti kibirdir.Mütekellim-i vahde olsa eğer bir zâtta, müsamaha hamiyet, fedakârlık bir haslet, bir amel-i salihtir.Mütekellim-i maalgayr olsa eğer o zâtta, müsamaha hıyânet, fedakârlık bir sıfat, bir amel-i talihtir.Tertib-i mebâdide tevekkül, tembelliktir. Terettüb-ü netice noktasındaki tefviz, tevekkül-ü şer’îdir.Semere-i sa’yine, kısmetine rıza ise memduh bir kanaattir, meyl-i sa’ye kuvvettir.Mevcut mala iktifâ, mergub kanaat değil, belki dûn-himmetliktir. Misaller daha çoktur.Kur’ân mutlak zikreder sâlihât
blank.gif
1
ve takvâyı.
blank.gif
2
İphamında remz eder makamatın tesiri. Îcâzı bir tafsildir; sükûtu geniş sözdür.

• • •

“El-hakku yâ’lû”
blank.gif
3 Bizzat, Hem Âkıbet Muraddır

Ey arkadaş! Bir zaman bir sâil dedi: “Madem el-hakku ya’lû haktır. Neden kâfir Müslime, kuvvet hakka galiptir?”Dedim: Dört noktaya bak; bu müşkül de hallolur. Birinci nokta şudur: Her hakkın her vesilesi hak olması lâzım değildir.Öyle de, her bâtılın her vesilesi bâtıl olması yine lâzım değildir. Neticesi şu çıkar: Hak olan bir vesile, bâtıl vesileye galiptir.


[NOT]Dipnot-1
bk. Bakara Sûresi, 2:25; Âl-i İmran Sûresi, 3:57; Nisâ Sûresi, 4:122; Mâide Sûresi, 5:9;
Dipnot-2
bk. Bakara Sûresi, 2:197; Mâide Sûresi, 5:2; A’râf Sûresi, 7:26; Hac Sûresi, 22:32.
Dipnot-3
bk. Buhârî, Cenâiz 79; ed-Dârakutnî, es-Sünen 3:525; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ 6:205; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat 6:128.[/NOT]



Müslim: Müslüman (bk. s-l-m)amel-i salih: dince makbul olan iyi, güzel ve faydalı iş (bk. ṣ-l-ḥ)
amel-i talih: faydasız, yararsız iş; makbul olmayan amelbâtıl: hak olmayan, gerçek dışı, yalan
dûn-himmetlik: gayretsizlikel-hakku yâ’lû: “hak yücedir” (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
galip: üstün gelmehak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hamiyet: din ve vatan gibi mukaddes değerleri ve kendi aile ve yakınlarını koruma duygusu ve gayretihane: ev
haslet: huy, karakterhıyânet: hâinlik, ihanet
iktifâ: yetinmeipham: gizleme, üstü kapalı bırakma
kâfir: Allah’ı veya Onun kesin olarak emrettiği şeylerden herhangi birini inkâr eden kimse (bk. k-f-r)mahviyet: tevazu, alçakgönüllülük
makamat: makamlarmemduh: övülmeye, takdire layık
mergub: rağbet edilen, beğenilenmeyl-i sa’y: çalışma eğilimi, isteği
murad: kast edilen, istenen (bk. r-v-d)müsamaha: hoşgörü
mütekellim-i maalgayr: birinci çoğul şahıs, “biz” (bk. k-l-m)mütekellim-i vahde: birinci tekil şahıs, “ben” (bk. k-l-m; v-ḥ-d)
müşkül: zor meseleremz: işaret
semere-i sa’y: çalışmanın meyvesi, neticesisâil: soru soran
sâlihât: dine uygun iyi ve yararlı işler (bk. ṣ-l-ḥ)sükût: sessiz kalma, susma
tafsil: ayrıntıtakvâ: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma (bk. v-ḳ-y)
tefviz: işleri Allah’a bırakmaterettüb-ü netice: sonuç olarak ortaya çıkma
tertib-i mebâdi: bir işin gerçekleştirilmesi için gerekli ön şartların yerine getirilmesitevazu: alçakgönüllülük
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l)tevekkül-ü şer’î: şeriatın ön gördüğü tevekkül (bk. v-k-l; ş-r-a)
ulül’emr: emir verenler, idarecilervakar: ağırbaşlılık
vesile: sebep, vasıta, araçzillet: alçalma
âkıbet: sonuç, neticeîcaz: az sözle çok mânâlar ifade etme (bk. v-c-z)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 984

Dolayısıyla, bir hak bir bâtıla mağlûptur. Muvakkaten, bilvasıta olmuştur. Yoksa bizzat, hem daima değildir.Lâkin âkıbetü’l-âkıbe, her dem yine hakkındır.
blank.gif
1
Kuvvetin bir hakkı var, bir sırr-ı hilkati var.

İkinci nokta şudur:
Her Müslimin her vasfı Müslim olmak vâcip iken, haricen her dem vaki, sabit değildir.
Öyle de, her kâfirin her vasfı kâfir olmak, küfründen neş’et etmek yine lâzım değildir.
Her fâsıkın her vasfı fâsık olmak, fıskından neş’et etmek, öyle de, her dem sabit değildir.
Demek bir kâfirin Müslim olan bir vasfı, Müslimdeki lâmeşru vasfına galip olur. Bilvasıta, o kâfir dahi ona galiptir.
Hem dünyada, hayatın hakkı şamil ve âmmdır. O rahmet-i âmmenin bir cilve‑i mânidar, onun bir sırr-ı hikmeti var; küfür mâni değildir.

Üçüncü nokta şudur:

O Zât-ı Zülcelâlin iki vasf-ı kemâlden iki şer’î tecellî, vasf-ı iradeden gelen meşietle takdirdir.
O da şer-i tekvînî. Vasf-ı kelâmdan gelen şeriat-i meşhure. Teşriî evâmire karşı itaat, isyan
Nasıl olur.
Öyle de, tekvînî evâmire itaat ve isyan olur. Birincisi galiben dâr-ı uhrâda görür
Mücâzâtı, sevabı. İkincisi ağleban dâr-ı dünyada çeker mükâfat ve ikabı. Meselâ, nasıl sabrın mükâfâtı zaferdir, atâletin mücâzâtı sefalet. Öyle de, sa’yin sevabı olur servet.
Sebatta da galebedir mükâfat. Zehirin ikabı bir maraz, panzehirin sevabı bir sıhhattir.



[NOT]Dipnot-1
bk. Hûd Sûresi, 11:49; Kasas Sûresi, 28:83; Lokman Sûresi, 31:22.[/NOT]


Müslim: Müslüman (bk. s-l-m)Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
atâlet: tembellikağleben: genellikle
bilvasıta: vasıtayla, dolaylı olarakbizzat: kendisi, aslı
bâtıl: hak olmayan, gerçek dışı, yalancilve-i mânidar: mânâlı, anlamlı görüntü (bk. c-l-y; a-n-y)
dem: vakit, andâr-ı dünya: dünya yurdu
dâr-ı uhrâ: âhiret yurdu (bk. e-ḫ-r)evâmir: emirler
fâsık: yoldan çıkmış, günahkârfısk: günah, günahkârlık
galebe: üstün gelmegaliben: çoğunlukla
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)haricen: dışarıdan
ikab: azapkâfir: Allah’ı veya Onun kesin olarak emrettiği şeylerden herhangi birini inkâr eden kimse (bk. k-f-r)
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)lâmeşru: şeriata aykırı, meşru olmayan (bk. lâ; ş-r-a)
maraz: hastalıkmağlûp: yenilen
meşiet: dileme, arzumuvakkaten: geçici olarak
mâni: engelmücâzât: ceza
mükâfat: ödülneş’et etmek: doğmak, kaynaklanmak
panzehir: zehire karşı ilâçrahmet-i âmme: her şeyi kaplayan rahmet (bk. r-ḥ-m)
sa’y: çalışmasebat: kararlılık
sefalet: perişanlık, yoksulluksırr-ı hikmet: hikmet sırrı (bk. ḥ-k-m)
sırr-ı hilkat: yaratılış sırrı (bk. ḫ-l-ḳ)tecellî: yansıma (bk. c-l-y)
tekvînî evamir: kâinattaki kanunlar, İlâhî emirler (bk. k-v-n)teşriî: şeriata dair (bk. ş-r-a)
vaki: olan, meydana gelenvasf-ı irade: irade sıfatı (bk. v-ṣ-f; r-v-d)
vasf-ı kelâm: kelam sıfatı (bk. v-ṣ-f; k-l-m)vasf-ı kemâl: kemal sıfatı (bk. v-ṣ-f; k-m-l)
vâcip: zorunlu, gerekli (bk. v-c-b)âkıbetü’l-akıbe: nihâî sonuç, neticenin sonu
âmm: umumî, genelşer-i tekvînî: Cenâb-ı Hakkın kâinata koyduğu kanun (bk. ş-r-a; k-v-n)
şeriat-i meşhure: herkesçe bilinen şeriat; Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a)şer’î: şeriatla ilgili (bk. ş-r-a)
şâmil: kapsamlı

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 985

Bazan iki şeriat evâmiri, birşeyde beraber müçtemidir; herbirine bir cihet. Demek tekvînî emre itaat ki bir haktır.
İtaat galip olur o emrin isyanına ki bir tavr-ı bâtıldır. Bir bâtıla vesile olmuş olursa bir hak, vaktâ ki galip olsa
Bir bâtıla ki, olmuş o da vesile-i hak. Bilvasıta bir hakkın bir bâtıla mağlûptur. Fakat bizzat değildir.
Demek “El-hakku ya’lû” bizzat demektir. Hem âkıbet muraddır; kayd-ı haysiyet maksuddur. Dördüncü nokta şudur:
Bir hak bilkuvve kalmış. Yahut kuvvetsiz kalmış. Ya mahlûttur, hem mahşuş. Ona da bir inkişaf, ya bir taze kuvvet vermek lâzım gelmiştir.
Mühezzep ve müzehhep yapmak için muvakkat, bâtıl ona musallat. Tâ ki sebike-i hak ne miktar lüzum vardır,
Tâ mahz ve hâlis çıksın, mebâdide, dünyada bâtıl etse galebe, fakat kazanmaz harbi. “Âkıbetü’l-müttakîn” ona vurur bir darbe.
İşte, bâtıl mağlûptur. “El-hakku ya’lû” sırrı onu çarpar ikaba. İşte hak da galiptir.

