ABDULLAH4
Forum Yöneticisi
Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken
İstemem nakl-i cenâzemde çeleng-ü âhenk
Debdebeyle gidilir sâha değildir makber
Orası medhalidir bârigeh-i Mevlâ'nın
Kapısından içeri aczile girmek ister.
Tâhir el-Mevlevî
Giriş:
Her doğan ölmeye namzettir; aradaki fark dünya müsafirhanesinde ikamet müddetinin azlık veya çokluğundandır. Bu değişmez ve istisnâ tanımaz kanun karşısında insanoğlu, anlayış ve inancına göre vaziyet almış, çeşitli davranışlarda bulunmuş ve âdetlere tâbi olmuştur. Başı bulutlara yükselen ehramlar, mezarlarda insan ölülerine ait kemiklerin yanında çıkan at, silâh ve para kalıntıları; Ganj Nehri kenarında genizleri tıkayan dumanlar ve ölü vücutların yanmasından intişar eden kokular hep mezkûr inanç ve âdetlerin birer tezahürüdür.
Hak ve bâtıl bütün dinler insanın menşe' ve âkıbeti üzerinde durmuş, hitabettikleri cemiyetin medenî ve fikrî seviyesine uygun açıklamalar yapmış, inançlar getirmişlerdir. Bilindiği üzere İslâm imanının altı temelinden biri de öldükten sonra dirilmeye ve âhirete inanmaktır. Buna göre insanlar vefat edip defnedilince önce kabirde sorguya çekilecek, dünya hayatındaki iman ve amellerine göre cevap verecek ve kıyâmetin kopmasına, yeniden dirilişe kadar, berzah âleminde kalacak, burada da yaptıklarına göre muamele göreceklerdir; berzah hayatı da ya cennetten bir köşede veya cehennemden bir çukurda geçecektir. Arkadan kıyâmet, haşir, muhâsebe, mizan, sırat cehennem, cennet...
Ana hatlarıyla ve çok kısa bir şekilde arzettiğimiz bu inanç manzûmesi içinde müslümanların ölüm karşısındaki duygu ve düşünceleri, geride kalanların önce gidenler için yaptıkları ve yapmaları gereken hususlar bu yazımızın mevzûunu teşkil edecektir.
I. Hastalık ve tedavi:
Umûmiyetle ölümden önce bir hastalık bahis mevzûudur. İslâm'ın, korunmasını titizlikle istediği beş esastan birisi de hayat ve sıhhattir. Bu sebepledir ki İslâm'da intihar büyük günahlar arasında yer almıştır. Sıhhati korumak insanın vazifesi olduğu gibi hastalandığı takdirde sabretmek, bunu hayırlı telâkki etmek, Allah'a ve onun kullarına şikâyetini edep içinde yapmak ve her imkâna başvurarak hastalığın tedavisine çalışmak da onun önemli vazifeleri cümlesindendir. Bu vazifelere ışık tutan naslar vardır:
1. "Müslümana hiçbir zahmet, hastalık, keder ve eziyet isâbet etmez ki -hattâ ona batan diken için bile- Allah bunları onun günahlarına keffâret kılmasın."60
2. "Şu iman ehlinin işine şaşmamak mümkün değil; bütün işleri hayırlı - bu da yalnız mü'mine mahsustur-, başına sevinecek bir iş gelse şükreder ve hakkında hayır olur; başına bir zarar gelse sabreder bu da onun için hayır olur."61
3. Hz. Peygamber (sav) Hz. Âişe, Esmâ gibi yakınlarına hastalık ve acılarını ifâde etmiş meselâ "of başım ağrıyor!" demişlerdir. Ancak bu şikâyetleri yaparken, Allah'a karşı kulluk edebini titizlikle korumuşlardır.62
4. "Kul hastalandığı veya yolculuk yaptığı sırada tıpkı sıhhatli ve mukîm iken yaptığı ibâdetlerin sevabını alır."63
5. Şuradan buradan gelen bedevîler
Hz. Peygamber'e (sav) sordular:
-Ya Rasûlullâh tedâviye başvuralım mı?
