Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Bunları Biliyormusunuz
Tarihden Bir Yaprak
Osmanlı Devletinde Dinî Hoşgörü
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Huseyni" data-source="post: 231700" data-attributes="member: 27"><p><strong>a) Din, inanç ve düşünce hürriyeti </strong></p><p><strong></strong></p><p>Kur’an’ın ifadesiyle İslam, hiç kimsenin zor ve güç kullanılarak dine girmesine müsaade etmez. O, herkesi inanç ve buna bağlı olan hareketlerinde serbest bırakır. İslam’dan aldıkları anlayış sebebiyledir ki Osmanlılar, idarelerinde bulundurdukları gayr-i müslim unsurların din ve vicdan hürriyetlerine müdahalede bulunmadılar. </p><p></p><p></p><p> Bütün İslam hoşgörü sahibi ve onların hareketlerini müsamaha ile karşılamak, devlet politikasının en önemli özelliğidir. Bu politikaya devletin kuruluşundan itibaren riayet ediliyordu. Bu bakından, Osmanlılar’ı sevmemekle birlikte Gibbons, aşağıdaki sözleri söylemekten kendini alamaz: </p><p></p><p></p><p> “Evvelki Osmanlıları, Bizanslılar ve Balkan Yarımadası’ndaki sair unsurlarla mukayese ettiğimiz zaman, Osmanlıların da Hıristiyan kitlesini tebaa edinen Orhan, zorla din değiştirme teşebbüsünde bulunmayacak kadar akıllı idi.”10 Orhan Gazi, bundan başka türlü de davranamazdı. Zira mensubu bulunduğu din ile babasının uygulamaları, farklı bir muameleye rıza göstermezlerdi. Aynı müellif, Osman Gazi için de şunları söyler:</p><p></p><p></p><p> “Mutaassıp tabiri dini gayret ile müteheyyic olmak ve dinini hayatta en birinci ve evvelki gaye yapmak” manasına alınırsa Osman mutaassıptı. Fakat ne kendisinin ne de doğrudan doğruya haleflerinin müsamahakarlığına söz yoktur. Eğer bunlar, Hıristiyanlara eza etmeye kalkışmış olsaydı, Rum kilisesi, yeni bir hayat nefhasına mazhar olacak ve Osman, Osmanlı ırkını meydana getiren yeni mühtedileri kazanamayacaktı.”11</p><p></p><p> </p><p> Hıristiyan dünyada, değil başka dinden olanlar, aynı dini farklı mezheblerine bağlı olan insanların bile ölümden kurtulamadığı bir dönemde Osmanlı diyarında insanlar, ahenk ve barış içinde yaşıyorlardı. Nitekim yine Gibbons, bu konuya temasla: “Yahudilerin toptan öldürüldüğü ve Engizisyon mahkemelerinin ölüm saçtığı bir devirde Osmanlılar, idareleri altında bulunan çeşitli dinlere bağlı kimseler barış ve ahenk içerisinde yaşatıyorlardı. Onların müsamahakarlığı, ister siyaset, ister halis insaniyet duygusu isterse lakaydi neticesi meydana gelmiş olsun, şu vak’aya itiraz edilemez ki, Osmanlılar, yeni zaman tarihinde milliyetlerini tesis ederken dini hürriyet umdesini (prensibini) temel taşı olmak üzere vaz’etmiş (koymuş) ilk millettir. Ardı arkası kesilmeyen Yahudi ta’zibatı (işkencesi) ve Engisizyona resmen yardım mesuliyeti lekesini taşıyan asırlar esnasında Hıristiyan ve Müslümanlar, Osmanlıların idaresi altında ahenk ve bakış içinde yaşıyorlardı” der.12 Gerçekten, gerek devlet, gerekse toplum olarak Osmanlı’ya baktığımız zaman onların Müslüman olmayan vatandaşlarına karşı nasıl iyi muamelede bulunduklarını rahatlıkla görürüz . 5 Mayıs 1837 günü Şumnu’da halka hitaben bir konuşma yapan Sultan II. Murad Han şöyle diyordu: “Siz Rumlar, siz Ermeniler ve siz Yahudiler, hepiniz Müslümanlar gibi Allah’ın kulu ve benim tebaamsınız (vatandaşımsınız). Dinleriniz başka başkadır. Fakat hepiniz devlet kanunlarının ve irade-i şahanemin himayesindesiniz. Size tarh edilen (konulan) vergileri ödeyin. Bunların kullanılacakları maksatlar, sizin emniyetiniz ve refahınızdır.”13</p><p></p><p></p><p> Osmanlı dönemi günlük hayatını çok parlak ve canlı tasvirlerle bize aktaran Raphaela Lewis, Osmanlıların, Müslüman olmayan vatandaşlarına karşı olan muamelesini şu ifadelerle dile getirir: </p><p></p><p></p><p> “Osmanlı idaresinin insani yönünü ortaya koyan bir faktör de şudur: Kendi idaresi altında yaşayan Hıristiyan ve Museviler vergilerini zamanında verdikçe ve Müslümanları kızdıracak kışkırtıcı bir harekette bulunmadıkça onlara en güzel bir şekilde muamele etmek”14 Bu ifadeler, aslında sadece Hıristiyan ve Museviler için