• • •

Bir kısım desâtir-i içtimaiye


İçtimaî heyette düsturları istersen: müsâvatsız adalet, önce adalet değil. Temasülse, tezadın mühim bir sebebidir.
Tenasüpse tesanüdün esası. Sıgar-ı nefistir tekebbürün menbaı. Zaaf-ı kalbdir gururun madeni. Olmuş acz, muhalefet menşei. Meraksa, ilme hocadır.
İhtiyaçtır terakkinin üstadı. Sıkıntıdır muallime-i sefahet. Demek sefahetin menbaı sıkıntı olmuş. Sıkıntı ise, madeni, yeisle sûizandır.
Dalâlet fikrîdir, zulümat kalbîdir, israf cesedîdir.



acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)bilkuvve: potansiyel olarak
bilvasıta: vasıtayla, dolaylı olarakbâtıl: hak olmayan, gerçek dışı, yalan
cesedî: cesede ait, cesetle ilgilicihet: yön, taraf
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)desâtir-i içtimaiye: sosyal prensipler (bk. c-m-a)
düstur: prensip, kuralel-hakku yâ’lû: “hak yücedir” (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
evâmir: emirlerfikrî: düşünceye ait, düşünceyle ilgili (bk. f-k-r)
galebe: üstünlükhak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlis: katıksız, saf (bk. ḫ-l-ṣ)ikab: azap
inkişaf: açılma, gelişme (bk. k-ş-f)israf: savurganlık (bk. s-r-f)
içtimaî heyet: sosyal yapı (bk. c-m-a)kalbî: kalbe ait, kalple ilgili
kayd-ı haysiyet: mahiyet ve özellik, nitelikmaden: kaynak
mahlût: karıştırılmış, karışıkmahz: saf, tam
mahşuş: içine girilmiş, sahtemaksud: kast edilen, istenen (bk. ḳ-ṣ-d)
mağlûp: yenilenmebâdi: başlangıçlar, çekirdekler
menba: kaynakmenşe: kaynak
muallime-i sefahet: sefahetin öğretmeni (bk. a-l-m)muhalefet: zıt ve aykırı davranma
murad: irade edilen, istenen (bk. r-v-d)musallat: sataşan
muvakkat: geçicimühezzep: düzeltilmiş, terbiye edilmiş
müsâvat: eşitlikmüzehhep: yaldızlanmış, altın suyuna batırılmış
müçtemi: toplânmış, bir araya gelmiş (bk. c-m-a)sebike-i hak: hak külçesi, hakkın özü (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük, budalalıksûizan: kötü zan; başkalarının hallerini beyenmeme ve delilsiz olarak onları kötüye yorumlama
sıgar-ı nefis: nefsin zilleti, kişinin küçüklüğü (bk. n-f-s)tavr-ı bâtıl: bâtıl, hak olmayan tavır
tekebbür: büyüklenme (bk. k-b-r)tekvînî: yaratmaya dâir (bk. k-v-n)
temasül: karşılıklı benzeyiş (bk. m-s̱-l)tenasüp: uygunluk, uyum (bk. n-s-b)
terakki: yükselme, ilerlemetesanüd: dayanışma (bk. s-n-d)
tezad: zıtlıkvaktâ: ne zaman, ne vakit
vesile-i hak: hakkın vesilesi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)yeis: ümitsizlik
zaaf-ı kalb: kalb zayıflığızulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)
âkıbet: netice, sonuçâkıbetü’l-müttakîn: takva sahiplerinin sonu (bk. v-ḳ-y)
üstad: hocaşeriat: İlâhî kanun (bk. ş-r-a)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 986

Kadınlar yuvalarından çıkıp beşeri yoldan çıkarmış; yuvalarına dönmeliHAŞİYE-1AŞİYE 1


اِذاَ تَاَنَّثَ الرِّجَالُ السُّفَهَاۤءُ بِالْهَوَسَاتِ اِذاً تَرَجَّلَ النِّسَاۤءُ النَّاشِزاَتُ بِالْوَقَاحَاتِ
blank.gif
1

Mimsiz medeniyet, taife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Şer’-i İslâm onları
Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayatı âilede. Temizlik ziynetleri.Haşmetleri hüsn-ü hulk, lütf-u cemâli ismet, hüsn-ü kemâli şefkat, eğlencesi evlâdı. Bunca esbab-ı ifsat, demir sebat kararıLâzımdır, tâ dayansın. Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe, riyâ ile rekabet, haset ile hodgâmlık depretir damarları.Yatmış olan hevesat birden bire uyanır. Taife-i nisâda serbestî inkişafı, sebep olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birden bire inkişafı.Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu suretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir. Hem müthiştir tesiri. HAŞİYE-2AŞİYE 2


Memnu heykel, suretler, ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riyâ, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır; celb eder o habis ervahları.

[NOT]
Haşiye-1
AŞİYE 1 Tesettür Risalesinin esasıdır. Yirmi sene sonra müellifinin mahkûmiyetine sebep gösteren bir mahkeme, kendini ve hâkimlerini ebedî mahkûm ve mahcup eylemiş.
Dipnot-1
Sefih erkekler hevesâtına uyarak kadınlaştığında; nâşize kadınlar da hayasızlıkla erkekleşir.
Haşiye-2
AŞİYE 2 Nasıl meyyite bir karıya nefsanî nazarla bakmak nefsin dehşetle alçaklığını gösterir. Öyle de, rahmete muhtaç bir biçare meyyitenin güzel tasvirine müştehiyâne bir nazarla bakmak, ruhun hissiyât-ı ulviyesini söndürür.[/NOT]



Tesettür Risalesi: örtünmeyle ilgili risale; Lem’alar adlı eserde yer almaktadır (Yirmi Dördüncü Lem’a) (bk. r-s-l)ahlâk-ı seyyie: kötü ahlâk (bk. ḫ-l-ḳ)
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)beşer: insanlık
biçare: çaresizcelb etmek: kendine çekmek
dehşet: korkunç, ürkütücüebedî: sonu olmayan sonsuz (bk. e-b-d)
ervah: ruhlar (bk. r-v-ḥ)esbab-ı ifsat: fesat çıkarıcı ve bozucu sebepler (bk. s-b-b)
habis: pis, kötühaset: kıskançlık
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothaşmet: heybet, görkem
hevesat: gelip geçici, nefsin hoşuna giden istek ve arzularhissiyât-ı ulviye: yüce duygular
hodgâmlık: bencillikhürmet: saygı (bk. ḥ-r-m)
hüsn-ü hulk: güzel ahlâk (bk. ḥ-s-n; ḫ-l-ḳ)hüsn-ü kemâl: güzel kemâl, olgunluk (bk. ḥ-s-n; k-m-l)
inkişaf: açığa çıkma, açılma (bk. k-ş-f)ismet: masumluk
lütf-u cemâl: hoş güzellik (bk. l-ṭ-f; c-m-l)mahkûm: hükümlü, tutuklu (bk. ḥ-k-m)
mahkûmiyet: hükümlülük, tutukluluk (bk. ḥ-k-m)mebzul: bolca bulunan
meclis-i ihvan: kardeşler meclisimemnu: yasaklanmış
metâ: malmeyyit: ölü, cenaze (bk. m-v-t)
meyyite: kadın cenazesi (bk. m-v-t)mimsiz medeniyet: “deniyet”, aşağılık medeniyet
müellif: yazarmüncemid: donmuş
mütebessim: tebessüm edenmütecessid: cesetleşmiş, ceset haline gelmiş
müştehiyâne: iştahlı bir şekildenazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nefsânî: nefsin hoşuna gider şekilde (bk. n-f-s)rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
riyâ: gösterişsebat: kararlılık, sabit olma
serbestî: serbestliksuret: resim, görüntü (bk. ṣ-v-r)
taife-i nisâ: kadınlar topluluğutasvir: resim, suret (bk. ṣ-v-r)
tesettür: örtünmetılsım: sihir, büyü; gizli ve esrarlı şeyler
ziynet: süs (bk. z-y-n)zulm-ü mütehaccir: taşlaşmış zulüm (bk. ẓ-l-m)
şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi (bk. ş-f-ḳ)şer’-i İslâm: İslâm şeriatı, Allah tarafından bildirilen, emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a; s-l-m)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 987

Tasarruf-u kudretin vüs’ati, vesâit ve muinleri reddeder

O Kadîr-i Zülcelâl, tasarruf-u kudreti, tevessü-ü tesiri noktasında oluyor şemsimiz zerre-misal.
Nev-i vâhidde olan tasarruf-u azîmi mesafesi vâsidir. İki zerre beyninde cazibeyi ele al,
Git de, tâ şemsüşşümus ve kehkeşan beynindeki cazibenin yanında koy.
Yükü bir kar tanesi bir melek, şemsi ele almış bir şems-misal meleğin yanına getir. İğne kadar bir balığı, balina balığı da yan yana bırak. O Kadîr-i Ezelî-i Zülcelâl
Tecellî-i vâsii, asgardan tâ ekbere itkan-ı mükemmeli birden tasavvura al. Cazibe ve nevâmis, vesâil-i pürseyyal
Gibi örfî emirler, tecellî-i kudrete, tasarruf-u hikmete birer isim olması; odur yalnız meâl.
Başka meâli olmaz. Beraber de bir düşün; bileceksin bizzarure ki, esbab-ı hakikî, vesâit-i zîmisal,
Muinler, hem şerikler birer emr-i bâtıldır, birer hayal-i muhal, o kudret nazarında. Hayat vücuda kemâl,
Makamı büyük, mühimdir. Buna binaen derim: Küremiz, âlemimiz neden mutî, musahhar olmasın, hayvan-misal?
O Sultan-ı Ezelînin bu tarz hayvan tuyûru kesretle münteşirdir şu meydan-ı fezada, muhteşem ve pürcemâl
Bostan-ı hilkatinde salmış da döndürüyor. Onlardaki nağamat, bunlardaki harekât, tesbihattır o akval,


Kadîr-i Ezelî-i Zülcelâl: varlığının başlangıcı olmayan sonsuz haşmet ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; e-z-l; ẕü; c-l-l)Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allah (bk. (bk. s-l-ṭ; e-z-l)akval: sözler
asgar: en küçükbeyninde: arasında
binaen: –dayanarakbizzarure: ister istemez, zorunlu olarak
bostan-ı hilkat: yaratılış bostanı, bahçesi (bk. ḫ-l-ḳ)cazibe: çekim gücü
ekber: en büyük (bk. k-b-r)emr-i bâtıl: gerçek olmayan, sahte emir ve iş
esbab-ı hakikî: gerçek sebepler (bk. s-b-b; ḥ-ḳ-ḳ)harekât: hareketler
hayal-i muhal: imkânsız hayal (bk. ḫ-y-l)hayvan-misal: hayvan gibi (bk. m-s̱-l)
itkan-ı mükemmel: mükemmel derecede sağlamlık (bk. k-m-l)kehkeşan: samanyolu
kemâl: olgunluk, mükemmellik (bk. k-m-l)kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
kudret: İlâhî güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)küre: dünya
meydan-ı feza: uzay boşluğumeâl: mânâ, anlam
muin: yardımcımusahhar: boyun eğen
mutî: itaat eden, emre uyanmünteşir: yayılmış olan
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)nağamat: nağmeler, güzel sesler
nev-i vâhid: tek bir tür (bk. v-ḥ-d)nevâmis: kanunlar (bk. n-m-s)
pürcemâl: güzelliklerle dolu (bk. c-m-l)tasarruf-u azîm: büyük tasarruf (bk. ṣ-r-f; a-ẓ-m)
tasarruf-u hikmet: hikmetle yapılan tasarruf, icraat (bk. ṣ-r-f; ḥ-k-m)tasarruf-u kudret: Allah’ın sonsuz kudretinin tasarrufu (bk. ṣ-r-f; ḳ-d-r)
tasavvur: düşünme, hayal etme (bk. ṣ-v-r)tecellî-i kudret: Allah’ın sonsuz kudretinin tecellîsi, yansıması (bk. c-l-y; ḳ-d-r)
tecellî-i vâsi: geniş tecellî, yansıma (bk. c-l-y)tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
tevessü-ü tesir: tesir sahasının genişlemesituyûr: kuşlar
vesâil-i pürseyyal: çok akışkan sebepler, vesilelervesâit: vasıtalar
vesâit-i zîmisal: misal sahibi vasıtalar; misalî araçlar (bk. ẕî; m-s̱-l)vâsi: geniş
vücud: varlık (bk. v-c-d)vüs’at: genişlik
zerre: atom, maddenin en küçük parçasızerre-misal: zerre, atom gibi (bk. m-s̱-l)
âlem: dünya (bk. a-l-m)şems: güneş
şems-misal: güneş gibi (bk. m-s̱-l)şemsüşşümus: güneşler güneşi
şerik: ortak