Şöyle buyurdu:
-Tedavi olunuz; çünkü Allah her hastalık için bir de ilâç ve tedavi yaratmıştır; bundan bir dert müstesnadır, ihtiyarlık."64
Hz. Peygamber (sav) hastalıkların tedavisini emrettiği gibi bizzat -günün şart ve imkânları içinde- tedâvi olmuştur. Maddî tedâvi ve ilaç ile beraber manevî tedâviye de müracaat etmiş, bunun için duâ ve âyetler okumuş ve okuyanları tasvib eylemiştir. Ancak burada hatırlanması gereken önemli hususlar vardır:
a) Rasûl-i Ekrem (sav) okunan duâların anlaşılır olmasını, şifâ dileyen ifâdeler taşımasını istemiş; âyetlerin tahrif edilmesini, mânâsı olmayan birtakım ifadelerin kullanılmasını menetmiştir.
b) Nazarlık, boncuk vb. takılmasını yasaklamış, bunu yapanları şiddetle kınamıştır.
c) Âyet ve duâların yazılarak taşınmasına gelince:
Abdullah b. Amr'ın rivâyetine göre Hz. Peygamber (sav) uykuda korkanlar için şu duâyı okumalarını tavsiye buyurmuşlardır:
"Aûzü bi-kelimâtillahi't-tâmmeti min ğadabihî ve ikaabihî ve şerri-ibâdihî min hemezâti'ş-şeyâtîn ve en yahdurûn."
Râvi Abdullah b. Amr bu duâyı aklı eren çocuklarına öğretir, aklı ermeyenler için de yazıp boyunlarına asardı.
Din bilginlerinden bir kısmı bu meyanda Hz. Âişe, Mâlik, Ahmed b. Hanbel ve şâfiîlerin birçoğu yukardaki rivâyeti gözönüne, alarak bunun câiz olduğunu söylemişlerdir.
İbn Abbâs, İbn Mes'ûd, Hanefîler ve bazı şâfiîler de nazarlık vb. taşınmaması hakkındaki rivâyetlere bakarak âyet ve duâların da yazılıp taşınmasının câiz olmadığı görüşünü benimsemişlerdir.65
Muskacılığın bir meslek haline gelmemesi, dinin ve dinî duyguların hasis menfaatlere âlet edilmemesi bakımından ikinci görüş dikkat çekicidir. Çocuklara ve okuma bilmeyenlere bilenler, bir menfaat beklemeden okumalıdırlar. Okuyacak bulunmazsa yazma yoluna başvurulur.
Tıbbî tedâvi yanında telkin ve duâ ile tedâvi usulü, aradan ondört asır geçtikten sonra, müsbet ilmin de dikkatini çekmiş, Avrupa ve Amerika'da bu usul ile tedâvi yapan şifâ yurtları açılmıştır.
II. Ölüm Karşısında Müslüman:
A. Ölüm Telâkkisi:
Gazzâlî ölüm karşısında insanları dört sınıfa ayırmıştır:
1. Dünyaya dalmış, hayatın muvakkat olduğunu unutmuş, hayatın gayesini dünyevî zevk ve menfaatlerden ibâret bilmiş insanlar. Bunlara göre -zoraki hatırladıkları ve hatırlayınca hemen unutmaya çalıştıkları- ölüm, zevk-u sefânın sona ermesi, korkulu âkıbetin başa gelmesi demektir. "De ki kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır; sonra gizli ve açık her şeyi Bilen'e götürüleceksiniz de O size, yaptıklarınızı birer birer haber verecek."66 âyeti bu sınıfın halini ifâde etmektedir.
