Dördüncü Şuâ

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Muvahhid1

Well-known member

Mânen ve rütbeten Beşinci Lem’a ve sureten ve makamen Otuz Birinci Mektubun Otuz Birinci Lem’asının kıymettar Dördüncü Şuâı ve Âyet-i Hasbiyenin mühim bir nüktesidir.

İHTAR: Risale-i Nur, sair kitaplara muhalif olarak, başta perdeli gidiyor; gittikçe inkişaf eder. Hususan bu risalede Birinci Mertebe çok kıymettar birhakikat olmakla beraber çok ince ve derindir. Hem bu Birinci Mertebe, bana mahsus gayet ehemmiyetli bir muhakeme-i hissî ve gayet ruhlu bir muamele-i imanî ve gayet gizli bir mükâleme-i kalbî suretinde, mütenevvi ve derin dertlerime şifa olarak tebarüz etmiş. Bana tam tevafuk eden tam hissedebilir. Yoksa tam zevk edemez...


besmele.jpg

حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif


1

Bir zaman ehl-i dünya beni herşeyden tecrit ettiklerinden, beş çeşit gurbetlere düşmüştüm. Ve ihtiyarlık zamanımda kısmen teessürattan gelen beş nevi hastalıklara giriftar olmuştum.Sıkıntıdan gelen bir gafletle, Risale-i Nur’un teselli verici ve medet edici envarına bakmayarak, doğrudan doğruya kalbime baktım ve ruhumu aradım. Gördüm ki, gayetkuvvetli bir aşk-ı bekà ve şedit bir muhabbet-i vücut ve büyük bir iştiyak-ı hayat ve hadsiz biracz ve nihayetsiz bir fakr bende hükmediyorlar. Halbuki müthiş bir fena o bekàyı söndürüyor. O hâletimde yanık bir şairin dediği gibi dedim:


[NOT]Dipnot-1 “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.” “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.[/NOT]






acz: acizlik, güçsüzlükaşk-ı bekà: sonsuzluk aşkı
bekà: devamlılık, kalıcılıkehemmiyet: önem
ehl-i dünya: dünyaya dalıp âhireti düşünmeyenlerenvar: nurlar
fakr: fakirlik, ihtiyaç hâlifena: gelip geçicilik, yok olma
gaflet: Cenâb-ı Haktan ve Âhiretten habersiz davranma, dikkatsizlikgayet: son derece
giriftar olmak: tutulmakhadsiz: sınırsız
hakikat: doğru, gerçekhususan: özellikle
hâlet: durum, hâlihtar: hatırlatma, ikaz
inkişaf etmek: açığa çıkmakiştiyak-ı hayat: hayatı aşk derecesinde istemek
kıymettar: kıymetli, değerlilem’a: parıltı
makamen: makam yönündenmedet: yardım
muamele-i imanî: imânı temel alarak yapılan uygulamamuhabbet-i vücut: var olma sevgisi
muhakeme-i hissî: bir mesele hakkında hislerle düşünmemuhalif: aykırı, zıt
mânen: mânâ bakımındanmükâleme-i kalbî: kalpten konuşma
mütenevvi: çeşitlinevi: tür
nihayetsiz: sonsuznükte: ince anlamlı söz
risale: mektup, kitapçık; Risale-i Nur’da yer alan bölümlerden her birisirütbeten: rütbe ve değer açısından
sair: diğer, başkasuret: biçim, şekil
tebârüz etmek: ortaya çıkmaktecrit etmek: soyutlamak, başkalarıyla görüştürmemek
teessürat: üzüntüler, dış şartların etkisinde kalmatevafuk etmek: uygun düşmek, uyumlu olmak
Âyet-i Hasbiye: “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir” anlamında Âl-i İmrân Sûresinin 173. âyetişedit: şiddetli
şuâ: ışık kaynağından çıkan ışık teli; ışın

 
Son düzenleme:

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - sayfa 95

Dîl bekàsı, Hak fenası istedi mülk-ü tenim.Bir devasız derde düştüm, ah, ki Lokman bîhaber.

Meyusâne başımı eğdim. Birden حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif
1
âyeti imdadıma geldi, dedi: “Beni dikkatle oku.” Ben günde beş yüz defa okudum. Benim içinaynelyakîn sûretinde inkişaf eden çok kıymettar envârından bir kısmını ve yalnız dokuz nurunu ve mertebesini icmalen yazıp, eskiden aynelyakîn ile değil, belki ilmelyakîn ile bilinentafsilâtını Risale-i Nur’a havale ediyorum.

BİRİNCİ MERTEBE-İ NURİYE-İ HASBİYE


Bendeki aşk-ı bekà, bendeki bekàya değil, belki sebepsiz ve bizzat mahbub olan kemâl-i mutlak sahibi Zât-ı Zülkemâlin ve Zülcemâlin bir isminin bir cilvesinin mâhiyetimde bir gölgesi bulunduğundan, fıtratımda o Kâmil-i Mutlakın varlığına ve kemâline ve bekàsına müteveccih olan muhabbet-i fıtriye, gaflet yüzünden yolunu şaşırmış, gölgeye yapışmış, âyinenin bekàsına âşık olmuştu. حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ geldi, perdeyi kaldırdı. Gördüm ve hissettim ve hakkalyakîn zevkettim ki, bekàmın lezzet ve saadeti, aynen ve daha mükemmel bir tarzda Bâki-i Zülkemâlin bekàsına ve benim Rabbim ve İlâhım olduğuna imanımda ve iz’ânımda ve îkanımda vardır. Çünkü Onun bekàsıyla benim için lâyemut bir hakikat tahakkuk eder. Zira “Benim mâhiyetim hem bâki, hem sermedî bir ismin gölgesi olur; daha ölmez” diye şuur-u imanî ile takarrur eder.


Hem o şuur-u imanla mahbub-u mutlak olan Kemâl-i Mutlakın varlığı bilinmekle, şedit ve fıtrî olan muhabbet-i Zâtî tatmin edilir. Hem Bâki-i Sermedînin


[NOT]]Dipnot-1 “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.[/NOT]



Bâki-i Sermedî: varlığı sonsuz ve sürekli olan AllahBâki-i Zülkemâl: sonsuz kemâl sahibi ve varlığı devamlı ve kalıcı olan Allah
Kemâl-i Mutlak: tam ve sınırsız mükemmellik; AllahKâmil-i Mutlak: sınırsız mükemmellik ve kusursuzluk sahibi Allah
Lokman: (bk. bilgiler – Lokman Hekim)Rab: bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah
Zât-ı Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi Zât, AllahZülcemâl: sonsuz güzellik sahibi olan Allah
aynelyakîn: gözle görerek kesin bilgi edinmeaşk-ı bekà: sonsuzluk aşkı
bekà: devamlılık, kalıcılıkbâki: devamlı, kalıcı, ölümsüz
bîhaber: habersizcilve: görüntü, yansıma
devasız: çaresizdîl: gönül
envâr: nurlarfena: gelip geçicilik, yok olma
fıtrat: yaratılış, mizaçfıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
gaflet: Cenâb-ı Hakktan ve âhiretten habersiz olma, dikkatsizlikhakikat: doğru, gerçek
hakkalyakîn: bizzat yaşayarak elde edilen kesin bilgiicmâlen: kısaca, özetle
ilmelyakîn: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenmeimdad: yardım
inkişaf etmek: açığa çıkmakiz’an: şüpheden uzak, kesin şekilde inanma
kemâl: mükemmel ve kusursuz olmakıymettar: kıymetli
lâyemut: ölümsüzmahbub: sevgili, sevilen
mahbub-u mutlak: sonsuz sevgilimahiyet: bir varlığın temel yapısı
mertebe-i nuriye-i hasbiye: “Hasbünâ"nın nurlu mertebesimeyusâne: ümitsizce
muhabbet-i Zâtî: Allah’ın kendi Zâtına karşı duyulan sevgimuhabbet-i fıtriye: yaratılıştan var olan muhabbet, sevgi
mülk-ü ten: insan vücudumüteveccih: yönelik, yönelmiş
saadet: mutluluksermedî: daimî, sürekli
sûret: biçim, şekiltafsilât: ayrıntılar
tahakkuk etmek: gerçekleşmektakarrur etmek: karar bulmak, sağlamca yerleşmek
îkan: delil ve ispat üzerine inanmaşedit: şiddetli
şuur-u imanî: imanî şuûr, imana dayalı bilinç
 
Son düzenleme:

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - sayfa 96

bekàsına ve varlığına ait o şuur-u imanî ile kâinatın ve nev-i insanın kemâlâtı bilinir ve bulunur. Ve kemâlâta karşı fıtrî meftuniyet, hadsiz elemlerden kurtulup zevk ve lezzetini alır.


Hem o şuur-u imanî ile o Bâki-i Sermedîye bir intisap ve o intisabın imanıyla umum mülküne bir münasebet peydâ olur. Ve o münasebet-i intisabî ile, hadsiz bir mülke bir nevi mâlikiyetgibi iman gözüyle bakar, mânen istifade eder.
Hem şuur-u imanî ile ve intisap ve münasebetle umum mevcudata bir alâka, bir nevi ittisalpeydâ olur. Ve o halde, ikinci derecede vücud-u şahsîsinden başka hadsiz bir vücut, o şuur-u imanî ve intisap ve münasebet ve alâka ve ittisal cihetinde güya onun bir nevi varlığıdır gibi var olur; varlığa karşı fıtrî aşk teskin edilir.



Hem o şuur-u imanî ve intisap ve münasebet ve alâkadarlığı cihetiyle bütün ehl-i kemâlâta karşı bir uhuvvet peydâ olur. O halde Bâki-i Sermedînin varlığıyla ve bekàsıyla o hadsiz ehl-i kemâl mahvolmayıp zayi olmadıklarını bilmekle, takdir ve tahsinle merbut ve dost olduğuhadsiz dostlarının bekàları ve devam-ı kemâlâtı o şuur-u imanî sahibine ulvî bir zevk verir.
Hem o şuur-u imanî ve intisap ve münasebet ve alâkadarlık ve uhuvvet vasıtasıyla bütün dostlarımın—ki hayatımı ve bekàmı maalmemnuniye onların saadetleri için feda ediyorum—onların mes’udiyetleri ile hadsiz bir saadet kendimde hissedebilir gördüm.