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 988

İbadettir o ahval, Kadîm-i Lemyezele, Hakîm-i Lâyezâle. Küremiz hayvana pek benziyor, âsâr-ı hayat gösteriyor. Eğer yumurta kadar küçülse, bilfarzımuhal,
Mini mini bir hayvan olması pek muhtemel. Yuvarlak bir huveyne, küre kadar büyüse, o da böyle olması pek karîb bir ihtimal.
Âlemimiz insan kadar küçülse, yıldızları zerreler suretine dönerse, bir zîşuur hayvana dönmesi caiz olur, akıl da bulur mecal.
Demek âlem erkânlarıyla birer âbid-i müsebbih, birer mutî musahhar Hâlık-ı Lemyezele, Kadîr-i Lâyezâle.
Kemmen büyük olması, keyfen büyük olması her vakit lâzım gelmez. Zira daha cezaletlidir saat-i hardal-misal,
Bir saatten ki, timsali Ayasofî kadardır. Bir sineğin hilkati hayretfezâdır filden, o mahlûk-u bîfasal.
Ger kalem-i kudretle bir cüz-ü fert üstüne esîrin cevahir-i ferdiyle yazılsa bir Kur’ân ki, sığar-ı sahife nisbeti bir kibr-i san’at-meâl,
Sahife-i semâda yıldızlarla yazılan bir Kur’ân-ı Kerîme, cezaletle müsâvi. Nakkâş-ı Ezelînin san’atı her tarafta pürcemâl ve pürkemâl.
Her tarafta böyledir. Derece-i kemâlde kalemdeki ittihad, tevhidi ilân eder bu kelâm-ı pür-meâl; iyi bir dikkate al.

• • •

Melâike bir ümmettir; şeriat-i fıtriye ile memurdur

Şeriat-i İlâhî ikidir. Hem iki sıfattan gelmiş iki insan muhatap, hem de mükellef olmuş. Sıfat-ı iradeden gelen şer’-i tekvînî,


Hakîm-i Lâyezâl: varlığının sonu olmayan, herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; lâ; z-v-l)Hâlık-ı Lemyezel: hiçbir zaman yok olmayan ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; z-v-l)
Kadîm-i Lemyezel: hiçbir zaman yok olmayan ve varlığının başlangıcı ve sonu bulunmayan Allah (bk. ḳ-d-m; z-v-l)Kadîr-i Lâyezâl: varlığının sonu olmayan ve sonsuz kudret sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; lâ; z-v-l)
Nakkaş-ı Ezelî: herşeyi zâtına has olarak nakış nakış işleyen, varlığının başlangıcı olmayan Allah (bk. n-ḳ-ş; e-z-l)ahval: haller, durumlar
bilfarzımuhal: olmayacak birşeyi olacakmış gibi düşünme, varsayımcevahir-i ferd: tek başına olan cevherler; atomlar, zerreler (bk. f-r-d)
cezâlet: güzel ve güçlü ifade (bk. c-z-l)cüz-ü fert: atom, en küçük parça (bk. c-z-e; f-r-d)
derece-i kemâl: mükemmellik derecesi (bk. k-m-l)erkân: rükünler, temel unsurlar (bk. r-k-n)
esir: bütün kâinatı kapladığına inanılan maddeger: eğer
hayretfezâ: hayret vericihilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)
huveyne: hayvancıkittihad: birleşme, birlik
kalem-i kudret: kudret kalemi (bk. ḳ-d-r)karîb: yakın
kelâm-ı pür-meâl: geniş mânâlı söz (bk. k-l-m)kemmen: sayıca, nicelik bakımından
keyfen: kıymetçe, nitelik bakımındankibr-i san’at-meâl: san’at açısından büyüklük (bk. k-b-r; ṣ-n-a)
küre: dünyamahlûk-u bîfasal: fırsat vermeyen yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mecal: güç, takatmelâik: melekler (bk. m-l-k)
musahhar: boyun eğenmutî: itaat eden, emre uyan
mükellef: yükümlümüsâvi: eşit, denk
nisbet: oran (bk. n-s-b)pürcemâl: güzelliklerle dolu (bk. c-m-l)
pürkemâl: mükemmelliklerle dolu (bk. k-m-l)saat-i hardal-misal: tohum küçüklüğünde olan saat (bk. m-s̱-l)
sahife-i semâ: gök sayfası (bk. s-m-v)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sıfat-ı irade: irade, dileme sıfatı (bk. v-ṣ-f; r-v-d)sığar-ı sahife: sayfanın küçüklüğü
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)timsal: suret, görüntü (bk. m-s̱-l)
zerre: atomzîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
âbid-i müsebbih: Allah’ı tesbih eden kul (bk. a-b-d; s-b-ḥ)âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
âsâr-ı hayat: hayat eserleri, belirtileri (bk. ḥ-y-y)ümmet: millet, topluluk
şeriat-ı fıtriye: Allah’ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların tabi olduğu kanunlar (bk. ş-r-a; f-ṭ-r)şeriat-ı İlâhî: Allah’ın koymuş olduğu kanun (bk. ş-r-a; e-l-h)
şer’-i tekvînî: Allah’ın kâinata koyduğu kanunlar, yaratılış şeriatı (bk. ş-r-a; k-v-n)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 989

İnsan-ı ekber olan âlemin ahvâlini, hem de harekâtını—ki ihtiyarî değil—tanzim eden şer’dir. O meşiet-i Rabbânî,Yanlış bir ıstılahla tabiat da denilir. Sıfat-ı kelâmından gelen şeriat ise, âlem-i asgar olan insanın ef’âliniKi ihtiyarî olmuş, tanzim eden şer’dir. İki şer’ bir yerde bazan eder içtima. Melâike-i İlâhî, bir ümmet-i azîme, hem bir cünd-ü Sübhânî,
blank.gif
1


Birinci şer’e olmuş hamele-i mümtesil,
blank.gif
2
amele-i mümessil. Hem onlardan bir kısmı ibâd-ı müsebbihtir.
blank.gif
3
Bir kısmı da müstağrak, Arşın mukarrebîni.
blank.gif
4


• • •

Madde rikkat peydâ ettikçe hayat şiddet peydâ eder

Hayat asıl, esastır; madde ona tâbidir, hem de onunla kaimdir. Bir hurdebinî huveyn havass-ı hamsesiyle insanın havassınıMuvazene edersen görürsün: İnsan ondan ne derece büyükse havassı o derece onunkinden aşağı. O huveyne işitir kardeşinin sesini,Hem de görür rızkını. Ger insan kadar büyüse, havassı hayretfezâ, hayatı şulefeşan, rüyeti de berk-âsâ bir nur-u âsümânî.İnsan, bir kitle-i mevattan bir zîhayat değildir. Belki de milyarlarla zîhayat hüceyrâtından mürekkep ve zîhayat bir hücre-i insanî.

اِنَّ اْلاِنْسَانَ كَصُورَةِ (يٰسۤ) كُتِبَتْ فِيهَا سُورَةُ (يٰسۤ) فَتَباَرَكَ اللهُ اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ
blank.gif
5



[NOT]Dipnot-1
bk. Enfal Sûresi, 8:9; Tevbe Sûresi, 9:26, 40; Neml Sûresi, 27:37; Ahzab Sûresi, 33:9.
Dipnot-2
bk. Müslim, Selâm 124; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 34; Ebû Davûd, Sünnet 18.
Dipnot-3
bk. Nahl Sûresi, 16:49; Zümer Sûresi, 39:75; Şûrâ Sûresi, 42:5.
Dipnot-4
bk. Nisa Sûresi, 4:172.
Dipnot-5
“Muhakkak ki insan, içinde Yâsin Sûresi yazılmış bir Yâsin kelimesinin çizimi gibidir. Yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde bulunan Allah’ın şanı ne yücedir!”[/NOT]



Arş: Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş)ahvâl: haller, durumlar
amele-i mümessil: temsilci işçiberk-âsâ: şimşek gibi
cünd-ü Sübhânî: her türlü kusur ve eksiklikten yüce olan Allah’ın bir ordusu (bk. ṣ-b-h)ef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l)
ger: eğerhamele-i mümtesil: aldığı emri yüklenip yerine getiren taşıyıcılar
harekât: hareketlerhavas: duygular
havass-ı hamse: beş duyguhayretfezâ: hayret verici, şaşırtıcı
hurdebinî: mikroskobikhuveyn: hayvancık
hüceyrât: hücrelerhücre-i insanî: insan hücresi
ibâd-ı müsebbih: Cenâb-ı Hakkı tesbih eden kullar (bk. a-b-d; s-b-ḥ)ihtiyarî: seçime, tercihe bırakılmış (bk. ḫ-y-r)
insan-ı ekber: en büyük insan (bk. k-b-r)içtima: toplânma, bir araya gelme (bk. c-m-a)
kaim: ayakta duran, var olan (bk. ḳ-v-m)kitle-i mevat: cansızlar, ölüler yığını (bk. m-v-t)
melâike-i İlâhî: Allah’ın melekleri (bk. m-l-k; e-l-h)meşiet-i Rabbânî: Allah’ın dilemesi, iradesi (bk. r-b-b)
mukarrebîn: Allah’a mânen yakın olan büyük meleklermuvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n)
mürekkep: oluşmuşmüstağrak: dalmış, kendinden geçmiş
nur-u âsümânî: semâvî nur, göksel ışık (bk. n-v-r)rikkat peydâ etmek: inceleşmek, incelmek
rüyet: görmesıfat-ı kelâm: konuşma sıfatı (bk. v-ṣ-f; k-l-m)
tabiat: kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratıp değiştirdiği iddia edilen güç, doğa, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tâbi: uyanzîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
âlem: kâinat, evren, yaratılmış herşey (bk. a-l-m)âlem-i asgar: küçük âlem (bk. a-l-m)
ümmet-i azîme: büyük millet, topluluk (bk. a-ẓ-m)ıstılah: kelimeye yüklenen özel anlam
şeriat: Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümler (bk. ş-r-a)şer’: şeriat (bk. ş-r-a)
şiddet peydâ etmek: şiddetlenmekşulefeşan: ışık saçan

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 990

Maddiyyunluk bir tâun-u mânevîdir

Maddiyyunluk bir tâun-u mânevî; beşere de tutturdu şu müthiş bir sıtmayı.HAŞİYE-1AŞİYE 1 Hem de âni çarptırdı bir gazab-ı İlâhî. Telkin, hem de taklit,
Tenkide kabiliyet-i tevessüü nisbeten, o tâun da ediyor tevessü ve intişar. Telkini fenden almış, medeniyetten taklit.
Hürriyet tenkit vermiş; gururundan dalâlet çıkmış.

• • •

Vücutta atâlet yok; işsiz adam, vücutta adem hesabına işler

En bedbaht, sıkıntılı, muztarip işsiz olan adamdır. Zira ki atâlet, vücut içinde adem, hayat içinde mevttir.
Sa’y ise, vücudun hayatı, hem hayatın yakazasıdır elbet.

