İ'lem Eyyühel-Aziz!

*Ramazan*

Member
Mesnevi-i Nuriye'den

Kabir, âlem-i âhirete açılmış bir kapıdır. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azabdır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeğe iştiyakın yok mudur? Evet vakit yaklaştı. Dünya kazuratından temizlenmek üzere bir gusül lâzımdır. Yoksa onlar istikzar ile ikrah edeceklerdir.
Âlem-i âhiret: Ahiret alemi, öbür dünya.
İltihak: Katılma.
İştiyak: Şiddetli arzu ve istek.
Kazurat: Pislikler.
İstikzar: Çirkin, pis ve kötü görmek.

Eğer İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan'da hayattadır diye ziyaretine bir davet vuku' bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binaenaleyh İncil'de "Ahmed", Tevrat'ta "Ahyed" Kur'anda "Muhammed" ismiyle müsemma, iki cihanın güneşi, kabrin arka tarafında milyonlarca Farukî Ahmedler ile muhat olarak sâkindir. Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz? Geri kalmak hatadır.
İmam-ı Rabbanî: Ahmed-i Farukî. (Hi.971-1034) Nakşi tarikatının en büyük şeyhi ve 11. asrın müceddididir.
Binaenaleyh: Bundan dolayı.
Müsemma: İsimlendirilen, adlandırılan, isimlenen.
Muhat: Etrafı çevrilmiş, çevresi kuşatılmış.

Şu esasata dikkat lâzımdır:
Esasat: Esaslar, temeller.

1- Allah'a abd olana her şey müsahhardır. Olmayana her şey düşmandır.
Abd: Kul.
Müsahhar: Emir ve isteğe bağlı, emir dinler, isteneni yapmaya hazır.

2- Her şey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki, rahat edesin.

3- Mülk Allah'ındır. Sende emaneten duruyor. O emaneti ibka edip senin için muhafaza edecek. Sende kalırsa, meccanen zâil olur gider.
Emaneten: Emanet olarak.
İbka: Bakileştirme, süreklileştirme, devamlı olmasını sağlama.
Meccanen: Ücretsiz, parasız, karşılıksız.
Zâil: Geçen, geçici, tükenen, devam etmeyen.

4- Devam olmayan bir şeyde lezzet yoktur. Sen zâilsin. Dünya da zâildir. Halkın dünyası da zâildir. Kâinatın şu şekl-i hazırı da zâildir. Bunlar sâniye ve dakika ve saat ve gün gibi birbirini takiben zevale gidiyorlar.
Şekl-i hazır: Hazır şekil, şimdiki şekil, şu anki biçim.
Takiben: Takip ederek, izleyerek.
Zeval: Sona erme, son bulma.

5- Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.
Âhiret: Ölüm ve kıyamet ile gidilen ve Cennet-Cehennemin bulunduğu ebedî âlem.
Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
 

*Ramazan*

Member
Cam, su, hava, âlem-i misal, ruh, akıl, hayal, zaman vesaire gibi, tecelli-i timsal akislere mahal ve mazhar olan çok şeyler vardır. Maddiyat-ı kesifenin timsalleri hem münfasıl, hem ölü hükmündedirler. Çünki asıllarına gayr oldukları gibi, asıllarının hâsiyetlerinden de mahrumdurlar. Nuranîlerin timsalleri ise, asıllarıyla muttasıl ve asıllarının hâsiyetlerine mâlik ve asıllarına gayr değillerdir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak şemsin hararetini hayat, ziyasını şuur, ziyadaki renkleri duygu gibi yapmış olsa idi, senin elindeki âyinede temessül eden şemsin timsali seninle konuşacaktı. Çünki o, timsalinde oldukça harareti, ziyası, renkleri olurdu. Hararetiyle hayat bulurdu. Ziyasıyla şuurlu olurdu. Renkleri ile de duygulu olurdu. Böyle olduktan sonra, seninle konuşabilirdi. Bu sırra binaendir ki, Resul-i Ekrem (A.S.M.) kendisine okunan bütün salavat-ı şerifeye bir anda vâkıf olur.