Çünkü, bir samimi dostun saadetiyle şefkatli dostu dahi saadetlenir ve lezzetlenir. Şu halde Bâki-i Zülkemâlinbekàsı ve varlığıyla, başta Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ve âl ve ashabı olarak, umumsâdâtım ve ahbabım olan enbiya ve evliya ve asfiya ve bütün sair hadsiz dostlarım idam-ı ebedîden kurtulduğunu ve bir saadet-i sermediyeye mazhariyetlerini o şuur-u






Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunBâki-i Sermedî: varlığı sonsuz ve sürekli olan Allah
Bâki-i Zülkemâl: sınırsız mükemmellik sahibi ve varlığı devamlı ve kalıcı olan AllahResul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
ahbab: dostlar, sevilenleralâka: ilgi
alâkadar: alâkalı, ilgiliasfiya: hem velî hem âlim olan büyük zâtlar
bekà: devamlılık, kalıcılıkcihet: taraf, yön
devam-ı kemâlât: mükemmel özelliklerin devamıehl-i kemâl: kemâl sahibi olgun kimseler
elem: acı, kederenbiya: nebiler, peygamberler
evliya: veliler, Allah dostlarıfıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
hadsiz: sınırsızidam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
intisap: bağlanma, mensup olmaistifade etmek: faydalanmak, yararlanmak
ittisal: bağlantıkemâlât: mükemmel ve kusursuz özellikler
maalmemnuniye: memnuniyetlemazhariyet: bir nimete nail olma, erişme
meftuniyet: düşkünlükmerbut: bağlı
mes’udiyet: mutlulukmevcudat: varlıklar
mâlikiyet: sahiplikmânen: mânevî yönden
münasebet: bağlantı, ilgimünasebet-i intisabî: bağlanmaya dayalı ilişki
nev-i insan: insan türü, insanlıknevi: tür
peydâ: kazanma, elde etme, meydana gelmesaadet: mutluluk
saadet-i sermediye: sürekli devam eden mutluluksair: diğer, başka
sâdât: seyyidler; Peygamberimizin (a.s.m.) soyundan gelenlertahsin: beğenme, bir şeyin güzelliğini ilân etme
takdir: beğendiğini dile getirmeteskin etmek: sakinleştirmek
uhuvvet: kardeşlikumum: bütün
vücud-u şahsî: şahsî varlıkvücut: varlık
zayi olmak: kaybolup gitmekâl ve ashab: aile fertleri ve yakın dostlar; Peygamber Efendimizin âile bireyleri ve yakın dostları
şuur-u imanî: imanî şuur, imâna dayalı bilinç





 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - sayfa 97

imanî ile hissettim. Ve münasebet, alâka, uhuvvet, dostluk sırrıyla saadetleri bana in’ikâs edip saadetlendirdiğini zevk ettim.

Hem o şuur-u imanî ile, rikkat-i cinsiye ve şefkat-i akraba yüzünden gelen hadsizteellümattan kurtulup hadsiz bir zevk-i ruhanî duydum. Çünkü, hayatımı ve bekàmımaaliftihar onların tehlikelerden kurtulmaları için feda etmeyi fıtrî arzu ettiğim, başta pederlerim ve validelerim ve bütün neslî ve nesebî ve mânevî akrabalarım, Bâkî-i Hakikîninbekàsı ve varlığıyla mahvdan ve ademden ve idam-ı ebedîden ve hadsiz elemlerden kurtulup ohadsiz rahmetine mazhariyetlerini şuur-u imanî ile hissettim. Ve medar-ı gam ve elem olancüz’î ve tesirsiz şefkatime bedel, nihayetsiz bir rahmet, onlara nezaret ve himayet ettiğini duydum, hissettim. Bir valide veledinin lezzetiyle, zevkiyle, rahatıyla zevklenmesi gibi, ben de o bütün şefkat ettiğim zâtların, o rahmetin himayeti altındaki necatlarıyla ve istirahatleriyle zevklendim ve ferahlandım ve çok derin şükrettim.

Hem o şuur-u imanî ile, netice-i hayatım ve sebeb-i saadetim ve vazife-i fıtratım olan Resâil-i Nur dahi ziya’dan, mahvdan, faidesiz kalmasından ve mânen kurumasından kurtulmalarını ve meyvedar, bâki kalmalarını o intisab-ı imanî ile bildim, hissettim, kanaat getirdim; kendi bekàmın lezzetinden çok ziyade bir mânevî lezzet duydum, tam hissettim. Çünkü, iman ettim ki, Bâkî-i Zülkemâlin bekàsı ve varlığıyla, Resâilü’n-Nur yalnız insanların hafızalarında ve kalblerinde nakşolmuyor. Belki, hadsiz zîşuur mahlûkatın ve ruhânîlerin birmütalâagâhları olmakla beraber, rıza-i İlâhîye mazhar ise, Levh-i Mahfuzda ve elvâh-ı mahfuzada irtisam ederek sevap meyveleriyle tezeyyün eder. Ve bilhassa Kur’ân’amensubiyeti ve kabul-ü Nebevî ve inşaallah marzî-i İlâhî cihetiyle bir anda





Bâki-i Zülkemâl: sınırsız mükemmellik sahibi ve varlığı devamlı ve kalıcı olan AllahBâkî-i Hakikî: gerçek anlamda sonsuzluğun tek sahibi olan Allah
Levh-i Mahfuz: her şeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı manevî kader levhasıadem: hiçlik, yokluk
bekà: devamlılık, kalıcılıkbilhassa: özellikle
bâki kalma: sürekli var olmacihet: taraf, yön
cüz’î: az, küçük, ferdîelem: acı, keder
elvâh-ı mahfuza: her şeyin kaderinin muhafaza edildiği manevî levhalarfıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
hadsiz: sınırsızhimayet: koruma
idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluşintisab-ı imanî: imanla kurulan bağlantı
inşaallah: Allah izin verirsein’ikâs etmek: yansımak
irtisam etmek: resim olarak yansımakistirahat: dinlenme
kabul-ü Nebevî: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) kabul etmesimaaliftihar: iftiharla, memnuniyetle
mahlukât: varlıklarmahv: yok olma
marzî-i İlâhî: Allah’ın razı olduğu şeymazhar: erişme, nail olma
mazhariyet: bir nimete ulaşma, nâil olmamedar-ı gam: keder, acı sebebi
mensubiyet: bir yere bağlı olmameyvedar: meyveli
mânen: mânevî yöndenmünasebet: bağlantı, ilgi
mütalâagâh: etraflıca düşünme ve inceleme yerinecat: kurtuluş
nesebî: aynı nesepten ve soydan olmaneslî: aynı nesilden olma
netice-i hayat: hayatın neticesi, gayesinezaret etme: gözetme
nihayetsiz: sınırsız, sonsuzrahmet: şefkat, merhamet
rikkat-i cinsiye: insanın kendi cinsinden olana acımasıruhanî: maddî yapısı olmayan, ruh âlemine ait varlık
rıza-i İlahî: Allah’ın rızasısaadet: mutluluk
saadetlendirmek: mutluluğa eriştirmeksebeb-i saadet: mutluluk sebebi
teellümât: elemler, acılartezeyyün etmek: süslenmek
uhuvvet: kardeşlikvalide: anne
vazife-i fıtrat: yaratılış göreviveled: evlat, çocuk
zevk-i ruhanî: ruhun zevk almasıziyade: çok
ziya’: zayi olma, kaybolmazîşuur: şuur sahibi, bilinçli
şefkat-i akraba: akrabaya karşı duyulan şefkatşuur-u imanî: imanî şuur, imana dayalı bilinç




 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - sayfa 98

vücudu ve nazar-ı Rabbâniyeye mazhariyeti, umum ehl-i dünyanın takdirinden daha ziyadekıymettar bildim.
İşte hayatımı ve bekàmı o resâilin hakaik-ı imaniyeyi ispat eden herbir risalenin bekàsına,devamına, ifadesine, makbuliyetine feda etmeye her vakit hazır olduğumu ve saadetimi onların Kur’ân’a hizmet etmelerinde bildim. Ve o halde, bekà-i İlâhî ile, yüz derece insanlarıntahsinlerinden daha ziyade bir takdire mazhariyetlerini o intisab-ı imanî ile anladım. Bütün kuvvetimle
حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif
1 dedim.

Hem o şuur-u imanî ile, ebedî bir bekà ve daimî bir hayat veren Bâki-i Zülcelâlin bekàsına vevücuduna iman ve imanın a’mâl-i saliha gibi neticeleri, bu fâni hayatın bâki meyveleri veebedî bir bekànın vesileleri olduğunu bildim. Meyvedar bir ağaca inkılâp etmek için kabuğunu terk eden bir çekirdek gibi, ben de o bâki meyveleri vermek için bu bekà-i dünyevînin kabuğunu bırakmaya nefsimi kandırdım. Nefsimle beraber حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ “Onun bekàsı bize yeter” dedim.


Hem şuur-u imanî ve intisab-ı ubudiyetle toprak perdesinin arkası ışıklanmasını ve ağırtabaka-i türâbiye dahi ölülerin üstünden kalktığını ve kabir kapısıyla girilen yeraltı dahi adem-âlûd karanlıklar olmadığını ilmelyakîn ile bildim. Bütün kuvvetimle حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ dedim.


Hem gayet kat’î bir surette hissettim ve o şuur-u imanî ile hakkalyakîn bildim ki, fıtratımda çok şiddetli olan aşk-ı bekà, Bâki-i Zülkemâlin bekàsına, varlığına iki cihetle bakarken,enâniyetin perde çekmesiyle mahbubunu kaçırmış, âyinesine



[NOT]Dipnot-1 “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.[/NOT]



Bâki-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve varlığı kalıcı ve devamlı olan AllahBâki-i Zülkemâl: sınırsız mükemmellik sahibi ve varlığı devamlı ve kalıcı olan Allah
adem-âlûd: yoklukla karışıkaşk-ı bekà: sonsuzluk aşkı
a’mâl-i saliha: dinin emir ve yasaklarına uygun davranışlar, yararlı işlerbekà: devamlılık, kalıcılık
bekà-i dünyevî: dünya hayatında devamlılık, uzun ömürbekà-i İlâhî: Allah’ın varlığının sürekli ve kalıcı olması
bâki: devamlı, kalıcı, ölümsüzcihet: taraf, yön
devâ: ilâç, çareebedî: sonu olmayan, sonsuz
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenlerenâniyet: benlik
fâni: geçici olan, ölümlüfıtrat: yaratılış, mizaç
gayet: son derecehakaik-i imâniye: iman hakikatleri, gerçekleri
hakkalyakîn: bizzat yaşayarak kesin bilgi edinmeilmelyakîn: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenme
inkılâp etmek: dönüşmekintisab-ı imanî: iman ile Allah’a bağlanma
intisab-ı ubudiyet: kulluk bağıkat’î: kesin
kıymettar: kıymetlimahbup: sevgili
makbuliyet: kabul edilmiş olmamazhariyet: bir nimete nâil olma, erişme
meyvedar: meyveli, meyve verennazar-ı Rabbâniye: her bir varlığı terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın bakışı
nefis: kişinin kendisi; insanı hazır zevk ve isteklere sevk eden kuvvetresâil: risaleler; Risale-i Nur’daki bölümlerden her birisi
risale: mektup, kitapçık; Risale-i Nur’daki bölümlerden her birisisaadet: mutluluk
suret: biçim, şekiltabaka-i türâbiye: toprak tabakası
tahsin: beğenme, bir şeyin güzelliğini ilân etmeumum: bütün
vücud: varlık, var oluşziyade: çok
şuur-u imanî: iman şuuru, bilinci





 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - 99

perestiş etmiş bir serseme dönmüş gördüm. Ve o çok derin ve kuvvetli aşk-ı bekà, bizzat ve sebepsiz, fıtraten sevilen ve perestiş edilen kemâl-i mutlak bir isminin gölgesi vasıtasıylamahiyetimde hükmedip o aşk-ı bekàyı vermiş. Ve muhabbet için hiçbir illet ve hiçbir garazı ve Zâtından başka hiçbir sebep iktiza etmeyen kemâl-i Zâtı perestişe kâfi ve vâfi iken, sâbıkanbeyan ettiğimiz ve herbirisine bir hayat ve bir bekà değil, belki elden gelse binler hayat-ı dünyevîye ve bekà feda edilmeye lâyık olan mezkûr bâki meyveleri dahi ihsan etmekle, o fıtrîaşkı şiddetlendirmiş hissettim. Elimden gelseydi bütün zerrât-ı vücûdumla حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif
1 diyecektim ve o niyetle dedim. Ve bekàsını arayan ve bekà-yı İlâhîyi bulan o şuur-u imanî—ki bir kısım meyvelerine sâbıkan “Hem... Hem... Hem”ler ile işaret ettim—bana öyle bir zevk ve şevk verdi ki, bütün ruhumla, bütün kuvvetimle, en derin kalbimde nefsimle beraber

حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ dedim.