• • •

Ribâ İslâma zarar-ı mutlaktır

Ribâ atâlet verir, şevk-i sa’yi söndürür. Ribânın kapıları, hem de onun kapları olan bu bankaların herDem nef’i ise, beşerin en fena kısmınadır. Onlar da gâvurlardır. Gâvurlardaki nef’i en fena kısmınadır; onlar da zalimler. HerDem zalimlerdeki nef’i en fena kısmınadır. Onlar da sefihlerdir. Âlem-i İslâma bir zarar-ı mutlaktır. Mutlak beşer herDem refahı nazar-ı şer’îde yoktur. Zira harbî bir gâvur hürmetsiz, ismetsizdir, demi hederdir. Her de...m.

• • •

Kur’ân, kendi kendini himaye edip hâkimiyetini idame eder HAŞİYE-2AŞİYE 2


Bir zâtı gördüm ki yeis ile müptelâ, bedbinlikle hasta idi. Dedi: Ulemâ azaldı, kemiyet keyfiyeti. Korkarız, dinimiz sönecek de bir zaman.
Dedim: Nasıl kâinat söndürülmezse, iman-ı İslâmî de sönemez. Öyle de, zeminin yüzünde çakılmış mismarlar hükmünde her an



[NOT]Haşiye-1
AŞİYE 1 Eski Harb-i Umumîye işaret eder.
Haşiye-2
AŞİYE 2 35 sene evvel yazılan bu makam, bu sene yazılmış tarzını gösteriyor. Demek Ramazan bereketiyle yazdırılmış bir nevi ihbar-ı gaybîdir.[/NOT]



Harb-i Umumî: Dünya Savaşıadem: yokluk
atâlet: tembellik, hareketsizlikbedbaht: talihsiz
bedbinlik: karamsarlıkbeşer: insanlık
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)dem: an, vakit
gavur: kâfir, inatçı, merhametsizgazab-ı İlâhî: Allah’ın gazabı (bk. e-l-h)
harbî: Müslüman olmayan, İslamî devletle de anlaşması bulunmayan bir devletin Müslüman olmayan mensubuhaşiye: dipnot, açıklayıcı not
heder: boş yere, faydasızhâkimiyet: egemenlik (bk. ḥ-k-m)
idame: devam ettirmeihbar-ı gaybî: gayb âleminden gelen haberler (bk. ğ-y-b)
iman-ı İslâmî: İslâmiyete iman (bk. e-m-n; s-l-m)intişar: yayılma
ismetsiz: masum olmayankabiliyet-i tevessü: genişleme, yayılma kabiliyeti
kemiyet: çoklukkeyfiyet: kalite, içerik, esas
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)maddiyyunluk: maddecilik, materyalizm
mevt: ölüm (bk. m-v-t)mismar: çivi
mutlak: kesin olarak, kayıtsız, şartsız (bk. ṭ-l-ḳ)muztarip: ızdırap çeken
müptelâ: bağımlı, tutulmuşnazar-ı şer’î: şeriata, dinin bakışına göre (bk. n-ẓ-r; ş-r-a)
nef’: yararnevi: tür, çeşit
riba: faizsa’y: çalışma
sefih: yasak zevk ve eğlencelere aşırı düşkün olantelkin: fikrini kabul ettirme, aşılama
tevessü: genişleme, yayılmatâun: salgın ve ölümcül hastalık
tâun-u mânevî: mânevî vebâ, salgın ve ölümcül hastalık (bk. a-n-y)ulemâ: âlimler (bk. a-l-m)
vücut: varlık (bk. v-c-d)yakaza: uyanıklık
yeis: ümitsizlikzarar-ı mutlak: kesin ve tam zarar (bk. ṭ-l-ḳ)
zemin: yerâlem-i İslâm: İslâm dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
şevk-i sa’y: çalışma şevki, isteği

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 991

Olan İslâmî şeâir, dinî minarat, İlâhî maâbid, şer’î maâlim itfâ olmazsa, İslâmiyet parlayacak an be an.
Herbir mâbed bir muallim olmuş, tab’ıyla tabâyie ders verir. Her maâlim dahi birer üstad olmuştur; onun lisan-ı hâli eder telkin-i dinî; hatasız, hem bînisyan.
Herbir şeâir bir hoca-i dânâdır; ruh-u İslâmı daim enzâra ders veriyor. Mürur‑u a’sâr ile sebeb-i istimrar-ı zaman.
Güya tecessüm etmiş envâr-ı İslâmiyet şeâiri içinde. Güya tasallüb etmiş zülâl-i İslâmiyet maâbidi içinde. Birer sütun-u iman.
Güya tecessüd etmiş ahkâm-ı İslâmiyet maâlimi içinde. Güya tahaccür etmiş erkân-ı İslâmiyet avâlimi içinde. Birer sütun-u elmas; onunla mürtabittir zemin ile âsüman.
Lâsiyyemâ, bu Kur’ân-ı Hatib-i Mu’cizbeyan, daima tekrar eder bir hutbe-i ezelî. Aktâr-ı İslâmîde kalmamış hiç de bir köy, hem dahi hiçbir mekân,
Nutkunu dinlemesin, tâlimi işitmesin.
blank.gif
1
اِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ sırrı ile hâfızlıktır pek de büyük bir rütbe. Tilâvet ise, ibadet-i ins ü cânn.
Onun içinde tâlim, hem müsellemâtı tezkir. Tekerrür-ü zamanla nazariyat kalb olur müsellemâta, hem döner bedihiyâta. İstemez daha beyan.
Zaruriyât-ı dinî, nazariyattan çıkıp zaruriyat olmuştur. Tezkir ise kâfidir, ihtar ise vâfidir. Şâfidir her dem Kur’ân,
İhtara, hem tezkire. Şu intibah-ı İslâm, hem içtimaî yakaza herbirine veriyor, umuma ait olan delâil ve hem mîzan.


[NOT]Dipnot-1
“Onu (Kur’ân’ı) koruyacak olan da Biziz.” Hicr Sûresi, 15:9.[/NOT]



Kur’ân-ı Hatib-i Mu’cizbeyan: insanlığa hitap eden açıklama ve ifadeleriyle mu’cize olan Kur’ân (bk. ḫ-ṭ-b; a-c-z)ahkâm-ı İslâmiyet: İslâmın hükümleri (bk. ḥ-k-m; s-l-m)
aktâr-ı İslâmî: İslâm âleminin dört bir yanı (bk. s-l-m)an be an: her an, sürekli
avâlim: âlemler (bk. a-l-m)bedihiyât: delil ve ispatı gerektirmeyecek ölçüde apaçık şeyler
beyan: açıklama (bk. b-y-n)bînisyan: unutmaksızın, unutmadan
delâil: deliller, işaretlerenvâr-ı İslâmiyet: İslâmiyet nurları (bk. n-v-r; s-l-m)
enzâr: nazarlar, dikkatli bakışlar (bk. n-ẓ-r)erkân-ı İslâmiyet: İslâmın şartları, esasları (bk. r-k-n; s-l-m)
hoca-i dânâ: bilen, bilgin hocahutbe-i ezelî: ezelden gelen hutbe (bk. ḫ-ṭ-b; e-z-l)
hâfız: Kur’ân’ı ezberleyen (bk. ḥ-f-ẓ)ibadet-i ins ü cânn: insanların ve cinlerin ibadeti (bk. a-b-d)
ihtar: hatırlatmaintibah-ı İslâm: İslâmın, Müslümanların uyanışı (bk. s-l-m)
itfâ: söndürmeiçtimaî: sosyal, toplumsal (bk. c-m-a)
kalb olmak: dönüşmeklisan-ı hâl: hal dili
lâsiyyemâ: bilhassa, özelliklemaâbid: mabetler, ibadet edilen yerler (bk. a-b-d)
meâlim: alametler, nişanlar, izler (bk. a-l-m)minarat: minareler
mizan: ölçü, terazi (bk. v-z-n)muallim: öğretmen (bk. a-l-m)
mâbed: ibadet edilen yer (bk. a-b-d)mürtabit: bağlı, bağlanmış
mürur-u a’sâr: asırların geçmesimüsellemât: sağlamlığında şüphe olmayan esaslar (bk. s-l-m)
nazariyat: teoriler, görüşler (bk. n-ẓ-r)nutk: konuşma
ruh-u İslâm: İslâmiyetin ruhu (bk. r-v-ḥ; s-l-m)sebeb-i istimrar-ı zaman: zamanın sürekliliğinin sebebi (bk. s-b-b)
sütun-u elmas: elmas sütun, direksütun-u iman: iman sütunu, direği (bk. e-m-n)
tabâyi: mizaçlar, tabiatlar (bk. ṭ-b-a)tab’: tabiat, karakter, doğallık (bk. ṭ-b-a)
tahaccür: taşlaşmıştasallüb: katılaşıp sağlamlaşma, sertleşme
tecessüd: ceset şekline girme, cesetleşmetecessüm: cisimleşme, maddî yapıya bürünme
tekerrür-ü zaman: zamanın tekrarlanmasıtelkin-i dinî: dine ait düşünceleri zihinlere aşılama
tezkir: hatırlatmatilâvet: okuma
tâlim: öğreti, emir (bk. a-l-m)umum: genel, herkes
vâfi: yeterliyakaza: uyanıklık
zaruriyât: kesin hükümlerzaruriyât-ı diniye: dince yapılması zorunlu olan ve hükmü açıkça belirtilen emirler
zülâl-i İslâmiyet: İslâmiyetin saf, temiz suyu (bk. s-l-m)âsâr: asırlar
âsüman: göküstad: hoca, öğretmen
şer’î: şeriatla ilgili, şeriata ait (bk. ş-r-a)şeâir: işaretler, İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler (bk. ş-a-r)
şâfi: şifa verici

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 992

Madem içtimaî hayat İslâmda başlamıştır. Herbirinin imanı kendine mahsus olan delile münhasıran değil, müstenid vicdan.
Belki cemaatin kalbinde gayr-ı mahdut esbaba dahi eder istinad
Hattâ câ-yı dikkattir: Bir mezheb-i zaifi, mürur ettikçe zaman,
İptali müşkül olur. Nerede kaldı ki İslâm, vahy ile fıtrat gibi iki metin esasa hem istinad etmiştir, hem bu kadar a’sarda nâfizâne hükümran.
Râsih esaslarıyla, bâhir eserleriyle, kürenin yarısıyla iltiham peydâ etmiş, bir ruh-u fıtrî olmuş. Nasıl küsufa girer? Küsuftan çıkmış el’an.
Fakat, maatteessüf, bazı zevzek kefere, safsatalı adamlar, şu kasr-ı âlînin metin esaslarına ilişir buldukça imkân.
Onları deprettirir. Esaslara ilişilmez, onlarla oynanılmaz. Sussun şimdi dinsizlik; iflâs etti o teres. Bestir tecrübe-i küfran ve yalan.
Bu âlem-i İslâmın âlem-i küfre karşı en ileri karakol, şu dârülfünun idi. Lâkayt ve gafletlikle hasm-ı tabiat-yılan,
Gediği açtı cephenin arkasında, dinsizlik hücum etti, millet epey sarsıldı. En ileri karakol, İslâmiyet ruhuyla tenevvür etmiş cinan,
En mütesallib olmalı. En müteyakkız olmalı. Yahut o dar olmamalı, İslâmı aldatmamalı. İmanın yeri kalbdir; dimağ ise oluyor mâkes-i nur-u iman.
Bazan da mücahiddir, bazan süpürgecidir. Dimağda vesveseler, hem pek çok ihtimaller kalb içine girmese, sarsılmaz iman, vicdan.
Yoksa bazıların zannınca iman dimağda olsa, ruh-u iman olan hakkalyakîne, ihtimâlât-ı kesire olur birer hasm-ı bîeman.
Kalb ile vicdan, mahall-i iman. Hads ile ilham, delil-i iman. Bir hiss-i sâdis, tarik-i iman. Fikir ile dimağ, bekçi-i iman.



