Evet, Sultan-ı Ezelînin memurları vardır, ama icraatçıları değillerdir ki, saltanat ve rububiyetinde ortak olsunlar. Ancak o memurların vazifesi dellâllıktır ki, kudretin icraatını ilân ediyorlar. Veya o memurlar, nâzır müşahitlerdir ki, gördükleri evâmir-i tekviniyeye karşı yaptıkları itaat ve inkıyad ile istidatlarına göre bir nevi ibadet yapmış olurlar. Demek esbab, ancak ve ancak kudretin izzetini, rububiyetin haşmetini izhar için vaz edilmiş birtakım vasıtalardır. Yoksa, kudretin acz ve ihtiyacı için muavenet eden yardımcı değillerdir. Beşer sultanlarının memurları ise, sultanların ihtiyaç ve aczlerini def için tayinlerine zaruret hasıl olan yardımcı ve ortaklarıdır. Binaenaleyh, Allah’ın memurlarıyla insanın memurları arasında münasebet yoktur. Yalnız gafil ve cahil olanlar hâdiselerde ve vukuattaki hikmetleri, güzellikleri göremediklerinden, Cenâb-ı Haktan şekva ve şikâyetlere başlarlar. İşte o şekva ve şikâyetlerin hedefini değiştirmek için esbab vaz edilmiştir. Çünkü, kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misal-i lâtif sûretinde bir temsil-i mânevî rivayet ediliyor ki:
Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakka demiş ki:
“Kabz-ı ervah vazifesinde Senin ibâdın benden şekva edecekler. Benden küsecekler.”
Cenâb-ı Hak, lisan-ı hikmetle ona demiş ki:
“Seninle ibâdımın ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip sana küsmesinler.”
Evet, nasıl ki hastalıklar perdedir, ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler. Ve kabz-ı ervahta hakikî olarak hikmet ve güzellik, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm’ın vazifesine mütealliktir. Öyle de, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm da bir perdedir. Kabz-ı ervahta zahiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münasip düşmeyen bazı hâlâta merci olmak için o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlâhiyyeye bir perdedir.
Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.
| Lügatler :
acz : acizlik, güçsüzlük
azamet : büyüklük, yücelik
beşer : insanlık
binaenaleyh : bundan dolayı
celâl : azamet, haşmet
def : uzaklaştırma
dellâl : ilân edici; duyuran
ecel : ölüm vakti
esbab : sebebler
evâmir-i tekviniye : Cenâb-ı Hakkın yaratmaya yönelik emirleri ve ka-nunları
fenalık : kötülük, şer
gafil : Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan
hâlât : durumlar, haller
hasıl olan : meydana gelen
haşmet : büyüklük, görkem
hikmet : bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma
ibâd : kullar
icraat : faaliyet, uygulamalar
inkıyad : boyun eğme
istidat : yetenek; temel özellikler
izhar : göstermek, açığa vurmak
izzet : değer, itibar, şeref, yücelik, üstünlük
kabz-ı ervah : ruhları teslim alma
kemâl : olgunluk, mükemmellik
kudret : Allah’ın bütün varlığı kuşa-tan güç ve iktidarı
kudret-i İlâhiye : Allah’ın sonsuz güç ve iktidarı
lisan-ı hikmet : hikmet dili
memuriyet : memurluk
merci : kaynak, başvurulacak yer
misal-i lâtif : güzel ve hoş bir örnek
muavenet eden : yardım eden
münasebet : alâka, ilgi
münasip : uygun
müşahit : şahit olan
müteallik : alâkalı, ilgili
nazar : bakış, görüş, düşünce
nâzır : bakan, gözlemci
nev : çeşit, tür
perdedar-ı dest-i kudret : kudret elinin perdecisi; sebepler
rahmet : İlâhî şefkat ve merhamet
rivayet : bir sözü nakletme
rububiyet : Rablık; Allah’ın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
saltanat : egemenlik, hâkimiyet, sultanlık
sultan : hükümdâr, yönetici
Sultan-ı Ezelî : hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan ve bütün zamanlara hükmeden Allah
sûretinde : şeklinde, biçiminde
şekva : şikayet
tayin : belirleme, belirli kılma
temsil-i mânevî : mânevi örnek, benzetme
tesir-i hakikî : gerçek tesir sahibi
tevehhüm olunan : sanılan
tevhid : Allah’ın birliği
vaz edilmek : konulmak, yerleştiril-mek
vukuat : meydana gelen olaylar
zahiren : dış görünüş itibariyle
|