İKİNCİ MERTEBE-İ NURİYE-İ HASBİYE


Fıtratımdaki hadsiz aczimle beraber, ihtiyarlık ve gurbet ve kimsesizlik ve tecridim içindeehl-i dünya desiseleriyle, casuslarıyla bana hücum ettikleri hengâmda kalbimde dedim: “Elleri bağlı, zayıf ve hasta bir tek adama ordular taarruz ediyor. O bîçarenin (yani benim için) birnokta-i istinad yok mu?” diye


حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ âyetine müracaat ettim. Bana bildirdi ki:


“İntisab-ı imanî tezkeresiyle, Kadîr-i Mutlak öyle bir Sultana istinad edersin ki, zeminyüzünde her baharda dört yüz bin milletten mürekkep nebatat ve hayvanat ordularının bütüncihazatlarını kemâl-i intizamla vermekle beraber, her


[NOT]Dipnot-1
“Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.

[/NOT]




Kadîr-i Mutlak: her şeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi AllahSultan: bütün kâinatı ve varlık âlemleri emri altında tutan Allah
acz: acizlik, güçsüzlükaşk-ı bekà: sonsuzluk aşkı
bekà: devamlılık, kalıcılıkbekà-yı İlâhî: Allah’ın varlığının devamlı ve kalcı olması
beyan etmek: açıklamakbâki: devamlı, kalıcı, ölümsüz
bîçare: çaresizcihazat: cihazlar, âletler
desise: hile, aldatmaehl-i dünya: sadece dünya hayatı için çalışanlar
fıtrat: yaratılış, mizaçfıtraten: yaratılış itibariyle
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelengaraz: gaye, hedef, istek
hadsiz: sınırsızhayat-ı dünyeviye: dünya hayatı
hayvanat: hayvanlarhengâm: ân, zaman
ihsan etmek: bağışlamakiktiza etmek: gerektirmek
illet: esas sebep, maksatintisab-ı imanî: iman ile bağlanma
istinad etmek: dayanmakkemâl-i Zât: Cenâb-ı Hakkın Zâtına ait mükemmellik, kusursuzluk
kemâl-i intizam: mükemmel ve kusursuz bir düzenkemâl-i mutlak: her yönüyle tam bir mükemmellik
kâfi: yeterlimahiyet: asıl nitelik, özellik
mertebe-i nuriye-i hasbiye: “Hasbünâ”nın nurlu mertebesimezkûr: anılan, sözü geçen
muhabbet: sevgimüracaat etmek: başvurmak
mürekkep: birden fazla unsurdan meydana gelennebatat: bitkiler
nefs: insanı daima kötülüğe, hazır zevk ve isteklere sevk eden duygunokta-i istinad: dayanak noktası
perestiş: kulluk, tapmaksabıkan: daha önceden belirtilen
taarruz etmek: saldırmaktecrit: bir kişinin toplumdan ve insanlardan soyutlanması
tezkere: belgevâfi: yeterli
zemin: yer, dünyazerrât-ı vücûd: bedeni oluşturan zerreler, atomlar
şuur-u imanî: imanî şuur, imana dayanan bilinç
 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - 100

sene eşcar ve tuyur denilen o iki muazzam ordusunun elbiselerini tazelendirerek yeni libaslar giydirir, urbalarını ve formalarını değiştirir; ve tavuğun ve kuşun fistanlarını ve çarşaflarını tazelendirdiği gibi, dağın libasını ve sahranın yüz örtüsünü değiştirir. Ve başta insan olarakhayvanatın muazzam ordusunun bütün erzaklarını, değil medenî insanların son zamanda keşfettikleri et ve şeker vesaire taamların hülâsaları gibi, belki yüz derece o medenîhülâsalardan daha mükemmel ve bütün taamların her nev’inden tohum ve çekirdek denilenRahmânî hülâsalara koyup ve o hülâsaları dahi, onların pişirmelerine ve inbisatlarına dairkaderî târifeleri içine sarıp, muhafaza için küçücük sandukçalara koyup tevdi eder. O sandukçukların icadı kâf-nûn fabrikasından o kadar çabuk ve kolay ve çoklukladır ki, Kur’ân der: ‘Bir emirle yapılır.’ Hem o umum hülâsalar bir şehri doldurmadığı ve birbirine benzedikleri ve aynı madde oldukları halde, Rezzâk-ı Kerîm onlardan bir yaz mevsiminde pişirdiği gayet mütenevvi ve leziz taamlar zeminin bütün şehirlerini bir cihette doldurabilir. İşte sen, intisab-ı imanî tezkeresiyle böyle bir nokta-i istinad bulabildiğinden, hadsiz bir kuvvete ve kudrete dayanabilirsin.”
Ben de, âyetten bu dersimi aldıkça öyle bir kuvve-i mâneviyeyi buldum ki, değil şimdiki düşmanlarıma, belki dünyaya meydan okutturabilir bir iktidar-ı imanî hissederek bütün ruhumla حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif
1 dedim. Ve hadsiz fakrım ve ihtiyacım cihetinde dahi bir nokta-i istimdat için yine o âyete müracaat ettim. Bana dedi ki:


“Sen memlûkiyet ve ubûdiyet intisabıyla öyle bir Mâlik-i Kerîme mensup ve iaşe defterindemukayyetsin ki, her bahar ve yazda gaybdan ve hiçten, umulmadığı yerden ve kuru bir topraktan kaldırır, indirir tarzında yüz defa zemin sofrasını ayrı ayrı yemekleriyle tezyin eder, serer. Güya zamanın seneleri ve her senenin

[NOT] Dipnot-1 “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.[/NOT]



Mâlik-i Kerîm: sonsuz ihsan ve ikram sahibi olan ve herşeyin gerçek sahibi AllahRahmanî: rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah tarafından gönderilen
Rezzâk-ı Kerîm: bütün varlıkların ihtiyaçları olan rızıklarını veren, sınırsız ikram ve cömertlik sahibi Allahcihet: taraf, yön
erzak: rızıklar, yiyecek içecek şeylereşcar: ağaçlar
fakr: fakirlik, muhtaçlıkfistan: bir tür elbise
gayb: bilinmeyen ve görünmeyen âlemgayet: son derece
hadsiz: sınırsızhayvanat: hayvanlar
hülâsa: özetiaşe: besleme, yedirip içirme
icad: var etme, yapmaiktidar-ı imanî: imandan kaynaklanan güç
inbisat: genişleme, yayılmaintisab: bağlanma, mensup olma
intisab-ı imanî: iman ile kurulan bağkaderî: kaderde yazılı olan
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarıkuvve-i mâneviye: mânevî güç, moral
kâf-nûn: Arap alfabesinde yer alan iki harften oluşan ve Allah’ın varlıkları dilediği şekilde yaratmasını ifade eden “kün”, yani “ol” emrilibas: elbise
memlûkiyet: Allah’ın kulu olmamensup: bağlı
muazzam: azametli, çok büyükmuhafaza: koruma
mukayyet: kayıtlımütenevvi: çeşit çeşit
nevi: türnokta-i istimdad: yardım isteme noktası
nokta-i istinad: dayanak noktasısahra: ova, meydan
taam: yemek, yiyecektevdi etmek: bırakmak, emanet etmek
tezkere: belgetezyin etmek: süslemek
tuyur: kuşlartârife: bir şeyi lâzım olduğu şekilde anlatıp bildiren yazı
ubudiyet: kulluk, ibadetumum: bütün
urba: bir tür elbisezemin: yer, dünya
 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - sayfa 101

günleri, birbiri arkasından gelen ihsan meyvelerine ve rahmet taamlarına birer kap ve bir Rezzâk-ı Rahîmin küllî ve cüz’î ihsanat mertebelerine birer meşherdirler. İşte sen böyle birGaniyy-i Mutlakın abdisin. Abdiyetine şuurun varsa, senin elîm fakrın leziz bir iştiha olur.”


Ben de o dersimi aldım. Nefsimle beraber “Evet evet, doğrudur” deyip mütevekkilâneحَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif
1
dedim.


ÜÇÜNCÜ MERTEBE-İ NURİYE-İ HASBİYE


Ben o gurbetler ve hastalıklar ve mazlumiyetlerin tazyikiyle dünyadan alâkamı kesilmiş bularak, ebedî bir dünyada ve bâki bir memlekette, daimî bir saadete namzet olduğumu iman telkin ettiği hengâmda “of, of”tan vazgeçtim “oh, oh” dedim. Fakat bu gaye-i hayal vehedef-i ruh ve netice-i fıtratın tahakkuku ancak ve ancak bütün mahlûkatın bütün harekât vesekenatlarını ve ahvâl ve a’mallerini kavlen ve fiilen bilen ve kaydeden ve bu küçücük ve âciz-i mutlak olan insanı kendine dost ve muhatap eden ve bütün mahlûkat üstünde bir makam veren bir Kadîr-i Mutlakın hadsiz kudretiyle ve insana nihayetsiz inayet ve ehemmiyetvermesiyle olabilir diye düşünüp, bu iki noktada, yani böyle bir kudretin faaliyeti ve zâhiren buehemmiyetsiz insanın hakikatli ehemmiyeti hakkında, imanın inkişafını ve kalbin itmi’nanını veren bir izah istedim. Yine o âyete müracaat ettim. Dedi ki: “
blank.gif
2حَسْبُنَ
ا daki
blank.gif
3 نَا ya dikkat edip seninle beraber lisan-ı hal ve lisan-ı kàl ile kimler حَسْبُنَا’yı söylüyorlar, dinle” emretti.





[NOT]Dipnot-1 “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.

Dipnot-2 Bize yeter.

