Huseyni
Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Münafıklar Bahsi - Sayfa: 182
göz kamaştıran demektir. Yahut ra’d ve berkin nekre ve meçhuliyetlerini ifade içindir. Çünkü yolcular gözlerini yummuş, kulaklarını tıkamış olduklarından, ra’d ve berki olduğu gibi görmüş ve tamamıyla işitmiş değillerdir ki, onları hakkıyla bilsinler.
Bu cümle müste’nifedir. Yani mâkabliyle bağlı değildir. Ancak mukadder bir suale cevaptır. Şöyle ki:
Vakta ki sâmi şu ikinci kıssa-i temsiliyeyi işitti; şüphesiz, musibetin keyfiyetini anlamak için şiddetli bir meyli uyandı. Vakta ki Kur’ân-ı Kerimin tasvirinden malûmat aldı; musibetzede olan yolcuların da hallerini ve o musibete karşı ne yaptıklarını anlamak istedi. Kur’ân-ı Kerim ﴾2يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فِۤى اٰذَانِهِمْ ﴿ demekle, onları kurtaracak bir melce kalmadığına ve (necat bulmak hülyasıyla denizde ellerini otlara uzatan boğulanlar gibi) semavî top ve mancınıklardan kurtulmak için kulaklarını tıkamaktan mâadâ çareleri kalmadığına işaret etmiştir.
Sual: Makamın iktizası hilâfına يُدْخِلُونَ
3 ’nin yerine يَجْعَلُونَ kullanılması neye binaendir?
Elcevap: Yolcular necatlarını intaç edecek hakikî sebepleri arayıp bulmaktan meyus olduktan sonra kulaklarını tıkamak gibi ca’lî ve zannî şeylere müracaat etmek mecburiyetinde kaldıklarına işarettir.
Sual: Geçen vak’aları zaman-ı hale ihzar için kullanılan muzâri sigasıyla يَجْعَلُونَ ’nin zikri neye işarettir?
Elcevap: Hayretleri arttıran şu makamın, sâmie verdiği dehşetten dolayı yolcuların
[NOT]Dipnot-1 “Yıldırımların verdiği dehşetle, ölüm korkusundan, parmaklarını kulaklarına tıkarlar.” Bakara Sûresi, 2:19.
Dipnot-2 “Parmaklarını kulaklarına tıkarlar.” Bakara Sûresi, 2:19.
Dipnot-3 Sokuyorlar.
[/NOT]
göz kamaştıran demektir. Yahut ra’d ve berkin nekre ve meçhuliyetlerini ifade içindir. Çünkü yolcular gözlerini yummuş, kulaklarını tıkamış olduklarından, ra’d ve berki olduğu gibi görmüş ve tamamıyla işitmiş değillerdir ki, onları hakkıyla bilsinler.
﴿ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فِۤى اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ
1 ﴾
Bu cümle müste’nifedir. Yani mâkabliyle bağlı değildir. Ancak mukadder bir suale cevaptır. Şöyle ki:
Vakta ki sâmi şu ikinci kıssa-i temsiliyeyi işitti; şüphesiz, musibetin keyfiyetini anlamak için şiddetli bir meyli uyandı. Vakta ki Kur’ân-ı Kerimin tasvirinden malûmat aldı; musibetzede olan yolcuların da hallerini ve o musibete karşı ne yaptıklarını anlamak istedi. Kur’ân-ı Kerim ﴾2يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فِۤى اٰذَانِهِمْ ﴿ demekle, onları kurtaracak bir melce kalmadığına ve (necat bulmak hülyasıyla denizde ellerini otlara uzatan boğulanlar gibi) semavî top ve mancınıklardan kurtulmak için kulaklarını tıkamaktan mâadâ çareleri kalmadığına işaret etmiştir.
Sual: Makamın iktizası hilâfına يُدْخِلُونَ
Elcevap: Yolcular necatlarını intaç edecek hakikî sebepleri arayıp bulmaktan meyus olduktan sonra kulaklarını tıkamak gibi ca’lî ve zannî şeylere müracaat etmek mecburiyetinde kaldıklarına işarettir.
Sual: Geçen vak’aları zaman-ı hale ihzar için kullanılan muzâri sigasıyla يَجْعَلُونَ ’nin zikri neye işarettir?
Elcevap: Hayretleri arttıran şu makamın, sâmie verdiği dehşetten dolayı yolcuların
[NOT]Dipnot-1 “Yıldırımların verdiği dehşetle, ölüm korkusundan, parmaklarını kulaklarına tıkarlar.” Bakara Sûresi, 2:19.
Dipnot-2 “Parmaklarını kulaklarına tıkarlar.” Bakara Sûresi, 2:19.
Dipnot-3 Sokuyorlar.
[/NOT]
berk: şimşek | binaen: -dayanarak |
ca'lî: yapay, sun’î | dehşet: korku, ürkme |
hakikî: doğru, gerçek | hilâfına: aksine, tersine |
ihzar: hazıra getirme, şimdiki zamana getirme | iktiza: bir şeyin gereği, gerektirme |
intaç etmek: sonuç vermek, netice vermek | keyfiyet: durum, nitelik, özellik |
kıssa-i temsiliye: temsil tarzındaki kıssa, ibretli hikâye | malûmât: bilgiler |
melce: sığınak, sığınılacak yer | meyl: eğilim, istek ve arzu |
meyus: ümitsiz | meçhuliyet: belirsizlik, bilinmezlik |
mukadder: gr. lâfız olarak zikredilmediği halde gizli olarak kastedilmiş olan | musibet: belâ, sıkıntı |
musibetzede: felâkete uğrayan | muzârî sigası: gr. Arapçada şimdiki, geniş ve gelecek zamanı birden ifade eden fiil kipi |
mâadâ: başka | mâkabli: öncesi |
müracaat etmek: başvurmak | müste’nife: yeni başlayan; önceki cümlelere bağlı olmayıp ilerde gelmesi muhtemel olan sorulara cevap teşkil eden cümle |
necat: kurtuluş | nekre: gr. başına “el” takısı almamış, mânâsı kapalı, belirsiz isim |
ra’d: gök gürültüsü | semâvî: gökten gelen, İlâhî |
sâmi: dinleyici | tasvir: anlatım, ifade etme |
vakta ki: ne vakit ki | vak’a: hadise, olay |
zaman-ı hal: şimdiki zaman | zannî: zanna ait, şüpheli |