Âlem-i misal: Bütün varlıkların ve olayların canlı fotoğraflarının alınıp kaydedildiği âlem.
Tecelli-i timsal: Benzerlerin ve örneklerin belli olup görünmesi, benzerlerinin ve örneklerinin belirip ortaya çıkışı.
Maddiyat-ı kesife: Kesif maddî şeyler, katı ve yoğun maddî varlıklar.
Münfasıl: Ayrılmış.
Muttasıl: Bitişik, yapışık, aralıksız.
Ziya: Işık.
Temessül: Yansıyarak görünür duruma gelme.
Salavat-ı şerife: Değerli ve mübarek salavat (rahmet duaları).
 

*Ramazan*

Member
Küre-i Arzı bir köy şekline sokan şu medeniyet-i sefihe ile gaflet perdesi pek kalınlaşmıştır. Ta'dili, büyük bir himmete muhtaçtır. Ve keza beşeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler açmıştır. Bunların kapatılması ancak Allah'ın lütfuna mazhar olanlara müyesser olur.

Küre-i Arz: Yer küre, dünya.
Medeniyet-i sefihe: Sefih medeniyet, zevk ve eğlence düşkünü medeniyet.
Ta'dil: Hafifletmek, yumuşatmak, normal hale getirmek.
Beşeriyet: İnsanlık.
Nâzır: Nezaret eden, bakan, gözeten, gören.
Menfez: Delik.
Müyesser: Nasip, kolay, kolayca elde edilen.
 

*Ramazan*

Member
Âfâkî malûmat, yani hariçten, uzaklardan alınan malûmat, evham ve vesveselerden hâlî olamıyor. Amma bizzât vicdanî bir şuura mahal olan enfüsî ve dâhilî malûmat ise, evham ve ihtimallerden temizdir. Binaenaleyh merkezden muhite, dâhilden harice bakmak lâzımdır.

Âfâkî: Dıştaki varlıklarla ilgili, kâinat ve içindekilerle ilgili.
Malûmat: Bilinenler, bilgiler.
Hâlî: Boş, ıssız, tenha.
Mahal: Yer.
Enfüsî: İnsanın manevi yapısıyla ilgili,.
Binaenaleyh: Bundan dolayı.
Muhit: İhata eden, kuşatan, çevreleyen.


İ'lem Eyyühel-Aziz!
Aklın pek garib bir hali vardır. Öyle bir yed-i tûlâ sahibidir ki, bazan kâinatı ihata etmekle kucağına alıyor. Bazan daire-i imkândan çıkar, en yüksek dairelere müdahaleye çalışır. Bazan da bir katre suda boğulur, bir zerre içinde yok olur, bir kılda kaybolur. Maahâza hangi şeyde fena ve kaybolursa, bütün varlığı o şeye münhasır olduğunu bilir. Ve hangi bir noktaya girse, bütün âlemi beraberce götürmek isteğindedir.


Yed-i tûlâ: Uzun el (uzun ve geniş ilgi alanı).
İhata: Kuşatma, içine alma.
Daire-i imkân: İmkan dairesi.
Katre: Damla.
Maahâza: Bununla beraber, bununla birlikte.
Münhasır: Mahsus, sınırlı, ait.
 

*Ramazan*

Member
Bir şeyin sâni'i, o şeyin içinde olursa, aralarında tam bir münasebet lâzımdır. Ve masnuatın adedince sâni'lerin çoğalması lâzımdır. Bu ise muhaldir. Öyle ise sâni', masnu içinde olamaz. Meselâ: Matbaa ile teksir edilen bir kitab, yine bir adamın kalemiyle yazılıyor. O kitabın nakışları, harfleri; kendisinden sünbüllenmez. Kâtib de o kitabet san'atı içinde değildir. Ve illâ, intizamdan çıkar. Öyle ise, masnuun nakışları kendisinden değildir. Ancak, kudret kalemiyle kaderin takdiri üzerine yazılıyor.


Sani': Sanatkar yaratıcı.
Masnuat: Sanatlı eserler, sanatlı yaratılmış varlıklar.
Muhal: İmkansız.
Masnu: Sanatlı yaratılmış varlık, sanat eseri.
 
Üst