Gençlik rehberi 7- Sorulan bir suale cevap

müdavim

Üye Sorumlusu
RİSALE-İ NUR TALEBELERİ TARAFINDAN

Sorulan bir suale cevap


«Âlem-i İslâm'ın mukadderatiyle ciddî alâkadar olan bu Cihan Harbinin dehşetli zamanlarında, iki sene -şimdi on sene kadar oldu- ne bizden ve ne de hergün hizmetinde bulunan Emin'den bir defacık olsun sormadınız, ehemmiyet vermediniz. Acaba bu büyük hâdiseden daha büyük diğer bir hakikat mı hükmediyor ki, bunu ehemmiyetten ıskat ediyor? Yahut onun ile meşgul olmanın bir zararı mı var?» diye üstadımızdan sorduk. O da «Elcevap» diyor ki:

Evet, bu Cihan Harbinden daha büyük bir hakikat, daha azîm bir hâdise hükmettiği için, Cihan Harbi ona nisbeten çok ehemmiyetsiz düşüyor. Çünki, bu Cihan Harbinde iki hükûmet, Küre-i Arzın hâkimiyeti için mürâfaa ve muhakeme dâvasında bulunmaları içinde; iki muazzam dinin musâlâha ve sulh mahkemesine barışmak dâvaları açılarak ve dinsizliğin deh-


sh:» (G: 33)


şetli cereyanı da, semavî dinler ile mücadele-i azîmesi başladığı hengâmda; nev-i beşerin «sosyalist» tabakası ile «burjuvalar» tâifesinin Mahkeme-i Kübralarında açılan büyük dâvalarından çok mühim öyle bir dâva açılmış ve öyle muazzam bir hakikat meydana çıkmış ki: O dâvanın tek bir adama isabet eden mikdarı, bu Cihan Harbinden daha büyüktür. İşte o dâva da budur ki:

Şu zamanda her mü'min için, belki herkes için küre-i arz kadar bir bâkî tarla ve o tarla baştan başa bahçeler ve kasırlarla müzeyyen ebedî bir mülk almak; ve o mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvası açılmış. Demek, her birtek adamın başına öyle bir dâva açılmış ki: Eğer İngiliz ve Alman kadar serveti ve kuvveti olsa ve aklı da varsa, yalnız o dâvayı kazanmak için bütününü sarfedecek. Elbette o dâvayı kazanmadan evvel başka şeylere ehemmiyet veren dîvânedir. Hattâ o dâva, o derece tehlikeye düşmüş ki: -Bir ehl-i keşfin müşahedesiyle- bir yerde ecel elinden terhis tezkeresi alan kırk adamdan, bir adam kazanabilmiş. Otuzdokuzu kaybetmiş.


İşte, bu ehemmiyetli azim dâvayı kazandıracak ve yirmi senedir tecrübelerle, onda sekizine o dâvayı kazandıran bir dâva vekili bulunsa.. elbette aklı başında her adam, o dâvayı ka-


sh:» (G: 34)

zandıracak öyle bir dâva vekilini vazifeye sevk edecek bir hizmete, her hâdisenin fevkinde ehemmiyet vermeğe mükelleftir.

İşte o dâva vekilinin birisi, belki birincisi Kur'ân-ı Mu'ciz-ül-Beyan'ın i'cazı mânevîsinden süzülen ve çıkan ve tevellüd eden Risale-i Nur olduğuna, (binler) onunla o dâvayı kazananlar şâhiddir.

Evet, bu küre-i arza me'muriyetle gönderilen her insan, burada misafir ve fâni olduğu; ve mahiyeti, bir hayat-ı bâkiyeye müteveccih bulunduğu kat'iyyen tahakkuk etmiştir. O herbir insan, bu zamanda hayat-ı ebediyyesini kurtaracak olan istinad kaleleri sarsıldığından; bu dünyasını ve içindeki bütün alâkadar ahbabını ebedî terketmekle beraber, bu dünyadan binler derece daha mükemmel bâkî bir mülkü de kaybetmek veya kazanmak dâvası başına açılmış. Eğer îman vesikası olmazsa ve berâtı ve senedi olan itikadı, sağlam bir sûrette elde etmezse, o dâvayı kaybeder. Acaba bu kaybettiği şeyin yerini hangi şey doldurabilir?..

İşte, bu hakikata binaen, benim ve kardeşlerimin her birimizin yüz derece aklımız ve fikrimiz ziyadeleşse de, bu muazzam vazife-i kudsiyesinin hizmetine ancak kâfi gelebilir. Sâir mesâile bakmak, bize fuzulî ve malâyani olur. Yalnız bu kadar var ki: Risâle-i Nur şakirtleri-


sh:» (G: 35)

nin bir kısmı öteki dâvalar içinde bulunduğu; ve lüzumsuz, sebepsiz bazen bize akılsızların tecavüzleri ve taarruzları zamanlarında -zaruret derecesinde- istemiyerek bakmışız (*).

Hem de bu hakikî ve pek büyük dâva haricindeki dâvalara ve boğuşmalara alâkadarâne fikren, kalben karışmak zararlıdır. Çünki, böyle geniş siyasî ve heyecan veren dairelere dikkat eden ve onlarla meşgul olan bir adam, kısa bir daire içinde vazifedar olduğu, ehemmiyetli hizmetlerden geri kalır veya şevki kırılır. Hem de, o geniş cazibedar siyaset ve boğuşma dairelerine dikkat eden, bazan kapılır. Vazifesini yapamadığı gibi, selâmet-i kalbini ve hüsn-ü niyetini ve istikamet-i fikrini ve hizmetteki ihlâsını kaybetmese de, o ittiham altında kalabilir. Hattâ bu noktada bana mahkemede hücum ettikleri zaman, dedim:

«Güneş gibi hakikat-i îmaniye ve Kur'aniye, yerdeki muvakkat ışıkların cazibesine tabi ve âlet olmadığı gibi; o hakikati cidden tanıyan, değil küre-i arzdaki hâdisata belki kâinata da âlet edemez» diye onları susturdum.

İşte, üstadımızın cevabı bitti.
Biz de, bütün kuvvetimizle tasdik ettik.

Risale-i Nur şakirtleri
___________________
(*) Mahkemedeki müdâfaatına işarettir.

sh: » (G: 36)
 
Üst