değil, Müslümanlar için de geçerlidir. Zira herhangi bir Müslüman, vergisini vermediği veya başka dinden olan birisine hakaret edip onu rencide ettiği zaman aynı cezaya çarptırılırdı. </p><p></p><p></p><p> İslam araştırmaları sahasında büyük bir mütehassıs olarak kabul edilen Brockelmann ise Osmanlı müsamahasına şu ifadelerle temas eder: “Müslüman Türkler, fetihleri esnasında isteselerdi Hıristiyanlığı tamamen yok edebilirlerdi. Fakat mensubu bulundukları din, buna müsaade etmez. Bu yüzden Fatih Sultan Mehmed, nasıl ki daha önce dedeleri, kendi kilise teşkilatında serbest bırakmak suretiyle, Bulgarları rahatsız etmedilerse o da eski dini gelenekle tanınmış İslami devlet görüşüne de tamamıyla uygun olarak Ortodoks Rum ruhani sınıfının silsile-i meratibini bütün selahiyetleri ile tanıdı. Hatta o, Hıristiyanlar üzerindeki medeni hukuk alanında kaza hakkını tanımak suretiyle kilisenin nüfuzunu arttırdı bile.”15</p><p></p><p> </p><p> Osmanlıların dini müsamahası o kadar geniştir ki, başka ülkelerden kendi memleketlerine gelen gayr-i müslim din adamlarına bile her türlü kolaylığı göstermekten çekinmiyorlardı. Nitekim Fatih Sultan Mehmed, Bosna’daki Latin papaz-larına verdiği fermanda” “Ben ki, Sultan Mehmed Han’ın, cümle avam ve havassa malum ola ki, iş bu darendegan-ı ferman-ı hümayun Bosna ruhbanlarına mezid-i inayetim zuhura gelüp buyurdum ki, mezburlara ve kiliselerine kimse mani ve müzahim olmayup ihtiyatsız memleketimde duralar. Ve kaçup gidenler dahi emn u emanda olalar. Gelüp bizim hassa memleketimizde havfsız (korkusuzca) sakin olup kiliselerine mütemekkin olalar. Ve yüce hazretimden ve vezirlerimden ve kullarımdan ve reayalarımdan ve cemi-i memleketim halkımdan kimse ne mezburlara dahl ve taarruz edüp incitmeyeler. Kendilere ve canlarına kiliselerine ve dahi yabandan hassa memleketimize adem gelürler ise yemin-i mugallaza (ağır ve büyük yemin) ederin ki, yeri göğü yaradan Perverdigar (Allah) hakkı içün ve ulu Peygamberimiz hakkı içün ve kuşandığım kılıç hakkı içün bu yazılanlara hiçbir ferd muhalefet etmeye, madem ki bunlar, benim emrime muti ve munkad olalar..”16</p><p></p><p></p><p> Konuyu daha fazla uzatmadan şunu söyleyebiliriz ki, Osmanlı Devleti, kuruluşundan yıkılışına kadar Müslüman olmayan tebaasının inanç ve bunun gerektirdiği gibi, onların, bu haklarını daha rahat bir şekilde kullanmalarına zemin hazırlıyordu. Arşiv belgeleri ile mahkemelerde veri-len kararların yazıldığı ve adına “Şer’iyye Sicilleri” dediğimiz defterlere bakıldığı zaman, Osmanlı tebaası arasında sırf dinlerinden dolayı bir ayırımın yapılmadığı görülür. 1839’daki Gülhane Hatt-ı Hümayunu ise bu konuya daha bir açıklık getirir. Bu Hatt-ı Hümayun’da : “... tebaa-ı saltanat-ı seniyemizden olan ehl-i İslam ve milel-i saire bu müsaadat-ı şahanemize bilaistisna mazhar olmak üzere can ve ırz ve namus ve mal maddelerinden hükm-i şer’i iktizasınca kaffe-i memalik-i mahrusemiz ahalisine taraf-ı şahanemizden emniyet-i kamile verilmiş ve diğer hususlarda dahi ittifak-ı ara ile karar verilmesi lazım gelmiş olmağla...” denilmek suretiyle devletin, vatandaşı olan herkesin can, mal ve namusunun güvenlikte olduğu açıkça belirtilmektedir. </p><p></p><p></p><p> <strong>b) Ekonomik ve Sosyal Hürriyetler </strong></p><p><strong></strong></p><p> Osmanlı idaresi, vatandaşı bulunan gayr-i müslimlerin sadece din, gelenek, örf ve eğitim gibi konulara hasredilen hürriyetlerini sağlamakla kalmamış, aynı zamanda onların, ekonomik bakımdan da refah düzeyi yüksek bir yaşantıya sahip olmaların hedeflemişti. Hatta bu sebepledir ki, Hıristiyanlar çalışmıyor ve alışveriş yapmıyorlar diye Pazar gününe tesadüf eden semt pazarının gününü, başka bir gün ile değiştirmek suretiyle onların mağdur olmalarını önlemeye çalışıyordu.17 </p><p></p><p></p><p> Osmanlılar, idareleri altında bulunan milletlerin iç yapılarına (din, örf ve adet) müdahalede bulunmazlardı. Bu yüzden azınlıkların muhtariyeti, günümüz dünya ülkelerindeki azınlıklardan birçoğununki ile mukayese edilmeyecek durumda idi. Herkes kendi dininin