İnsan, eğer kesrete dalıp kâinat içinde boğulup dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasarete düşer. Hem fena, hem fâni, hem ademe düşer. Hem manen kendini i'dam eder. Eğer lisan-ı Kur'andan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubudiyetin mi'racıyla arş-ı kemalâta çıkabilir. Bâki bir insan olur.
Sözler
-------------------
Kesret: Çokluk, bolluk.
Kâinat: Yaratılan bütün varlıklar, evren.
Muhabbet: Sevgi, sevme.
Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
Tebessüm: Gülümseme.
Nihayetsiz: Sonsuz.
Hasaret: Hasar, zarar, ziyan. *Yoldan sapmak. Sapıtmak.
Fena: Yokluk, yok olma.
Adem: Yokluk, hiçlik.
Manen: Manaca, mana bakımından, manevi olarak.
İ'dam: Yok etme, öldürme.
Lisan-ı Kur'an: Kur’an lisanı, Kur’an dili.
Vahdet: Birlik, teklik, Allah’a(cc) ait birlik.
Müteveccih: Yönelmiş, dönmüş, bakan, dönük.
Ubudiyet: Kulluk, Allah’a(cc) kulluk etmek, Allah’ın(cc) emir ve yasaklarına uymak.
Arş-ı kemalât: Kemalât arşı. Ahlak, din, kabiliyetce en üstün ve yüce makam.
Bâki: Ebedi, sonsuz, ölümsüz olan.