Zübeyir Abiden notlar

Gül-i İkra

Well-known member
Mânevî gıdaya da her gün muhtacız

Risâle-i Nur’a bu kadar bağlanıldığını görünce dünyadan alâkamızın kesildiği zannına varılmasın. Bilâkis, bu cihet şu hatt-ı hareketimizle tebarüz eder: Mücerred isek işlerimizi, talebe isek derslerimizi, memur isek vazifemizi, tüccar isek ticaretimizi yapıyoruz. Dünyevî meşgalemiz ne kadar fazla bulunursa bulunsun, ders ve imtihanlarımız ne derece sıkı olursa olsun Risale-i Nur’a çalışmaya ve hizmete yine vakit buluyoruz ve bulabiliriz; zaman ayırıyoruz ve ayırabiliriz. Zira nasıl ki, hergün ekmek, su ve havaya ihtiyaç var. Aynen öyle de bunlardan daha fazla olarak hergün Kur’ân ve imân hakikatlarından mânevi gıdalarımızı almaya muhtacız.
 

nurul reþha

Well-known member
ALTIN PRENSİPLER
Zübeyir GÜNDÜZALP


Hayatımızda vazgeçemiyeceğimiz çok değerli prensipler... Yıllarca Nur Müellifine hizmet etmiş bir dava adamından altın değerinde tavsiyeler... Meslek ve aile hayatımıza ışık tutacak;bizi örnek bir insan ve örnek bir Müslüman haline getirecek sağlam kaideler... Her yaşta ve herkese gereken pırlanta hükmünde fikirler...




Gençlik


-Gençleri imana ve İslamî hayata heyecan ve aşkla donatmak gerekir. İdeal bir gence yakışan olgun ve yüksek bir müslüman olmak için ilim ve imana çalışmak, hayatını İslâmın yüce prensiplerine göre yaşayıp gençlik günlerini, boşu boşuna kayb olmasından kurtarmaktır.



İlim


-Tahkiki iman ilmini oku. Hakkı ve hakikatı öğren. Cahil kalma, aydın ol. Cahil bir insan ne kadar varlıklı da olsa yine fakirdir. Geridedir, aşağıdadır. Okuyan insan daima ileride, daima yükseklerdedir. Bilgili insan güneş gibi girdiği yeri aydınlatır.


İrade Terbiyesi


-İrade kudreti çok cehd sarfından ziyade zihnin bütün kuvvetinin aynı gaye ve istikamete doğru sevk edilmesiyle izah edilebilir. Terbiyenin en makbul olanı kendi kendimizi terbiye etmektir.



Hedefe Varmak


-Yüksek bir gaye ebedî canlı ve cazip bir maksad. İşte bütün sıcak heyecan ve fikirlerimizi bunun üzerine çevirmeliyiz. Böylece hedefe varabiliriz.



Başarıya götüren Sebepler


-Herşeyi bugün bilmek. Her an muvaffak ve muzaffer olacağım cehdi içinde olmalısın. Bir işi bitirmeden başka bir işe el atmamalısın. Kalemen, amelen, lisanen çalış. Gençlikte insan ne işle meşgul olursa istidatları onda inkişaf eder. Deha dikkati değil, dikkat dehayı verir.



Dikkat ve Hafıza


-Hafıza zekanın en büyük sermayesidir. Bir şeyi ne kadar dikkat ve alâkayla anlamaya çalışırsak, bellememiz ihtimali o kadar çok olur. Çok defa kolayca öğrenilen şeyler çabuk unutulur. Anlayarak ve dimağen hazm ederek ezberlemeli. Aynen ezber insanda terakki ve inkişaf için faydalıdır. Mealen ezber, muhakeme kabiliyetini inkişaf ettirir.



Kadınlara Hürmet


-Cenab-ı Hak, kadınlara lütuf ve ihsan, hayır ve itidalle muamele etmemizi emreder. Zira, onlar, anneleriniz, kızlarınız ve halalarınızdır. Onlara ne kadar lütf etseniz lâyıktır. Kadına yardım ediniz. Bir millet erkekle terakki eder. Kadınla tekamül eder. Peygamberimiz kadının namus, şeref ve hukukuna büyük ehemmiyet verirdi. Onlara rikkat ve şefkatle muamele buyururlardı.



Anne – Baba Hakları


-Anne ve babaya hayatlarında hizmet ve itaat etmek, onların meşru olan emirlerini yerine getirmek, bir evlat için en büyük vazifedir. Anne ve babanın iaşesini ve ıstırahatını temin etmek evladın en büyük borcudur. Anne ve babanın rızasını tahsil etmek, onlara hayır dualar etmek evladın en birinci vazifesidir.



Hizmet Esasları


-Kusurdan kurtulmak istiyorsanız, evvela kendi kusurunuzu görüp kendinizi kusursuz zannetmekle, kusurlu olduğunuzu müşahede ediniz. Baht’lı ve talihli kimse, başkasına vaz edilirken ibret alandır. Kusurlu hatalı bir arkadaşınızın yanlışlarını yumuşaklıkla hürmet ve tevazu ile söyleyiniz. Kabullenmese dahi ikinci bir kimseye onun hakkında gıybet etmeyiniz. Başkalarını ıslah için evvela kendimizi ıslah etmek icab eder.



Merhamet


-Başkalarını sık sık af edin. Fakat kendinizi ve nefsinizi asla. Mümine eziyet haramdır. Merhamet tohumunu eken muhakkak huzur ve saadet meyvesini elde eder. Öfke zamanında hürmet ve merhamet ne güzel şeydir.