icaplarını en ufak bir engelle karşılaşmadan yerine getirebiliyordu. Şark Ortodoks mezhebindeki Hıristi-yanların can ve mal güvenliği emniyet altında idi. Onlar, tamamiyle Patriğe bağlı idiler. O, piskoposları azledebiliyor, suç işleyen Hıristiyanları cezalandırabiliyordu. Nitekim 14 Cemaziyelahir 1016 (6 Ekim 1607) tarihli İstanbul, Galata, Haslar ve Üsküdar kadılarına yazılan bir hükümden bu husus açıkça anlaşılmaktadır.18</p><p></p><p></p><p> Osmanlı Beyliği, fethettiği yerlerdeki halkla kaynaşarak ve yaşantılarına karışmayarak vicdan hürriyetine saygı gösterdiği gibi daha önceki idarecileri tarafından ağır vergiler altında ezilmiş bulunan Müslüman olmayan vatandaşından belli bir vergi (cizye) almakla yetiniyordu. Devlet, kanunlara aykırı olan keyfi hiçbir muameleye müsaade etmiyordu. Nitekim 1595-1640 yıllarını ihtiva eden kronolojisinde Kemahlı Rahib Grigor, Sultan I. Ahmed’den bahsederken aynen şu ifadeleri kullanır: </p><p></p><p></p><p></p><p> “Sultan Ahmed sulhsever, şefkatli, dindar ve Hıristiyanlara karşı muhabbetli bir padişah idi. Vezirlerden biri, Ermenileri kürek akçası vergisin tabi’ kıldığı vakit, cami inşaatında çalışmakta olan Ermeniler, padişaha şikayet ettiler. Alınan para padişah iradesiyle geri verildikten maada (başka), sözü geçen vezirin kellesinin uçurulmasına ramak kaldı. Padişah, papazları çağırarak ne kadar para alındığına dair makbuzları sordu ve vergilerin geri verilmesini irade etti. Padişah emri ifa edilerek verilen para son puluna kadar geri alındı.”19 Bu anlayış ve hareket tarzlarından dolayıdır ki, Osmanlı Türklerinin süratle ilerlemeleri ve fethedilen bölge halkının bu yeni idareyi kendi idarelerine tercih etmelerine sebep olmuştur. Gerçekten, gerek Sultan II. Murad, gerekse oğlu Fatih Sultan Mehmed zamanında Müslüman olmayan birçok vatandaş, gördükleri hizmet karşılığı birçok vergiden muaf tutularak onların daha az mali mükellefiyetle karşı karşıya gelmelerini sağlamıştı. Nitekim 11 Cemaziyelahir 869 (17 Mayıs 1456) tarihini taşıyan bir ferman, derbent bekleyen yirmi kadar Hıristiyan’ın haraç, ispenç, koyun adeti, konak ve hisar yapmak, ula ve suhreden muaf olduklarını göstermektedir.20</p><p></p><p></p><p> Benzer uygulamalarla ilgili, ilk dönem Osmanlı kaynakları (Aşık Paşazade, Neşri gibi) ile arşiv belgelerinde epey bilgi bulunmakla birlikte biz, Hıristiyan bir müellifin bu konudaki sözlerine yer vermek istiyoruz: </p><p></p><p></p><p> “Yirmi muhtelif ırka mensup halk, Süleyman (Kanuni Sultan Süleyman)’ın hakimiyeti altında, sızıltısız, gürültüsüz, yaşadılar. Reayanın, Müslüman olmayanlar dahil, arazi sahibi olmalarına cevaz verildi. Buna mukabil onlara bazı mükellefiyetler yükledi. Birçok Hıristiyan, vergileri ağır ve adaleti kararsız olan Hıristiyan ülkelerindeki yurtlarını bırakarak Türkiye’ye gelip yerleştiler.”21</p><p></p><p> </p><p> Osmanlı’nın hoşgörü ve müsamahasını ortaya koyan 17 Cemaziyelahir 1222 (22 Ağustos 1807) tarihli bir arşiv belgesi,22 bu devletin, Hıristiyan din adamlarının kendi dindaşları arasında faaliyet gösterebileceğine, sadaka toplayabileceğine işaret ettiği gibi, bu insanlardan herhangi bir verginin alınmayacağını da emretmektedir. Tur-i Sina keşiş ve rahiplerinden bahseden bu belgeye göre bunlar, dindaşlarından sadaka toplayabilmek için memleketi dolaşacaklardır. Kendilerinden baç, haraç vs. gibi vergilerin alınmaması gerektiğini ifade eden belgeye göre gerek kadı, gerek mirmiran, gerek mütesellim ve gerekse diğer yetkililerden hiç biri bunlara müdahalede bulunamayacaktır. </p><p></p><p></p><p> Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki Osmanlı Devleti, vatandaşı olan herkesi, kendi iç bünyesinde tamamen serbest bırakarak onların inançlarına göre yaşamalarına müdahalede bulunmuyordu. Osmanlı toplumu da din farkına bakmadan herkes ile kanun çerçevesinde muamele yapıyor, hatta Müslüman olmayan vatandaşların zarar görmemeleri için elinden geleni yapmaktan çekinmiyordu.