2. Korkusu galip olan, yaptıklarını bilen ve tevbe edip kulluk yoluna yönelmeye çalışanlar için de ölüm istenmeyen bir hadisedir; çünkü henüz tövbelerini tamamlamadan gelip insanı buluvermesi tehlikesi vardır. "Allah'a kavuşmak istemeyene Allah da kavuşmak istemez."67 hadîsi bu sınıfa şâmil değildir. Çünkü bunlar Allah'a kavuşmayı istiyor, fakat bu kavuşmaya lâyık olmak için ölümün gecikmesini diliyorlar.
3. Allah'ı bilen ve ona aşk ile bağlanmış olanlara göre ölüm daima anılan ve beklenilen bir olaydır. Bunlar sevgiliye bir an önce kavuşmak için can atar, ölümün bir türlü gelmeyişinden şikâyet ederler.
4. Bunlardan mertebe ve irfanı daha yüce olanlar işi Mevlâ'larına bırakanlardır. Bunlara göre en iyisi sevgili Mevlâ'nın istediğidir. O neyi murâd ederse istenmeye ve sevilmeye lâyık olan odur.68
B. Ölümü Hatırlamak ve Hazırlanmak:
Hz. Peygamber (sav) ölümü unutmamayı, Allah'ın razı olduğu iş ve davranışlarla ona hazırlanmayı, Allah'ın rahmetinden ümitli olmayı tavsiye etmiş, ızdırab ne kadar şiddetli olursa olsun ölümün temmeni edilmesini hoş görmemiştir:
1. İbn Ömer, Rasûl-i Ekrem'e (sav) soruyor:
-İnsanların en akıllı ve olgunu kimdir?
-Ölümü en çok anan ve ona en çok hazır bulunanlardır. Bunlar dünyanın şerefi ve ahiretin kerâmetini beraber götürürler. (Taberâni'den).
2. Hiçbiriniz başına gelen bir zarar ve felâket sebebiyle asla ölümü temenni etmesin! Eğer buna mecbur kalırsa şöyle desin; "Allahım, hayat hakkımda hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat; ölüm hakkımda hayırlı olunca da beni öldür!"69
3. Câbir (ra) Rasûlullah'ın (sav) vefatından üç gün önce şöyle dediğini işitmiştir: "Hiçbiriniz Allah hakkında hüsn-i zan beslemeden ölmesin." (Müslim)
Buradaki hüsn-i zandan maksat Allah'ın, lûtuf ve rahmetiyle affedeceği ve ihsanda bulunacağı kanaatini muhafaza etmektir.
4. Rasûl-i Ekrem (sav) ölmek üzere olan bir gencin yanına gelmiş ve sormuştu:
-Kendini nasıl buluyorsun?
-Günahlarımdan korkuyor, Allah'ın rahmetini umuyorum.
-Bu halde, bu iki duygu hiçbir kulun gönlünde bir araya gelmez ki, Allah ona umduğunu vermesin ve korktuğundan emin kılmasın! (İbn Mâce, Tirmizî)70
III. Ölümden Önce ve Sonraki Vazifelerimiz
İslâm dini, içtimaî dayanışma, adalet ve yardımlaşmaya bünyesinde geniş yer vermiş, müslümanları buna teşvik eylemiştir. Hastaları ziyaret etmek, dünya hayatını terketmek üzere olan hastalara bazı hizmetlerde bulunmak, vefat hâdisesi vukubulunca ölüyü yıkamak, kefenlemek, namazını kılmak, kabre kadar taşımak, defnetmek ve duâ eylemek de İslâm'ın müslümanlara yüklediği içtimâî vazifeler arasındadır:
A. Hasta Ziyareti:
Aşağıda bazılarının tercemelerini sunacağımız hadîslerden dolayı zahiriler, ömürde bir defa hasta ziyaretinin farz, sonra da sünnet olduğunu ileri sürmüşlerdir.71
Diğer müctehidlere göre hastayı ilk ziyaret sünnet, sonrakiler nafile ibâdettir.