a’sar: asırlarbekçi-i iman: iman bekçisi (bk. e-m-n)
bes: yeterbâhir: açık, âşikar
cemaat: topluluk (bk. c-m-a)cinan: cennetler, bahçeler (üniversiteler, mektepler, zikirhaneler vs.)
cinan-ı ulum: ilim cennetleri; tahkiki iman meclisleri, çeşitli ilimlerle uğraşılan yerlercâ-yı dikkat: dikkat çekici, ilginç
delil-i iman: imanın delili (bk. e-m-n)dimağ: beyin
dârülfünun: üniversiteel’an: şimdi
esbab: sebepler (bk. s-b-b)fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)
gaflet: dalgınlık, umursamazlık (bk. ğ-f-l)gayr-ı mahdut: sınırsız
hads: güçlü sezgi, seziş (bk. ḥ-d-s)hakkalyakîn: bizzat yaşanarak elde edilen kesinlik (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
hasm-ı bîeman: insafsız düşmanhasm-ı tabiat-yılan: yılan tabiatlı düşman (bk. ṭ-b-a)
hiss-i sâdis: altıncı hishükümran: hükmeden (bk. ḥ-k-m)
ihtimâlât-ı kesire: pek çok ihtimaller (bk. k-s̱-r)ilham: Allah tarafından kalbe gelen mânâ
iltiham peyda etmek: kaynaşmak, iç içe girmekistinad: dayanma (bk. s-n-d)
içtimaî: toplumsal, sosyal (bk. c-m-a)kasr-ı âlî: yüce, yüksek köşk
kefere: kâfirler, inkârcılar (bk. k-f-r)küre: dünya
küsuf: kararma, tutulma; karanlıkta bırakmalâkayt: duyarsız, ilgisiz
maattessüf: ne yazık kimahall-i iman: imanın yeri (bk. e-m-n)
mahsus: has, özelmetin: sağlam
mezheb-i zaif: zayıf mezhep, yol (bk. ẕ-h-b)mâkes-i nur-u iman: iman nurunun yansıdığı yer (bk. n-v-r; e-m-n)
mücahid: cihad eden (bk. c-h-d)münhasıran: sınırlı olarak
mürur etme: geçmemüstenid: dayanan, birşeye sırtını dayayan (bk. s-n-d)
mütesallib: dayanıklı, sağlamlaşmışmüteyakkız: uyanık, dikkatli, tetikte
müşkül: zornâfizâne: derinlere işler ve hükmü geçer bir şekilde
ruh-u fıtrî: doğal ruh, bir bedenin kendi ruhu gibi (bk. r-v-ḥ; f-ṭ-r)ruh-u iman: iman ruhu (bk. r-v-ḥ; e-m-n)
râsih: sağlam, yerleşmişsafsata: yalan, uydurma
tarik-i iman: iman yolu (bk. ṭ-r-ḳ; e-m-n)tecrübe-i küfran: inkârcılık tecrübesi (bk. k-f-r)
tenevvür: aydınlanma, nurlanma (bk. n-v-r)teres: alçak, kâfir
vahy: Allah tarafından gelen emir ve yasaklar (bk. v-ḥ-y)vesvese: şüphe, kuruntu
zevzek: gevezeâlem-i küfür: küfür, inançsızlık dünyası (bk. a-l-m; k-f-r)
âlem-i İslâm: İslâm dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 993

Tâlim-i nazariyattan ziyade, tezkir-i müsellemâta ihtiyaç var

Zaruriyât-ı dinî, müsellemât-ı şer’î, kulûblerde hâsıldır, ihtar ile huzuru, tezkir ile şuuru.Matlup da hâsıl olur. İbare-i ArabîHAŞİYE-1AŞİYE daha ulvî ediyor tezkiri, hem ihtarı.Onun için Cumada hutbe-i Arabiye, zaruriyâtı ihtar, müsellemâtı tezkir, maalkifâye olur onun tarz-ı tezkiri.Nazariyâtı tâlim onda maksud değildir. Hem İslâmın vahdânî simasında şu Arabî ibare bir nakş-ı vahdettir; kabul etmez teksiri.

• • •

Hadis der âyete: Sana yetişmek muhal


Hadis ile âyeti muvazene edersen, bilbedâhe görürsün: Beşerin en beliği, vahyin de mübelliği, o dahi bâliğ olmazBelâğat-i âyete. O da ona benzemez. Demek ki, lisan-ı Ahmedîden gelen herbir kelâm her dem onun olamaz.

• • •

Îcaz ile beyan i’câz-ı Kur’ân


Bir zaman rüyada gördüm ki, Ağrı Dağı altındayım. Birden o dağ patladı, dağ gibi taşları âleme dağıttı, sarstı cihanı.Füc’eten bir adam yanımda peydâ oldu. Dedi ki: Îcaz ile beyan et, icmal ile îcaz et bildiğin envâ-ı i’câz-ı Kur’ân’ı.Daha rüyada iken tabirini düşündüm. Dedim: Şuradaki infilâk, beşerde bir inkılâba misal. İnkılâpta ise elbet hüdâ-yı Furkanî


[NOT]Haşiye-1
AŞİYE On sene sonra gelen bir hadiseyi hissetmiş, mukabeleye çalışmış.[/NOT]



Arabî: Arapçabeliğ: belagâtçi, maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen (bk. b-l-ğ)
belâğat-i âyet: âyetin belâğati; düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söz söyleme (bk. b-l-ğ)beyan: açıklama (bk. b-y-n)
beşer: insanlarbilbedâhe: ap açık bir şekilde
bâliğ: ulaşandem: an, vakit
envâ-ı i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın çeşitli mu’cizelik özellikleri (bk. a-c-z)füc’eten: ansızın, birdenbire
hadîs: Peygamberimize ait söz, emir veya davranış (bk. ḥ-d-s̱)haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hutbe-i Arabiye: Arapça hutbe (bk. ḫ-ṭ-b)hâsıl: meydana gelme
hüdâ-yı Furkanî: hakkı batıldan ayıran Kur’ân’ın insanlara doğru yolu göstermesi (bk. h-d-y; f-r-ḳ)ibare-i Arabî: Arapça metin
icmal: özetleme, kısaca ifade etme (bk. c-m-l)ihtar: hatırlatma
infilâk: şiddetli patlamainkılâb: değişim, dönüşüm
i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cize oluşu ve olağanüstülüğü, bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakmasıkelâm: söz (bk. k-l-m)
kulûb: kalplerlisan-ı Ahmedî: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in dili (bk. ḥ-m-d)
maalkifâye: yeterli olmakla berabermaksud: kastedilen, hedeflenen (bk. ḳ-ṣ-d)
matlup: istenilen, talep edilen (bk. ṭ-l-b)misal: örnek (bk. m-s̱-l)
muhal: imkânsızmukabele: karşılık verme
muvazene: karşılaştırma, kıyaslama (bk. v-z-n)mübelliğ: tebliğ edici (bk. b-l-ğ)
müsellemât: dinin herkesçe kabul edilmiş esasları (bk. s-l-m)müsellemât-ı şer’î: dinin herkesçe kabul edilmiş esasları (bk. s-l-m; ş-r-a)
nakş-ı vahdet: birliği gösteren nakış, birlik nakşı (bk. n-ḳ-ş; v-ḥ-d)nazariyât: teoriler, doğruluğu ispat edilmemiş görüşler (bk. n-ẓ-r)
peydâ olma: meydana gelmetabir: açıklama, yorumlama (bk. a-b-r)
tarz-ı tezkir: hatırlatma şekliteksir: çoğaltma (bk. k-s̱-r)
tezkir: hatırlatmatezkir-i müsellemât: kesin esasları hatırlatma (bk. s-l-m)
tâlim: öğretme, eğitme (bk. a-l-m)tâlim-i nazariyat: teorik bilgileri öğretme (bk. a-l-m; n-ẓ-r)
ulvî: yüce, yüksekvahdânî sîma: birlik içindeki sîma, görünüş (bk. v-ḥ-d)
vahy: Allah tarafından peygambere bildirilen şeyler, Kur’ân (bk. v-ḥ-y)zaruriyât: dince yapılması zorunlu olan ve hükmü açıkça belirtilen emirler
zaruriyât-ı dinî: dince yapılması zorunlu olan ve hükmü açıkça belirtilen emirlerziyade: çok, fazla
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 994

Her tarafta yükselip hem de hâkim olacak. İ’câzının beyanı zamanı da gelecek. O sâile cevaben dedim:

İ’câz-ı Kur’ânîYedi menâbi-i külliyeden tecellî, hem yedi anâsırdan terekküp eder.


Birinci menba: Lâfzın fesâhatinden selâset-i lisanı, Nazmın cezaletinden, mânâ belâğatinden, mefhumların bedâatinden, mazmunların beraatinden, üslûpların garabetinden birden tevellüt eden bârika-i beyanı, Onlarla oldu mümteziç, mizac-ı i’câzında acip bir nakş-ı beyan, garip bir san’at‑ı lisanı. Tekrarı hiçbir zaman usandırmaz insanı.


İkinci unsur ise, umur-u kevniyede gaybî olan esasat, İlâhî hakaikten, gaybî olan esrardan, gaybî-yi âsümânî. Mazide kaybolan gaybî olan umurdan, müstakbelde müstetir kalmış olan ahvalden birden tazammun eden bir ilmü’l-guyub hızanı, Âlemü’l-guyub lisanı, şehadet âlemiyle konuşuyor erkânı, rumuz ile beyanı, hedef nev-i insanî, i’câzın bir lem’a-i nuranî.


Üçüncü menba ise, beş cihetle harika bir câmiiyet vardır: Lâfzında, mânâsında, ahkâmda, hem ilminde, makàsıdın mizanı.


Lâfzı tazammun eder pek vâsi ihtimâlât, hem vücuh-u kesire ki herbiri nazar-ı belâğat temüstahsen, Arabiyece sahih, sırr-ı teşrii lâyık görüyor anı.


Mânâsında meşârib-i evliya, ezvâk-ı ârifîni, mezâhib-i sâlikîn, turuk-u mütekellimîn, menâhic-i hükema, o i’câz-ı beyanı


ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)ahval: haller, durumlar
anâsır: unusurlarbedâat: benzersizlik, eşsiz güzellik, orijinallik (bk. b-d-a)
belâğat: düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söz söyleme (bk. b-l-ğ)beraat: üstünlük
beyan: açıklama, anlatım (bk. b-y-n)bârika-i beyan: parlak ifâde, açık anlatım (bk. b-y-n)
cezâlet: güzel ve güçlü ifade (bk. c-z-l)cihet: yön
câmiiyet: genişlik, kapsayıcılık (bk. c-m-a)erkân: esaslar, temel unsurlar (bk. r-k-n)
esasat: esaslar, prensipleresrar: sırlar
ezvâk-ı ârifîn: ârif kişilerin zevkleri (bk. a-r-f)fesâhat: sözün, mânâ ve ahenk itibariyle kusursuzluğu, dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması (bk. f-ṣ-ḥ)
garabet: gariplik, hayret vericilikgaybî: bilinmeyen, gayb âlemine ait (bk. ğ-y-b)
gaybî-yi âsümânî: gökyüzünden gelen, gayb âlemiyle ilgili olan (bk. ğ-y-b)hakaik: gerçekler, doğrular (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâkim: hükmeden, herşeyi hükmü altında tutan (bk. ḥ-k-m)hızan: hazine
ihtimâlât: ihtimallerilmü’l-guyub: bilinmeyene ve görünmeyene dair ilim (bk. a-l-m; ğ-y-b)
i’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük (bk. a-c-z)i’câz-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın mu’cize oluşu; Kur’ân’ın bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülüğü (bk. a-c-z)
i’câz-ı beyan: açıklama ve anlatımın mu’cize oluşu (bk. a-c-z; b-y-n)lem’a-i nuranî: nurlu parıltı (bk. n-v-r)
lisan: dillâfz: ifade, kelime
makàsıd: maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d)mazi: geçmiş
mazmun: mânâ, kavrammefhum: bir sözden çıkarılan mânâ
menba: kaynakmenâbi-i külliye: büyük kaynaklar (bk. k-l-l)
menâhic-i hükema: bilgin ve filozofların metodları (bk. ḥ-k-m)mezâhib-i sâlikîn: hak yolda yürüyenlerin mezhepleri, yolları (bk. ẓ-h-b)
meşârib-i evliya: velilerin meşrepleri, hizmet tarzları (bk. v-l-y)mizac-ı i’câz: mu’cizelik yapısı (bk. a-c-z)
mizan: ölçü, denge (bk. v-z-n)mümteziç: birleşik, karışık
müstahsen: güzel, beğenilen (bk. ḥ-s-n)müstakbel: gelecek
müstetir: gizli, örtülünakş-ı beyan: açıklama ve anlatım nakşı (bk. n-ḳ-ş; b-y-n)
nazar-ı belâğat: belağat ilmine göre (bk. n-ẓ-r; b-l-ğ)nazm: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
nev-i insanî: insan türü, insanlıkrumuz: ince işaretler
sahih: doğru, kusursuzsan’at-ı lisan: konuşma ve dil san’atı (bk. ṣ-n-a)
selâset-i lisan: dildeki açık, anlaşılır ve akıcı ifade şekli (bk. s-l-s)sâil: soru soran
sırr-ı teşri: şer’î kanunların sırrı (bk. ş-r-a)tazammun: içine alma
tecellî: yansıma (bk. c-l-y)terekküp: birleşme, bir araya gelme
tevellüt: doğma, meydana gelmeturuk-u mütekellimîn: kelâm âlimlerinin takip ettikleri yol (bk. ṭ-r-ḳ; k-l-m)
umur: işlerumur-u kevniye: kâinatla, oluşla ilgili İlâhî emirler, işler (bk. k-v-n)
vâsi: genişvücuh-u kesire: pekçok vecihler, yönler (bk. k-s̱-r)
âlemü’l-guyub: bilinmeyen ve görünmeyen âlem (bk. a-l-m; ğ-y-b)üslûp: ifade ve söyleşi tarzı
şehadet âlemi: görünen âlem (bk. ş-h-d; a-l-m)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 995

Birden ihata etmiş, hem de tazammun etmiş delâletinde vüs’at, mânâsında genişlik. Bu pencere ile baksan, görürsün, ne geniştir meydanı.

Ahkâmdaki istiab: Şu harika şeriat ondan olmuş istinbat. Saadet-i dâreynin bütündesâtirini, bütün esbab-ı emni,İçtimaî hayatın bütün revâbıtını, vesâil-i terbiye, hakaik-i ahvâli birden tazammunetmiş onun tarz-ı beyanı.

İlmindeki istiğrak: Hem ulûm-u kevniye, hem ulûm-u İlâhî, onda merâtib-i delâlât,rumuz ile işârat, sûreler surlarında cem’ etmiştir cinânı.

Makàsıd ve gayatta muvazenet, ıttırad, fıtrat desâtirine mutabakat, ittihad, tamammüraat etmiş, hıfz eylemiş mizanı.

İşte lâfzın ihatasında, mânânın vüs’atinde, hükmün istiâbında, ilmin istiğrakında,muvazene-i gayatta câmiiyet-i pürşânı!

Dördüncü unsur ise, her asrın derece-i fehmine, edebî rütbesine, hem her asırdakitabakata, derece-i istidat, rütbe-i kabiliyet nisbetinde ediyor bir ifaza-i nuranî.

Her asra, her asırdaki her tabakaya kapısı küşâde. Güya her demde, her yerde tazenâzil oluyor o kelâm-ı Rahmânî.İhtiyarlandıkça zaman, Kur’ân da gençleşiyor. Rumuzu hem tavazzuh eder, tabiat veesbabın perdesini de yırtar o hitab-ı Yezdânî.

Nur-u tevhidi, her dem her âyetten fışkırır. Şehadet perdesini gayb üstünde kaldırır.Ulviyet-i hitabı, dikkate davet eder o nazar-ı insanı,


ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)cem etme: toplama, bir araya getirme (bk. c-m-a)
cinân: cennetlercâmiiyet-i pürşân: çok ünlü, şanlı kapsayıcılık ve kapsamlılık (bk. c-m-a)
delâlet: delil olma, işaret etmedem: an, vakit
derece-i fehm: anlayış derecesiderece-i istidat: yetenek, kabiliyet derecesi (bk. a-d-d)
desâtir: düsturlar, prensipleresbab: sebepler (bk. s-b-b)
esbab-ı emn: emniyet ve güven sebepleri (bk. s-b-b; e-m-n)fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)
gayat: gayelergayb: bilinmeyen ve görünmeyen âlem (bk. ğ-y-b)
güya: sankihakaik-i ahvâl: hallerin gerçek mahiyetleri, içyüzleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hitab-ı Yezdânî: Allah’ın hitabı (bk. ḫ-ṭ-b)hıfz eylemek: saklamak, korumak (bk. ḥ-f-ẓ)
ifaza-i nuranî: nurlu, parlak feyizlendirme (bk. f-y-ḍ; n-v-r)ihata: kuşatma, kapsama
istiab: içine alma, kaplamaistinbat: bir söz veya bir işten gizli bir mânâ ve hüküm çıkarma, içtihad etme
istiğrak: derinlik, derine dalmaittihad: birleşme, birlik
içtimaî: toplumsal (bk. c-m-a)işârat: işaretler
kelâm-ı Rahmânî: sonsuz rahmet sahibi Allah’ın kelâmı (bk. k-l-m; r-ḥ-m)küşâde: açık
lâfz: ifade, kelimemakàsıd: maksatlar (bk. ḳ-ṣ-d)
merâtib-i delâlât: delillerin, işaretlerin mertebelerimizan: ölçü, denge (bk. v-z-n)
mutabakat: uygunlukmuvazene-i gayat: Kur’ân hedeflerinin kendi aralarında dengeli oluşu (bk. v-z-n)
muvazenet: denge, denklik (bk. v-z-n)müraat: gözetme, uyma
nazar-ı insan: insanın dikkati, bakışı (bk. n-ẓ-r)nisbet: ölçü, oran (bk. n-s-b)
nur-u tevhid: herşeyin bir olan Allah’a ait olduğuna inanmaktan kaynaklanan aydınlık (bk. n-v-r; v-ḥ-d)nâzil: inme (bk. n-z-l)
revâbıt: bağlarrumuz: remizler, işaretler
rütbe-i kabiliyet: kabiliyet rütbesi, derecesi (bk. a-d-d)saadet-i dâreyn: dünya ve âhiret mutluluğu
tabakat: tabakalar, derecelertabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tarz-ı beyan: açıklama ve anlatım şekli (bk. b-y-n)tavazzuh: aydınlanma, açıklığa kavuşma
tazammun: içine almaulviyet-i hitab: hitabın yüceliği (bk. ḫ-ṭ-b)
ulûm-u kevniye: kâinatla ilgili ilimler (bk. a-l-m; k-v-n)ulûm-u İlâhî: İlâhî ilimler (bk. a-l-m; e-l-h)
vesâil-i terbiye: terbiye vesileleri, araçları (bk. r-b-b)vüs’at: genişlik
ıttırad: düzenli olma, intizamlışehadet perdesi: görünen âlemin perdesi (bk. ş-h-d)
şeriat: Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 996

Ki o lisan-ı gaybdır; şehadet âlemiyle bizzat odur konuşur. Şu unsurdan bu çıkar: Harika tazeliği bir ihata-i ummânî.Te’nis-i ezhan için akl-ı beşere karşı İlâhî tenezzülât. Tenzilin üslûbunda tenevvüü,mûnisliğidir mahbub-u ins ü cânı.

Beşinci menba ise, nakil ve hikâyâtında, ihbar-ı sadıkada, esasî noktalardan hazırmüşahit gibi bir üslûb-u bedî-i pür-maânîNaklederek beşeri onunla ikaz eder. Menkulâtı şunlardır: İhbar-ı evvelîni, ahvâl-i âhirîni, esrar-ı Cehennem ve Cinânı,

Hakaik-i gaybiye, hem esrar-ı şehadet, serâir-i İlâhî, revâbıt-ı kevnîye dair hikâyâtıdırhikâyet-i ayânîKi ne vâki reddeylemiş, ne mantık tekzip etmiş. Mantık kabul etmezse, red de bile edemez. Semâvî kitapların ki matmah-ı cihanîİttifakî noktalarda musaddıkane nakleder. İhtilâfî yerlerinde musahhihâne bahseder. Böyle naklî umurlar bir ümmîden suduru harika-i zamanî.

Altıncı unsur ise: Mutazammın ve müessis olmuş din-i İslâma. İslâmiyet misline nemazi muktedirdir, ne müstakbel muktedir; araştırsan zaman ile mekânı.