</p><p></p><p></p><p> <span style="color: darkgreen"><u><strong>Dipnotlar</strong></u></span></p><p></p><p> <span style="color: darkgreen">1. Şemseddin Sami, Kamus-ı Türki, İstanbul 1317, II, 1333. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">2. Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu Teşkilat ve Müesseselerinin Şer’iliği Meselesi” İÜHF. Dergisi (1945) XI/3-4,209. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">3. Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhisü’l-Beyan fi kavanin-i Al-i Osman, Bibliotheque National (Paris) Ancien Fonds Turc, nr.40, va.134 a. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">4. Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, trc. M. Ata, İstanbul 1329, I, 103, 104. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">5. Geniş Bilgi için bk. Şinasi Altundağ, Osmanlı İmparatorluğunun Vergi Sistemi Hakkında Kısa Araştırma, Ankara 1947, s.189. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">6. Geniş bilgi için bk. Yavuz Ercan, “Türkiye’de XV ve XVI. Yüzyıllarda Gayr-i müslimlerin Hukuki, İçtimai ve İktisadi Durumu”, Belleten (1983), XLVII/188, 1127- 1130. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">7. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Mühimme Defteri, nr. 6. s. 305. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">8. BOA: Mühimme Defteri, no. 6.s. 251. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">9. “Medine-i Trabzon reayalarından haraç-güzar olan Ermeniyan taifelerinden Girg (?) ve keşişleri Evans ve tevabileri bi-isrihim meclis-i şer’-i ile ayinlerimizi icra ve çocuklarımızı ta’lim ve taallum ettirmeye hala medine-i mezburda mütemekkin Ermeni Karabaşısı Kirkor ve Dedeoğlu Kirkor ve terzi Ovak (?) kendi zu’m-i bâtıl ve fasidleriyle hile-i batılalarından bizleri öteden beri ve ma’bedleriniz olan kenise (kilise) ve tamilhanelerimizede ayinlerimizi icradan men’ ve def’ ve fuzuli ızrar ve taleb-i raşvet daiyesinde olmalarıyla ber nehc-i şer’i lede’s-sual taaddilerinin men’ ve ref’i metlubumuz dediklerinde mesfur Karabaş ve tevalilerine lede’s-sual ayinlerini keniselerinde ve talim-hanelerinde rahiblerini ikrar etmeleriyle kenise-i mezkur ve ta-limhanelerinde ayinleri üzre icra etmeden men ve ref’ etmemeleri ile tenbih olunup, ba’dezin vechen mine’l-vücuh taaddi etmeyüp ayinlerini icar eylemek içün ber mucib-i fetvay-ı şerif izin ve ruhsat verildiği ma-vaka bi’t-taleb ketb ve ita olundu.” </span></p><p><span style="color: darkgreen"></span></p><p><span style="color: darkgreen">(21 Zilhicce 1243), TSMA, Trabzon 1957, vr, 25b. </span> </p><p> <span style="color: darkgreen">10. Herbert Adams Gibbons, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, trc. Rağıp Hulusi, İstanbul 1928, s. 58. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">11. Gibbons, age., s. 38. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">12. Gibbons, age., s. 63. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">13. Yılmaz Öztuna, “Osmanlı Devletinde Padişah”, Tarih Mecmuası (1976), I, 13. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">14. Raphaela Lewis, Osmanlı Türkiyesinde Gündelik Hayat, trc. Mefkure Poroy, İstanbul 1973, s. 39. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">15. C. Brockelmann, İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi, trc. Neşet Çağatay, Ankara 1964, I, 258. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">16. Osman Nuri Ergin, Türkiye’de Şehirciliğin Tarihi İnkişafı, İstanbul 1936, s. 93, 94. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">17. BOA. C. Belediye, nr. 1592. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">18. BOA. Mühimme defteri, no. 76, s. 9. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">19. Hrand D. Andreasyan, “Bir Ermeni Kaynağına Göre Celali İsyanları”, Tarih Dergisi (1962-1963), XIII/17-18, 29. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">20. Topkapı Saray Müzesi Arşivi, no. 10737/1. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">21. Fairfax Downey, Kanuni Sultan Süleyman, trc. Enis Behiç Koryürek, İstanbul 1975, s. 99. </span></p><p> <span style="color: darkgreen">22. BOA. C. Adliye, no. 125.