1. "Açı doyurun, hastayı ziyaret edin ve köleyi âzâd edin." (Buhârî)
2. Hz. Peygamber (sav) "Müslümanların birbiri üzerinde hakkı altıdır." buyurdular. "Bunlar nedir ya Rasûlullâh!" sualine de şu cevabı verdiler:
"Seni dâvet edince icâbet et ; öğüt isteyince öğüt ver; aksırıp da Allah'a hamdedince "yerhamükAllah: Allah'ın rahmetine mazhar olasın!" de; hastayı ziyaret et ve ölüyü kabre kadar taşı!" (Buhârî, Müslim).
3. Ebû Hureyre'nin rivâyet ettiği bir kudsî hadîs:
Allah Teâlâ kıyâmet günü şöyle buyuracak:
-Ey Âdem oğlu! Hasta oldum da beni ziyaret etmedin!
-Ey Rabbim, sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret edebilirim?
-Falan kulumun hasta olduğunu ve onu ziyaret etmediğini bilmiyor musun? Eğer onu ziyaret etseydin beni onun yanında bulacağını bilmedin mi?!.
-Ey Âdem oğlu! Senden yiyecek istedim de bana yiyecek vermedin?
-Ey Rabbim sen ki âlemlerin Rabbisin, ben sana nasıl yiyecek verebilirim?
-Bilmiyor musun, filân kulum senden yiyecek istedi de ona yiyecek vermedin? Eğer ona yiyecek verseydin bunu benim nezdimde bulacaktın... (Müslim).
4. "Bir müslüman, hasta bir din kardeşini ziyaret edince, ziyaretinden dönünceye kadar hep cennet bahçesindedir." (Ahmed, Müslim, Tirmizî).
Hasta ziyaret edilince Allah'tan şifâ, sıhhat ve âfiyet dilemek, sabır ve tahammül tavsiye etmek, iyi gördüğünü ve iyi olacağını söylemek, hasta ısrar etmedikçe yanında çok kalmamak, ziyaretin sünnet ve âdâbı cümlesindendir.72
İstemem nakl-i cenâzemde çeleng-ü âhenk
Debdebeyle gidilir sâha değildir makber
Orası medhalidir bârigeh-i Mevlâ'nın
Kapısından içeri aczile girmek ister.
Tâhir el-Mevlevî
Giriş:
Her doğan ölmeye namzettir; aradaki fark dünya müsafirhanesinde ikamet müddetinin azlık veya çokluğundandır. Bu değişmez ve istisnâ tanımaz kanun karşısında insanoğlu, anlayış ve inancına göre vaziyet almış, çeşitli davranışlarda bulunmuş ve âdetlere tâbi olmuştur. Başı bulutlara yükselen ehramlar, mezarlarda insan ölülerine ait kemiklerin yanında çıkan at, silâh ve para kalıntıları; Ganj Nehri kenarında genizleri tıkayan dumanlar ve ölü vücutların yanmasından intişar eden kokular hep mezkûr inanç ve âdetlerin birer tezahürüdür.
Hak ve bâtıl bütün dinler insanın menşe' ve âkıbeti üzerinde durmuş, hitabettikleri cemiyetin medenî ve fikrî seviyesine uygun açıklamalar yapmış, inançlar getirmişlerdir. Bilindiği üzere İslâm imanının altı temelinden biri de öldükten sonra dirilmeye ve âhirete inanmaktır. Buna göre insanlar vefat edip defnedilince önce kabirde sorguya çekilecek, dünya hayatındaki iman ve amellerine göre cevap verecek ve kıyâmetin kopmasına, yeniden dirilişe kadar, berzah âleminde kalacak, burada da yaptıklarına göre muamele göreceklerdir; berzah hayatı da ya cennetten bir köşede veya cehennemden bir çukurda geçecektir. Arkadan kıyâmet, haşir, muhâsebe, mizan, sırat cehennem, cennet...