Arzımızı senevî, yevmî dairesinde şu hayt-ı semâvîdir, tutmuş da döndürüyor. Küreye ağır basmış, hem dahi ona binmiş; bırakmıyor isyanı.
Yedinci menba ise, şu altı menbadan çıkan envâr-ı sitte, birden eder imtizaç. Ondan çıkar bir hüsün, bundan gelir bir hads, vasıta-i nuranî,

Şundan çıkan bir zevktir. Zevk-i i’caz bilinir; tabirine lisanımız yetişmez. Fikir dahikàsırdır; görünür de tutulmaz o nücum-u âsümânî.


ahvâl-i âhirîn: gelecekte yaşayacak olanların halleri (bk. e-ḫ-r)akl-ı beşer: insan aklı
beşer: insanlıkdin-i İslâm: İslâm dini (bk. s-l-m)
envâr-ı sitte: altı nur (bk. n-v-r)esasî: esasla ilgili
esrar-ı Cehennem ve Cinân: Cehennem ve Cennetin sırlarıesrar-ı şehadet: görünen âlemin sırları (bk. ş-h-d)
hads: güçlü sezgi, seziş (bk. ḥ-d-s̱)hakaik-i gaybiye: bilinmeyen ve görünmeyen âlemlere ait gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ğ-y-b)
harika-i zamanî: zamanın harikası, eşsiz olanıhayt-ı semâvî: gökten inen bağ (bk. s-m-v)
hikâyet-i ayânî: görür gibi hikâye etme, anlatmahikâyât: hikâyeler, olaylar
hüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)ihata-i ummânî: deniz gibi geniş bir şekilde kuşatma
ihbar-ı evvelîn: geçmişte yaşamış topluluklar hakkında haber vermeihbar-ı sadıka: doğru haber verme (bk. ṣ-d-ḳ)
ihtilâfî yerler: üzerinde görüş birliğine varılmayan yerlerimtizaç: kaynaşma, uyuşma
ittifakî noktalar: üzerinde görüş birliğine varılan noktalarkàsır: kısa
küre: dünyalisan: dil
lisan-ı gayb: bilinmeyen ve görünmeyen âlemin dili (bk. ğ-y-b)mahbub-u ins ü cân: cinlerin ve insanların sevgilisi (bk. ḥ-b-b)
matmah-ı cihanî: dünyanın beklediği ve çok arzuladığı şeymazi: geçmiş zaman
menba: kaynakmenkulât: nakledilen, aktarılan şeyler
misil: benzer (bk. m-s̱-l)muktedir: güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
musaddıkane: doğruluğunu onaylar bir şekilde (bk. ṣ-d-ḳ)musahhihâne: tashih eder, yanlışları düzeltir bir şekilde
mutazammın: içine alan, kapsayanmûnis: canayakın, dost
müessis: tesis edici, kurucumüstakbel: gelecek zaman
müşahit: gören, şahit olan (bk. ş-h-d)nakil: aktarma, anlatma
naklî: nakille ilgilinücum-u âsümânî: göklerdeki yıldızlar
revâbıt-ı kevnîye: kâinatla olan irtibatlar, bağlar (bk. k-v-n)semâvî: İlâhî, vahiyle gelen (bk. s-m-v)
senevî: yıllıkserâir-i İlâhî: İlâhî sırlar (bk. e-l-h)
sudur: çıkmatekzip: yalanlama
tenevvü: çeşitliliktenezzülât: eğilmeler, seviyeye inmeler (bk. n-z-l)
tenzil: indirme (bk. n-z-l)te’nis-i ezhan: zihinleri okşama, alıştırma
umur: emirlervasıta-i nuranî: nurlu, parlak vasıta (bk. n-v-r)
vâki: olmuş, meydana gelmişyevmî: günlük
zevk-i i’caz: mu’cizelik zevki (bk. a-c-z)âlem: dünya (bk. a-l-m)
ümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemişüslûb: ifade tarzı
üslûb-u bedî-i pür-maânî: çok mânâları bulunan güzel ifade tarzı (bk. b-d-a)şehadet âlemi: görünen âlem, dünya (bk. ş-h-d)

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 997

On üç asır müddette meylü’t-tehaddî varmış Kur’ân’ın a’dâsında. Şevk-i taklituyanmış Kur’ân’ın ahbabında. İşte i’câzın bir burhanı.

Şu iki meyl-i şedidle yazılmıştır, meydanda. Milyonlarla kütüb-ü Arabiye gelmiştir kütüphane-i vücuda. Onlar ile tenzili, düşerse bir mizanı,

Muvazene edilse, değil dânâ-i bîmüdânî, hattâ en âmi adam, göz kulakla diyecek: Bunlar ise insanî; şu ise âsümânî. Hem de hükmedecek: Şu bunlara benzemez, rütbesinde olamaz. Öyle ise yaumumdan aşağı—bu ise bilbedâhe malûm olmuş butlanı.

Öyle ise umumun fevkindedir. Mazmunları o kadar zamanda, kapı açık, beşere vakfedilmiş; kendine davet etmiş ervâhıyla ezhânı.

Beşer onda tasarruf, kendine de mal etmiş. Onun mazmunları ile yine Kur’ân’a karşı çıkmamış; hiçbir zaman çıkamaz, geçti zaman-ı imtihanı.

Sair kitaplara benzemez, onlara makîs olmaz. Zira yirmi sene zarfında müneccemen hâcetlere nisbeten nüzulü, müteferrik, mütekatı’, bir hikmet-i Rabbânî.

Esbab-ı nüzulü muhtelif, mütebayin. Bir maddede es’ile mütekerrir, mütefavit. Hâdisât-ı ahkâmı müteaddit, mütegayir. Muhtelif, mütefarık nüzulünün ezmânı.

Hâlât-ı telâkkisi mütenevvi, mütehalif. Aksâm-ı muhatabı müteaddit, mütebâid.Gayât-ı irşadında mütederriç, mütefavit. Şu esaslara müstenid binaî, hem beyanî,

Cevabî, hem hitabî. Bununla da beraber selâset ve selâmet, tenasüp ve tesanüd,kemâlini göstermiş. İşte onun şahidi: Fenn-i beyan ve maânî.

ahbab: dostlar, sevilenler (bk. ḥ-b-b)aksâm-ı muhatab: muhatapların kısımları (bk. ḫ-ṭ-b)
a’dâ: düşmanlarbeyanî: açıklanmış (bk. b-y-n)
beşer: insanlıkbilbedâhe: ap açık bir şekilde
binaî: bina edilmişburhan: güçlü delil
butlan: bâtıl oluşcevabî: cevaplanmış
dânâ-i bîmüdânî: eşsiz âlim, ilmi yüksek kişiervâh: ruhlar (bk. r-v-ḥ)
esbab-ı nüzul: inme sebepleri (bk. s-b-b; n-z-l)es’ile: sorular
ezhân: zihinlerezmân: zamanlar
fenn-i beyan ve maânî: beyan ve mânâ ilimleri; belâğat ilminin kısımları (bk. b-y-n; a-n-y)fevkinde: üstünde
gayât-ı irşad: doğru yolu gösterme gayeleri (bk. r-ş-d)hikmet-i Rabbâniye: Allah’ın hikmeti, gözettiği sebep ve gaye (bk. ḥ-k-m; r-b-b)
hitabî: hitap edilmiş, konuşulmuşhâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
hâdisât-ı ahkâm: hükümlere zemin oluşturan hadiseler (bk. ḥ-d-s̱; ḥ-k-m)hâlât-ı telâkki: anlayış, kabul ediş halleri
i’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük (bk. a-c-z)kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
kütüb-ü Arabiye: Arapça kitaplar (bk. k-t-b)kütüphane-i vücud: meydana getirilmiş kütüphane, oluşmuş kütüphane (bk. k-t-b; v-c-d)
makîs: kıyas, karşılaştırmamalûm: bilinen (bk. a-l-m)
mazmun: mânâ, kavrammeyl-i şedid: şiddetli meyil, arzu
meylü’t-tehaddî: karşı koyma meyli, eğilimimizan: ölçü, denge (bk. v-z-n)
muhtelif: çeşitlimuvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n)
müneccemen: bölüm bölüm, parça parçamüstenid: dayanan (bk. s-n-d)
müteaddit: birçok, çeşitlimütebayin: ayrı ayrı
mütebâid: birbirinden uzakmütederriç: derece derece
mütefarık: ayrı ayrı (bk. f-r-ḳ)mütefavit: çeşitli, farklı farklı
müteferrik: kısım kısımmütegayyir: değişken
mütehalif: birbirine uymayanmütekatı’: kesik kesik
mütekerrir: tekrar edenmütenevvi: çeşit çeşit
nisbeten: oranla, bağla (bk. n-s-b)nüzul: inme (bk. n-z-l)
sair: diğer, başkaselâmet: güven, esenlik (bk. s-l-m)
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)tasarruf: kullanma (bk. ṣ-r-f)
tenasüp: uygunluk (bk. n-s-b)tenzil: indirme (bk. n-z-l)
tesanüd: dayanışma (bk. s-n-d)umum: genel, bütün
vakfetmek: bağışlamakzaman-ı imtihan: imtihan zamanı
zarfında: içindeâmi: cahil, sıradan
âsümânî: göklere ait, vahiyle gelenşevk-i taklit: taklit arzusu

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Kur’ân’da bir hassa var; başka kelâmda yoktur. Bir kelâmı işitsen, asıl sahib-i kelâmı arkasında görürsün, ya içinde bulursun. Üslûp, âyine-i insanî.

Ey sâil-i misalî! Sen ki îcaz istedin; ben de işaret ettim. Eğer tafsil istersen, haddimin haricinde. Sinek seyretmez âsümânı.

Zira o kırk envâ-ı i’câzından yalnız bir tekini ki, cezalet-i nazmıdır, İşârâtü’l-İ’câz’da sıkışmadı tibyânı.Yüz sahife tefsirim ona kâfi gelmedi. Senin gibi ruhanî ilhamları ziyade; ben istiyorum senden tafsil ile beyanı.

• • •


Ulaşmaz dest-i edeb-i garb-ı hevesbâr-ı hevâkâr-ı dehâdâr
De’b-i edeb ebed-müddet Kur’ân-ı ziyâbâr-ı şifâkâr-ı hüdâdâr
blank.gif
1

Kâmilîn insanların zevk-i maâlîsini hoşnud eden bir hâlet, çocukça bir hevese,sefihçe bir tabiat sahibine hoş gelmez,

Onları eğlendirmez. Bu hikmete binaen, bir zevk-i süflî, sefih, hem nefsî veşehvânî içinde tam beslenmiş, zevk-i ruhîyi bilmez.

Avrupa’dan tereşşuh etmiş şu hazır edebiyat romanvâri nazarla, Kur’ân’da olanletâif-i ulviyet, mezâyâ-yı haşmeti göremez, hem tadamaz.

Kendindeki mihengi ona ayar edemez. Edebiyatta vardır üç meydan-ı cevelân; onlar içinde gezer, haricine çıkamaz. Ya aşkla hüsündür, ya hamâset ve şehâmet, ya tasvir-i hakikat. İşte yabanî edepse, hamâset noktasında hakperestliği etmez.

Belki zalim nev-i beşerin gaddarlıklarını alkışlamakla kuvvetperestlik hissini telkineder. Hüsün ve aşk noktasında, aşk-ı hakikî bilmez.

Şehvet-engiz bir zevki nefislere de zerk eder. Tasvir-i hakikat maddesinde, kâinata san’at-ı İlâhî suretinde bakmaz,

[NOT]Dipnot-1 Batının heva ve hevese dayalı dehasından kaynaklanan edebiyatı, Kur’ân’ın sonsuza kadar ışık ve şifa saçan hidayet verici ve saf edep olan edebiyatına ulaşmaz.



[/NOT]
Avrupa: (bk. bilgiler)aşk-ı hakikî: gerçek aşk (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)binaen: –dayanarak
cezâlet-i nazm: nazmındaki güzellik ve güçlülük (bk. c-z-l; n-ẓ-m)envâ-ı i’câz: mu’cizelik türleri, çeşitleri (bk. a-c-z)
hadd: yetkihakperest: hakkı üstün tutan, hak taraftarı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hamâset: cesurluk, kahramanlıkharic: dış
hassa: nitelik, özellikhikmet: sır, gaye (bk. ḥ-k-m)
hâlet: durum, halhüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n)
ilham: kalbe gelen mânâlarkamilîn: kemâl ve fazilet sahibi, mânevî yönden olgunluğa erişmiş kimseler (bk. k-m-l)
kelâm: ifade, söz (bk. k-l-m)kuvvetperest: kuvvete önem verme
letâif-i ulviyet: yüksek duygular (bk. l-ṭ-f)meydan-ı cevelân: hareket alanı
mezâyâ-yı haşmet: haşmetli meziyetler, özelliklermihenk: ölçü
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nefsî: nefisle ilgili (bk. n-f-s)nev-i beşer: insanlık
romanvâri: roman gibiruhanî: ruh âlemine ait (bk. r-v-ḥ)
sahib-i kelâm: sözün sahibi (bk. k-l-m)san’at-ı İlâhî: Allah’ın san’atı (bk. ṣ-n-a; e-l-h)
sefih: yasak zevk ve eğlencelere aşırı düşkün, beyinsiz, budalasuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sâil-i misalî: rüyada soru soran kişi (bk. m-s̱-l)tabiat: yaratılış, karakter, mizaç (bk. ṭ-b-a)
tafsil: ayrıntıtasvir-i hakikat: hakikatın tasviri, gerçeğin resmedilmesi (bk. ṣ-v-r; ḥ-ḳ-ḳ)
tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından izahı, yorumu (bk. f-s-r)telkin: zihinde yer ettirme, aşılama
tereşşuh etmek: sızmaktibyân: açıklama, anlatma (bk. b-y-n)
yabanî edep: yabancı edebiyatzerk etmek: aşılamak
zevk-i maâlî: yüce zevkzevk-i ruhî: ruha ait zevk (bk. r-v-ḥ)
zevk-i süflî: alçak, aşağılık zevkziyade: çok, fazla
âsümân: gökyüzüâyine-i insanî: insanın aynası
îcâz: az sözle çok mânâlar anlatma, özlü söz (bk. v-c-z)üslûp: ifade tarzı
şehvet-engiz: şehvet uyandıranşehvânî: şehvetle ilgili
şehâmet: akıl ve zekâ ile olan cesaretlilik

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 999

Bir sıbga-i Rahmânî suretinde göremez. Belki tabiat noktasında tutar, tasvirediyor; hem ondan da çıkamaz.

Onun için telkini aşk-ı tabiat olur. Maddeperestlik hissi, kalbe de yerleştirir; ondan ucuzca kendini kurtaramaz.

Yine ondan gelen, dalâletten neş’et eden ruhun ıztırâbâtına, o edepsizlenmiş edebmüsekkin, hem münevvim, hakikî faide vermez.

Tek bir ilâcı bulmuş, o da romanlarıymış. Kitap gibi bir hayy-ı meyyit, sinema gibi bir müteharrik emvat. Meyyit hayat veremez.

Hem tiyatro gibi tenasuhvâri, mazi denilen geniş kabrin hortlakları gibi şu üç neviromanlarıyla hiç de utanmaz.Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş, hem insanın yüzüne fâsık bir göz takmış, dünyaya bir âlüfte fistanını giydirmiş, hüsn-ü mücerred tanımaz.

Güneşi gösterirse, sarı saçlı güzel bir aktrisi kàrie ihtar eder. Zahiren der: “Sefahet fenadır, insanlara yakışmaz.”Netice-i muzırrayı gösterir. Halbuki sefahete öyle müşevvikane bir tasviri yapar ki, ağız suyu akıtır, akıl hâkim kalamaz.

İştihayı kabartır, hevesi tehyiç eder, his daha söz dinlemez. Kur’ân’daki edepsehevâyı karıştırmaz.Hakperestlik hissi, hüsn-ü mücerred aşkı, cemâlperestlik zevki, hakikatperestlikşevki verir. Hem de aldatmaz.Kâinata tabiat cihetinde bakmıyor. Belki bir san’at-ı İlâhî, bir sıbga-i Rahmânînoktasında bahseder; akılları şaşırtmaz.

Mârifet-i Sâniin nurunu telkin eder. Herşeyde âyetini gösterir. Her ikisi rikkatli birer hüzün de veriyor; fakat birbirine benzemez.

Avrupazâde edepse, fakdü’l-ahbaptan, sahipsizlikten neş’et eden gamlı bir hüznü veriyor; ulvî hüznü veremez.



Avrupazâde: Avrupa’dan doğmuş olan (bk. bilgiler – Avrupa)aşk-ı tabiat: tabiat aşkı (bk. ṭ-b-a)
beşer: insanlıkcemâlperestlik: güzelin güzelliğini anlamak, beğenmek (bk. c-m-l)
cihet: yöndalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
edeb: edebiyatemvat: ölüler (bk. m-v-t)
fakdü’l-ahbap: dostların olmayışı, yalnızlık (bk. ḥ-b-b)fistan: kadın elbisesi
fâsık: yoldan çıkmış, günahkârhakikatperestlik: hakikate taraftarlık, gerçeğin ve doğrunun tarafını tutmak (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakperestlik: hakka taraftarlık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayy-ı meyyit: canlı cenaze (bk. ḥ-y-y; m-v-t)heves: nefsin hoşuna giden gelip geçici istek ve arzular
hevâ: kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme (bk. h-v-y)his: duygu
hâkim: hükmeden (bk. ḥ-k-m)hüsn-ü mücerred: soyut güzellik (bk. ḥ-s-n)
ihtar etmek: hatırlatmakiştiha: iştah, fazla istek ve arzu
kari: okuyucukâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
maddeperestlik: maddeye tapmamarifet-i Sâni: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f; ṣ-n-a)
mazi: geçmişmeyyit: ölü (bk. m-v-t)
münevvim: uyutucu, uyuşturucumüsekkin: teskin edici, sakinleştirici (bk. s-k-n)
müteharrik: hareketlimüşevvikane: teşvik eder bir şekilde
netice-i muzırra: zararlı neticenevi: tür
neş’et: doğma, ortaya çıkmarikkat: şefkat, yumuşak yüreklilik
san’at-ı İlâhî: Allah’ın san’atı (bk. ṣ-n-a; e-l-h)sefahet: yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük, budalalık
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)sıbga-i Rahmânî: Rahmânî boya, san’at (bk. r-ḥ-m)
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)tasvir: anlatma, resmetme (bk. ṣ-v-r)
tehyiç: heyecanlandırma, harekete geçirmetelkin: zihinde yer ettirme, aşılama
tenasuhvâri: reenkarnasyonu anımsatır bir şekildeulvî: yüce, yüksek
zahiren: görünüşte (bk. ẓ-h-r)âlüfte: iffetsiz, düşkün kadın
âyet: delilızdırâbât: ızdıraplar, sıkıntılar

<tbody>
</tbody>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Lemeât - Sayfa 1000

Zira sağır tabiat, hem de bir kör kuvvetten mülhemâne aldığı bir hiss-i hüzn-ü gamdar. Âlemi bir vahşetzar tanır; başka çeşit göstermez.

O surette gösterir, hem de mahzunu tutar, sahipsiz de olarak yabanîler içinde koyar, hiçbir ümit bırakmaz.Kendine verdiği şu hiss-i heyecanla git gide ilhâda kadar gider, tâtile kadar yol verir. Dönmesi müşkül olur; belki daha dönemez.

Kur’ân’ın edebi ise, öyle bir hüznü verir ki, âşıkane hüzündür, yetimâne değildir.Firaku’l-ahbaptan gelir; fakdü’l-ahbaptan gelmez.

Kâinatta nazarı, kör tabiat yerine, şuurlu, hem rahmetli bir san’at-ı İlâhî onunmedar-ı bahsi. Tabiattan bahsetmez.Kör kuvvetin yerine, inâyetli, hikmetli bir kudret-i İlâhî ona medar-ı beyan. Onun için, kâinat vahşetzar suret giymez.

Belki muhatab-ı mahzunun nazarında oluyor bir cemiyet-i ahbap. Her taraftatecavüb, her cânibde tahabbüb; ona sıkıntı vermez.

Her köşede istînas, o cemiyet içinde mahzunu vaz’ ediyor bir hüzn-ü müştakane; bir hiss-i ulvî verir, gamlı bir hüznü vermez.

İkisi birer şevki de verir. O yabanî edebin verdiği bir şevk ile nefis düşer heyecana,heves olur münbasıt. Ruha ferah veremez.

Kur’ân’ın şevki ise, ruh düşer heyecana, şevk-i maâli verir. İşte bu sırra binaen,şeriat-i Ahmediye lehviyâtı istemez.

Bazı âlât-ı lehvi tahrim edip, bir kısmı helâl diye izin verip; demek hüzn-ü Kur’ânîveya şevk-i tenzilî veren âlet zarar vermez.

Eğer hüzn-ü yetimî veya şevk-i nefsanî verse, âlet haramdır. Değişir eşhasa göre; herkes birbirine benzemez.



binaen: –dayanarakcemiyet: dernek, topluluk (bk. c-m-a)
cemiyet-i ahbap: sevgililer topluluğu (bk. c-m-a; ḥ-b-b)cânib: taraf, yön
edep: edebiyateşhas: şahıslar
fakdü’l-ahbap: sevgililerin, dostların yok oluşu, onları kaybetme (bk. ḥ-b-b)firaku’l-ahbap: dostlardan ayrı düşme (bk. f-r-ḳ; ḥ-b-b)
haram: Allah ve resulü tarafından kesin olarak yasaklanmış şey (bk. ḥ-r-m)helâl: dinen yapılmasına izin verilmiş şey
heves: nefsin hoşuna giden gelip geçici istek ve arzularhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hiss-i heyecan: heyecan veren hishiss-i hüzn-ü gamdar: gam veren hüzün hissi
hiss-i ulvî: yüce, yüksek hishüzn-ü Kur’ânî: Kur’ân’a has hüzün
hüzn-ü müştakane: kavuşmanın gecikmesinden doğan hüzün, üzüntühüzn-ü yetimî: yetimce hüzün
ilhâd: dinsizlikinâyet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y)
istînas: yakınlık duyma, yakınlaşmakudret-i İlâhî: Allah’ın kudreti (bk. ḳ-d-r; e-l-h)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)lehviyât: dinen yasak olan oyun ve eğlenceler
mahzun: hüzünlümedar-ı bahs: bahis sebebi, söz konusu
medar-ı beyan: açıklama konusu (bk. b-y-n)muhatab-ı mahzun: hüzünlü muhatap (bk. ḫ-ṭ-b)
mülhemâne: ilham alarakmünbasıt: yayılan, genişleyen
müşkül: zornazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden güç (bk. n-f-s)san’at-ı İlâhî: Allah’ın san’atı (bk. ṣ-n-a; e-l-h)
suret: şekil, görüntü, biçim (bk. ṣ-v-r)tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tahabbüb: karşılıklı sevgi gösterme (bk. ḥ-b-b)tahrim etmek: haram kılmak, yasaklamak (bk. ḥ-r-m)
tecavüb: birbirine cevap verme (bk. c-v-b)tâtil: Allah’ı inkâr etme
vahşetzar: ürküntü ve yalnızlık veren yervaz’ etme: koyma, yerleştirme
yabanî: yabancıâlem: dünya (bk. a-l-m)
âlât-ı lehv: dinen yasak olan eğlencelerde kullanılan aletler, yasak eğlencelere mahsus çalgılarşeriat-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) getirdiği şeriat, İlâhî kanun ve hükümler (bk. ş-r-a; ḥ-m-d)
şevk: şiddetli arzu ve istekşevk-i maâli: yüce şeylere duyulan iştiyak ve arzu
şevk-i nefsanî: nefsin helâl olmayan arzularına karşı duyulan istek (bk. n-f-s)şevk-i tenzilî: Kur’ân’ın verdiği şevk, arzu (bk. n-z-l)
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)

<tbody>
</tbody>
 
Üst