KAZA VE KADER
1-Kelime Anlamları:
Kaza ve kader kelimelerinin anlamları üzerinde tam bir anlaşma yoktur.
İbrahim el-Bâcurî, [1] en az yedi anlam tesbit edip Kaza'nın yargılama, karar, verilen hüküm manalarına geldiğini bildiriyor.
İbn Hazm ise, semantik anlayışına bağlı kalarak Kadere, takdir, tahmin, tayin, ölçme anlamlarını verip görüşünü kuvvetlendirmek için Arap Dili'ne ve Kur'an'ın çeşitli âyetlerine başvuruyor. [2]
S. Şerif Cureânî, [3] Kader'i mümkinlerin birer birer yokluktan varlığa geçişi olarak tanımlıyor. Bu da Kaza'ya uygun olarak gerçekleşir. Kaza ezeldeki hükümdür, bütün mevcudatın Levh-i Mahfuzda bulunuş halidir. Kader ise şartların var oluşundan sonra bunların birer birer meydana gelişidir.Kaza ve Kader'in aldıkları anlam, Eş'arî ve Mâtüridî'lere göre fark [4]
a)E ş ' a r î' y e Göre Kaza ve Kaderin Anlamları:
Kaza, yaratma, yazma, farz kılma, hüküm verme, bir şeyin oluşundan haber verme anlamınadır. [5]
Eş'arî'ye göre Kaza, Allah'ın ezelî karar ve hükmü oluyor. O'nun yüce iradesine göre bütün varlıkları kuşatıyor. Allah'ın ilminde varlıkların durumları biliniyor. Bu ezelî hüküm, yani kaza varlığın akışı içinde gerçekleşir.
Kader ise, her şeye ait özel karardır, hükümdür. Varlıkların birer birer yokluktan varlığa gelmeleridir. Bu da ilm-i İlâhî'nin zaman içinde onların her birinin ölçü ve sınırını tesbit ederek onları teferruatıyla ortaya koymasıdır. [6]
b) Mâtüridî'ye Göre Kaza ve Kaderin Anlamları :
Mâtüridî ve ona mensup olanlar. Kaza ve Kader kelimelerine Eş'arî ve mensuplarının verdiği manaların tersini veriyorlar.
Kaza, varlıkların Allah tarafından hikmet ve kemâlle meydana getirilişidir.
Kader; Allah'ın ezelî olarak yaratıkların zararlı, çirkin, iyi ve gü2el niteliklerini bildiği ve tesbit ettiği ezelî takdir, hüküm ve tahdittir [7]
Sadeddin Teftazânî, Kaza ve kader kelimelerinin taşıdığı anlamları Mâtüridîlere uygun olarak Kur'an'dan Örnekler vererek açıklıyor. [8]
2 -Kaza Ve Kader Anlayışları
İlk Kaderiyeciler, Ma'bed el-Cuhenî (öl. 80/699) ve Gaylan ed-Dımışkî [öl. 99 veya 101/717 veya 719) dır. Ma'bed kader konusunda ilk konuşandır. Ondan bu fikri Gaylan almıştır. [9]
a) Mu'tezile'de Kaza ve Kader Anlayışı:
Mu'tezile, Allah'ın kaderini inkâr ediyor, ayrıca insanda kudret olduğunu ileri sürüp yaptıklarının faili ve sorumlusu olduğunu söylüyor. [10]
Mu'tezile, Allah'ın ancak iyiyi dilediğini, kötüyü irade etmediğini ileri sürüyor. Çünkü kötüyü dilemek bizzat kötülüktür. Allah'tan böyle bir şeyin sâdır olması düşünülemez. O halde Allah'ın iradesi zâtiyla kaim olmayıp hadistir. [11]
Mu'tezile bu konuda daha ileri giderek birtakım deliller ortaya koyuyor :
1. Allah kâfire, imana sahip olmasını emrediyor; oysa emir iradenin aynasıdır. Allah ancak dilediğini emreder. O halde Allah'ın kâfirin küfrünü dilemediği sonucunu çıkarmak gerekir,
2. İtaat fiilin ilâhî irade ile uyumudur. Eğer Allair kâfirin küfrünü isitiyorsa, kâfir küfrüyle Allah'a itaat ediyor demek gerekir. Bu ise akla aykırı ve saçmadır, küfrü gerektirir.
