Alemlerin Çekirdeği: Muhammed Nur (s.a.v)

molla_zehra

Well-known member
Masiva.
Yani Allah’tan gayrı her şey.
Yani sadece ve sadece Allah tarafından yaratılan, var edilen “eşya”. Yani “şeyler”. Yani “şey” olarak adlandırabileceğimiz ne varsa…
Her şey sonradan var edildiğine göre, hiçbir varlığın olmadığı esnada sadece Allah vardı. O’nun dışında hiçbir varlık yoktu.
Tasavvufî ifadeye göre Allah bilinmeyen bir varlıktı, bir sırdı, bir gaybdı. “Sırru’s-Sır” ve “Gaybu’l-Gayb”dı. Yani “Sırların Sırrı” ve “Bilinmezlerin Bilinmezi” idi. O’nu bilen ve tanıyan veya bilebilecek ve tanıyabilecek olan hiçbir varlık yoktu. Bir ve tek idi. Hiç kimsenin bilmediği sınırsız güzelliklerin, mükemmelliklerin, özellik ve sıfatların saklı bulunduğu bir kenz, yani bir hazineydi.


O’nda bir tanınma (maruf olma) iradesi ve sevgisi belirdi, tanınmak istedi. Ezel ve Ebed Sultanı olan, başlangıcı ve sonu olmayan, isim ve sıfatlarının had ve hududu bulunmayan Rabbimiz, bilinmek ve tanınmak istedi. Kendi Zat’ında olan sonsuz mükemmellikteki özellikleri görmek ve göstermek diledi. Çünkü sonsuz mükemmellikteki vasıfların, sıfat ve şenlerin gizli kalması, bilinmemesi, tanınmaması imkânsızdı.

Kâinat, bir çekirdekten yaratıldı

Ve…
“Gizli bir hazineydim. Tanınmak istedim, tanınayım diye halkı yarattım” hadis-i kudsîsindeki ulvî sır inkişafa durdu.
Bu inkişaf saymakla bitiremeyeceğimiz âlemlerin, varlıkların, sınırsız sanat güzelliklerini yansıtan aynaların tamamını içinde barındıran bir çekirdeğin yaratılmasıyla başladı.
Bu çekirdek, dalları ebedü’l-abada, sonu gelmez ebediyet âlemlerine uzanan yaratılış ağacını içinde barındırıyordu.
Ruhlar ve melekler âlemi, gözümüz önündeki cismanî ve maddî âlemler hep o çekirdekten sümbüllendiler. Büyüyüp geliştiler. Her birisinde ayrı ayrı, saymakla bitmez sayıda ilahî isimler tecelli etti, yansıdı.


Bu çekirdeğin adı “Nur-u Muhammedî” idi.
Aynı zamanda “Hakikat”in ta kendisi. Hakikatu’l-Hakaik. Hakikatlerin Hakikati. Bütün hakikatlerin kaynağı olan ilk ve en hakikî hakikat.
Diğer bütün nurlar bu nurun yansımaları, diğer bütün gerçekler bu hakikatin gölgeleri niteliğindeydi. Bu sebeple ilk nur, “Nuru’l-Envar,” nurların kaynağı olan “İlk Nur” olarak anıldı.
İlk yaratılan işte bu nur ve bu hakikat oldu. Sonra bütün nurları ve hakikatleri bu nur ve hakikatten, bu nur ve hakikat için yarattı.
İlk yaratılan, muhabbet olarak vücuda getirilen bu nur ve hakikate, Nur-u Muhammedî’nin yanı sıra “Hakikat-ı Muhammediye” de denildi.
 

molla_zehra

Well-known member
Bir varlık bu hakikatten ve nurdan aldığı nasip nispetinde kemal ve değer kazandı. Bütün melekler, cinler, resuller, sıddıklar ve evliya kemallerini hep o kaynaktan aldılar. Faziletleri hep ondan geldi.
Âlemde hakikî olarak bir tek insan-ı kâmil vardı. O da Muhammedî hakikatin gerçek sahibi olan Hz. Muhammed (s.a.v.) idi.
Diğer resul, nebi, sıddık ve velilerin insan-ı kâmil oluşları mutlak değil, mukayyet ve izafi idi. Hz. Muhammed’e (s.a.v.) varis oluşları, Muhammedî nur ve hakikatten aldıkları hisse ve nasip nispetinde o kemalden de pay almışlardı.


Hz. Âdem (a.s.) yaratılınca, Muhammedî nur ve hakikat açık ve belirgin şekilde onda tecelli etti, yansıdı. Daha sonra diğer peygamberler ve velilerde tecelli ede ede son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) intikal etti ve O’nda gerçek sahibini buldu.
İşte bu hakikat bizzat Resulullah’ın (s.a.v.) mübarek dilinden şöyle ifade edildi:
“Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur.”
“Âdem su ile toprak arasında iken ben nebi idim.”

Ulema peygamberlerin vârisleridir

Muhammedî nur ve hakikat Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatından sonra O’nun varisleri olan âlimlerde var olmaya devam etti. “Ümmetimin uleması benî İsrail peygamberleri gibidir” ve “Ulema peygamberlerin varisleridir” hadis-i şeriflerinde buyrulduğu gibi âlimler ve evliya da bu nura ve hakikate de varis oldular. Ancak onların bu hakikate varis olmaları ve o mişkatten, yani meşaleden aldıkları nuru çevrelerine yansıtmaları, takvaları, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) tâbi oluşları, onu örnek almaları ve izinden gitmeleri nispetinde gerçekleşti. Bu bakımdan evliyanın ve ariflerin mertebeleri bir ve aynı değildi. Çünkü Muhammedî hakikatten aldıkları nasip de bir ve aynı değildi.
Netice olarak var olan her şey Muhammedî nur ve hakikatten yaratıldı. Her şey, Hz. Muhammed (s.a.v.) için yaratıldı. Tüm varlıkların var olma, yaratılma sebebi ve gayesi de yine oydu. Her şey ondan ve onun için yaratıldı.


Var ve yaratılmış olan her varlıkta, her nesnede ve her zerrede o nurdan, o hakikatten bir parça, bir hakikat ve bir nur bulunduğundan Hz. Muhammed (s.a.v.) tüm âlemler için bir rahmet oldu. Her şey varlığını ona borçlu olduğundan Hak Teala; “Seni ancak âlemlere Rahmet olarak gönderdik” buyurdu.
Kâinat ağacının en mükemmel meyvesi
Göklerin ve yerin yaratılış sebebi, bütün âlemlerin aslî çekirdeği olan Resulullah (s.a.v.) aynı zamanda kâinat ağacının en mükemmel ve en son meyvesi oldu.
Bütün kâinatın yaratılış sebebi olduğu gibi aynı zamanda neticesiydi.
Kâinatın teşekkülüne çekirdek olan nur, onun zatında cismini, maddî bedenini giyerek en ahir, en son ve en değerli meyve olarak kendini gösterdi.


Unsurlar ve elementlerin dallarını,
Bitkiler âleminin yapraklarını,
Hayvanlar âleminin çiçeklerini,
İnsanlığın da meyvelerini teşkil ettiği bu kâinat ağacının en parlak, en ışıklı, en aydınlatıcı, en nurlu, en güzel, en yüksek şeref ve şan sahibi, en değerli, en yüce ve en sevgili meyvesi kimdi?
Elbette ve elbette Seyyidü’l-Enbiya ve’l-Mürselin (Peygamberlerin ve Resullerin Efendisi),
İmamü’l-Müttakin (Müttakilerin, Allah’tan hakkıyla korkanların İmamı),
Habib-i Rabbü’l-Âlemîn (Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın Sevgilisi) Hazret-i Muhammed (s.a.v.).


moraldergisi
 
Üst