Ana hatlarıyla ve çok kısa bir şekilde arzettiğimiz bu inanç manzûmesi içinde müslümanların ölüm karşısındaki duygu ve düşünceleri, geride kalanların önce gidenler için yaptıkları ve yapmaları gereken hususlar bu yazımızın mevzûunu teşkil edecektir.
I. Hastalık ve tedavi:
Umûmiyetle ölümden önce bir hastalık bahis mevzûudur. İslâm'ın, korunmasını titizlikle istediği beş esastan birisi de hayat ve sıhhattir. Bu sebepledir ki İslâm'da intihar büyük günahlar arasında yer almıştır. Sıhhati korumak insanın vazifesi olduğu gibi hastalandığı takdirde sabretmek, bunu hayırlı telâkki etmek, Allah'a ve onun kullarına şikâyetini edep içinde yapmak ve her imkâna başvurarak hastalığın tedavisine çalışmak da onun önemli vazifeleri cümlesindendir. Bu vazifelere ışık tutan naslar vardır:
1. "Müslümana hiçbir zahmet, hastalık, keder ve eziyet isâbet etmez ki -hattâ ona batan diken için bile- Allah bunları onun günahlarına keffâret kılmasın."60
2. "Şu iman ehlinin işine şaşmamak mümkün değil; bütün işleri hayırlı - bu da yalnız mü'mine mahsustur-, başına sevinecek bir iş gelse şükreder ve hakkında hayır olur; başına bir zarar gelse sabreder bu da onun için hayır olur."61
3. Hz. Peygamber (sav) Hz. Âişe, Esmâ gibi yakınlarına hastalık ve acılarını ifâde etmiş meselâ "of başım ağrıyor!" demişlerdir. Ancak bu şikâyetleri yaparken, Allah'a karşı kulluk edebini titizlikle korumuşlardır.62
4. "Kul hastalandığı veya yolculuk yaptığı sırada tıpkı sıhhatli ve mukîm iken yaptığı ibâdetlerin sevabını alır."63
5. Şuradan buradan gelen bedevîler
Hz. Peygamber'e (sav) sordular:
-Ya Rasûlullâh tedâviye başvuralım mı?
Şöyle buyurdu:
-Tedavi olunuz; çünkü Allah her hastalık için bir de ilâç ve tedavi yaratmıştır; bundan bir dert müstesnadır, ihtiyarlık."64
Hz. Peygamber (sav) hastalıkların tedavisini emrettiği gibi bizzat -günün şart ve imkânları içinde- tedâvi olmuştur. Maddî tedâvi ve ilaç ile beraber manevî tedâviye de müracaat etmiş, bunun için duâ ve âyetler okumuş ve okuyanları tasvib eylemiştir. Ancak burada hatırlanması gereken önemli hususlar vardır:
a) Rasûl-i Ekrem (sav) okunan duâların anlaşılır olmasını, şifâ dileyen ifâdeler taşımasını istemiş; âyetlerin tahrif edilmesini, mânâsı olmayan birtakım ifadelerin kullanılmasını menetmiştir.
b) Nazarlık, boncuk vb. takılmasını yasaklamış, bunu yapanları şiddetle kınamıştır.
c) Âyet ve duâların yazılarak taşınmasına gelince:
Abdullah b. Amr'ın rivâyetine göre Hz. Peygamber (sav) uykuda korkanlar için şu duâyı okumalarını tavsiye buyurmuşlardır:
"Aûzü bi-kelimâtillahi't-tâmmeti min ğadabihî ve ikaabihî ve şerri-ibâdihî min hemezâti'ş-şeyâtîn ve en yahdurûn."
Râvi Abdullah b. Amr bu duâyı aklı eren çocuklarına öğretir, aklı ermeyenler için de yazıp boyunlarına asardı.
Din bilginlerinden bir kısmı bu meyanda Hz. Âişe, Mâlik, Ahmed b. Hanbel ve şâfiîlerin birçoğu yukardaki rivâyeti gözönüne, alarak bunun câiz olduğunu söylemişlerdir.