3. Allah'ın Kazasına, hükmüne yani fiilin önceden takdir edilişine rıza göstermek zorunludur, vaciptir. Eğer küfür bu kaza ile vazedilmişse, o zaman küfre rıza göstermenin vacip olduğunu söylemek gerekir. Halbuki bu tarz bir rıza veya kabul, bizzat küfür olur. [12]
Kaza; haber verme, bildirme; Kader, beyan anlamlarına gelir. Fakal kaza ve kader hiç bir zaman yaratma anlamına gelmez. Bu taktirde insanın kusur ve arzularına göre meydana gelen fiillerinin ve onların sorumluluğunun Allah'a isnad edilmesi gerekir ki, bu kabul edilmez. [13]
Mu'tezile'nin bu konudaki açık endişesinin insanın fiillerinde irade ve kudret sahibi olduğu prensibine halel getirmemek olduğu kendini belli ediyor. [14]
b) Eş'arî'de Kaza ve Kader Anlayışı:
Mu'tezilenin ileri sürdüğü delillere Eş'arî'nin verdiği cevaplar, onun meseleye bir başka açıdan baktığım gösteriyor.
Hakikatte Kaza ve Kader meselesinde Selefin fazla bir şey söylediğine şahit olmuyoruz. Zira onlar Kur'an-ı Kerim'in açık manasına bakıp daha ileri gitmek istemiyorlar, hele bu mevzuya dalmayı hiç düşünmüyorlar, bundan kaçınıyorlardı. Kur'an ne diyorsa onunla yetinmeyi kendilerine meslek ediniyorlardı. Onlar için önemli olan, neden, niçin, nasıl sorularına cevap aramadan Allah ve Rasûlünden gelen haberlere inanmaktı. [15]
Ebu'l-Hasen el-Eş'arî, Allah'ın kâfiri bırakışır», hızlânı insanda isyan etme gücünü yaratması olarak vasıflandırıyor. İsyanın yaratılışı olarak küfrü de Kazanın doğrudan bir hedefi kabul ediyor. Ona göre Allah hem şerrin, hem de hayrın yaratıcısıdır. İman Allah'ın bir nimetidir, lütfudur. Bu nimeti veren Allah'tan bunu verip vermemesi istenemez.
Allah bunu fazlından vermektedir. Kâfirlere imanla emretmektedir. Onlara iman gücü vermediğinde ise onları bırakmaktadır. Bu şekilde onları kendi hallerine terketmekte ama bununla birlikte onları imandan mahrum etmemektedir. Küfürde kalışları zorunlu olmayıp dilediklerinde her zaman iman edebilirler. [16]
Emir ile irade ayrı şeylerdir. İmamu'l-Haremeyn el-Cuveynî, bu konuya geniş yer ayırarak emir ile iradenin ayrı şeyler olduğunu belirtiyor. [17]
Mu'tezile'nin, Allah'ın Hz. İbrahim'in oğlunun kurban edilmesi konusunda sadece kurbana hazırlık dilediğini belirtmelerine karşılık [18] Eş'arî'-ler, bu iddiayı reddedip söz konusu olanın Hz. İbrahim'in aldığı oğlunu kurban etme emrinin yerine getirilmesi idî görüşünü ileri sürüyorlar. Böylece Mu'tezile'nin emir ile iradenin aynı olduğu şeklindeki birinci iddiası cevaplanmış oluyor.
İkinci Mu'tezile iddiası, taatin irade ile olan alakası idi. Buna karşı ileri sürülen delil şudur: İtaat, irade ile ilgili değildir. İtaatin alâkası emir iledir. Allah kâfirin küfrünü irade eder, diler. Onun küfrü Allah'ın iradesi dışında değildir. Ama bununla birlikte ona iman etmesini emreder. Bu konuda Ebu Leheb'in durumu örnek gösterilir. O iman etmek istemediği halde ona iman etmesi emredilmiştir.