Dipnot-3 Biz.

[/NOT]




Ganiyy-i Mutlak: sınırsız zenginliğe sahip olan AllahKadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi olan ve her şeye gücü yeten Allah
Rezzâk-ı Kerîm: bütün varlıkların rızıklarını veren ve sınırsız cömertlik sahibi olan Allahabd: kul
abdiyet: kullukahvâl: haller, durumlar
a’mal: ameller, fiillerbâki: devamlı, kalıcı, ölümsüz
cüz’i: ferdîebedî: sonu olmayan, sonsuz
ehemmiyet: önemelîm: acı ve sıkıntı veren
fakr: fakirlik, muhtaçlıkgaye-i hayal: hayalin gayesi, hedefi
hadsiz: sınırsızhakikatli: gerçek
harekât: hareketler, davranışlarhedef-i ruh: ruhun hedefi
hengâm: ân, zamanihsan: bağış, iyilik, lûtuf
ihsanat: ihsanlar, iyilikler, bağışlarinayet: yardım, ihsan; özen gösterme
inkişaf: açığa çıkma, açılmaitmi’nân: emin olma, tereddütsüz inanma
izah: açıklamakavlen: sözle
kudret: güç, iktidarküllî: bütün fertleri içine alan, kapsamlı
leziz: lezzetlilisan-ı hâl: hâl ve beden dili
lisan-ı kàl: sözlü olarak ifademahlukât: varlıklar
mazlumiyet: zulme uğramış olmamertebe-i nuriye-i hasbiye: “Hasbünâ”nın nurlu mertebesi
meşher: sergi yerimuhatap: kendisine hitap edilen, konuşulan
mütevekkilâne: Allah’a güvenip ve Onu vekil kabul eder bir şekildenamzet: aday
nefs: kişinin kendisi, hazır istek ve arzularınetice-i fıtrat: yaratılış neticesi
nihayetsiz: sınırsız, sonsuzrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
saadet: mutluluksekenat: durgunluklar, hareketsiz olmalar
taam: yemek, yiyecektahakkuk: gerçekleşme
tazyik: baskıtelkin etme: bir fikri kabul ettirmek için tavsiyede bulunma
zahiren: görünüş itibariyleâciz-i mutlak: güçsüzlüğü sınırsız olan
şuur: bilinç, anlayış
 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - 102

Birden baktım ki, hadsiz kuşlar ve kuşçuklar ve sinekler ve hesapsız hayvanlar ve hayvancıklar ve nihayetsiz nebatlar, yeşilcikler ve gayetsiz ağaçlar ve ağaççıklar dahi benim gibi lisan-ı hal ile حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif
1 in mânâsını yâd ediyorlar ve yâda getiriyorlar ki, bütün şerait-i hayatiyelerini tekeffül eden öyle bir vekilleri var ki, birbirine benzeyen ve maddeleri bir olan yumurtalar ve birbirinin misli gibi katreler ve birbirinin aynı gibi habbeler ve birbirine müşabih çekirdeklerden kuşların yüz bin çeşitlerini ve hayvanların yüz bin tarzlarını, nebatatın yüz bin nev’ini, ağaçların yüz bin sınıfını yanlışsız, noksansız, iltibassız, süslü, mizanlı, intizamlı, birbirinden ayrı, fârikalı bir surette gözümüz önünde, hususan her baharda gayet çabuk, gayet kolay, gayet geniş bir dairede gayetçoklukla halk eder, yapar, kudretinin azamet ve haşmeti içinde beraberlik ve benzeyişlik ve birbiri içinde ve bir tarzda yapılmaları vahdetini ve ehadiyetini bize gösterir. Ve böyle hadsizmu’cizatı ibraz eden bir fiil-i rububiyete ve bir tasarruf-u hallâkıyete müdahale ve iştirakmümkün olmadığını bildirir diye bildim.


Sonra
blank.gif
2 حَسْبُنَا daki
blank.gif
3 نَا da bulunan ene’ye, yani nefsime baktım, gördüm ki: Hayvanat içinde beni dahi menşeim olan bir katre sudan yaratan yaratmış, mu’cizâneyapmış, kulağımı açıp gözümü takmış, kafama öyle bir dimağ, sineme öyle bir kalb, ağzıma öyle bir dil koymuş ki, o dimağ ve kalb ve dilde rahmetin umum hazinelerinde iddihar edilen bütün Rahmânî hediyeleri, atiyeleri tartacak, bilecek yüzer mizancıkları, ölçücükleri ve Esmâ-i Hüsnânın nihayetsiz cilvelerinin definelerini açacak, anlayacak binler âletleri yaratmış, yapmış, yazmış; kokuların, tatların, renklerin adedince târifeleri o âletlere yardımcı vermiş.

[NOT]



[NOT]Dipnot-1 “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.

Dipnot-2 Bize yeter.

Dipnot-3 Biz.

[/NOT]



Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleriRahmanî: rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah tarafından gönderilen
atiye: hediye, bağış, ihsanazamet: büyüklük, yücelik
cilve: görüntü, yansımadimağ: akıl, şuur
ehadiyet: Allah’ın birliğinin her bir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi, yansımasıene: ben
fiil-i rububiyet: Cenab-ı Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan terbiye ve idare edicilik fiilifârikalı: diğer şeylerden farklı özelliği olan
gayet: son derecegayetsiz: sınırsız, sonsuz
habbe: dane, tohumhadsiz: sınırsız
halk etmek: yaratmakhayvanat: hayvanlar
haşmet: büyüklük, görkemhususan: özellikle
ibraz etmek: göstermekiddihar: biriktirme, depolama
iltibassız: karıştırmaksızınintizam: disiplin, düzen
iştirak: katılmakatre: damla
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarılisan-ı hâl: hâl ve beden dili
menşe: kaynak, esasmisl: benzer
mizan: ölçü, dengemu’cizane: mu’cizeli bir şekilde
mu’cizât: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeylermüşabih: benzer
nebat: bitkinebatat: bitkiler
nev’: türnihayetsiz: sonsuz
sine: göğüssuret: biçim, şekil
tasarruf-u hallâkıyet: Allah’ın varlıkları istediği şekilde yaratma faaliyetitekeffül etmek: kefil olmak
umum: bütün, tamamıvahdet: birlik
yâd etmek / yâda getirmek: anmak, dile getirmekşerâit-i hayatiye: hayat şartları
 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - sayfa 103

Hem kemâl-i intizamla bu kadar hassas duyguları ve hissiyatları ve gayet muntazam bu mânevî lâtifeleri ve bâtınî hâsseleri bu cismimde derc etmekle beraber, gayet san’atlı bucihazatı ve cevârihi ve hayat-ı insaniyece gayet lüzumlu ve mükemmel bu kadar âzâ ve âletleri bu vücudumda kemâl-i hikmetle yaratmış. Tâ ki, nimetlerinin bütün nevilerini ve umumçeşitlerini bana tattırsın ve ihsas etsin ve hadsiz tecelliyat-ı esmâsının ayrı ayrı zuhurlarını o duygular ve hissiyatla ve hassasiyetle bana bildirsin, zevk ettirsin ve bu ehemmiyetsiz görünenhakir ve fakir vücûdumu, her mü’minin vücudu gibi kâinata bir güzel takvim ve rûznâme veâlem-i ekbere muhtasar bir nüsha-i enver ve şu dünyaya bir misal-i musağğar ve masnuatına bir mu’cize-i azhar ve nimetlerinin her nev’ine talip bir müşteri ve medar ve rububiyetinin kanunlarına ve icraat tellerine santral gibi bir mazhar ve hikmet ve rahmet atiyelerine ve çiçeklerine nümune bahçesi gibi bir liste, bir fihriste ve hitabât-ı Sübhâniyesine anlayışlı bir muhatap yaratmış olmakla beraber, en büyük bir nimet olan vücudu, bu vücudumda büyütmek ve çoğaltmak için hayatı verdi. Ve o hayatla o nimet-i vücudum âlem-i şehadetkadar inbisat edebiliyor.
Hem insaniyeti verdi. O insaniyetle o nimet-i vücut mânevî ve maddî âlemlerde inkişaf ederek insana mahsus duygularla o geniş sofralardan istifade yolunu açtı.


Hem İslâmiyeti bana ihsan etti. O İslâmiyetle o nimet-i vücut âlem-i gayb ve şehadet kadar genişlendi.


Hem iman-ı tahkikîyi in’âm etti. O imanla o nimet-i vücud, dünya ve âhireti içine aldı.
Hem o imanda mârifet ve muhabbetini verdi. Ve mârifet ve muhabbetle o nimet-i



Rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesiatiyye: hediye, bağış, ihsan
bâtınî: insanın içinde bulunan, içselcevârih: organlar
cihazat: cihazlar, organlarderc etmek: yerleştirmek
ehemmiyetsiz: önemsizfihriste: bir şeyin ana özelliklerinin sıralandığı liste
gayet: son derecehadsiz: sınırsız
hakir: değersizhayat-ı insaniye: insan hayatı
hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, mânâlı ve tam yerli yerinde olmahissiyat: hisler, duygular
hitâbât-ı Sübhâniye: her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Allah’ın kendine has hitap ve konuşmalarıhâsse: duygu, his
ihsan etmek: bağışlamakihsas etmek: hissettirmek
iman-ı tahkikî: araştırma ve incelemeye dayanan imaninbisat etme: genişleme, yayılma
inkişaf etmek: açığa çıkmakin’am etmek: nimet vermek
istifade: faydalanmakemâl-i hikmet: mükemmel bir hikmet; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
kemâl-i intizam: kusursuz derecede düzenli olmakâinat: evren
lâtife: insan ruhunda bulunan ince duygumarifet: Allah’ı tanıma, bilme
masnuat: san’at eseri varlıklarmazhar: erişme, nail olma
medar: eksenmisal-i musağğar: küçültülmüş nümune
muhabbet: sevgimuhtasar: kısa, özet
muntazam: düzenli, intizamlımu’cize-i azhar: çok zahir ve açık mu’cize
nev’: türnimet-i vücud: varlık nimeti
nüsha-i enver: en nurlu nüsha, kopyarahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rûznâme: günlük, olayların zaman sırasına göre yazıldığı defter, takvimtecelliyât-ı esmâ: Allah’ın isimlerinin tecellileri, yansımaları
umum: bütünvücud: beden
zuhur: belirme, açığa çıkmaâlem-i ekber: en büyük âlem
âlem-i gayb ve şehadet: görünmeyen ve görünen âlemlerâlem-i şehadet: görünen âlem, dünya
âzâ: uzuvlar, organlar
 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - sayfa 104

vücut içinde daire-i mümkinattan âlem-i vücuba ve daire-i esmâ-i İlâhiyeye kadar hamd ü senâ ile istifade için ellerini uzatabilir bir mertebe ihsan etti.