</span></p><p><strong><span style="color: black"></span></strong></p><p><strong><span style="color: black"></span></strong></p><p><strong><span style="color: black"></span>http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Sayi&SayiNo=65</strong><span style="color: darkgreen"></span></p><p><span style="color: darkgreen"></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Huseyni, post: 231700, member: 27"] [B]a) Din, inanç ve düşünce hürriyeti [/B] Kur’an’ın ifadesiyle İslam, hiç kimsenin zor ve güç kullanılarak dine girmesine müsaade etmez. O, herkesi inanç ve buna bağlı olan hareketlerinde serbest bırakır. İslam’dan aldıkları anlayış sebebiyledir ki Osmanlılar, idarelerinde bulundurdukları gayr-i müslim unsurların din ve vicdan hürriyetlerine müdahalede bulunmadılar. Bütün İslam hoşgörü sahibi ve onların hareketlerini müsamaha ile karşılamak, devlet politikasının en önemli özelliğidir. Bu politikaya devletin kuruluşundan itibaren riayet ediliyordu. Bu bakından, Osmanlılar’ı sevmemekle birlikte Gibbons, aşağıdaki sözleri söylemekten kendini alamaz: “Evvelki Osmanlıları, Bizanslılar ve Balkan Yarımadası’ndaki sair unsurlarla mukayese ettiğimiz zaman, Osmanlıların da Hıristiyan kitlesini tebaa edinen Orhan, zorla din değiştirme teşebbüsünde bulunmayacak kadar akıllı idi.”10 Orhan Gazi, bundan başka türlü de davranamazdı. Zira mensubu bulunduğu din ile babasının uygulamaları, farklı bir muameleye rıza göstermezlerdi. Aynı müellif, Osman Gazi için de şunları söyler: “Mutaassıp tabiri dini gayret ile müteheyyic olmak ve dinini hayatta en birinci ve evvelki gaye yapmak” manasına alınırsa Osman mutaassıptı. Fakat ne kendisinin ne de doğrudan doğruya haleflerinin müsamahakarlığına söz yoktur. Eğer bunlar, Hıristiyanlara eza etmeye kalkışmış olsaydı, Rum kilisesi, yeni bir hayat nefhasına mazhar olacak ve Osman, Osmanlı ırkını meydana getiren yeni mühtedileri kazanamayacaktı.”11 Hıristiyan dünyada, değil başka dinden olanlar, aynı dini farklı mezheblerine bağlı olan insanların bile ölümden kurtulamadığı bir dönemde Osmanlı diyarında insanlar, ahenk ve barış içinde yaşıyorlardı. Nitekim yine Gibbons, bu konuya temasla: “Yahudilerin toptan öldürüldüğü ve Engizisyon mahkemelerinin ölüm saçtığı bir devirde Osmanlılar, idareleri altında bulunan çeşitli dinlere bağlı kimseler barış ve ahenk içerisinde yaşatıyorlardı. Onların müsamahakarlığı, ister siyaset, ister halis insaniyet duygusu isterse lakaydi neticesi meydana gelmiş olsun, şu vak’aya itiraz edilemez ki, Osmanlılar, yeni zaman tarihinde milliyetlerini tesis ederken dini hürriyet umdesini (prensibini) temel taşı olmak üzere vaz’etmiş (koymuş) ilk millettir. Ardı arkası kesilmeyen Yahudi ta’zibatı (işkencesi) ve Engisizyona resmen yardım mesuliyeti lekesini taşıyan asırlar esnasında Hıristiyan ve Müslümanlar, Osmanlıların idaresi altında ahenk ve bakış içinde yaşıyorlardı” der.12 Gerçekten, gerek devlet, gerekse toplum olarak Osmanlı’ya baktığımız zaman onların Müslüman olmayan vatandaşlarına karşı nasıl iyi muamelede bulunduklarını rahatlıkla görürüz . 5 Mayıs 1837 günü Şumnu’da halka hitaben bir konuşma yapan Sultan II. Murad Han şöyle diyordu: “Siz Rumlar, siz Ermeniler ve siz Yahudiler, hepiniz Müslümanlar gibi Allah’ın kulu ve benim tebaamsınız (vatandaşımsınız). Dinleriniz başka başkadır. Fakat hepiniz devlet kanunlarının ve irade-i şahanemin himayesindesiniz. Size tarh edilen (konulan) vergileri ödeyin. Bunların kullanılacakları maksatlar, sizin emniyetiniz ve refahınızdır.”13 Osmanlı dönemi günlük hayatını çok parlak ve canlı tasvirlerle bize aktaran Raphaela Lewis, Osmanlıların, Müslüman olmayan vatandaşlarına karşı olan muamelesini şu ifadelerle dile getirir: “Osmanlı idaresinin insani yönünü ortaya koyan bir faktör de şudur: Kendi idaresi altında yaşayan Hıristiyan ve Museviler vergilerini zamanında verdikçe ve Müslümanları kızdıracak kışkırtıcı bir harekette bulunmadıkça onlara en güzel bir şekilde muamele etmek”14 Bu ifadeler, aslında sadece Hıristiyan ve Museviler için değil, Müslümanlar için de geçerlidir. Zira herhangi bir Müslüman, vergisini vermediği veya başka dinden olan birisine hakaret edip onu rencide ettiği zaman aynı cezaya çarptırılırdı. İslam araştırmaları sahasında büyük bir mütehassıs olarak kabul edilen Brockelmann ise Osmanlı müsamahasına şu ifadelerle temas eder: “Müslüman Türkler, fetihleri esnasında isteselerdi Hıristiyanlığı tamamen yok edebilirlerdi. Fakat mensubu bulundukları din, buna müsaade etmez. Bu yüzden Fatih Sultan Mehmed, nasıl ki daha önce dedeleri, kendi kilise teşkilatında serbest bırakmak suretiyle, Bulgarları rahatsız etmedilerse o da eski dini gelenekle tanınmış İslami devlet görüşüne de tamamıyla uygun olarak Ortodoks Rum ruhani sınıfının silsile-i meratibini bütün selahiyetleri ile tanıdı. Hatta o, Hıristiyanlar üzerindeki medeni hukuk alanında kaza hakkını tanımak suretiyle kilisenin nüfuzunu arttırdı bile.”15 Osmanlıların dini müsamahası o kadar geniştir ki, başka ülkelerden kendi memleketlerine gelen gayr-i müslim din adamlarına bile her türlü kolaylığı göstermekten çekinmiyorlardı. Nitekim Fatih Sultan Mehmed, Bosna’daki Latin papaz-larına verdiği fermanda” “Ben ki, Sultan Mehmed Han’ın, cümle avam ve havassa malum ola ki, iş bu darendegan-ı ferman-ı hümayun Bosna ruhbanlarına mezid-i inayetim zuhura gelüp buyurdum ki, mezburlara ve kiliselerine kimse mani ve müzahim olmayup ihtiyatsız memleketimde duralar. Ve kaçup gidenler dahi emn u emanda olalar. Gelüp bizim hassa memleketimizde havfsız (korkusuzca) sakin olup kiliselerine mütemekkin olalar. Ve yüce hazretimden ve vezirlerimden ve kullarımdan ve reayalarımdan ve cemi-i memleketim halkımdan kimse ne mezburlara dahl ve taarruz edüp incitmeyeler. Kendilere ve canlarına kiliselerine ve dahi yabandan hassa memleketimize adem gelürler ise yemin-i mugallaza (ağır ve büyük yemin) ederin ki, yeri göğü yaradan Perverdigar (Allah) hakkı içün ve ulu Peygamberimiz hakkı içün ve kuşandığım kılıç hakkı içün bu yazılanlara hiçbir ferd muhalefet etmeye, madem ki bunlar, benim emrime muti ve munkad olalar..”16 Konuyu daha fazla uzatmadan şunu söyleyebiliriz ki, Osmanlı Devleti, kuruluşundan yıkılışına kadar Müslüman olmayan tebaasının inanç ve bunun gerektirdiği gibi, onların, bu haklarını daha rahat bir şekilde kullanmalarına zemin hazırlıyordu. Arşiv belgeleri ile mahkemelerde veri-len kararların yazıldığı ve adına “Şer’iyye Sicilleri” dediğimiz defterlere bakıldığı zaman, Osmanlı tebaası arasında sırf dinlerinden dolayı bir ayırımın yapılmadığı görülür. 1839’daki Gülhane Hatt-ı Hümayunu ise bu konuya daha bir açıklık getirir. Bu Hatt-ı Hümayun’da : “... tebaa-ı saltanat-ı seniyemizden olan ehl-i İslam ve milel-i saire bu müsaadat-ı şahanemize bilaistisna mazhar olmak üzere can ve ırz ve namus ve mal maddelerinden hükm-i şer’i iktizasınca kaffe-i memalik-i mahrusemiz ahalisine taraf-ı şahanemizden emniyet-i kamile verilmiş ve diğer hususlarda dahi ittifak-ı ara ile karar verilmesi lazım gelmiş olmağla...” denilmek suretiyle devletin, vatandaşı olan herkesin can, mal ve namusunun güvenlikte olduğu açıkça belirtilmektedir. [B]b) Ekonomik ve Sosyal Hürriyetler [/B] Osmanlı idaresi, vatandaşı bulunan gayr-i müslimlerin sadece din, gelenek, örf ve eğitim gibi konulara hasredilen hürriyetlerini sağlamakla kalmamış, aynı zamanda onların, ekonomik bakımdan da refah düzeyi yüksek bir yaşantıya sahip olmaların hedeflemişti. Hatta bu sebepledir ki, Hıristiyanlar çalışmıyor ve alışveriş yapmıyorlar diye Pazar gününe tesadüf eden semt pazarının gününü, başka bir gün ile değiştirmek suretiyle onların mağdur olmalarını önlemeye çalışıyordu.17 Osmanlılar, idareleri altında bulunan milletlerin iç yapılarına (din, örf ve adet) müdahalede bulunmazlardı. Bu yüzden azınlıkların muhtariyeti, günümüz dünya ülkelerindeki azınlıklardan birçoğununki ile mukayese edilmeyecek durumda idi. Herkes kendi dininin icaplarını en ufak bir engelle karşılaşmadan yerine getirebiliyordu. Şark Ortodoks mezhebindeki Hıristi-yanların can ve mal güvenliği emniyet altında idi. Onlar, tamamiyle Patriğe bağlı idiler. O, piskoposları azledebiliyor, suç işleyen Hıristiyanları cezalandırabiliyordu. Nitekim 14 Cemaziyelahir 1016 (6 Ekim 1607) tarihli İstanbul, Galata, Haslar ve Üsküdar kadılarına yazılan bir hükümden bu husus açıkça anlaşılmaktadır.18 Osmanlı Beyliği, fethettiği yerlerdeki halkla kaynaşarak ve yaşantılarına karışmayarak vicdan hürriyetine saygı gösterdiği gibi daha önceki idarecileri tarafından ağır vergiler altında ezilmiş bulunan Müslüman olmayan vatandaşından belli bir vergi (cizye) almakla yetiniyordu. Devlet, kanunlara aykırı olan keyfi hiçbir muameleye müsaade etmiyordu. Nitekim 1595-1640 yıllarını ihtiva eden kronolojisinde Kemahlı Rahib Grigor, Sultan I. Ahmed’den bahsederken aynen şu ifadeleri kullanır: “Sultan Ahmed sulhsever, şefkatli, dindar ve Hıristiyanlara karşı muhabbetli bir padişah idi. Vezirlerden biri, Ermenileri kürek akçası vergisin tabi’ kıldığı vakit, cami inşaatında çalışmakta olan Ermeniler, padişaha şikayet ettiler. Alınan para padişah iradesiyle geri verildikten maada (başka), sözü geçen vezirin kellesinin uçurulmasına ramak kaldı. Padişah, papazları çağırarak ne kadar para alındığına dair makbuzları sordu ve vergilerin geri verilmesini irade etti. Padişah emri ifa edilerek verilen para son puluna kadar geri alındı.”19 Bu anlayış ve hareket tarzlarından dolayıdır ki, Osmanlı Türklerinin süratle ilerlemeleri ve fethedilen bölge halkının bu yeni idareyi kendi idarelerine tercih etmelerine sebep olmuştur. Gerçekten, gerek Sultan II. Murad, gerekse oğlu Fatih Sultan Mehmed zamanında Müslüman olmayan birçok vatandaş, gördükleri hizmet karşılığı birçok vergiden muaf tutularak onların daha az mali mükellefiyetle karşı karşıya gelmelerini sağlamıştı. Nitekim 11 Cemaziyelahir 869 (17 Mayıs 1456) tarihini taşıyan bir ferman, derbent bekleyen yirmi kadar Hıristiyan’ın haraç, ispenç, koyun adeti, konak ve hisar yapmak, ula ve suhreden muaf olduklarını göstermektedir.20 Benzer uygulamalarla ilgili, ilk dönem Osmanlı kaynakları (Aşık Paşazade, Neşri gibi) ile arşiv belgelerinde epey bilgi bulunmakla birlikte biz, Hıristiyan bir müellifin bu konudaki sözlerine yer vermek istiyoruz: “Yirmi muhtelif ırka mensup halk, Süleyman (Kanuni Sultan Süleyman)’ın hakimiyeti altında, sızıltısız, gürültüsüz, yaşadılar. Reayanın, Müslüman olmayanlar dahil, arazi sahibi olmalarına cevaz verildi. Buna mukabil onlara bazı mükellefiyetler yükledi. Birçok Hıristiyan, vergileri ağır ve adaleti kararsız olan Hıristiyan ülkelerindeki yurtlarını bırakarak Türkiye’ye gelip yerleştiler.”21 Osmanlı’nın hoşgörü ve müsamahasını ortaya koyan 17 Cemaziyelahir 1222 (22 Ağustos 1807) tarihli bir arşiv belgesi,22 bu devletin, Hıristiyan din adamlarının kendi dindaşları arasında faaliyet gösterebileceğine, sadaka toplayabileceğine işaret ettiği gibi, bu insanlardan herhangi bir verginin alınmayacağını da emretmektedir. Tur-i Sina keşiş ve rahiplerinden bahseden bu belgeye göre bunlar, dindaşlarından sadaka toplayabilmek için memleketi dolaşacaklardır. Kendilerinden baç, haraç vs. gibi vergilerin alınmaması gerektiğini ifade eden belgeye göre gerek kadı, gerek mirmiran, gerek mütesellim ve gerekse diğer yetkililerden hiç biri bunlara müdahalede bulunamayacaktır. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki Osmanlı Devleti, vatandaşı olan herkesi, kendi iç bünyesinde tamamen serbest bırakarak onların inançlarına göre yaşamalarına müdahalede bulunmuyordu. Osmanlı toplumu da din farkına bakmadan herkes ile kanun çerçevesinde muamele yapıyor, hatta Müslüman olmayan vatandaşların zarar görmemeleri için elinden geleni yapmaktan çekinmiyordu. [COLOR=darkgreen][U][B]Dipnotlar[/B][/U][/COLOR] [COLOR=darkgreen]1. Şemseddin Sami, Kamus-ı Türki, İstanbul 1317, II, 1333. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]2. Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu Teşkilat ve Müesseselerinin Şer’iliği Meselesi” İÜHF. Dergisi (1945) XI/3-4,209. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]3. Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhisü’l-Beyan fi kavanin-i Al-i Osman, Bibliotheque National (Paris) Ancien Fonds Turc, nr.40, va.134 a. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]4. Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, trc. M. Ata, İstanbul 1329, I, 103, 104. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]5. Geniş Bilgi için bk. Şinasi Altundağ, Osmanlı İmparatorluğunun Vergi Sistemi Hakkında Kısa Araştırma, Ankara 1947, s.189. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]6. Geniş bilgi için bk. Yavuz Ercan, “Türkiye’de XV ve XVI. Yüzyıllarda Gayr-i müslimlerin Hukuki, İçtimai ve İktisadi Durumu”, Belleten (1983), XLVII/188, 1127- 1130. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]7. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Mühimme Defteri, nr. 6. s. 305. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]8. BOA: Mühimme Defteri, no. 6.s. 251. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]9. “Medine-i Trabzon reayalarından haraç-güzar olan Ermeniyan taifelerinden Girg (?) ve keşişleri Evans ve tevabileri bi-isrihim meclis-i şer’-i ile ayinlerimizi icra ve çocuklarımızı ta’lim ve taallum ettirmeye hala medine-i mezburda mütemekkin Ermeni Karabaşısı Kirkor ve Dedeoğlu Kirkor ve terzi Ovak (?) kendi zu’m-i bâtıl ve fasidleriyle hile-i batılalarından bizleri öteden beri ve ma’bedleriniz olan kenise (kilise) ve tamilhanelerimizede ayinlerimizi icradan men’ ve def’ ve fuzuli ızrar ve taleb-i raşvet daiyesinde olmalarıyla ber nehc-i şer’i lede’s-sual taaddilerinin men’ ve ref’i metlubumuz dediklerinde mesfur Karabaş ve tevalilerine lede’s-sual ayinlerini keniselerinde ve talim-hanelerinde rahiblerini ikrar etmeleriyle kenise-i mezkur ve ta-limhanelerinde ayinleri üzre icra etmeden men ve ref’ etmemeleri ile tenbih olunup, ba’dezin vechen mine’l-vücuh taaddi etmeyüp ayinlerini icar eylemek içün ber mucib-i fetvay-ı şerif izin ve ruhsat verildiği ma-vaka bi’t-taleb ketb ve ita olundu.” (21 Zilhicce 1243), TSMA, Trabzon 1957, vr, 25b. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]10. Herbert Adams Gibbons, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, trc. Rağıp Hulusi, İstanbul 1928, s. 58. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]11. Gibbons, age., s. 38. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]12. Gibbons, age., s. 63. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]13. Yılmaz Öztuna, “Osmanlı Devletinde Padişah”, Tarih Mecmuası (1976), I, 13. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]14. Raphaela Lewis, Osmanlı Türkiyesinde Gündelik Hayat, trc. Mefkure Poroy, İstanbul 1973, s. 39. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]15. C. Brockelmann, İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi, trc. Neşet Çağatay, Ankara 1964, I, 258. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]16. Osman Nuri Ergin, Türkiye’de Şehirciliğin Tarihi İnkişafı, İstanbul 1936, s. 93, 94. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]17. BOA. C. Belediye, nr. 1592. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]18. BOA. Mühimme defteri, no. 76, s. 9. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]19. Hrand D. Andreasyan, “Bir Ermeni Kaynağına Göre Celali İsyanları”, Tarih Dergisi (1962-1963), XIII/17-18, 29. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]20. Topkapı Saray Müzesi Arşivi, no. 10737/1. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]21. Fairfax Downey, Kanuni Sultan Süleyman, trc. Enis Behiç Koryürek, İstanbul 1975, s. 99. [/COLOR] [COLOR=darkgreen]22. BOA. C. Adliye, no. 125.[/COLOR] [B][COLOR=black] [/COLOR]http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Sayi&SayiNo=65[/B][COLOR=darkgreen] [/COLOR] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Bunları Biliyormusunuz
Tarihden Bir Yaprak
Osmanlı Devletinde Dinî Hoşgörü
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst