Huseyni
Müdavim
Habbe
Cennet-i Kur’âniyenin semerâtından bir semerenin ihtiva ettiği
حَبَّه مِى كُويَدْ
مَنْ شَاخِ دِرَخْتَمْ بَرَازْ مَيْوَهءِ تَوْحِيدْ
يَگْ شَبْنَمَمْ اَزْيَمْ بُرْاَزْ لُؤْلُؤِ تَمْجِيدْ
اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى دِينِ اْلاِسْلاَمِ وَكَمَالِ اْلاِيمَانِ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰى مُحَمَّدٍنِالَّذِى هُوَ مَرْكَزُ دَائِرَةِ اْلاِسْلاَمِ وَمَنْبَعُ اَنْوَارِ اْلاِيمَانِ وَعَلٰى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ مَادَامَ الْمَلَوَانِ وَمَادَامَ الْقَمَرَانِ
İ’lem eyyühe’l-aziz! Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, nur-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir.
Eğer o âlem-i kebir bir şecere tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur.
Eğer dünya mücessem bir zîhayat farz edilirse, o nur onun ruhu olur.
Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur.
Eğer pek güzel şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî onun andelîbi olur.
[NOT]Dipnot-1 Ben tevhid meyveleriyle yüklü bir ağaç dalıyım. Tevhid incileriyle dolu bir denizin damlasıyım.
Dipnot-2 Din-i İslâm ve kemâl-i iman için Allah’a hamd olsun. Daire-i İslâmın merkezi ve envâr-ı imanın menbaı olan Muhammed ile onun bütün âl ve ashabına, gece gündüz, ay ve güneş devam ettikçe salât ve selâm olsun.
[/NOT]
andelîb: bülbül | cennet-i Kur’âniye: Kur’ânî cennet; bu tabirle, insana dünya ve âhiret saadetini bahşeden Kur’ân’î hakikatler ve esaslar kastediliyor |
farz etmek: var saymak | ihtiva etmek: içermek |
i’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir söz | kâtib: yazar, müellif; bütün varlıkları bir kitap yazar gibi, mükemmel bir şekilde yaratan Allah |
mücessem: cisimleşmiş, maddî şekle bürünmüş | nazar: bakış |
nur: aydınlık, ışık | nur-u Muhammedî: bütün varlıkların yaratılışının mayası, aslı, esası olan Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) nuru |
ruh: hayat kaynağı, can, cevher | semere: meyve, netice |
semerât: meyveler, neticeler | tahayyül etmek: hayal etmek |
tasavvur etmek: düşünmek, zihinde canlandırmak, hayal etmek | zîhayat: canlı, hayat sahibi |
âlem: evren, kâinat | âlem-i kebir: büyük âlem, evren |
şaşaalı: gösterişli, parlak | şecere: ağaç |