İslâm Gençliğinin Vasıfları


-Kur’an talebelerinin hedefi, Kur’anı ve İslâmı hakikatleri tek kelimeyle İslâmiyeti bütün ruhuyla kavramak ve ona bağlanmaktır. Onların yolu mahz-a İslâmiyettir. Bundan başka herhangi bir yol veya mezhep değildir. Dine hizmeti gaye-i hayal edinenler, Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçmayı seve seve can-u gönülden ifa ederler. Kur’an hakikatlerini her tarafa neşredip mü’minlerin imanını kurtarmak hizmetinde canla başla çalışırlar.



Okumak


-Okudum, okudum, okudukça derin nefesler almaya ve dirilmeye başladım. Ruhum ve kalbim huzura kavuştu. Gözlerim dünyayı hakikatleriyle görmeye kulaklarım hakikat seslerini işitmeye başladı
 

nurul reþha

Well-known member
Seni methedenlere aldanma!

Hâlini, etvârını, gidişatını başkasından dinle. Çünkü senin fenalığın, yanlışlık ve hataların senin nefsine, dostun gözüne iyi görünür. Seni methedenlere aldanma. Senin yanlışlık ve isabetsiz hareketlerini sana söyleyenler, senin hakikî dostlarındır. Hastaya şeker vermek câiz olmayabilir. Onun için acı ilâç faydalıdır.

Yanlış hatt-ı harekette giden, zararlı hali olan bir kimseye her zaman, �İyi gidiyorsun� demek, onu gaflete düşürmek ve ona zulmetmek olur. �Senin yolunda şöyle bir kuyu var� diyen insan senin hayırhâhındır.

Münekkit ve kusur sayıcılardan olma!


* A benim güzel dostum! Çok kere olduğu gibi, bugün gene çok tenkitler ettin. Kusurlar, hatalar saydın. Acaba gıyabında tenkitler yaptığın, gıybetini ettiğin Allah�ın kullarının o yaşa kadar olan iyiliklerinden, hayra hizmetlerinden, güzel huylarından, zararsız hallerinden ne kadarını yâd ettin, kaç tanesini saydın? Münekkit ve kusur sayıcılardan olma. Korkarım ki, zulümkâr olursun. * Çok tenkitçilerin, gıybetçilerin, herkesin kusurlu işlerini sayanların meclislerine yanaşma. Bu kötü ahlâk sana da bulaşır. Hem çabuk bulaşır. Zira bu fena huyun muharriki nefistir. Nefsânî şeyler, nefisleri kolayca harekete geçirir.


Kusur arayıcı ve gıybetçi olmak felâketi

Tenkitçi, kusurları piyasaya çıkarıcı kimselerin dostluğunda bulunup da, eğer ona kapılmamışsan; ahlâk-ı Muhammediye (a.s.m.), evliyâ, suleha ve ulemanın İslâm ahlâkı ve edebi hakkındaki eserlerini mütalâa ettikten, ilim ve hikmet tetebbuâtında bulunduktan sonra onların hâl ve kallerini, düşünce ve zihniyetlerini, hısım, akraba, çoluk çocuklarına karşı muamelelerini, din kardeşleri ve dâvâ arkadaşlarına olan hatt-ı hareketlerini, ibadet, itaat ve takva hususundaki vaziyetlerini tetkik et ve gör. Eğer sen ilim, irfan, kemâlât, fazilet, edep, terbiye, ahlâk ve hayâ, azimet ve takva ehli olarak o eserlerinden müstefid olmuşsan, hemen dergâh-ı İlâhîye el açıp �Aman yâ Rab, tenkitçi, kusur arayıcı, kusur görücü, gıybetçi olmak felâketinden Sana sığınıyorum. Beni bu âfetlerden muhafaza eyle. Âmin� diyerek gözyaşları dökeceksin.

Ahlâk-ı âliye erbabı ile sohbet et!


Ey ehl-i İslâm ve irfan! Din kardeşlerimin ayıplarını, kusur ve hatalarını sayıp dökmekte, bakıyorum ki, çok mahirsin. Acaba bir o kadar veya onun yarısı kadar olsun kendi ayıplarını, kendi kusur ve yanlışlarını, isabetsiz hareketlerini, seni dinleyenlere aynı iştihâ, aynı maharetle sayıp döktün mü? Korkarım ki, zulümkâr olmuş olmayasın. Güzel huyları anlatanı dinle. Güzel huylu ol. Nefsini zemmeden, kusurlarını itiraf eden, din ve dâvâ arkadaşlarını metheden ahlâk-ı âliye erbabı ile sohbet et. Ahlâk-ı âliye ile yükselmek aşkına düşersin. �Tahallakû bi ahlâkillah� emr-i cemîline inkıyad şerefiyle şereflenirsin. Bir ve beraber olduğun hizmet ve dâvâ arkadaşlarının gönlünü kırma. Senin gönlünü kıran olursa, �Buna benim nefsim müstehaktır� de ve gönlünü kıranın gönlünü hoşnut eyle.


Kendini mihenk yapıp, başkalarını tenkit etme


Herkes yükü kendi gücü kadar çekebilir. Öyle ise sen kendi gücünün başardığı şeyleri, başkalarında görmezsen, kendini mihenk yapıp onları tenkit etmemelisin. Kendinde bir üstünlük vehmedip gurura düşmemelisin. Onlar kabiliyetlerine göre ne kadar hizmet görseler ind-i İlâhîde ihlâsa binâen makbuldür. Ey ferâsetli ve müdebbir ehl-i hizmet! Omuz omuza verip çalışmaya çok muhtaç olduğunu, tek başına veya ekalliyette kaldığın zaman muvaffakiyetsizliğe düşeceğini her gün hatırla ve bu hakikati bir karta yazıp cebine koy ki, günde on defa nefsine ihtar edebilesin.


