Ey Nebî

devran

New member
Ey Nebî
Ey Nübüvvet Mülkünün Sultânı,
Candan Azîz Sevgili!..
Kutlu bir Rabiü’l-evvel Ayı’nın seher vaktinde teşrif etmiştin dünyayı… O gün güneş bir başka doğmuş, yıldızlar kandil kandil yanmış, yer gök nura bürünmüş, bütün mahlûkat yeniden ihyâ olmuştu.
Nasıl olmasın ki; hürmetine kâinatın yaratıldığı, nebîlerin yolunu gözlediği, isminin “gökte Ahmed, yerde Muhammed” diye medhedildiği, bütün yaratılmışlara; “Üsve-i Hasene”, “Nümûne-i İmtisal” geliyordu.
Âlemlerin Rabbi; “Habîbim!..” diye hitap etmiş, ismini; kendi ismiyle beraber anmıştı semâlarda…
Ey Sevgililer Sevgilisi!..
Sevgiliydin, baş tâcıydın. Ama aynı zamanda yetim ve öksüz... Sütanneler bile almak istememişlerdi, başlarda seni... Bîçâre önce dedenin, sonra amcanın himâyesine girdin.
Ama üzülme, mahzun olma! Mevlâ’mdı senin Hâmîn, Mürebbin!.. Seviyordu, çok seviyordu. Sevdiği için de kıskanıyordu bütün dünyalıklardan, güneşin bile hararetinden...
Ey parmaklarından rahmetler dökülen, Rahmet Peygamberi!.. Bütün âlemlere rahmettin!.. Akrabanı korur, gözetir, komşularına iyi davranır, misafirine ikram ederdin. Sâdık bir dost olarak, “Muhammed’ül-Emin” diye anılırdın.
Kırk yaşına gelince, Cebrâîl’le tanıştın, ilâhî vahiyle buluştun. Nice kötülüklerle horlandın, itildin, ne eziyetler çektin!.. Anlayamadılar Seni, göremediler Seyyid-i Âdem oluşunu, hissedemediler mûtenâlığını, Efendim...
Ey Hakk’ın Nazlı Nebîsi!
Ahlâk-ı hamîden, Kur’ân ahlâkı idi. Kimseyi incitmez, umut edeni umutsuzluğa düşürmez; hoşlanmadığın bir şey hakkında hiçbir şey söylemez, yalnızca sükût ederdin. Bâkire bir kız gibi hayâ doluydun. Hoşgörün tarifsizdi. Merhametin erişilmez… Bütün canlılara yumuşak davranır; “Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin.” buyururdun. Haksızlığa hiç dayanamaz; mazlumun hakkı alınıncaya kadar onu müdâfaa ederdin, zâlime karşı... Gazaplandığın, kızaran şah damarından anlaşılırdı.
Nezâketin emsâlsizdi. Mütevâziliğin ise târifsiz... Yaratılmışların en şereflisi olmana rağmen, mescidde nereyi boş bulursan oraya oturur, kimseyi yerinden kaldırıp rahatsız etmezdin. Seni bazen elinde su kırbası, ümmetine su dağıtırken, bazen inşaat yapımında taş taşırken görürlerdi, etrafında pervane olan sahabelerin…
“-Anamız babamız Sana fedâ olsun! Biz yapalım!..” dediklerinde ise;
“-O ayrıcalık olur, ben ayrıcalığı sevmem. Ben de sizin gibi bir kulum!..” buyururdun.
Sâde bir hayat yaşar, dünyalıklara aldırmazdın. Bazen sırtında yattığın hasır izleri görülürdü. Bu hâli, Senin yüceliğine yakıştıran Koca Ömer’e:
“-İstemez misin Ey Ömer! Dünya onların, âhiret bizim olsun?!” derdin.
Ey Kâinâtın Efendisi!
Meftûnuz Sana… Ay gibisin, güneşler parlıyor gözlerinde... Bir bakışın mest ediyor, mecnûn ediyor gönülleri. Neler vermezdik, tane tane sohbetini duyabilmek, o gül râyihanı alabilmek, tebessüm çiçekleri sunulan nûrlu sîmânı görebilmek için...
Ey Üzerimize Doğan Ay! Yaşamayı Sen öğrettin. Sevmeyi Sen öğrettin. Sen geldin, seninle yeşerdi kuru Hicaz çölleri... Öfkenin, nefretin yerini; muhabbetler aldı, kavga ve kaoslar, barış ve huzura inkılab etti. Seni öldürmeye gelenler, sende dirildi.
Etrafında yıldızlar misâli sahabîlerin de öyle çok sevdiler, öyle çok sevdiler ki, sağında solunda kenetlenip gözlerinden bile sakındılar Seni... Mübârek terini şişelere alıp “misk” diye süründüler. Sen konuşmaya başladığında, başlarında bir kuş varmış da kıpırdarlarsa uçuverecekmiş gibi dikkatle dinlediler. Sana duydukları saygılarından, başlarını kaldırıp gözlerine bile bakamadılar.
Yalnız sahabîler mi? Mağarada yılanlar Seni görebilmek için yuvalarından çıktılar; güvercinler, örümcekler Senin gül râyihanı duyabilmek için toplandılar. Ağaçlar Sana selâm verebilmek için köklerinden söküldüler. Kütükler ayrılığında, hicrânınla inledi. Kusvâ’lar hasretinle başlarını vura vura can verdiler.
Ey geçtiği sokaklara gül kokusu yayılan Gül Efendim!..
Mahzundun, mahzunlarla hâlleşmeyi çok severdin. Dertlilerin sâdık dostu, hastaların şifâsı, yetimlerin, öksüzlerin babasıydın. Sen dünyanın baş mimarı, lideri, rehberi, âb-ı hayatıydın. Sen efendim; Sultân-ı Şah-ı cihân, Devlet-i Âliyemizdin.
Ey geçtiği sokaklara gül kokusu yayılan Gül Efendim!..
Ey saâdet mülkümün Sultanı, gönül bahçemin Bahçıvanı!
Adını anınca dağılır hüzünlerim, uçuşur korkularım!.. Yok olur efkârım. Gönül kuşum heyecan ve sevinçle çarpar, kanatlanır. Kutlu Medine’ne gelir, mescidinde saf tutar, sohbet halkanla müşerref olur.
Bu gün hülyânla iktifâ ettiğimiz, serabınla beklediğimiz; vuslata, en yakın zamanda kavuşmak ümitleriyle; binlerce salât, binlerce selâm Sana; Ey Nebî
 
Üst