Hem hususî olarak bir ilm-i Kur’ânî ve hikmet-i imaniye verdi. Ve o ihsanıyla çok mahlûkatüstüne bir tefevvuk verdi.
Ve sâbık noktalar gibi çok cihetlerle öyle bir câmiiyet vermiş ki, ehadiyetine ve samediyetine tam bir âyine ve küllî ve kudsî rububiyetine geniş ve küllî bir ubûdiyetle mukabele edebilen biristidat vermiş. Ve enbiyalarla insanlara gönderdiği bütün mukaddes kitapların ve suhufların vefermanların icmâıyla ve bütün enbiya ve evliya ve asfiyanın ittifakıyla bu bendeki bulunan emaneti ve hediyesi ve atiyesi olan vücudumu ve hayatımı ve nefsimi—âyet-i Kur’âniyeninnassıyla—benden satın alıyor. Tâ ki, elimde faidesiz zayi olmasın. Ve iade etmek üzere muhafaza edip satmak pahasına saadet-i ebediyeyi ve Cenneti vereceğini kat’î bir surette çok tekrarla vaad ve ahdettiğini ilmelyakîn ve tam iman ile anladım.


Ve böyle hadsiz hayvanat ve nebatatın yüzbinler nevilerinin ve çeşitlerinin suretlerini, Fettahismiyle, mahdut ve müteşabih katrelerden ve habbelerden gayet kolay ve çabuk ve mükemmel açan ve insana sabıkan beyan ettiğimiz gibi hayret verici bu kadar ehemmiyet veren verububiyetin ehemmiyetli işlerine medar yapan bir Zât-ı Zülcelâl ve’l-İkram olan Rabbim var olduğunu ve gelecek baharın icadı gibi kolay ve kat’î ve muhakkak bir surette haşri icad ve Cenneti ihsan ve saadet-i ebediyeyi halk edeceğini bu Âyet-i Hasbiyeden ders aldım. Elimden


Fettah: her şeyi lâyık olduğu şekil ve suretlerde açan, fetihler ve açılımlar veren, rahmet ve rızık kapılarını açan AllahRububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi
Zât-ı Zülcelâl ve’l-İkram: sonsuz yücelik, haşmet sahibi olan, çok ihsan ve bağışta bulunan Allahahdetmek: söz vermek
asfiya: Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve takvâ sahibi hâlis kullaratiye: hediye, bağış, ihsan
beyan etmek: açıklamakcihet: şekil, yön
câmiiyet: geniş kapsamlı oluşdaire-i esmâ-i İlâhiyeye: Cenab-ı Hakkın isimlerinin tecellî ettiği daire
daire-i mümkinat: imkân alemi; varlığı ve yokluğu imkân dahilinde olan ve Allah tarafından yaratılan varlıklar âlemiehadiyet: Allah’ın birliğinin her bir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
ehemmiyet: önemenbiya: nebiler, peygamberler
evliya: veliler, Allah dostlarıferman: emir, buyruk
gayet: son derecehabbe: dane, tohum
hadsiz: sınırsızhalk etmek: yaratmak
hamd ü senâ: şükretme ve övmehayvanat: hayvanlar
haşr: insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanmasıhikmet-i imaniye: imana dayalı hikmet ilmi
hususî: özelicad: var etme, yaratma
icmâ: bir mesele hakkında görüş birliğine varılmasıihsan: bağış, iyilik, lûtuf
ilm-i Kur’anî: Kur’ân ilmiilmelyakin: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenme
istidat: kàbiliyet, yetenekistifade: yararlanma
ittifak: birleşme, birlikkatre: damla
kat’î: kesinkudsî: kutsal
küllî: kapsamlı, genişmahdut: sınırlı
mahlukât: yaratılmışlar, varlıklarmedar: dayanak noktası, kaynak
muhakkak: kesinmukabele etmek: karşılık vermek
mukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten arınmış olanmüteşâbih: birbirine benzeyen
nass: açık ve kesin hükümnebatat: bitkiler
nev’: türnimet-i vücud: varlık nimeti
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluksabıkan: bundan önce
samediyet: her şey Allah’a muhtaç olduğu halde, Onun hiçbir şeye muhtaç olmayışısuhuf: bâzı peygamberlere gelen sahife halindeki kitap
suret: biçim, şekilsâbık: önceki, geçmiş
tefevvuk: üstün gelmeubûdiyet: kulluk
zayi olma: kaybolmaÂyet-i Hasbiye: “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir” anlamında Âl-i İmrân Sûresinin 173. âyeti
âlem-i vücub: zorunlu âlem; Allah’ın zât, sıfat ve isimlerini ifade eden âlemâyet-i Kur’âniye: Kur’an âyeti
 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - sayfa 105

gelseydi bilfiil ve gelmediği için binniyet, bittasavvur, bilhayal, bütün mahlûkat dilleriyleحَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif
1 dedim ve ebedü’l-âbidîn daima tekrar etmek istiyorum.


DÖRDÜNCÜ MERTEBE-İ NURİYE-İ HASBİYE


Bir vakit ihtiyarlık, gurbet, hastalık, mağlûbiyet gibi vücudumu sarsan ârızalar bir gafletzamanıma rast gelip, şiddetli alâkadar ve meftun olduğum vücudum, belki mahlûkatın vücutları ademe gidiyor diye, elîm bir endişe verirken, yine Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettim. Dedi: “Mânama dikkat et ve iman dürbünüyle bak.”


Ben de baktım ve iman gözüyle gördüm ki, bu zerrecik vücudum hadsiz bir vücudun âyinesi ve nihayetsiz bir inbisatla hadsiz vücutları kazanmasına bir vesile ve kendinden dahakıymettar, bâki, müteaddit vücutları meyve veren bir kelime-i hikmet hükmünde bulunduğunu ve mensubiyet cihetiyle bir an yaşaması ebedî bir vücut kadar kıymettar olduğunu ilmelyakînile bildim.


Çünkü, şuur-u imanla bu vücudum Vâcibü’l-Vücudun eseri ve san’atı ve cilvesi olduğunu anlamakla, vahşî evhamın hadsiz karanlıklarından ve hadsiz mufarakat ve firakların elemlerinden kurtulup mevcudata, hususan zîhayatlara taallûk eden ef’âlde, esmâ-i İlâhiyeadedince uhuvvet rabıtalarıyla münasebet peydâ ettiğim bütün sevdiğim mevcudata muvakkatbir firak içinde daimî bir visâl var olduğunu bildim. Malûmdur ki, karyeleri ve şehirleri ve memleketleri veya taburları ve kumandanları ve üstadları gibi rabıtaları bir olan adamlar sevimli bir uhuvvet ve dostâne bir arkadaşlık hissederler. Ve bu gibi rabıtalardan mahrum olanlar daimî, elîm karanlıklar içinde azap çekiyorlar. Hem bir ağacın meyveleri, şuurları olsa, birbirinin kardeşi ve birbirinin bedeli ve musahibi ve nâzırı olduklarını




[NOT]

Dipnot-1 “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.[/NOT]



Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allahalâkadar: alakalı, ilgili
bilfiil: fiilî olarakbilhayal: hayal ederek
binniyet: niyet ederekbittasavvur: tasavvur ederek, zihinde şekillendirerek
bâki: devamlı, kalıcı, ölümsüzcihet: şekil, yön
cilve: görüntü, yansımadostâne: dostça
ebedî: sonu olmayan, sonsuzebedü’l-âbidîn: sonsuzların sonsuzu
ef’âl: fiiller, işlerelîm: acı ve sıkıntı veren
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimlerievham: kuruntular, şüpheler
firâk: ayrılıkgaflet: dalgınlık, dikkatsizlik
hadsiz: sınırsızhususan: özellikle
ilmelyakîn: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenmeinbisat: genişleme, yayılma
karye: köykelime-i hikmet: hikmet ifade eden kelime
kıymettar: kıymetlimahlukât: varlıklar
malûm: bilinenmağlubiyet: yenilgi
meftun: düşkün, tutulmuşmensubiyet: bağlı ve ait olma
mertebe-i nuriye-i hasbiye: “Hasbünâ”nın nurlu mertebesimevcudat: varlıklar
mufârakat: ayrılıkmusahib: sohbet eden, arkadaş
muvakkat: geçicimünasebet peydâ etmek: ilgi ve bağ kurmak
müteaddit: birçok, çeşitlinihayetsiz: sınırsız
nâzır: bakan, gözeticirabıta: bağ, ilgi
taallûk etmek: ilişkili olmak, ait olmaktabur: bir askerî birlik
uhuvvet: kardeşlikvisâl: kavuşma
vücud: bedenzîhayat: canlı, hayat sahibi
Âyet-i Hasbiye: “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir” anlamında Âl-i İmrân Sûresinin 173. âyetiâyine: ayna
şuur: bilinç, anlayışşuur-u imanî: imâna dayalı olan şuur, bilinç
 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - 106

hissederler. Eğer ağaç olmazsa veya ondan koparılsa, herbiri o meyveler adedince firakları hissedecek.


İşte imanla, imandaki intisapla, her mü’min gibi, bu vücudum dahi hadsiz vücudların firaksızenvârını kazanır; kendisi gitse de, onlar arkada kaldığından kendisi kalmış gibi memnun olur. Bununla beraber, Yirmi Dördüncü Mektup’ta tafsilen kat’î ispat edildiği gibi, her zîhayatın,hususan zîruhun vücudu bir kelime gibidir. Söylenir ve yazılır, sonra kaybolur. Fakat kendivücuduna bedel ikinci derecede vücutları sayılan hem mânâsı, hem hüviyet-i misaliyesi vesûreti, hem neticeleri, hem mübarek ise sevabı, hem hakikati gibi çok vücutlarını bırakır, sonra perde altına girdiği gibi; aynen öyle de, bu vücudum ve her zîhayatın vücudu, zâhirîvücuttan gitse, zîruh ise hem ruhunu, hem mânâsını, hem hakikatını, hem misalini, hemmahiyet-i şahsiyesinin dünyevî neticelerini ve uhrevî semerelerini, hem hüviyet ve suretini hafızalarda ve elvâh-ı mahfuzada ve sermedî manzaraların film şeritlerinde ve ilm-i ezelîninmeşherlerinde ve kendini temsil eden ve bekà veren fıtrî tesbihatını defter-i a’mâlinde veesmâ-i İlâhiyenin cilvelerine ve mukteziyatlarına fıtrî mukabelelerini ve vücudî âyinedarlıklarınıdaire-i esmâda ve daha bunlar gibi zâhirî vücudundan daha kıymettar müteaddit mânevî vücutlarını kendi yerinde bırakır, sonra gider; ilmelyakîn sûretinde bildim.


İşte iman ve imandaki şuur ve intisapla bu mezkûr bâki, mânevî vücutlara sahip olunabilir. İman olmazsa, bütün o vücutlardan mahrum olmakla beraber, zâhirî vücudu dahi onun hakkında ademe ve hiçliğe gider gibi zâyi olur.


Bir zaman bahar çiçeklerinin çabuk mahvolmalarına çok yazığım geliyordu; hattâ onâzeninlere acıyordum. Burada beyan edilen hakikat-i imaniye gösterdi ki, o çiçekler âlem-i mânâda çekirdeklerdir. Sâbıkan beyan ettiğimiz, ruhtan başka bütün o vücutları meyve veren birer ağaç, birer sümbül hükmünde nur-u




bekà: devamlılık, kalıcılık, ölümsüzlükbeyan etmek: açıklamak
bâki: devamlı, kalıcı, ölümsüzcilve: görüntü, yansıma
daire-i esmâ: Cenab-ı Hakkın isimlerinin tecelli ettiği dairedefter-i a’mâl: iyi ve kötü işlerin kaydedildiği defter
elvâh-ı mahfuza: her şeyin kaderinin muhafaza edildiği manevî levhalarenvâr: nurlar
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimlerifirak: ayrılık
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelenhadsiz: sınırsız
hakikat: doğru, gerçekhakikat-i imaniye: iman hakikatı, gerçeği
hususan: özelliklehüviyet: kimlik
hüviyet-i misâliye: mânevî misâl âlemine yansıyan hüviyet, şekililm-i ezelî: Cenab-ı Hakkın sonsuz ilmi
ilmelyakin: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenmeintisap: bağlanma, mensup olma
kat’î: kesinkıymettar: değerli
mahiyet-i şahsiye: şahsî mahiyet ve asıl kişilikmezkûr: anılan, sözü geçen
meşher: sergi, fuarmukabele: karşılık verme
muktaziyat: gerektirici sebeplermübarek: bereketli, hayırlı
müteaddit: birçok, çeşitlinâzenin: ince, nâzik
sabıkan: daha önceden geçensemere: meyve, netice
sermedî: daimi, süreklisuret: biçim, şekil, fotoğraf
tafsilen: ayrıntılı olaraktemsil etme: birinin veya bir topluluğun adına davranma
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmauhrevî: âhirete ait
vücud: varlık, bedenvücudî: varlıkla ilgili, varlığa ait
zayi olmak: kaybolup gitmekzâhirî: görünen
zîhayat: canlı, hayat sahibizîruh: ruh sahibi
âlem-i mânâ: mânâ âlemi, mânâların kaydedildiği âlemâyinedarlık: ayna olma
şuur: bilinç, anlayış
 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - 107

vücut noktasında kazançları bire yüzdür. Zâhirî vücutları mahvolmaz, saklanır. Hem bâkiolan hakikat-i nev’iyesinin tazelenen suretleridir. Geçen baharda yaprak, çiçek, meyve gibimevcudatı, bu bahardakinin mislidirler. Fark yalnız itibarîdir. O itibarî fark dahi, bu hikmetkelimelerine ve rahmet sözlerine ve kudret harflerine ayrı ayrı, müteaddit mânâları verdirmek içindir bildim. Yazıklar yerinde “Maşallah, bârekâllah” dedim.


İşte, imanın şuuruyla ve iman rabıtasıyla, Arz ve Semâvât San’atkârına intisap noktasında gökleri yıldızlarla, zemini çiçekler ve güzel mahlûklarla yapan, süslendiren ve böyle herbir san’atta yüzer mu’cize gösteren bir san’atkârın eser-i san’atı ve böyle hadsiz harikalı bir ustanın yapılışı olmak, ne kadar antika ve kıymettar ve şuuru varsa ne kadar iftihar eder ve şereflenir diye uzaktan hissettim. Hususan o nihayetsiz mu’cizekâr usta, koca semâvât vearzın büyük kitabını insan gibi küçük bir nüshada yazsa, belki insanı o kitaba müntehap ve mükemmel bir hülâsa yapsa, o insan ne kadar büyük bir şeref, bir kemâl, bir kıymete medarve iman ile mazhar ve şuur ve intisap ile o şerefe sahip olacağını bu âyetten ders aldığımdan niyet ve tasavvur cihetinde bütün mevcudatın dilleriyle حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif
1 dedim.


BEŞİNCİ MERTEBE-İ NURİYE-İ HASBİYE


Yine bir vakit hayatım çok ağır şeraitle sarsıldı, nazar-ı dikkatimi ömre ve hayata çevirdi. Gördüm:
Ömrüm koşarak gidiyor; âhire yakınlaşmış hayatım dahi tazyikat altında sönmeye yüz tutmuş. Halbuki Hayy ismine dair risalede izah edilen hayatın mühim vazifeleri ve büyükmeziyetleri ve kıymettar faideleri, böyle çabuk sönmeye


[NOT]
Dipnot-1 “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.
[/NOT]



Arz ve Semavat San’atkârı: dünyayı ve gökleri mükemmel bir san’atla yaratan AllahHayy: gerçek hayat sahibi olan ve her canlıya hayat veren Allah
Maşallah: Allah dilemiş ve ne güzel yaratmışarz: yer, dünya
bâki: devamlı, kalıcı, ölümsüzbârekâllah: Allah hayırlı ve bereketli kılsın
cihet: şekil, yöneser-i san’at: san’at eseri
hadsiz: sınırsızhakikat-i nev’iye: türün temel özelliği, hakikati
hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, mânâlı ve tam yerli yerinde olmahususan: özellikle
hülâsa: öz, özetiftihar etmek: övünmek
intisap: bağlanma, mensup olmaitibârî: öyle olduğu kabul edilen, var sayılan
izah etmek: açıklamakkemâl: mükemellik, olgunluk
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarıkıymettar: kıymetli
mahluk: yaratılmış, varlıkmazhar: erişme, nail olma
medar: eksen, vesilemertebe-i nuriye-i hasbiye: “Hasbünâ”nın nurlu mertebesi
mevcudat: varlıklarmeziyet: üstün özellik
misl: benzermu’cizekâr: mu’cize gösteren
müntehap: seçilmiş, seçkinmüteaddit: birçok, çeşitli
nazar-ı dikkat: dikkatli bakışnihayetsiz: sonsuz
nur-u vücut: varlık nururabıta: bağ, ilgi
rahmet: İlâhî şefkat, merhametrisale: mektup, kitapçık; Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden herbirisi
san’atkâr: san’atçısemâvât: gökler
suret: biçim, şekiltasavvur: düşünme, hayal etme
tazyikat: baskılarvücut: beden, varlık
zemin: yer, dünyazâhirî: görünen
âhir: sonşerâit: şartlar
şuur: bilinç, anlayış

 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - sayfa 108

değil, belki pek uzun yaşamaya lâyıktır diye müteellimâne düşündüm. Yine üstadım olanحَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif
1 âyetine müracaat ettim.
Dedi:


“Sana hayatı veren Zât-ı Hayy-ı Kayyûma göre hayata bak”


Ben de baktım, gördüm ki hayatımın bana bakması bir ise, Zât-ı Hayy ve Muhyîye bakması yüzdür. Bana ait neticesi bir ise, Hâlıkıma ait bindir. O cihet uzun zaman, belki zaman istemez; bir an yaşaması yeter. Bu hakikat Risale-i Nur’un risalelerinde bürhanlar ile izah edildiğinden, burada dört mesele içinde kısa bir hülâsası beyan edilecek.

Birinci mesele


Hayatın mahiyeti ve hakikatı Hayy-ı Kayyûma baktığı cihetle baktım. Gördüm ki mahiyet-i hayatım esmâ-i İlâhiyenin definelerini açan anahtarların mahzeni ve nakışlarının bir küçük haritası ve cilvelerinin bir fihristesi ve kâinatın büyük hakikatlerine ince bir mikyas ve mizanve Hayy-ı Kayyûmun mânidar ve kıymettar isimlerini bilen, bildiren, fehmedip tefhim eden yazılmış bir kelime-i hikmettir anladım. Ve hayatın bu tarzdaki hakikati bin derece kıymet kazanıyor ve bir saat devamı bir ömür kadar ehemmiyet alır. Zamanı olmayan Zât-ı Ezeliyeyemünasebeti cihetinde uzun ve kısalığına bakılmaz.


İkinci mesele


Hayatın hakiki hukukuna baktım. Gördüm ki:


Hayatım Rabbânî bir mektuptur; kardeşlerim olan zîşuur mahlûkata kendini okutturur, Yaratanı bildirir bir mütalâagâhtır.
Hem Hâlıkımın kemâlâtını teşhir eden bir ilânnâmeliktir.
Hem hayatı yaratanın hayatla ihsan ettiği kıymettar hediyeler ve nişanlarla bilerek



[NOT]Dipnot-1
“Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.

[/NOT]




Hayy-ı Kayyûm: hayatı ezelî ve ebedî olup her canlıya hayat veren ve Kendi varlığı hiçbir sebebe bağlı olmayıp her şeyi ayakta tutan AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Rabbanî: her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’a aitZât-ı Ezeliye: varlığının başlangıcı olmayıp zaman üstü sonsuz olan Zât, Allah
Zât-ı Hayy ve Muhyî: hayatı ezelî ve ebedî olan ve her canlıya hayat veren AllahZât-ı Hayy-ı Kayyûm: hayatı ezelî ve ebedî olup her canlıya hayat veren ve Kendi varlığı hiçbir sebebe bağlı olmayıp her şeyi ayakta tutan Zât, Allah
beyan etmek: açıklamakbürhan: güçlü delil, sarsılmaz kanıt
cihet: şekil, yöncilve: görüntü, yansıma
ehemmiyet: önemesmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri
fehmetmek: anlamakfihriste: içindekiler, indeks
hakikat: doğru, gerçekhakikî: gerçek, doğru
hülâsa: öz, özetihsan etmek: bağışlamak
ilânnâme: ilân belgesiizah etmek: açıklamak
kelime-i hikmet: hikmet ifade eden kelime, sözkemâlât: mükemmel özellikler
kâinat: evrenkıymettar: değerli
mahiyet: nitelik, asıl özellikmahiyet-i hayat: hayatın niteliği, esası, içyüzü
mahlukât: varlıklarmahzen: depo
mikyas: ölçümizan: ölçü, denge
mânidar: mânâlı, anlamlımünasebet: bağlantı, ilgi
mütalâagâh: dikkatlice okuma ve inceleme alanımüteellimâne: elem çekerek, acı duyarak
risale: mektup, kitapçık; Risale-i Nur’un bölümlerinden herbiritefhim: anlatma
teşhir etmek: sergilemekzîşuur: şuur sahibi, bilinçli
 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - sayfa 109

süslenip hergün tekerrür eden resmî küşatta mü’minâne, şuurdarâne, şâkirâne,minnettarâne Padişah-ı Bîmisâlinin nazarına arz etmektir.


Hem hadsiz zîhayatların Hâlıklarına vâsıfâne tahiyyatlarını ve şâkirâne tesbihat hediyelerini anlamak, müşahede etmek ve şehadetle ilân etmektir.


Hem lisan-ı hal ve lisan-ı kàl ve lisan-ı ubudiyet ile Hayy-ı Kayyûmun mehâsin-i rubûbiyetiniizhar etmektir.
İşte bunlar gibi hayatın yüksek hukukları uzun zaman istemediği gibi, hayatı bin derece i’lâ eder ve dünyevî olan hukuk-u hayatiyeden yüz derece daha kıymettardır diye ilmelyakîn ile bildim ve dedim: Sübhânallah! İman ne kadar kıymettar ve hayattardır ki, hangi şeye girse canlandırır ve bir şûlesi böyle fâni hayatı, bâkiyâne hayatlandırır, üstündeki fenayı siler.

Üçüncü mesele


Hayatımın Hâlıkıma bakan fıtrî vazifelerine ve mânevî faidelerine baktım. Gördüm ki hayatım, hayatın Hâlıkına üç cihetle âyinedarlık ediyor:


Birinci vecih: Hayatım, acz ve zaafıyla ve fakr ve ihtiyacıyla Hâlık-ı hayatın kudret ve kuvvetine ve gınâ ve rahmetine âyinedarlık eder.
Evet, nasıl ki açlık derecesiyle yemeğin lezzet dereceleri ve karanlığın mertebeleriyle ışık mertebeleri ve soğuğun mikyasıyla hararetin mizan dereceleri bilinir; öyle de, hayatımdakihadsiz acz ve fakr ile beraber hadsiz ihtiyaçlarımı izale ve hadsiz düşmanlarımı def etmeknoktasında Hâlıkımın hadsiz kudret ve rahmetini bildim; sual ve dua ve iltica ve tezellül veubudiyet vazifesini anladım ve aldım.






Hayy-ı Kayyûm: hayatı ezelî ve ebedî olup her canlıya hayat veren ve Kendi varlığı hiçbir sebebe bağlı olmayıp her şeyi ayakta tutan AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Hâlık-ı hayat: hayatı yoktan yaratan AllahPadişah-ı Bîmisal: eşsiz ve benzersiz olan Padişah, Allah
acz: acizlik, güçsüzlükarz etmek: sunmak, ifade etmek
bâkiyâne: devamlı ve kalıcı bir şekildecihet: yön
def etmek: ortadan kaldırmakfakr: fakirlik, muhtaç olma
fena: geçici olmafâni: geçici, ölümlü
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelengınâ: zenginlik
hadsiz: sınırsızhararet: ısı, sıcaklık
hayattar: canlıhukuk-u hayatiye: hayat sahibi olmaktan kaynaklanan haklar
ilmelyakîn: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenmeilticâ: sığınma
izale: gidermeizhar etmek: göstermek, ortaya çıkarmak
i’lâ etmek: yüceltmekkudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
kıymettar: kıymetli, değerlilisan-ı hâl: hâl ve beden dili
lisan-ı ubudiyet: kulluk dililisân-ı kàl: sözlü olarak ifade
mehâsin-i Rububiyet: Cenâb-ı Hakkın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının güzelliklerimikyas: ölçü
minnettârâne: minnet duyarak, yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür hissi taşıyarakmizan: ölçü, denge
müşahede etmek: görmek, gözlemlemekmü’minâne: mü’min bir şekilde, iman ederek
nazar: bakış, görüşrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
resmî küşat: açılış merasimisübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir”
tahiyyat: selamlar ve medhiyelertekerrür etmek: tekrarlanmak
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmatezellül: alçalma, kendisini küçük görme
ubudiyet: Allah’a kullukvecih: yüz, yön, tarz
vâsıfâne: vasıfları dile getirerekzaaf: zayıflık, güçsüzlük
zîhayat: canlı, hayat sahibiâyinedarlık: ayna olma
şehadet: şahitlik, tanıklıkşuurdarâne: şuurlu bir şekilde
şâkirâne: şükreder bir şekildeşûle: gür ışık



 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ -sayfa 110

İkinci vecih: Hayatımdaki cüz’î ilim ve irade ve sem’ ve basar gibi mânâlarıyla Hâlıkımınküllî ve ihâtalı sıfatlarına ve şuûnâtına âyinedarlıktır.

Evet, ben kendi hayatımda ve şuurlu fiillerimde bilmek, işitmek, görmek, söylemek, istemek gibi çok mânâlarıyla bildim ki, bu kâinatın şahsımdan büyüklüğü derecesinde daha büyük bir mikyasta Hâlıkımın muhit ilmini, iradesini, sem’ ve basar ve kudret ve hayat gibievsafını ve muhabbet ve gazap ve şefkat gibi şuûnâtını anladım; iman ederek tasdik ettim ve itiraf ederek bir mârifet yolunu daha buldum.

Üçüncü vecih: Hayatımda nakışları ve cilveleri bulunan esmâ-i İlâhiyeye âyinedarlıktır.

Evet, ben kendi hayatıma ve cismime baktıkça, yüzer tarzda mu’cizâne eserler, nakışlar, san’atlar görmekle beraber, çok şefkatkârâne beslendiğimi müşahede ettiğimden, beni yaratan ve yaşatan Zât, ne kadar fevkalâde sehâvetli, merhametli, san’atkâr, lütufkâr, ne derece hârika iktidarlı—tâbirde hata olmasın—maharetli, hüşyar, işgüzar olduğunu iman nuruyla bildim, tesbih ve takdis ve hamd ve şükür ve tekbir ve tâzim ve tevhid ve tehlil gibifıtrat vazifeleri ve hilkat gayeleri ve hayat neticeleri ne olduğunu bildim. Ve kâinatta enkıymettar mahlûk hayat olduğunun sebebini ve herşey hayata musahhar olmasının sırrını ve hayata karşı herkeste fıtrî bir iştiyak bulunduğunun hikmetini ve hayatın hayatı iman olduğunuilmelyakîn ile anladım.

Dördüncü mesele

“Dünyadaki bu hayatımın hakiki lezzeti ve saadeti nedir?” diye, yine bu حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif
1 âyetine
baktım. Gördüm ki:



[NOT]Dipnot-1 “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.[/NOT]




Hâlık: her şeyi yaratan Allahbasar: görme
cilve: görüntü, yansımacüz’î: bireysel, küçük, sınırlı
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimlerievsâf: vasıflar, özellikler
fevkalâde: olağanüstüfıtrat: yaratılış, mizaç
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelenhakikî: gerçek, doğru
hamd: övgü, minnet ve şükürhikmet: gaye, sebep
hilkat: yaratılışhüşyar: uyanık
ihâtalı: kuşatıcı, kapsamlıiktidar: güç, kudret
ilmelyakîn: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenmeirade: dileme, tercih
işgüzar: becerikli, iş görüriştiyak: çok kuvvetli arzu ve istek
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarıkâinat: evren
küllî: geniş, kapsamlıkıymettar: kıymetli, değerli
lütufkâr: iyilik ve bağışta bulunanmaharetli: becerikli, hünerli
mahluk: yaratılmış, varlıkmikyas: ölçü
muhabbet: sevgimuhit: her şeyi kuşatan, kapsamlı
musahhar: emir altında boyun eğenmu’cizane: mu’cizeli bir şekilde
mârifet: Allah’ı tanıma, bilmemüşahede etmek: görmek, gözlemlemek
saadet: mutluluksan’atkâr: san’atçı
sehâvetli: cömertsem’: işitme
takdis: Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutmatasdik etmek: doğrulamak, onaylamak
tehlil: “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur” mânâsındaki “lâ ilâhe illallah” sözünü söylemetekbir: “Allah en büyüktür” mânâsında “Allahu Ekber” demek
tesbih: Allah’ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmatevhid: herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve imân etme
tâbir: ifade, yorumtâzim: Allah’ın sonsuz azamet ve büyüklüğünü dile getirme
vecih: yüz, yönâyinedarlık: ayna olma
şefkat: acıma, merhametşefkatkârâne: şefkatli bir şekilde
şuur: bilinç, anlayışşuûnât: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait kutsal özellikler
 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - sayfa 111

Bu hayatımın en saf lezzeti ve en halis saadeti imandadır. Yani, beni yaratan ve yaşatan bir Rabb-ı Rahîmin mahlûku ve masnuu ve memlûkü ve terbiyegerdesi ve nazarı altında olmasına ve Ona her vakit muhtaç bulunmasına ve O ise hem Rabbim, hem İlâhım, hem bana karşı gayet merhametli ve şefkatli bulunduğuna kat’î imanım öyle kâfi ve vâfi ve elemsiz ve daimîbir lezzet ve saadettir ki, tarif edilmez. Ve
blank.gif
1 اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نِعْمَةِ اْلاِيمَانِ ne kadar yerindedir diye âyetten fehmettim.


İşte hayatın hakikatine ve hukukuna ve vazifelerine ve mânevî lezzetine ait olan bu dört mesele gösterdiler ki, hayat, Zât-ı Bâki-i Hayy-ı Kayyûma baktıkça ve iman dahi hayata hayat ve ruh oldukça, hem bekà bulur, hem bâki meyveler verir. Hem öyle yükseklenir ki,sermediyet cilvesini alır; daha ömrün kısa ve uzunluğuna bakmaz diye bu âyetten dersimi aldım. Ve niyet ve tasavvur ve hayalce bütün hayatların ve zîhayatların namına حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
blank.gif
2 dedim.


ALTINCI MERTEBE-İ NURİYE-İ HASBİYE


Mufarakat-ı umumiye hengâmı olan harab-ı dünyadan haber veren âhirzaman hâdisâtı içindemüfarakat-ı hususiyemi ihtar eden ihtiyarlık ve âhir ömrümde bir hassasiyet-i fevkalâde ilefıtratımdaki cemâlperestlik ve güzellik sevdası ve kemâlâta meftuniyet hisleri inkişaf ettikleri bir zamanda, daimî ve tahribatçı olan zevâl ve fenâ ve mütemâdi ve tefrik edici olan mevt veadem, dehşetli bir surette bu güzel dünyayı ve bu güzel mahlûkatı hırpaladığını, parça parça edip güzelliklerini bozduğunu fevkalâde bir şuur ve teessürle gördüm. Fıtratımdaki aşk-ı mecazî bu hale karşı şiddetli galeyan ve isyan ettiği zamanda bir medar-ı teselli



[NOT]Dipnot-1 İmân nimeti için Allah’a hamdolsun.

Dipnot-2 “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.
[/NOT]




Rabb-i Rahîm: her şeyin Rabbi olan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi AllahZât-ı Bâki-i Hayy-ı Kayyûm: varlığının sonu olmayan, hayatı ezelî ve ebedî olan ve bütün varlıkların ayakta durmaları, devam ve bekàları Kendine bağlı olan Zât; Allah
adem: hiçlik, yoklukaşk-ı mecazî: mecazi aşk; varlıkların sırf dünyaya bakan yönlerine şiddetli sevgi besleme
bekà: devamlılık, kalıcılık, ölümsüzlükbâki: devamlı, kalıcı, ölümsüz
cemâlperest: güzelliğe düşkün olancilve: görüntü, yansıma
daimî: süreklidehşetli: korkunç, ürkütücü
fehmetmek: anlamakfenâ: gelip geçici olma
fıtrat: yaratılış, mizaçgaleyan etme: coşup taşma
harâb-ı dünya: bütün dünyanın yıkılması; kıyâmethassasiyet-i fevkalâde: olağanüstü duyarlılık
hengâm: ân, zamanhâdisât: hâdiseler, olaylar
hâlis: samimi, saf, temizihtar etmek: hatırlatmak
inkişaf etmek: açığa çıkmakkemâlât: mükemmel özellikler
kâfi: yeterlimahlukât: yaratılmışlar, varlıklar
mahlûk: yaratılmış, varlıkmasnu: san’at eseri varlık
medar-ı teselli: teselli kaynağımeftuniyet: düşkünlük
memlûk: kul, kölemertebe-i nuriye-i hasbiye: “Hasbünâ”nın nurlu mertebesi
mevt: ölümmufarakat-ı umumiye: umumî ayrılıklar, genel göç
müfarakat-ı hususiye: özel göç, kişisel ayrılıklarmütemâdî: sürekli
nazar: bakış, görüşsaadet: mutluluk
sermediyet: devamlı olma, sürekliliksuret: biçim, şekil
tahribatçı: tahrip edenler, yıkıp bozanlartasavvur: tasarlama, hayal etme
teessür: üzüntütefrik etmek: ayırmak
terbiyegerde: terbiye edilmiş, yetiştirilmişvâfi: yeterli
zevâl: batış, kayboluşzîhayat: canlı, hayat sahibi
âhir: sonâhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi
 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - sayfa 112

bulmak için yine bu Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettim. Dedi: “Beni oku ve dikkatle mânâma bak.” Ben de, Sûre-i Nur’daki Âyet-i Nurun rasathanesine girip imanın dürbünüyle Âyet-i Hasbiyenin en uzak tabakalarına ve şuur-u imanî hurdebîni ile en ince esrarına baktım, gördüm:


Nasıl ki âyineler, şişeler, şeffaf şeyler, hattâ kabarcıklar güneş ziyasının gizli ve çeşit çeşitcemâlini ve o ziyanın elvân-ı seb’a denilen yedi renginin mütenevvi güzelliklerini gösteriyorlar. Ve teceddüt ve teharrükleriyle ve ayrı ayrı kàbiliyetleriyle ve inkisaratlarıyla o cemâli ve o güzellikleri tazelendiriyorlar. Ve inkisaratlarıyla güneşin ve ziyasının ve elvân-ı seb’asının gizli güzelliklerini izhar ediyorlar. Aynen öyle de, Şems-i Ezel ve Ebed olan Cemîl-i Zülcelâlin cemâl-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel olan Esmâ-i Hüsnâsının sermedî güzelliklerine âyinedarlık edipcilvelerini tazelendirmek için bu güzel masnular, bu tatlı mahlûklar ve bu cemâlli mevcudât hiç durmayarak gelip gidiyorlar. Kendilerinde görünen güzellikler ve cemâller kendilerinin malı olmadığını, belki tezahür etmek isteyen sermedî ve mukaddes bir cemâlin ve daimî tecelli eden ve görünmek isteyen mücerret ve münezzeh bir hüsnün işaretleri ve alâmetleri velem’aları ve cilveleri olduğu pek çok kuvvetli delilleriyle Risale-i Nur’da tafsilen izah edilmiş. Burada o burhanlardan üç tanesine kısaca işaret edilecek.


Birinci Burhan


Nasıl ki işlenmiş bir eserin güzelliği, işlemesinin güzelliğine; ve işlemek güzelliği, ustalığın o san’attan gelen ünvanın güzelliğine; ve ustadaki san’atkârlık ünvanının güzelliği, o san’atkârın o san’ata ait sıfatının güzelliğine; ve sıfatının güzelliği, kàbiliyet ve istidadının güzelliğine; ve kàbiliyetinin güzelliği, zâtının ve hakikatinin güzelliğine derece-i bedahette gayet kat’î birsûrette delâlet ettiği gibi, aynen öyle de, bu kâinatın baştan başa bütün güzel mahlûklarında ve yapılışları güzel umum masnularındaki hüsün ve cemâl dahi, San’atkâr-ı Zülcelâldeki




Cemîl-i Zülcelâl: heybet ve yücelik sahibi, güzelliği sonsuz olan AllahEsmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri
San’atkâr-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve görkem sahibi olan ve her şeyi san’atlı bir şekilde yaratan AllahSûre-i Nur: Kur’ân-ı Kerimin 24. sûresi
alâmet: belirti, işaretburhan: güçlü delil, sarsılmaz kanıt
cemâl: güzellikcemâl-i kudsî: mükemmel ve kusursuz güzellik
cilve: görüntü, yansımadelâlet etmek: delil olmak
derece-i bedahet: apaçıklık derecesindeelvân-ı seb’a: yedi renk
esrar: sırlar, gizemlergayet: son derece
hakikat: doğru, gerçekhurdebinî: mikroskobik
hüsün: güzellikinkisarat: kırılmalar
istidat: yetenek, kàbiliyetizah etmek: açıklamak
izhar etmek: göstermek, ortaya çıkarmakkat’î: şüphesiz, kesin
kâinat: evrenlem’a: parıltı
mahlûk: yaratılmış, varlıkmasnu: san’at eseri varlık
mevcudat: varlıklarmukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten arınmış olan
mücerret: soyutmünezzeh: kusur ve çirkinliklerden arınmış olan
mütenevvi: çeşitlinihayetsiz: sonsuz
rasathâne: gök cisimlerinin hareket ve yerlerini tespit ve takip için kurulan gözlem evisan’atkârlık: sanatçılık
sermedî: daimî, süreklisûret: şekil
tafsilen: ayrıntılı olarakteceddüt: yenilenme
tecelli etmek: görünmek, yansımakteharrük: hareketlenme
tezahür etmek: görünmek, ortaya çıkmakumum: bütün
ziya: ışık, parlaklıkÂyet-i Hasbiye: “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir” anlamında Âl-i İmrân Sûresinin 173. âyeti
Âyet-i Nur: Nur Sûresinin 35. âyetiâyinedarlık: ayna olma, aynalık
Şems-i Ezel ve Ebed: Ezel ve Ebed Güneşi; ezelden ebede bütün varlık âlemini aydınlatıp güzelleştiren Cenâb-ı Hakşuur-u imanî: imana dayalı olan şuur, bilinç
 

Muvahhid1

Well-known member
Dördüncü Şuâ - sayfa 113

fiillerinin hüsün ve cemâline kat’î şehadet; ve ef’âlindeki hüsün ve cemâl ise, o fiillere bakan ünvanların, yani isimlerin hüsün ve cemâline şüphesiz delâlet; ve isimlerin hüsün ve cemâli ise, isimlerin menşei olan kudsî sıfatların hüsün ve cemâline kat’î şehadet; ve sıfatların hüsün vecemâli ise, sıfatların mebde’i olan şuûnât-ı zâtiyenin hüsün ve cemâline kat’î şehadet; veşuûnât-ı zâtiyenin hüsün ve cemâli ise, fâil ve müsemmâ ve mevsuf olan zâtının hüsün vecemâline ve mâhiyetinin kudsî kemâline ve hakikatının mukaddes güzelliğine bedahetderecede kat’î bir sûrette şehadet eder. Demek Sâni-i Zülcemâlin kendi Zât-ı Akdesine lâyık öyle hadsiz bir hüsn-ü cemâli var ki, bir gölgesi bütün mevcudâtı baştan başa güzelleştirmiş. Ve öyle münezzeh ve mukaddes bir güzelliği var ki, bir cilvesi kâinatı serbeser güzelleştirmiş ve bütün daire-i mümkinatı hüsün ve cemâl lem’alarıyla tezyin edip ışıklandırmış.


Evet, işlenmiş bir eser fiilsiz olmadığı gibi, fiil dahi fâilsiz olamaz. Ve isimler müsemmâsız olması muhâl olduğu gibi, sıfatlar dahi mevsufsuz mümkün değildir. Madem bir san’atın ve eserin vücudu, bedahetle o eseri işleyenin fiiline delâlet; ve o fiilin vücûdu, fâilinin ve ünvanının ve eseri intaç eden sıfatın ve isminin vücutlarına delâlet eder. Elbette bir eserinkemâli ve cemâli dahi, fiilin kendine mahsus kemâl ve cemâline, o da ismin kendine münasip,muvafık güzelliğine, o dahi zâtın ve hakikatın—fakat zâta ve hakikata lâyık vemuvafık—kemâline ve cemâline ilmelyakîn ile ve bedahetle delâlet eder.


Aynen öyle de bu eserler perdesi altındaki faaliyet-i daime fâilsiz olması muhal olduğu gibi, bu masnuat üstünde cilveleri ve nakışları gözle görünen isimler dahi müsemmâsız hiçbir cihetle mümkün olmadığı ve müşahede derecesinde hissedilen kudret, irade gibi sıfatlar dahimevsufsuz olması muhâl olduğundan, şu kâinatta bütün eserler, mahlûklar, masnular hadsizvücutlarıyla, Hâlık ve Sâni ve Fâillerinin vücud-u ef’âline ve esmâsının vücûduna ve evsafınınvücuduna




Fâil: bir fiili gerçekleştiren; her işi mükemmel şekilde yapan, fiil sahibi AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Sâni: her şeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan AllahSâni-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi olan ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah
Zât-ı Akdes: bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Zât Allahbedahet: çok açık ve aşikar olan
cemâl: güzellikcihet: şekil, yön
cilve: görüntü, yansımadaire-i mümkinat: yaratılan varlıkların hepsi, Allah’tan başka bütün varlıklar
delâlet: delil olmaef’âl: fiiller, işler
esmâ: isimlerevsâf: sıfatlar, nitelikler
faaliyet-i daime: sürekli devam eden faaliyethadsiz: sınırsız
hakikat: doğru, gerçekhüsn-ü cemâl: her açıdan güzellik
hüsün: güzellikilmelyakîn: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenme
intaç etmek: sonuç vermekkat’î: kesin
kemâl: mükemmellik, kusursuzlukkudsî: kusursuz ve yüce
kâinat: evrenlem’a: parıltı
mahiyet: temel nitelik, özellikmahlukât: yaratılmışlar, varlıklar
masnu: san’at eseri varlıkmasnuat: san’at eseri varlıklar
mebde’: temel, kök, başlangıçmenşe: kaynak, esas
mevcudat: varlıklarmevsuf: bir sıfatla nitelenen
muhal: olması imkânsızmukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten arınmış
muvafık: lâyık, uygunmünezzeh: arınmış, kusur ve eksiklikten yüce
müsemmâ: bir ismi üzerinde taşıyan, ismin sahibimüşahede: görme, gözlemleme
serbeser: baştan başasuret: biçim, şekil
tezyin etmek: süslemek, donatmakvücud: varlık, var oluş
vücud-u ef’âl: fiillerin varlığışehadet: şahitlik, tanıklık
şuûnât-ı zâtiye: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait kutsal özellikler
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst