Hz. Osman'ın Dilinde "Sünnet" Tabiri:
Bu hadiseden elli sene sonrasının münakaşasız bir kaynağı, bize açık bir şekilde gösteriyor ki, Peygamberin sünneti tabiri, muhakkak ki bu ilk asırda mevcuddu, fakat, resmî ve müstakil bir düstur olarak, Kur'an ile ilk iki halifenin sünneti arasına henüz dahil edilmiş değildi, ve onlardan sonraki halifelerin takib ettikleri siyasete müteveccih tenkidler, daima, onların Kur'an'dan ve Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'in sünnetinden uzaklaşmış olduklarını söylemekle yetiniyordu..."
[229]
Öncelikle belirtmeliyiz ki, Hz. Ali yukarıda ifade edildiği gibi, seleflerini örnek edinmeyi reddetmiş değildi. Bilakis o; Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre "Gücüm yettiği oranda",
[230] Taberi'nin rivayetlerine göre "Bilgim ve gücüm oranında öyle yapacacağımı, amel edeceğimi umuyorum" veya "Hayır! ancak gayretim ve takatim nisbetinde (üstlenebilirim)" şeklinde
[231] gayet ihtiyatlı ve gerçekçi ve biraz da tevazu içerisinde bir cevap vermiştir. Bu Hz. Ebû Bekir'in ilk naklettiğimiz sözüne parelel nitelikte bir sözdür. Yani, onlann örnekliğini kabul ediyor ama, bunu ancak gücü nisbetinde gerçekleştirebileceğini açıkça ifade ediyordu. Bizce burada asıl altı çizilmesi gereken husus, aynı bağlamda kullanılmış olmasına rağmen, Hz. Peygamberin icraatları için sünnet, ilk iki halifenin icraatları içinse siret ve fiil kelimelerinin kullanılmasıdır.
Ayrıca, kullanılan tabirin, siyasî bir bağlamda geçiyor olması, onun hukukî muhtevasının bulunmadığını gösterir mi? Kaldı ki, İslam'da siyaset hukukunun, genel hukuktan ayrı mütala edilemeyeceği de ilmi ve tarihi bir gerçektir. Diğer taraftan siyasî otoritelerin, bilhassa ilk halifelerin İslam'ın genel hukukunun işletilmesine dair fonksiyonları da ortadadır. Özellikle, II. halife Hz. Ömer'in hukuktaki yeri, etki ve katkısı herkesçe bilinmektedir. Dolayısıyla, siyasî mesailde "Peygamberin sünnetine riayet edeceğim" demek, "Hukuk da dahil olmak üzere, hayatın her alanında ona uyacağım" şeklinde anlaşılmalıdır...O bakımdan burada önemli olan nokta, "Peygamberin sünneti" tabirinin kullanılmış olmasıdır. Aynca, kullanımın bu kadar erken bir zamanda var olduğunu müsteşriklerin onaylamış olmaları da anlamlıdır."
[232]
Nitekim, Abdurrahman b. Avf, Kur'an'a, Hz. Peygamberin sünnetine ve ilk iki halifenin sîretine riayeti tekeffül ettiği halde "Ben Ömer'in sünnetini terketmedim" demiştir. Bu konuda Hz. Osman, Hz. Ömer'in sünneti hakkında "Ben Ömer'in sünnetini de terketmedim. Ancak ona ne ben güç yetirebilirim, ne de o!"
[233] şeklinde cevap vermiştir
Şüphesiz Hz. Osman'ın cevabî savunması gerçeğin bir ifadesi ve itirafıdır. Ne Hz. Osman'ın, ne Abdurrahman veya bir başkasının Hz. Ömer'in tarihe altın harflerle yazılmış adaletini, yüzyılları kucaklayan ileri görüşlü ve geniş ufuklu siyasetini gerçekleştirmeleri o kadar kolay değildi. Zira Hz. Ömer, adaleti, cesareti, feraseti ile siyasî bir deha idi ve insanlar üzerinde bir mehabeti ve karizması vardı.
Yeniden ifade edelim ki, burada özellikle Ömer'in sünnetinin dile getirilmesi, sadece Hz. Osman'ın selefi olması hasebiyledir. Yoksa adı geçen oryantalistlerin düşündüğü gibi bu, onun sünnetinin, Hz. Peygamberin sünnetinden daha önemli ve öncelikli olduğunu göstermez. Zira, Hz. Ömer'in, imkanı ölçüsünde Hz.Peygamberin sünnetini, Hz. Ebû Bekir'in siyasetini izlediği, ihtiyaç halinde de kendi ictihad ve icraatlarını ortaya koymaktan çekinmediği herkesçe bilinen tarihi bir hakikattir.
Hz. Osman'a karşı eleştiriler çoğalınca, H. 34 yılında ileri gelen bazı sahâbîlerin Halife'ye gönderdikleri Hz. Ali, Hz. Osman'ın huzuruna çıkarak ona şu uyarılarda bulunmuştur: "Ey Osman! şunu iyi bil ki, Allah katında kullarının en üstünü, doğru yola yönlendirilen, yönlendiren, bilinen sünneti uygulayan, terkedilmesi gereken bid'atı öldüren adil bir yöneticidir. Vallahi herşey apaçıktır. Sünnetler ortadadır ve alametleri bellidir. Bid'atlarda ortadadır ve onların da alametleri bellidir. Allah katında insanların en kötüsü de; kendisi saptığı gibi, başkalarını da saptıran, bilinen sünneti öldürüp, terkedilmiş bid'ati yaşatan zalim yöneticidir."
[234]
Hz. Ali'nin bu sözlerinde, hem sünnet, hem de bid'at kelimeleri, daha çok, doğru veya yanlış icraatlar ifade etmektedir. Elbette bu icraatlardan Hz. Peygamberin sünnetine, tatbikatına uygun olanlar sünnet; ona aykın olanlar ise, bidat ifadesiyle dile getirilmiştir. Yine burada doğru yolu ve sapmayı belirleyen temel kriterler, şüphesiz Kur'an ve Hz. Peygamberin sünnetidir.
Hz. Osman'ın H. 35 yılında abluka altındayken Mekke'lilere yazdığı mektubunda şu satırlar da yer almaktaydı: "Kim Allah'ın rızasını, hoşnudluğunu, Ahiret yurdunu, ümmetin düzelmesini, Rasulullah'ın ve ondan sonraki iki halifenin ortaya koydukları güzel sünneti isterse, bunun karşılığını size ancak Allah verir."
[235]
Burada da sünnet-i hasene, genel olarak Hz. Peygamberin ve onun ardından gelen iki halifenin güzel görülen, örnek gösterilen bütün uygulamalan ve icraatlandır. Her iki rivayet, aynı zamanda siyasî bir muhtevaya sahiptir.
Yine o günlerde, işgalcilerin, Hz. Osman'dan hilafeti bırakması yolundaki baskılar üzerine Abdullah b. Ömer'in Halife'ye :
"İslam'da böyle bir çığır açılmasından (en tusenne hâzini's-sunne) yana değilim. Zira (sen bu yolu açarsan) yöneticisine kızan her toplum onu azletmeye kalkar..." dediği nakledilir ki,
[236] burada sünnet ifadesi, çığır açma, ihdas etme ve kötüye örnek olma gibi lugavî anlamlarda kullanılmıştır.
5- Hz. Alinin Dilinde "Sünnet" Tabiri:
Kaynaklarımızda Hz. Ali'nin (ö.40) de bu tabiri birçok kez kullandığına dair değişik rivayetlere rastlamaktayız. Yukarıdakilere ilave olarak burada da bazılarını nakledelim:
H. 36 yılında Kays b. Sa'd b. Ubade (ö. 59-60)
[237] Mısır'a gitmiş ve minberden, halka Hz. Ali'nin yazdığı şu mektubu okumuştu: "Allah'ın bu ümmete ikramlarından ve özel olarak onlara verdiği faziletlerden birisi de onlara Muhammed (s.a.v)'i göndermesidir ki, O, doğru yolda olmaları için onlara Kitabı, hikmeti, feraizi ve sünneti öğretmiştir... Sonra müslümanlar iki salih emiri halife seçmişler, onlar da Kitap ve sünnetle amel etmişler, güzel bir gidişat ortaya koymuşlar, sünnetten vaz geçmemişlerdir... Biliniz ki, sizin bizim üzerimizdeki hakkınız, Allah'ın Kitabı ve Rasulünün sünnetiyle amel etmemiz, Kur'an'ı hakkıyla uygulamamız ve sünneti uygulamamız olacaktır."</SPAN>
Mektuptan sonra halka hitap etmeye devam eden Kays ise halkı Hz. Ali'ye bey'at etmeye çağırıken "Şu halde ey insanlar! Kalkın ve Allah'ın Kitabı ve Rasulünün sünneti üzere ona bey'at ediniz" demiştir.
[238]
Ahmed b. Hanbel'in naklettiği bir haberde de Hz. Ali, "Biliniz ki ben, ne peygamberim, ne de bana vahy geliyor. Fakat ben, gücüm yettiği kadar Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti ile amel ediyorum"
[239] dediği rivayet edilmektedir.</SPAN>
Keza, Hz. Ali'nin Hacer-i Esved'i "Allahım, Kitabını ve Peygamberinin sünnetini tasdikleyerek" deyip selamladığını bilmekteyiz.
[240]
Hz. Ali'ye göre Bayram namazına çıkmazdan önce, birşeyler yemek ve yürüyerek gitmek sünnet olduğu gibi,
[241] Bayram namazının musallada kılınması da sünnet idi. Nitekim, Kufe'de musallaya çıkmakta zorlanan bazı zayıf kimseler için mescidde bayram namazı kılmaları talimatını verdiği zaman,
"(Musallada kılmak) sünnet olmasaydı, ben de mescidde kılardım"
[242] demişti.
Ona göre vitr namazı, farz namazları gibi, kesinlikle emrolunan bir namaz değil, lakin Rasûlullah'ın koyduğu bir sünnet idi.
[243]Yine ileride üzerinde genişçe duracağımız üzere, ona göre Rasûlullah (s.a.v) içki cezası konusunda belli bir sünnet koymamıştı
[244] fakat Hz. Ebû Bekir ve Ömer'in daha sonraki uygulamalarının hepsi de sünnetti
[245]
Hz. Ali'ye, kişinin kurbanlık devesine binip binemeyeceği sorulunca o, bunda bir beis olmadığını, zira Hz. Peygamberin, yürümekte olan kimselere kurbanlarına binmelerini emrettiğini söyledikten sonra,
"Peygamberinizin sünnetinden daha üstün birşey aramayın!"
[246] demişti.</SPAN>
Buhâri'nin rivayetine göre Hz. Ali, Halife Osman'ın hac ile birlikte umre yapılması yasağına dair talimatına aldırış etmemiş ve :
"Ben bir kimsenin görüşünden dolayı Hz. Peygamberin sünnetini terkedecek değilim"
[247]demiştir. Oysa aynı ortak kanaldan gelen İbn Ebi Şeybe'nin rivayeti:
"Ben, senin görüşünden dolayı Rasûlullah'ın yaptığını terkedemem"
[248] şeklinde, Ahmed b. Hanbel'inki ise,
"Ben senin görüşünden dolayı, Rasûlullah'ın görüşünü terkedecek değilim"
[249] şeklindedir. Bu üç haberin ortak senedini şöyle gösterebiliriz:
Görüldüğü üzere haberin ilk iki ravisi aynıdır. En erken kaynak olan İbn Ebi Şeybe (ö. 235) rivayetinde Hz. Ali'nin sözü, "Resulullah'ın fiili"; Ahmed'in (ö. 241) rivayetinde "Rasûlullah'ın kavli (görüşü)" diye ifade edilirken, Buhâri'nin (ö. 256) rivayetinde ise bu "Peygamberin sünneti" şeklinde tabir edilmiştir. Aynı ortak kaynaktan gelmesine rağmen bu üç varyanttaki lafız farkları, ravilerin onu mana ile rivayet ettiklerini ve biraz tasarruf ile, belki de manayı kavramlarla ifade ettiklerini göstermektedir.
[250]
Buna benzer başka bir misali, yine Buhâri'nin nakletmiş olduğu şu kullanımda görmekteyiz. Ebû Vail'In naklettiğine göre Huzeyfe (ö. 36), rükû ve secdesini tam yapmadan namaz kılan birisini görmüş, namazını bitirince ona "Sen namaz kılmadın" demişti. Devamla Ebû Vail "Ve sanıyorum o şöyle demişti:
"Eğer sen (bu şekildeki namazınla) ölsen, Muhammed'in (s.a.v) sünnetinden başka birşey üzere ölürsün!"
[251]
Oysa Abdurrazzak'ın Zeyd b. Vehb kanalından naklettiği başka bir varyantta, kırk yıldır bu şekilde namaz kıldığını söyleyen bu adama Huzeyfe'nin söylediği söz şöyledir:
"Eğer (bu hâl üzere) ölürsen, Muhammed'in (s.a.v) ortaya koyduğu şeklin dışında birşey üzere ölmüş olursun."
[252]
Görüldüğü gibi zaten "sanıyorum" ifadesi ile tereddüdünü dile getiren Ebû Vail, haberi mana ile rivayet etmiş, Hz. Peygamberin namaz kılış biçimini ifade için kullanılan fıtrat kelimesi yerine, yine aynı anlama gelen sünnet tabirini kullanmıştır. Burada gerek Ebû Vail'in tereddüdü ve gerekse Abdurrazzak'ın (ö. 211), Buhârî'den daha erken bir kaynak olması sebebiyle, ikinci rivayeti tercih etmekteyiz.
Ancak burada laûz farklı olsa da, mana aynıdır ve Huzeyfe o şahsın kıldığı namazın, Hz. Peygamberin namaz kılış tarzına uygun olmadığını, diğer bir ifade ile sünnete muhalif olduğunu söylemektedir. Şu halde "sünnet" tabiri, isim olarak kullanılmasa dahi, bir mana ve mefhum olarak, uyulması gereken bir ölçü ve model olarak mevcuttur.
Bu ve benzer bazı rivayetler karşılaştırıldığında, bazı raviler, işte bu mana ve mefhumu, kendi dönemlerinde iyice yerleşen, kavramlaşan sünnet tabiri ile ifade edebilmişler, hatta bir anlamda "hedy, fıtrat,
[253] fiil vb. bazı kelimeleri, aralarında yaygın hale gelen sünnet kelimesi ile terceme etmişlerdir. Bu sebepledir ki, bu tür rivayetleri, muhtemel ravi tasarruflarından dolayı, mutlaka - varsa daha erken kaynaklara müracat edip- diğer varyantlarıyla karşılaştırmamız ve böylece orjinal lafzı tesbit etmeye çalışmamız gerekmektedir.
*Sahabenin Sünnet Anlayışı/Dr. Bünyamin Erol
Dipnotlar:
[229] J. Schacht. 'Peygamberin Sünneti’ Tabiri Hakkında, ter. M. S. Hatiboğlu, AÜİFD, XVIII. 81.
[230] Ahmed. I. 75.
[231] Taberî, a.y.
[232] Özafşar, M. Emin, Hadisi Yeniden Düşünmek, s. 52-3.
[233] Ahmed, l. 68.
[234] Taberî, Tarih, IV. 337.
[235] Taberî, Tarih, IV. 410.
[236] İbn Sa'd, III. 66.
[237] Bkz. İbnu'l-Esir, Usdu'l-Ğâbe, IV. 424-6.
[238] Taberî, a.g.e.IV. 548-9; Aynı şekilde Hz. Ali. Hz. Ebu Bekir'in halife seçilince, Rasulullah'ın ameli ile amel ettiğini, ölünceye kadar onun sîretine uygun yaşadığını, Hz. Ömer'in de aynı şeyi yaptığını söylemektedir. Bkz: Ahmed. I. 128.
[239] Ahmed. I. 160.
[240] İbn Ebî Şeybe, III. 441. no: 15797.
[241] Tirmizî. Salat 382. no: 530, II. 410;
[242] Zeyd b. Ali. b. Huseyn b. Ali, Musnedu'l-İmâm Zeyd, derl. Abdulaziz b. İshak el-Bağdâdi, Beyrut-1983. II. baskı, Daru'l-Kütüb el-İlmiyye, s. 128.
[243] Fezari, Siyer, s. 314. no. 600; Tirmizî, Salat 333, no: 453, II. 316; Nesâi, Kıyamu'l-Leyl 27, III. 229; Ahmed. I. 86. 120.
[244] Abdurrazzâk, VII. 378. no: 13543: Buhâri. Hudud 4, VIll. 14; Müslim. Hudud 39. II. 1332; Ebû Dâvûd, Hudûd 37, no; 4486. IV. 626.
[245] Abduırazzâk, VII. 379, no: 13554; İbn Ebi Şeybe. V. 503. no: 28407; Müslim, Hudud 38, II. 1331-2.
[246] Ahmed. I. 121.
[247] Buhari, Hac34, II. 151.
[248] İbn Ebi Şeybe, III. 289. no: 14288.
[249] Ahmed. I. 95.
[250] Hz. Ali'den gelen diğer kullanımlar için bkz: Ahmed, I. 93. 107, 116, 121. 140-1, 143, 153.
[251] Buhâri, Salat 26, I. 102; Ahmed. V. 396.
[252] Abdurrazzâk. II. 368. no: 3732-3; Ahmed. V. 384.
[253] Misal için bkz: Nesâî, Zine 1, VIII. 126-8"de merfu ve muttasıl olarak gelen Hz. Aişe rivayetinde “On şey fıtrattandır” denirken, bu senedin ravilerinden Talk b. Habib'den mursel olarak gelen rivayette ise "On şey sünnettendir" şeklinde rivayet edilmektedir.