Hizmette bulunanlar hürmete lâyıktır


Böyle bir zamanda, böyle bir kudsî iman hizmetinde çalışanlara karşı durumumuz şudur: Bir zerre hizmet bir dağ, bir dirhem hizmet bir batmandır. Bu Nur hizmetinde az dahi olsa bulunanlar, çok hürmet, muhabbet ve şefkate lâyıktır. �Dane taşıyan bir karıncayı bile incitme.� Halk nazarında nice itibarsız, hakîr görünen Müslümanlar ve İslâma hizmet edenler vardır ki, onlar insanlardan takdir, hürmet ve muhabbet beklemezler. Onlar ehl-i imana hürmetkâr ve merhametli olurlar. Onlara Allah�ın rızası kâfi gelir.


Kusursuz arkadaş arayan arkadaş bulamaz


Dostunu şiddet ve minnet içinde tutarsan, bir daha senin suratını bile görmek istemez.

Sen bir mü�mine �fenadır� diye kötü zanda bulunabilirsin, halbuki o kimse Allah�ın makbûlüdür.
Arkadaş, gül padişahının yanında silâha davranmış diken var.
Dikensiz gül, kusursuz arkadaş arayan kusurundan habersiz kimse, arkadaş bulamaz. Bağışlamak, affetmek ve müsamaha göstermek, başkalarının hatalarından ziyade kendi hatalarını aramak, bulmak ve kurtulmaya çalışmak, olgunluğun, kâmilliğin şiârıdır. Peygamber ahlâkıyla ahlâklanmaktır.

Kendi fikrinin isabetsizliğine ihtimal verebilmek


En büyük gaflet örneklerinden: Müdavele-i efkârda bir işi isabetsiz veya zararlı bulduğunu arkadaşına söylerken, edep, terbiye, hürmet gibi yüksek ahlâkı çiğneyerek tehevvürle, şiddetle söylemesi, karşısındakinin izzetini kırması, İslâmî terbiye ve ahlâka sırt çevirmek olduğu halde, bunu hiç nazara almayarak, �Bana böyle dedi şöyle dedi� gibi, hiddetle mukabele etmesidir. Dehşetli zararlarda kendisinin dahli olmadığına, ya cehl-i mürekkeple veya gururla iddiada bulunmasıdır. Halbuki mesai arkadaşlarına hürmetle mukabele edip, kendi fikirlerinin isabetsiz olabileceğine ihtimal vererek, yirmi meselede hiç olmazsa on adedini arkadaşlarının kanaatlerine münasip bulup iş yapmasıyla fikirlere menfî hislerin karışmadığı anlaşılmış olur.


Gücenen ve gücendirenlerden olmayınız


En büyük gaflet örneklerinden:

Müteaddit defalar bir iş hususunda münakaşa edilir, meşveret ve müdavele-i efkâr adı ile söze oturulur. Münakaşa ve kavga ile kalkılır. Bu kavgamsı konuşmada herkes heyecanlanır. Hisler heyecana gelir. Biri diğerine, diğeri ötekine hakaretli sözler sarf eder. İlk defa birisi hakaret eder, diğeri de misilleme yapar. Hakaret edip kalb kıranı kasdederek, �Birinci bana böyle dedi, ben de ona öyle dedim� der. Bu beş-altı defa tekerrür edince, artık en yakın dâvâ arkadaşına küskün durur. Bu küskünlüğü gören ikinci birinciden soğur. İkinci ile üçüncü birleşir. Birincinin gıyabında konuşa konuşa, artık o da haricîlerin müşfiki, can kardeşine küsücü olmuştur. Artık birincinin hakkında tenkitler ve kusurları sayıp dökmeler başlamıştır. Nur-u Kur'ân hizmetinde bir ve beraber çalıştığınız kardeşler ve ehl-i iman içinde gücenen ve küsen, gücendiren ve küstürenlerden olmayınız. �Değmiyor bu dünya böyle şeylere.�

Şefkat ve merhamet


* İnsanlara merhamet etmeyen kimseye, Allah merhamet etmez.

* Rıfk ve merhametten mahrum olan kimse, bütün hayırlardan, iyiliklerden mahrum olabilir ve olur. * Şefkatten daha hayırlı bir şey yoktur.
 

nurul reþha

Well-known member
* Başkalarını sık sık affedin, fakat kendinizi ve nefsinizi asla.
* Rıfk, mülâyemet, nezaketle muamele. Bunun zıddı huşûnet ve sertliktir. Rıfktan mahrum olan, hayırlardan mahrum bulunur.
* Mü�mine eziyet haramdır.
* Lütuf; güzellik, tevazu ve mahviyetle, gönül alarak yapılan muameledir. Temiz kalplilik ve yüksek insanlık hislerinin eseridir. * Allah, yumuşak huylu, din kardeşlerine şefkat ve merhamet eden kulu sever.

İslâm, hamiyet hissinin kaynağıdır



* Yerde olanlara merhamet ediniz ki, size de gökte olanlar merhamet etsin.

* İslâm dini, hamiyet hissinin kaynağıdır. Her Müslüman, iman ve İslâmiyeti, namus ve haysiyetini, hizbü�l-Kur�ân müntesiblerini, birbirlerini dinsizlere karşı korumak, müdafaa etmek, ihtimam göstermekle mükelleftir. * İnsaf dinin yarısıdır.

Dâvâ adamı olabilmek


* Mağrib tarafındaki tövbe kapısı, halk için kıyamete kadar açıktır.

* Mesai arkadaşlarına hürmet ve sevgi beslemeyenler, dâvâ ve idare adamı olamazlar. Sevgi, şefkat, müsamaha, hürmet; müdebbir ve muvaffakiyetlere namzet bir dâvâ adamının mümtaz hasletleridir. * Hiçbir şey ilim ve hilimden daha efdal olarak toplanmış değildir.

Hizmet arkadaşlarına şefkat ve hürmet etmek



* Cemaatin bütün düzen ve âhengi, cemaat fertlerinin yekdiğerine şefkat, merhamet, sevgi, hürmetkâr münasebetiyle mümkündür. * Allah�ın rızasını kazanmak, aziz ve muhterem olmak istersen, din hizmetinde devamlı muvaffak olmanın sırrını ararsan, hizmet arkadaşlarının hürmete şayan olduklarını bil ve hürmet et. Onlara şefkat, müsamaha, muhabbet ve merhamet et.


Merhamet eken, huzur biçer



* Merhamet tohumunu eken, muhakkak huzur ve saadet meyvesini elde eder.

* Allah merhamet edenlere merhamet eder. Sen de merhamet et ki; Allah�ın merhametine nail olasın. * Sulh, cenkten daha iyidir.

Dâvâ arkadaşlarına tatlılıkla muâmele etmek


* Dâvâ arkadaşlarınla ve ehl-i imanla bir iş göreceğin zaman tatlılıkla, mülâyemetle, mahviyet ve tevazu ile muamele et. Bu güzel ahlâklara riâyetle hâsıl olacak bir hizmette, sertlik, şiddet, hiddet, inatçılık göstermek mânâsız, hattâ ahmaklık olur. * İslâm düşmanları karşısında çarpışan yiğitlere şefkat, muhabbet ve hürmet et. Tâ ki, Kur�ân ve iman hizmeti yolunda başını koyarlarken, senden zorluk çekmesinler.


Babam bana �Oğlum!� dediğinde...


Babam beni �Oğlum!� diye kucakladığı zaman, kendimi taçlı bir padişah sanırdım.

Din kardeşlerine elinden geldiği kadar merhamet et ki, Allah da sana merhamet etsin.
Bir kitapta, �Kerem, iyilik, merhamet, ihsan büyüklerin âdetidir� diye okumuştum. Hayır, yanlış söyledim, peygamberlerin âdetidir. Âciz kimsenin beline kuvvetli yumruğunu vurma. Olur ki, bir gün onun ayağına düşersin.

Herkesin mizacı bir olmaz

Hizmet-i iman meydanına yeni girenlerin veya fıtrî hususiyet taşıyanların iplerini uzat. Onları pek sıkma, kabiliyetine göre kaldırabileceği bir hizmet göster. Herkesin mizacı bir olmaz. Bu dirayet ve feraseti, müsamaha ve şefkati gösteremezsen, onun ipini koparmış, kaçırmış, bir adam kaybetmiş olursun. Bu acemilik, bu hamlık ve idaresizliği yapmamak için sık sık kendinle konuş, idare ve müsamaha icaplarını zaman zaman oku ve kendine ihtar et.


Allah bir kapı kaparsa, başka bir kapı açar


Cenâb-ı Hak, hikmeti olarak bir kapıyı kaparsa, fazl-u keremiyle başka kapı açar.

Muarız; lütuf, kerem, semahat görürse, artık ondan kötülük gelmez.
Kötülük etme, sonra iyi dosttan dahi kötülük görürsün. Ferasetli ve iyi adam, kötülerin bir iyi tarafını bulur, o iyiliği takdir eder. Şerri ve kötülüğünü hafifletmeye veya gidermeye böylece muvaffak olur. Zira köpek bile ekmeğini yediği takdirde seni muhafaza eder.

Öfke zamanında merhamet etmek


Erler, hizmet ve dâvâ arkadaşlarını kendilere tercih etmekle muvaffakiyete berdevam olmuşlardır.

Kötülük düşünen, kötü kimsenin gönlünü iltifatla kap.
Öfke zamanında hürmet ve merhamet ne güzel şeydir.
Din ve dâvâ kardeşlerinden gelen acı tatlıdır; hakaret takdir; tokat, şefkattir; tükrük misk-ü amberdir. Bu da Nur-u Kur�ân hizmetkârlığının şiarı ve şe�nidir. Dünyada mağrur olan kimse, din yolunda selâmetli gidemez. Kendini gören kişi hakkı göremez.

Başkalarını büyük, kendini küçük görmek


Alçakların yaptığı gibi din ve dâvâdaki kardeşlerine hakaret gözüyle bakma, onları küçük görme; onları büyük, kendini küçük gör. Eğer yaşlı isen iman ve İslâmiyet davasında çalışan, Nur Risâleleriyle nurlanan gençleri, yaşı küçük ruhu büyük bil. Bu güzel ahlâk, ne güzel ahlâk... Merhametsizliğin bir alâmeti, nisyan-ı nefisle (kendi nefsini unutarak) kendi kusurlarını unutmakla din kardeşlerinin her birinde bir kusur bulmak, onlara karşı sevgisini ve merhametini kaybederek tenkit gözlüğünü takınmaktır. Kendi kusurlarına, yakını uzaklaştırıcı, sisli gösterici âletle bakıp, din kardeşlerinin kusurlarına ise, mikroskopla bakmaktır. Kendi kusurlarını gören, kardeşlerininkini örten, kendi kabahatini büyük, din ve dava kardeşinin kabahatini küçük gören, hattâ göremeyen Müslümanlar, Allah ve Resûlullahın rahmet ve mağfiretine nail olan, yüksek ahlâklı, yüksek seciyeli Müslümanlardır. Ehl-i iman nişanını taşıyan dindarlardır. Öyle fertlerden müteşekkil azlar çoktur, küçükler büyüktür, zayıflar kuvvetlidir.
 

nurul reþha

Well-known member
Merhametsizlik eden merhametsizlik bulur

Merhametsizlikten, münekkitlikten kurtulma yolunda ilerle ey kardeş! Aksi halde, ya yakında, ya uzakta, ya dünyada, ya Haktan, ya halktan inmesin sana adem-i merhamet. Zira, �Men dakka dukka.� (Eden bulur.) Merhametsizlik etme, sonra merhametli dosttan dahi merhametsizlik görürsün. Ger görmezsen dünyada mukabil, ukbada görürsün muzaaf ceza, bunu bil.


Merhametsizliği körükleyen, hürmetsizliği alevlendiren öfke zamanında hürmet ve muhabbet, cennetmekân kimselerin güzelliklerindendir.

Öfke zamanında hürmet ve merhamet ne güzel ahlâktır. Merhamet tohumunu eken, muhakkak huzur ve saadet harmanını elde eder.

Nisyan-ı nefis illeti


Güya kendisi kusurdan müberra olmuş, hattâ hata ve yanlışlarından kurtulmuş gibi, çoklarının ve içinde yaşadığı muhitteki ehl-i imanın kusurları ile fiilen, amelen ve hayalen uğraşmak, merhametsizliktir. Bu fena huya sahip olanlar, bu tehlikeli merhametsizliği işleyenler, nisyan-ı nefis illetine tutulmuş ve nefsinin şımarmış olma ihtimalinden titresinler. Ey nefsim, sen titre, kendine bak, kendini gör, kendini bil, kendini anla, kendini tecessüs et! Ancak nefsine müfettiş, nefs-i emmarene murakıp olma yüksekliğine çık.


Rıfk ile davranmak


Cennete giren fazilet sahiplerine melekler sorarlar:

�Faziletiniz nedir?�
Onlar cevap verirler:
�Zulme uğradığımız vakit sabrederdik, bize kötülük edilince de, rıfk (yumuşak huyluluk) ile davranırdırk.� (Hadis meâli)
Allahü Teâlâ sertlik ve kabalığa vermediği ecir, sevap ve mükâfatları, rıfk ve mülâyemete verir. Rıfktan mahrum olan ev halkı, çok şeylerden mahrum kalırlar. (Hadis meâli)
Rıfktan, şefkatten mahrum olanlar, hayırdan, sevaplı amellerden mahrum kalırlar. (Hadis meâli) Hiddete getirilince kızmayıp, hilm ve sabır gösteren kimse, Allah�ın sevgisine mazhar olur. (Hadis meâli)

Kur�ân talebelerinin hedefi

Kur�ân talebelerinin hedefi, Kur�ânî ve İslâmî hakikatleri tek kelime ile, İslâmiyeti bütün ruhuyla kavramak ve ona bağlanmaktır. Onların yolu mahza İslâmiyettir. Bundan başka herhangi bir yol veya mezhep değildir. Dine hizmeti gaye-i hayat edinirler. Allah�ın emirlerine uyup yasaklarından kaçmayı seve seve, cân ü gönülden ifa ederler. Kur�ân hakikatlerini her tarafa neşredip mü�minlerin imanını kurtarmak hizmetinde canla başla çalışırlar.

Dine hizmeti gaye edinen güzide topluluk

Her asırda İslâmiyete hizmet eden güzide bir kavmi Cenâb-ı Hak, İslâmlar içinde meydana getirir. Bunları hizmet-i diniyede muvaffak kılar. Bu ehl-i hizmet, Cenab-ı Hak indinde çok makbuldür. Ve Allah Teâlâ�nın sevgisine mazhardır. Bunlar hakkında dünyevî ve uhrevî hayır ve saadetleri irade buyurur. O muhterem ve muazzez topluluk da Cenab-ı Hakkı sever. Dine hizmeti gaye-i hayat edinir. Halık-ı Kerim�e ibadet ve taâatı ve nehy-i İlâhîden (Allah�ın koyduğu yasaklardan), masiyet ve günahlardan kaçmayı seve seve, can ve gönülden îfâ ederler. Sahip oldukları tahkikî iman kuvvetiyle bunda müstesna bir sûrette muvaffak olurlar.

İman ve Kur�ân hizmetkârları


Her asırda İslâmiyete hizmet eden güzide bir kavmi Cenâb-ı Hak, İslâmlar içinde meydana getirir. İşte bu zamanda da o kavim, Kur�ân�ın parlak ve nurlu tefsirini kendilerine mürşid ve rehber edinen talebelerdir. Bunlar Kur�ân�ın hakikatlarıyla iman merâtibinde (mertebelerinde) terakkî eden ve onları her tarafa neşredip mü�minlerin imanlarını kurtarmak hizmetinde canla başla çalışan, aşk ve şevkle gayret ve faaliyette bulunan Kur�ân ve iman hizmetkârlarıdır.

Hedefleri sadece iman ve İslâmiyeti kuvvetlendirmek ve yükseltmektir. Kur�ânî, dinî, imanî ve İslâmî hakikatları, tek kelime ile, İslâmiyeti bütün ruhuyla kavramak ve ona bağlanmaktır. İslâm kardeşliğini, vahdet-i İslâmı (İslâm birliğini) parçalamak kasd-ı mahsusuyla birtakım dinsizler tarafından uydurulup neşredilen lâflara beş para ehemmiyet vermezler. Onların yolu mahza İslâmiyettir, bizatihî Kur�ân caddesidir. Bundan başka herhangi bir yol veya mezhep değildir

En yüksek gayemiz

En üstün gayemiz rıza-yı İlâhîdir. Bizim en birinci ve en yüksek gayemiz, bütün maddî ve manevî makam ve mertebelerden ve menfaatlerden vazgeçerek ve onlardan yüz çevirerek, Kur�ân-ı Azîmüşşan�da en yüksek makam olarak gösterilen �Rıza� makamına erişmektir. Rıza-yı İlâhî yolunda cehd etmektir. Bunun çare-i yegânesi de her ameli Allah rızası için işlemektir. Yani, ihlâstır.
 

nurul reþha

Well-known member
Kur�ân talebelerinin özellikleri

*Pısırık insanlar dine ve dünyaya yaramazlar. Onun için, Kur�ân hakikatlarından ders alan bu güzide talebeler, gözü pek, müteşebbis ve atılgandırlar. Tuttukları işi başarır ve yaşatırlar. Dâvâlarını en müşkil şartlar içinde yürütürler. Saf ve samimî însanlardır.
İmanî ve İslâmî hususlarda gayet sağlam ve metindirler. Onlar için hizmet sahası her zaman açıktır. Serbest zaman beklemeye tenezzül etmezler.

*Aile hayatlarında mes�ut ve bahtiyardılar.
Müdebbir ve zekîdirler. Müteşebbis ve hakikatlı insanlardır ve hamlecidirler. Muvaffak olmak için daima meşrû yollardan yürürler. Tedbirli ve ihtiyatlıdırlar. İhtiyat içinde faal ve hamlecidirler.
Meşreb ve ahlâkça kuvvetlidirler.
Her hareketlerinde ekseriya muvaffak olurlar. Manevî servet ve devlete naildirler. Muvaffak olmayınca sarsılmazlar, yıkılmazlar. Bilâkis, daha fazla hamle ve harekete doğru yürürler. Azimli ve sebatlıdırlar.


*
Nur-u Kur�ân, tahkikî iman ve İslâmiyet, şefkat ve merhamet, adalet ve hakkaniyet, hak ve hakikat dersi alan bu talebeler, hadisât ve vukuatın mahiyet ve künhüne, menşe ve menbaına nüfuz etmekte ve vâkıf olmakta fevkalâde bir şuur ve ferasete, dirayet ve kıyasete, tedbir ve temkine mazhardırlar. Zira tahkikî ilm-i iman ve marifetullah dersleri, iman ve İslâmiyeti, fehm ve feraseti, basiret ve iz�anı inkişaf ettirir. Muhakeme ve muvazene melekesini ihya eder ve kuvvetlendirir. Buna binaen, Kur�ân hizmetkârlarının mücadelesi, müsbet metodların tatbikatından ibarettir. Onlar çok masumların kanını ve hukukunu zayi eden fitnelere girmezler. Kur�ân talebeleri fitnelere zıt ve emniyet ve asayişi temine medardırlar.


*Bütün himmetlerini hakaik-ı imaniyenin (iman hakikatlarının) ve akaid-i İslâmiyenin (İslâm inançlarının) takviyesine sarf ederler. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir.

Kur�ân talebeleri uhuvvet (kardeşlik) ve ihlâs düsturlarına riâyet ederek, birbirlerini tenkit etmezler. Birbirlerine yaşça ve faziletçe, mânen büyük de olsa, pederâne, mürşidane muamelede bulunmazlar.


*Kusurları örterler, nâhoş halleri teşhir etmezler, yaymazlar. Kendi kusurlarıyla meşgul olmayı birinci vazife bilirler. Birbirlerinin gönlünü hoş edecek, ruhunu ferahlandıracak şekilde, görüşme ve konuşma kaidesine dikkat ederler. Daima iman ve İslâmiyetle meşgul olur, meşgul oldukları nurlu meselelerin haricine çıkmadan sohbet etmek arzusunu taşırlar.


*Onlar, �Hizmet-i imaniye uğrunda can verirsem şehidim, böyle bir şehitliğin izzetiyle ölmeyi zilletle yaşamaya tercih ederim� diyen İslâm fedaileridir. Evet, Allah yolunda hayatlarını feda eden şehitlerin yüksek mertebelerini ve ebedî bir hayata mazhar olacağını Kur�an-ı Kerim bizlere müjdeliyor. Dinî cihadda ölenler, ölmezler. Onlar, Rabbı Rahimilerinin nezd-i manevîsinde ebedî bir hayata nailiyet içinde diridirler.
 

nurul reþha

Well-known member
Kur’ân talebelerinin özellikleri-Devamı
*Onlar Cenâb-ı Hakk’a mânen kurbiyet (yakınlık) şeref-i âlîsi ve nimet-i uzmâsı içinde mesrur ve memnundurlar. Lüzumunda şehit olmak iştiyakıyla yanmaktadırlar.
Her gün ilm-i iman ve marifet-i İlâhiyenin kaynağı ve hazinesi olan parlak tefsir-i Kur’ân’ı büyük bir şevkle ve derin bir zevkle ve sevgiyle okumaktadırlar. Okudukça tefekkür kabiliyetleri tekâmül etmektedir. Marifet-i İlâhiyenin hadsiz mertebelerinde ve nihayetsiz ezvakında (zevklerinde) ve envârında (nurlarında) ilerleme ve yükselmeye mazhar olurlar. Hak ve hakikat yolunu güneş gibi aydınlatan bu İlâhî meş’alenin şuâ ve ziyalarıyla (ışıklarıyla) nurlandıkça, dalâlet ve bid’at karanlıklarına, şüphe ve vesvese girdabına düşmekten kurtulurlar.
*Kur’ân talebeleri tahkikî iman ilmiyle imanlarını taklitten kurtarırlar. Kuvvetli bir imana sahip olarak, ilmiyle âmil olmaya çalışırlar. “Amelin ruhu ihlâstır, ihlâsın ruhu niyettir” hakikatına bağlı olarak, ihlâs ve takvaı kazanmaya cehd ederler. İman ve İslâmiyetin en hakikî ve fedai hizmetkârlarıdırlar.
*Bu asırda iman ve İslâmiyetin fedakâr hizmetçileri olan bu Kurân talebeleri, Kur’ân’ın emirleri mucibince mü’minlere şefkat ve merhametle muamelede bulunurlar. Din kardeşleri karşısında tevazû ve mahviyetle hareket eder, fakat İslâm düşmanları tarafından zulme giriftar edilip sigaya çekildikleri vakit, o din yıkıcılarına mukabil izzet-i diniyeyi muhafaza aderler. O zalim dinsizlere karşı her birisi âdeta Allah’ın arslanı kesilerek, ölümü hiçe sayarak, hak ve hakikatı izzetle müdafaa ederler. *Hizb-i Kur’ân’ın muazzez efradı olmak şerefi ve nimetine erişen bu fedakâr insanlar, dinlerinde salâbet ve maharet sahibidirler. Din düşmanlarından korkmazlar. Onlara sinek kanadı kadar kıymet ve ehemmiyet vermezler. Yaydıkları dedikodu ve iftiralara kıymet vermezler. O yaygaralardan teessür duyup sarsılarak hizmetlerini bırakmazlar. Bu yüksek vasıflar o bahtiyar insanlara bir lütf-u Rabbânî ve fazl-ı İlâhîdir. Eltâf-ı sübhaniyeye (Allah’ın lütuflarına) mazhar olan bu halis talebeler, ömürleri boyunca iman ve İslâmiyeti vatanımızın en ücra köşelerine kadar aktar-ı dünyada (dünyanın her yerinde) neşretmeye çalışırlar.
*Cenâb-ı Hakka hadsiz şükürler olsun, ziyaret ettiğim Anadolu’nun güzide beldelerinde öyle halis, öyle fedakâr Kur’ân talebeleri gördüm ki, ihlâs sırrını muhafaza ediyorlar. İslâm düşmanları ve onların desiselerine aldanan muarızları gizliden gizliye sûret-i haktan görünerek o kadar tefrika vermeye çalıştıkları halde, bunlar harika bir şekilde vahdet ve tesanüdlerini muhafaza ediyorlar.
Muvakkat iftira ve dedikoduları, aldıkları dersle reddederek ve kasıtlı ittihamlardan ibaret olduğunu keskin ferasetleriyle anlayarak tesanüd ve teavünlerini kaybetmediklerini gördüm. Hakikî bir tesanüdle birbiriyle el ele, omuz omuza, baş başa vererek Kur’ân’ın nurlu hakikatlarını en ücra yerlere kadar yaydıklarına kemal-i şükranla şahit oldum. Müstesna bir mahviyet içinde ihlâslarıyla, Kur’ân’ın hizmetine cansiperâne koştuklarına takdir ve tahsin hisleri içinde vâkıf oldum. Yüksek bir ihlâs ve mahviyetle mü’min kardeşlerine hürmet ve merhametle muâmele ederek harika bir ittihad ve ittifakı vücuda getirdiklerini gözlerimle görerek, Cenâb-ı Hakka nâmütenâhî şükürler ettim.
Nur-u Kur’ân hizmetini dünyada herşeye tercihan, hayatının en büyük maksadı olarak, fedai ve fedakâr rehberlerini nümune edinerek ve ona uyarak, Kur’ân ve iman hakikatları hesabına hadsiz sürur ve şükürler ederek sohbet ettim. Onların yüksek seviye ve harika fedakârlıklarından ders alarak istifade ettim.
__________________
 

nurul reþha

Well-known member
Kur’ân hizmetkârı olmak

Said Nursî, Kur’ân ve imâna hizmet mesleğini ihtiyâr edip, hiçbir maddî ve mânevî menfaat, salâhat ve velîlik gibi mânevî makamları maksad ve gàye etmeden, sırf Cenâb-ı Hakkın rızâsı için hizmet yapmıştır. Basîretli ehl-i ilim tarafından bütün Müslümanlarca “Zuhuru beklenen siyasî ve dinî bir halâskârdır” gibi şahsına verilen yüksek mertebeyi Bediüzzaman hiddetle reddetmiş, kendisinin ancak Kur’ân’ın bir hizmetkârı ve Risâle-i Nur Talebelerinin bir ders arkadaşı olduğuna inanmış ve beyân etmiştir.
Bediüzzaman nâdire-i hilkattir

Millî Müdâfaa Vekâletinde yirmi beş sene hizmet görmüş muhterem, âlim bir zâtın, bir kısım arkadaşlarımızla ziyâretine gittiğimiz vakit, Bediüzzaman Hazretleri hakkında demişti ki: “Bediüzzaman’ın nasıl bir zât olduğunu anlayabilmek için Risâle-i Nur külliyâtını dikkatle, sebatla okumak kâfidir. Size bir misâl olarak, yalnız dünyevî iktidârı bakımından derim ki: Bediüzzaman, Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsiyle yalnız bir devleti değil, dünya yüzündeki milletlerin idâresi ona verilse, onları selâmet ve saadet içinde idâre edecek bir iktidar ve inâyete mâliktir.”
Evet, Bediüzzaman nâdire-i hilkattir. Fakat, yirmi beş senedir hem kendini, hem talebelerini siyâsetten men etmiştir, dünyevî işlerle meşgul değildir. Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur’u telif ettiği zamanlarda ve hizmet-i Kur’âniyede istihdam edildiği anlarda; zekâsı, fetâneti, aklı, mantığı, zihni, hayâli, hâfızası, teemmülü, ferâseti, seziş ve kavrayışı, sür’at-i intikali ve rûhî, kalbî, vicdânî hâsseleri, duyguları ve mânevî letâifinin emsâlsiz bir tarzda olması, istihdam edildiğine âşikâr bir delildir ki, kendi ihtiyârıyla, keyfiyle değil, inâyet-i İlâhiye ile Kur’ân’a hizmetkârlık etmiş bir derecede olduğu, basîretli ehl-i ilim ve ehl-i kalbçe musaddak ve müstahsendir.


Risâle-i Nur, İslâmın elmas kılıcıdır

Risâle-i Nur, İslâmiyetin gayet keskin ve elmas bir kılıcıdır. Bu hakikatlere bir delil ise, Bediüzzaman’ın zâlim hükümdarlara ve kumandanlara, ölümü istihkâr ederek, hakikati pervâsızca tebliğ etmesi ve dünyayı saran dinsizlik kuvvetine mukabil hakàik-ı Kur’âniye ve imâniyeyi, kendini fedâ ederek, istibdâdın en koyu devrinde neşretmesi ve bu kudsî hakikate, cansiperâne hizmet etmesídir.


Dinamik ve enerjik bir zât

Bir müdde-i umumi, iddiânâmesinde, “Bediüzzaman, ihtiyarladıkça artan enerjisiyle dinî faaliyete devam etmektedir”; Denizli mahkemesi ehl-i vukuf raporunda, “Evet, Said Nursî’de bir enerji vardır. Fakat bu enerjisini tarîkat veya bir cemiyet kurmakta sarf etmemiş, Kur’ân hakikatlerini beyân ve dine hizmete sarf ettiği kanaatine varılmıştır” denilmektedir. Din aleyhindeki eski hükümetlerin vekillerinden birisi, antidemokratik kanunların Millet Meclisinde müzâkeresi esnâsında, “Bediüzzaman Said-i Nursî’nin dinî faaliyetine, yirmi beş seneden beri mâni olamıyoruz” demiştir.
Biz de deriz ki: Evet, Said Nursî Hazretleri, emsâli görülmemiş dinamik ve enerjik bir zâttır. Bediüzzaman’ın hârika bir insan olduğunu, din düşmanları olan muârızları dahi kalben tasdik ve takdir etmektedirler.


Bediüzzaman böyle derse...

Said Nursî, bâzan bir talebesine Risâle-i Nur’dan okuyuvermek nimetini lûtfettiği zaman der ki: “Bu benim dersimdir. Ben kendim için okuyorum. Bu risâleyi şimdiye kadar belki yüz defa okumuşum. Fakat, şimdi yeni görüyorum gibi tekrar okumaya ihtiyaç ve iştiyâkım var.”
Hem yine der ki: “Ben başkaları için kitap yazmamışım. Kendim için yazmışım. Kur’ân’dan bulduğum bu devâlarımı arzu edenler okuyabilir.”
Evet, Bediüzzaman itikad ediyor ve diyor ki: “Ben, derse, terbiyeye ve nefsimi ıslâha muhtacım.” Bediüzzaman gibi bir zât böyle derse, bizim bu eserlere ne kadar muhtaç olduğumuz artık kıyas edilsin.
Bediüzzaman şöhretten kaçtıkça...

Bediüzzaman Said Nursî, bütün hayatında şan ve şöhretten, hürmetten kaçmış ve insanlardan istiğnâ etmiştir. Arabî bir eserinde, şöhret hakkında diyor ki: “Şöhret ayn-ı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. İnsanı, insanlara abd ve köle yapar. Yani, nâm ve şöhret isteyen adam, halklara kendini beğendirmek, sevdirmek için, insanlara riyâkârlık, dalkavukluk yapar. Tasannûkâr tavırlar takınır. O belâ ve musîbete düşersen, ‘İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn’ de.”
Üstad, şöhretten fiilen ve hâlen bu kadar kaçmasına rağmen, her ne hikmetse, insanlar âdetâ bir sevk-i İlâhî varmış gibi, istimdatkârâne ona koşmuşlardır ve ona akın etmektedirler. Ve onun mahz-ı hak olan bu kudsî seciyesi, Risâle-i Nur gibi cihanşümûl bir esere hâdim olmuştur.


İstiğna sahibi bir zat

Bediüzzaman, küçük yaşından beri halkların mukabilsiz hediyelerinden istiğnâ etmiştir. Hediye kabul etmemeyi meslek edinmiştir. Zindandan zindana, memleketten memlekete sürgün edildiği zamanlarda, ihtiyarlığın tahmîl ettiği zarûretler içinde dahi, bu seksen senelik istiğnâ düsturunu bozmamıştır. En has bir talebesi, bir lokma bir şey hediye etse, mukabilini verir; vermese dokunur.
Neden hediye kabul etmediğinin sebeplerinden birisi olarak der ki: “Bu zaman, eski zaman gibi değildir. Eski zamanda imânı kurtaran on el varsa, şimdi bire inmiş. İmânsızlığa sevk eden sebepler eskiden on ise, şimdi yüze çıkmış. İşte böyle bir zamanda imâna hizmet için, dünyaya el atmadım, dünyayı terk ettim. Hizmet-i imâniyemi hiçbir şeye âlet etmeyeceğim” der.
Hazret-i Üstad, kendi şahsı için birisi zahmet çekse, bir hizmetini görse, mukabilinde bir ücret, bir teberrük verir. Aksi halde, ruhuna ağır gelir, hoşuna gitmez.
 
Üst