Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
İmanın Şartları
Allah'a İman
Allaha İman Üzerine
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="NuruAhsen" data-source="post: 26997" data-attributes="member: 857"><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred"><strong><span style="color: red">Ali Çankırılı</span></strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">DİN KÜLTÜRÜ ÖĞRETMENLERİYLE SOHBET </span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">KİTAPLARIMI okuduğunu ve çok istifade ettiğini söyleyen bir Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmeni beni telefonla aradı. Zümre toplantısında arkadaşlarına makalelerimden ve Çocuğun Manevi Eğitimi isimli kitabımdan bahsettiğini, arkadaşların ortak kararıyla beni davet edip dinlemek istediklerini söyledi. </span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Öğretmen arkadaşların davetini kabul ettim; fikir alışverişinde bulunmak üzere toplantılarına katıldım. Zümre başkanı söz aldı: </span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">“Öğrencilerimizde ders dinleme alışkanlığı ve disiplini çok zayıf. Onlarda dinleme isteği olmayınca bizde de anlatma motivasyonu olmuyor. Çok azı verdiğimiz ödevleri yapıyor. Namaz kılmaya yetecek kadar sure ve dua ezberletiyoruz, ama ezberde tembellik yapıyorlar. Ezberleyenlere gelince, onların içinde de ancak bir ikisi namaz kılıyor. Derslerde anlattığımız İslâmî ahlak, davranışlarına yansımıyor. Siz din kültürü öğretmeni olsaydınız onlara güzel ahlak ve ibadet hevesini nasıl aşılardınız?” Diğer öğretmen arkadaşlar da söz alan arkadaşlara katıldıklarını, benzer sözlerle ifade ettiler. </span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Arkadaşlara dedim ki: </span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">“Bazı derslerde, özellikle çocukların kulak alışkanlığından dolayı bildiklerini zannettikleri derslerde, motivasyonu sağlamak oldukça zordur. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi de bunlardan biri. Öğrencilerinizin hemen tamamına yakını Müslüman aile çocukları oldukları için, anlatacağınız şeyleri bildiklerini zannedip dinlemek istemezler...” </span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Henüz cümlemi tamamlamıştım ki, bir öğretmen arkadaş dayanamadı: </span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">“Hay ağzınıza sağlık hocam, bizim sıkıntımız da bu!” dedi. “Bildiklerini zannediyorlar, ama bilmiyorlar. Onlara dinlerini nasıl öğreteceğiz; dikkatlerini çekmek için nasıl bir metot izlememiz gerekiyor?” </span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Bu arkadaşların işi gerçekten zordu. Şüphesiz her branştan öğretmenin kendine göre bir sorumluluğu ve öğretmek zorunda olduğu konular vardı; ama din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerinin sorumluluğu daha ağırdı. İngilizce öğretmeninin bir kelimeyi veya cümleyi yanlış söylemesi çocuklar üzerinde inanç ve ahlâk yönünden belki yıkıcı bir etki bırakmayabilirdi; ama din kültürü öğretmeni hatalı bir davranışıyla veya yanlış bir sözüyle çocukları Allah’tan ve dinden soğutabilirdi... </span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Eğitimci olarak işimiz çocuk olduğunu göre, çocuğu sevmemiz gerekir. Sevgi bütün kapalı kapıları açan sihirli bir anahtardır. Eğer çocuk sevildiğini bilirse, o da öğretmenini seviyor. Öğretmenini seven bir öğrenci onun dersini de seviyor. Çocukların ders dinlemediğini ve dinleme isteklerinin olmadığını fark eden bir öğretmen kızmak, bağırmak ve onları suçlamak yerine, kendine: </span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">“Neden çocukların ilgisini derse çekemiyorum?” diye sormalı ve cevabını bulmaya