İbn Abbâs, İbn Mes'ûd, Hanefîler ve bazı şâfiîler de nazarlık vb. taşınmaması hakkındaki rivâyetlere bakarak âyet ve duâların da yazılıp taşınmasının câiz olmadığı görüşünü benimsemişlerdir.65
Muskacılığın bir meslek haline gelmemesi, dinin ve dinî duyguların hasis menfaatlere âlet edilmemesi bakımından ikinci görüş dikkat çekicidir. Çocuklara ve okuma bilmeyenlere bilenler, bir menfaat beklemeden okumalıdırlar. Okuyacak bulunmazsa yazma yoluna başvurulur.
Tıbbî tedâvi yanında telkin ve duâ ile tedâvi usulü, aradan ondört asır geçtikten sonra, müsbet ilmin de dikkatini çekmiş, Avrupa ve Amerika'da bu usul ile tedâvi yapan şifâ yurtları açılmıştır.
II. Ölüm Karşısında Müslüman:
A. Ölüm Telâkkisi:
Gazzâlî ölüm karşısında insanları dört sınıfa ayırmıştır:
1. Dünyaya dalmış, hayatın muvakkat olduğunu unutmuş, hayatın gayesini dünyevî zevk ve menfaatlerden ibâret bilmiş insanlar. Bunlara göre -zoraki hatırladıkları ve hatırlayınca hemen unutmaya çalıştıkları- ölüm, zevk-u sefânın sona ermesi, korkulu âkıbetin başa gelmesi demektir. "De ki kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır; sonra gizli ve açık her şeyi Bilen'e götürüleceksiniz de O size, yaptıklarınızı birer birer haber verecek."66 âyeti bu sınıfın halini ifâde etmektedir.
2. Korkusu galip olan, yaptıklarını bilen ve tevbe edip kulluk yoluna yönelmeye çalışanlar için de ölüm istenmeyen bir hadisedir; çünkü henüz tövbelerini tamamlamadan gelip insanı buluvermesi tehlikesi vardır. "Allah'a kavuşmak istemeyene Allah da kavuşmak istemez."67 hadîsi bu sınıfa şâmil değildir. Çünkü bunlar Allah'a kavuşmayı istiyor, fakat bu kavuşmaya lâyık olmak için ölümün gecikmesini diliyorlar.
3. Allah'ı bilen ve ona aşk ile bağlanmış olanlara göre ölüm daima anılan ve beklenilen bir olaydır. Bunlar sevgiliye bir an önce kavuşmak için can atar, ölümün bir türlü gelmeyişinden şikâyet ederler.
4. Bunlardan mertebe ve irfanı daha yüce olanlar işi Mevlâ'larına bırakanlardır. Bunlara göre en iyisi sevgili Mevlâ'nın istediğidir. O neyi murâd ederse istenmeye ve sevilmeye lâyık olan odur.68
B. Ölümü Hatırlamak ve Hazırlanmak:
Hz. Peygamber (sav) ölümü unutmamayı, Allah'ın razı olduğu iş ve davranışlarla ona hazırlanmayı, Allah'ın rahmetinden ümitli olmayı tavsiye etmiş, ızdırab ne kadar şiddetli olursa olsun ölümün temmeni edilmesini hoş görmemiştir:
1. İbn Ömer, Rasûl-i Ekrem'e (sav) soruyor:
-İnsanların en akıllı ve olgunu kimdir?
-Ölümü en çok anan ve ona en çok hazır bulunanlardır. Bunlar dünyanın şerefi ve ahiretin kerâmetini beraber götürürler. (Taberâni'den).
2. Hiçbiriniz başına gelen bir zarar ve felâket sebebiyle asla ölümü temenni etmesin! Eğer buna mecbur kalırsa şöyle desin; "Allahım, hayat hakkımda hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat; ölüm hakkımda hayırlı olunca da beni öldür!"69
3. Câbir (ra) Rasûlullah'ın (sav) vefatından üç gün önce şöyle dediğini işitmiştir: "Hiçbiriniz Allah hakkında hüsn-i zan beslemeden ölmesin." (Müslim)
Buradaki hüsn-i zandan maksat Allah'ın, lûtuf ve rahmetiyle affedeceği ve ihsanda bulunacağı kanaatini muhafaza etmektir.
4. Rasûl-i Ekrem (sav) ölmek üzere olan bir gencin yanına gelmiş ve sormuştu:
-Kendini nasıl buluyorsun?
-Günahlarımdan korkuyor, Allah'ın rahmetini umuyorum.
-Bu halde, bu iki duygu hiçbir kulun gönlünde bir araya gelmez ki, Allah ona umduğunu vermesin ve korktuğundan emin kılmasın! (İbn Mâce, Tirmizî)70
III. Ölümden Önce ve Sonraki Vazifelerimiz
İslâm dini, içtimaî dayanışma, adalet ve yardımlaşmaya bünyesinde geniş yer vermiş, müslümanları buna teşvik eylemiştir. Hastaları ziyaret etmek, dünya hayatını terketmek üzere olan hastalara bazı hizmetlerde bulunmak, vefat hâdisesi vukubulunca ölüyü yıkamak, kefenlemek, namazını kılmak, kabre kadar taşımak, defnetmek ve duâ eylemek de İslâm'ın müslümanlara yüklediği içtimâî vazifeler arasındadır:
A. Hasta Ziyareti:
Aşağıda bazılarının tercemelerini sunacağımız hadîslerden dolayı zahiriler, ömürde bir defa hasta ziyaretinin farz, sonra da sünnet olduğunu ileri sürmüşlerdir.71
Diğer müctehidlere göre hastayı ilk ziyaret sünnet, sonrakiler nafile ibâdettir.
1. "Açı doyurun, hastayı ziyaret edin ve köleyi âzâd edin." (Buhârî)
2. Hz. Peygamber (sav) "Müslümanların birbiri üzerinde hakkı altıdır." buyurdular. "Bunlar nedir ya Rasûlullâh!" sualine de şu cevabı verdiler:
"Seni dâvet edince icâbet et ; öğüt isteyince öğüt ver; aksırıp da Allah'a hamdedince "yerhamükAllah: Allah'ın rahmetine mazhar olasın!" de; hastayı ziyaret et ve ölüyü kabre kadar taşı!" (Buhârî, Müslim).
3. Ebû Hureyre'nin rivâyet ettiği bir kudsî hadîs:
Allah Teâlâ kıyâmet günü şöyle buyuracak:
-Ey Âdem oğlu! Hasta oldum da beni ziyaret etmedin!
-Ey Rabbim, sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret edebilirim?
-Falan kulumun hasta olduğunu ve onu ziyaret etmediğini bilmiyor musun? Eğer onu ziyaret etseydin beni onun yanında bulacağını bilmedin mi?!.
-Ey Âdem oğlu! Senden yiyecek istedim de bana yiyecek vermedin?
-Ey Rabbim sen ki âlemlerin Rabbisin, ben sana nasıl yiyecek verebilirim?
-Bilmiyor musun, filân kulum senden yiyecek istedi de ona yiyecek vermedin? Eğer ona yiyecek verseydin bunu benim nezdimde bulacaktın... (Müslim).
4. "Bir müslüman, hasta bir din kardeşini ziyaret edince, ziyaretinden dönünceye kadar hep cennet bahçesindedir." (Ahmed, Müslim, Tirmizî).
Hasta ziyaret edilince Allah'tan şifâ, sıhhat ve âfiyet dilemek, sabır ve tahammül tavsiye etmek, iyi gördüğünü ve iyi olacağını söylemek, hasta ısrar etmedikçe yanında çok kalmamak, ziyaretin sünnet ve âdâbı cümlesindendir.72