Açıklanmak istenen, fiilin iradeden ayrı oluşudur. İrade ile muradın aynı olmayışlarıdır. Murad edilir, fakat gerçekleşmez, fiil haline gelmez. Küfür konusunda kâfir imana sahip olmak istemediği için Allah ona küfrü yaratmaktadır.
Mu'tezile'nin üçüncü iddiası; "Allah'ın Kazasına rıza göstermek vaciptir. Eğer küfür bu kaza ile vazedilmişse, küfre rıza göstermenin vâcib olacağını söylemek gerekir, oysa böyle bir rıza küfürdür" şeklindedir. [19]
Eş'arî'nin cevabı şöyledir. Küfür ve isyan, Allah tarafından hükmedilmiş ve takdir edilmiş olarak kabul edilmelidir ve gerçekte böyledir. Bu açıdan onlara rıza göstermek gerekir. Bu Allah'ın onları kendisinde yarattığı fail ile kesbin alâkası yönünden değildir. Zira kesbin zâtı veya aslî bir etkisi yoktur, o sadece fiilin faile isnadını sağlar.
Eş'arî, kısaca Kaza ve Kaderi kabul edip, buna rıza gösterilmesini İstiyor. [20]
c) Mâtüridî'de Kaza ve Kader Anlayışı:
Fahreddin er-Râzî, İbrahim Bâcurî'nin [21]verdikleri bilgiler Mâtüridî'-nin görüşlerini aksettirmektedir. Küfür İlâhî Kaza ile temasta oluştur. Biz İlâhî Kazaya rıza göstermeliyiz. Takdir edilmiş, meydana gelmiş olan şeye değil. Küfrün iki yönü vardır. O, bir yönüyle Allah'a nisbet edilir. Allah"'îrr?riikmetine binaen küfür, onun yaratmasıyladır. O mülkünde dilediğini yapar.
Küfür bir başka yönden insana nisbet edilir. O insanın kesb ve ihtiyarıyla ona sıfat olarak meydana gelir. [22]
Ayrıca Allah'ın kazasına rıza göstermek, bu sıfatın icabına rıza olarak anlaşılmalıdır. Bundan dolayı Allah'ın kazasına rıza, küfür değil taat olur. Çünkü zaman ve mekânda oluşuna, meydana gelene rıza gösterilmiş oluyor. [23]
Louis Gardet, Kaza ile Kader ve takdir edilen şey arasında ortaya konan bu farklı anlayışı Allah'ın ilmine bir isnad olarak kabul ediyor. Zira Mâtüridî, Kaza ve Kader meselesini Allah'ın ilim sıfatı ile izaha çalışıyordu. Kaza sadece irade sıfatından değil; Allah'ın ilim sıfatından da çıkar. Çünkü Allah'ın ilmi insanın ihtiyarına mütevakkıftır, dayanır. [24]
Mâtüridî, Kaza ve Kader meselesini Allah'ın ilim sıfatına bağlamakla bir yandan insanın hürriyetini kurtarıyor, diğer yandan bu ince ve nazik meseleye psikolojik bir istikamet vererek problemi çıkmaza sokmuyor. Çünkü Mâtüridî, Mu'tezile ve Eş'arî'den daha zeki idi. [25] Onun meseleye yaklaşımı, ilâhî yaratma İle insanî yapma arasında fark gözetme şeklide idi.
Bugün gayet iyi biliyoruz ki zaman ve mekân kavramları nisbîdir, izafîdir. Zaman, yer küremizin kendi ve güneşin etrafında dönmesiyle meydana gelir.
Cismin hareketine, mekânda yer değiştirmesine bağlıdır, maddidir, madde ise, bir bakıma enerjiden ibarettir ve zaman kavramının geçerliliği insan içindir. Mekân kavramı hususunda da aynı şeyi söylemek mümkündür.
Onun da geçerliliği yeryüzü insanı içindir. Her iki kavram, güneş sistemi dahilindeki insan yaşayışına tatbik edilir. Bu sistemin dışına çıkıldığında yeni zaman ve mekân kavramları bulmak gerekecek; ölçü birimleri tamamen değişecektir.
Meseleye bu açıdan bakıldığında Allah'ın katında zaman ve mekândan söz edilmez. O'nun katında, insan için sözkonusu olduğu gibi, zaman ve mekân birimleri yoktur. O, mutlak varlıktır. O halde Yüce Allah, dünü, bugünü, yarını aynı ölçü ve oranlarda bilir. O taktirde Allah'ın Kaza ve Kader meselesinde ve bu ana meseleye bağlı diğer insanın fiillerini ilgilendiren -insanın saîd ve şakî olacağı gibi- yan meselelerde Allah'ın mutlak ilminin insanı ve ona verilmiş hür iradeyi kuşatması tabii olur.
Allah'ın ilmi, İnsanı ve yapacağı işleri çepeçevre sarmış ve her yandan kuşatmıştır. İnsan Allah'ın ilminin dışında bir şey yapamaz. Gerçekte ilim bilinene tâbidir.
Vuku bulacak hâdiselerin önceden takdir edilmesi demek olan Kaderi ve o fiillerin anı geldiğinde vuku bulması, iş haline gelmesi demek olan Kazayı, Mâtüridî'nin bu şekilde ilim sıfatıyla izaha çalışması konuya esneklik getirmektedir. Bu yaklaşım tarzında sertlik ve katılığın yerini itidal almakta ve insanın hürriyetini kurtarma çabası özellikle kendini göstermektedir.
Bununla birlikte Mâtüridî okulunun Kur'an nassını bir kenara bıraktığı söylenemez. Bizzat Mâtüridî böyle bir anlayışı Kur'an'dan almakta, gerek Kitabu't-Tevhid'de ve gerekse "Te'vilât" adlı Kur'an tefsirinde buna ihtimam göstermektedir.[26]
*Kelam, Prof. dr. Şerafettin Gölcük,Doç Dr. Süleyman Toprak
Dipnotlar
[1] İ. Bâcurî, Haşiye, s. 66.
[2] İbn Hazm, el-Fasl, c. III, s.'31.
[3] Curcanî, Ta'rifât, s. 152.
[4] Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Doç. Dr.Süleyman Toprak, Kelam, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi: 236.
[5] Eş'arî, el-Luma', s. 46.
[6] Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Doç. Dr.Süleyman Toprak, Kelam, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi: 236-237.
[7] Şeyhzâde, a.g.e., s. 21.
[8] Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Doç. Dr.Süleyman Toprak, Kelam, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi: 237.
[9] Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Doç. Dr.Süleyman Toprak, Kelam, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi: 237.
[10] Aynı eser, aynı yer.
[11] Kadı Abdulcabbâr, el-Mugnî, c. VI, s. 137, 139, 140, 148, 220.
[12] L. Massignon, Fassion, s. 624.
[13] K. Abdulcâbbar, Şerh, s. 770. vd.
[14] Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Doç. Dr.Süleyman Toprak, Kelam, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi: 237-238.
[15] İbn el-Kayyim, Şifau'1-Alîl, s. 3.
[16] el-Eş'arî, el-îbâne, s. 64.
[17] el-Cuveynî, el-İrşâd, s". 37.
[18] Eadi Abdulcâbbar el-Muğnî, c. VI, s. 320 - 321.
[19] K. Abdulcebbâr, Şerh, s. 771 vd.
[20] Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Doç. Dr.Süleyman Toprak, Kelam, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi: 238-239.
[21] F. Razî, Muhassal, s. 145; İbrahim Bâcurî, Haşiye, s. I
[22] Kaza-Kader meselesini Ebu Mansur Mâtüridî, Kitabu't-Tevhid, s. 305 vd. da işliyor. Aliyyu'1-Kâri, Şerh, s. 41, Kahire, 1955.
[23] N. et-Tûsî, Telhîsu'l-Mulıassal, s. 145.
[24] Dr. M. Kasım, Menâhicu'I-EdiIIe Mk. s. 118.
[25] Dr. M. Kasım, Menâhicu'l-Edille Mukaddimesi, s. 116.
[26] Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük, Doç. Dr.Süleyman Toprak, Kelam, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi: 239-240.