çalışmalıdır. </span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Din kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersinin temelinde “Allah’a iman” vardır. Ancak Allah’a imanı olan bir insan dinini öğrenme isteği duyar. Çocukların Allah’a olan imanları genellikle ailelerinden duydukları ve gördükleriyle sınırlı “taklidi” bir imandır. Taklidi imanda, geleneksel bir ön kabul vardır; araştırma ve bilimsel veriler yoktur. Temelini araştırma ve bilimsel verilerden alan iman, “tahkiki” imandır. </span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred"><strong>Bediüzzaman,</strong> tahkiki imanın temelinde ilme dayalı Allah bilgisi olduğunu söyler. Yirmi Üçüncü Söz’de, ilim tahsil ederek olgunlaşmayı insanın fıtrî vazifesi olarak izah eder. Ona göre insanın vazifesinin bir diğer boyutu, dua ile ubudiyet, yani Allah’a kul olmaktır. Buradan Bediüzzaman şu sonuca ulaşır: </span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">“Demek insan bu âleme ilim ve duâ vâsıtasıyla tekemmül etmek (olgunlaşmak) için gelmiştir.” </span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Daha sonra Bediüzzaman gerçek ilmin adresini de gösterir ve ‘marifetullah’ yani Allah bilgisini, ilmin esası ve madeni ve nuru ve ruhu olarak tarif eder. Marifetullahın esası ise Allah’a imandır. Çünkü Allah’a iman olmadan, Allah bilgisi anlamına gelen marifetullaha ulaşmak mümkün değildir. </span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Özetlemem gerekirse, öğretmen arkadaşlara önlerindeki birinci vazifenin öğrencileri Allah’a imana yöneltirken, muhakkak ilmî bir dil kullanmaları ve bu yolla onları hakiki iman yoluna sokmaya çalışmalarının merkezî bir öneme sahip olduğunu izah etmeye çalıştım. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Fen dersleri kendi dilleriyle Allah’tan bahseder </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">DOĞRUSU, sohbet esnasında Bediüzzaman’ın Kastamonu’da kendisini ziyaret eden liseli öğrencilerle yaptığı sohbete benzer bir konu üzerinde döndüğümüz hep aklımdaydı. </span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Aslında Üstad’ın öğretmenlerinin Allah’tan bahsetmediğini dile getiren lise öğrencileriyle yaptığı sohbet esnasında verdiği örnekler, başlı başına bir ders konusu haline getirilebilir. </span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Bediüzzaman, gençlere, okudukları kimya, fizik, biyoloji gibi müspet ilimlerden her birinin kendi özel diliyle daima Allah’tan bahsettiğini, öğretmenleri değil bu fen derslerini dinlemelerini tavsiye ettikten sonra, bazı örnekler verir. </span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Bu örneklerde Üstad’ın hedefi, genç beyinlerin gözü önünde cereyan eden gündelik hadiseler üzerinde kafa yorduktan sonra, bunu kâinat dairesine genişletmeleri ve oradan kâinat ile Allah arasında bir bağ kurmaya yönelmeleridir. </span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Bu hedef doğrultusunda, Üstad liseli talebelerin dikkatini önce ‘elektrik lambaları’na çeker. Bu elektrik lambalarının sanki yanmak maddesi tükenmiyormuş gibi bir hal gösterdiğini ifade eder önce. Sonra bu halin açık bir şekilde elektriği idare eden, yapan, bunun için bir fabrika kuran son derece maharetli bir ustaya ve kudretli bir elektrikçiye işaret ettiğini belirtir. </span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Gençler bu örneği anladıktan sonra, Üstad ikinci aşamaya geçer. Fen biliminin elektrik konusu üzerinden hareket ettiği bu örnekte, meseleyi yıldızlara getirir. Ve astronominin verilerini esas alarak, bu defa, dünyadan bin kez büyük ve top güllesinden yetmiş kez süratli olan yıldızların hem birbirlerine çarpmadan, hem de sönmeden hareketli bir elektrik ampülü gibi karanlık semayı aydınlattığını vurgular. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">BU İKİNCİ aşamadan sonra, mesele liseli gençlerin akıllarına yakınlaştırılmıştır artık. Üstad, üçüncü aşamada, lafı dünyanın lambası ve sobası hükmünde olan güneşe getirir. Ve güneşin bir milyon seneden beri yanmasının devamı için her gün dünyanın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömüre ihtiyaç olduğunu ifade ederek, kâinatta adi olarak bakılan bu olayların ne büyük bir ilim ve kudret gerektirdiğini akla ifham ettirir. </span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Üstad, hiçbir muannidin bilim ağzıyla red edemeyeceği bu tefekkür basamaklarını, her bir basamağında, akla ve onun beraberindeki kalbe, ayrı bir yükselme duygusu yaşatarak, liseli gençlere, ‘gerçek ilmin’ zevkini taddırır. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">SON aşamada, Üstad’ın güneş ve güneş gibi yıldızların, gazyağsız, odunsuz, kömürsüz yandığı ve hiç sönmediği vakıasını, tüm bu yıldız ve gezegenlerin birbirine çarpmadan uzaydaki yolculuklarına devam ettikleri gerçeğini, ‘nihayetsiz bir kudret ve saltanat’ ile izah etmenin kaçınılmaz oluşuna bağladığına şahit oluruz. </span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">İşte, tüm aşama ya da basamakları, ilmin rehberliğinde tırmanarak çıkılan bu tefekkür yolculuğu, aslında Bediüzzaman’ın ‘hakiki iman’ dediği şeyin uygulama sahasındaki karşılığıdır. Bu tefekkür yolculuğu, nihayetinde, gençleri kâinatı muhteşem bir sergi olarak görmeye, oradan da bu muhteşem serginin sahibine (Sultanına), aydınlatıcısına (Münevvirine), ihtiyaçları önceden bilip karşılayanına (Müdebbirine), sanatkarına (Sâniine) kavuşturur. </span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">İşte, Fen derslerinin kendi dilleriyle Allah’tan bahsetmesi ve Allah’a kavuşma (O’nun hakkında bilgi sahibi olma) bu şekilde olur. Elbette bu tecrübeyi yaşayan bir gencin imanı, hakiki iman yoluna girmiş demektir. </span></span></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="NuruAhsen, post: 26997, member: 857"] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred][B][COLOR=red]Ali Çankırılı[/COLOR][/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]DİN KÜLTÜRÜ ÖĞRETMENLERİYLE SOHBET [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]KİTAPLARIMI okuduğunu ve çok istifade ettiğini söyleyen bir Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmeni beni telefonla aradı. Zümre toplantısında arkadaşlarına makalelerimden ve Çocuğun Manevi Eğitimi isimli kitabımdan bahsettiğini, arkadaşların ortak kararıyla beni davet edip dinlemek istediklerini söyledi. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Öğretmen arkadaşların davetini kabul ettim; fikir alışverişinde bulunmak üzere toplantılarına katıldım. Zümre başkanı söz aldı: [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]“Öğrencilerimizde ders dinleme alışkanlığı ve disiplini çok zayıf. Onlarda dinleme isteği olmayınca bizde de anlatma motivasyonu olmuyor. Çok azı verdiğimiz ödevleri yapıyor. Namaz kılmaya yetecek kadar sure ve dua ezberletiyoruz, ama ezberde tembellik yapıyorlar. Ezberleyenlere gelince, onların içinde de ancak bir ikisi namaz kılıyor. Derslerde anlattığımız İslâmî ahlak, davranışlarına yansımıyor. Siz din kültürü öğretmeni olsaydınız onlara güzel ahlak ve ibadet hevesini nasıl aşılardınız?” Diğer öğretmen arkadaşlar da söz alan arkadaşlara katıldıklarını, benzer sözlerle ifade ettiler. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Arkadaşlara dedim ki: [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]“Bazı derslerde, özellikle çocukların kulak alışkanlığından dolayı bildiklerini zannettikleri derslerde, motivasyonu sağlamak oldukça zordur. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi de bunlardan biri. Öğrencilerinizin hemen tamamına yakını Müslüman aile çocukları oldukları için, anlatacağınız şeyleri bildiklerini zannedip dinlemek istemezler...” [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Henüz cümlemi tamamlamıştım ki, bir öğretmen arkadaş dayanamadı: [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]“Hay ağzınıza sağlık hocam, bizim sıkıntımız da bu!” dedi. “Bildiklerini zannediyorlar, ama bilmiyorlar. Onlara dinlerini nasıl öğreteceğiz; dikkatlerini çekmek için nasıl bir metot izlememiz gerekiyor?” [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Bu arkadaşların işi gerçekten zordu. Şüphesiz her branştan öğretmenin kendine göre bir sorumluluğu ve öğretmek zorunda olduğu konular vardı; ama din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerinin sorumluluğu daha ağırdı. İngilizce öğretmeninin bir kelimeyi veya cümleyi yanlış söylemesi çocuklar üzerinde inanç ve ahlâk yönünden belki yıkıcı bir etki bırakmayabilirdi; ama din kültürü öğretmeni hatalı bir davranışıyla veya yanlış bir sözüyle çocukları Allah’tan ve dinden soğutabilirdi... [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Eğitimci olarak işimiz çocuk olduğunu göre, çocuğu sevmemiz gerekir. Sevgi bütün kapalı kapıları açan sihirli bir anahtardır. Eğer çocuk sevildiğini bilirse, o da öğretmenini seviyor. Öğretmenini seven bir öğrenci onun dersini de seviyor. Çocukların ders dinlemediğini ve dinleme isteklerinin olmadığını fark eden bir öğretmen kızmak, bağırmak ve onları suçlamak yerine, kendine: [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]“Neden çocukların ilgisini derse çekemiyorum?” diye sormalı ve cevabını bulmaya çalışmalıdır. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Din kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersinin temelinde “Allah’a iman” vardır. Ancak Allah’a imanı olan bir insan dinini öğrenme isteği duyar. Çocukların Allah’a olan imanları genellikle ailelerinden duydukları ve gördükleriyle sınırlı “taklidi” bir imandır. Taklidi imanda, geleneksel bir ön kabul vardır; araştırma ve bilimsel veriler yoktur. Temelini araştırma ve bilimsel verilerden alan iman, “tahkiki” imandır. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred][B]Bediüzzaman,[/B] tahkiki imanın temelinde ilme dayalı Allah bilgisi olduğunu söyler. Yirmi Üçüncü Söz’de, ilim tahsil ederek olgunlaşmayı insanın fıtrî vazifesi olarak izah eder. Ona göre insanın vazifesinin bir diğer boyutu, dua ile ubudiyet, yani Allah’a kul olmaktır. Buradan Bediüzzaman şu sonuca ulaşır: [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]“Demek insan bu âleme ilim ve duâ vâsıtasıyla tekemmül etmek (olgunlaşmak) için gelmiştir.” [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Daha sonra Bediüzzaman gerçek ilmin adresini de gösterir ve ‘marifetullah’ yani Allah bilgisini, ilmin esası ve madeni ve nuru ve ruhu olarak tarif eder. Marifetullahın esası ise Allah’a imandır. Çünkü Allah’a iman olmadan, Allah bilgisi anlamına gelen marifetullaha ulaşmak mümkün değildir. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Özetlemem gerekirse, öğretmen arkadaşlara önlerindeki birinci vazifenin öğrencileri Allah’a imana yöneltirken, muhakkak ilmî bir dil kullanmaları ve bu yolla onları hakiki iman yoluna sokmaya çalışmalarının merkezî bir öneme sahip olduğunu izah etmeye çalıştım. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Fen dersleri kendi dilleriyle Allah’tan bahseder [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]DOĞRUSU, sohbet esnasında Bediüzzaman’ın Kastamonu’da kendisini ziyaret eden liseli öğrencilerle yaptığı sohbete benzer bir konu üzerinde döndüğümüz hep aklımdaydı. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Aslında Üstad’ın öğretmenlerinin Allah’tan bahsetmediğini dile getiren lise öğrencileriyle yaptığı sohbet esnasında verdiği örnekler, başlı başına bir ders konusu haline getirilebilir. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Bediüzzaman, gençlere, okudukları kimya, fizik, biyoloji gibi müspet ilimlerden her birinin kendi özel diliyle daima Allah’tan bahsettiğini, öğretmenleri değil bu fen derslerini dinlemelerini tavsiye ettikten sonra, bazı örnekler verir. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Bu örneklerde Üstad’ın hedefi, genç beyinlerin gözü önünde cereyan eden gündelik hadiseler üzerinde kafa yorduktan sonra, bunu kâinat dairesine genişletmeleri ve oradan kâinat ile Allah arasında bir bağ kurmaya yönelmeleridir. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Bu hedef doğrultusunda, Üstad liseli talebelerin dikkatini önce ‘elektrik lambaları’na çeker. Bu elektrik lambalarının sanki yanmak maddesi tükenmiyormuş gibi bir hal gösterdiğini ifade eder önce. Sonra bu halin açık bir şekilde elektriği idare eden, yapan, bunun için bir fabrika kuran son derece maharetli bir ustaya ve kudretli bir elektrikçiye işaret ettiğini belirtir. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Gençler bu örneği anladıktan sonra, Üstad ikinci aşamaya geçer. Fen biliminin elektrik konusu üzerinden hareket ettiği bu örnekte, meseleyi yıldızlara getirir. Ve astronominin verilerini esas alarak, bu defa, dünyadan bin kez büyük ve top güllesinden yetmiş kez süratli olan yıldızların hem birbirlerine çarpmadan, hem de sönmeden hareketli bir elektrik ampülü gibi karanlık semayı aydınlattığını vurgular. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]BU İKİNCİ aşamadan sonra, mesele liseli gençlerin akıllarına yakınlaştırılmıştır artık. Üstad, üçüncü aşamada, lafı dünyanın lambası ve sobası hükmünde olan güneşe getirir. Ve güneşin bir milyon seneden beri yanmasının devamı için her gün dünyanın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömüre ihtiyaç olduğunu ifade ederek, kâinatta adi olarak bakılan bu olayların ne büyük bir ilim ve kudret gerektirdiğini akla ifham ettirir. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Üstad, hiçbir muannidin bilim ağzıyla red edemeyeceği bu tefekkür basamaklarını, her bir basamağında, akla ve onun beraberindeki kalbe, ayrı bir yükselme duygusu yaşatarak, liseli gençlere, ‘gerçek ilmin’ zevkini taddırır. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]SON aşamada, Üstad’ın güneş ve güneş gibi yıldızların, gazyağsız, odunsuz, kömürsüz yandığı ve hiç sönmediği vakıasını, tüm bu yıldız ve gezegenlerin birbirine çarpmadan uzaydaki yolculuklarına devam ettikleri gerçeğini, ‘nihayetsiz bir kudret ve saltanat’ ile izah etmenin kaçınılmaz oluşuna bağladığına şahit oluruz. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]İşte, tüm aşama ya da basamakları, ilmin rehberliğinde tırmanarak çıkılan bu tefekkür yolculuğu, aslında Bediüzzaman’ın ‘hakiki iman’ dediği şeyin uygulama sahasındaki karşılığıdır. Bu tefekkür yolculuğu, nihayetinde, gençleri kâinatı muhteşem bir sergi olarak görmeye, oradan da bu muhteşem serginin sahibine (Sultanına), aydınlatıcısına (Münevvirine), ihtiyaçları önceden bilip karşılayanına (Müdebbirine), sanatkarına (Sâniine) kavuşturur. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]İşte, Fen derslerinin kendi dilleriyle Allah’tan bahsetmesi ve Allah’a kavuşma (O’nun hakkında bilgi sahibi olma) bu şekilde olur. Elbette bu tecrübeyi yaşayan bir gencin imanı, hakiki iman yoluna girmiş demektir. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
İmanın Şartları
Allah'a İman
Allaha İman Üzerine
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst